Üniversiteli delikanlı kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon. Oyuncularla seyirciler arasında sahanın çizgisi var, o kadar yakındılar.. Delikanlı, bu güzel, bu tatlı, dünyalar şirini kızı ilk kez görüyordu takımda. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha farketti; uzun zamandır maçı değil o güzel kızı izliyordu.. Kız servis atarken, hemen önünden geçti. Göz göze geldiler. Kız gülümsedi. Delikanlı o yıllarda çok popülerdi. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir belki de kız ondan hoşlanmıştı. Ya da delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip takım karşıya geçince delikanlı yerini değiştirdi; o da karşıya geçti. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü. Kız da bu gidiş gelişleri farketmişti galiba. Bir kez daha gülümsedi, manidar. 'Anladım' der gibi bir gülümseyişti bu..
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar tatlısı kızı düşündü. Pazar günü sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım!, o dünyalar şirini kızı görebilmek için. Delikanlı artık hiç bir maçı kaçırmıyordu. Dahası, kolejin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görebilmek için. Karşılaştıklarında çok hafif bir gülümseme, hafif bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı. Bir defasında yaptığına kendisi de günlerce gülmüştü. O gün tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arkasokaklara dalıp yıldırım hızıyla bir blok öteden tekrar kızın karşısına çıkmıştı. Kız bu defa iyice gülmüştü, karşısında sözümona ağır ağır yürüyen fakat nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda tüm cesaretini topladı, kaptana açıldı. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Mutlaka bir yerde bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. O zamanlar bu işler böyle oluyordu çünkü. Kaptan 'Tabi' dedi. 'Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz hem de tanışırsınız'. 'Mutluluk işte bu olmalı' diye düşündü delikanlı. 'Mutluluk işte bu!'
Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konser gününü de asla unutamadı, o ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar. El sıkıştılar. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra yaparak delikanlı ile kızı yanyana düşürdü. İnanamıyordu delikanlı. O dünyalar tatlısı kızla yanyana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el bir karış ötesinde öylecene duruyordu. Delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken -o an tüm şarkılar dünyanın en romantik şarkısı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini. Her şey böyle güzel giderken yanlış bir hareketle onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı. Sanki kolu uyuşmuş gibi uzandı. Kolunu kızın oturduğu koltuğun arkasına koydu. Kızın omzuna değil; koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı. Bir kaç saç teli delikanlının eline dokundu. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu artık genç adamın. Dünyalar şirini kızın saç telleri ile temas halindeydi çünkü..
Konserden çıkarken kız şakalaştı. 'Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık neredeyse. Yarın Adana'da maçımız var. Gözlerimiz sizi arayacak' Hayır aramayacaktı! Delikanlı o an kararını vermişti. Cebinde Adana'ya gidip geri dönecek ve hatta öğle vaktinde bir adana kebap yiyecek kadar parası vardı. Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah Adana'ya vardı. Maç saatine kadar başı boş dolandı durdu. Salona erkenden girdi; en ön sıraya, tam servis atılan köşeye en yakın olan yere oturdu. Takımlar sahaya çıkarken en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farketmedi bile onu. E tabi nerden farketsin ki. İkinci sette öbür tarafa geçtiler. Üçüncü sette kız farketti delikanlıyı. Suratında çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk ve biraz da gurur vardı sanki.. Maç bitti. Kızlar soyunma odasına, delikanlı da otobüs garına gitti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemişti ki. Kız 'Keşke orada olsaydın' demişti. O da olmuştu. Hepsi o. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalardan birinde bir şiire rastladı. Daha doğrusu şiirden alınmış bir dörtlüğe. Anlatmak istediği her şey bu dört satırda saklıydı sanki. Bembeyaz bir kağıda yazdı o dörtlüğü. Öğleden sonrayı zor etti. Kolejin önüne gitti, kız karşıdan geliyordu. Koşarak yanına gitti. Kağıdı uzattı ve 'Bu sana' diyerek oradan uzaklaştı. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okuyordu: 'Ne hasta beklerdi sabahı, Ve ne genç ölüyü mezar. Ne de şeytan bir günahı, Seni beklediğim kadar.'
Ertesi gün delikanlı, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi yine. Kız karşıdan geliyordu. Arkadaşları yoktu yanında bu sefer. Yalnızdı. Ona işaret ediyordu. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa? Evet, çağırıyordu işte! Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. 'Sana bir şeyler söylemek istiyorum' dedi genç kız. O da heyecanlıydı, belli.. 'Bak iyi dinle. Dünkü satırlar için teşekkürler. Herhalde anlamışsındır, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim hanginizden daha çok hoşlandığıma. Ve de şu anda onu terketmem için hiç bir neden yok.' 'O zaman karar verdiğinde, ve seçtiğin kişi eğer ben isem, hayatında başka kimse de yoksa, ara beni' dedi delikanlı teklemeden, ayrıldı kızın yanından. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. Bir daha onu hiç görmeden..
AŞK ONURLU OLMALIYDI..
Günlerce, haftalarca, aylarca beklediği. Tıpkı kıza verdiği dörtlükteki gibi bekledi. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Ümitle, ümitsizlikle bekledi. Bazen öfkeyle de bekledi. Ama bekledi. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiği kısmıydı. Bir kısım daha vardı o kadar. O dörtlüğü de bir kağıdın arkasına yazdı, cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar açıldı, kapandı. Aylar, aylar geçti..
Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. 'Günlerdir seni arıyorum, işte sana haber: Artık hayatımda hiçkimse yok!'. 'Yaa' dedi delikanlı. 'Yaa' dedi sadece. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzında yalnızca bu ses çıkmıştı: 'Yaa' Cebinden, artık iyice eskimiş kağıdı çıkardı ve kıza uzattı. 'Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün' dedi, 'Bu da onun sonu.' Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okudu:
Aradan yıllar çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünür. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öyle bir sevgili yaratmıştı ki, artık kimse onun yerini dolduramazdı. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani? Ya da şiirin romantizmine kapılıp, bir delikanlılık jesti uğruna mı, mutluluğun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum. Çünkü o delikanlı, bendim!
Alnıntıdır...
Üniversiteli delikanlı kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon. Oyuncularla seyirciler arasında sahanın çizgisi var, o kadar yakındılar.. Delikanlı, bu güzel, bu tatlı, dünyalar şirini kızı ilk kez görüyordu takımda. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha farketti; uzun zamandır maçı değil o güzel kızı izliyordu.. Kız servis atarken, hemen önünden geçti. Göz göze geldiler. Kız gülümsedi. Delikanlı o yıllarda çok popülerdi. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir belki de kız ondan hoşlanmıştı. Ya da delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip takım karşıya geçince delikanlı yerini değiştirdi; o da karşıya geçti. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü. Kız da bu gidiş gelişleri farketmişti galiba. Bir kez daha gülümsedi, manidar. 'Anladım' der gibi bir gülümseyişti bu..
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar tatlısı kızı düşündü. Pazar günü sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım!, o dünyalar şirini kızı görebilmek için. Delikanlı artık hiç bir maçı kaçırmıyordu. Dahası, kolejin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görebilmek için. Karşılaştıklarında çok hafif bir gülümseme, hafif bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı. Bir defasında yaptığına kendisi de günlerce gülmüştü. O gün tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arkasokaklara dalıp yıldırım hızıyla bir blok öteden tekrar kızın karşısına çıkmıştı. Kız bu defa iyice gülmüştü, karşısında sözümona ağır ağır yürüyen fakat nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda tüm cesaretini topladı, kaptana açıldı. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Mutlaka bir yerde bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. O zamanlar bu işler böyle oluyordu çünkü. Kaptan 'Tabi' dedi. 'Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz hem de tanışırsınız'. 'Mutluluk işte bu olmalı' diye düşündü delikanlı. 'Mutluluk işte bu!'
Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konser gününü de asla unutamadı, o ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar. El sıkıştılar. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra yaparak delikanlı ile kızı yanyana düşürdü. İnanamıyordu delikanlı. O dünyalar tatlısı kızla yanyana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el bir karış ötesinde öylecene duruyordu. Delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken -o an tüm şarkılar dünyanın en romantik şarkısı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini. Her şey böyle güzel giderken yanlış bir hareketle onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı. Sanki kolu uyuşmuş gibi uzandı. Kolunu kızın oturduğu koltuğun arkasına koydu. Kızın omzuna değil; koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı. Bir kaç saç teli delikanlının eline dokundu. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu artık genç adamın. Dünyalar şirini kızın saç telleri ile temas halindeydi çünkü..
Konserden çıkarken kız şakalaştı. 'Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık neredeyse. Yarın Adana'da maçımız var. Gözlerimiz sizi arayacak' Hayır aramayacaktı! Delikanlı o an kararını vermişti. Cebinde Adana'ya gidip geri dönecek ve hatta öğle vaktinde bir adana kebap yiyecek kadar parası vardı. Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah Adana'ya vardı. Maç saatine kadar başı boş dolandı durdu. Salona erkenden girdi; en ön sıraya, tam servis atılan köşeye en yakın olan yere oturdu. Takımlar sahaya çıkarken en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farketmedi bile onu. E tabi nerden farketsin ki. İkinci sette öbür tarafa geçtiler. Üçüncü sette kız farketti delikanlıyı. Suratında çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk ve biraz da gurur vardı sanki.. Maç bitti. Kızlar soyunma odasına, delikanlı da otobüs garına gitti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemişti ki. Kız 'Keşke orada olsaydın' demişti. O da olmuştu. Hepsi o. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalardan birinde bir şiire rastladı. Daha doğrusu şiirden alınmış bir dörtlüğe. Anlatmak istediği her şey bu dört satırda saklıydı sanki. Bembeyaz bir kağıda yazdı o dörtlüğü. Öğleden sonrayı zor etti. Kolejin önüne gitti, kız karşıdan geliyordu. Koşarak yanına gitti. Kağıdı uzattı ve 'Bu sana' diyerek oradan uzaklaştı. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okuyordu:
'Ne hasta beklerdi sabahı,
Ve ne genç ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.'
Ertesi gün delikanlı, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi yine. Kız karşıdan geliyordu. Arkadaşları yoktu yanında bu sefer. Yalnızdı. Ona işaret ediyordu. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa? Evet, çağırıyordu işte! Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. 'Sana bir şeyler söylemek istiyorum' dedi genç kız. O da heyecanlıydı, belli.. 'Bak iyi dinle. Dünkü satırlar için teşekkürler. Herhalde anlamışsındır, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim hanginizden daha çok hoşlandığıma. Ve de şu anda onu terketmem için hiç bir neden yok.' 'O zaman karar verdiğinde, ve seçtiğin kişi eğer ben isem, hayatında başka kimse de yoksa, ara beni' dedi delikanlı teklemeden, ayrıldı kızın yanından. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. Bir daha onu hiç görmeden..
AŞK ONURLU OLMALIYDI..
Günlerce, haftalarca, aylarca beklediği. Tıpkı kıza verdiği dörtlükteki gibi bekledi. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Ümitle, ümitsizlikle bekledi. Bazen öfkeyle de bekledi. Ama bekledi. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiği kısmıydı. Bir kısım daha vardı o kadar. O dörtlüğü de bir kağıdın arkasına yazdı, cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar açıldı, kapandı. Aylar, aylar geçti..
Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. 'Günlerdir seni arıyorum, işte sana haber: Artık hayatımda hiçkimse yok!'. 'Yaa' dedi delikanlı. 'Yaa' dedi sadece. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzında yalnızca bu ses çıkmıştı: 'Yaa' Cebinden, artık iyice eskimiş kağıdı çıkardı ve kıza uzattı. 'Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün' dedi, 'Bu da onun sonu.' Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okudu:
'Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme artık neye yarar?'
Aradan yıllar çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünür. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öyle bir sevgili yaratmıştı ki, artık kimse onun yerini dolduramazdı. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani? Ya da şiirin romantizmine kapılıp, bir delikanlılık jesti uğruna mı, mutluluğun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum. Çünkü o delikanlı, bendim!
( Hıncal ULUÇ )