tüm soruların yanıtı olduğunda; bir şeyler bir yerinden kırılmış; yön değiştirmiş demek olandır... 'bilmiyorum' derken içiniz katılır acıdan bazen; ama sorusunun cevabını bekleyen sizin bu acınızı anlamaz ne yazık ki...
'bir yerlerimden sızıyorsun deli gibi; tanımlayamadığım bir acı gibi; yoğun, aralıksız, kendi halinden az daha farkında... sorun sen de değilsin aslında; kaçtığım bir şeyler var; kendim mi, hayat mı ben de bilemiyorum...
gitmişlik hissiyle uyanıyorum bazı sabahlar; bazı sabahlar ağzımda yokluk tadı; her şey yerli yerinde dururken üstelik... bu dünyayla mı derdim; bilemiyorum... herkes gitsin istiyorum bazen; kimse kalmasın tam düşerken kolumdan tutup kaldıracak; 'aman dikkat' diyecek kimse olmasın...
biliyorum ki üzecek bu beni; biliyorum ki kimsesizlik zordur; ancak yaşayan bilir bunun tatsız tadını... ama bir ücra yerde sıkıştı işte yüreğim; esen rüzgarla savrulsam mı; yoksa köşede bir yere sinip hayatımın eskisi gibi olmasını; rüzgarın dinmesini mi beklesem bilemiyorum..
'zaman' diyor tüm benliğim; 'kendine gelmen için zamana ihtiyacın var! '.... tam bu anda bir silik ses; kaçarcasına ama zehirli bir ses benliğimi dağıtıyor; kendimden de uzaklaştırıyor beni;
'bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; kimi kandırıyorsun? ! '
bence,
insanın konuşmak istemediği konuları geçiştirmek için karşısındakine yaptığı içgüdüsel uyarıdır..
ama bunu kendine bile itiraf etmiyordur,
düşünmüyordur,
kendisiyle ilgili bir konuyu bilmemesi
bu konuda fikri olmaması mümkün değildir..
o zaman budur..
evet..
bilmiyorum kaçmaktır,
saklanmaktır kendinden..
nasıl insan kötü şeyler yaşayınca
uyumak ister,
nasıl ki uyumak bir kaçıştır,
bilmiyorum da uyanık halde yaptığımız, kendi düşüncelerimizden kaçıştır..
ve belkilere bırakınca insanlar hayallerini, aşklarını, dostlukları... bırakınca hayatlarını öylece belkilere... aslında tüm yaşanmamışlıkların sorumlusudur belkiler oysa ki siz sadece düşlemiştiniz; ama 'sadece' düşlerdiniz...
empresyonizm, natüralizm ve akademizm gibi akımlara tapki olarak doğmuş bi akımdır. duyguların ön plana alınıp dış dünyanın hiçe sayıldığı bi sanat anlayışını temsil eder...
dışavurumculuk saf estetiğe sığındığı için ya da ilgisizliği nedeniyle mahkum ettiği bir toplumdan yüz çevirmez, ondan nefret ettiğini açıklar ve içselleşmiş bir dünyanın taşkın görüntülerini verir...
düşü gerçekmiş gibi yaşamanın, olması isteneni ete kemiğe büründürüp beklentinin nesnesi olan kişiye giysi gibi giydirmenin adı. o kişide olmayanları var kabul ederek, hatta var olduğunu bilerek davranmanın adı.
herşey hayallerle, düşü gerçek varsaymayla kalsa yanılsama olmaz yine de. yanılsama olduğunu anlamak için o kişinin üzerinde o giysi yokmuş gibi * davrandığını görmek, ayağın altında olması gereken gerçeklik zemininin buhar olup uçtuğunu hissetmek, boşluktan dibe doğru çekilmek gerekir. kumdan kaleyi dalga dümdüz eder. gerçekliğin üzerindeki perde kalkar. işte o zaman bütün bunların yanılsama olduğuna uyanılır.
ardında binlerce kelimeyi, anlatılamayanı barındıran sözcüktür aslında... muhatabın sadece aynadaki suretle yetineceği bilinen durumlarda cevap olarak verilir; 'hiç, öylesine...'
...cevapsızlık da kendine göre bir sorundur. bunu biliyorum. ama bir çaresizlikle ellerini kucağına koyarsın. başın önünde beklemeye başlarsın. oysa her soruyu ilk kez görüyormuş gibi titreyerek karşılamak gerçekten yorucudur ve bir süre sonra da ürkütücü. her seferinde ruhundan bir parça daha kopar. ve sonra bir tane daha. çatlaklardan sızan şey seni insandan başka ne olunuyorsa o yapmaya yeter de artar bile...
acı önemli bir nesne. ve onu kutsayanlar, lânetleyenler olduğu gibi benimkine benzer kaliteli tecessüslerle inceleyenler de var. ama elbette sadece dışarıdan. hâlbuki hissedilen, kendini laboratuarda ele vermez. olay mahallinde, ok yaydan çıkmışken, çığ büyürken, aklıma gelmeyen o diğer atasözleri, deyimler size hangi fotoğrafları gösteriyorsa, orada, o zamanda, kendini anlatmaya başlar. nefret, korku, pişmanlık, merhamet... acı öyle güzel babalık yapar ki bunlara, hangisi iyiden yana, hangisi kötüden, kestiremezsin bile...
schopenhauer ın aşkın metafiziği kitabından bir alıntı yerinde olacaktır; 'varlığımızın dolaysız amacı acı çekmek olmasaydı, yeryüzünde bulunuşumuzun hiçbir nedene dayanmadığını kolayca söyleyebilirdik. çünkü, hayatın derinlerinde yatan ve sefilliğimizden doğarak dünyayı dolduran acıların, gerçek bir amaç değil de rastlantı olduğunu ileri sürmek saçmadır. tek tek ele alındıklarında, her mutsuzluğun bir kuraldışılık olarak görülmesi kabildir, ama genel olarak ele alındığı zaman, mutsuzluk ve acı, kural dışı değil kuraldır.'
kelimelere dokulmesi zaten zorken bir de bir baskasinin dilinde anlatmaya calismanin, kendinize ait bir dilde yasadiginiz bir siziyi baskasinin dilinde dillendirmeye calismanin ilki kadar kuvvetli bir baska siziyi dogurmasi... bolunerek cogalan, bolerek cogaltan.
insanligin felaketlere, olume ilgisi hep vardi hep de olacak. yanan bir evi izlemek, kaza mahallini izlemek, cenaze konvoyunu izlemek eminim 'schadenfreude' ile dogrudan alakalidir. olum gormeyi su ya da bu sekilde seviyor insanlik demek ki, hayatin tanimlarindan en etkilisinin olum uzerinden yapilmasi bu yuzden olabilir.
peki nekrofiliyi schadenfraude denen kavramin icinden cekip cikaran da nesi? sizi uzen hakikaten o kisinin olumu mu, ya da olume hakikaten uzuluyor musunuz? yoksa taziye defterini imzalamak icin girilen kuyrukta olmak, topluca vah vah etmek mi daha onemli? ?
her ne kadar birleştiriciliğin sembolü olsa da ayrılık olan yerlerde kurulu olan yapıdır hep, birbirinden ayrı iki yakayı birleştirir ve her iki yaka da kendine doğru çekiştirir durur sanki bu yapıyı. öteki taraf hep karşıdır karşıdakine.
böylesi bir sezen aksu şarkısı vardır hatta ağlamak güzeldir'de.
kurulmaya çalışırken köprüler kaçıp gitmiştir ellerinden birer birer, sevgililer....
sevginin, aşkın, tutkunun ötesinde bir şeydir. bir günde, bir ayda, bir yılda değil; bir ömürde bulunur veya bulunamaz.
genellikle bir ömürlük olmasına rağmen bu duyguyu hissetmemiş kimseler, 'tutku' kavramıyla arasındaki farkın varlığının ispatı için çetrefilli sözcük oyunlarına dalarlar.
özlem, kağıdın mürekkebe kavuşmak için beklentisi, toprağın suya tutkusu, ağaçların çiçeklerini açacağı anı beklerken hissedebilecekleri tek duygudur. özlem bir boşluğu işgal eden sular gibi duru bir anıdır kalbinde aşkın. bir bıçak yarasının bıraktığı boşluktan kanamaktır, sessizliğin daha sessiz, kalabalıkların daha ıssız, yaşamanın daha anlamsız olduğu andır. özlem bahara duyduğun istektir, güneşi yüzünde hissettiğinde içinde duyduğun neşedir. aşkın vazgeçilmez bir parçasıdır, özlemeden aşık olamazsın, onun tamamladığı yerde onsuzluğun bıraktığı ıssızlığı hissetmeden onunla olmanın mutluluğunu bilemezsin. gece yarısı başlayan yağmurlarda uyanmak gibi, özlemin gözyaşlarına ihtiyacı vardır bir aşkın.
aşk ne kadar tutkuysa, tutkun olunana duyulan özlem o denli güçlüdür. özlem düşlerle desteklenir, kurulan düşlerle kendi dünyasını yaratır insan kalbinde. özlem bir yolculuktur, tıpkı aşkın kendisi gibi, yol aldıkça geçmişten uzaklaşmak, keşfedilmemiş yanlarını keşfetmek ve kendi içinde yanan bir ateşle aşkın acısının bir yönünü farketmektir. ruh kendisini özlemleriyle keşfeder, nefes almak, uyumak, üşümek gibi bedenin kendini tanıması için gerekli olgular kadar ruhun da kendisine ilişkin, belki daha gizli, daha mistik, anlaşılması daha zor ama daha yaşamsal anlamları vardır.
gözyaşlarına boğulup pencere camlarından dışarıya bakıp onun ismini fısıldamak ve gözlerini yumarak ona eriştiğini düşünmek.
sessizlikler daha çok can yakıcı olmuştur, biran uzaklaştığında dünyanın dönüşünü durdurmak istersin, tek başına karşılamak istemezsin zamanı ve yaşamı. güzel olan herşey onu hatırlatır sana.
her şeyin üzerini örtmesi, herkesin kabahatini saklaması ile mevleviliğin tevazu örneği kabul ettiği madde.
mesnevi de bir kaç kez bu tevazu sayesinde sadece toprağın güller yetiştirmeye vasıl olduğu, örtmede, kapatmada yetersiz olan taşın üzerinde bahar olsa da çiçek bitmediği vurgulanır.
mesnevi;
baharların tesiriyle taş yeşerir mi? toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
yıllarca gönüller yırtan, kalblere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!
birçok kişiin çalmasına rağmen çalması çok zor bir enstrümandır, entonasyonu tam değildir, en fazla altı sese müsade eder, akor basmak zordur bu sebeple
elektro gitar ise çalması daha kolay görünse de ayrı bir tekniktir, telleri susturmazsanız çaldıklarınızdan bir şey anlaşılmaz, bend yapmak kolay olsa da diğer teller gevşer...
olayın bizim zeminimizden geçerek algılanması ve yorumlanmasıdır. algılanıp anlam verilen, yorumlanandır. insanlar, yalnız algıladığı kadarını bilir; yani ancak fenomen dünyasının farkındadır...
neredeyse herkesin kafka uzmanı kesildiği bir zamanın gebe olması düşünülen değişim ve dönüşüm sürecinin, yok öyle bişeyciliğin önderlerinden samuel beckett de ki hiç gelmeyenlere ve hiç olmayacaklara adanmış 'godot yu beklerken' le yanıt bulduğu, şimdilik türkiye için ab süreci ve dayatmasıdır. politikacılarımız ve işporta sevgililer ve kendilerine bişey olan anneannelerimizle artık bizi hiç şaşırtamayan, bütün duygularımızı önüne katan el nino mu desem olumlu tek anlamının hayvan üremelerine, sembolistlerin şiirleri ve de sezen aksunun çatı diplerine saklandığı hızlı başkalaşımın ismidir
bilmiyorum
19.05.2008 - 09:39tüm soruların yanıtı olduğunda; bir şeyler bir yerinden kırılmış; yön değiştirmiş demek olandır... 'bilmiyorum' derken içiniz katılır acıdan bazen; ama sorusunun cevabını bekleyen sizin bu acınızı anlamaz ne yazık ki...
'bir yerlerimden sızıyorsun deli gibi; tanımlayamadığım bir acı gibi; yoğun, aralıksız, kendi halinden az daha farkında... sorun sen de değilsin aslında; kaçtığım bir şeyler var; kendim mi, hayat mı ben de bilemiyorum...
gitmişlik hissiyle uyanıyorum bazı sabahlar; bazı sabahlar ağzımda yokluk tadı; her şey yerli yerinde dururken üstelik... bu dünyayla mı derdim; bilemiyorum... herkes gitsin istiyorum bazen; kimse kalmasın tam düşerken kolumdan tutup kaldıracak; 'aman dikkat' diyecek kimse olmasın...
biliyorum ki üzecek bu beni; biliyorum ki kimsesizlik zordur; ancak yaşayan bilir bunun tatsız tadını... ama bir ücra yerde sıkıştı işte yüreğim; esen rüzgarla savrulsam mı; yoksa köşede bir yere sinip hayatımın eskisi gibi olmasını; rüzgarın dinmesini mi beklesem bilemiyorum..
'zaman' diyor tüm benliğim; 'kendine gelmen için zamana ihtiyacın var! '.... tam bu anda bir silik ses; kaçarcasına ama zehirli bir ses benliğimi dağıtıyor; kendimden de uzaklaştırıyor beni;
'bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; kimi kandırıyorsun? ! '
bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak........
bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
bilmiyorum
19.05.2008 - 09:38bilmiyorum..
bence,
insanın konuşmak istemediği konuları geçiştirmek için karşısındakine yaptığı içgüdüsel uyarıdır..
ama bunu kendine bile itiraf etmiyordur,
düşünmüyordur,
kendisiyle ilgili bir konuyu bilmemesi
bu konuda fikri olmaması mümkün değildir..
o zaman budur..
evet..
bilmiyorum kaçmaktır,
saklanmaktır kendinden..
nasıl insan kötü şeyler yaşayınca
uyumak ister,
nasıl ki uyumak bir kaçıştır,
bilmiyorum da uyanık halde yaptığımız, kendi düşüncelerimizden kaçıştır..
belki
19.05.2008 - 09:30ve belkilere bırakınca insanlar hayallerini, aşklarını, dostlukları... bırakınca hayatlarını öylece belkilere... aslında tüm yaşanmamışlıkların sorumlusudur belkiler oysa ki siz sadece düşlemiştiniz; ama 'sadece' düşlerdiniz...
ekspresyonizm
12.05.2008 - 15:31empresyonizm, natüralizm ve akademizm gibi akımlara tapki olarak doğmuş bi akımdır. duyguların ön plana alınıp dış dünyanın hiçe sayıldığı bi sanat anlayışını temsil eder...
dışavurumculuk saf estetiğe sığındığı için ya da ilgisizliği nedeniyle mahkum ettiği bir toplumdan yüz çevirmez, ondan nefret ettiğini açıklar ve içselleşmiş bir dünyanın taşkın görüntülerini verir...
yanılsama
12.05.2008 - 15:18düşü gerçekmiş gibi yaşamanın, olması isteneni ete kemiğe büründürüp beklentinin nesnesi olan kişiye giysi gibi giydirmenin adı. o kişide olmayanları var kabul ederek, hatta var olduğunu bilerek davranmanın adı.
herşey hayallerle, düşü gerçek varsaymayla kalsa yanılsama olmaz yine de. yanılsama olduğunu anlamak için o kişinin üzerinde o giysi yokmuş gibi * davrandığını görmek, ayağın altında olması gereken gerçeklik zemininin buhar olup uçtuğunu hissetmek, boşluktan dibe doğru çekilmek gerekir. kumdan kaleyi dalga dümdüz eder. gerçekliğin üzerindeki perde kalkar. işte o zaman bütün bunların yanılsama olduğuna uyanılır.
dejavu
12.05.2008 - 15:13en dehşet verici olan ise, yaşadığınızın aslında deja vu olmadığını anlamanızdır...hayatınızın rutinliğini kabullenmeniz biraz zaman alabilir...
öylesine
12.05.2008 - 14:48ardında binlerce kelimeyi, anlatılamayanı barındıran sözcüktür aslında... muhatabın sadece aynadaki suretle yetineceği bilinen durumlarda cevap olarak verilir; 'hiç, öylesine...'
acı
11.05.2008 - 17:56...cevapsızlık da kendine göre bir sorundur. bunu biliyorum. ama bir çaresizlikle ellerini kucağına koyarsın. başın önünde beklemeye başlarsın. oysa her soruyu ilk kez görüyormuş gibi titreyerek karşılamak gerçekten yorucudur ve bir süre sonra da ürkütücü. her seferinde ruhundan bir parça daha kopar. ve sonra bir tane daha. çatlaklardan sızan şey seni insandan başka ne olunuyorsa o yapmaya yeter de artar bile...
acı önemli bir nesne. ve onu kutsayanlar, lânetleyenler olduğu gibi benimkine benzer kaliteli tecessüslerle inceleyenler de var. ama elbette sadece dışarıdan. hâlbuki hissedilen, kendini laboratuarda ele vermez. olay mahallinde, ok yaydan çıkmışken, çığ büyürken, aklıma gelmeyen o diğer atasözleri, deyimler size hangi fotoğrafları gösteriyorsa, orada, o zamanda, kendini anlatmaya başlar. nefret, korku, pişmanlık, merhamet... acı öyle güzel babalık yapar ki bunlara, hangisi iyiden yana, hangisi kötüden, kestiremezsin bile...
acı
11.05.2008 - 17:46schopenhauer ın aşkın metafiziği kitabından bir alıntı yerinde olacaktır; 'varlığımızın dolaysız amacı acı çekmek olmasaydı, yeryüzünde bulunuşumuzun hiçbir nedene dayanmadığını kolayca söyleyebilirdik. çünkü, hayatın derinlerinde yatan ve sefilliğimizden doğarak dünyayı dolduran acıların, gerçek bir amaç değil de rastlantı olduğunu ileri sürmek saçmadır. tek tek ele alındıklarında, her mutsuzluğun bir kuraldışılık olarak görülmesi kabildir, ama genel olarak ele alındığı zaman, mutsuzluk ve acı, kural dışı değil kuraldır.'
acı
11.05.2008 - 17:44kelimelere dokulmesi zaten zorken bir de bir baskasinin dilinde anlatmaya calismanin, kendinize ait bir dilde yasadiginiz bir siziyi baskasinin dilinde dillendirmeye calismanin ilki kadar kuvvetli bir baska siziyi dogurmasi... bolunerek cogalan, bolerek cogaltan.
nekrofili
11.05.2008 - 17:34insanligin felaketlere, olume ilgisi hep vardi hep de olacak. yanan bir evi izlemek, kaza mahallini izlemek, cenaze konvoyunu izlemek eminim 'schadenfreude' ile dogrudan alakalidir. olum gormeyi su ya da bu sekilde seviyor insanlik demek ki, hayatin tanimlarindan en etkilisinin olum uzerinden yapilmasi bu yuzden olabilir.
peki nekrofiliyi schadenfraude denen kavramin icinden cekip cikaran da nesi? sizi uzen hakikaten o kisinin olumu mu, ya da olume hakikaten uzuluyor musunuz? yoksa taziye defterini imzalamak icin girilen kuyrukta olmak, topluca vah vah etmek mi daha onemli? ?
aykırı
11.05.2008 - 17:16düş dağınıklığında yatağım
gözlerimde diş izleri
katıksız bir ölüm
gecede çoğalan
ve yattığım yerdeki
acının motiflerinde
kanar oyası yüreğimin
zamanla dayanağımı kopardığımda
varoluşa aykırıydım
özlem cinayetleri
karaya demir atan
büyür seslerde kin
tersine dönerken
masaüstü takviminde saniye
ve müthiş bir yokluk
öykülerden alınıp
gömülür son esrarlı dağa
mavi bir umudun
işıltısı dolunayda
ezberletir tüm şiirleri
yalnızlığıma
şimdilik misafirim doğada
retrospektif
11.05.2008 - 17:10retrospektif eserlere artık diye bir başlangıç yapmak adetten değildir halen. olsundur artık.
köprü
11.05.2008 - 16:42her ne kadar birleştiriciliğin sembolü olsa da ayrılık olan yerlerde kurulu olan yapıdır hep, birbirinden ayrı iki yakayı birleştirir ve her iki yaka da kendine doğru çekiştirir durur sanki bu yapıyı. öteki taraf hep karşıdır karşıdakine.
böylesi bir sezen aksu şarkısı vardır hatta ağlamak güzeldir'de.
kurulmaya çalışırken köprüler kaçıp gitmiştir ellerinden birer birer, sevgililer....
sevda
07.04.2008 - 12:21sevginin, aşkın, tutkunun ötesinde bir şeydir. bir günde, bir ayda, bir yılda değil; bir ömürde bulunur veya bulunamaz.
genellikle bir ömürlük olmasına rağmen bu duyguyu hissetmemiş kimseler, 'tutku' kavramıyla arasındaki farkın varlığının ispatı için çetrefilli sözcük oyunlarına dalarlar.
özlem
03.04.2008 - 22:30özlem, kağıdın mürekkebe kavuşmak için beklentisi, toprağın suya tutkusu, ağaçların çiçeklerini açacağı anı beklerken hissedebilecekleri tek duygudur. özlem bir boşluğu işgal eden sular gibi duru bir anıdır kalbinde aşkın. bir bıçak yarasının bıraktığı boşluktan kanamaktır, sessizliğin daha sessiz, kalabalıkların daha ıssız, yaşamanın daha anlamsız olduğu andır. özlem bahara duyduğun istektir, güneşi yüzünde hissettiğinde içinde duyduğun neşedir. aşkın vazgeçilmez bir parçasıdır, özlemeden aşık olamazsın, onun tamamladığı yerde onsuzluğun bıraktığı ıssızlığı hissetmeden onunla olmanın mutluluğunu bilemezsin. gece yarısı başlayan yağmurlarda uyanmak gibi, özlemin gözyaşlarına ihtiyacı vardır bir aşkın.
aşk ne kadar tutkuysa, tutkun olunana duyulan özlem o denli güçlüdür. özlem düşlerle desteklenir, kurulan düşlerle kendi dünyasını yaratır insan kalbinde. özlem bir yolculuktur, tıpkı aşkın kendisi gibi, yol aldıkça geçmişten uzaklaşmak, keşfedilmemiş yanlarını keşfetmek ve kendi içinde yanan bir ateşle aşkın acısının bir yönünü farketmektir. ruh kendisini özlemleriyle keşfeder, nefes almak, uyumak, üşümek gibi bedenin kendini tanıması için gerekli olgular kadar ruhun da kendisine ilişkin, belki daha gizli, daha mistik, anlaşılması daha zor ama daha yaşamsal anlamları vardır.
gözyaşlarına boğulup pencere camlarından dışarıya bakıp onun ismini fısıldamak ve gözlerini yumarak ona eriştiğini düşünmek.
sessizlikler daha çok can yakıcı olmuştur, biran uzaklaştığında dünyanın dönüşünü durdurmak istersin, tek başına karşılamak istemezsin zamanı ve yaşamı. güzel olan herşey onu hatırlatır sana.
özlem
03.04.2008 - 22:26özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin
özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen
özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin
özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen
toprak
03.04.2008 - 22:23her şeyin üzerini örtmesi, herkesin kabahatini saklaması ile mevleviliğin tevazu örneği kabul ettiği madde.
mesnevi de bir kaç kez bu tevazu sayesinde sadece toprağın güller yetiştirmeye vasıl olduğu, örtmede, kapatmada yetersiz olan taşın üzerinde bahar olsa da çiçek bitmediği vurgulanır.
mesnevi;
baharların tesiriyle taş yeşerir mi? toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
yıllarca gönüller yırtan, kalblere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!
toprak
03.04.2008 - 22:22gökyüzünü en çok o seyreder,yağmur yağınca en güzel o kokar,insanı en güzel o ağlatır...
toprak
03.04.2008 - 22:21bir cocugun en guzel oyuncagi, en verimli ogretmeni ve en eglenceli arkadasidir.
gitar
03.04.2008 - 21:40birçok kişiin çalmasına rağmen çalması çok zor bir enstrümandır, entonasyonu tam değildir, en fazla altı sese müsade eder, akor basmak zordur bu sebeple
elektro gitar ise çalması daha kolay görünse de ayrı bir tekniktir, telleri susturmazsanız çaldıklarınızdan bir şey anlaşılmaz, bend yapmak kolay olsa da diğer teller gevşer...
fenomen
01.04.2008 - 14:33olayın bizim zeminimizden geçerek algılanması ve yorumlanmasıdır. algılanıp anlam verilen, yorumlanandır. insanlar, yalnız algıladığı kadarını bilir; yani ancak fenomen dünyasının farkındadır...
zor
15.03.2008 - 21:48onu, beyni kanayan soylu kafalara sor;
ölüm zorların zoru, yaşamak ondan da zor...
N.F.K
metamorfoz
15.03.2008 - 21:40neredeyse herkesin kafka uzmanı kesildiği bir zamanın gebe olması düşünülen değişim ve dönüşüm sürecinin, yok öyle bişeyciliğin önderlerinden samuel beckett de ki hiç gelmeyenlere ve hiç olmayacaklara adanmış 'godot yu beklerken' le yanıt bulduğu, şimdilik türkiye için ab süreci ve dayatmasıdır. politikacılarımız ve işporta sevgililer ve kendilerine bişey olan anneannelerimizle artık bizi hiç şaşırtamayan, bütün duygularımızı önüne katan el nino mu desem olumlu tek anlamının hayvan üremelerine, sembolistlerin şiirleri ve de sezen aksunun çatı diplerine saklandığı hızlı başkalaşımın ismidir
Toplam 1002 mesaj bulundu