Seu Kuyt Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloj ...

  • keşkül

    06.01.2005 - 09:59

    Sütlü bür tatlı çeşididir. Eger herhangi bir tatlıcıda yiyecekseniz, uzerine dondurma ismarladiginizda fiyati iki kat olur.
    Ben size Saray'da yemenizi tavsiye ederim.
    Ya da orda kazandibi, yahut tavukgogsu yiyin. Daha sonra ne kadar babaska yaptiklarini gorceksiniz

    Not: Evet! Ben Saray Muhallebicinin Veliahtiyim(!) O yuzden bu kadar reklam yaptim :)

  • yüreklilik

    06.01.2005 - 06:18

    BU benim efendim
    Yani tam olarak yüreklilik ben degilim ama; yurek gecti mi bir de, kelime yürekliye kadar gidiyorsa isin icine ister istemez ben girerim.

  • evrim teorisi

    04.01.2005 - 18:23

    Darwin'in Evrim Teorisi Yakında Tarih Olacak
    Mustafa AKYOL/Sizinti/Aralik 2004

    Charles Darwin'in 1859'da yayımlanan Türlerin Menşei adlı kitabıyla gündeme gelen tabiî seleksiyona dayalı evrim teorisi, o zamandan bu yana tartışılıyor. Teori, dünya üzerindeki hayatın rastlantılarla doğup geliştiğini ve bütün canlıların ortak bir atadan türediğini ileri sürüyor. Aynı teoriye göre, insanların en yakın akrabası da maymunlardır.
    Teoriyi savunan nispeten insaflı bilim adamları, bunun bir teori olduğunu itiraf etseler de, bu teori, kitlelere takdim edilirken ilmî bir hakikat gibi gösterilmektedir. Halbuki bunun aksini gösteren ve sayıları her geçen gün artan pek çok ilmî delil vardır. Son olarak, insanlarla maymunlar arasında büyük bir genetik benzerlik bulunduğu iddiası çürütüldü. Ünlü bilim dergisi Nature'un son sayısında yayımlanan 'Şempanze Kromozomu Şaşkınlığa Sebep Oldu' başlıklı makalede, insan ve şempanze genlerinin bugüne dek sanılandan çok daha farklı olduğu açıklandı.1
    Bu konuyu, ABD'nin biyo-kimya alanındaki ünlü isimlerinden biri olan Prof. Michael J. Behe'ye sorduk. Evrim teorisini eleştiren kitap ve makaleleriyle tanınan Prof. Behe, kendisiyle görüşmemizde hayatın gerçekte nasıl var olduğu sorusuna ışık tutan önemli açıklamalarda bulundu:
    - Sayın Prof. Behe, Nature dergisinde bu yıl yayımlanan ve insanlarla şempanze genlerinin gerçekte çok farklı olduğunu gösteren son ilmî bulgu hakkında ne düşünüyorsunuz?
    Bu araştırmayı Tokyo Üniversitesi'nden bir araştırmacı grubu, insan ve şempanzelerin 22 ve 21. kromozomlarının genetik alfabesindeki bütün harfleri karşılaştırarak yaptı. Buldukları sonuç ise, son derece önemli; çünkü iki canlı türü arasında daha önceden kabul edilenden çok daha büyük bir fark olduğu gösterildi. Bu sonuç, en azından insanın menşei açısından, Darwin'in teorisini büyük bir açmaza sokuyor.
    Aslında genel olarak biyoloji hakkında ne kadar şey öğrenirsek, Darwinizm'in problemleri de o kadar artıyor. Darwinizm, canlılar hakkında ne kadar az bilgiye sahip olursak, o kadar ikna edici olabilen bir teoridir. Çünkü canlıları ne kadar az tanırsak, onu o kadar basit zannederiz ve Darwinizm de bu basit sandığımız sistemleri küçük tesadüfî değişimlerle açıklar. Ama son 30 yılda, hayatın daha önceden hayal bile edemeyeceğimiz kadar karmaşık olduğunu öğrendik. Meselâ; en evrimci taksonomide en basit canlı olarak görülen bakterilerde, hareket etmelerini sağlayan minik ama çok kompleks ve mükemmel biyo-kimyevî motorlar var. Bu detaylı mekanizmaların nasıl oluştuğu sorusuna verilebilecek tek cevap, tabiatüstü bir yaratmadır.
    -Peki canlıların farklı organlarının, genlerinin veya proteinlerinin birbirine benzer olması ne anlama geliyor? Bunlar, bütün canlıların ortak bir atadan geldiğini savunan Darwinizm için bir delil sayılabilir mi?
    Hayır. Farklı canlılardaki benzerlikler, öncelikle biyolojinin temel sorusunu cevaplamıyor. Bu soru, farklı canlıların kendilerine has ve son derece kompleks olan organ ve sistemlerin nasıl ortaya çıktığıdır. Darwinizm'in buna verebildiği bir cevap yok.
    Öte yandan birbirine en uzak olarak kabul edilen organizmalar arasında bile şaşırtıcı benzerlikler var. Meselâ, insanla bakteriler arasında... Soru şu: Bu benzerlikler, Darwin'in teorisine uygun bir tablo oluşturuyor mu? Aslında oluşturmuyor; çünkü evrim teorisine göre birbirine çok yakın akraba olması gereken canlılar, kimi zaman genetik olarak daha farklı çıkıyor. Veya birbiriyle tamamen ilgisiz olması gereken canlılarda çok benzer organ veya genler var. Meselâ insan gözü ile ahtapot gözü neredeyse birbirinin aynısı. Ama bu elbette ahtapotlarla akraba olduğumuz anlamına gelmiyor. Bu iki göz yapısının 'ortak ata'dan değil, 'tek bir Yaratıcı'nın ilminden' kaynaklanan bir dizayn olduğunu kabul etmek, daha mantıklı.
    -Bu dizayn kavramı, sizin de savunucuları arasında bulunduğunuz 'akıllı dizayn' (intelligent design) teorisinden geliyor sanırım. Sizce bu teori, canlılar arasındaki benzerlikleri daha mı iyi açıklıyor?
    Evet, bu benzerlikleri dizaynla da açıklayabilirsiniz. Biliyoruz ki pek çok dizayncı veya mucit, farklı sistemlerde pek çok benzer parça kullanır. Meselâ somunlar, vidalar veya kablolar, pek çok farklı cihazda yer alır. Çünkü bunlar, söz konusu mekanik sistemleri yaparken kullanılabilecek en ideal parçalardır. Elbette her ikisi de kablo bulunduran iki makineden biri, diğerinden evrimleşerek ortaya çıkmamıştır. Ayrı ayrı tasarlanmışlardır. Biyolojideki benzerlikleri açıklamak için ortak dizayn kavramını kullanmak da son derece tutarlıdır.
    -Söz konusu dizayn teorisi Darwinizm'i savunanlar tarafından kimi zaman şiddetli bir biçimde eleştiriliyor ve tartışma dışı bırakılmak isteniyor. Darwinizm'i biyolojinin reddedilemez bir parçası gibi göstermeye yönelik bir eğilim var. Bunun sebebi sizce nedir?
    Bu sebep ilmî değil, felsefî ve ideolojik bir mahiyete sahiptir. Bazı bilim adamları, kâinatı ve hayatı, sadece tabiî faktörlere dayanarak açıklamak gerektiğe inanıyorlar. Bu inancın temelinde ise, kâinatın ve hayatın zaten sadece fizikî güçlerin ürünü olduğu ön kabulü yatıyor. Peki ama böyle değilse? Bir gözlük gördüğümüzde bile, bunun sadece fizikî güçlerin ürünü olmadığına, akıllı ve sanatkâr bir gözlükçü tarafından yapıldığına hükmedebiliyoruz. Hayat ise, bundan binlerce kere daha kompleks. Dolayısıyla hayatın da yaratılmış olması gerektiği neticesine varıyoruz. Burada önemli olan, ilmî delilleri mümkün olduğunca önyargı olmaksızın değerlendirebilmek.

  • evrim teorisi

    04.01.2005 - 18:23

    Darwinistler, bilimin, madde ötesi bir gücü kabul edemeyeceği iddiasındalar. Oysa 19. yüzyılın ortalarına kadar bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu bir yaratıcı gücü, yani Allah'ı kabul ediyordu. Bilimin materyalist olması gerektiği iddiası, Darwin sonrasında yaygınlaşmış bir görüştür; ancak bu iddia ilmî delillerle giderek daha fazla çelişmektedir. Bilim, hayatın materyalist bir açıklamasını yapmak için değil, doğru açıklamasını yapmak için çalışmalı. Bazı insanların felsefî kabulleri rahatsız edilse de, verilerin peşinden gidilmeli.
    -’Darwin'in Kara Kutusu’ adlı kitabınız, National Review dergisi tarafından 20. yüzyılın en önemli 100 kitabından biri olarak gösterildi. Bu kitabı bu kadar önemli kılan husus sizce neydi?
    Bunun sebebi kitapta yer alan yeni ve orijinal bilgiler değil aslında. Sadece okuyucuya, hayatın moleküler seviyesinde çok hassas ve kompleks sistemler bulunduğunu ve bunun da şuurlu bir plânlama ve organizasyona delil oluşturduğunu gösterdim. Çoğu insan hayata sathî bir nazarla baktığında, bitkileri, hayvanları, kuşları veya balıkları müşahede ettiğinde, bunlarda bir plân ve program olduğunu hissedebiliyor. Ama okullarda öğretilen Darwin'in evrim teorisi, tabiattaki bu nizâm ve sistemin, bir Sanatkâr olmadan açıklanabileceğini söylüyor. Kitabımın sanırım en büyük tesiri; Darwinist açıklamanın çok sathî ve yanıltıcı olduğunu göstermek oldu.
    - Sizce Darwinizm'in karşılaştığı en büyük mesele nedir?
    Darwinizm'in en büyük problemi, yeni biyolojik yapıların, yeni canlıların nasıl ortaya çıktığını açıklamaktır. Darwinizm, zaten var olan biyolojik yapıların küçük değişmelere nasıl uğrayabileceği konusuna ışık tutabilir. Meselâ Galapagos adalarındaki ispinozların gagalarında küçük farklar doğmasına dair bir açıklama sunabilir. Ama kuşlar ilk başta nasıl ortaya çıktı? Kuş tüyü veya kanadı gibi kompleks organlar nasıl oluştu? Beyin, göz, akan kandaki pıhtılaşma gibi çok fazla parçanın uyum içinde işlemesiyle çalışan hassas organ ve sistemler nasıl var oldu? Darwinizm'in bunları açıklaması imkânsız; çünkü bunların her biri, ancak eksiksiz olduklarında vazife görebilen son derece karmaşık yapılar. Bunların menşeini açıklamanın en tutarlı yolu, şuurlu ve sonsuz kudret sahibi, tabiatüstü bir Yaratıcı'nın müdahalesini kabul etmektir.
    - Darwinizm’in geleceğine dair bir beklentiniz var mı? Darwinizm yaşayacak mı?
    İnanıyorum ki, Darwinizm sahneden çekilme yolunda. Hayatın açıklamasının bu teoriyle mümkün olmadığı görülecek ve teori terk edilecek. Bu sonuca giden süreç başlamış durumda zaten. Bunun sebebi de benim tarafımdan veya başka bilim adamları tarafından yapılanlar değil. Hayat hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, onun ne kadar kompleks olduğunu o kadar iyi anlıyoruz. Bilim adamları, bu kadar kompleks yapıların Darwin'in öngördüğü gibi gâyesiz, tesadüfî mekanizmaların ürünü olamayacağını görmeye başlıyorlar.
    - Bilindiği gibi Darwinizm'i savunanlar genellikle kendilerinin ilmî bir zeminde düşündüklerini, kendilerine karşı çıkanların ise sadece dinî inançlara dayandıklarını söylerler. Sizin tarif ettiğiniz tablo ise bunun doğru olmadığını gösteriyor gibi. Ne dersiniz?
    Evet, tam da o şekilde. Darwinizm'e karşı geçmişte pek çok insan sadece dinî kaynaklara dayanan itirazlar öne sürerdi. Teorinin savunucuları ise, bugüne kadar bilimin kendi taraflarında olduğunu iddia ettiler. Oysa 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren elde edilen şaşırtıcı ilmî bulgular, tabloyu tersine çeviriyor. Bugün Darwin'e karşı itirazımız, bilmediklerimizden değil, bildiklerimizden kaynaklanıyor. Dogmatik düşünce yolunu seçenler ise artık Darwinistler. Biz onlara, canlılığın plânlı ve programlı yaratıldığını gösteren ilmî deliller sunuyoruz, onlar ise bunları, sadece felsefî ve ideolojik dünya görüşleri sebebiyle reddediyorlar.
    Zaten ilmî devrimlerin öncesinde, eski teorileri bu şekilde ısrarla savunan bağnazlar olur. Ama sonra bilim, yanlış teoriye karşı galip gelir. Darwinizm'in de yakında başına bu gelecek.

    Kaynak
    - The International Chimpanzee Chromosome 22 Consortium, Nature, Sayı:429, Sayfa:382-388 (2004) .

    bolum 2

  • Makbule Hanim

    04.01.2005 - 18:21

    Millî Mücadele'den Bir Tablo: Makbule Hanım
    Dr. Cemil DEMİR /Sizinti/Aralik 2004

    İstiklâl Mücadele’miz sayısız kahramanlıklarla dolu olmamış olsaydı, sayı ve silâh bakımından üstün düşmana karşı, böylesine bir zafer elde edilebilir miydi? Millî Mücadele’de, sayıca erkekler kadar olmasa da, bazı kadınlarımızın göstermiş oldukları cesaret ve kahramanlıklardan söz etmemek onlara karşı büyük bir haksızlık olur. Bu insanlar, zamanında üzerlerine düşeni yapmamış olsalardı, ülkemiz belki bugün hâlâ düşman çizmesi altında inlemekte olacaktı. Eminiz ki, Anadolu araştırılsa çok sayıda kahramanın izlerine rastlanacaktır. Bu kahramanlardan birisi olan Makbule Hanımın fedakârlıklarına kısaca göz atalım:
    İşgal yılları
    15 Mayıs 1919'da Yunanlılar, İtilaf Devletlerinin de desteğiyle, bütün Ege Bölgesi'ni işgal etmek maksadıyla, İzmir'e asker çıkarmıştı. Oradan Manisa, Akhisar, Salihli ve Ödemiş taraflarına doğru ilerlemeye başlamışlar; yaklaşık bir yıl sonra, 15 Temmuz 1920'de Gördes’e saldırmışlarsa da, esas tahribatı 21 Mayıs 1921'de yapmışlardı. Üç bin yıllık geçmişi olan Manisa'nın Gördes ilçesi, İstiklâl Harbi sıralarında şiddetli çarpışmalara sahne olmuş beldelerimizden birisidir. Bu tarihten itibaren 5 Eylül 1922'de düşman işgalinden tamamen kurtulana kadar ilçe yönetimi, yaklaşık iki yıl kısa aralıklarla Türkler ve Yunanlılar arasında el değiştirmiştir. Çünkü, Gördes, Sındırgı ve Demirci havalisini müdafaa eden, sayıca az fakat kahraman efe, güçlü imanları sayesinde yaptıkları baskınlarla ilçeyi zaman zaman Yunanlıların elinden alıyor; ancak düşmana takviye kuvvet geldikçe de, dağa çıkıp çete savaşı yapıyordu. Bunlardan biri, Salihli'nin Torunlu köyünden Ali Efe; diğeri ise, Manisa'da uzun yıllar hapishanede gardiyanlık yapan, Yunanlılar Manisa'yı işgal edince, mahpusları silâhlandırıp, düşmana karşı kahramanca savaşmalarını sağlayan Makedonya göçmeni Pehlivan Mehmet Ağadır.
    Bu savaşlar sırasında ilçede pek çok ev ve dükkân yakılıp yıkılmıştı. Yunanlılar, şehri terk ederken de her tarafı yakıp yıkmışlardı. Yangın içinde kalan insanların acı çığlıkları kulakları çınlatmış, etrafı günlerce yanık kokusu sarmıştı. Sokaklar; kopmuş kol, bacak ve kafalarla dolu idi. Vücudunun yarısı yanmış, hâlâ can çekişmekte olan insanlar ise yürek yakıyordu.
    Mütevazı bir düğün
    1921 Mayısı’nın sonlarına doğru, Gördesli bir genç kızın düğünü vardı. Gördes işgal altında olduğundan, düğün Demirci'de yapılmaktaydı. Bu düğün Makbule Hanımla Halil Efenin düğünü idi. Sade bir törenle dünya evine girdi gençler. Halil Efe, Gördes'i savunmak gayesiyle düşmanla defalarca çarpışan yağız bir genç efe idi.
    Düşmanın bütün Ege'yi işgal etmek için, doğuya doğru ilerlemeye devam ettiği haberleri geliyordu. Gördes'te yapılan katliamlar yüzünden efelerin ve eli silâh tutanların yerinde durması mümkün değildi. Halil Efe de, eşinden gizli olarak hazırlıklarını yaptı. Ancak, Makbule Hanım her şeyin farkındaydı. Evliliklerinin daha ilk aylarında kocasının tekrar dağa çıkıp Millî Mücadele'ye katılacağını çok iyi biliyordu. Kocası Halil Efe düşmanla savaşmak isterken, Makbule durur muydu? O, çocukluğundan beri bugünler için yetiştirilmiş bir asker gibiydi. Arkadaşları ona: 'Asker Makbule' derdi. Silâh kullanmayı ve ata binmeyi de öğrenmişti. Birinci Dünya Savaşı'nda babasını, Yemen Savaşı'nda da ağabeyini şehit veren Makbule'yi annesi büyütmüştü. Bütün bunlar Makbule'yi bu mücadeleye hazır hale getirmişti.

  • Makbule Hanim

    04.01.2005 - 18:21

    Makbule Hanımın efelere katılması
    Bir cuma günü, cuma namazından çıkanlar kendi aralarında, düşmanın ilçeye yaklaşmakta olduğunu konuşuyordu. Tam bu sırada Halil Efe arkadaşlarından bir haber aldı. Arkadaşları, Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Bey komutasında dağda silâhlanmış ve düşmana karşı mevzilenmiş, Halil Efenin de kendilerine katılmasını bekliyordu. Halil Efe o gece, iki aylık eşiyle vedalaşıp evden ayrıldı.
    Vatan müdafaasında prensip olarak her şey gizli yürütülür; sırları ifşa edenler en ağır şekilde cezalandırılır. Halil Efe de nereye gittiği hususunda eşine bir şey söylemeden evden ayrıldı. Doğuştan cengaver bir ruh taşıyan ve çocukluğundan beri ata binmeyi, silâh kullanmayı en iyi şekilde öğrenen Makbule Hanım, durumu sezmekte gecikmedi. O da Milli Mücadele'ye katılmak istiyordu. Bunu eşine söylese, kesinlikle reddedileceğini biliyordu. Muhtemelen, 'İşte aradığım gün bu gündür. Kocam düşmanla savaşırken ben evde işe yaramaz bir halde duramam. Memleketi düşmanlar sarmışken bana evde oturmak yaraşmaz. Hem ben çocukluğumdan beri böyle günler için hazırlanmadım mı? ' şeklindeki mülâhazalarla hareket ediyordu. Bu yüzden kocası evden çıkar çıkmaz, hazırlanıp arkasından gizlice onu takip etmeye başladı. Kocası Halil Efe, arkadaşlarının yanına varmıştı. O ise bir çalılığın arkasına gizlenmiş, kendisini efelere nasıl kabul ettireceğini düşünmekteydi. Bir çıtırtı üzerine nöbetçi efe, silâhını sesin geldiği yöne doğrultup arkadaşlarını da teyakkuza geçirdi. Efeler çalılığa doğru, 'Her kimsen ortaya çık, yoksa ateş edeceğiz.' diye bağırdılar. Makbule Hanım gecenin karanlığında çaresiz ortaya çıktı ve çekingen bir sesle: 'Ateş etmeyin, ben Halil Efenin ailesiyim.' dedi. Bunun üzerine Halil Efe, şaşkın ve mahcup bir tavırla: 'Sen ne arıyorsun burada? Senin evde olman gerekiyordu. Seni hemen eve geri götürmeliyim.' dedi. Fakat Makbule Hanım bir türlü ikna olmuyordu. Israrla kocasına savaşa iştirak etmek istediğini söylüyordu. Kocasını ve efeleri ikna edemeyeceğini anlayınca komutan Kaymakam Ethem Beyin yanına gidip, 'Bey amca beni geri göndermeyin, ben de düşmanla dövüşebilirim, size yararım dokunur, beni bu mukaddes müdafaadan mahrum bırakmayın. Yunanlıların bize neler yaptıklarını gördüm ve bunun hesabını sormak istiyorum. ' diye yalvardı.
    Makbule'nin yalvarmalarına rağmen, Pehlivan Ağa başta olmak üzere efelerin hepsi, aralarında bir kadın bulunmasının uygun olmadığını söylediler. Makbule Hanım ise ağlayarak yalvarmaya devam ediyordu. Sonunda İbrahim Ethem Bey: 'Pekâlâ bir deneyelim bakalım. Ama bize ayak bağı olursan hemen evine döneceksin.' dedi. Makbule Hanım da, İbrahim Ethem Beye kendisini kabul ettiği için teşekkür ederken, sevinçten gözlerinin içi gülüyordu.
    Makbule Hanımın mücadelesi
    Makbule Hanım, memleketi kara bulutlar sardığından beri, yakınlarını şehit verdiğinden midir bilinmez ama, elbiselerini hep siyahlardan seçerdi. O gün de üzerinde siyah bir ceket, altında bol bir şalvar vardı. Başında da, yaz-kış çıkarmadığı, kalpağa benzer bir başlık bulunuyordu.
    Herkesin atı ve tüfeği olduğu halde, Makbule Hanımın sadece yakın mesafelerde tesirli olan basit bir tabancası vardı. Bu yüzden efeler Halil Efeye, Makbule Hanımın evine dönmesi gerektiğini söylüyorlardı. Makbule Hanım da: 'Ben atımı ve silâhımı bulur, başımın çaresine bakarım; kimseye yük olmam.' diyordu. Onun bu gözü pekliği karşısında ne kocası, ne İbrahim Ethem Bey, ne de diğer efeler söyleyecek söz bulamıyorlardı. Efeler tarafından böyle dışlanmasına içerleyen Makbule Hanım, bir gün efeleri şaşırtan ve kendisini kabul ettiren bir şey yaptı. Efeler, gece Çomakla Dağı'nın eteklerinde karargâh kurmuş, istirahate çekilmişlerdi. Düşmanın yerini önceden efelerin konuşmalarından öğrenen Makbule, gecenin karanlığında kimseye sezdirmeden, çadırından ayrılıp, düşman karargâhına bir baskın yaptı. Hançeriyle düşman nöbetçisini bir darbede yere serdi. Yere serdiği nöbetçinin silâhıyla uyumakta olan düşman askerlerinin üzerlerine yaylım ateşi açtı, uyanmalarına fırsat vermeden onları tesirsiz hale getirdi. Düşman karargâhındaki silâh, mühimmat ve erzakı onların atlarına yükleyip birliğine döndü. Silâh sesleriyle irkilen efeler, dikkat kesildiler. Kendilerine doğru gelen nal sesleriyle teyakkuza geçtiler. 'Dur! ' diye bağırdılar. Bu ikaza karşılık Makbule Hanım: 'Ateş etmeyin, ben Makbule'yim.' dedi. Ve efelerin şaşkın bakışları önünde ganimetleri ortaya döktü. Efelerin artık Makbule'ye söyleyecekleri hiçbir şey kalmamıştı.
    Makbule, saldırılarda herkesten önce hazırlanıyor, ön saflarda düşmana kurşun sıkıyordu. Düşman saldırısının yoğunlaştığı anlarda geri çekilmek isteyen genç efelere hal ve tavırlarıyla cesaret veriyor 'Nereye gidiyorsunuz, siperlerden çıkmayın vurulacaksınız...' diye bağırıyordu.

    bolum 1

  • Makbule Hanim

    04.01.2005 - 18:20

    Efelerin endişesi
    Başta kocası Halil Efe olmak üzere bütün efeler, cesaretinden ve başarılarından dolayı onu takdir ediyor; ancak başına bir şey gelmesinden ve canlı olarak düşman eline geçmesinden korkuyorlardı. Pehlivan Ağa: 'Senin kahramanlıkların bizi şaşkına çevirdi, herkes seni takdir ediyor; ama sen kadınsın, bu işler yine de sana göre değil, başına bir şey gelmesini istemiyoruz. Ne olur şehre dön, bize oradan bilgiler getirirsin, erzak ve mühimmat desteği yaparsın.' dedikçe, Makbule Hanım itiraz ediyor, geri hizmette kalmak istemediğini, gerekirse bu uğurda şehit olmayı arzu ettiğini söylüyordu. İbrahim Ethem Bey, Makbule'nin ikna edilemeyeceğini anlayınca, arkadaşlarına, 'Bırakın, bu kahraman mücahide dilediğini yapsın. Zaten sayımız az. Onun da bize katkısı küçümsenecek gibi değil, sıkıştırıp durmayın kızı! ' dedi.
    Yenen çiğ tavuklar
    Günler böyle geçerken, düşmanla çatışmaktan yorgun düşen efelerin erzakı da iyice azalmış, efeler torbalarında kalan son kırıntılarla ayakta kalmaya çalışıyorlardı. Geceleri de -düşmanın görmesinden çekindikleri için- ateş yakamayan efeler soğukta büzülerek, tam teçhizatlı bir şekilde aç karına uyumaya çalışıyorlardı. Böyle bir gecede, aniden duyulan bir hışırtıyla uyanan efeler, baş uçlarında dikilen Halil Efeyi görürler. Elinde köylülerden aldığı iki tavuk vardır. Halil Efe: 'Bunları pişirip yiyelim arkadaşlar! ' der. Aslında ateş yakmak yasaktır. Buna rağmen talimatlar çiğnenerek, etraftan çalı çırpı toplanıp ateş yakılır. Ateşin görünmemesi için, çevresi kapatılır. Tüyleri yolunan tavuklar, bu kısık ateşte kötü de olsa pişirilip yenir.
    Makbule Hanımın şehadeti
    Düşman geceki ateşten yerlerini belirlemiş olacak ki, efelere yaylım ateşi başlattı. Tam siper yere uzanan efeler, silâhlarıyla sürünüp, kimisi bir çukura, kimisi de bir kayanın arkasına gizlenerek, ateşin nereden geldiğini tespit etmeye çalıştı. Düşman askerlerinin kendilerine doğru yaklaşmakta olduklarını gördüler. Hazırlıksız yakalanan efeler, düşman üzerine aralıksız ateş ediyor, kendilerine yaklaşmalarına izin vermiyordu. Ancak efelerden bazıları şehit olmuştu. Düşman da ciddi kayıplar verdiğinden geri çekilmeye başlamıştı. Silâh sesleri kesildikten bir süre sonra, hayatta kalan efeler siperlerinden birer birer çıkmaya başladılar. İlk işleri Makbule'yi aramak oldu. Makbule Hanımı yıkılmış çadırında bulamadılar. Şehit olan efelerin arasında da göremeyince, düşman ölülerinin olduğu yere gittiler. Onu az ötede yere boylu boyunca uzanmış buldular. Bu şehit, Millî Mücadele'mizin kadın kahramanlarından Makbule Hanımdı. Tarihler, 16 Mart 1922'yi gösteriyordu.
    İbrahim Ethem Bey hatıralarında: 'Uzaktan gelen bir kurşun Makbule'yi şehit etti.' der. Efeler, daha yirmisinde Rabb'ine kavuşan Makbule'yi, Sındırgı, Gördes ve Demirci üçgeninde kalan Koca Yayla mevkiinde, kanlı elbiseleriyle, gözyaşları içinde defnettiler.
    Gördesli Şehit Makbule Hanım; Nene Hatun, Kara Fatma, Tayyar Kadın, Emire Ayşe Aliye, Fatma Nine ve Kara Ayşe gibi, araştırılıp ortaya çıkarılmayı bekleyen nice kadın kahramanlarımızdan sadece birisidir. Bu kadınlarımız, Anadolu'nun analarla dolu olduğunu gösteren birer destan yazmıştır. Milli Mücadele'nin yaşandığı beldelerde araştırma yapılırsa, birçok kadın kahramanımızla karşılaşılacaktır.
    Geçmişi böylesi büyük kahramanlıklarla dolu Anadolu kadını, günümüzde de içinde yaşadığı şartlara uygun bir şekilde üzerine düşen vazifeyi büyük bir fedakârlıkla yapmaya devam ediyor.

    Kaynaklar
    1. Anonim, 1970. İstiklâl Harbi’nde Demirci Akıncıları. Demirci Kaymakamı, Akıncı İbrahim Ethem Beyin Hatıraları, Yeni İstanbul Kültür Yayınları, Yeni İstanbul Matbaası.
    2. Çiçek, İ. 1997. Gördesli Mücahide Makbule ve Silâh Arkadaşları. Salihli Belediyesi Kültür Yayınları, Özere Ofset.
    3. İlker, S.S., Tuncay, H. ve Aker, H. 1999. Bir Zamanlar Gördes. Anlatan: Zekeriya Yurtoğlu. Tunahan Matbaacılık ve Gazetecilik Ltd. Şti.
    4. Ayvaz, K, 2004. Millî Mücadele'de Anadolu Kadını, Sızıntı, 303:116-119.

    bolum2

  • Vefa Konevî

    04.01.2005 - 18:19

    İstanbul'un Manevî Mimarlarından Şeyh Vefa Hazretleri
    Dr. Saim ARI /Sizinti/Aralik 2004

    Fetih'ten sonra, dünyanın çeşitli coğrafyalarından ilim adamlarının toplanmasıyla, bir ilim merkezi hâline getirilen İstanbul'da, birçok medrese inşa edilmiştir. Bunlar sadece ilim yuvası olmakla kalmamış, etraflarına da kütüphane, imarethane, hamam ve dükkânlarla da şehrin gelişmesine ve imarına vesile olmuştur.
    Fatih Sultan Mehmet'in, fetih sonrası İstanbul'a davet ettiği yüzlerce ilim ve mâneviyât büyüğü arasında, Şeyh Vefa Hazretleri de vardır. Hârâbe bir semte yerleştirilen bu zât, burayı kısa sürede mâmûr hâle getirmiştir. Günümüzde Vefa adı ile anılan semt, Şeyh Vefa Hazretlerinin bir hatırasıdır. O, burada kurulan medresesinde bir taraftan talebelere ders vermiş, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatıp onların gönüllerini fethetmiş ve onların Müslüman olmalarında rol oynamıştır.
    Konya'da doğduğu için Konevî olarak da anılan Şeyh Vefa, Osmanlı'nın 15. yüzyılda yetiştirdiği önemli ilim adamlarındandır. Konya ve Edirne'deyken, astronomi ve musikîden, dinî ilimlerin bütün sahalarına kadar eğitim görmüş, Zeyniye tarikatı büyüklerinden Abdullatif Kutsî'nin manevî terbiyesinde yetişmiştir. Konya'da ilim ve irşad faaliyetleriyle hayatını geçirdiği sırada, Hac ziyareti için deniz yolcuğuna çıkan Vefa Konevî, yolda korsanların saldırısına uğrar ve bir süre Rodos Adası'nda zindanlarda esaret hayatı yaşar. Bu büyük ilim ve gönül adamının esir olduğunu duyan Karamanlı İbrahim Bey, büyük bir para karşılığında onu esaretten kurtarır. Şeyh Vefa Hazretleri Anadolu'ya döndükten sonra bir süre Konya'da öğrenci yetiştirmekle meşgul olur. Bu sırada Fatih Sultan Mehmet tarafından yürütülen İstanbul'un fetih hazırlıklarını duyunca, devrin diğer büyük ilim ve mânevîyat büyükleri gibi fetih ordusu içerisinde yer alır. Fetihten sonra Konya'ya vazifesinin başına dönmeye hazırlanırken, Fatih şehrin imârı ve halkın irşad edilmesinde kendisine ihtiyacı olduğunu belirten bir mektup göndererek, İstanbul'da ikamet etmesini rica eder. Bu davet üzerine İstanbul'da vazife yapmaya karar verir. İşte onun Vefa semtine yerleşmesi, bu mektuba dayanır.

  • Vefa Konevî

    04.01.2005 - 18:18

    Sinan Paşa, Molla Lutfî, Bursalı Hocazâde, Zembilli Ali Cemalî Efendi ve şair Zatî, Vefa Konevî'nin yetiştirdiği talebelerin başında gelenlerdir.
    Vefa Hazretlerinin manevî önderliğini yaptığı külliyenin bir bölümünü oluşturan tekkenin de, toplum hayatında ayrı bir yeri olmuştur. Burası bir ilim merkezi, aynı zamanda bir yardımlaşma müessesesi, yolcular için bir misafirhane, yoksulların karnını doyurduğu bir yerdi. Edebiyat, musiki, hüsn-ü hat gibi güzel sanatların ve edebiyatın icra edildiği bu yerlerde insanlar huzur bulmaktaydı. Güçlü bir şair olan Vefa Konevî bir divan da tertip etmiştir.
    Vefa Konevî yaptığı çalışmalarla Fatih Sultan Mehmet'in takdirini kazanmıştır. Fatih bir gün has adamlarından birini göndererek sohbetlerinden ve nasihatlerinden istifade etmek için bu büyük insanı saraya davet eder. Ancak, Vefa Konevî bu davete icabet etmeyeceğini bildirir. Fatih tebessüm ederek:
    -O gelmezse, biz onun ayağına gideriz, der ve bu ilim adamının medresesine kadar gider. Ama kapı kendisine yine açılmaz. Fatih:
    -Ey Vefa, sende hiç vefa hissi yok mu? diyerek oradan ayrılır.
    O, Fatih'i huzuruna kabul etmeyişinin sebebini etrafındakilere şöyle açıklar: 'Bilmezsiniz. Benim ona meylim ve onun bana ihtiyacı o derece fazladır ki, bir an birbirimizi görecek olsak, o benden ayrılmak istemeyecek, ben de onu bırakmayacağım. Halbuki, O milletin işlerini üzerine almıştır. Biz de dünya düzenini korumaya memuruz.'
    Evet, Fatih babası tarafından özel olarak devlet idare etmek üzere yetiştirilmişti. Toplumun Fatih'e ihtiyacı vardı. Bu sebepten o, toplumunun başında bulunmalıydı. Şeyh Vefa da bir ilim adamı olarak talebe yetiştirecekti. Böylece herkesin kendi vazifesini müdrik olduğu huzur toplumunun en temel dinamiklerinden birinin canlı örneğini, bizlere gösteriyorlardı.

    bolum 2

  • Gerzek

    04.01.2005 - 18:17

    ben

  • Bir Halta Yaramaz

    04.01.2005 - 18:17

    ben

  • Çatlak

    04.01.2005 - 18:16

    ben

  • manyak

    01.01.2005 - 22:04

    ben

  • deli

    01.01.2005 - 22:04

    ben

  • american history x / geçmişin gölgesinde

    29.12.2004 - 20:18

    Edward Norton..
    Sanirim ilk defa bu filmde izlemistim onu..Cok iyiydi

  • arda

    29.12.2004 - 20:17

    bizim arkadasin ismi
    okyanus cekildiginde karsi tarafa yuruyerek gecmek isteycek kadar gozukara; ama bir ayidan korkacak kadar insan :)))

  • tabut

    29.12.2004 - 20:16

    bilahare denem sansim pek olmadi; ama insanlarin kendi kuyularini kazdiklari seklinde soylelegelen bir cumle vardir.
    Bir terzinin kendi sokugunu dikemedigi de soylenir; acaba bir tabutcu kendi tabutunu yapabilir mi?
    tabut binilmesi gerekn gemidir
    bilinmezlige acilan koprudeki taslardan biridir
    tabut insan gibi curumeye mahkum bir varliktir
    vs

  • çemberimde gül oya

    24.11.2004 - 02:21

    bana izle dedi; ama daha sadece bir bolum izleyebildim

  • melemen

    21.11.2004 - 17:58

    ben super yaparim...

  • darwin ve evrim

    21.11.2004 - 14:46

    Ikisi de olu.

  • he-man

    14.11.2004 - 01:53

    kasli mi kasli...
    yaninda da sadik bir yavani titrek/atilgan
    uzerinde Heman olmadigi zamanlarda pembe bir tisort ya da ceket sanirim, altinda da beyaz bir tayt.
    adam iri, kocaman da bir kilici var; yenilmez, hic kaybetmez; bizim kahramanimiz olan adam...
    aslinda soyle denebilir..
    normal hayatta o da superman gibi cekingen, tirsik bir kahraman ama golgelerin gucu adina dediginde yenilmez bir savasci; ayni superman gibi guclerini kullanip kotuluge meydan okuyan bir cengaver...
    kahraman olak icin illa ki guc sahibi mi olmak gerekir; o zamanlar neen benim de bir gusum yok diye cok hayiflanmisimdir; saniyordum ki kahraman olmak icin boyle gizli gucler lazim; ama cok kahramanlar var; sadece hissederek ve kendilerini adayarak olan..

  • kağıt

    14.11.2004 - 01:23

    mektup
    his
    aşk
    hatirlama
    umut
    sevgi
    destek
    aynilik
    kabullenme
    olum
    haber
    cizgi
    hayat
    son

  • çay ve sigara

    14.11.2004 - 01:22

    muhtessem ikili

  • striptiz

    12.11.2004 - 22:18

    tamam kardesim striptizin Bir YER olmadigini ben de biliyorum :)) saolasin..
    bir ikincisi dedigin gibi gosterilmez degil gosterilir; sana istanbul dedik mi?
    ya, gosteren gosteriyor, hatta cok farkli seyler de yapiliyor canim kardesim

Toplam 1546 mesaj bulundu