Ömer Seyfettin, kimilerince 'Türk hikâyeciliğinin' öncülerinden olarak adlandırılır. Kendisi İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önde gelen bir üyesi olarak hayatı boyunca ulus devlet projesinin peşinden koştu ve kitleler arasında Türklük bilincini yaymaya çalıştı. Yazdığı hikâyelerin hepsinde ağır bir ırkçılık, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, kin ve nefret duyguları hakimdir.
Ömer Seyfettin 1884 yılında Gönen'de doğdu. Çocukluğunu ve gençliğini, babasının görevi nedeniyle çeşitli batı illerinde, Edirne, İzmir ve İstanbul'da geçirdi. 1900 yılında İstanbul'da Harp Okulu'na başladı ve yoğun subay açığını kapamak üzere çıkartılan bir kararnameden faydalanarak sınavsız mezun oldu. İzmir Jandarma Okulu'nda öğretmenlik yaptı.
Ömer Seyfettin, İttihat ve Terakki Fırkası'nın önde gelen üyelerindendi. Fırkadaki asıl görevi, kitlelere Türklük bilincini aşılamak için propaganda ve ajitasyon faaliyetlerini örgütlemek ve sürdürmekti. 1908 Devrimi'ni bir süre heyecanla karşıladıysa da, sonradan Türklük bilincinin yeterince yükseltilmediği gerekçesiyle meşrutiyeti eleştirmeye başladı. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazmaya, Türkçü ve Turancı fikirlerini yaymaya başladı.
Balkan Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte tekrar askere alındı ve 10 ay kadar esir kaldıktan sonra İstanbul'a geri döndü. 23 Ocak 1913'te Enver Paşa'nın düzenlediği Bâb-ı Âli baskınına katıldı, silah seslerini duyarak koşan insanlara ajitasyon yaptı. Daha sonra askerlikten ayrıldı, yazarlık ve öğretmenlik yaptı. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1914 yılında Kabataş Sultanisi'nde öğretmenliğe başladı ve 6 Mart 1920'deki ölümüne dek bu işte çalıştı.
Ömer Seyfettin hikâyeleri ve yazıları çok yoğun bir ırkçılık, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, kin ve nefretle örülüdür. Onun için Türk olmayan her şey kötüdür, düşmandır, yok edilmesi gerekmektedir. Bu anlamda aynı zihniyete sahip olan Mahmut Esat Bozkurt ile düşünceleri farklı değildir: 'Bu memlekette Türk olmayanın tek bir hakkı vardır, o da hizmetkâr olma, köle olma hakkıdır'.
Ömer Seyfettin'in hikâyeleri arasında 'Türk Çocuğu Primo' özel bir yer tutmaktadır, çünkü bu hikâye yazarının bütün duygu ve düşüncelerini yansıtan bir ayna gibidir. Bu hikâye 1911'de Genç Kalemler'de yayımlanmaya başlar, 1914'te Türk Sözü dergisinde sürdürülür.
Hikâyede Kenan isminde bir Türk mühendis vardır. Kenan Grazia isminde bir İtalyan ile evlidir, Selanik'te yaşamaktadır ve batılı yaşam tarzının etkisi altında kalmıştır. İki çocukları vardır, onları İtalyan geleneklerine göre Primo ve Secundo diye çağırmaktadırlar, ilk doğan ve ikinci doğan anlamında...
Bu aile mutlu mesut yaşarken Secundo diye anılan kız çocuğu ölür, 1911'de de Trablusgarp İtalyanlar tarafından işgal edilir. İttihat ve Terakki Fırkası'nın Selanik'te yaptığı propagandaların etkisiyle hızlı bir dönüşüm geçiren mühendis Kenan, bir gün içinde Türklük bilincini edinir ve azılı bir Türk ırkçısı kesilir.
Evde bunlar olurken Primo da sokakta hızla 'bilinçlenir'. Rum çocuklarıyla oynamaya gittiğinde, bir Türk paşasının oğlu olan Orhan ona yaklaşır, babasının Türk olup olmadığını sorar.
'Senin baban Türk değil mi? '
Primo biraz kızararak niçin soruyorsun? der.
Soruyorum, neye inkar ediyorsun? Senin baban Türk mühendisi değil mi?
'Evet...'
'O halde sen de Türksün! ...'
Böylece Primo da Türk olduğunu hemen oracıkta öğrenip Türklüğü benimser. Ne de olsa önemli olan babadır, annenin, bir kadının, çocuk üzerinde bir tesiri yoktur, olmamalıdır. Orhan Primo'ya İttihat ve Terakki'nin dağıttığı bir bildiriyi okur, daha doğrusu Fransızcaya tercüme eder, çünkü Primo Türkçe bilmemektedir.
Orhan ona İtalyanlarla Türklerin savaşmakta olduğunu, Türklerin en cesur, en asil, en kavi bir millet olduğunu, asırlarca bütün Asya'ya hakim olduklarını, Atilla'nın Avrupa'yı ezip, köpek gibi inlettiğini, dünyanın en büyük hükümetini Cengiz'in kurduğunu anlatır.
Bir kaç asır evvel Avrupa'yı terbiye eden bu nesle, Osmanlı Türklerine bütün Avrupalıların saldırdığını, mahvetmek için uğraştıklarını ama başarılı olamayacaklarını söyler. Akdeniz eskisi gibi bir Türk gölü olacaktır. Primo bu sözleri dinlerken kendinden geçer, Türk olduğu için kendisiyle iftihar eder.
Bu arada Kenan'la Grazia'nın arası iyice bozulur. Kenan, artık Grazia'ya düşman kesilmiştir. Yanında kalmayı sürdürmek istediği takdirde bazı koşulları olduğunu söyler:
'Kenan'ın karısına son önerisi: 'Buradan gider ve İtalya'da kalırsan, bil ki artık aramızda hiç bir münasebet yoktur. Benimle yaşamak, evimizi bozmamak istersen tamamıyla Türk olacaksın! Babanı, memleketini, âdetlerini, dostlarını unutacaksın! İsmin değişecek! Çarşaf giyecek, Türkçe öğrenecek, bir harf İtalyanca söylemeyeceksin...'
Tam bu anda Primo eve döner. Babası ona durumu anlatır, annesi ona sarılmak ister, fakat çocuk gayet mağrur ve vakur bir tavırla annesinden uzaklaşır, artık İtalyanca da konuşmak istemediğinden bozuk bir Fransızcayla 'Ben... Turko çocuk... Ben, yok İtalyano... Ben burda... Ben çocuk Türk...' diye haykırır. Grazia neye uğradığını şaşırır ve bozguna uğramış bir halde memleketine döner.
Bu arada Türk çocuğu Primo bilinçlenmeye devam eder. Bilinçlenmenin en önemli unsurlarından biri, yabancılara kin ve nefret duymaktır. Kenan bu işi gayet başarılı bir şekilde yerine getirir:
'(...) Duvarlarda iğri ve altın kakmalı kılıçlar, kamalar, piştovlar asılı idi. Hattâ bir gün babası bu kılıçlardan birini indirmiş, kınından çıkararak ona birtakım siyah lekeler göstermiş:
-Bunlar ne? Biliyor musun? diye sormuştu.
O ne olduğunu anlamayarak:
-Çok kirlenmiş, temizletelim... cevabını vermişti.
Hâlâ duyuyor gibi oluyordu; o vakit babası gülümsemiş ve büyük eliyle minimini sırtını okşayarak:
-Hayır oğlum, demişti, bunlar kir değil... Bunlar düşman kanı... Bu kılıç bize dedelerimizden kaldı. Babam da, ben de onunla harbe gittik. Bu kılıç yedi muharebe gördü. Üzerindeki düşman kanı en büyük kıymetidir, temizlenmez...
Sonra bir gün yalnızken, hizmetçiye diğer kamaları ve irili ufaklı kılıçları indirtmiş, kınlarından çıkararak bakmıştı. Hepsi hepsi kanlıydı ve bu kanlar düşman kanıydı...'
Primo'nun gözleri yaşarır, fakat aklına bir Türk olduğu gelir: 'Niçin ağlayacaktı? Kadınlar, zayıflar, kuvvetsizler, âdiler, alçaklar ağlardı. O ağlamayacak, fakat ağlatacaktı.'
Ömer Seyfettin diğer hikayelerinde de olduğu gibi degisik senaryolardan yola çıkarak Türkcülük fikirlerini kitlelere yaymaya çalışmıştı. Türkler dünyaya kök söktürmüş cengaver bir milletti, herkes onlara tabi olmalı, onlara boyun eğmeliydi. Elbette ki Türklerin dostu yoktu, çünkü tüm dünya bir araya gelmiş, işi gücü bırakarak ne yapsak da Türkleri mahvüperişan etsek diye gece gündüz düşünüp duruyorlardı. Ömer Seyfettin'in dünyasında güçlü ve egemen olan tek bir varlık vardı, o da Müslüman Türk erkeğiydi. Kadınların, zayıfların, kuvvetsizlerin bu dünyada yaşamaya hakları yoktu, onları 'âdiler ve alçaklarla' bir tutuyordu.
İttihat ve Terakki'nin ırkçılığı genç yaşta ölen Ömer Seyfeddin'le son bulmadı. Bu politikaların sonu her daim kan, gözyaşı ve ölüm oldu. Anadolu'nun kadim halkları yok edildi, aşağılandı.
Bu terimi yillar önce ben eklemis ve sonra da diger tüm yazdiklarim ile silmistim. Simdi yetimime sahip cikma zamani geldi, madem dönüp yazmaya basladigima göre...
Kolleksiyonlarin sistematik ve farkli temalar ile sunusu
- bir de masumiyet müzesi var; o bir bas yapit bence; aykiriligi ve siradisiligi ile bir baskalik
Sermayenin en kapsamli teorik acilim ve tanimini yapan ekonimist
Das Kapital
Diyalektik ve tarihsel materyalizm anlayisi ile felsefeyi ayaklari üzerine oturtan ve bugünkü sosyloji ve diger toplumsal ve siyasal bilimlerin acilim perspektifini olusturan büyük teorisyen ve felsefe adami...
Kadinlari da felsefe ve iktisat / ekonimi kadar sevdi.
Bir elinde Das Kapital, bir elinde kenevir tohumu
sürgündü hep, evinde, yurdunda, yüreginde...
bir tek kalbimde yerli yerindeydi
bir de düsüncelerinde
- sizin yüreginizde oldugu gibi
Ínsan ve insani olani önemseyen
insanin insanligina inanan
insanin insan olmak icin kendi insanligindan baska bir degere ihtiyaci olmadigina inanan
- insan merkezci
Kusaklar arasinda kültür etkilesimi eksikliginin yol actigi bir algi yanilgisi
- nerde o eski günler
yada
- zamane gencligi
hatta
- bizim zamanimizda...
Kusaklar arasinda kültür etkilesimi eksikliginin yol actigi bir algi yanilgisi
- nerde o eski günler
yada
- zamane gencligi
hatta
- bizim zamanimizda...
ömer seyfettin
07.03.2012 - 13:05Ömer Seyfettin, kimilerince 'Türk hikâyeciliğinin' öncülerinden olarak adlandırılır. Kendisi İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önde gelen bir üyesi olarak hayatı boyunca ulus devlet projesinin peşinden koştu ve kitleler arasında Türklük bilincini yaymaya çalıştı. Yazdığı hikâyelerin hepsinde ağır bir ırkçılık, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, kin ve nefret duyguları hakimdir.
Ömer Seyfettin 1884 yılında Gönen'de doğdu. Çocukluğunu ve gençliğini, babasının görevi nedeniyle çeşitli batı illerinde, Edirne, İzmir ve İstanbul'da geçirdi. 1900 yılında İstanbul'da Harp Okulu'na başladı ve yoğun subay açığını kapamak üzere çıkartılan bir kararnameden faydalanarak sınavsız mezun oldu. İzmir Jandarma Okulu'nda öğretmenlik yaptı.
Ömer Seyfettin, İttihat ve Terakki Fırkası'nın önde gelen üyelerindendi. Fırkadaki asıl görevi, kitlelere Türklük bilincini aşılamak için propaganda ve ajitasyon faaliyetlerini örgütlemek ve sürdürmekti. 1908 Devrimi'ni bir süre heyecanla karşıladıysa da, sonradan Türklük bilincinin yeterince yükseltilmediği gerekçesiyle meşrutiyeti eleştirmeye başladı. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazmaya, Türkçü ve Turancı fikirlerini yaymaya başladı.
Balkan Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte tekrar askere alındı ve 10 ay kadar esir kaldıktan sonra İstanbul'a geri döndü. 23 Ocak 1913'te Enver Paşa'nın düzenlediği Bâb-ı Âli baskınına katıldı, silah seslerini duyarak koşan insanlara ajitasyon yaptı. Daha sonra askerlikten ayrıldı, yazarlık ve öğretmenlik yaptı. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1914 yılında Kabataş Sultanisi'nde öğretmenliğe başladı ve 6 Mart 1920'deki ölümüne dek bu işte çalıştı.
Ömer Seyfettin hikâyeleri ve yazıları çok yoğun bir ırkçılık, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, kin ve nefretle örülüdür. Onun için Türk olmayan her şey kötüdür, düşmandır, yok edilmesi gerekmektedir. Bu anlamda aynı zihniyete sahip olan Mahmut Esat Bozkurt ile düşünceleri farklı değildir: 'Bu memlekette Türk olmayanın tek bir hakkı vardır, o da hizmetkâr olma, köle olma hakkıdır'.
Ömer Seyfettin'in hikâyeleri arasında 'Türk Çocuğu Primo' özel bir yer tutmaktadır, çünkü bu hikâye yazarının bütün duygu ve düşüncelerini yansıtan bir ayna gibidir. Bu hikâye 1911'de Genç Kalemler'de yayımlanmaya başlar, 1914'te Türk Sözü dergisinde sürdürülür.
Hikâyede Kenan isminde bir Türk mühendis vardır. Kenan Grazia isminde bir İtalyan ile evlidir, Selanik'te yaşamaktadır ve batılı yaşam tarzının etkisi altında kalmıştır. İki çocukları vardır, onları İtalyan geleneklerine göre Primo ve Secundo diye çağırmaktadırlar, ilk doğan ve ikinci doğan anlamında...
Bu aile mutlu mesut yaşarken Secundo diye anılan kız çocuğu ölür, 1911'de de Trablusgarp İtalyanlar tarafından işgal edilir. İttihat ve Terakki Fırkası'nın Selanik'te yaptığı propagandaların etkisiyle hızlı bir dönüşüm geçiren mühendis Kenan, bir gün içinde Türklük bilincini edinir ve azılı bir Türk ırkçısı kesilir.
Evde bunlar olurken Primo da sokakta hızla 'bilinçlenir'. Rum çocuklarıyla oynamaya gittiğinde, bir Türk paşasının oğlu olan Orhan ona yaklaşır, babasının Türk olup olmadığını sorar.
'Senin baban Türk değil mi? '
Primo biraz kızararak niçin soruyorsun? der.
Soruyorum, neye inkar ediyorsun? Senin baban Türk mühendisi değil mi?
'Evet...'
'O halde sen de Türksün! ...'
Böylece Primo da Türk olduğunu hemen oracıkta öğrenip Türklüğü benimser. Ne de olsa önemli olan babadır, annenin, bir kadının, çocuk üzerinde bir tesiri yoktur, olmamalıdır. Orhan Primo'ya İttihat ve Terakki'nin dağıttığı bir bildiriyi okur, daha doğrusu Fransızcaya tercüme eder, çünkü Primo Türkçe bilmemektedir.
Orhan ona İtalyanlarla Türklerin savaşmakta olduğunu, Türklerin en cesur, en asil, en kavi bir millet olduğunu, asırlarca bütün Asya'ya hakim olduklarını, Atilla'nın Avrupa'yı ezip, köpek gibi inlettiğini, dünyanın en büyük hükümetini Cengiz'in kurduğunu anlatır.
Bir kaç asır evvel Avrupa'yı terbiye eden bu nesle, Osmanlı Türklerine bütün Avrupalıların saldırdığını, mahvetmek için uğraştıklarını ama başarılı olamayacaklarını söyler. Akdeniz eskisi gibi bir Türk gölü olacaktır. Primo bu sözleri dinlerken kendinden geçer, Türk olduğu için kendisiyle iftihar eder.
Bu arada Kenan'la Grazia'nın arası iyice bozulur. Kenan, artık Grazia'ya düşman kesilmiştir. Yanında kalmayı sürdürmek istediği takdirde bazı koşulları olduğunu söyler:
'Kenan'ın karısına son önerisi: 'Buradan gider ve İtalya'da kalırsan, bil ki artık aramızda hiç bir münasebet yoktur. Benimle yaşamak, evimizi bozmamak istersen tamamıyla Türk olacaksın! Babanı, memleketini, âdetlerini, dostlarını unutacaksın! İsmin değişecek! Çarşaf giyecek, Türkçe öğrenecek, bir harf İtalyanca söylemeyeceksin...'
Tam bu anda Primo eve döner. Babası ona durumu anlatır, annesi ona sarılmak ister, fakat çocuk gayet mağrur ve vakur bir tavırla annesinden uzaklaşır, artık İtalyanca da konuşmak istemediğinden bozuk bir Fransızcayla 'Ben... Turko çocuk... Ben, yok İtalyano... Ben burda... Ben çocuk Türk...' diye haykırır. Grazia neye uğradığını şaşırır ve bozguna uğramış bir halde memleketine döner.
Bu arada Türk çocuğu Primo bilinçlenmeye devam eder. Bilinçlenmenin en önemli unsurlarından biri, yabancılara kin ve nefret duymaktır. Kenan bu işi gayet başarılı bir şekilde yerine getirir:
'(...) Duvarlarda iğri ve altın kakmalı kılıçlar, kamalar, piştovlar asılı idi. Hattâ bir gün babası bu kılıçlardan birini indirmiş, kınından çıkararak ona birtakım siyah lekeler göstermiş:
-Bunlar ne? Biliyor musun? diye sormuştu.
O ne olduğunu anlamayarak:
-Çok kirlenmiş, temizletelim... cevabını vermişti.
Hâlâ duyuyor gibi oluyordu; o vakit babası gülümsemiş ve büyük eliyle minimini sırtını okşayarak:
-Hayır oğlum, demişti, bunlar kir değil... Bunlar düşman kanı... Bu kılıç bize dedelerimizden kaldı. Babam da, ben de onunla harbe gittik. Bu kılıç yedi muharebe gördü. Üzerindeki düşman kanı en büyük kıymetidir, temizlenmez...
Sonra bir gün yalnızken, hizmetçiye diğer kamaları ve irili ufaklı kılıçları indirtmiş, kınlarından çıkararak bakmıştı. Hepsi hepsi kanlıydı ve bu kanlar düşman kanıydı...'
Primo'nun gözleri yaşarır, fakat aklına bir Türk olduğu gelir: 'Niçin ağlayacaktı? Kadınlar, zayıflar, kuvvetsizler, âdiler, alçaklar ağlardı. O ağlamayacak, fakat ağlatacaktı.'
Ömer Seyfettin diğer hikayelerinde de olduğu gibi degisik senaryolardan yola çıkarak Türkcülük fikirlerini kitlelere yaymaya çalışmıştı. Türkler dünyaya kök söktürmüş cengaver bir milletti, herkes onlara tabi olmalı, onlara boyun eğmeliydi. Elbette ki Türklerin dostu yoktu, çünkü tüm dünya bir araya gelmiş, işi gücü bırakarak ne yapsak da Türkleri mahvüperişan etsek diye gece gündüz düşünüp duruyorlardı. Ömer Seyfettin'in dünyasında güçlü ve egemen olan tek bir varlık vardı, o da Müslüman Türk erkeğiydi. Kadınların, zayıfların, kuvvetsizlerin bu dünyada yaşamaya hakları yoktu, onları 'âdiler ve alçaklarla' bir tutuyordu.
İttihat ve Terakki'nin ırkçılığı genç yaşta ölen Ömer Seyfeddin'le son bulmadı. Bu politikaların sonu her daim kan, gözyaşı ve ölüm oldu. Anadolu'nun kadim halkları yok edildi, aşağılandı.
Olmak ya da Olmamak
25.02.2012 - 04:24Iste bütün mesele bu...
- sablon gibi oldu bu biraz ama aklima ilk bu geldi ilistiriverdim suraya
fes
25.02.2012 - 04:19Püsküllü bela...
- acilimini sonra yapacam
Vitalite
25.02.2012 - 04:17Bu terimi yillar önce ben eklemis ve sonra da diger tüm yazdiklarim ile silmistim. Simdi yetimime sahip cikma zamani geldi, madem dönüp yazmaya basladigima göre...
Yasamsallik haleti veya halet-i beser
mücahit
25.02.2012 - 04:12Mücadeleci
- her davanin savascilari, mücahitleri vardir
müze
25.02.2012 - 04:09Kolleksiyonlarin sistematik ve farkli temalar ile sunusu
- bir de masumiyet müzesi var; o bir bas yapit bence; aykiriligi ve siradisiligi ile bir baskalik
fetiş
25.02.2012 - 04:06Bir de bunun cinsel uyariyla baglantili yani var
- o ayri; onu ayrik tutuyorum
- bir nevi bas belasi
fetiş
25.02.2012 - 04:03Ilkel insanin teorisiz ve derinliksiz yasam algisi
empresyonizm
25.02.2012 - 04:01Icime dogan
- bence sanat, dedigimiz sanat...!
carlos santana
02.02.2012 - 03:46Gitara siir gibi dokunan, elektro gitarin usta virtiözü
- VIVA CARLOS SANTANA
karl marx
02.02.2012 - 03:43Sermayenin en kapsamli teorik acilim ve tanimini yapan ekonimist
Das Kapital
Diyalektik ve tarihsel materyalizm anlayisi ile felsefeyi ayaklari üzerine oturtan ve bugünkü sosyloji ve diger toplumsal ve siyasal bilimlerin acilim perspektifini olusturan büyük teorisyen ve felsefe adami...
Kadinlari da felsefe ve iktisat / ekonimi kadar sevdi.
Hala bir heybetli dag.
ahmet arif
02.02.2012 - 03:33Acar kan kirmizi yedi verenler
ve kar yagar bir yandan
savrulur karacadan
bak...
Bir yani yikik, bir yani isyan,
bir yani kacakci, bir yani mahkum
ve siyasi
ve insan
...
ahmet kaya
02.02.2012 - 03:29Bir elinde Das Kapital, bir elinde kenevir tohumu
sürgündü hep, evinde, yurdunda, yüreginde...
bir tek kalbimde yerli yerindeydi
bir de düsüncelerinde
- sizin yüreginizde oldugu gibi
adı bende saklı
02.02.2012 - 03:23Hep sakli kalacak...
alfred nobel
02.02.2012 - 03:20Bulusunun (dinamit) yarattigi yikici sonuclarin utancini tasiyabilmek icin bulusunun imkanlarini baris, edebiyat, ve bilimin hizmetine sunan adam.
- pragmatik humanist.
ateist
02.02.2012 - 03:15Ínsan ve insani olani önemseyen
insanin insanligina inanan
insanin insan olmak icin kendi insanligindan baska bir degere ihtiyaci olmadigina inanan
- insan merkezci
%10 barajı
02.02.2012 - 03:09Demokrasimizin utanc abidesi
- cagdas demikrasi ile aramizdaki Berlin duvari
- SINIRLI demokrasi
Ahlak Yozlaşması
02.02.2012 - 03:07Kusaklar arasinda kültür etkilesimi eksikliginin yol actigi bir algi yanilgisi
- nerde o eski günler
yada
- zamane gencligi
hatta
- bizim zamanimizda...
Ahlak Yozlaşması
02.02.2012 - 03:07Kusaklar arasinda kültür etkilesimi eksikliginin yol actigi bir algi yanilgisi
- nerde o eski günler
yada
- zamane gencligi
hatta
- bizim zamanimizda...
sevmek
02.02.2012 - 03:02Özveri...
- özünden vermek
- verdigini gözden cikarmak
akıllı kadın
02.02.2012 - 02:56Ya cikarsa...!
- o zaman oluruz iste
- /:o)))
devrim
02.02.2012 - 02:53Alt üst olus...
- toplumsal alabora
1 Mayıs İşçi Bayramı
02.02.2012 - 02:50Zincirlerinden baska kaybedecek hic bir seyi olmayanlarin bayrami.
ACEMİ
05.09.2011 - 14:45Caylak.
Toplam 25 mesaj bulundu