Sefer Kutlu Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Anto ...

  • galatasaray

    14.07.2010 - 14:27

    Galatasaray Spor Kulubü, merkezi İstanbul'da olan, özellikle futbol şubesiyle ünlü, Türk spor kulübüdür.

    20. yüzyılın başında Galata Sarayı Sultanisi adıyla anılan lisede hazırlıkları yapılan Galatasaray Spor Kulübü'nün kuruluşu, 1 Ekim 1905'te gerçekleşti. Galatasaray Lisesi öğrencilerinden, kayıtlara 1 numaralı kurucu olarak geçen Ali Sami (Yen) Bey ile Asım Tevfik, Emin Bülent, Bekir Sıtkı, Reşat Şirvani, Celal İbrahim, Tahsin Nihat, Abidin Daver ve Refik Cevdet, Galatasaray Terbiye-i Bedeniyye Kulüb adıyla kulübü kurarlar. Daha sonra Yen soyadını alan Ali Sami Bey kuruluş amaçlarını ise ‘‘Amacımız İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak. Türk olmayan takımları yenmek’’ diyerek açıklar. Şimdilerde güzel Türkiye'mizin orasına burasına iftiharla (!) 'FenerRum' diye, sırt tarafına, aldıkları emekli topçuların adları yazılmış paçavralardan satılan dükkanlar açanlara nispetle ne kadar da anlamlı bir amaç değil mi, 'Amacımız Türk olmayan takımları yenmek'... Kulübün adının Zafer (Gloria) ya da Cesaret (Audace) konulması yolunda görüşler ortaya atılmışsa da, sonuçta Galatasaray olmasında anlaşmaya varılır.

    Galatasaray, şu ana kadar 16 kez Türkiye Ligi şampiyonu olmuş; 2000 yılında da UEFA Kupası ve Süper Kupa'yı kazanmıştır.

    * Galatasaray ayrıca Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu (International Federation of Football History & Statistics) tarafından, 2001 Ocak ayında 'Dünyanın en iyi futbol kulübü' kulüpleri sıralamasında 1. sıraya yükselmiş ve dünyadaki seçkin futbol kulüpleri arasındaki yerini almıştır. Galatasaray, Türkiye'deki spor kulüpleri arasında bu sıraya kadar yükselen tek spor kulübüdür. Ayrıca Galatasaray aynı kurum tarafından 2000 yılında 322 puanla, 325 puanlı Real Madrid'in ardından 2. olmuştur. Ocak ayı istatistiğinde 1. sıraya yükseldiği 2001 yılının genel ortalamasında ise 8. sırada yer alma başarısını göstermiştir. (Bu da 4 sene beraber oynayıp üst üste 4 sene Türkiye Ligi Şampiyonu olmuş, UEFA'yı ve Süper Kupa'yı almış takım oyuncularının dev Avrupa kulüpleri tarafından kapışılmasından sonra elde kalan ve takıma yeni gelen oyunculardan oluşturulmuş ve hocası da Milan'a gitmiş yeni bir hocayla yola çıkmış yepyeni bir takımın başarısıdır. Hani bazı eziklev Galatasavayın başavısı tamamen tesadüftü diyordu ya işte bu da onlara kapak olsun. Yepyeni ve oyuncularının çoğu değişmiş hocası değişmiş bir yakım önce 1.liğe kadar çıkıyor genelde ise 8. sırada yer alıyor.

    * Galatasaray UEFA Kupası'nı yenilmeden kazanan tek takımdır.

    * Şampiyonlar Ligi gruplarını 3'üncü olarak bitirip bu kupayı kazanan tek takımdır.

    * 1999-2000 yılında, finalde İngiltere'nin Arsenal kulübünü penaltılarla yenen Galatasaray, bir Avrupa Kupası kazanan ilk ve tek Türk futbol kulübü olmuştur.

    * Galatasaray aynı yıl; Süper Kupa'yı da, kadrosunda bugün Ezikbahçe F7'lilerin ısrarla dünya yıldızı diye tanıtmaya çalıştığı 'emekli dede' Roberto Carlos'u en iyi ve dinç olduğu zamanda bulunduran Real Madrid'i 2-1 yenerek kazanmıştır. O maçta 'dünya yıldızı (!) ' Roberto Carlos'un kontrol altında tutmaya çalıştığı kanat, genç aslan Fatih Akyel tarafından otobana çevrilerek Carlos'un başı dönmüş neye uğradığını şaşırmıştır. İşin en güzel tarafı da maçın uzatmalarda altın golle kazanılmasıydı ki, tüm Galatasaray düşmanları bu golle birlikte kalp spazmı geçirmişlerdir. Şimdi Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Finale kalmakla kendilerini göklerde hisseden Ezikbahçe F7'lilere ve Galatasaray'ın 100 yılı aşkın tarihinde söke söke elde ettiği 'Avrupa Fatihi' ünvanını hemen F7'ye yakıştırmaya çalışan Ezikbahçe F7'nin amigosu ağzıyla yayın yapan medyaya hatırlatırız ki; biz bu şampiyonanın babası olan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda; 1962-63, 1969-70 ve 1988-89 sezonlarında olmak üzere 3 kere, ve 1 kere de 2000-2001 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde toplam 4 kere çeyrek final, ve yine 1988-89 sezonunda olmak üzere de 1 kere yarı final oynamış takımız, kısacası Türkiye'de bir futbol takımı ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynamıyor: 'Bizim açtığımız yolda yürüyorsunuz'... Ne diyelim; devin gölgesinde yürüyen it, o gölgeyi kendi gölgesi sanıp şişinirmiş.

    Aşağıda hazırladığımız tabloda da görüleceği üzere (tabloyu görmek için http://www.sefer.110mb.com/yazilarim/gs.htm linkine bakmanız lazım) sadece 1 sezonun değil gelenksel hale gelmiş bir Avrupa başarısının ardından Galatasaray tarafından söke söke elde edilmiş olan 'Avrupa Fatihi' ünvanı, medyayı ve para kaynaklarını elinde tutan Ezikbahçe F7'li ezikler tarafından hemencecik Ezikbahçe F7'ye yakıştırılmaya çalışılmaktadır. Fakat o etiket, o formaya yapışmaz, kayar düşer, çünkü bir sezonluk başarıdır. Medyadaki bu yaklaşım maalesef, ülkemizin geleneksel alt yapısıyla ilgili bir mevzudur ki, ülkemizde azınlıkta olan ama daima medyayı ve para kaynaklarını ellerinde tutan Sol tandanslı görüşler kamuoyu oluşturmaya bayılırlar. Nitekim onlara göre onlar gibi düşünmeyenler her zaman 'halka rağmen' hareket etmektedirler, fakat kendileri halk destek vermese de 'halk tarafından' benimsendiklerini çoğunluk olduklarını falan poh pohlarlar. Birbirlerine körlerle sağırlar birbirini ağırlar hesabı ödüller verirler ve sonra da o ödülün propagandasını yaparlar. Ezikbahce F7 de kendisini çoğunluk gibi gösterir, yakaladığı en ufak başarıyı medyadaki uzantıları dolayısıyla büyük başarı gibi lanse ederler, filmlerde falan rol alan başrol oyuncularına Ezikbahce F7 forması giydirirler, odalarına Ezikbahce F7 pacavraları, posterleri astırırlar ve böylece kamuoyunda 'şuurlara alternatif sunma' dediğimiz faaliyeti uygulayarak azınlık değiliz fikri oluşturmaya çabalarlar. Sol tandanslı yazarlara göre, kendilerinin karşı çıktığı görüşlee verilen kamuoyu desteği mutlaka ama mutlaka ya bir rüşvetle ya da kamuoyunun salaklığıyla açıklanabilir; diğer taraftan Ezikbahçe F7'nin haricindeki diğer takımların başarıları da, velev ki sistematik olarak geleneksel arka planı başarıları olan başarılar olsun bu başarılar, Ezikbahçe F7'liler ve onlara destek veren ezik kesimlerce 'tesadüf' diye yaftalanır ama kendi başarıları, sistemli çalışmanın, uzun emeklerin hak edilmiş sonucu olarak kazanılan başarılardır. Geçelim...

    Avrupa'da en fazla başarı yakalamış Türk takımı olan Galatasaray'ın Avrupalı rakiplerine oranla mütevazi olarak görülen kadrosuyla kazandığı UEFA Kupası ve Süper Kupa dünyada büyük bir başarı olarak görülmüş, o zamanki teknik direktörü Fatih Terim'in 'Bu başarının fiyatı yok.' sözü tarihteki yerini almıştır. Böylece Galatasaray adı tüm dünya tarafından tanınan bir marka hâline gelmiş, bu sayede dünyada büyük bir taraftar topluluğu kazanmıştır.

    1999 - 2000 sezonunda finalde Arsenal'i yenerek UEFA Kupası'nı müzesine götürmeyi başaran ilk Türk takımı olan Galatasaray, aynı sezon Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Real Madrid'i 2-1'lik skorla devirerek Süper Kupa'yı da kazandı ve Türk futbolunda yeni bir sayfa açtı. Galatasaray'ı Avrupa'nın bir numarasına taşıyan golleri 41 ve uzatmanın 103. dakikasında Mario Jardel keydederken, İspanyol devinin tek golü 79. dakikada Raul'den geldi.

    Bu başarının önemi

    G. Saray bu kupayı aldığı sezon sadece Avrupa'da değil Türkiye Ligi'nde de çok önemli derecelerle şampiyonluğa ulaşmıştır. 3 günde bir maç yaparak Avrupa'da hiç yenilmeden hem UEFA kupasını hem de Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Real Madrid'i yenerek Süper Kupayı kazanmıştır.

    Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı ve Süper Kupa'yı kazandığı sene Türkiye Kupası ve Türkiye Futbol Ligi'ndeki durumu:

    * 30 hafta boyunca liderlik koltuğunda oturarak;

    * 24 galibiyetle en fazla galip gelen takım olarak;

    * 3 mağlubiyetle en az yenilen takım olarak;

    * 77 golle en fazla gol atan takım (ki, o sezon gol kralı da kendisinden çıkmamıştır, yani takım halinde gelen bir başarıdır bu, öyle sadece bir futbolcuya dayalı kazanılan uyduruk başarılardan değildir) olarak;

    * 23 golle en az gol yiyen takım olarak;

    * 4 penaltı kaçırmayla en fazla penaltı kaçıran takım (yani penaltıdan beleşten gelen gollerle kazanılmış bir başarı değil) olarak;

    * 17 maçta, 13 galibiyet, 2 beraberlik, 2 yenilgi: 41 puan ile kendi sahasında en başarılı takım olarak;

    * 17 maçta, 11 galibiyet, 5 beraberlik, 1 yenilgi: 38 puan ile deplasmanda da en başarılı takım olarak;

    * 11 galibiyetle deplasmanda en fazla galip gelen takım olarak;

    * 1 mağlubiyetle deplasmanda en az yenilen takım olarak;

    * 13 golle deplasmanda en az gol yiyen takım olarak (o sezon 36 golle deplasmanda en fazla gol atan takım unvanını kardeş takım, 'ezeli rakip ebedi dost büyük Türk kulübü Beşiktaş' elde etmiştir) :

    * 13 galibiyetle kendi sahasında en fazla galip gelen takım olarak;

    * 2 beraberlikle kendi sahasında en az berabere kalan takım olarak;

    * 2 mağlubiyetle, yine kardeş takım ve 'ezeli rakip ebedi dost büyük Türk kulübü Beşiktaş' ile birlikte kendi sahasında en az yenilen takım olarak;

    * 49 golle kendi sahasında en fazla gol atan takım olarak;

    * 10 golle kendi sahasında en az gol yiyen takım olarak;

    * şampiyon olduğu sezon, hem UEFA hem Süper Kupa ve hem de aynı zamanda 'ezeli rakip, ebedi düşman Ezikbahçe F7'nin çeyrek asırdır yüzünü göremediği Türkiye Kupası'nı alarak;

    * ligde ise 'ezeli rakip ebedi düşman: Ezikbahçe F7'yi G. Antepspor'un bile altında bırakıp 4.'lüğe mahkum ederek

    * üst üste 4. şampiyonluğuna ulaşmıştır. Hatırlanacağı üzere Türkiye'de üst üste 3 şampiyonluk yaşayan ilk takım ve 4 kere üst üste şampiyon olan ilk ve tek takım olma ünvanları da hala G. Saray'a aittir.

    Sözün kısası, Galatasaray'ın bu başarısı, omuzlarına yüklenmiş bütün bir eziklik psikolojisi ile sadece Avrupa'ya asılıp o sırada Türkiye Ligi'ne ve Türkiye Kupası'na havlu atarak değil, (O sezon G. Saray, Ezikbahçe F7'nin Pendikspor'a yenilerek daha 3. kademe maçlarında elveda dediği Türkiye Kupası'nı Antalyaspor'u finalde 5-3 yenerek hem de UEFA Kupası Finalinden 14 gün önce 3 Mayıs 2000'de kazandı) tamamen bir inanç ve azmin ürünü olarak sonuna kadar 'sarıyla kırmızıyla alnımızın akıyla' ayak emeği (Ezikbahçe F7'nin AnELka'nın 'el emeği' ile kazandığı beleş galibiyetleri hatırlayın) göz nuru ile söke söke kazanılmış, hak edilmiş bir başarıdır.

    Meseleye böyle bakınca vicdan sahibi her insan; günümüzde ve gelecekte, bu başarının G. Saray daha iyisini yapıncaya kadar, asla ama asla bir daha kendileri tarafından tekerrür edilemeyeceği ya da geçilemeyeceğini anlayan ezik başkan tarafından 'tesadüf' olarak açıklanmasını anlamakla kalmadığı gibi; o dönem için bir taraflarını yırta yırta 'Türk futbolunun ilerlemesi ve kendisini geliştirmesi için bu G. Saray'ın mutlaka ama mutlaka engellenmesi gerekir' diye bağıra çağıra derin güçlerden yardım dilenen Büyük (!) Efsane (!) Başkan Ali ŞEN'in de içinde bulunduğu psikolojiyi çok daha iyi anlıyor.

    Normal süresi ve uzatma dakikaları 0-0 eşitlikle sona eren Galatasaray - Arsenal UEFA Kupası Final Maçı'nda, penaltı atışları sonucu İngiliz temsilcisine 4-1'lik üstünlük sağlayan Galatasaray, 1999 - 2000 Sezonu UEFA Kupası Şampiyonu oldu.

    Görüldüğü üzere hiçbir rakibine yenilmeden bu kupaya sahip olmuştur. Öyle bilmem kaç maçtır balına malına kendi evinde yenilmeyip de gidip gurbet ellerde elin gavuruna domalma falan değil ha, yanlış anlaşılmasın, ne içeride ne dışarıda hiçbir mağlubiyet almadan, gelen geçen gavuru tepeleyip domaltarak kazanılmış tek zaferdir bu. Üstelik bu kupayı aldıktan sonra bununla da yetinmeyip şimdi Ezikbahçe F7'lilerin Çeyrek Final diye havaya uçtukları Şampiyonlar Ligi'nin, o seneki şampiyonu olarak karşısına çıkan Real Madrid'i de tokmaktan geçirip 'biz Şampiyonlar Ligi Şampiyonundan da üstünüz' mührünü çağlara ve tarihe basmıştır. Ve bu mührün tarihi 'milenyum'dur; bu da 1000 yılda bir gelir. (İşte gerçek efsane de budur. Bütün efsane kestanelere duyurulur)

    Peki şimdi bu ne demek? ..

    Bu, şu demek:

    1- Ezikbahçe F7, ne zaman Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmakla yetinmeyip üzerine bir de UEFA Kupası sahibini yenerek Süper Kupayı kazanırsa ve Avrupa'da bu başarıyı gösterdiği sırada Türkiye Futbol Ligi'nde de 30 haftadan fazla süreyle liderlik koltuğunda oturup, 24 maçtan fazla galibiyetle en çok galip gelen, en az mağlup olan (3'ten az olacak mağlubiyeti) , en fazla gol atan (77'den fazla gol atması lazım ki G. Saray'ı geçsin) , en az gol yiyen (23'ten az gol yiyecek) , kendi sahasında en başarılı (17 maçta 13 Galibiyet, 2 beraberlik, 2 mağlubiyet, toplam 41 puandan daha iyi bir dereceyle) , deplasmanda en başarılı (17 maçta 11 galibiyet, 5 beraberlik 1 yenilgiden, toplam 38 puandan daha iyi bir dereceyle) , 'penaltıdan gelecek golle kazanacaksak lanet olsun' deyip 4 penaltıdan daha fazla penaltı kaçırmayla sezonun en fazla penaltı kaçıran takımı olan takım gibi ünvanlarla sezon sonunda Lig Şampiyonluğunu kazanırsa (1999-2000 Sezonu Türkiye 1. Futbol Ligi istatistikleri için tıklayınız) ancak o zaman bu başarıyı geçmiş olur ki,

    aslında yine geçmiş olmaz,

    zirâ Galatasaray'ın bu kupaları topladığı dönemde Türk futbolunun Avrupa'da böyle bir başarısı olmadığı için psikolojik olarak da G. Saray her maça 1-0 mağlup çıkıyordu, ama G. Saray'ın bu başarısından sonradır ki, Ezikbahçe F7, gavur takımları önüne psikolojik olarak daha rahat çıkmaktadır. G. Saray, milletin makus talihini yenip, sıfırdan bir bina inşa etmiştir, ama eğer bir gün yukarıda ifade edilen şekildeki bir mucize gerçekleşir de Ezikbahçe F7 o başarılar kazanabilirse, o binanın mirasına konup bir kat yükseltmiş olacak.

    Şimdi bu perspektifte kimin başarısı daha büyüktür, söyleyin.

    2- Ezikbahçe F7, ne zaman sahaya 4 adamından yoksun olarak 7 kişiyle çıkıp 90 dakika o şekilde oynayıp G. Saray'ı Ali Sami Yen'de 7-0 yenerse o zaman G. Saray'la aşık atmaya hak kazanır.

    3- Ezikbahçe F7, ne zaman G. Saray'ın ağlarını yırtan bir golle galip gelirse ve ne zaman bizzat resmi, kadrolu teknik direktörleri tarafından Ali Sami Yen'de G. Saray'ı yenip kupa dışına ittikten sonra Ali Sami Yen'in tam ortasına dev bir Ezikbahçe F7 bayrağı dikerse o zaman G. Saray'a rakip olabilir. (NOT: Bayrağı dikecek olan kişi F7'nin resmi, kadrolu teknik direktörü ya da daha üst seviyede bir yetkilisi olacak ki, üstünlük durumuna geçsinler, yoksa öyle psikopatın birisinin geceden gidip stadda yatarak elinde bıçakla sahaya girip elindeki küçücük bayrağı dikmesiyle bu rekor egale edilmiş sayılmaz.)

    4- Ezikbahçe F7, ne zaman; Cennet Mekan Sultan II. Abdulhamit Han dedemiz tarafından kurulan büyük Türk kulübü, kardeş takım, ezeli rakip ebedi dost Beşiktaş'ı, İnönü'de kalecisini dışarı, golcülerinden birini de kaleye alıp da yenerse o zaman '3 büyük' sözünün gerçekliğine katkı sağlamış olur.

    5- Kısacası Ezikbahçe F7, ne zaman, bu başarılara ulaşırsa o zaman efsane olur; yoksa öyle medyabazlar tarafından verilen gazlarla, şişirmelerle efsane olunmaz, o zaman sadece kendi kendisinin efsanesi ve de Türk futbolunun kestanesi olarak kalır ve hep çizilir.

    Peki Galatasaray Avrupalıları tokatlarken Ezikbahçe F7 ne yapıyordu? Merak ediyorsanız bu yazıya tıklayın. (Not: Yazıya tıklamak için el işareti görmenize gerek yok, bizim 'filenin sultanı AnELka' gibi elle melle işimiz olmaz, sadece tıklar geçeriz)

    Kaynak: http://www.sefer.110mb.com/yazilarim/gs.htm

  • Geniş Aile

    28.01.2010 - 14:11

    Saçmalık yapmakla komiklik yapmayı birbirine karıştıran komedi filmlerinden... Bir kere izledim sırf salak müziğini dinlemek bile insanı çileden çıkartabilir. Hele Mürsel diye bir karakter var aman Allahım; adam hem öğretmen hem de okulda bıyık takıp hademe kılığına giriyor, aynı okulda okuyan yakını (galiba kaynı) bile onu tanıyamıyor hatta okul müdürü bile tanımıyor. Eğitim camiasını bu kadar salak göstermek kimin fikridir şaşırıyorum doğrusu. Ama işte bunun da bir izleyici kitlesi var neticede.

  • fatih terim

    10.09.2009 - 14:43

    Türk futbolunun yetiştirdiği en büyük hocalardan biri iken Milan'a gidip kovulup geldikten sonra kendisine bir haller olan, oyuncu seçimlerinde tamamen ama tamamen duygusallığa kayan ve bütün kariyerini teker teker silmeye ahdetmiş gibi davranan Galatasaraylı spor adamı...

  • abant gölü

    02.09.2009 - 12:22

    O atın da başına çok şeyler geldi sonradan

  • at

    18.08.2009 - 15:37

    Yavrusuna tay, dişisine kısrak, erkeğine ise beygir denilir. İyi de at nedir? .. :)

  • pelin batu

    13.08.2009 - 16:16

    Sırf babası emekli büyükelçi olduğu için tarih programına çıkan, kavun, karpuzu hatırlamayıp da “melon” diyen, tapınak diyemeyip de “temple” diyen, Keyhüsrev diyemeyip de onun Farsçasını bile İngilizce üstünden telaffuz etmeye çalışan ve bunun gibi komiklikleri 'ingilizceden okuyup da Türkçe anlatmaya çalışılınca böyle karışıklıklar olabiliyor' diye mazur göstermeye çalışan ve buradan da anlaşılacağı üzere gece yarısı çok uzman havalarında anlattığı bilgileri aslında bir hafta boyunca okuyup hazırlanarak belki de yeni öğrenerek geldiği belli olan, kendi halkına ve kültürüne yabancı olup da kendi kültürünü yabancı kaynaklardan öğrenmeye çalışan, harfleri yutarak konuşmayı (mesela “var” deyişine dikkat edin) diksiyon düzgünlüğü zanneden, evdeki kedisi eşcinsel olduğu için eşcinselliğin doğal birşey olduğunu iddia eden ve şimdilerde ped reklamlariyla para kazanmaya çalışan bir hanımefendi.

  • nazım hikmet

    13.08.2009 - 16:02

    trum trum trum,
    makinalaşmak istiyorum

    şeklindeki üstün (!) şairane (!) dizelerin sahibi olan, kimilerine göre vatan şairi, kimilerine göre vatan haini sayılan, yazdığı şiirlerden çok siyasi kimliğiyle gündeme gelen biri...

  • odalar ve borsalar birligi

    13.08.2009 - 15:55

    kendisini ilgilendiren ya da ilgilendirmeyen hemen her konuda ben bunu çok iyi bilirim havalarında çıkıp ileri geri yorum yapıp işin içindekilere akıllar veren güya ekonomik bir birlik...

  • dans

    13.08.2009 - 15:52

    NFK'dan... 'Niye yatakta değil de ayakta? ' dedirten hareketler kümesi...

  • valentine's day

    12.08.2009 - 15:37

    14 Şubat Sevgililer Günü diye Türkçeye uyarlanarak şeyin dayanak kabul edildiği, karıyla kocanın arasını bana niye bugün hediye almadın diye açmak için gavurlarca icat edilmiş bir frenk adeti olup, erkekler için hatırlanması gereken özel günler listesini çoğulatmaktan ve insanları tüketime sevk etmekten başka bir anlamı olmayan gün...

  • abd bayrağı

    12.08.2009 - 10:18

    ABD'de boksörlerin don yapıp af buyrun kıçlarına sardıkları nesne...

  • platonik aşk

    12.08.2009 - 10:02

    Yanlış hatırlamıyorsam Fuzuli'nin yatakta yanında horlaya horlaya ve saçı başı dağınık vaziyette uyumakta olan karısına bakıp da: 'Benim saçının bir teline binlerce mısralar döktüğüm kadın bu muymuş' diyerek açıkladığı; yokluğuyla var olan, var olduğunda yok olan bir acayip insani durum...

  • platonik aşk

    12.08.2009 - 09:59

    Aşkın bir türü...

    Genellikle karşılıksız veya karşılık beklenmeden içine dalınan aşklar için kullanılan tabir...

    İdealar öğretisi sahibi filozof Platon'un (Eflatun) isminden kinaye aşkın bir türüne konulmuş isim...

    Platon-Platonik, Eflatun-Eflatunvari... Bu şekliyle de (Eflatunvari) benim bir şiirime isim olmuş kavram...

  • köroğlu

    12.08.2009 - 09:54

    Bolu'da Belediye Meydanı'nda havuzun yanında şahlanmış olan atının üzerinde elinde sazıyla heykeli bulunan, bu heykelin maketinin de Bolu'daki bütün önemli makamlarda masaların üzerinde bulunduğu ve bir dönem Bolu'da yaşayıp Bolu Bey'ine isyan ettiği rivayet olunan efsanevî eşkiya...

    Heykelinden kıyasla yapılmış maketlerinin üzerinde 'Benden selam olsun Bolu Bey'ine! ..' diye devlete ve otoriteye meydan okuyan meşhur sözü yazılı olmasına rağmen bu maketleri devlet dairelerinde masalarda bir turizm aracı niyetiyle süs vazifesi gören eşkiya... Halbuki bana sorulsa madem eşkiyanın maketini koyuyorsunuz devlet makamlarına hiç olmazsa üzerine 'Tüfenk icat oldu mertlik bozuldu' sözünü yazdırın diyeceğim kişi...

    Benim bir gün meşhur Mecburiyet Caddesi'nde gezerken, yanımda yürüyen Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nden bir öğrencinin kendisini ziyarete gelmiş olan yakınına Bolu'yu anlatırken heykelini gösterip de 'Bu da Köroğlunun heykeli... Bakın atın üzerinde duruyor, elinde de tüfeği var! ..' dediği ve benim yanımdaki arkadaşıma 'ohaa yuh artık yahu tüfenk icat oldu mertlik bozuldu diyen adamı bu şekilde tanıtacağına yedi sülalesine sövse bundan iyiydi' şeklinde başlayıp 'bir de üniversite okuyorsunuz sizi üniversiteye alanın' diye devam eden yorumu yapmama sebep olmuş olan öğrenciyi ve üniversitelerdeki öğrenci kalitesini bir kez daha görmeme imkan sağlayan tarihi kişilik...

    Bolu'daki birçok işyerine ve kuruma ismini vermiş olan efsanevi kişi: Köroğlu Devlet Hastanesi, Köroğlu İlköğretim Okulu, Köroğlu TV, Köroğlu Gazetesi, Köroğlu Tesisleri vs vs vs...

  • bolu

    10.08.2009 - 10:42

    Şehir merkezinde dişe dokunur hiçbir güzelliği ve sosyal ortamı olmayan fakat şehir çevresindeki doğal yerleri ile (Abant, Gölcük, Kartalkaya, Gölköy, Akkayalar, Yedigöller, Aladağlar vs) belki de Türkiye'de birinci sıraya alabilecek kadar zengin bir şehir... Bu özelliği ile de bu şehirde yaşamak istiyorsan ille de araban olacak arkadaş yoksa şehir içinde kakılır kalırsın dedirten bir şehir...

    Şehir çevresinde çok güzel ve meşhur tabiat alanları olmasına rağmen halkında pek fazla piknik kültürü oluşmamış olan şehir... Mesela İstanbulda halk bir metrekare ot bulsa minderini örtüsünü atıp piknik yaparken burada millette o kültür yoktur... Bunda hemen herkesin köyde akrabası olmasının da etkisi olabilir ki, köyde evin önünde yapılan bir mangal dağ başında yapılacak bir pikniğe göre daha çekicidir buranın halkı için...

    Sessiz sakin bir çevresi, sessiz sakin insanları olan ve hastane sayısı bakımından da çok iyi durumda olan özelliği ile tam anlamıyla bir emeklilik şehri...

    Şehirdeki hastaneler, sağlık kuruluşları:
    1 ağız ve diş sağlığı merkezi: İzzet Baysal Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi
    2 özel hastane: Çağsu ve
    1 özel Tıp merkezi: özel Köroğlu Tıp merkezi
    1 fizik tedavi ve rehabilitasyon hastanesi (Karacasuda) ,
    2 devlet hastanesi: İzzet Baysal Devlet Hastanesi ve Köroğlu Devlet Hastanesi
    1 kadın doğum ve çocuk hastanesi: Zübeyde Hanım Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi
    1 tıp fakültesi: Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi
    1 ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesi: İzzet Baysal Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi
    1 özel kadın doğum hastanesi: Bu daha açılmadı ama E-5'in kenarında
    1 özel çocuk hastanesi: Gelişim
    1 Özel Ortopedi Cerrahi Merkezi: Özel Metropol Ortopedi Cerrahi Merkezi
    1 özel polklinik: özel köroğlu polikliniği

    Yazın sıcağı, kışın ise soğuğu insanı rahatsız etmeyen iklimi ile yaşanacak yer olan bir şehir... Çok fazla nem olmadığı için yazın sıcaklık ne kadar yüksek olursa olsun bir ağaç gölgesine oturulduğunda rahatlarsınız... Kışın ise çok fazla rüzgar olmadığı için ne kadar kar yağarsa yağsın çok fazla üşümezsiniz... Gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı çok fazla olan bir şehir... Bu yüzden mesela şu anda bile (Ağustos ayı) insanların çoğunluğunun yorganla yattığı bir şehir...

    Kişi başına düşen cami sayısında Kastamonu ve Sinop'un ardından 3. sırada yer aldığı halde (Bolunun 2007 yılındaki adrese dayalı nüfus sayımına göre nüfusu 270.417 kişi iken cami sayısı 1190'dır... Buna göre Bolu'da kişi başına 0,004400611 cami düşerken bu oran Türkiye ortalamasında 0,001134116'dır) boşanmaların ve içki tüketiminin çok olduğu bir şehir...

    Halkının içkisini herkes gibi normal olarak meyhanelerde içmeyi değil de arabasını alıp köy yollarına çekerek veya göllere giderek içmeyi yeğlediği şehir...

  • yılmaz erdoğan

    07.08.2009 - 14:53

    Mükremin abi tiplemesiyle meşhur olan, bir ara şiire merak salan, vizontele serisini çeken, sırf o sıralar onunla aşk yaşıyordu diye vizontele serisinin ikincisine tuğba ünsalın adından kinaye vizontele tuuba diyen ve ona filminde bir rol veren, şimdilerde ise BKM Mutfak adını verdiği ekibiyle; ortasında kendisini seyirciye alkışlattırarak çıkıp birkaç espri yapıp yerine oturduğu ve bir otobüs yolculuğu sırasında işkence biçiminde izlemek zorunda bırakıldığım 'çok güzel hareketler bunlar' adında güldürüyle gündeme gelen kişi...

  • cem yılmaz

    07.08.2009 - 14:46

    Komedi dalında en beğendiğim süper zeki yetenek...

    Hokkabaz filminde ağlatmasını da bildiğini göstermiştir...

    Sadri Alışık ve Cem Yılmaz... Tek geçerim...

  • voyager

    07.08.2009 - 11:59

    Sayın Türkçe bilen arkadaşlarımız sabah-ı şerifleriniz hayrolsun!

    5 Eylül 1977 günü uzaya gönderilen Voyager 1 uzay aracı, Mayıs 2009 itibarı ile evimizden16 milyar kilometre uzaklıkta yani dünyadan en uzak noktaya gitmiş insan yapımı olarak güneş sistemi dışındaki yolculuğuna devam ediyor.

    Bundan sonraki ilk yıldız sistemine varması tam 40 bin yıl alacak. Ancak NASA ile kontağı en fazla 15 yıl daha sürebilecek. Eğer uzayda birilerine rastlarsa, dünya hakkında bilgilerin kayıtlı olduğu ve paslanmasın diye altınla kaplanmış bir plak taşıyor. Bu plakta, bebek sesinden rüzgâr sesine, dünyanın farklı yerlerinden müzik seslerine kadar değişik bilgiler kayıtlı. Ve tabi bir de yolda karşılaşılacak “uzaylılara” selam vermek için 55 dilde selamlama cümlesi.

    İşte bu mektubun başlığındaki cümle plaktaki Türkçe selamlama. Şu adresten http://voyager.jpl.nasa.gov/spacecraft/languages/turkish.html orjinal sesi dinlediğinizde muhtemelen ana dili Türkçe olmayan biri tarafından söylenildiğini farkedeceksiniz.
    İnsanın keşke, “Arif” ya da “Bob Marley Faruk” o zaman keşfedilseydi de uzaylılara, yakından tanıdıkları bir Türkün sesinden selam verseydik diyesi geliyor.

    İngilizce selamlamada, bir çocuk, “dünya çocuklarından merhaba” diyor. Bizimki, Türkçe bilen uzaylıya sabah rastlayacağına emin şekilde, “Sabahı şerifleriniz hayrolsun” demiş.

    Yalnız uzaylının anlayacağı Türkçe’nin hangi devrin Türkçesi olduğu da ayrı bir milli meselemiz. “Sabahı şerifleriniz hayrolsun” cümlesini anlayacak yeni kuşak Türk kaldı mı ki uzaylı anlasın?

    Sanıyorum 55 dil içinde selamlama cümlesi tedavülden kalkan tek dil Türkçe olsa gerek. Tevekkeli, bugünlerde sabahları “günaydın” yerine “sabahı şerifleriniz hayrolsun” diyenler boşuna uzaylı muamelesi görmüyor.

    Bu Voyager 1, Florida’dan ayrıldıktan 13 yıl sonra, 14 Şubat 1990 günü güneş sistemimizin dışardan ilk aile fotoğraflarını çekti. (Kaynak: http://www.haber7.com/haber/20090513/Hubble-nasil-tarihi-fiyasko-olacakti.php)

  • hamsi

    07.08.2009 - 11:53

    Yemekten en çok zevk aldığım balık türü.

    Vücuttaki ağrılara iyi geldiği söylenen balık türü...

    Evliya Çelebi'nin, 'başı yakılıp tütsü edilse evlerdeki yılan ve çıyanlar kaçar.' dediği canlı türü...

  • adam smith

    07.08.2009 - 11:51

    Ricardo'nun, Mukayeseli Üstünlükler Teorisi’ni ortaya atarken; 'Serbest ticarette her ulus, kendisine en uygun malların üretiminde uzmanlaşacaktır.' sözünden etkilendiği kişi...

    'Rekabette bireysel hırs, toplum için yararlıdır.' diyen kişi....

    Milletlerin Zenginliği...

  • abant gölü

    07.08.2009 - 10:44

    Abant Gölü'ne Mudurnu yolu üzerinden geleceksiniz... Tepeyi çıkacaksınız ve birden önünüze aşağıda uzanan koca bir göl görünecek... Tek kelimeyle muhteşem bir manzaradır oradaki manzara...

  • abant izzet baysal üniversitesi

    07.08.2009 - 10:32

    Bolu'nun babası İzzet Baysal'ın yaptırırken çok çileler çektiği, vakfın yanında kendi sermayesini de teminat göstererek bitirdiği üniversite...

    Ama eğitim kalitesi hakkında çok da fazla birşey diyemeyeceğim.. Eğitim Fakültesinde sınıf öğretmenliği bölümü iyi galiba...Belki biraz da Tıp Fakültesi sanırım... Ama gerisi [[ ııııınnnnhhh olmamış ]] dedirten, hocalarının çoğunun Yard. Doç. olduğu ve yine hocalarının çoğunun Ankara'dan git gel yaparak çalıştıkları okul...

    Orman içinde tepede kurulu şehirden uzak, halkla arasında duvar var gibi gelen eğitim yuvası...

    Yıllar evvel daha burada yaşayacağımı aklımın ucuna bile getirmezken ulusal sosyoloji kongresi için buraya gelen arkadaşlarımın yaptığı yorum: Orada okul mokul okunmaz ağaçların altında uzanıp... :) Zaten gördüğüm kadarıyla yapılan da bu...

  • yozgat

    07.08.2009 - 10:20

    Türkiye'nin ilk ve en büyük açık milli parkı Çamlık...

    Testi Kebabı, Arapaşı...

    Yiğidin harman olduğu yer...

    Çapanoğlu... Rivayete göre Atatürk bir gün Çapanoğluyla atla gezerken demiş ki ya Çapanoğlu şöyle bir ha etsen kaç atlı toplarsın bi anda... Çapanoğlu düşünmüş demiş ki 5000 atlı toplarım paşam... O zaman Atatürk yahu demiş bir ha etmeyle 5000 atlı toplarsa demek ki biraz hazırlık yapsa ordu çıkarır bu adam... ve büyümeden ezmek lazım demiş ezmiş... Halk arasındaki bir rivayettir tabii...

    Yine rivayete göre Atatürk'e isyan ettiği için girişine içki fabrikası (meyhane) çıkışına da kârhane yapılıp 70 sene devlet tarafından yatırım yapılmama cezası aldığı için girişi meyhane çıkışı kârhane dedikleri şehir... Rivayet tabii...

    Elektriği olmayan köyüne bundan 7-8 sene evvel elektrik gelen ve bu bütün ulusal medyada haber olan, bu haliyle çoğu doğu şehrinden geri olan şehir...

  • Cizre

    07.08.2009 - 10:07

    Cizre deyince akla robot gelir ilk önce... Robotun icadı... Robotun mucidi İsmail Ebul İz El Cezeri'nin türbesi de oradadır... Tamamen mekanik olarak işleyen ve abdest almaya yardımcı olan bir robot yapmıştır El Cezeri... Dünya tarihinde ilk...

    Mem-u Zin Destanı ve türbelerinin de bulunduğu şehir...

    Dicle nehrinin med cezir zamanlarındaki değişimlerinden hareketle zaman zaman sularla çevrildiği için Cizre adı verilmiş olan şirin ilçe... Cizre Arapça Cezire'den gelir ada demektir...

    Ortasından akan Dicle nehri kenarında Şeref ve Habip'le oturup çok şarkılar söyleyip şiirler okuduğumuz şehir...

    Sırf Yozgatlıyım diye evimin camları iki kere kırılmış olan ve yaz tatili için ayrılıp döndükten sonra evimde başkalarını kendimi ise kapı dışında bulduğum şehir...

    Cudi Dağı'nın eteklerinde Dicle'nin kenarındaki alandan (bilenler bilir Silopi'ye doğru giderken yol kenarında sağda kalır biraz) bir arsa alıp da duvarla örüp bir villa yaptırmayı hayal ettiğim ve orada yaşaşan insanların nasıl olupda öyle birşey yapmadığına hayret ettiğim şehir...

    Termometrenin zaman zaman 50-60'ı bulduğu şehir...

    Zaman zaman toz-kum fırtınalarının olduğu şehir...

    Kara Çarşamba...

    Hz. Nuh (as) 'ın 7-8 metrelik türbesinin olduğu yer...

    Ve tabii ki Kasrik... Oraya gidip de Kasriğe uğramayanın, Kasriğe uğrayıp da orada Alabalık yemeyenin ben cizreye gittim demesinin abes olduğu şehir...

    Kasrik... Kasrik Kalesi de derler... Doğal akustiğe sahip olduğu için hafif bir düzenlemeden sonra çok güzel bir konser merkezi olabileceğini düşündüğüm, hatta belki anfitiyatro bile olabileceğini düşündüğüm doğa harikası yer...

    Cizre

Toplam 35 mesaj bulundu