Seu Kuyt Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloj ...

  • gassal

    01.05.2003 - 15:47

    Ölü bedenleri yıkayan zat-ı muhteremdir.

  • nalıncı baba

    01.05.2003 - 15:25

    Sultan Murat Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam sivayuş paşa sorar
    -Hayrola efendim canınızı sıkan bir şey mi var?
    -Akşam garip bir rüya gördüm.
    -Hayırdır inşallah.
    -Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
    -Nasıl yani?
    -Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
    Ve iki molla kılıgında çıkarlar yola.
    Görünen o ki padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir.
    Seri ve kararlı adımlarla Beyazıt a çıkar döner Vefa ya Zeyrekten aşağılara sallanır.
    Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır.
    İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar.
    Sorarlar ‘kimdir bu? Ahali
    Aman hocam hiç bulaşma derler Ayyaşın meyhuşun biri işte!
    -Nerden biliyorsunuz?
    -Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
    Bir başkası tafsilata girer
    Biliyor musunuz? Der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalın hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine. Hele yaşlını biri çok öfkelidir. İsterseniz komşulara sorun der.
    Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?
    Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser
    -Nereye?
    -Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
    -Millet bu çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, öyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlasak gerek.
    -İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
    -Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
    -Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
    -Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
    -Aman efendim, nasıl kaldırırız?
    -Basbayağı kaldırırız işte.
    -Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini...
    -Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
    -Şurada bir mahalle mescidi var ama...
    -Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
    -Ne bilim Ayasofya dan Sülaymaniye den, en azından Fatih camiinden.
    -Ayasofya ile Sülaymaniye de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim.
    Ve gelirler camiiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur. padişah bakir kazanları vurur ocağa. usulü erkanınca bir güzel yıkarlar kinaaş ayan beyan güzelleşir sanki. bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır. sulatım der.
    yanlış yapıyoruz galiba
    -Nasıl yani?
    -Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır belki yetimleri?
    -Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
    Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
    Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
    Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker ellerini yumruk yapar. Şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından.
    Biliyormusun oğlum? diye dertli dertli söylenir.
    ! Bizim efendi bir alemdi vesselam.
    Akşamlara kadar nalın yapar.
    Ama birinin elinde şarap şisesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı.
    Sonra getirip dökerdi helaya.
    -Niye?
    -Ümmeti Muhammed içmesin diye.
    -Hayret
    -Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım derdi. öyleyse şimdi dinleseniz gerek’ o çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal. Hüccetül islam okurdum.
    -Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
    -milletin ne sandığı umrumda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi. tekbir alırken Kabe yi görmeli.
    -öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
    -İşte bu yüzden nişanca ya, sofular a uzanırdı ya. Hatta bir gün, ,
    Bakasın efendi dedim!
    sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
    -doğru öyle ya?
    -kimseye zahmetim olmasın deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu? dedim. seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
    -Peki o ne dedi?
    -Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun’ dedi. ‘Hem padişahın işi ne?
    Allahü tealanın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalp ile boyun büker ümmeti Muhammed e, halifeyi müslimine dua ederler. samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti göz yaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.

    İşte nalıncı baba o adsız sansız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendi dir. Bergama' lıdır.1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi unkapanında, cibali tütün fabrikasının arkasında, Haraçzade camii karşısındadır.

  • bingöl depremi

    01.05.2003 - 15:09

    13: 50 Depremde ölü sayısının 83, yaralı sayısının 437 olduğu açıklandı

    Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Müsteşar Vekili Sabri Erbakan, Bingöl'de meydana gelen depremde şu an itibarıyle ölü sayısının 83, yaralı sayısının da 437 olarak belirlendiğini bildirdi.

  • dünya malı

    01.05.2003 - 15:09

    Ey dunya malı bırak beni!

    Ey dunya malı bırak nefsimi!

    Ey dunya malı karartma kalbimi!

    Ey dunya malı baştan çıkartma beni!

    Ey dunya malı hırsıma hırs ekletme bana!

    Ey dunya malı çek maddi olan kurumuş ellerini üzerimden, çek ki ben de kendim olma yolunda yuruyeyim; yuruyeyim ki aza kanaat etmesini öğreneyim ve kalbim ferahlasın, ferahlayan kalbim ruhumu ağartsın, ağaran ruhum beni senin maddi kollarından hur kılsın...

  • hallac-ı mansur

    01.05.2003 - 14:52

    Hallacı Mansur

    Hallacı Mansur’un esas adı Ebu Abdullah Hüseyin b. Mansur el Beyzavi el Hallac’tır. Hallacı Mansur bu uzun ismine rağmen daha çok Mansur el-Hallac diye anılır. Alevi Bektaşi literatüründe ise Hallacı Mansur olarak anılır.

    Hallacı Mansur Hicri 244 (Miladi 858) yılında Beyza yakınlarında bir kasaba olan Tur’da doğdu.922 de Muktedir’in buyruğu üzerine Bağdat’ta asılarak, uzuvları kesilerek iskence ile öldürüldü. Hallacı Mansur’un babası Müslüman, dedesi ise Mezdek inancındaydı. [i] Hallac-ı Mansur bazende Muhammed b. Ahmet el-Farisi adını da kulanıyordu.[ii] Hallac; Hüseyin b. Mansur’un lakabıdır. Mansur, Hallac lakabını baba mesleği olan yorgan yatak yünlerini, pamuklarını temizliyen, tarayan anlamında olan yorgancı ve hallaç mesleğinden dolayı almıştır. Yani Hallacı Masur’un babası yorgancılık yapıyordu. Bu nedenle de Hüseyin b. Mansur’a Hallac-ı Mansur olarak söylendi.

    Doç. Dr. Bedri Noyan dedebaba, Hallac-ı Mansur’un Hallac lakabını almasını şöyle anlatıyor.[iii] Hallac-ı Mansurun esas mesleği hallaçlık değildir. Birgün hallaçlık yapan bir dostunun dükkanına gider. “Ben senin işini görürüm, işin geri kalmaz.” diyerek onu bir yere yollar. Adam dönüşünde bakar ki bütün pamuklar atılmış. (Mansur, parmağının bir işareti ile o pamukları atmış.) Bunun üzerine kendisine Hallac takma adı verilmiş.”

    Hallac-ı Mansur’un çocukluğu Beyza’da geçti Beyza, İran coğrafyasında yer alır. Bu nedenle de Hallac’ın İran kültür ve inanç etkisinde olması gerekir. Hakbuki Hallac-ı Mansur’un düşünce yapısını incelendiğinde, İran inanç ve kültüründen fazlaca etkilemediği görülmektedir. Bunun aksine kendi yaşamından uzak olan Arap kültür ve inancı daha fazla ilgisini çekmiş ve kendisini fazlaca etkilemiştir. Bunu da çevresinin etkisi ile olsa gerek ki, henüz küçük yaşlarda olduğu halde Kur’ana ilgi duyuyor ve Kur’an derslerini almaya başlıyor. Hallac-ı Mansur küçük yaşlarda Kur’anı ezberlemiştir. Hallac-ı mansur’u ilginç kılan, ve sunni ulamayı şaşırtan ve hayretler içinde bırakan yanı ise çok küçük yaşlarda Kur’an hakkında yorumlar getirmesidir.

    Hallac-ı Mansur 16 yaşlarında devrin büyük süfi bilgini Sehl b. Adullah et-Tüsteri’den 2 yıl kadar ders aldı. Tüsteri’nin ölümü üzerine Basra’ya gitti. Hallac-ı Mansur burada ünlü süfi bilgin Amr b. Osman el Mekki’den 2 yıl kadar dersler aldı. Bu sırada hocası olan Amr b. Osman el Mekki’nin karşı çıkmasına rağmen Hallac-ı Mansur ünlü süfi bilginlerinden Ebu Yakup el-Akta’nın kızı Ümmü Hüseyin’le evlendi. Bu evlilikten Süleymen, Ahmet (Hamd) , ve Abdüsamed adında üç erkek, bir de bir kız çocuğu oldu.

    Hallac’ın bu evliliği süfilerin arasında ikilik yaratmıştı. Süfiler arasındaki bu kavga Hallac-ı Mansur’un Basra’yı terk etmesine sebep olmuştur. Hallac-ı Mansur tam Basra’yı terk etmek üzereyken Süfilerin önderi ve piri olarak anılan Cüneyd el-Bağdadi ile tanıştı. Var olan rahatsızlıkları, dedikoduları, bu nedenle duyduğu üzüntüyü kendisine anlattı. Cüneyd kendisine öğütlerde bulunarak sabırlı ve sükünetli olmasını istedi.

    Hallac-ı Mansur kendisine isnat edilen iftira ve dedikodulara daha fazla dayanmadığından Basra’dan ayrılarak Mekke’ye gitti. Mansur, Mekke’de nefsini terbiye ile ruhunun miracını gerçekleştirmek üzere Kabe’nin haremine kapanarak çile sürecine girdi.

  • hallac-ı mansur

    01.05.2003 - 14:51

    Hallac-ı Mansur’un Mekke’ye gelişini Ebu Yakup Neh-Recur-i şöyle anlatıyor:

    “ Mekke’ye ilk gelişinde Kabe’nin sahnında oturuyordu. Hallac, bu bir yıllık.ile süreci içinde oturduğu yerden sadece abdest almak ve tavaf etmek için ayrılmıştır. Ne güneşe aldırıyordu ne de yağmura. Her yatsı vakti yanına bir çörekle bir testi su konuyordu. Bir çöreğin dörtte biriyle bir kaç yudum su alıyor geri kalanı çeviriyordu.[iv]

    Hallac-ı Mansur’un bu perhiz-çile denemeleri o günün süfilerini şaşkına çeviriyordu. Aynı zamanda kendisine kızıyor ve alehinde dedikodular yapıyorlardı.Bu dedikoduları Şeyban şöyle naklediyor:

    “Öğle sıcağıydı. Bir taşın üstüne oturmuş duran bir genç ile karşılaştık. Hava çok sıcak ve bunaltıcı olduğundan alnında akan terler taşa dökülüyordu. Arkadaşım bu manzarayı görünce bana: “Haydi gidelim” diye işaret etti. Vadiye inince de şöyle dedi: “ Ömrümüz vefa ederse şu adamın başına neler geleceğini göreceğiz. Oturmuş Allah ile ahmakça sabır yarışı yapıyor. Allah ona, tahammül edemeyeceği bir bela mutlaka verecektir.” Daha sonra bu gencin, Hallac olduğunu öğrendik.

    Hallac-ı Mansur Mekke’de kaldığı süre zarfında Hac veya umre için gelen müslüman gruplarla sıkı ilişkiler içinde oldu. Onlara kendi düşüncelerini aktarıyor ve onları çeşitli konularda aydınlatıyordu. Özellikle de bu müslüman gruplar içinde Horasan ve civarında gelen insanlara daha yakınlık gösteriyor, onlara Kur’an yorumlarını yapıyor ve çeşitli bilgiler vererek onları aydınlatıyordu.

    Hallac-ı Mansur 271 (milladı 900) yılında Mekke’den tekrar Basra’ya döndü. Hallac; ruhsal alemde artık amacına ulaşmış, hayata, insana ve dine değişik perspektiflerden bakmaya başlamış ve kendisine yakışır bir biçimde konuşmaya başlamıştır. Hallac’ın bu durumunu sevgisini kazanananları çoğalttığı gibi, Sünni Ulamanın başını çektiği çevrelerin tepkilerini üzerine çekerek düşman cephesini de büyütmüştür.

    Tasavuf konusundaki yeni düşünceleri, etkili davranışları, konuşmaları nedeniyle gittiği yerde çevresinde büyük bir kalabalığın toplanmasına yol açan Hallac-ı Mansur’u değişik inançta ve mezhepte kimseler savunmuştur. Miladi 908 de baş gösteren Hanbeli ayaklanmasına katılmakla suçlanan Hallac-ı Mansur 913 tarihinde Sus’ta bir kadın saray polislerine “ Hallac denen bir adamın evini biliyorum. O eve her gece gizliden birileri geliyor ve çok sakıncalı şeyler konuşuyorlar” deyip şikayette bulundu. Bunun üzerine Hallac’ın baş düşmanı Ebul Hasan Ali b.Ahmet er-Rasimbi tarafından tutuklandı. Sekiz yıl tutuklu kaldıktan sonra Bağdat’a götürüldü. Maliki kadısı Ebu Ömer Hammadi’nin fetvası ve Abasi Halifesi Muktedir’in buyruğu üzerine 22 Mart 922 tarihinde Bağdat’ta idam edildi.

    Hallac-ı Mansur; idama getirilirken önce 1000 kamçı vurularak kamçılandı sonra., darağacında asılarak gövdesi param parça edildi. Halalc-ın gövdesinden kesilerek koparılan her bir parçası, her bir uzvu “Enel Hak” diyordu. Bu durumu gördükleri halde halen inanmak istemeyen bu caniler bu zulümle de yetinmeyerek, gövdesi param parça edilmiş Hallac-ı Mansur’u halka teşhir için tüm bağdat sokaklarında gezdirip ve halkı Hallac’ın kafasının kesilmesini seyre zorlanmıştır. Hallac’ın kafası gövdesinden koparıldığı zaman seyre zorlanan halkın gözü önünde Hallac-ı Mansur’un kesik başı “Enel Hakk” diye söylemiştir. Tüm bu olup bitenlere rağmen kafası kesilen Hallacı Mansur gövdesi yakılarak külleri suya serptirilmiş yine de nehrin suları “Enel Hakk “ diye bağırıp çağırmıştır. Suyun bu seslenişi Hallac’ın

    “Ben idam edilip, yakılacağım. Benim küllerimi nehire serptirecekler. Nehir bana yapılan zülme dayanamayacak ve “Enek Hakk”diye bağıracaktır. Sen o zaman benin abamı alıp getirip nehire atacaksın. Ancak o zaman sesler kesilecektir diye yardımcısına vasiyette bulunur. Hallac’ın bu vasiyeti yerine getirmek üzere Yardımcısı tarafından Hallacın abası suya atılmış, bölece nehirden gelen “Enel Hakk” nidaları son bulmuştu

  • hallac-ı mansur

    01.05.2003 - 14:44

    TAVAN ARASI - Bağdat... Bağdat...

    Bağdat hakkında bu güne kadar kaç yazı yazdım; bilmiyorum. Bağdat’a hiç gitmedim üstelik.

    Orası benim için yalnızca Ali Baba’nın, Sinbad’ın masallar diyarı yahut Harun Reşid’in, Halife Mansur’un başkenti değil, biraz da Tuğrul Bey’in, Timur’un, Celayir’in, Şah İsmail’in, Kanuni Süleyman’ın, Dördüncü Murat’ın kızıl elması, rüyası ve Genç Osman dediğin bir küçük uşağın gerçekleşen hayalleridir. Bağdat biraz da Türk–İslam medeniyetinin matematiği, tıbbı, astronomisi, kelamı, tasavvufu ve edebiyatı demektir.

    Bağdat, belki Hallac–ı Mansur da demektir. Darağacında işkencede iken “Öldürün beni, beni öldürün! ... Öldürün ki yaşayayım! ” diye çığlıklar atan, hayret makamında vecde gelip “Ene’l–Hak” diyen Hallac. Kimisine göre babasının mesleği dolayısıyla, kimisine göre de bir hallac (pamuk atımcısı) dostunun dükkanında oturmuş sohbet ettiği sırada dostunun bir yere gitmek zorunda kalması üzerine, işleri aksamasın deyip parmağıyla işaret ederek tezgahları işlemeye devam ettiren Mansur. Hani insanların gönüllerindeki sırları pamuk gibi attığı için de Hallac–ı Esrar diye çağrılan veli... Hakkında menakıp kitaplarının ve tarihlerin sitayişle bahsettikleri; tasavvufi fikirleri ve söyledikleri dolayısıyla yüzyıllarca tartışılan aşkın insan. Asıl adı Hüseyin olduğu halde –davasının zafere ulaştığından kinaye– Hallac–ı Mansur veya Nâsır’ın (Yardım eden Allah’ın) Mansuru diye çağırılan adam.

    Bağdat’ın bugünkü Babüttak semtinin döşeme taşlarına kulak verilse belki Hallac’ın sırtına vurulan kırbaçların şakırtıları duyulabilir, Dicle üzerindeki büyük köprünün kulesi üstünde iki gün bekletilen kesik başından damlayan kanların Dicle’yi taşırdığı hissedilebilir. Kesilen burnunun, parmaklarının, ellerinin, ayaklarının, kollarının ve bacaklarının siyasi baskı altındaki halkın yüreklerini nasıl çizik çizik ettiğini de ancak hakkında efsanelere ve menkıbelere bürünen bir haltercümesi verebilir.

    Hallac bir gün yanındakilere “Eğer Allah’ı tanımıyorsanız eserlerini tanıyınız. İşte o eser benim. Ben Hakk’ım. Çünki ebediyyen Hakk ile Hakk’ım.” demişti. Bu cümledeki Ben Hakk’ım (Ene’l–Hak) sözü birdenbire şehrin duvarlarını sarstı ve Mansur, Bağdat’ın Abbasiler ile Karmatiler arasındaki siyasi egemenlik savaşına feda edildi. Oysa bu cümledeki “Ene’l–Hak (Ben Hakkım) ” sözünün siyakı ve sibakı vardı ve belki de “Ben Hak’tanım” anlaşılmalıydı, yoksa Firavunun dediği gibi “Ben Tanrıyım” demek değil. Allah’ın aşkını çağındaki pek çok insandan daha çok içinde taşıyan bir insan, hak yerine batıllık iddiasında bulunacak ve “Ene’l–Bâtıl” diyecek değildi ya hoş! ... Nitekim “Ben bir gerçeğim ve batıl değilim! ” biçiminde yorumlanan bu söz, Bağdat’ta söylenen ne ilk, ne de son şathiyye olacaktı üstelik.

    Bugün Kuzey Afrika’dan Bengal ve Malay takımadalarına kadar İslam’ın olduğu her yerde folklorik de olsa Hallac’a ait bir saygı ve zengin bir kültür vardır. Louis Massignon’un tercüme ve bir ömür süren araştırmalarıyla da bütün Batı dünyasında tanınmıştır. Ama eğer Bağdat’ta yeniden bir savaş yaşanırsa belki onun türbesini artık hiç kimse ziyaret edemeyecektir. Çünki artık bir Hallac Türbesi de olmayacaktır.

    Tarıhın Dıpnotlari

    Rivayet ederler ki darağacında Hallac’ın ellerini ve ayaklarını kestikleri vakit akan kanlar ince bir sızıntı halinde Dicle’ye ulaşmış. Kanların yerdeki izlerine bakanlar Kelime–i Tevhid yazdığını okumuşlar ve kısa bir süre sonra Dicle’den Hallac’ın davasının esası olan “Lailahe illallah” sadaları duyulmaya başlamış. Hiç yağmur yağmadığı halde Dicle taşmış ve taşkının ulaştığı yerlerde bitkiler, ağaçlar, taş ve toprak da kelime–i tevhid söyler olmuş. Halk korkuya kapılmış ve taşkınların önü alınamamış. Nihayet Divan’ındaki bir beyitte, “Dicle taştığı vakit külümü savurun Dicle’ye... Ta ki sükunet ve huzur bulsun hayat! ” dediğini görmüşler. İdam cezasını verenler cesedini yakmak gibi bir uygulama öngörmüş olmamalarına rağmen bu beyit dolayısıyla cesedi yakılıp külleri Dicle’ye savrulmuş. Ancak o zaman Bağdat’ta hayat normale dönmüş. Günlerce halk hep buraya gelip onu anmışlar ve çoook sonraları burada onun adına makam kabilinden bir türbe inşa olunmuş.
    İskender Pala/ Zaman 06.02.2003

  • hallac-ı mansur

    01.05.2003 - 14:41

    Hüseyin Mansur... Bağdat... Mansur bir gün tanıdığı bir hallacın dükkanına uğrar. Mansur bir müddet sohbetten sonra, hallac arkadaşından rica da bulunur, arkadaşı kırmaz dükkanı ona emanet ede nasılsa kısa bir müddet içinde geri dönerim diye ayrılır. Ayrılır da iş pek rast gitmez, dönmek de dönemez bayağı gecikir. Darlanmasından dolayı biraz sitemli Mansur'a:
    - Hüseyin, senin işini halledeyim derken, kendi işimdende geri kaldım, müşterilere ne diyeceğim şimdi der?
    Mansur, gülümser, bunlar için mi üzülüyorsun der gibi parmağını henüz atılmamış pamuklara doğru uzatınca pamuklar tel tel olup bir tarafa, süprüntüsü, işe yaramazı bir tarafa ayrılır. Arkadaş hayret içinde kalır ve bunu kısa zamanda işitmeyen kalmaz. Ve Hallaç diye anılmaya başlar.

    ... Ve dün dünyayı ayağa kaldıran malum sada:
    -' Enelhak! ' Hak benim!
    Büyük bir sarsıntı. Hayret. Dehşet. İsyan ve itham:
    - Küfür.
    - Mansur, Hak O'dur de, Hak benim deme.
    - Bundan böyle onunla kimse konuşmasın..

    Zindanda... İdam fermanı... Halk akın akın ona koşmakta. Gene ölçüye sığmayan sözler.

    Halife, iki defa iki büyük zatı gönderir:
    - Sözünden dön, tövbe et, özür dile...
    Hallaç.
    - Sözü kim söylediyse, özürü de dilesin.

    Zindan... Her yerde Mansur'u aradılar. Yok. Ertesi gece ne zindan ne Mansur. Üçüncü gece herşey yerli yerinde... Sordular ve Mansur cevapladı:
    - İlk gece beni aradınız, bulamadınız, ondaydım... Ertesi gece ne ben vardım ne de zindan, O buradaydı... Ve her şeyin yeri yerinde olduğu gece, yerli yerine gelmesi gereken gece. Ta ki, O'nun kanunu korunsun, emri yerine gelsin.

    Her gün bin rekat namaz... Soru:
    - Hem 'Hak benim' diyorsun, hem bu kadar namaz kılıyorsun, söyle namazı kjimin için kılyorsun?
    Cebvap:
    - Birbirimizin kadrini yine biz biliriz. Peki sizi zindandan kurtarayım mı?
    - Nasıl olur?
    Elini kaldırır, parmak uçlarıyla işaret ettiği noktalarda kapılar, kapıların açıldığı yollarda da emin gizli yollar açılır, mahpusların ayaklarındaki zinzirler çözülür.
    Sorarlar:
    - Ya sen kendini niçin kurtarmıyorsun?
    - Biaz Allah'ın esiriyiz, kurtulmak istemeyiz.. Hakkın bize suçlaması vardır, bizi suçlandıran haktır, bize düşen cezamızı beklemektir.

    Mahşeri bir gün... Herkes orada... Mansur getiriliyor ve hala aynı nida:
    - ' Enelhak! ' Hak benim!
    Bir derviş yaklşır ve sorar:
    - Aşk nedir?
    - Bugün ve yarın görürüsün!
    O gün asıldı ve bir gün sonra yakıldı.

    Darağacında.... Mansura soruluyor:
    - Tasavvuf nedir?
    - En aşağı derecesi bende gözüken bu hal.
    - Ya ileri derecesi?
    - Onu görmeye yol gerek, o da sizde yok.

    Taşlar... Kan... Kasnlar içindeki Mansur... Ses yok.. Tebessüm... O esnada bir dost taş yerine bir gül atar. Bir inilti... Bir iniltiki yürekler titrer ve sorarlar:
    - Taş yağmuru altında inlemedinde bir güle karşı ne diye böyle inledin?
    - Taş atanlar, halden anlamazlarki attıkları taşlar bizi incitsin. Ama ya halden anlayanlar, değil taş gül atsalar dahi o gül incitir, inletir.
    Son sözleri:
    - Allahım; bana senin için bu işkenceyi reva görenlerden rahmetini esirgeme! Senin aşkın uğruna bana bu işkenceyi yapan ve canımdan ayıran bu kullarını affet affet. Aşkın hürmetine affet...

    Gece, küllerinin Dicle'ye döküldüğü günün gecesi... Bir derviş Dicle'ye ulaşmak için yürüyor... Mansur'un vasiyeti aklında:
    - Cesedimi yaktıktan sonra küllerim Dicle'ye dökülecek. Korkarım Dicle taşar, Bağdat'ı yutar. İstemem Bağdat'a bir şey olmasın... O gece hırkamı nehrin kenarına getir ve sulara at..

    Derviş acele acele yürüyor. Dizle kabarıyor kabarıyor.. Sular tam Bağdatı almak üzereyken, hırka sulara kavuşuyor....

  • çeçenistan

    01.05.2003 - 14:19

    ÇEÇENİSTAN MİLLİ MARŞI

    Gece kurt yavrularken, geldik dünyaya
    Sabah kükrerken arslan, ismimiz kondu.
    Lâilâheillâllah

    Kartal yuvalarında emzirdi analarımız
    Eyer üstünde savaşı öğretti babalarımız.
    Lâilâheillâllah

    Halk için, vatan için yetiştirdi analarımız
    Onlar tehlikede olduğunda yiğit kesildik.
    Lâilâheillâllah

    Dağların şahinleri gibi özgürce yetiştik
    Gururla çıktık zorluklardan, bozgunlardan
    Lâilâheillâllah

    Tunçtan dağlar kurşun gibi erisede
    Onursuz çıkmayız hayattan ve savaştan.
    Lâilâheillâllah

    Ey kara toprak her zerren çatlasada soğuktan
    Sana şerefsiz bir şekilde dönmeyeceğiz.
    Lâilâheillâllah

    Hiç bir zaman hiç kimseye pes etmedik biz
    Ya özgürlük, ya ölümdür seçeneğimiz.
    Lâilâheillâllah

    Yaralarımızı ağıtlarla sararken bacılarımız
    Maharetle canlanır değerli gözlerimiz.
    Lâilâheillâllah

    Açlık kıvrandırsa da kök yeriz
    Susuzluk bezdirsede taşların suyunu içeriz
    Lâilâheillâllah

    Gece kurt yavrularken geldik dünyaya
    Halka, vatana ve Allah'a bağlıyız biz
    Lâilâheillâllah

  • çeçenistan

    01.05.2003 - 14:13

    http: //www.ihh.org/e-kart/cecenistan.php

    Bu siteden ibret verici fotoğrafları görebilirsiniz.Müslümanlara neler yapıldığını...

  • felaket

    01.05.2003 - 14:07

    Afet.
    Belki bazıları için istenilmeyen, belki bazıları için bir imtihan vesilesi olarak görülen buyuk yıkım.
    Dayanışmanın hat safhaya çıktığı, paylaşımın ve yardıımın ön safhalarda gösterildiği buyuk yıkım.

  • bingöl depremi

    01.05.2003 - 13:39

    11.26
    Bingöl depreminde ölü sayısı 85'e, yaralı sayısı 437'ye yükseldi

    Bingöl'de meydana gelen depremin ardından şu ana kadar 85 kişinin öldüğü,437 kişinin de yaralandığı öğrenildi.

    Edinilen bilgiye göre, depremden sonra Devlet Hastanesi'ndeki ölü sayısının 40, hastaneye ulaşan yaralı sayısının ise 437 olduğu belirtildi.

    Depremde ayrıca Çimenli Köyü'nde 13, Çeltiksu Yatılı Bölge İlköğretim Okulu'nda 6, Ilıcalar Köyü'nde 2, kent merkezi ve çevre köylerde ise 24 kişinin öldüğü kaydedildi.

  • bingöl depremi

    01.05.2003 - 09:38

    06: 49 'Bingöl'deki artçılar 5'in üzerinde olabilir'

    Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Gülay Barborosoğlu, depremin ardından 5 büyüklüğünde artçı sarsıntıların olabileceğini belirterek, fazla hasarlı evlere girilmemesinin uygun olacağını söyledi.

    Barborosoğlu, Bingöl'ün kuzeydoğusunda büyüklüğü 6.4 olarak ölçülen depremin artçı sarsıntılarının bir süre devam edeceğini söyledi.

    06: 43 Bingöl Çimenli köyündü 13 kişi hayatını kaybetti

    Bingöl'de meydana gelen depremde, Sancak Beldesi'ne bağlı Çimenli Köyü'nde 13 kişinin öldüğü öğrenildi. Jandarma yetkililerinden edinilen bilgiye göre, Sancak Beldesi'ne bağlı Çimenli Köyü'nde 13 kişi öldü.

    Beldeye bağlı diğer köylerde ise şu ana kadar can kaybı bildirilmediği kaydedildi.

    06: 36 Yatılı okul'dan 50 öğrenci kurtarıldı

    Bingöl'deki depremde çöken Çeltiksuyu Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nun (YİBO) pansiyon bölümünde enkaz altında kalan öğrencilerden 50'sinin kurtarıldığı öğrenildi. Bingöl Vali Yardımcısı Hüseyin Öner, Çeltiksuyu YİBO'da kurtarma çalışmalarının askeri birliklerle birlikte yoğun bir şekilde sürdürüldüğünü, şu ana kadar 50 öğrencinin enkaz altından sağ olarak çıkarıldığını bildirdi.

    06: 31 Bingöl'de çöken yatılı okulun enkazının altında 100'ün üzerinde öğrencinin kaldığı öğrenildi

    Bingöl'deki depremde Çeltiksuyu Yatılı Bölge İlköğretim Okulu'nun pansiyon binası çöktü. Jandarma yetkililerinden alınan bilgiye göre, çöken Çeltiksuyu YİBO'nun pansiyon binasında 225 öğrencinin bulunduğu,100'ün üzerinde öğrencinin enkaz altında kalmış olabileceği kaydedildi.

    Enkaz altında kalan öğrencilerin kurtarılmasına çalışılıyor


    06: 29 Bingöl'deki deprem'de ilk belirlemelere göre 19 kişi öldü

    Bingöl'de meydana gelen depremin ardından, ilk belirlemelere göre,19 kişi öldü. Edinilen bilgiye göre, şehir merkezinde enkaz altında kalan 7 kişinin, Sancak Beldesi'nde de 9 kişinin öldüğü belirtildi. Göltepe Köyü'nde ise 3 kişinin hayatını kaybettiği öğrenildi.

    Devlet Hastanesi'ne başvuran yaralılar hastane bahçesinde tedavi ediliyor. Çok sayıda yaralının bulunduğu bildirildi. Bu arada depremde kamu binalarında da hasar meydana geldiği gözlendi.

  • bingöl depremi

    01.05.2003 - 09:35

    06: 00 'Yatılı bölge okulunda kurtarmak için ekipler yola çıktı'

    Bingöl Valisi Hüseyin Avni Coş, depremde çöken Çeltiksuyu Yatılı Bölge İlköğretim Okulu'ndaki öğrencileri kurtarmak için ekiplerin hareket ettiğini bildirdi.

    Coş, saat 03.27'de meydana gelen depremin ardından, kent merkezinde büyük panik yaşandığını belirterek, şehir merkezine elektrik verilemediğini ve dahili telefon şebekesinde de sorun bulunduğunu ifade etti.

    Devlet Hastanesi'nin bir kısmının da deprem sonrası tahrip olduğunu ifade eden Vali Coş, hastaların hastanenin diğer servislerine tahliye edildiğini ifade etti.

    Vali Coş, kent merkezine 12 kilometre uzaklıkta bulunan Çeltiksuyu Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nun çöktüğünü ifade ederek, burada enkaz altında kalma ihtimali bulunan öğrencileri kurtarmak için ekiplerin yola çıktığını kaydetti.

    Depremde ölen ve yaralananların sayısının şu anda tam olarak netlik kazanmadığını ifade eden Vali Coş, Bayındırlık Müdürlüğü Afet İşleri Müdürü'nün de çöken bir binada enkaz altında kaldığı yönünde duyum aldığını dile getirdi.

    Bu arada Bingöl'ün Sancak Belde Belediye Başkanı Fahrettin Çapan da, beldelerindeki Çimenli Mahallesi'nde 5-6 vatandaşın öldüğü bilgisinin kendilerine ulaştığını, Yeşiloba ve Karapınar Mahalleleri'nde ise birçok evin yıkıldığını kaydetti.


    05: 35 Bingöl'de deprem hasarı, doğan güneş ile daha belirginleşiyor

    Bingöl'de meydana gelen depremin ardından sabahın ilk ışıklarıyla birlikte çok sayıda binada hasar meydana geldiği görüldü.

    Şehir merkezinde 4 bina tamamen çökerken, Kültür Caddesi üzerinde Ateş Apartmanı'nın çökmesi sonucu enkaz altında kalanların kurtarma çalışmalarına askerler de katıldı. Binada çıkan yangın itfaiye ekiplerinin müdahalesi ile söndürülmeye çalışılıyor. Binanın altında çok sayıda kişinin olmasından endişe ediliyor. Aynı binada bir kişinin öldüğü öğrenildi.

    Şehir merkezine henüz elektrik verilemezken, Şişli Sokak ile Polisevi yakınında bulunan iki binanın da çöktüğü gözlendi.

    05: 24 'Bingöl depremi çok şiddetli'

    Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Sismoloji Laboratuvarı Şefi Dr. Doğan Kalafat, Bingöl'ün 15 kilometre kuzeydoğusunda meydana gelen depremin çok şiddetli olduğunu belirterek, 'şu ana kadar 22 artçı sarsıntı kaydedildi' dedi.

    Dr. Kalafat, Bingöl'ün 15 kilometre kuzey doğusunda saat 03.27'de meydana gelen depremin, çok şiddetli bir deprem olduğunu kaydetti.

    Depremin Doğu Anadolu Fay Hattı'nda oluştuğunu ifade eden Dr. Kalafat, 'Çok şiddetli bir deprem. Artçıları sürecek. Evlerinde büyük hasar oluşanların bir müddet evlerine girmemeleri uygun olur' dedi.

    Dr. Kalafat, bu depremin ardından bölgede şimdiye kadar 22 artçı sarsıntı meydana geldiğini, en büyük artçının da 3.8 büyüklüğünde olduğunu kaydetti.


    04: 57 Bingöl'de meydana gelen depremde 4 katlı bir bina çöktü,1 kişi öldü

    Bingöl'de meydana gelen depremde şehir merkezinde 16 daireli 4 katlı bir bina çöktü. Şehir merkezindeki 16 dairenin bulunduğu bir bina yıkıldı. Çok sayıda binada hasar meydana gelirken, vatandaşların sokaklarda panik içinde oldukları gözlendi.

    Kültür Caddesi üzerinde bir apartmanda meydana gelen çöküntünün altında kalan yaralı bir kişi ise vatandaşlar tarafından kurtarılmaya çalışılıyor. Aynı binada bir kişinin öldüğü öğrenildi.

    Bu arada depremin ardından vatandaşların araçları ile şehri terk etmeye çalıştıkları belirtildi.

  • bingöl depremi

    01.05.2003 - 09:34

    04.00 Bingöl'de 6,4 büyüklüğünde deprem

    Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi'nden aldığı bilgiye göre, saat 03.27'de merkez üssü Bingöl olan 6.4 büyüklüğünde bir deprem kaydedildi.

    Deprem sonrasında elektrik ve telefon hatları kesildi. Şehir merkezinde ağır ve orta hasarlı binaların olduğu bildirildi.

    Çeltiksuyu Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda da meydana gelen çökmeden dolayı can kaybının olmasından endişe ediliyor.

    Şu ana kadar devlet hastanesine 1'i ağır olmak üzere 10'un üzerinde yaralı getirildi.

    04.00Deprem Bingöl’ü vurdu, hasar büyük

    Merkez üssü Bingöl olan 6,4 büyüklüğündeki depremde onlarca bina yerle bir oldu.500’ün üzerinde öğrencinin kaldığı Çeltiksuyu Yatılı Bölge Okulu da enkaza döndü. Ölü ve yaralı sayısının artmasından endişe ediliyor. İlde elektirik ve telefon bağlantısı kesildi.

    Bingöl’de dün sabaha karşı meydana gelen depremde çok sayıda bina çökerken, ölü ve yaralı sayısının artmasından endişe ediliyor. Saat 03.27’de meydana gelen depremin 6,4 büyüklüğünde olduğu ve 30 saniye sürdüğü öğrenildi. Deprem, Erzurum, Muş, Van, Batman çevresinin yanı sıra Doğu Karadeniz’in bazı illerinde de hissedildi.

    Bingöl Valisi Avni Coş, depremde bazı binaların çöktüğünü ve kurtarma çalışmalarına başlandığını söyledi. Vali Çoş, Çeltiksuyu Yatılı Bölge Okulu’nun bir kısmının da çöktüğünü söyledi.500’den fazla öğrencinin kaldığı yurtta ölü sayısının çok yüksek olmasından korkuluyor. Depremden sonra Bingöl’de elektrik ve telefonlar kesilirken, yıkılan binalarda kurtarma çalışmaları vatandaşlar ve askerler tarafından yapılıyor. İlk belirlemelere göre 6 kişinin cesedine ulaşılırken çok sayıda yaralı hastanelere götürüldü, ambulanslar enkazların başında bekliyor. Şehir merkezinde 20’ye yakın bina yerle bir olurken, çok sayıda bina da yan yantı ya da büyük hasar gördü. Çevre ilçeler ve köylerde de büyük kayıp olmasından endişe ediliyor.

    Bingöl şehir merkezindeki Düzağaç mevkiinde bulunan 5 katlı bina da yerle bir oldu. Bingöl’ün sayılı müteahhitlerinden Yusuf Kokmaz’ın akrabaları için yaptırdığı binanın enkazından 3 kişi kurtarıldı. Şehir merkezinde yıkılan 16 dairelik bir binadan ise, bir kişi vatandaşlarca kurtarılırken,3 kişinin de cesedi çıkarıldı.

    Tarihinde şiddetli ikinci depremini yaşayan Bingöl, ilk şiddetli depremi 22 Mayıs 1971 yılında yaşamıştı ve bu depremde 878 kişi hayatını kaybetmişti.

    Depremin en çok hissedildiği Diyarbakır ve ilçelerinde can ve mal kaybı olmadığı öğrenilirken, polis vatandaşlara sakin olmaları konusunda uyarılar yaptı. Halk ise sokakta sabahladı. Erzurum’da da çok şiddetli hissedilen deprem halkı sokağa döktü. Sarsıntıdan korkan çok sayıda Erzurumlu geceyi dışarda geçirdi. Ana şokun ardından meydana gelen artçı depremlerden dolayı evlerine dönemeyen bazı vatandaşlar araçlarının içerisinde sabahlamayı tercih etti. Öte yandan deprem sebebiyle pencereden atlayan bir kişi Numune Hastanesi’nde ayakta tedavi edildikten sonra evine gönderildi.

    03: 48 Doğu Anadolu'da deprem...

    Doğu Anadolu bölgesinde Tunceli, Erzurum, Erzincan, Kayseri ve Diyarbakır illerinde hissedilen bir deprem meydana geldi. Sarsıntının şiddeti, can ve mal kaybı konusunda henüz bilgi alınamadı.

    Alınan ilk bilgilere göre Erzurum'da orta şiddette hissedilen deprem can veya mal kaybına yol açmadı. Erzurumlular deprem sonrasında sokaklara çıktı

  • allah (c.c)

    28.04.2003 - 12:32

    O nu anlamaya gucumun yetmediği ben; ama herşeyi anlamaya ve idrak etmeye gucu Yeten O

  • hz.muhammed

    26.04.2003 - 17:39

    Allah'ım Onu o kadar çok seviyorum ki, keşke onun ymacında olanlardan olsaydım; ne yapalım, elimizdekiler de yeter..

  • susam sokağı

    26.04.2003 - 17:33

    minik kuş

    yahsin abi

    kurabiye canavarı

    bakkal(ismini hatırlayamadım)

    minik kuşun oturduğu evdeki aile.

    sanırım manav da vardı...

    onları çok severdim, hem de çok

  • yalakalar

    26.04.2003 - 16:25

    yalakalığı ayırt etmek ya da ayırtt edememek..
    bir yazı okumuşrtum devlet dairelerinde çalışanların hediye almasıyle ilgili..yani ruşvet...peki diceksin ruşvetle yalakalığın ne alaksı var.yalakalık da duygu rüşveti...

    biri çok sevdiği birine öyle güzel sözler söyler ki insanalr bunu yalakalık mahiyetinde anlayabilir..halbuki o içtendir..
    buyuzdenbence yalakalık sıfatı yapıştırırken emin olmasak bile, emine yakın olmalıyız.

  • medinenin yolu

    25.04.2003 - 04:49

    Medine'nin yolu

    Sıcaklık her yeri kavuruyor, havada da herzamanki gibi bunaltıcı bir sıcak var.Kumların üzerinde ayak izleri var; ama hafif hafif esen ruzgar izleri silmeye başlamış..Çöl bu, yaşamak çok zordur onunla; ama ona bağlandığın zaman da ayrılmak o denli olanaksızdır..Bu izlere sahip olan çöle daha da sokulmak için mi yurumuştu; yoksa ondan bir an önce kaçmak için mi adım atmıştı bilinmez.Bilinen izlerin silindiğidir.Fakat ne bu izleri görüp bu lafları edenin, ne de o sıcak altında bu adımları atan adamın haberi vardır çölün bir ruhu ve bir hafızasının olduğundan.
    Çöl, üzerindeki her canlıyı tanır, üzerindeki her kum tanesinin ismini bilir, uzerinde gezen tum ayak izlerinin kimlere ait olduğundan haberi vardır...O herşeyi biliyordur.Rüzgar onun defterindeki yazıları silmek için esmez, o yalnız defterin sayfalarını çevirmek için eser. Belki o izlerin sahibi adamın şimdi suya ihtiyacı var, belki de bir ağacın dışı soğutucu; ama içini guvenle doldurucu sıcaklığına ihtiyacı var.
    Ve belki bu adam bunlara sahip olacak ve bunlar ona verildiği zaman, o da artık nihai kararını vermek zorunda kalacak; ya çöl sevdalısı olmaktan vazgeçecek ya da kumların altında kalmak, belki de ölmek pahasına da olsa, buranın bir aşığı olmayı sürdürecek.

    Medine'nin yolu bellidir, ayak izlerini takip et yeter..Zaten bunu yaparsan sadece kendi ayak izlerini görmeyceksin..

    'Duvar' da küçük kum taneciklerinin bir araya gelmesinde oluşur..Eger ki kum taneleri yerinden ayrılırsa, onları birleştirmeye gelen 'ara madde' kimi bir duvar haline getirecektir? Bu duvar için bir kum tanesi bile çok muhimdir.Belki de çölde bir duvar kurmak o kadar da zor değildir.
    Yalnız biraz zamana ve sabra ihtiyaç vardır belki.

  • mümeyyiz

    25.04.2003 - 03:55

    Yedi yaş ile buluğ çağı arasında bulunan çocuk.

    Çocuk yedi yaşından itibaren tam vücûb ehliyetini almıştır ve lehine ve aleyhine olan hak ve mükellefiyetlere sahibtir. Ancak bu devirde çocuğun aklı tam manâsıyla olgunlaşmadığı için eda ehliyeti eksiktir. İmanı ve yaptığı diğer bedenî ibadetler -eda ehliyeti noksan da olsa- sahihtir. Çünkü bunlar tamamen onun menfaatinedir. Ancak bunların mümeyyiz tarafından eda edilmeleri vacib değildir (Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, Bağdad 1405/1985, s.97) .

  • ayıp

    24.04.2003 - 05:37

    Bu kelimeyi duyunca ne o sayılan isimleri ne de başka birşeyi hatırlıyorum yalnız annem ve şu ikazı geliyor aklıma' Ayıp oğlum! Ayıp! '

    toplumun içindeyiz küçük ya da buyuk; etkileşim içindeyiz buyuk ya da kuçuk ve bazen aşılmaması gerekenler aşıyoruz, yapılmaması gerekenleri yapıyoruz...Yani annelerin dediği gibi' Ayıp evladım! Yaptığın çok ayıp, çok...'

  • ibret verici hikayeler

    24.04.2003 - 04:55

    Vasiyetname

    Öldükten sonra, yapılmasını ve yapılmamasını istediklerimi sizinle konuşmak isterdim. Ama bildiğim kadarıyla pek mümkün değil ve mümkünse de sanırım bu sizin için korkutucu bir deneyim olurdu.

    Dolayısıyla şimdiden vasiyetnamemi yazmak istedim. Mirasımı paylaşmak isteyenler için üzgünüm; bu vasiyet sadece cenaze törenimde yapılmasını istediklerimle ilgili. Öldükten sonra kütüphanemdeki kitaplarımı kendi kütüphanelerine götürmek isteyen ve beni çok seven dostlarım var biliyorum. Ne dostlar ama, öldükten sonra kitaplarını alsak dediler kaç defa. İnanmazsınız, yine de dostlarımın içinde en çok sevdiklerim onlar…

    Lafı çok uzattık, gelelim vasiyetime. Ne istiyorum? Cenaze törenimde eş dost, tanıdık akraba kim gelirse (tabii gelen olursa! ! !) , lütfen birbirlerine son zamanlarda ne tür değişiklikler olduğunu sorsun. “Annen nasıl, baban nasıl, çocuklar nasıl, işler nasıl, okul nasıl, gelin nasıl, damat nasıl” ve akıllarına gelen diğer tüm “nasıl”ları sorsunlar. Şehir yaşamında insanlar, dostlar, tanıdıklar, akrabalar pek bir araya gelemiyorlar, düğünler, cenazeler vesile oluyor böyle şeylere. Onun için bir araya geldiklerinde böyle şeyler sormaları normaldir. Bu isteklerimden birincisiydi. Eğer derseniz, “zaten herkes böyle yapıyor, ” ben de derim ki, “evet, ama bir vicdan azabıyla yapıyor.” Ölü orda yatıyor, yas günü filan, sen kalkmış bilmem kimin kaynanasının sağlığını soruyorsun. Bir yakınındaki -akıl bu ya çağrışım yapıyor- kaynanalarla ilgili bir fıkra anlatıyor, dayanamıyor gülmekten patlamak istiyorsun, ama suçluluk duygusu ve mahcubiyet içinde, anlık bir şekilde sırıtıyorsun. Şimdi ben istiyorum ki, cenazeme katılanlar vicdan azabı çekmeden konuşsunlar, gülüşsünler. Zaten yapıyorlar, hani ben istiyorum ki, bu yasal olsun. Allah dostlara, aile büyüklerine uzun ömür versin, ben de gidiyorum cenazelere ve aynı duruma düşüyorum. Eşi dostu görüyorum, hatır soruyorum. Bazen yaramazlık yapıp ölen kişiyle ilgili çok komik bir anı anlatıyorum. Sonra herkes gülecek ama gülemiyor; tatlı bir tebessüme bir an bürünüyor ve bunu telafi etmek için ardından daha uzun süren asık suratlı bir sessizliğe giriyor. Tam sahtekarlık anlayacağınız. “Çok güleceğim geldi, ama yastayım.” İşte bunu cenazemde istemiyorum.

    Gelelim, ikinci isteğime. Bu biraz yük gelebilir size ama ne yapalım, adamın vasiyeti, geride kalanlara görevdir. Hani hoca, bir ara cemaate sorar ya, “merhumu nasıl bilirdiniz? ” İşte bu soruya “iyi bilirdik” demeyin. Gerçi bazıları, cenazeye “iyi bilirdik” demek için gidiyor, ama artık her hoca da sormuyor bu soruyu, o zaman “iyi bilirdik”ler ağzın içinde kalıyor. Peki ne istiyorum? İstediğim şu hocayla konuşun / konuş (elbette cenazeme gelen bir kişi olursa, bakarsın o da nasip olmaz. Bilemez insan nasıl öleceğini bakarsın bir dostun kalmaz, bakarsın bir atom bombası düşmüştür, mezarın bilinmez. Peki ne istiyorum, normal bir cenaze töreni nasip olursa, biri hocadan önceden izin alsın, desin ki, çıkıp iki dakika bu adamla ilgili onu gerçekten iyi yapan / ondan öğrendiğimiz / onu sevmemize yol açan bir şeyi anlatacağız. Diyelim ki, “Zarifti, her sabah eşine günaydın derdi.” Ya da diyelim ki, “Hep sözünü tutardı; bazen geç olurdu, bir hafta, iki hafta… bazen bir yıl… ama sonunda hep sözünü yerine getirirdi.” Ya da “Çok iyi kadayıf yapardı, ama bol cevizli kısmını hep kendine saklardı.” Bunlar latife ile karışık gerçek isteklerim. Yani istediğim şey, cenazemde çok uzun değil, en az iki, en fazla yine iki dakika, mümkünse insanın yüzünü gülümseten iki hoş sözle anılmak. Derseniz ki, yahu sen öyle bir adamsın senin için bulamayız iki çift güzel söz, o zaman deyin ki “Çok bonkördü, söylenilecek bütün güzel sözleri diğer merhumlara bıraktı.”

    Bu benim vasiyetim, ama isterim ki her cenaze böyle olsun. Sahtekarlıktan uzak, ölen kişiyi gerçekten andığımız. Allah ölümü evinizden yakınınızdan uzak etsin. Ama doğum, düğün, cenaze. Bu üçü yaşamın parçası. Üçünü de kucaklamak lazım. Ölüm en sevdiklerimizi alıp götürse de.

    Not:

    1. Ne hastayım, ne de başka bir şey var. Sağ salimim.

    2. www.meliharat.com’dan makale listeme üye olursanız bu çarşamba “Muhsin Ertuğrul”un vasiyetini de yorumlayarak göndereceğim.

    23.03.2003 / Melih Arat/ Zaman

  • ibret verici hikayeler

    24.04.2003 - 04:49

    Otoyol 60

    Bir işadamı, aracının içinde elinde cep telefonu hararetli bir şekilde iş konuşması yapıyordu. Bağıra çağıra konuşurken arabadan inmeye karar vererek şoför kapısını açtı.

    Ne var ki, arkadan gelen bisikletli bir adam aniden açılan kapıya çarptı. Arabanın kapısı zarar görürken, işadamının cep telefonu da yere düştü. İşadamı, yerden doğrulmaya çalışan bisikletliye bağırmaya başladı: “Ne kadar dikkatsizsin, önüne baksana! ! ! ” İki adam gayri ihtiyari arabanın kaputunun önüne geçtiler. İşadamı söylenmeye devam ederken o an hiç beklenmedik bir şey daha oldu. Arkadan gelen bir kamyon, hem bisikleti hem de cep telefonunu çiğnedi. İş adamı iyice çileden çıktı. Bisikletli adama daha da kızgın bir şekilde konuşmaya devam etti. “Senin yüzünden bugün hayatımın en önemli iş görüşmesini kaybettim. Tek bağlantı imkanım cep telefonuydu o da yok artık! ! ! ” Adam aynı şeyleri bağıra çağıra tekrar ediyordu ki, bisikletli adam sakin bir şekilde ilginç bir şey sordu: “Bisikletle arabana çarpmamış olmamı mı tercih ederdin? ” İşadamı tereddütsüz bir şekilde “Elbette! ! ! Keşke arabama bisikletinle çarpmamış olsaydın! ! ! ” diye bağırmaya devam etti.

    O an bir sihir oldu. Zaman üç dakika geriye, hikayenin en başına adamın otomobilde konuştuğu ana gitti. Adam yine arabada hararetle cep telefonuyla konuşuyordu. Arabanın elli metre arkasından bisikletli adam belirdi. Ancak paçasının tozunu almak için kaldırıma yanaştı ve durdu. Bu sırada işadamı elinde cep telefonu hararetli bir şekilde iş konuşmasını yaparak dikkatsiz bir şekilde arabadan çıktı. Süratli bir şekilde arkadan gelen kamyonu fark etmedi ve bu sefer hem cep telefonu hem de kendisi kamyonun altında kaldı.

    ****

    Liseyi bitiren genç adam, doğum gününde ailesiyle birlikte bir restoranda oturuyordu. Masadaki herkesin delikanlıya doğum günü hediyelerini verdiler. Delikanlının ablası ona profesyonel bir fırça seti hediye etti. Delikanlının hayali ressam olmaktı. Babası ise önce bir zarf uzattı. Zarfın içinde ülkenin en önemli özel okullarından birinin hukuk fakültesine kabul edilmesiyle ilgili bir mektup vardı. Ne var ki, delikanlı hukuk okumak istemiyordu. Babasının hediyeleri ise bitmemişti, bir BMW anahtarı da uzattı. Çocuk şaşırdı, bir BMW de istememişti. Yemekten sonra hep birlikte dışarı çıktılar, restoranın önünde üstü açık kırmızı bir BMW duruyordu. Herkesin hoşlanacağı harika bir arabaydı ama delikanlı ne BMW’leri seviyor, ne de kırmızıdan hoşlanıyordu. Araba gencin değil, babasının tarzıydı. Baba ise, oğlunu ülkenin en iyi okuluna soktuğu ve insanların rüyalarında göreceği bir arabayı hediye ettiği için takdir bekliyordu. Çocuk babasının gönlü kırılmasın diye, teşekkür etti ama içinden keşke bunlar olmasaydı dedi. O an yine bir sihir oldu. Önünde durdukları binanın tepesindeki boyacılardan birinin boya kovası çocuğun kafasına düştü ve çocuk hastaneye kaldırıldı.

    Gözlerini hastanede açtı, ne kadar süredir hastanede yattığını bilmiyordu. Yatağında uyandığında doktor olduğunu düşündüğü biri yanına geldi. “Geçmiş olsun efendim, daha iyisiniz şu anda, ancak sizi taburcu etmeden önce zihinsel yeteneklerinizi test edeceğim” diyerek, bir deste iskambil kağıdı çıkarttı. “Şimdi size birer birer kâğıtları göstereceğim, hangilerinin sinek, maço, karo olduğunu söyleyeceksiniz.” Adam kâğıtları göstermeye başladı. Genç de kâğıtları gördükçe, kâğıtların cinsini söylüyordu. Test bitince genç adam, hepsini bildiğini varsayarak “Nasıldım ama? ” diyerek gururlandı. Testi yapan adam ise, “Hiçbirini bilemediniz.” dedi. Tekrar kartları çıkardı ve kartlardaki sembollerin orijinal renklerinde olmadığını gösterdi. Örneğin, sinek normalde siyah renkte iken bu destede kırmızıydı. Bütün semboller orijinalinden farklı renkteydi ve genç gördüğünü değil, rengin ona çağrıştırdığını söylemişti. Testi yapan görevli, “Siz görmüyorsunuz, görmeye koşullandığınızı görüyorsunuz” dedi. Adam dışarı çıktı ve bir süre sonra doktor odaya girdi. Genç “Zihinsel yeteneklerimle ilgili testi geçemedim, şimdi ne olacak? ” diye sordu. Doktor “Ne testi? ” dedi, “Size test filan yapılmadı! ” “Ama iskambil kâğıtlarıyla gelen bey, dikkat testi filan gibi bir şey.” “Efendim, hastanemizde böyle testler yapılmamaktadır.”

    16.03.2003 / Melih Arat / Zaman

Toplam 1546 mesaj bulundu