Ah İsrail! Artık çocukları gökten üç elma düşen masallara nasıl inandıracağız! Sen gerçekliğin ötesine geçmiş kabus! Gökten üç bomba düşerken büyüyen çocukların ve gözü yaşlı uykusuz annelerinin merhametine muhtaç kalacağın günler yakın olsun!
somut ve objektif idrake göre duyumlara gelen dış oluşlara yahut şuura bağlı oluşlara ve değişikliklere ait idraklerden ibaret olmak üzere iki çeşittir,sanılmaktadır...
birincisine göre bizim dışımız da biribirine eşit objektif anlardan mürekkeptir.
ikincisine göre bizim şuurumuzda cereyan eden değişikliklerin idrakini ifade eden izafi anlardan ibarettir.halbuki,oluşun ancak astronomik sayılarla ifade edilebilecek kadar uzun gözüken ve kesik kesik idrak ettiğimiz gelişimini yani idrak ettiğimiz objektif ve subjektif zamanı bir anlık ve yek pare bir ''ol''emri içinde idrak etmek de doğru olur...işte yaratıcı bu ''mutlak an''ile beraber zihnimize kendisini tasdik ettirir...
eşyanın eşya ile ilişkilerinden akıl insanın kendi ile ilişkilerinden zaaf mı doğar? sakın akılda eşyanın maddenin zaafı,kusuru olmasın? mevlana celaleddin bir rubaisinide;
''o akıl ki,onun aklı (bağı) vardır o parça akıldır.
akıl,eğer aklından (bağından) kurtulursa tam akıl olur''
derken,acaba eşyanın insan zekasını hapseden zincirlerinde mi bahsediyor? eşyanın aklına (bağlarına) sarılmış insan zekası,acaba eşyanın ve maddenin zaaflarına bulamış olmuyor mu?
insanın sonsuzluk arzusu ve hakikat özlemi içinde kavrulan şuuru kainatı yutmak ve kendi varlığına katmak çırpınışı içindedir...
içimizde bütün varı yutmak veya mutlak var'da tükenmek iseyen muhteşem bir özlem var.yahut şuurumuz bütün varı kaplamak ve fethetmek istemektedir...
insanın organizması ve maddi varlığı kainatın büyüklüğü karşısında sıfır mesabesinde ve hele mutlak varlık karşısında tamamen hiç olabilir; fakat onun sahib olduğu ve kainata bir gözlemci olarak açılan şuuru asla küçümsenemez...insan maddesi ile değil manası ile gerçekten büyüktür ve muhteşemdir,kuran-ı kerim'de''en güzel surette yaratılan''insan işte bu insandır.diğer varlıklar insanın bu yüce manası önünde secdeye davet edilmiş ve ancak şeytan bu mananın ihtişamını idrak edememiştir...
varlığın bütünlüğü içinde kendi üzerine katlanan mutlak iradenin izafi cüz'ü...
duyuların idrakine göre ben; beden,şuurun idrakine göre ben; ruhtur.
insanda duyum idrakin ilk; şuur ise son merhalesidir...
içinde yaşadığımız bu her an olan ve yıkılan dengenin,varlığımızdaki izleridir.müdrikemiz gelip geçen olan ve yıkılan dengeleri ve bu dengelerin akışını kesik kesik idrak eder ve bu idrakleri saklar.hafıza adeta mekan ile oluşun insan zihinin de biribirine kavuşmasıdır...
zeka için ölçü birdir,ama sonsuz ve mutlak olan bir,akıl ve mantık ise mutlak bire uzanamadıkları için izafi birlerin peşindedirler,yani akıl biri tayinde güçlükler çeker; bu bazen pek küçük bazen de pek büyük bir sınırlı kıymettir.çokluk duygusu,akla ve duyulara özel değerler olduğu halde,sıfır,sonsuz ve bir,zekanın akla sızdırdığı değerlerdir...
zeka ve hayatın kendilerini bağlayan eşyanın iplerini gevşetme ve kırma gayreti içindeki isyan çığlığıdır; insanın madde mahpesi içinde nefes almasıdır...
güzel bir yer gibidir,üye olmak da çok kolaydır,derken bir zaman sonra sıkılırsın belki ayrılmak istersin burdan,işte o vakit dikilir karşına despot insanlar gibi'sen kendi arzunla ayrılamazsın sen şimdi git bir daha da uğrama,ben bir süre sonra yavaş yavaş silerim seni' der.illaki çıkmak isteyenler küfürlü yazılar ile kendilerini pasifletirler.biraz edebi olanın hali harabdır...
inadına der kimi, hiç yaşamadım ki ben inadına. hepsi kendim içindi, kırılan kırıldı, kimi üzerine alındı küstü; anlam veremedim. kimseyle kapanmamış hesabım olmadı ki benim...
evvela alfabeye gidilip itina ile bir c harfi alınır,akabinde yan yatırlıp üzerine evvelen hazırlanmış bir güzel nokta koyulur,onun üzerine de ortası boşluklu bir nokta ile tamamlanır,ne güzel oldu öyle değil mi.
sadece hayalin aynasıdır. lakin bu aynanın arkasında sırrı yoktur. hayal, aynanın ötesine geçer. varlığın hamurudur bir yönüyle.
insan olmanın getirdiği envai çeşit sıfatlardan istifa etmek mümkün olsa. dokunmak, tatmak, duymak,görmek,koklamak gibi beş duyu tanımsız hale gelse. duyguları saymaya da gerek yok. hepsi terkedilsin. herhangi bir varlık olmadan sadece bir bilinç olarak durulabilse. 'zaman' ve 'madde' denen olgular tanınmasa. ışık ve dolayısıyla renkler de yok doğal olarak. enerji denen şey hakkında da bir fikir yok. tamamen yok varsayılıyor. iletişim kurmaya yarayacak bir dil, anlayış, akıl yok. bilincin tek tadabileceği şey boşlukta kalmışlık gibi bir şey. oysa 'yokluğun' bilinci bile yok ki bu durumda yokluğu tahayyül ya da tasavvur edebilmek bile güçleşiyor.
yokluğun sınırlarına, sadece hayalen varılabiliyor. hayal, yokluğun sınırına geldiği anda, sırsız aynanın sınırını geçiyor ve yok oluyor. haber alınamıyor bir daha.
son derece şiddetli lakin 'yen içinde' kalır bir duygudur. paslı iğneler gibi batar da yüreğe, sesini çıkarmasına mani olur insanın.
hem de yok yere.
bir insanın, bir duygunun, bir yüreğin 'yokluğunun' yerine!
nasıl paramparça bir gökyüzüydü bu böyle...bu konuda iki yüz sayfalık bir kitap yazabileceğini düşündü. yalnızca ilk sayfaya 'gökyüzü paramparçadir, bütün değil' diye yazacaktı. geri kalan bembeyaz sayfalara bakan insan, gökyüzünü hayal edebilecek; sayfaları çevirdikçe, gökyüzü parçalanacaktı zaten...
birkaç kartpostal yolladım sana tokyo'dan.
bu sıralar uzakdoğu modaymış, o yüzden tokyo'ya geldim.
sarı telefon kulübelerindeki mavi rehberlere yepyeni bir alfabeyle yazdım adını.
kimsenin anlamayacağı bir şekilde..
-ki kimse de anlamıyor zaten.
adının ne ifade ettiğini..
adın..
o kısacık ismin beynimdeki yankısı..
tek bir sesli harfine ömrümü adardım oysaki
ellerini önünde birleştirmektir yetim çocuk burukluğu ile muktedirlerin anlamadığı bir dilde, içine kazınmış bir söz, kim veya ne tarafından olduğu ise gayet meçhul.
insanın her gün kendine sormadan cevabını bildigi sorudur. bu yuzden digerleri sorunca zaman zaman 'sanane' diyesi gelir... sanki gercek cevabını umursayacak mısın? diyesi de gelir...
sadece birilerinin dünyasında tek kelimelik bir soruyla hala var olmak isteyenlerin kullandığı sorudur...
karşımızdakini anlamak için en doğru kanaldır iletişim. biz iletiriz, karşımızdaki alır, cevap verir. bu kadar basit olarak yorumlansa da iletişime engeller vardır, algılarımız gibi. bir şey deriz, karşımızdaki apayrı bir şey anlar. sormaz, soramaz, sormak istemez, kendince yorumlar. en önemlisi zaman verir, araya boşluk koyar. ne kadar kötüdür boşluklar oysa. o boşluklarda kurgularız devamlı, aslında varolmayan şeyleri düşünür hatta kendimizi inandırırız, sormayız sonrasında. zihnimiz kurgulamış, biz kabul edip almışızdır.
soralım, koparmayalım bağları, zamanın bizi ve zihnimizi yansımalarla ele geçirmesine izin vermeyelim...
çölde bir seraba, hikmetsizlikte bir hikmete, anlamsızlıkta bir anlama kapılıvermek.. ve öyle bir noktaya ulaşmak ki kapılış ve vehmedişin hesabını vermeye yeltenmeksizin, anın ve vehmin kendisine kurban edip kendini bu uğurda bir ömrü heba ediş.. ve o edişle beraber olmazın olurluğuna daha bir inanış.. ya yarım kalmış cümlelere ya da/olmadı yarım bırakılmış hayatlara sığınıp vehmin peşine düşerek ve bir o kadar da bu peşisıralıkla vehmi büyüttüğünü, olmazı daha bir olurladığını farkedişle vehme ve sürüklenişe ve kapılıvermeye kendini bırakış-teslim ediş..
sahi bu vehim nereden çıkmıştı? ilk ne zaman baş göstermişti de kendisinin varlığını tabii kılıp ondan sonrasını, bizzat kendisini güçlendirir ve haklılaştırırcasına bizi şüpheye garketmişti?
başkaca yol göremeyişimiz bu vehme takılıp kalmamızdan mı yoksa vehmin bizzat kendisinden mi kaynaklanıyor da biz bu sürüklenişte kurtulmaya dair her çabamız ve adımımızla daha bir sürüklenişe tabi kılınıyoruz yoksa bir türlü vehimin vehimliğini kabullenemeyişimiz ve tasdik edemeyişimizle mi kendi çukurumuzu kazıyoruz yahut..
en iyisi şaire bırakmalı sözü de demeli; 'bırak vehminde gölgeni/gelme artık neye yarar'.. ister gelmesini istemeyişimizden isterse de zaten gelmek olmayışından olsun ne farkeder, insanız ve bir vehme kurban değil miyiz?
yoksa! .. üç nokta..
var ile yokun birbirini ötekileştirdiği giriş cümlesi. çocukken (şimdi neysek) her duyuşumuzda sevindiğimiz bir cümleydi. bilirdik, arkasından bir masal gelecekti. prensesler, cadılar, yok olan kötü kalpli krallar, kazanan iyi yürekli insanlar. birde bunlar hep güzel olurdu. çirkin ördek bile sonunda güzelleşiyordu. masallarda bile çirkinlerin şansı yoktu, ya kötüydüler ya da sonradan güzelleşmeleri gerekti.
zamanla bu cümlenin başka bir kullanımına daha denk geldik. ölen, giden insanlar içindi. annem biri öldüğünde, işte bir var, bir yok derdi. ilk duyduğumda ' ben bunu masallardan biliyorum, yeni bir masal gelecek' dedim içimden. oysa biri ölüp gitmişti, masalını da alıp gitmişti. demek ki güzeller ölebiliyordu, öğrendim.
israil
17.10.2010 - 00:08Ah İsrail! Artık çocukları gökten üç elma düşen masallara nasıl inandıracağız! Sen gerçekliğin ötesine geçmiş kabus! Gökten üç bomba düşerken büyüyen çocukların ve gözü yaşlı uykusuz annelerinin merhametine muhtaç kalacağın günler yakın olsun!
zaman
31.05.2010 - 22:49somut ve objektif idrake göre duyumlara gelen dış oluşlara yahut şuura bağlı oluşlara ve değişikliklere ait idraklerden ibaret olmak üzere iki çeşittir,sanılmaktadır...
birincisine göre bizim dışımız da biribirine eşit objektif anlardan mürekkeptir.
ikincisine göre bizim şuurumuzda cereyan eden değişikliklerin idrakini ifade eden izafi anlardan ibarettir.halbuki,oluşun ancak astronomik sayılarla ifade edilebilecek kadar uzun gözüken ve kesik kesik idrak ettiğimiz gelişimini yani idrak ettiğimiz objektif ve subjektif zamanı bir anlık ve yek pare bir ''ol''emri içinde idrak etmek de doğru olur...işte yaratıcı bu ''mutlak an''ile beraber zihnimize kendisini tasdik ettirir...
akıl
31.05.2010 - 21:52eşyanın eşya ile ilişkilerinden akıl insanın kendi ile ilişkilerinden zaaf mı doğar? sakın akılda eşyanın maddenin zaafı,kusuru olmasın? mevlana celaleddin bir rubaisinide;
''o akıl ki,onun aklı (bağı) vardır o parça akıldır.
akıl,eğer aklından (bağından) kurtulursa tam akıl olur''
derken,acaba eşyanın insan zekasını hapseden zincirlerinde mi bahsediyor? eşyanın aklına (bağlarına) sarılmış insan zekası,acaba eşyanın ve maddenin zaaflarına bulamış olmuyor mu?
insan
28.05.2010 - 19:21insanın sonsuzluk arzusu ve hakikat özlemi içinde kavrulan şuuru kainatı yutmak ve kendi varlığına katmak çırpınışı içindedir...
içimizde bütün varı yutmak veya mutlak var'da tükenmek iseyen muhteşem bir özlem var.yahut şuurumuz bütün varı kaplamak ve fethetmek istemektedir...
insanın organizması ve maddi varlığı kainatın büyüklüğü karşısında sıfır mesabesinde ve hele mutlak varlık karşısında tamamen hiç olabilir; fakat onun sahib olduğu ve kainata bir gözlemci olarak açılan şuuru asla küçümsenemez...insan maddesi ile değil manası ile gerçekten büyüktür ve muhteşemdir,kuran-ı kerim'de''en güzel surette yaratılan''insan işte bu insandır.diğer varlıklar insanın bu yüce manası önünde secdeye davet edilmiş ve ancak şeytan bu mananın ihtişamını idrak edememiştir...
ben
28.05.2010 - 18:12varlığın bütünlüğü içinde kendi üzerine katlanan mutlak iradenin izafi cüz'ü...
duyuların idrakine göre ben; beden,şuurun idrakine göre ben; ruhtur.
insanda duyum idrakin ilk; şuur ise son merhalesidir...
hafıza
27.05.2010 - 15:36içinde yaşadığımız bu her an olan ve yıkılan dengenin,varlığımızdaki izleridir.müdrikemiz gelip geçen olan ve yıkılan dengeleri ve bu dengelerin akışını kesik kesik idrak eder ve bu idrakleri saklar.hafıza adeta mekan ile oluşun insan zihinin de biribirine kavuşmasıdır...
bir
27.05.2010 - 15:12zeka için ölçü birdir,ama sonsuz ve mutlak olan bir,akıl ve mantık ise mutlak bire uzanamadıkları için izafi birlerin peşindedirler,yani akıl biri tayinde güçlükler çeker; bu bazen pek küçük bazen de pek büyük bir sınırlı kıymettir.çokluk duygusu,akla ve duyulara özel değerler olduğu halde,sıfır,sonsuz ve bir,zekanın akla sızdırdığı değerlerdir...
sanat
27.05.2010 - 15:04zeka ve hayatın kendilerini bağlayan eşyanın iplerini gevşetme ve kırma gayreti içindeki isyan çığlığıdır; insanın madde mahpesi içinde nefes almasıdır...
antoloji.com
13.05.2010 - 22:12güzel bir yer gibidir,üye olmak da çok kolaydır,derken bir zaman sonra sıkılırsın belki ayrılmak istersin burdan,işte o vakit dikilir karşına despot insanlar gibi'sen kendi arzunla ayrılamazsın sen şimdi git bir daha da uğrama,ben bir süre sonra yavaş yavaş silerim seni' der.illaki çıkmak isteyenler küfürlü yazılar ile kendilerini pasifletirler.biraz edebi olanın hali harabdır...
yaşamak
02.05.2010 - 20:59inadına der kimi, hiç yaşamadım ki ben inadına. hepsi kendim içindi, kırılan kırıldı, kimi üzerine alındı küstü; anlam veremedim. kimseyle kapanmamış hesabım olmadı ki benim...
sükût
01.05.2010 - 22:27ikrardan dı bu defa...
tarif
01.05.2010 - 22:22alın size fiyakalı bir tarif;
evvela alfabeye gidilip itina ile bir c harfi alınır,akabinde yan yatırlıp üzerine evvelen hazırlanmış bir güzel nokta koyulur,onun üzerine de ortası boşluklu bir nokta ile tamamlanır,ne güzel oldu öyle değil mi.
yok
01.05.2010 - 22:18sadece hayalin aynasıdır. lakin bu aynanın arkasında sırrı yoktur. hayal, aynanın ötesine geçer. varlığın hamurudur bir yönüyle.
insan olmanın getirdiği envai çeşit sıfatlardan istifa etmek mümkün olsa. dokunmak, tatmak, duymak,görmek,koklamak gibi beş duyu tanımsız hale gelse. duyguları saymaya da gerek yok. hepsi terkedilsin. herhangi bir varlık olmadan sadece bir bilinç olarak durulabilse. 'zaman' ve 'madde' denen olgular tanınmasa. ışık ve dolayısıyla renkler de yok doğal olarak. enerji denen şey hakkında da bir fikir yok. tamamen yok varsayılıyor. iletişim kurmaya yarayacak bir dil, anlayış, akıl yok. bilincin tek tadabileceği şey boşlukta kalmışlık gibi bir şey. oysa 'yokluğun' bilinci bile yok ki bu durumda yokluğu tahayyül ya da tasavvur edebilmek bile güçleşiyor.
yokluğun sınırlarına, sadece hayalen varılabiliyor. hayal, yokluğun sınırına geldiği anda, sırsız aynanın sınırını geçiyor ve yok oluyor. haber alınamıyor bir daha.
dönüş
01.05.2010 - 21:05bütün uzaklara gittim
hepsinin de dönüşü vardı
toprakla güneş arasına kısılmış bir çocuk
yakamı hiç bırakmadı
gitmesem ölürdüm
kocaman bir yalnızlıktı dönüp geldiğim...
kırgın
30.04.2010 - 19:47son derece şiddetli lakin 'yen içinde' kalır bir duygudur. paslı iğneler gibi batar da yüreğe, sesini çıkarmasına mani olur insanın.
hem de yok yere.
bir insanın, bir duygunun, bir yüreğin 'yokluğunun' yerine!
Takip
09.04.2010 - 21:34insan nasıl uzaklık'la cezalandırılır ki? !
nasıl?
geceleri duvarlara, gündüzleri yol ağızlarına baksın diye mi...
insan dokunmadığı topraklarda, yabancı, olsun ya da ölsün diye sırf 'derdinden'...
gündüzleri taşlarla oynasa, geceleri mürekkebi üflese mi...
insan sanki giderken ne vakit yalnız gitmiştir ki,
dokunmayın yaralarıma! dokunamazsınız zaten...
hem onca uzaktan, göz üstünde; hem başına gelen vazgeçmediği düşünce'dense...
insandan koparırsınız her şeyi ya, alamadığınız tek şey beraberinde gidecek değil mi yabancılanan yere? !
bazen sürgün, kendi kendinle dalga geçer gibi... hem zor mu, zor elbet de; gün, geçmez mi her şey gibi...
sürgün, adıyla süren sizi onların gittikleri şehirlerin bulutlarına...
ben şimdi yağmasam, yağmasam ben olur muyum ha! ! !
Hayal kırıklığı
06.04.2010 - 23:33nasıl paramparça bir gökyüzüydü bu böyle...bu konuda iki yüz sayfalık bir kitap yazabileceğini düşündü. yalnızca ilk sayfaya 'gökyüzü paramparçadir, bütün değil' diye yazacaktı. geri kalan bembeyaz sayfalara bakan insan, gökyüzünü hayal edebilecek; sayfaları çevirdikçe, gökyüzü parçalanacaktı zaten...
kartpostal
02.04.2010 - 22:24birkaç kartpostal yolladım sana tokyo'dan.
bu sıralar uzakdoğu modaymış, o yüzden tokyo'ya geldim.
sarı telefon kulübelerindeki mavi rehberlere yepyeni bir alfabeyle yazdım adını.
kimsenin anlamayacağı bir şekilde..
-ki kimse de anlamıyor zaten.
adının ne ifade ettiğini..
adın..
o kısacık ismin beynimdeki yankısı..
tek bir sesli harfine ömrümü adardım oysaki
edep
02.04.2010 - 21:19ellerini önünde birleştirmektir yetim çocuk burukluğu ile muktedirlerin anlamadığı bir dilde, içine kazınmış bir söz, kim veya ne tarafından olduğu ise gayet meçhul.
nasılsın
02.04.2010 - 21:02insanın her gün kendine sormadan cevabını bildigi sorudur. bu yuzden digerleri sorunca zaman zaman 'sanane' diyesi gelir... sanki gercek cevabını umursayacak mısın? diyesi de gelir...
sadece birilerinin dünyasında tek kelimelik bir soruyla hala var olmak isteyenlerin kullandığı sorudur...
sadece bir hatırlatmadır artık...
iletişim
02.04.2010 - 20:53karşımızdakini anlamak için en doğru kanaldır iletişim. biz iletiriz, karşımızdaki alır, cevap verir. bu kadar basit olarak yorumlansa da iletişime engeller vardır, algılarımız gibi. bir şey deriz, karşımızdaki apayrı bir şey anlar. sormaz, soramaz, sormak istemez, kendince yorumlar. en önemlisi zaman verir, araya boşluk koyar. ne kadar kötüdür boşluklar oysa. o boşluklarda kurgularız devamlı, aslında varolmayan şeyleri düşünür hatta kendimizi inandırırız, sormayız sonrasında. zihnimiz kurgulamış, biz kabul edip almışızdır.
soralım, koparmayalım bağları, zamanın bizi ve zihnimizi yansımalarla ele geçirmesine izin vermeyelim...
vehim
26.03.2010 - 19:35çölde bir seraba, hikmetsizlikte bir hikmete, anlamsızlıkta bir anlama kapılıvermek.. ve öyle bir noktaya ulaşmak ki kapılış ve vehmedişin hesabını vermeye yeltenmeksizin, anın ve vehmin kendisine kurban edip kendini bu uğurda bir ömrü heba ediş.. ve o edişle beraber olmazın olurluğuna daha bir inanış.. ya yarım kalmış cümlelere ya da/olmadı yarım bırakılmış hayatlara sığınıp vehmin peşine düşerek ve bir o kadar da bu peşisıralıkla vehmi büyüttüğünü, olmazı daha bir olurladığını farkedişle vehme ve sürüklenişe ve kapılıvermeye kendini bırakış-teslim ediş..
sahi bu vehim nereden çıkmıştı? ilk ne zaman baş göstermişti de kendisinin varlığını tabii kılıp ondan sonrasını, bizzat kendisini güçlendirir ve haklılaştırırcasına bizi şüpheye garketmişti?
başkaca yol göremeyişimiz bu vehme takılıp kalmamızdan mı yoksa vehmin bizzat kendisinden mi kaynaklanıyor da biz bu sürüklenişte kurtulmaya dair her çabamız ve adımımızla daha bir sürüklenişe tabi kılınıyoruz yoksa bir türlü vehimin vehimliğini kabullenemeyişimiz ve tasdik edemeyişimizle mi kendi çukurumuzu kazıyoruz yahut..
en iyisi şaire bırakmalı sözü de demeli; 'bırak vehminde gölgeni/gelme artık neye yarar'.. ister gelmesini istemeyişimizden isterse de zaten gelmek olmayışından olsun ne farkeder, insanız ve bir vehme kurban değil miyiz?
yoksa! .. üç nokta..
halil cibran
23.03.2010 - 22:21'hep de böyledir, sevgi kendi derinligini bilmez ayrılık vakti gelip çatana kadar...'
bir varmış, bir yokmuş
22.03.2010 - 21:20var ile yokun birbirini ötekileştirdiği giriş cümlesi. çocukken (şimdi neysek) her duyuşumuzda sevindiğimiz bir cümleydi. bilirdik, arkasından bir masal gelecekti. prensesler, cadılar, yok olan kötü kalpli krallar, kazanan iyi yürekli insanlar. birde bunlar hep güzel olurdu. çirkin ördek bile sonunda güzelleşiyordu. masallarda bile çirkinlerin şansı yoktu, ya kötüydüler ya da sonradan güzelleşmeleri gerekti.
zamanla bu cümlenin başka bir kullanımına daha denk geldik. ölen, giden insanlar içindi. annem biri öldüğünde, işte bir var, bir yok derdi. ilk duyduğumda ' ben bunu masallardan biliyorum, yeni bir masal gelecek' dedim içimden. oysa biri ölüp gitmişti, masalını da alıp gitmişti. demek ki güzeller ölebiliyordu, öğrendim.
Toplam 1002 mesaj bulundu