İyi ki öğrenmiştim kendime gülümsemeyi. Ve iyi ki bütün şiirlerim daha yazılmalarından yıllar önce ezberimdeydi.
Gitme bırak kal!
Gün soldu vakit geç gitme bırak kal! Omuzlarında şal başında örtü odamda hülyalı bir akşam üstü Gidersen sana da kırılacak gönlüm ki böyle her gidene küskün ve deme ardımdam hıçkırarak kal! Madem günlerimiz sevgilim kısa madem dudakların yandığı lahza için ruhumuzda bir özleyiş var çizsin hülyamız mat ufkumuza gümüşlü baharlar altın akşamlar beyaz bir gül ıtri gibiyken bahar
- Eskiden arkadaşlarımız vardı. Deli dolu kocaman pabuçlu. Çoğu da şair olurdu bunların. Gözlerinden okunurdu, yalnızlığın vurgunu. Buğulu camların ardında oturur, kitaplardan konuşurduk. Yazıyı biz bulmuşçasına kaygılı. Bardaklarımızda, biraz mandalina suyu, biraz da uzun kış kırgınlığı. Aşkı dokuyan, parmak uçlarımızdı. Şiiri yazansa, belki boynundaki yün atkısı hep uçuşan bir başkası. Ve bir yolculuktu hayatlarımız. Tahta bavullarımızın bile olmadığı. Umutsuz bir yolculuk. Kar kokulu sokaklardan, sürgüne gidercesine ayrılırdık. Bize, alın yazımızdan daha yakın olan şiirin ülkesine doğru. - Kim bilir küçük bir alıç, dalından koparılana dek ne sabırsızdır. Her şeyi unutup kendi rengine hayran olurken tam, toplanır, ipe dizilir, alınır satılır köy yollarında. Sulara karışır, buhar olur, buluta varır. Yarın ne olacağını bilemez artık. Belki bir gün döner gene ağacına, yağmurun kollarına ama, hayata bir daha nereden başlayacaktır.
Merhaba yurdumun güzel insanları.
İyi ki öğrenmiştim kendime gülümsemeyi.
Ve iyi ki bütün şiirlerim
daha yazılmalarından yıllar önce
ezberimdeydi.
Gitme bırak kal!
Gün soldu
vakit geç
gitme bırak kal!
Omuzlarında şal
başında örtü
odamda hülyalı bir akşam üstü
Gidersen sana da kırılacak
gönlüm ki böyle her gidene küskün
ve deme ardımdam hıçkırarak
kal!
Madem günlerimiz sevgilim kısa
madem dudakların yandığı lahza için
ruhumuzda bir özleyiş var
çizsin hülyamız mat ufkumuza
gümüşlü baharlar
altın akşamlar
beyaz bir gül ıtri gibiyken bahar
-
Eskiden arkadaşlarımız vardı.
Deli dolu kocaman pabuçlu.
Çoğu da şair olurdu bunların.
Gözlerinden okunurdu,
yalnızlığın vurgunu.
Buğulu camların ardında oturur,
kitaplardan konuşurduk.
Yazıyı biz bulmuşçasına kaygılı.
Bardaklarımızda, biraz mandalina suyu,
biraz da uzun kış kırgınlığı.
Aşkı dokuyan, parmak uçlarımızdı.
Şiiri yazansa,
belki boynundaki yün atkısı hep uçuşan bir başkası.
Ve bir yolculuktu hayatlarımız.
Tahta bavullarımızın bile olmadığı.
Umutsuz bir yolculuk.
Kar kokulu sokaklardan,
sürgüne gidercesine ayrılırdık.
Bize,
alın yazımızdan daha yakın olan şiirin ülkesine doğru.
-
Kim bilir küçük bir alıç,
dalından koparılana dek
ne sabırsızdır.
Her şeyi unutup
kendi rengine hayran olurken tam,
toplanır, ipe dizilir,
alınır satılır köy yollarında.
Sulara karışır,
buhar olur, buluta varır.
Yarın ne olacağını bilemez artık.
Belki bir gün döner gene ağacına,
yağmurun kollarına
ama,
hayata bir daha nereden başlayacaktır.