benden önce yazan arkadaşlar çok guzel yazmışlar, hakikaten oyle...
o gece yemek yeme olayı...bu orenci milleti o lkadar actir ki,ne gece ne gunduz dinler..
..
temizlik hak getire...temizlikte neymiş..tamam aslna yattığı yerden belli olur; ama orenci dediğin aslan değil olsa olsa...bilmiyorum işte başka bir şey olur
Sezgileriyle yazan yazar.
İsimlerin buyulu olduklarına inanan yazar
Çemberlerden korkan yazar,
Onun için yazar olan yazar; çünkü ancak bu şekilde etrafindaki çemberlerde gedikler açtığını düşünen yazar,
Yalnız bir çocukluk geçirmiş yazar,
Geçiciliğinin son derce farkında olan yazar(tabii bunun getirlerini de bilen yazar: sogukkanlilik, saskinligin sifira inmesi, bencillgin olmese bile ona yakin olmasi, an in degeri)
İsrail dozerlerinin altında kalan, İsrailleri Filistinlilerin evlerini yıkarken protesto eden ve bu yuzden feci şekilde öldürülen; yüreği bedenine sığmayacak kadar büyük olan kadın
-Hoşgeldiniz sayın yarışmacı; heyecanınız geçmiştir herhalde, o halde ilk sorunuz geliyor, buyrunuz, bir hukuk sorusu: “TC Anayasası’na göre hakimiyet kayıtsız şartsız kime aittir? ” Seçenekleri okuyorum, A- Yüksek Hakimler Kurulu, B- Kabzımallar Derneği, C- Beşiktaş Jimnastik Kulübü, D- Millet-Valla bilmem ki ne desem; A şıkkı galiba,-Emin misiniz; joker hakkınızı kullanmak ister miydiniz? -Evet, % 50 hakkımı kullansam iyi olacak galiba!
.....
-Sonuçlar şöyle sayın seyirciler A- % 22, B- % 45, C- 28, D- % 5, -AB, diyorum... evet B
-Son kararınız mı?
-Aslında C desem iyi olacak çünkü Beşiktaşlıyım ama hayır, B’de kararlıyım!
-Drinkk! Maalesef olmadı sayın yarışmacı, doğru cevap D idi!
-Yok bee, hiç öyle görünmüyor ama sizden iyi bilecek değilim herhalde, neyse, öyle olsun bari n’aapalım?
- Yeni bir yarışmacıyla programımıza devam ediyoruz; heyecanlı mıyız? Değiliz! Güzel, işte ilk sorunuz bilgisayardan geliyor, “Kıbrıs’ın güneyinde hangi halk yaşar? A- Frigyalılar, B- Mısırlılar, C- Rumlar, D- Aborijinler
-Mısırlılar, yani B!
-Emin misiniz?
-Eminim tabii, başka kim olabilir ki? Cevabım B; Kıbrıs’ın güneyinde kim var; Mısırlılar, tamam...
-Son kararınız?
-Son kararım!
..............
- İşte yeni bir yarışmacı ve yeni bir soru: “Behice Boran kimdir? A- Manken sunucu, B-Şarkıcı manken, C- Aktris Şarkıcı, D- Sosyolog
-Aa, bu haksızlık ama, çok zor bir soru bu...
-Sorular bilgisayardan geliyor ama efendim.
-Hımm, sosyolog olmasına değil, sosyologları tanırım çünkü; ama yanıltmak için şeyetmişsiniz; manken ismi zaten BB ile yazılıyor; sarışındı di mi...
-Ben bilmem efendim, siz bileceksiniz.
-Sarışın mıydı? Hani geçenlerde Etiler’de sevgilisinin üstüne cip sürmüştü de.. tamam şarkıcı manken.
-Emin misiniz?
-Hı hı...
-Drinkkk! ...
................
-Soru şöyle sayın yarışmacı: “Dört ayağı vardır; miyav miyav der. Birinci harfi ‘K’dır; bu nedir? Şıkları sunuyorum: A- Koltuk, B- Kamyon, C- Kedi, D- Karyola? ”
-.....
-Cevap verme süreniz sonsuz; anlaşılan iyice düşünmek istiyorsunuz?
-Ben gariban bir üniversite mezunuyum neticede, öyle zor ve karmaşık ki sorunuz...
-Çok basit efendim, eleme soruları bunlar..
-İyi ya eliyorsunuz işte. Hımm, dört bacağı vardı değil mi?
-Evet.
-Kergedan diyeceğim ama şıklarda o seçenek yok...
-...
-Kamyon değil mi, kesin kamyondur; üç bacaklı kamyon olamayacağına göre..
-İsterseniz telefon hakkınızı kullanın; kimi arayalım?
-Kimi mi, Yaşar Nuri Hoca bilir bilse bilse.. onu arayalım.
-Pekâlâ efendim; bağlantımız hazır mı? Güzeel! . Yaşar Hoca?
-Evet efendim buyrun, nedir mesele?
-Hocam soru şöyle, dört ayağı vardır, miyav miyav der, başharfi K’dır?
-Bi dakika, bi dakika, yahu güzel kardeşim yapmayın lillah aşkına; biz bunun kitabını yazmadık mı? Yazdık, hatta otuzbeşinci baskısını da yaptı geçenlerde. İsmi de “Modern Bilimin Işığında Çağın Meseleleri ve Yobazlara Cevaplar”dır hatta. Artık lütfen gelmeyelim böyle şeylere. Okumayan kaldı mı kardeşim? Üç dile çevrildi; interneyşınıl çapta ilgi görüyor. Hadi sen okumadın, sana bu soruyu soran sunucu olacak adam da mı okumadı şimdi...
-Ama hocam..
-Yok güzel kardeşim, aması maması yok bu işin. Alo, aloo...
-Buyrun hocam sizi dinliyoruz, devam edin lütfen..
-Canlı yayındayız di mi,
-Evet hocam, şu an bütün Türkiye sizi dinliyor.
-Haa, nedir öyleyse bunun sebebi, dört ayağı vardır, miyav da filan? Cehâlet! Bakınız koca İslâm âlemi laikçi yobazla dinci yobaz arasına sıkışıp kalmış. Yoksa gül gibi partimi bırakıp yeniden derviş Yunus gibi Anadolu’yu adım adım gezmeye kalkışır mıydım? Siz istediniz, ben istifa ettim o dakika. Parti kur, başımıza geç diyorsanız âmennâ, ona da varım ben..
-Pardon hocam otuz saniyeyi aştık; yarışmacı arkadaş da elendi bu durumda..
-Elenir tabii, elensin, bakmam ben öyle şeylere. Vatandaş yolda yakamı topluyor, “hocam kurtar bizi bu çifte yobazlıktan” diye; kurtaracağız elbette bırakır mıyız? Nitekim yazdım ben bunları ve yazacağım da geridedir. Yüzseksen dosya var leptapta, yüzseksen, aloo..
-Duyuyoruz hocam ama süre bitti.. önemi kalmadı ama bari cevabınızı duysaydık..
-Ne cevabı canım kardeşim; verilmiştir o cevaplar kitabımızda. Merak ediyorsanız onu da söyleyelim: Kedi!
-İnanmıyorum, nasıl da aklıma gelmedi!
-Gelmez tabii, bu saçları sizler döktünüz, sizin kahrınızdan döküldü bu zülüfler, sonra da kalkmış felan da filan da; Ben mi istedim kardeşim parti meclisine gireyim diye? Yoo! .., ondan sonra kalk sen..
Gerçek nedir? ’ diye soruyor karısına Vali Pilatus… En baştan söylemek gerekiyor ki, sinemanın gerçekliği ile hakikat arasında çok nadir örtüşme görülür.
Genelde filmsel gerçeklik çok daha abartılıdır. Hatta bazı zamanlar sinemanın o şahane etkileyiciliği elinde bir oyuncağa dönüşür. Herhalde yalanın en büyüğü de, içinde gerçekler olanıdır. Mel Gibson’un büyük kızı rahibeliği seçtiği için pek çok kesimden eleştiri almasına rağmen, Gibson bu durumu hiçbir zaman yadırgamadı. Hatta bir gün genç rahibe elinde Anne Catherine Emmerich’in ‘The Dolorous Passion of Our Lord Jesus Christ’ isimli kitabıyla karşısına çıktığında kafasında şimşekler çaktı. Kitap Hıristiyan kaynakların asla onaylamadığı tarihsel birtakım olayları anlatıyordu. Gibson kitaptan etkilendi ve bir film yapma fikri doğdu. Ancak 20’li yaşlarında kendine verdiği bir söz vardı; asla ne kendini ne de Hz. İsa’yı oynayacaktı!
1774 yılında Almanya’da Flamsk adında bir köyde doğan Anne Catherine Emmerich, doğaüstü güçlere ilgi duyan bir genç kızdı. 29 yaşında iken bir manastıra kapandı. Hasta ve yatalak haldeyken trans anında birtakım bilgiler anlatmaya başladı. Bunlar ciddiye alındı ve kitaba dönüştürüldü. Anlattıklarının çoğu Hz. İsa, Meryemana ve havarilerle ilgiliydi. Hiç görmediği törenleri, yortuları anlattı Anne Catherine. Hayatı boyunca doğduğu yöreyi terk etmemiş, doğru düzgün okuması dahi olmayan bu kadın, Meryemana’nın Efes’te yaşadığı evi tümüyle tarif etti. Ölümünden sonra yayınlanan bu bilgiler ışığında, 1891 yılında, Henry Jung başkanlığındaki bir heyet Selçuk’ta Meryemana Evi’ni aramaya başladı. Nihayet Bülbül Dağı’nda yıkık bir manastır buldular. Burası Emmerich’in tanımladığı yere tıpatıp uymaktaydı. Üstelik çevredeki Rum köylüler, her yıl Meryem’in göğe yükseldiği gün olan 15 Ağustos’ta burada ayin yapmaktaydılar!
2002 yılının ortalarında Gibson bir basın toplantısı düzenleyerek Hz. İsa’nın son 12 saatinin anlatılacağı bir film yapacağını açıkladı. Enteresandı; çünkü Gibson, filmi, şu anda dünyada hemen hiç kimsenin kullanmadığı bir dil olan Aramca çekeceğini söylüyordu. Oysa Hollywood, altyazılı filmlerden hazzetmez, çok beğendiği başka dildeki filmleri alır ve İngilizce edisyonunu çekerdi. Konusu ve çekim diliyle ilgili sorunlar yaşayacağını bilen Gibson, ilginç bir cümle sarf etti o toplantıda: “Elbette kimse ölü bir dilde yapılmış bir filmi istemez. Deli olduğumu düşünüyorlar. Belki de öyleyim. Ama belki de dâhiyim.” Gibson hiçbir Hollywood firmasının filmini dağıtmak istemeyeceğini de biliyordu.
Kasım ayında önce bir kiliseye gidip ibadet edildikten sonra çekimler başladığında Musevi lobileri filmin senaryosunu merak edip araştırdılar. Ortada ilginç bir durum vardı. Gibson, filmi Emmerich’in ana metninden yola çıkarak yazmış, ancak can alıcı detaylar dışında Hıristiyanlığın ana metinlerine bağlı kalmıştı. En çok da Hz. İsa’yı gördüğü bile tartışmalı olan Aziz Pavlus’un metinlerine. Pavlus diğer İncil yazarlarının aksine anlatılarının neredeyse tamamını haç ve çarmıh üzerine kurmuştu.
Çekimler boyunca setten sinema alanıyla ilgili olmayan ‘tuhaf’ haberler de gelmeye başlamıştı. Kimileri sette küçük çaplı mucizelerin yaşandığını söylüyor, kimileri sette çalışan bazı inançsızların ‘hidayete’ erdiğini fısıldıyordu. Söylentiye bakılırsa bunların arasında bazı Müslümanlar da vardı! Çekimler bittiğinde ortaya çıkan film tam bir tarihsel kolajdı. Gibson, filminin İncil’e uygun olduğunu söylese de, esas tartışma Yahudi-Hıristiyan hesaplaşması etrafında dönecekti.
İsa’nın Çilesi filminin giriş epigrafında İşaya’ya atıfta bulunarak ‘Bizim günahlarımız yüzünden yaralandı, adaletsizliğimiz yüzünden ezildi. Onun yaralarıyla iyileşiriz.’ diyor. Bu, bütün argümanlarını haç ve çarmıh üzerine kuran Pavlus’un tarzıdır. İsa’nın haça gerilişi üzerinde ısrarla ve özel bir şekilde duran ilk kişi Pavlus’tur. Dolayısıyla Pavlus’un teolojisinde haç fikri en mühim yeri işgal etmektedir. Çünkü Pavlus’a göre, Hz. İsa’nın yeryüzünde sürdüğü hayat pek önemli değildir: O yalnız enkarnasyon (ekmek-şarap âyini) sırrına ve haçta ölümüne ehemmiyet vermektedir. İsa’nın haça yükseltilmesi, aynı zamanda göklere yükseltilmesinin şartıdır. Haç, inananlar için, “hikmet, adalet ve kurtuluş” demektir. Hz. Âdem’in, cennette yasak meyveden yemek sûretiyle işlediği ve bütün insanlara sirâyet eden ezelî günâhtan kurtuluş ve nihâyet, Hz. İsa’nın şeytanî kuvvetlere karşı kazandığı zafer demektir. Yani o çekilecek her türlü ezayı ve cefayı çekti, dolayısıyla diğer Hıristiyanları da kurtardı!
Birçok insanın aklına şu soru geliyor: ‘Filmde her türlü zulmü, işkenceyi yapan Romalılar olmasına rağmen, neden Yahudiler buna tepki gösteriyor? ’ Cevabı ayrıntılarda ve tarihsel anekdotlarda gizli. Filmin Yahudileri rahatsız eden sahnesini birçok kişi ıskalıyor. Tapınakta İsa yargılanmadan hemen önce, bir anlık da olsa Yahudilerin bir çarmıh imal ettiği görülüyor. Oysa hiçbir İncil’de böyle bir sahne yoktu. Haddizatında filmin son sekansında görülen birçok ayrıntı da bizzat Hıristiyan metinlerde çelişkili bir şekilde yer alıyordu. İşte bazıları: Kimine göre asıldığı haçı başkası taşımış (Matta 27:32, Markos 15:21, Luka 23:26) , bir diğerine göre ise kendisi taşımış (Yuhanna 19:17) . Çarmıha gerilmesi ise, Matta’da dokuzuncu saate doğru (27:46) , Markos’ta dokuzuncu saatte (15:34) gerçekleşmiştir. Luka çarmıha geriliş saatini belirtmez, sadece altı ile dokuz arası güneşin karardığından bahseder (23:44) . Yuhanna ise haça gerilme vaktine hiç değinmez. Yine kimine göre çarmıha gerilmeden önce Vali Platus onu Hirodes’e göndermiş (Luka 32:7-12) , diğer biyografi yazarlarına göre göndermemiş (Matta, Markos, Yuhanna) . Kimine göre İsa’nın kalktığını söyleyen meleği yalnız bir kadın (Yuhanna 20:1) , kimine göre iki kadın (Matta 28: 1) , kimine göre ikiden fazla kadın görmüş (Luka 24:1, Markos 16:1) . Matta’ya göre kadınlar bir melek gördüler (28:2) . Markos da bir gencin görülmesinden bahseder. (16:5) . Luka’ya göre kadınlar iki kişiyi gördüler (24:4) . Yuhanna’ya göre ise Mecdelli Meryem beyazlar giymiş iki melek görüyor (20:12) . İsa’yı ele veren şakirdin akıbeti konusunda da bir birlik yok. Kimine göre intihar etmiş (Matta 27:5) , diğerleri bundan hiç söz etmiyor.
Başka tutarsızlıklar da var. Sağlıklı bir kişi, çarmıha gerildikten sonra en az bir iki gün sağ kalabilir. Ancak ayakları da çarmıha bağlanmaz ya da çivilenmezse daha çabuk ölebilir, çünkü bedeni aşağı doğru sarkacağından nefes alamaz. Halbuki İsa’nın ayakları da çarmıha çivilenmişti. İsa’nın en az iki gün çarmıha gerili olarak yaşaması gerekirdi. Oysa o birkaç saat içinde ölü ilan edilmişti. Hatta Markos İncili’nde, Roma Valisi Pontus Pilatus’un bile ölümün çabukluğu karşısında şaşkınlığa düştüğü belirtiliyor. Dördüncü İncil’e (Yuhanna İncili) göre, İsa susadığını söylüyor, bunun üzerine sirkeyle ıslatılmış bir süngerin yüzüne tutulduğu belirtiliyor. Sirkenin kısa bir süre için kişiye enerji verdiği bilinir. Oysa İncil’e göre İsa sirkeli süngeri koklar koklamaz son sözlerini söyleyip ölüyor. Sirkenin böyle bir etkisi olamaz. Matta’ya göre İsa, ‘Tanrım, Tanrım, neden beni terk ettin? ’ diye yakınmıştı. Luka’ya göre ise İsa şöyle demişti: ‘Peder, senin ellerine ruhumu teslim ediyorum.’ Yuhanna’ya göre ise İsa sadece ‘Bu iş bitti’ demekle yetinmişti. Dört İncil’i kaleme alan dört havari, olayları kendi görüşlerine göre değerlendirmişlerdi.
İslam, Hazreti İsa hakkında ne diyor?
Hz. İsa’nın öldürülmesi ve çarmıha gerilmesi iddiaları, Kur’an’da Nisa Sûresi’nde geçiyor. Orada, Hz. İsa’nın ne çarmıha gerildiği ne de öldürüldüğüne dair bir ifade var. Bu açıdan bakılacak olursa Kur’an’da verilen bilgilerle bu filmde anlatılanlar birbirine uymuyor. İslam’a göre Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’dir ve O’nun babasız bir şekilde dünyaya geldiğini biliyoruz. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. İsa’yla ilgili filmde de anlatılan yanlış itikatlara cevap verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “O’nu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler. O’nu Allah kendi katına almıştır. Bu olay onlara öyle gösterilmiştir.” şeklinde ifadeler yer almaktadır. İslâm’da Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi ve O’nun tanrı olduğu açık bir şekilde reddedilmektedir. Ancak bedenen mi yoksa ruhen mi göğe yükselmesi konusu tartışmalı. İslâm tarihinde öldükten sonra ruhen göğe yükseldiğine inanan da bedenen yükseldiğine inanan da var.
para
06.06.2004 - 22:02millete gore uzerindeki resim degisir; ama anlami hep aynidir
kelebek
06.06.2004 - 22:00guzel olan hicbir sey fazla yasamaz
laz
06.06.2004 - 21:59lezgi
abla
06.06.2004 - 21:58hep ablam olsun istedim..guzel olsa gerek bir ablaya sahip olmak
stephen king
05.06.2004 - 00:06Hayal Gucu
Baska dunyalarin pesinde bir adam
dido
05.06.2004 - 00:06ulker in cikarttigi gofretli bir cikolata
fenerbahçe
05.06.2004 - 00:05dumbelek takim
nuhun gemisi
05.06.2004 - 00:04hayati govdesinde tasidi analar gibi sonra onu bir karaya doktu bebegini dunyata getiren analar gibi
nuhun gemisi
05.06.2004 - 00:03gorevini yapti, tum hayati bagrinda tasidi sonra oturdu...
troy
29.05.2004 - 08:11yalandan bir at
galatasaray
28.05.2004 - 05:22en buyuk takim
elif şafak
23.05.2004 - 20:33yaz sonuna kadar turkyede, sonra tekrar niyork' a doncek
elif şafak
23.05.2004 - 20:33eevet soyadini degiştirmesinin sebebi, babasindan bir şey almak istememesi..şafak annesinin ismiydi sanirim..
robert koleji
23.05.2004 - 20:30amerikan tarzi egitim veren, turkiye'nin seckin kafalarini kendi mantaliteleriyle yetistiren okul..
öğrenci evinde yaşamak
14.05.2004 - 14:13benden önce yazan arkadaşlar çok guzel yazmışlar, hakikaten oyle...
o gece yemek yeme olayı...bu orenci milleti o lkadar actir ki,ne gece ne gunduz dinler..
..
temizlik hak getire...temizlikte neymiş..tamam aslna yattığı yerden belli olur; ama orenci dediğin aslan değil olsa olsa...bilmiyorum işte başka bir şey olur
elif şafak
13.05.2004 - 14:00Sezgileriyle yazan yazar.
İsimlerin buyulu olduklarına inanan yazar
Çemberlerden korkan yazar,
Onun için yazar olan yazar; çünkü ancak bu şekilde etrafindaki çemberlerde gedikler açtığını düşünen yazar,
Yalnız bir çocukluk geçirmiş yazar,
Geçiciliğinin son derce farkında olan yazar(tabii bunun getirlerini de bilen yazar: sogukkanlilik, saskinligin sifira inmesi, bencillgin olmese bile ona yakin olmasi, an in degeri)
ibrahim çallı
13.05.2004 - 13:57Denizlili bir ressam.
Denizli'de İbrahim Çallı İlköğretim okulu var,
Bir de guzzel sanatlarla alakalı bir sey vardı ama aklıma gelmedi
eurovision
13.05.2004 - 13:56örovizyon
rachel corrie
05.05.2004 - 14:53İsrail dozerlerinin altında kalan, İsrailleri Filistinlilerin evlerini yıkarken protesto eden ve bu yuzden feci şekilde öldürülen; yüreği bedenine sığmayacak kadar büyük olan kadın
yaşar nuri öztürk
03.05.2004 - 17:05A. TURAN ALKAN
Kerkedan!
-Hoşgeldiniz sayın yarışmacı; heyecanınız geçmiştir herhalde, o halde ilk sorunuz geliyor, buyrunuz, bir hukuk sorusu: “TC Anayasası’na göre hakimiyet kayıtsız şartsız kime aittir? ” Seçenekleri okuyorum, A- Yüksek Hakimler Kurulu, B- Kabzımallar Derneği, C- Beşiktaş Jimnastik Kulübü, D- Millet-Valla bilmem ki ne desem; A şıkkı galiba,-Emin misiniz; joker hakkınızı kullanmak ister miydiniz? -Evet, % 50 hakkımı kullansam iyi olacak galiba!
.....
-Sonuçlar şöyle sayın seyirciler A- % 22, B- % 45, C- 28, D- % 5, -AB, diyorum... evet B
-Son kararınız mı?
-Aslında C desem iyi olacak çünkü Beşiktaşlıyım ama hayır, B’de kararlıyım!
-Drinkk! Maalesef olmadı sayın yarışmacı, doğru cevap D idi!
-Yok bee, hiç öyle görünmüyor ama sizden iyi bilecek değilim herhalde, neyse, öyle olsun bari n’aapalım?
- Yeni bir yarışmacıyla programımıza devam ediyoruz; heyecanlı mıyız? Değiliz! Güzel, işte ilk sorunuz bilgisayardan geliyor, “Kıbrıs’ın güneyinde hangi halk yaşar? A- Frigyalılar, B- Mısırlılar, C- Rumlar, D- Aborijinler
-Mısırlılar, yani B!
-Emin misiniz?
-Eminim tabii, başka kim olabilir ki? Cevabım B; Kıbrıs’ın güneyinde kim var; Mısırlılar, tamam...
-Son kararınız?
-Son kararım!
..............
- İşte yeni bir yarışmacı ve yeni bir soru: “Behice Boran kimdir? A- Manken sunucu, B-Şarkıcı manken, C- Aktris Şarkıcı, D- Sosyolog
-Aa, bu haksızlık ama, çok zor bir soru bu...
-Sorular bilgisayardan geliyor ama efendim.
-Hımm, sosyolog olmasına değil, sosyologları tanırım çünkü; ama yanıltmak için şeyetmişsiniz; manken ismi zaten BB ile yazılıyor; sarışındı di mi...
-Ben bilmem efendim, siz bileceksiniz.
-Sarışın mıydı? Hani geçenlerde Etiler’de sevgilisinin üstüne cip sürmüştü de.. tamam şarkıcı manken.
-Emin misiniz?
-Hı hı...
-Drinkkk! ...
................
-Soru şöyle sayın yarışmacı: “Dört ayağı vardır; miyav miyav der. Birinci harfi ‘K’dır; bu nedir? Şıkları sunuyorum: A- Koltuk, B- Kamyon, C- Kedi, D- Karyola? ”
-.....
-Cevap verme süreniz sonsuz; anlaşılan iyice düşünmek istiyorsunuz?
-Ben gariban bir üniversite mezunuyum neticede, öyle zor ve karmaşık ki sorunuz...
-Çok basit efendim, eleme soruları bunlar..
-İyi ya eliyorsunuz işte. Hımm, dört bacağı vardı değil mi?
-Evet.
-Kergedan diyeceğim ama şıklarda o seçenek yok...
-...
-Kamyon değil mi, kesin kamyondur; üç bacaklı kamyon olamayacağına göre..
-İsterseniz telefon hakkınızı kullanın; kimi arayalım?
-Kimi mi, Yaşar Nuri Hoca bilir bilse bilse.. onu arayalım.
-Pekâlâ efendim; bağlantımız hazır mı? Güzeel! . Yaşar Hoca?
-Evet efendim buyrun, nedir mesele?
-Hocam soru şöyle, dört ayağı vardır, miyav miyav der, başharfi K’dır?
-Bi dakika, bi dakika, yahu güzel kardeşim yapmayın lillah aşkına; biz bunun kitabını yazmadık mı? Yazdık, hatta otuzbeşinci baskısını da yaptı geçenlerde. İsmi de “Modern Bilimin Işığında Çağın Meseleleri ve Yobazlara Cevaplar”dır hatta. Artık lütfen gelmeyelim böyle şeylere. Okumayan kaldı mı kardeşim? Üç dile çevrildi; interneyşınıl çapta ilgi görüyor. Hadi sen okumadın, sana bu soruyu soran sunucu olacak adam da mı okumadı şimdi...
-Ama hocam..
-Yok güzel kardeşim, aması maması yok bu işin. Alo, aloo...
-Buyrun hocam sizi dinliyoruz, devam edin lütfen..
-Canlı yayındayız di mi,
-Evet hocam, şu an bütün Türkiye sizi dinliyor.
-Haa, nedir öyleyse bunun sebebi, dört ayağı vardır, miyav da filan? Cehâlet! Bakınız koca İslâm âlemi laikçi yobazla dinci yobaz arasına sıkışıp kalmış. Yoksa gül gibi partimi bırakıp yeniden derviş Yunus gibi Anadolu’yu adım adım gezmeye kalkışır mıydım? Siz istediniz, ben istifa ettim o dakika. Parti kur, başımıza geç diyorsanız âmennâ, ona da varım ben..
-Pardon hocam otuz saniyeyi aştık; yarışmacı arkadaş da elendi bu durumda..
-Elenir tabii, elensin, bakmam ben öyle şeylere. Vatandaş yolda yakamı topluyor, “hocam kurtar bizi bu çifte yobazlıktan” diye; kurtaracağız elbette bırakır mıyız? Nitekim yazdım ben bunları ve yazacağım da geridedir. Yüzseksen dosya var leptapta, yüzseksen, aloo..
-Duyuyoruz hocam ama süre bitti.. önemi kalmadı ama bari cevabınızı duysaydık..
-Ne cevabı canım kardeşim; verilmiştir o cevaplar kitabımızda. Merak ediyorsanız onu da söyleyelim: Kedi!
-İnanmıyorum, nasıl da aklıma gelmedi!
-Gelmez tabii, bu saçları sizler döktünüz, sizin kahrınızdan döküldü bu zülüfler, sonra da kalkmış felan da filan da; Ben mi istedim kardeşim parti meclisine gireyim diye? Yoo! .., ondan sonra kalk sen..
-Düüt düüt düüt..
02.05.2004/Zaman/Tukuaz
email
30.04.2004 - 17:23elektronik posta
Elif
30.04.2004 - 16:59ananemin ismi, kendisi gencliginde cillop gibi bir hatunmus, elif harfi gibi
tutku(hz.isa'nın çilesi)
19.04.2004 - 21:01Tutku hangi tarihe sadık?
Gerçek nedir? ’ diye soruyor karısına Vali Pilatus… En baştan söylemek gerekiyor ki, sinemanın gerçekliği ile hakikat arasında çok nadir örtüşme görülür.
Genelde filmsel gerçeklik çok daha abartılıdır. Hatta bazı zamanlar sinemanın o şahane etkileyiciliği elinde bir oyuncağa dönüşür. Herhalde yalanın en büyüğü de, içinde gerçekler olanıdır. Mel Gibson’un büyük kızı rahibeliği seçtiği için pek çok kesimden eleştiri almasına rağmen, Gibson bu durumu hiçbir zaman yadırgamadı. Hatta bir gün genç rahibe elinde Anne Catherine Emmerich’in ‘The Dolorous Passion of Our Lord Jesus Christ’ isimli kitabıyla karşısına çıktığında kafasında şimşekler çaktı. Kitap Hıristiyan kaynakların asla onaylamadığı tarihsel birtakım olayları anlatıyordu. Gibson kitaptan etkilendi ve bir film yapma fikri doğdu. Ancak 20’li yaşlarında kendine verdiği bir söz vardı; asla ne kendini ne de Hz. İsa’yı oynayacaktı!
1774 yılında Almanya’da Flamsk adında bir köyde doğan Anne Catherine Emmerich, doğaüstü güçlere ilgi duyan bir genç kızdı. 29 yaşında iken bir manastıra kapandı. Hasta ve yatalak haldeyken trans anında birtakım bilgiler anlatmaya başladı. Bunlar ciddiye alındı ve kitaba dönüştürüldü. Anlattıklarının çoğu Hz. İsa, Meryemana ve havarilerle ilgiliydi. Hiç görmediği törenleri, yortuları anlattı Anne Catherine. Hayatı boyunca doğduğu yöreyi terk etmemiş, doğru düzgün okuması dahi olmayan bu kadın, Meryemana’nın Efes’te yaşadığı evi tümüyle tarif etti. Ölümünden sonra yayınlanan bu bilgiler ışığında, 1891 yılında, Henry Jung başkanlığındaki bir heyet Selçuk’ta Meryemana Evi’ni aramaya başladı. Nihayet Bülbül Dağı’nda yıkık bir manastır buldular. Burası Emmerich’in tanımladığı yere tıpatıp uymaktaydı. Üstelik çevredeki Rum köylüler, her yıl Meryem’in göğe yükseldiği gün olan 15 Ağustos’ta burada ayin yapmaktaydılar!
2002 yılının ortalarında Gibson bir basın toplantısı düzenleyerek Hz. İsa’nın son 12 saatinin anlatılacağı bir film yapacağını açıkladı. Enteresandı; çünkü Gibson, filmi, şu anda dünyada hemen hiç kimsenin kullanmadığı bir dil olan Aramca çekeceğini söylüyordu. Oysa Hollywood, altyazılı filmlerden hazzetmez, çok beğendiği başka dildeki filmleri alır ve İngilizce edisyonunu çekerdi. Konusu ve çekim diliyle ilgili sorunlar yaşayacağını bilen Gibson, ilginç bir cümle sarf etti o toplantıda: “Elbette kimse ölü bir dilde yapılmış bir filmi istemez. Deli olduğumu düşünüyorlar. Belki de öyleyim. Ama belki de dâhiyim.” Gibson hiçbir Hollywood firmasının filmini dağıtmak istemeyeceğini de biliyordu.
Kasım ayında önce bir kiliseye gidip ibadet edildikten sonra çekimler başladığında Musevi lobileri filmin senaryosunu merak edip araştırdılar. Ortada ilginç bir durum vardı. Gibson, filmi Emmerich’in ana metninden yola çıkarak yazmış, ancak can alıcı detaylar dışında Hıristiyanlığın ana metinlerine bağlı kalmıştı. En çok da Hz. İsa’yı gördüğü bile tartışmalı olan Aziz Pavlus’un metinlerine. Pavlus diğer İncil yazarlarının aksine anlatılarının neredeyse tamamını haç ve çarmıh üzerine kurmuştu.
Çekimler boyunca setten sinema alanıyla ilgili olmayan ‘tuhaf’ haberler de gelmeye başlamıştı. Kimileri sette küçük çaplı mucizelerin yaşandığını söylüyor, kimileri sette çalışan bazı inançsızların ‘hidayete’ erdiğini fısıldıyordu. Söylentiye bakılırsa bunların arasında bazı Müslümanlar da vardı! Çekimler bittiğinde ortaya çıkan film tam bir tarihsel kolajdı. Gibson, filminin İncil’e uygun olduğunu söylese de, esas tartışma Yahudi-Hıristiyan hesaplaşması etrafında dönecekti.
İsa’nın Çilesi filminin giriş epigrafında İşaya’ya atıfta bulunarak ‘Bizim günahlarımız yüzünden yaralandı, adaletsizliğimiz yüzünden ezildi. Onun yaralarıyla iyileşiriz.’ diyor. Bu, bütün argümanlarını haç ve çarmıh üzerine kuran Pavlus’un tarzıdır. İsa’nın haça gerilişi üzerinde ısrarla ve özel bir şekilde duran ilk kişi Pavlus’tur. Dolayısıyla Pavlus’un teolojisinde haç fikri en mühim yeri işgal etmektedir. Çünkü Pavlus’a göre, Hz. İsa’nın yeryüzünde sürdüğü hayat pek önemli değildir: O yalnız enkarnasyon (ekmek-şarap âyini) sırrına ve haçta ölümüne ehemmiyet vermektedir. İsa’nın haça yükseltilmesi, aynı zamanda göklere yükseltilmesinin şartıdır. Haç, inananlar için, “hikmet, adalet ve kurtuluş” demektir. Hz. Âdem’in, cennette yasak meyveden yemek sûretiyle işlediği ve bütün insanlara sirâyet eden ezelî günâhtan kurtuluş ve nihâyet, Hz. İsa’nın şeytanî kuvvetlere karşı kazandığı zafer demektir. Yani o çekilecek her türlü ezayı ve cefayı çekti, dolayısıyla diğer Hıristiyanları da kurtardı!
Birçok insanın aklına şu soru geliyor: ‘Filmde her türlü zulmü, işkenceyi yapan Romalılar olmasına rağmen, neden Yahudiler buna tepki gösteriyor? ’ Cevabı ayrıntılarda ve tarihsel anekdotlarda gizli. Filmin Yahudileri rahatsız eden sahnesini birçok kişi ıskalıyor. Tapınakta İsa yargılanmadan hemen önce, bir anlık da olsa Yahudilerin bir çarmıh imal ettiği görülüyor. Oysa hiçbir İncil’de böyle bir sahne yoktu. Haddizatında filmin son sekansında görülen birçok ayrıntı da bizzat Hıristiyan metinlerde çelişkili bir şekilde yer alıyordu. İşte bazıları: Kimine göre asıldığı haçı başkası taşımış (Matta 27:32, Markos 15:21, Luka 23:26) , bir diğerine göre ise kendisi taşımış (Yuhanna 19:17) . Çarmıha gerilmesi ise, Matta’da dokuzuncu saate doğru (27:46) , Markos’ta dokuzuncu saatte (15:34) gerçekleşmiştir. Luka çarmıha geriliş saatini belirtmez, sadece altı ile dokuz arası güneşin karardığından bahseder (23:44) . Yuhanna ise haça gerilme vaktine hiç değinmez. Yine kimine göre çarmıha gerilmeden önce Vali Platus onu Hirodes’e göndermiş (Luka 32:7-12) , diğer biyografi yazarlarına göre göndermemiş (Matta, Markos, Yuhanna) . Kimine göre İsa’nın kalktığını söyleyen meleği yalnız bir kadın (Yuhanna 20:1) , kimine göre iki kadın (Matta 28: 1) , kimine göre ikiden fazla kadın görmüş (Luka 24:1, Markos 16:1) . Matta’ya göre kadınlar bir melek gördüler (28:2) . Markos da bir gencin görülmesinden bahseder. (16:5) . Luka’ya göre kadınlar iki kişiyi gördüler (24:4) . Yuhanna’ya göre ise Mecdelli Meryem beyazlar giymiş iki melek görüyor (20:12) . İsa’yı ele veren şakirdin akıbeti konusunda da bir birlik yok. Kimine göre intihar etmiş (Matta 27:5) , diğerleri bundan hiç söz etmiyor.
Başka tutarsızlıklar da var. Sağlıklı bir kişi, çarmıha gerildikten sonra en az bir iki gün sağ kalabilir. Ancak ayakları da çarmıha bağlanmaz ya da çivilenmezse daha çabuk ölebilir, çünkü bedeni aşağı doğru sarkacağından nefes alamaz. Halbuki İsa’nın ayakları da çarmıha çivilenmişti. İsa’nın en az iki gün çarmıha gerili olarak yaşaması gerekirdi. Oysa o birkaç saat içinde ölü ilan edilmişti. Hatta Markos İncili’nde, Roma Valisi Pontus Pilatus’un bile ölümün çabukluğu karşısında şaşkınlığa düştüğü belirtiliyor. Dördüncü İncil’e (Yuhanna İncili) göre, İsa susadığını söylüyor, bunun üzerine sirkeyle ıslatılmış bir süngerin yüzüne tutulduğu belirtiliyor. Sirkenin kısa bir süre için kişiye enerji verdiği bilinir. Oysa İncil’e göre İsa sirkeli süngeri koklar koklamaz son sözlerini söyleyip ölüyor. Sirkenin böyle bir etkisi olamaz. Matta’ya göre İsa, ‘Tanrım, Tanrım, neden beni terk ettin? ’ diye yakınmıştı. Luka’ya göre ise İsa şöyle demişti: ‘Peder, senin ellerine ruhumu teslim ediyorum.’ Yuhanna’ya göre ise İsa sadece ‘Bu iş bitti’ demekle yetinmişti. Dört İncil’i kaleme alan dört havari, olayları kendi görüşlerine göre değerlendirmişlerdi.
İslam, Hazreti İsa hakkında ne diyor?
Hz. İsa’nın öldürülmesi ve çarmıha gerilmesi iddiaları, Kur’an’da Nisa Sûresi’nde geçiyor. Orada, Hz. İsa’nın ne çarmıha gerildiği ne de öldürüldüğüne dair bir ifade var. Bu açıdan bakılacak olursa Kur’an’da verilen bilgilerle bu filmde anlatılanlar birbirine uymuyor. İslam’a göre Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’dir ve O’nun babasız bir şekilde dünyaya geldiğini biliyoruz. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. İsa’yla ilgili filmde de anlatılan yanlış itikatlara cevap verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “O’nu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler. O’nu Allah kendi katına almıştır. Bu olay onlara öyle gösterilmiştir.” şeklinde ifadeler yer almaktadır. İslâm’da Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi ve O’nun tanrı olduğu açık bir şekilde reddedilmektedir. Ancak bedenen mi yoksa ruhen mi göğe yükselmesi konusu tartışmalı. İslâm tarihinde öldükten sonra ruhen göğe yükseldiğine inanan da bedenen yükseldiğine inanan da var.
18.04.2004
H. NEDİM HAZAR
sümerler
19.04.2004 - 20:56Gılgamış Destanı
Toplam 1546 mesaj bulundu