Sıddık Ladin Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Ant ...

  • ikinci dünya savaşı

    19.05.2007 - 16:25

    Türkiye II. Dünya Savaşı’na askeri anlamda katılmamış olmasına karşın, bu topyekün savaşın etkilerini derinden yaşamıştır. Öte yandan Türk yönetimi, bir yandan başını Almanya'nın çektiği Mihver devletler, diğer yandan da Müttefikler arasında bir denge politikası sürdürerek savaşın dışında kalmaya çabalamışlardır. Alman politikası Türkiye'yi tarafsız tutmaya yöneliken, Müttefik politikası ise kendi cephelerinde savaşa katılmaya ikna etmek, zaman zaman da zorlamak yönünde olmuştur.

    İnsan kaynakları yönünden ağır sonuçları yaşanan bir Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından yeni bir savaşa girmemek konusunda kesin olarak kararlı olan Türk yönetimi, sonuna kadar denge politikasını sürdürebilmiştir.

    Dönemin Türk yönetiminin savaş dışı kalmak konusundaki çabalarının ilk su yüzüne çıkmış girişimleri 1939 yılı başlarına denk gelir. Esasen Türk yönetimi, Avrupa'da topyekün bir savaşın kaçınılmaz olduğu konusunda sağlam bir öngörüye sahiptir. Amerikalı general McArthur’la 1931 senesinde yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyor. 'Versay anlaşması I. Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenlerin hiç birini ortadan kaldırmamış, aksine dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu daha fazla derinleştirmiştir. Galip devletler yenilenlere barış koşullarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini dikkate almamışlar, yalnız düşmanlık duygularının üzerinde durmuşlardır. Böylelikle de bugün içinde yaşadığımız barış, ateşkesten öteye gidememiştir. Bence dün olduğu gibi yarın da Avrupa’nın kaderi Almanya’nın tutumuna bağlı kalacaktır.'

    Kaçınılmaz görünen Avrupa savaşı dışında kalabilmeyi sağlamak üzere, İngiltere ve Fransa’yla 19 Ekim 1939’da Ankara’da bir ittifak anlaşması imzalandı. Bu ittifaka göre Türkiye'ye bir Avrupa taarruzda bulunursa, İngiltere ve Fransa askeri yardımda bulunacak, öte yandan savaş Akdeniz’e sıçrayacak olursa Türkiye de Akdeniz'deki bu savaşa askeri anlamda müdahalede bulunacaktır.

    Almanya'nın Balkanları istilasının hemen ardından İngiltere'nin Türkiye'nin savaşa katılması konusundaki baskıları artmıştır. Churchill'in, Yunanistan'a yurtdışı bir sefer kuvveti göndererek, daha sonra Almanya'nın yumuşak karnına yönelecek bir kama oluşturma projesinin geri tepmesinin de bunda etkisi büyüktür. İngiltere'nin bu girişimi, Hitler'in tüm Balkanları istila etmesiyle sonuçlanmıştı.

    Alman ordularının Balkanları istilasının hemen ardından Alman hükümeti Türkiye'ye bir saldırmazlık anlaşması önermiştir. Hitler, devrin Türk başbakanı İsmet İnönü'ye gönderdiği kişisel mektubunda, Alman ordularının Türk sınırlarına 85 km.den daha fazla yaklaşmayacağı garantisini kişisel olarak verdiğini belirtmektedir. Türk yönetiminin bu öneriyi kabul etmesi, Müttefiklerle ilişkilerini bir dar boğaza sürüklemiştir.

    18 Haziran 1941'de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941'de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türk hükümetine ilettiler.

    Bu notada, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Antlaşması gereği Türkiye'nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir.

    İzleyen yıllar, Müttefiklerin Türkiye'nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur.

    2 Ağustos 1944 tarihine kadar Türk yönetimi bu baskılara direnmiş, savaşın kaderinin belli olduğu tesbitiyle Müttefiklerle anlaşmaya yönelmiştir. Almanya ile ve hemen ardından Japonya ile tüm diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesme kararı alan Türk yönetimi, Müttefik liderleri Şubat 1945’te toplanan Yalta Konferansı’nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, 23 Şubat 1945'te Almanya’ya savaş ilan etmiştir.

    Kuşkusuz göstermelik bir karardır bu, Almanya yenilmiştir ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir çatışmaya girmesini gerektiren bir durum yoktur

  • 19 mayıs 1919

    19.05.2007 - 16:13

    Mustafa Kemal İstanbul'da yaptığı görüşmelerden ve yönetimdekilerin
    genel tavrından dolayı kuruluşun Anadolu'ya geçip halkı teşkilatlandırmak ile gerçekleşeceğinin inancındaydı. Bundan dolayı da
    Anadolu'ya geçmek için fırsat kolluyordu. Bu sırada İngilizler Samsun yöresinde asayişin sağlanması gerektiğini, Rumlara Müslümanların baskı yaptığını ve bazı subayların asker ve silahlarıyla dağa çıktığını bunlara engel olunamazsa Mondros Ateşkes antlaşmasının 7.maddesi gereği bölgeyi işgal edeceklerini İstanbul'a bildirdiler. İstanbul Hükümeti
    bunun üzerine bölgeye bir müfettiş göndermeyi uygun buldu. Bu görev içinde Mustafa Kemal uygun bulundu.

    19 Mayıs 1919 tarihinde 9, ordu müfettişi olarak Samsun'a çıkan Musatafa Kemal'in görevleri şunlardı:

    - Samsun ve çevresinde asayişi sağlamak
    - Milli cemiyetleri etkisiz hale getirmek
    - Askeri birlikleri terhis etmek, İstanbul'u durumdan haberdar etmek
    - Halktan silah ve cephaneyi toplamak

    (Mustafa Kemal İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu'ya Mondros Ateşkes Antlaşması'nın gereklerini yerine getirmesi için gönderilmiştir.
    Ancak Mustafa Kemal, kendisine verilen sivil ve askeri görevlilerede emredebilme yetkisini yani 9. Ordu Müfettişi sıfatını ' ulusun çıkarları ' için kullanmıştır.

  • 12 eylül

    15.05.2007 - 19:37

    12 Eylül Darbesi veya 1980 Darbesi, Türkiye'de, Türk Silahlı Kuvvetleri'in 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale.

    27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi.

    Bu müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1960 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir baskı dönemi başladı.

    Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları tarafından oluşturulan askeri cunta Milli Güvenlik Konseyi adı altında 1983 genel seçimine kadar Türkiye'ye ilişkin tüm kritik kararları aldı.

    Darbe ardından geçen 3 yıl içerisinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve cuntanın belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, 1982 yılındaki halk oylamasında, yüzde 92'lik 'Evet' oyu ile büyük farkla kabul edildi. Halk oylamasında 'Hayır' oyu kullananları sandık başında baskı altında tutmak için rengi dışardan görünen oy pusulaları kullandırıldığı iddia edildi ama bu, Anayasa'nın çok büyük çoğunlukla kabul edilmesini açıklayan tek neden değildi. Anayasa'nın kabulünün bir başka önemli etkeni olarak, ihtilal öncesi iç savaş ortamı nedeni ile vatandaşların kendi hayatlarından endişe etmesi de ifade edilir.[1]

    12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye'de halkın önemli bölümü tarafından, siyasi ve ekonomik sorunların hiçbirine çözüm bulamayan iflas etmiş parlamenter rejimin 'haklı' alternatifi olarak görüldü. Bu nedenle, darbeye bir direniş olmadığı gibi, büyük çoğunluk, darbe liderlerini, ülkenin yeni liderleri olarak kısa sürede benimsedi.

    Aynı halk oylamasında, Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçildi. Kabul edilen Anayasa'da, cunta üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, seçimlerle iktidara gelen hiçbir hükümet tarafından kaldırılmadı ve 12 Eylül liderlerinin dokunulmazlığı sürdü.

    12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin birçok tur ardından Cumhurbaşkanı'nı seçememesi ve 6 Eylül günü Konya'da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şerîat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği yürüyüş gösterildi.

    Ülkede tırmandırılan sağ - sol ve alevi - sünni gerginliği bireysel ve kitlesel siyasi cinayetleri besledi. 12 Eylül 1980 öncesinde sağ ve sol siyasi hareketin önde gelen temsilcileri cinayetlere kurban gitti. Doç. Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Gün Sazak, Nihat Erim ve tanınmış birçok kişi sağ ve sol gruplara mensup militanlar tarafından öldürüldü. Darbe öncesinde siyasi cinayetlerin sayısı her gün 30'a yaklaşıyordu.

    12 Eylül 1980'e gelindiğinde 19 ilde sıkıyönetim uygulanıyordu.

    Ülkede, yönetemeyen hükûmet, karar alamayan Meclis ve ardı arkası kesilmeyen siyasi cinayetlerin yol açtığı yılgınlık havası, 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel'in '70 sente muhtacız' sözü ile özetlenen işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları ile yoğunlaştı.

    Darbe ardından, siyasi cinayetlerin çok kısa sürede sona ermesi, güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini darbe öncesinde neden önlemediği / önleyemediği sorularını da beraberinde getirdi. Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a 'bizim çocuklar işi bitirdi' anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu da tartışmalara açtı.

    Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusu'nda başlatılan ayrılıkçı silahlı hareket, 12 Eylül yönetiminin getirdiği Kürtçe konuşma yasağı ile güçlendirildi ve gerekçelendirildi. Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere bölge cezaevlerindeki kötü muamele, 1983 seçimlerinden sonra yoğunlaşacak Kürdistan İşçi Partisi (PKK) adına terör eylemlerini gerçekleştirenlerin gerekçelerinden biri oldu. Bu cezaevlerinde tutulan PKK militanlarının önemli bölümü, daha sonra, PKK yöneticileri arasında yer aldı.

    12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturdu, siyasi gelenekler geçici de olsa alt-üst edildi.

    6 Kasım 1983 genel seçimine, kapatılan eski siyasi partilerin hiçbiri katılamadı; 1982 yılında hazırlattığı Anayasa'yı onaylayarak cuntayı destekleyen seçmen, cuntanın işaret ettiği emekli Orgeneral Turgut Sunalp liderliğindeki Milliyetçi Demokrasi Partisi yerine Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi'ni Türkiye'yi yönetmek üzere seçti. Daha sonra, siyasi yasakların kalkması ile eski liderler ve eski kadrolar, yeni partiler ile seçimlere katıldı.

    1983 yılındaki genel seçimde Turgut Özal'ın Başbakan olması ile Türkiye ekonomisinin küresel entegrasyonu başladı. Bu anlamda, tasarlamadan da olsa, 12 Eylül cuntası, içe dönük kapalı bir ekonomiye sahip olan Türkiye'yi olumlu ve olumsuz tüm yönleri ile küresel ekonominin bir parçası haline getiren gelişmeleri tetikledi.

    İlk kez Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül Saat:04.00 (1984) adlı kitabında ortaya atılan, 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'in askeri müdahaleyi haber alırken haberi ulaştıran diplomatın your boys have done it - seninkiler yaptı/bizim çocuklar işi bitirdi - anlamındaki konuşması, 12 Eylül Darbesi içinde ABD'nin rolü konusunda tartışmalara neden olmuştur. Henze'den sonra Ankara’daki çocuklar başardı şeklindeki mesaj Başkan Jimmy Carter’a iletilmiştir. Paul Henze 2003 yılında bir Türk gazetesine verdiği demeçte Bizim çocuklar işi başardı sözlerinin Mehmet Ali Birand'ın uydurması olduğunu belirtmiş, ancak kısa bir süre sonra Birand 1997'de Henze ile yaptığı görüşmenin sesli ve görüntülü kayıtlarını yayınlayarak Henze'i yalanlamıştır.

    12 Eylül'ün sonuçları [değiştir]650.000 kişi göz altına alındı.
    1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
    Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
    7 bin kişi için idam cezası istendi.
    517 kişiye idam cezası verildi.
    Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı) .
    İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
    71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
    98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
    388 bin kişiye pasaport verilmedi.
    30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
    14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
    30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
    300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
    171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
    937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
    23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
    3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
    400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
    Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
    31 gazeteci cezaevine girdi.
    300 gazeteci saldırıya uğradı.
    3 gazeteci silahla öldürüldü.
    Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
    13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
    39 ton gazete ve dergi imha edildi.
    Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
    144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
    14 kişi açlık grevinde öldü.
    16 kişi kaçarken vuruldu.
    95 kişi çatışmada öldü.
    73 kişiye doğal ölüm raporu verildi.
    43 kişinin intihar ettiği bildirildi.

  • 28 şubat

    13.05.2007 - 17:12

    12 Eylül Darbesi sonucu ortaya çıkan siyasetin etkisiyle 1980 ve 1990'larda sağ partiler giderek güçlenmiş ve bunun sonucu olarak Refah Partisi 1995 genel seçimlerinde siyasette güçlü duruma gelmiştir. 1996 yılında, seçimlerin ardından kurulan DYP - ANAP hükümeti kısa sürede dağılmıştır. Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan RP ile DYP arasında kurulan 54.hükümet, 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başarmıştır.

    28 Şubat 1997 Cuma günü yapılan MGK Toplantısı'nda radikal dinci faaliyetlere ilişkin bir MİT raporu ele alınmıştır. Bu rapordan yola çıkarak alınan kararlar için bir çeşit 'sivil muhtıra' yorumu yapılmıştır. Türk siyaset tarihine 28 Şubat Kararları olarak geçen kararlar Türk siyasi tarihinde önemli değişikliklere neden olmuştur.

    Olaylar [değiştir]Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) 28 Şubat kararlarının ardından gelişen olaylar şöyledir:

    Başbakan Necmettin Erbakan'ın 'havada yakıt ikmali' olarak tanımladığı başbakanlık görevini hükümet ortağı DYP genel başkanı Tansu Çiller'e vermek amacıyla 18 Haziran 1997'de istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sundu. Ancak Demirel, hükümet ortaklarının arasındaki protokolü dikkate almayarak hükümeti kurma görevini ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. 12 Temmuz'da Mesut Yılmaz başkanğında ANAP - DSP - MHP arasında kurulan 55. hükümet TBMM'den güvenoyu aldı.

    MGK'nun 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dahil Meslek Liselerinin ortaokul bölümleri kapatıldı.

    21 Mayıs 1997'de Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'ın, Anayasa Mahkemesi'nde Refah Partisi için açtığı kapatma davasının 1 yıl sonra sonuçlandı. 17 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi'ni, 'laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri saptandığından' içerikli gerekçeyle kapatılmasına karar verdi. RP'nin mallarının Hazine'ye devredilmesi de kararlaştırıldı. Necmettin Erbakan ve 6 partilinin beş yıl süreyle parti üyeliği yapması yasaklandı.

    1998 Kasım ayında eski RP'li İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürüldü.

    Yeraltı irticai faaliyette bulunduğu iddiasıyla Aczimendi grubunun lideri Müslüm Gündüz 1997'de IBDA-C örgütünün lideri Salih Mirzabeyoğlu'da 1998'in son günlerinde İstanbul'da yakalandı. Daha sonra Başbakanlık Takip Kurulu ve Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarından hazırlanan rapora göre, güvenlik ve istihbarat birimleri, 1997'de 2 bin 956 kişiyi, 1998'de ise 4 bin 420 kişiyi 'irticai faaliyetlere katıldıkları' gerekçesiyle gözaltına aldı.

    28 Şubat süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı yerine iki ismin; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'ın adları daha çok ön plana çıktı. 2001 yılında bir televizyon programın katılan döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat süreci'ni 'post-modern bir darbe' olarak tanımlayan bazı yazarları haklı bulduğunu söyledi.

  • atom bombası

    13.05.2007 - 17:10

    Fizyon tipi çekirdek tepkimesine dayalı atom bombalarında yüksek zenginlikte (saflıkta) Uranyum (235U) veya Plütonyum (239Pu) kullanılılır. Günümüzde üretilen bombalar daha çok plütonyum içeriklidir. Bu yüksek zenginlikte malzeme, zenginleştirme tesislerinden ya da nükleer reaktörlerden elde edilmektedir.

    Zincirleme çekirdek tepkimesinin gerçekleşmesi için, ortamın kritik adı verilen seviyede ya da üstünde olması gerekmektedir. Bunun sağlanması için gereken belli miktarda kütle ve bu kütlenin de belli bir hacimde olmasıdır. Bu gereken en az kütleye kritik kütle, hacime de kritik hacim denir. Atom bombalarına kritik kütle sağlanacak miktarda malzeme konur fakat bu malzeme öyle bir dağınık yerleştirilir ki, kritik hacim şartı sağlanamaz ve bu sayede bomba beklerken ya da taşınırken tamamen güvenli bir şekilde durur.

    Atom bombasında patlamanın gerçekleşmesi için nükleer malzeme dışında iki ayrı önemli bölüm daha vardır. Bunlardan biri tetiklemeyi yapacak olan fünye diyebileceğimiz parçadır. Genelde dinamit kullanılır. Bombanın patlaması için bu az miktardaki dinamit ilk olarak patlar ve patlamanın etkisi ile dağınık nükleer malzeme bir ayara gelerek kritik hacme ulaşır. İkincisi ise nötron kaynağıdır. Artık kritik kütlede ve hacimde olan malzemede zincirleme çekirdek tepkimesini bu nötron kaynağından çıkan nötronlar başlatır ve bundan sonrası kontrolsüz bir biçimde devam eder ve patlama gerçekleşir. 1945 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin attığı bombalar Japonya'yı neredeyse yok etmiştir.Termonükleer bombanın bulunmasından sonra atom bombası taktik silahı olmuştur

  • Halifelik

    13.05.2007 - 17:08

    Halifelerin Listesi :
    Dört Halife Dönemi: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali

    Emeviler Dönemi: Muaviye, Yezid, Muaviye, Mervan, Abdülmelik, Velid, Süleyman, Ömer, Yezid II, Hişam, Velid II, Yezid III, İbrahim, Mervan II

    Abbasiler Dönemi: Seffah, mansur, Mehdi, El Hadi, Er Reşid, El Emin, El Memun, El Mutasım, El Vasık, El Mütevekkil, El Muntasır, El Müstain, El Mutez, Muhtedi, Mutemid, Mutezid, Muktefi, Muktedir,Kahir, Razi, Müttaki, Müstekfi, Muti, Ettai, Kadir, Kaim, Muktedi, Mustazhir, Raşid, Muktefi, Müstencid, Müstezi, Naşir, Zahir, Mustansır, Mutasım

    Memluk Himayesi Dönemi:

    Osmanlı Dönemi: Yavuz Sultan Selim'den itibaren tüm padişahlar halife ünvanına sahiptir.II. Abdülhamid, V. Mehmet, Vahdettin, Abdülmecit

  • 1+1=?

    13.05.2007 - 16:54

    çok düşündüm ama bulamadım ya üçüncü kişi varsa

  • latin amerika

    13.05.2007 - 16:53

    Latin Amerika Latin dilleri konuşan Amerika Kıtası ülkelerine ve çevresine işaret eder. Diğer bir deyişle bu bölgenin Anglo-Amerikan ve Germen dilleri konuşan bölgeler ile zıtlık oluşturduğu da söylenir.

    Latin Amerika tanımı üzerinde kesin bir mutabakat olduğu söylenemez. Çeşitli disiplinler ve araştırmacılar bölgenin tanımını farklı yapmışlardır. Uluslararası ilişkiler açısından daha çok bağımsız ülkeler ele alınmıştır. Bazı araştırmacılara göre ABD'nin güneyindeki tüm ülkeler Latin Amerika'dır. Bu durumda Fransızca, İspanyolca, Portekizce ve İngilizce konuşan tüm Karayip, Orta ve Güney Amerika ülkeler bu sınıflandırmada değerlendirilebilir.

    Coğrafi olarak bölge 20 temel ülkeden oluşur. Küçük devletlerin de eklenmesiyle sayı 32'ye kadar çıkar.

    Latin Amerika Ülkeleri

    Antigua ve Barbuda
    Arjantin
    Bahamalar
    Barbados
    Belize
    Bolivya
    Brezilya
    Kolombiya
    Kosta Rika
    Küba
    Dominik
    Dominik Cumhuriyeti
    Ekvador
    El Salvador
    Granada
    Guatemala
    Guyana
    Haiti
    Honduras
    Jamaika
    Meksika
    Nikaragua
    Panama
    Paraguay
    Peru
    Saint Kitts ve Nevis
    Saint Lucia
    Saint Vincent ve Grenadineler
    Surinam
    Şili
    Trinidad ve Tobago
    Uruguay
    Venezuella.
    Latin Amerika ülkeleri arasında çok sayıda birlşme çabası da olmuştur. Avrupa Birliği örneğinden ilham olan bu çabaların çok başarılı olduğunu söyleyebilmek zordur.

  • osmanlı padişahları

    13.05.2007 - 16:48

    Osman Gazi (I. Osman) (1281–1326)
    Orhan Gazi (I. Orhan) (1326–1359)
    I. Murat (1359–1389)
    Yıldırım Bayezit (I. Bayezit) (1389–1402)
    Fetret devri (1402–1413)
    I. Mehmet (1413–1421)
    II. Murat (1421–1444) (1445–1451)
    Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet) (1444–1445, 1451–1481)
    II. Beyazıt (1481–1512)
    Yavuz Sultan Selim (I. Selim) (1512–1520)
    Kanuni Sultan Süleyman (I. Süleyman) (1520–1566)
    II. Selim (Sarı Selim) (1566–1574)
    III. Murat (1574–1595)
    III. Mehmet (1595–1603)
    I. Ahmet (1603–1617)
    I. Mustafa (1617–1618)
    Genç Osman (II. Osman) (1618–1622)
    I. Mustafa (1622–1623)
    IV. Murat (1623–1640)
    I. İbrahim (1640–1648)
    IV. Mehmet (1648–1687)
    II. Süleyman (1687–1691)
    II. Ahmet (1691–1695)
    II. Mustafa (1695–1703)
    III. Ahmet (1703–1730)
    I. Mahmut (1730–1754)
    III. Osman (1754–1757)
    III. Mustafa (1757–1774)
    I. Abdülhamit (1774–1789)
    III. Selim (1789–1808)
    IV. Mustafa (1808–1808)
    II.Mahmut (1808–1839)
    Abdülmecit (1839–1861)
    Abdülaziz (1861–1876)
    V. Murat (1876)
    II. Abdülhamit (1876–1909)
    V. Mehmet (Sultan Reşat) (1909–1918)
    Vahdettin (VI. Mehmet) (1918–1922)

  • sultan vahdettin

    13.05.2007 - 13:16

    VI. Mehmet (Vahidettin) , (d. 2 Şubat 1861, İstanbul – ö. 15 Mayıs 1926) . 36. ve son Osmanlı padişahıdır.

    Babası Sultan Abdülmecit, annesi Gülistu Kadın Efendi. Annesi o henüz çok küçükken vefat etti. Çocuk denecek yaşlarda hem öksüz, hem yetim kalan Mehmet Vahdettin, babası Sultan Abdülmecit'in kadınlarından Şayeste Kadın tarafından büyütüldü. Sultan Abdülaziz'in saltanatı sırasında henüz bir çocuk olduğu için serbest yetişti. Eğitim ve öğrenimi ile ağabeyi Sultan II. Abdülhamit henüz padişah değilken bile yakından ilgilendi. Sultan II. Abdülhamit, saltanat yıllarında da bu tutumunu değiştirmedi, ona hep değer verdi ve onu korudu. Bu yüzden ağabeyinin saltanat yıllarında rahat bir hayat yaşadı.

    Sultan Mehmet Reşat, padişah olduğu zaman, yaş bakımından Mehmet Vahidettin'den daha büyük olan Sultan Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzettin veliaht idi. Yusuf İzzettin'in ölümü üzerine veliahtlığa Mehmet Vahdettin getirildi. Veliaht olarak bulunduğu yıllarda, I. Dünya Savaşı çıktı. Savaş sırasında Osmanlı Devleti'nin veliahtı olarak Almanya'ya resmi bir gezi yaptı. Bu seyahatinde yanında Mustafa Kemal'de bulunudu. Sultan Mehmet Reşat'ın ölümü üzerine, Sultan VI. Mehmet Vahidettin sanı ile padişah oldu.

    4 yıllık bir saltanattan sonra Kurtuluş Savaşının kazanılması üzerine 17 Kasım 1922 tarihinde Türkiye'yi terketti. 15 Mayıs 1926 tarihinde San Remo'da kalp yetmezliğinden dolayı 65 yaşında vefat etti.

    Erkek çocukları: Mehmet Ertuğrul Efendi.
    Kiz çocukları: Rukiye Sultan, Sabiha Sultan, Fatma Ulviye Sultan

  • amele

    13.05.2007 - 13:11

    kutsal mesleklerden

  • what women want? / kadınlar ne ister?

    11.05.2007 - 22:00

    öhöööööööö ne istemez diye sorsan daha doğru olcak......

  • sinop

    10.05.2007 - 21:10

    tek kelimeyle______________ MÜKEMMEL

    işte benim kadar güzel memleketim.............

  • eskişehir

    10.05.2007 - 19:37

    okulu bol
    yolları zor
    ama kızları güzel:D:D

  • çocuklarla girilen komik diyaloglar

    10.05.2007 - 00:43

    80 yaşındaki dedem ve 10 yaşındaki 4 mayolu veledin (bkz: #9910254) akıl almaz maceraları

    veled yazlık evin bahçesinde anlamsız anlamsız yere bakarak gezinip otların sebzelerin arasına dalmış vaziyettedir
    dedem de 'ne yapıyo bu' maksatlı çocuğu gözlemler

    (80) - kolay gelsin hemşerim
    (10) - meraba..
    (80) - ne arıyosun orda? salatalıkları dün topladık. veriyim ye bi tane
    (10) - istemiyorum salatalık. kutsal canavarı arıyorum ben..
    (80) - orda yoktur o, biberlerin arasına bak...
    (10) - biberin orda olmaz. canavar ölüyor biberle temas edince
    (80) - nası diyosan.. fazla kalma güneşte
    (10) - bi' de biberlerin oraya bakıyım belki cesedi falan kalmıştır orda...
    (80) - heee iyi iiiiyiiyyiiii

  • fıkra

    10.05.2007 - 00:20

    Amerika'dan döner dönmez, elindeki kocaman bavulla Meclis kürsüsüne
    çıkan
    Kemal Derviş;
    - Bu bavulun içinde tam 14.3 milyar dolar var, demiş.
    Arkasından da sormuş:
    - Bu parayı nüfusumuza bölersek, kişi başına kaç dolar düşer?
    Milletvekilinin biri, derhal ayağa kalkarak cevap vermiş
    - 26 milyon dolar...
    - Ama 14.3 milyarı,70 milyona böldüğümüzde 26 milyon çıkmaz ki...
    - Ben, 70 milyona bölmedim ki...
    - Kaça böldün?
    - 550'ye! ..

  • fıkra

    10.05.2007 - 00:05

    bir gün hastahane müdürü 2 deliyi çıkartmaya karar verir. delileri çağırırlar son bikez test etmek için bi kavonaza zeytin bi kavonazada hamam böceği koymuşlar. delilere:
    bunları yiyin demişler.
    1. deli zeytinleri göstererek bunları yiyelim demiş.
    2. deli salak bunlar kaçıyor önce bunları yiyelim nasılsa onlar yerinde duruyor sonra onları yeriz demiş :D:D

  • fıkra

    09.05.2007 - 23:53

    98 dünyakupasını FRANSA milli takımının kanzandığını gören Fatih Terim hemen ilk uçakla fransaya fransanın hocasından taktik almaya gider.Fatih hoca,fransanın hocasına
    'ya hocam sız nasıl şampiyon oldunuz özel bir yöntem mi kullanıyosunuz' der. Bunun üzerine fransa milli takımını hocası
    'Yo hayır.Ben sadece futbolcularıma zeka testi uyguluyorum.Bakın' der ve Fransa milli takımında forma giyen Zidane ı yanına çağırır ve şöyle der 'Zidane senin ananın babanın çocuğu ama kardeşin değil, kim bu? ' der.
    Zidane da 'Benim, hocam'der.
    Fatih Terim de aynı şeyi kendi futbolcularında uygalaya karar verir ve Istanbula geri dönüp Hakan Şükürü yanına çağırır ve
    'Hakan senin ananın babanın oğlu ama kardeşin değil,kim bu? ' der, Hakan da
    'Hihi bi dakka hocam gidip bi Hagi ye sorayım hihi' der. Hagi ye gidip
    'Hagi senin ananın babanın oğlu ama kardeşin deil,Kim bu? ' der Hagi de
    'benim tabiki' der. Bunun üzerine Hakan şükür Fatih hocaya döner ve 'Hagiymiş hocam' der..
    Fatih terimde'Saçmalama oglum ne hagi si.. Zidane' der..

  • enteresan diyaloglar

    08.05.2007 - 20:29

    _bizim padişahımız he man'i döver mi?
    _döver tabi
    _nasıl dövecek ki? o çok güçlü
    _allah yardım eder
    _allah he man'e yardım etmez mi?
    _tövbe tövbeeeeeee

  • enteresan diyaloglar

    08.05.2007 - 20:26

    a-bak seni bu camiden aldık.
    k-aaa..
    a-yaramazlık yaparsan geri bırakırım bak.
    k-tamam yapmam ama niye hiç bebek yok? ?
    a-erkende almışlar.bir gün biz de erkenden gelir alırız.

    o sırada ezan okunur.

    k-anne bak hoca alınan çocukları geri çağrıyor.
    a-heheh

  • enteresan diyaloglar

    08.05.2007 - 20:11

    moron çocukla iletişim.

    +akşamları sütünü içiyomusun sen?
    -hı?
    +akşamları sütünü içiyomusun?
    -hı?
    +annnen süt veriyomu uyumadan önce?
    -.....hı?
    +sütü seviyomusun?
    -ahaoeaa.
    +sen ne salak şeysin ya!
    -hı?
    +defol git bi ya
    -sen defol!

  • MANTIK DIŞI YARATIK

    07.05.2007 - 20:23

    Arto ile fatih ürek

  • nebi

    06.05.2007 - 21:05

    Peygamber

Toplam 23 mesaj bulundu