Sidelya Can - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı



BEBEGIM OLMASAYDIN EGER....



Geceleri kesintisiz uyuyacak ama her kalkışımda seni öpme duygusunu tadamayacaktım.

İstediğim her akşam, sinemaya, bara, dürüm yemeğe, sahilde dolaşmaya gidebilecektim ama "anne bende geleyim" diye bacaklarıma yapışan minik ellerinin sıcaklığı ısıtmayacaktı yüreğimi...

Yeni boyanmış duvarlarımda kalem izi ve yemek izi olmayacaktı ama ben silerken "anneciğim ne kadar iyisin" diyen sesini duymayacaktı kulaklarım...

"'üzülme ben seni çok seviyorum" diye beni göğsüne bastırmayacaktın...

Belki başım daha az ağrıyacak, daha az yorgun olacaktım ama kanepeye uzanıp minik ellerinle yaptığın o büyülü dokunuşların etkisiyle dirilemeyecektim...

Kendime ayıracak param daha çok olacaktı ama senin salça kavanozunda biriktirdiğin bozuk paraları birlikte sayıp sevinç nidaları atamayacaktık...

Kakanı temizlemek zorunda kalmayacaktım ama temizlerken kokudan dolayı minik ellerinle hem kendi burnunu hem de benim burnumu kaparken "anne burnunu kapatayım, iğrenç kokuyor" diyen uyarını bilemeyecektim...

Bir çocuk sahibi olmanın ne demek olduğunu asla öğrenemeyecektim...

Her gece bana sarılan minik kollarını, burnumun üst kısmına yerleştirdiğin o fındık burnunu duyumsayamayacaktım...

Ocak ayları bu kadar sıcak olmayacaktı...

Hastane odasında, lohusa kurdelası ile çekilmiş fotoğraflarım olmayacaktı....

Otobüse bindiğimde kimse yer vermeyecekti...

Arabama her binişinde 'sana kocaman bir araba alacağım' diyen olmayacaktı...

Her giyindiğimde hayran gözlerle bakıp, "tam istediğim gibi nefis olmuşsun" diyen iltifatınla coşamayacaktım...

Her gece bıkmaksızın baktığın düğün fotoğraflarıma belki yılda bir kez bakacaktım...

Annemi bu kadar sevdiğimi anlamayacaktım...

"Seni seviyorum" demeyi hep erteleyecektim...

Annelik duygusu ile donanamayacaktım...

Rujlarımı, farlarımı ve göz kalemlerimi yıllarca kullanacaktım..

Doğum izni prosedüründen haberim olmayacaktı...

Aynı cinsin rekabetinin ne demek olduğunu anlamayacaktım...

Çocuklarla ve ebeveynlerle ilişki kurabilmenin bu denli kolay olduğunu anlamayacaktım...

Elim senin elinde dolaşırken bir sahil kenarında, dalga seslerinin bize şarkılar mırıldandığını duyamayacaktım...

Gece senle ilgili korkulu rüyalar görmeyecek, ızdırapla uyanıp yatağının yanına gelip, derin derin nefes alışını izleyemeyecektim...

Hangi yemekte ne kadar protein, vitamin, fosfor, kalsiyum v.s. var hiç bilmeyecektim...

Her ay bir çocuğun kaç santim uzaması, kaç gram alması gerektiği umurumda bile olmayacaktı...

38.5 derece ateş beni de yakıp kavurmayacaktı...

Hangi dişlerin ne zaman çıkacağı konusunda derin bilgilere dalamayacaktım..

Kayınvalidemi, oğluna neden bu kadar düşkün diye anlamamakta inat edecektim...

Anneler gününde kimseden hediye alamayacaktım ama ertesi gün bana küsüp geri hediyesini isteyen bir kıza gülümseyemeyecektim...

Sabrı, merhameti, önseziyi, özveriyi, duyarlılığı, öğrenmeyi, öğretmeyi tam randımanlı kullanamayacaktım...

Gece 4:30 da gözü kapalı mutfağa kadar gidip, bardağa su doldurup yine gözü kapalı dönme yeteneğini kazanamayacaktım...

Minicik evimi mama sandalyesi, otomobil koltuğu, ana kucağı, rengarenk emzikler, muhtelif boyda biberonlar, onlarca çeşit barbie, yapbozlar, tüylü-tüysüz envai çeşit oyuncakla ve şişelerce çocuk ilacı ile doldurmayacaktım...

Her çıktığım alışverişten sana alınmış paketlerle dönemeyecektim...

Hamilelik esnasında 81 kiloya kadar çıkıp, tartıyı kırma eğilimi gösteremeyecektim...

Doğum sonrası günlerce aç kalıp, rejim yapamayacak ve yemek yemenin bir lütuf, yiyememenin işkence olduğunu bilemeyecektim...

Çocuk konusunda ahkam kesemeyecektim...

Çocuk doktorları ile ilişkim, sokakta gördüğüm tabelalardan ibaret olacaktı....

Aşkın ve sevginin bir erkekle kadın arasında yaşanan o önlenemez sevgi olduğunu sanacak ve yanılacaktım...

Kirpiklerime kadar sıçrattığın ilk muhallebinin tadına bakamayacaktım...

Yaşanmış tecrübeleri, deneyimleri bilmiş bir tavırla reddetmeye devam edecektim...

Daha çok bildiğimi sanıp ama daha az bilecektim...

İnciklerimin, boncuklarımın, fularlarımın ve tokalarımın nereye depolandığı konusunda meraklar içinde olmayacaktım...

Yüreğim bu kadar derin atmayacaktı...

Kalbim bir ömür boyu birine ait olmayacaktı...

Baleye gitmen, bir enstrüman çalman, doktor olman, mühendis olman, v.s. konusunda sonradan edinilmiş görgüsüzlüklerim olmayacaktı...

"Anne bak dişimi fırçaladım" diye ağzını açıp koklamak için uzandığımda burnumu yanlışlıkla ısıran, kan oturtan bir çocuğum olmayacaktı...

Beni bu dünyada en çok annem seviyor sanacaktım...

Göz ameliyatı sonrası gözlerim bandajlı eve geldiğimde, babaannesinin bacaklarına yapışıp hıçkıra hıçkıra saatlerce ağlayan ve benim için üzülen küçük bir kıza sahip olmayacaktım...

Torun bakma şansım olmayacaktı...

Damadıma zulmetme, hayatı zehretme zevkini yaşayamayacaktım...

Tam yemek yerken, salondan koşarak gelip, "anne burnumdaki sümüğü lütfen alır mısın?" diye bana bu zevki bahşeden biri olmayacaktı...

Ben kanepede sızmış uyurken, koşa koşa yatağının örtüsünü alıp, üzerime sermek için nefes nefese kalışını göremeyecektim...

Her sabah 6 da baş ucuma gelip, ses çıkarmadan yatağa girmek için benden onay bekleyen biri olmayacak ve senin geldiğini ruhani bir güçle anlama yeteneğine sahip olmayacaktım...

"Kız evi naz evi" tezinin doğruluğunu savunamayacaktım...

Çocuk hikaye kitapları ve çocuk gelişimi ile ilgili kitaplarla ilgim, kitapçı raflarıyla sınırlı kalacaktı...

İlkokul ve ortaokul yıllarında veda ettiğim, pastel boya, gazlı kalem ve kuru boyalarla bir daha karşılaşmayacaktım...

Çocuk bezinin olduğu bölümlerinin aslında bütün büyük marketlerde var olduğunu bilemeyecek ve maxi, midi, mini boylarına anlamsız gözlerle bakacaktım...

Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak için insanüstü bir uğraşa asla girmeyecektim...

Sulu köftenin köftelerini fındık büyüklüğünde yapmak için sabrım hiç olmayacaktı...

Kimseye bu kadar sık sarılamayacak ve yalayıp yutarcasına opemeyecektim...

Sen olmasaydın eğer ben asla 'ben' olmayacaktım...

Bir çocuk doğduğu anda Bir anne doğmuş olur..


--------------------------------------------------------------------
KIZMAYA ZAMAN YETMEZ....

Bugün...
Evet, evet. Bugün, kızgın olduğun kim varsa karşısına geç.
Onun yüzüne dikkatle bak.
Ta, gözlerinin içine.

Minicik pırıltıları yakalamaya, ifadeleri çözmeye çalış,
gözbebeklerinde SON DEFA!!
Ve onun gözlerinden ayırmadan gözlerini, şu sözü anımsa:
O, çok kısa bir zaman sonra ÖLECEK!
Senin için çok kısa zaman ne demektir?
Üç gün!..
Üç gün sonra öleceğini biliyorsunuz artık onun; ama o bilmiyor.
Davranışın değişir mi ona karşı?
Üç gün sonra ölecek bir yakınınız sizi kızdırabilir mi?
Veya ona kızdığın olay gerçekten kızmaya değer mi?
Üç gün çok mu kısa?..
Onun gönlünü bile almaya yetmez mi?
O zaman otuz gün sonra onun "bir daha gönlünü alamayacağın uzaklığa" taşınacağını düşün.
Kabri başında oturup ağlamak mı,
yoksa dizi dibinde oturup konuşmak mı daha kolay, daha az can acıtıcı????
Bırakalım hadi üç günü, otuz günü...
O insanın ücyüz, hadi ücbin gün sonra öleceğini hesap edin.
Çok mu uzun!...
Bitmeyecek kadar mı?..
Bugün... Evet bugün bir görünmez gözlük tak gözüne ve çevrene onunla bak.
Ailen’deki insanlara bu gözlükle bak...
Okuldaki veya işyerindeki arkadaşlarına bu gözlükle bak.
Ve hatta bu yazıyı, o gözlükle oku;
YARIN YOK
Bugün herkese, her yere ve her şeye dikkatle bak...
AYNALARA BİLE!!
HAYAT, KIZMAK İÇİN ÇOK KISA!!! ......


----------------------------------


YASAMI ERTELEMEYIN....


Ben en özel en güzel eşyalarımı kendim için hiç bekletmeden kullanırım. Siz de öyle yapın. Çünkü sevdiğinizi söyleyeceğiniz kimse olamayabilir."

Hani gardrobunuzda küflenen o en sevdiğiniz elbiseniz var ya; o "çok özel gün" için beklettiğiniz, giymelere kıyamadığınız o alımlı tuvalet, o cakalı takım, o göz alıcı kazak...

Bugün giyin onu!..

Beklediğiniz "o özel gün" hiç gelmeyebilir çünkü...

Değerli misafirlere sakladığınız çay takımlarınızı çıkarın dolaptan; en yakınlarınızla için çayınızı; kimseniz yoksa kendiniz çıkarın, şık bir takımdan çay yudumlamanın doyumsuz keyfini...

Haydi, açın nicedir kapalı duran misafir odanızın kapısını...

Yıpranır diye korktuğunuz koltuklara serilin gönlünüzce...

Çalın, çalmak için önemli bir konuk beklediğiniz eski plakları bu gece...

Açmaya vesile beklerken salondaki büfede yıllandırdığınız şarabı geciktirmeden açın ve kana kana için...

Sakladığınıza değecek biri hiç gelmeyebilir; sizden değerlisi bulunmayabilir.

Çimlerle buluşmak için düzgün havayı, kırda öpüşmek için doğru sevdalıyı beklemeyin...

Hep ertelediğiniz pikniğin günü bugün...

"Haftaya giderim" dediklerinizi ziyarete gidin acilen... Haftaya orada olmayabilirler.

Babanızın elini öpecekseniz, oğlunuzu lunaparka götürecekseniz, aşkınızı ilan edecekseniz; şimdi yapın!

Ve söylemek için "özel bir an" beklediğiniz o sihirli sözcükleri hemen söyleyin sevdiğinize... ne olur...

Söylemeye niyetlendiğinizde, çok geç olabilir.

Daha kaç Mayıs olacak ki yaşamınızda...

Yaşamı ertelemeyin!...

Beklediğiniz "o gün"; işte bugün...

----------------------------------