Sırpların vahşice öldürdüğü binlerce Boşnak’ın kimlik tespit çalışmaları ancak ileri DNA teknikleriyle mümkün olabiliyor. Çünkü cesetler bulunmasın diye birkaç farklı mezara parça parça gömüldü. Bosna genelinde kaybolan 25 bin 753 kişi için çalışmalarını sürdüren Uluslararası Kayıplar Komisyonu (International Commissions of Missing Persons) bugüne kadar 7 bin 767 kişinin kimliğini tespit edebildi. 2000 yılından bu yana yapılan çalışmalarda 71 bin kişiden DNA örnekleri aldıklarını, bu verileri mezarlardan çıkan kemiklerin DNA’ları ile karşılaştırdıklarını anlatan ICMP Direktörü Adin H. Jasarogiç, “Komisyon 1996’da kuruldu. Şimdiye kadar Srebrenitsa başta olmak üzere tüm eski Yugoslavya’dan kan örnekleri topladık. Onları, kemiklerden aldığımız örneklerle karşılaştırıyoruz.” diyor.
Birbirine karışmış kemiklerle karşılaşıyoruz
Srebrenitsa ve Tuzla’da birer merkezi bulunan organizasyonun bünyesinde çok geniş bir adli tıp uzmanı kadrosu var. Ülke genelinde bulunan bir tek kemik parçası bile burada detaylı bir değerlendirmeye tabu tutuluyor, binlerce örnekle karşılaştırılıyor. Milyonlarca kemik parçası tek tek barkodlanıyor ve her bir cesede ait bütün kemikler tamamlanıncaya kadar depolarda tutuluyor. Çok titiz bir çalışma yürüttüklerini anlatan Jasarogiç, “Ülke geneline yayılmış sahra ekiplerimiz verileri toplayıp merkeze yolluyor. Fakat DNA örneği alacak bir tek aile bireyi bile bulamadığımız binlerce vaka var. Boşnakların dağıldığı Avrupa ülkelerinde de DNA örnekleri topladık. Ama, hiçbir DNA örneğine ulaşamadığımız çok sayıda vaka var. Ailelerin çok dağılması da bir başka önemli faktör. Dosyalarını kapatamadığımız için de araziden yeni kemikler getiremiyoruz, yeni mezarlar açılamıyor.” diyor.
Proje koordinatörü Zlatan Şabanoviç ise depolarında halen 6 bin cesede ait kemik örneklerinin olduğunu hatırlatarak, “İşimiz hiç kolay değil. Çünkü cesetler paramparça olmuş. Bazen tek cesede ait kemikleri birden fazla bölgeden topluyoruz. Birbirine karışmış kemiklerle karşılaşıyoruz. Bu da katliamın delili.” diyor.
Dönülemeyen evler
Savaşın üzerinden neredeyse on yıl geçti. Yerlerinden ayrılan yüz binlerce mülteci Bosna için hâlâ ciddi bir sorun. Dönüşün neredeyse yok denecek kadar az olduğu bölge ise Srebrenitsa. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgede dönüşler ciddi oranlarda sağlansa da Srebrenitsa gibi sıkıntılı şehirlerde dönüşler çok az. Şehir merkezine bugüne kadar 600 kadar Boşnak dönebilmiş, köylere ise 1300 civarında kişi... Bosna genelinde mültecilerin geri dönüşleriyle ilgili en yetkili kurum BM Mülteciler Yüksek Komiserliği. Komiser Semih Bülbül’ün verdiği bilgiye göre, 1992’den itibaren yaklaşık 2 milyon insan yerinden oldu. Bu insanların geri dönüşleri ancak 1996’da başladı. Bugün, 450 bini yurtdışından olmak üzere 1 milyon kişinin evlerine döndüğünü belirten Bülbül, geri dönüşlerin önünde ciddi engeller olduğunu söylüyor: “En büyük engel döndüklerinde oturacak bir evlerinin olmaması. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği dönmek isteyenler için mali destek sağlıyor. Çok yaşlı ve kendi kendine bakamayacak durumda olanların olanların evleri restore ediliyor ve bunlara iş kurmaları için bir miktar yardımda bulunuluyor. Şu anda 6 tane Srebrenitsa’da, 12 tane de Bratunats’ta ev inşa ediyoruz.”
Uluslararası camianın Bosna’da sorunların çözümü için geri dönüşlerin bir an önce bitirilmesi gerektiğine inandığını; bu sebeble Avrupa Kalkınma Bankası’nın mültecilerin konut sorununun çözümü için 8 milyon Euro ayırdığını anlatan Semih Bülbül, 2006 sonuna kadar eski evlerine dönmek isteyenlerin yerleştirilmesinin planlandığını söylüyor.
Srebrenitsa’yı yeniden inşa edeceğiz
Bosna Hersek’in Sırp bölgesinde yer alan Srebrenitsa aslında oldukça küçük bir kasaba. Savaş başlamadan önce 36 bin kişi yaşıyordu ve nüfusun 20 bini Boşnaklardan, 8 bini Sırplardan, geri kalanlarsa Hırvatlar ve diğer etnik gruplardan oluşuyordu. Savaşın başlamasıyla civar köylerdeki Boşnaklar da Sreprenitsa’ya sığındı ve nüfus 50 bini aştı. 11-16 temmuz 1995 tarihinde meydana gelen olaylarda 8 bin Srebrenitsalı hayatını kaybetti. Korunmuş bölge olarak kabul edilen civar bölgelerde ise yaklaşık 5 bin kişi hayatını kaybetti.
10 bini aşkın insanı birkaç günde kaybeden Srebrenitsa bugünlerde yaralarını sarmaya çalışıyor. Şehrin Boşnak Belediye Başkanı Abdurrahman Malkiç, katliamın üzerinden on yıl geçmesine rağmen Boşnakların dönemediğini, bugün şehrin nüfus dengesinin Sırpların lehine değiştiğini söylüyor: “2000’den bu yana sadece 3 bin Boşnak şehre dönebildi. Şu anda şehirde 10 bin kişi yaşıyor ve 6 bini Sırp. Müslümanlar dönemiyor çünkü ne evleri, ne işleri, ne de aileleri kaldı. Belediyenin bütün evleri yapmaya yetecek kadar imkanı yok. Bu yüzden dış destek şart.” Güvenlik sağlansa da katliam yüzünden Boşnakların artık Sırplara sırtını dönemeyeceğini belirterek, “Burada tarihte eşi benzeri olmayan bir katliam yaşandı. Eskisi gibi olması mümkün değil. Ben 5 ay esir kampında kaldım, bunun bir ayı hücre cezasında geçti. Çekmediğim işkence yok. Ama biz buradan giden bütün Boşnakları geriye getirmek istiyoruz.” diyor. Sırp tehdidinin sürdüğünü, şimdiye kadar ciddi olay olmasa da bunun Sırpların uslandığı anlamına gelmediğini dile getiriyor.
1992-1995 arasında inanılmaz bir vandalizme sahne olan, çoluk çocuk binlerce insanın öldürüldüğü Bosna’da yaralar henüz sarılmış değil. Aradan geçen 10 yılda başarı sağlanmış çok fazla konu yok. Adeta sorunların üzeri örtülmüş. Her gün “Acaba bugün bir haber alır mıyım? ” diyen binlerce Boşnak anne ise gözyaşlarını içine akıtmaya devam ediyor. Binlerce insanın öldürülmesi emrini veren Mladiç ve Karadziç ise hâlâ serbest.
SEVLiYA FEYZiÇ: ALLAH’TAN TEK DiLEĞiM BiR ARADA ÖLEBiLMEKTi
Katliamda eşini kaybeden, dört çocuğu ile günlerce süren bir yolculuktan sonra Tuzla’ya Selviya Feyziç’in Srebrenitsa Günlüğü:
“3 Mart 1992’de Sırplar ültimatom yayınlamıştı silahlarınızı bırakın diye. Ailecek Bayramoviç köyüne gittik. Ertesi gün Arkan’ın Çetnikleri geldi. Bütün köy halkı ormana çekildik. 3 Mayıs’a kadar orada yaşadık. Boşnak direnişçilerin mücadelesi başarılı oldu ve Bratunats köyüne geri döndük. Halk da Srebrenitsa’ya döndü. Fakat şehir sürekli bombalanıyordu. 1992 yazında büyük bir açlık başlamıştı. Otları kaynatıp yiyorduk. Açlıktan çok sayıda bebek hayatını kaybetmişti. Su ve elektrikler kesikti. Ocak 1993’te nadiren yardımlar gelmeye başladı. O da haftalık yarım kilo un bir paket süttü. Bu esnada civar kasabalar Sırpların eline geçti. Halk Srebrenitsa’ya akın etti. Aylardan temmuzdu. Top sahasının yanına bomba düştü ve 50 kişi öldü. 1994 başında tekrar yardımlar başladı. Fakat Sırplar yardım konvoylarına el koyuyordu. Olanlara BM askerleri seyirci kalmıştı. Sırplar kenar mahallelere kadar gelmişti. Hatta Akif isimli bir Müslüman genci öldürüp kafasıyla top oynadılar. 25 kişiyi öldürüp cesetlerine işkence ettiler aynı yerde. Her geçen gün şartlar zorlaştı. Köylerle irtibatımız kesilmişti. Daha sonra Bratunats köyündeki tüm erkeklerin öldürüldüğünü duyduk. Babam ve eşim tarafından 60’a yakın akrabam bu saldırılarda öldürüldü. 1995’in altıncı ayına geldiğimizde Sırplar artık iyice azmıştı. Solutuşa köyüne girdiler. Çember giderek daralıyordu. 6 Temmuz sabahı büyük gürültülerle uyandık. Tanklar sokaklardaydı. Srebrenitsa’da panik başlamıştı. Civar köylerden dumanlar yükseliyor, sokaklarda insanlar öldürülüyordu. 10 Temmuz’a geldiğimizde kocam ‘Artık ayrılıyoruz.’ diyerek benimle ve çocuklarla vedalaştı. Sabah erken Tuzla yoluna çıkıyorsunuz demişti. Sabah erkenden bütün halk BM askerlerinin bulunduğu fabrikaya doğru gittik. Yanımda kızım Elvisa, oğullarım Elvis, Roma ve 14 aylık kızım Adisa vardı. Fabrikada ve civarında 15 bin kişi olmuştuk. BM askerleri vardı ama hiçbir şey yapmadılar. Genç kızlara tecavüz etmeye başladılar, bazı erkekleri fabrika önünde kurşuna diziyorlardı. Allah’tan tek dileğim bir arada ölmekti. Sırp komutan Mladiç geldi ve hiçbir şey olmayacak dedi. Fakat inanmıyorduk çünkü erkekler öldürülüyor, kızlara tecavüz ediliyordu. 12 Temmuz sabahı onlarca kamyon ve otobüs geldi. Erkekleri alıkoydular. Sırp ve BM askerleri koridor oluşturmuştu otobüs yolunda. Sırp askerleri arasında Zlatan ve Cvetin isimli iki komşumu gördüm. Bize küfrederek tekmeler savuruyordu. Bir otobüsün koridorunda zorlukla yer buldum. Çocuklarım ağlıyordu. Sımsıkı ellerini tuttum. Sırpların taşladığı otobüs Bratunats’a doğru yola çıktı. Yol boyunca otobüsleri durduran Çetnikler bazı erkekleri indirip kurşuna diziyordu. Bizim arabayı kullanan komşumuz Milan Miçiç adlı şoför kapıyı açıp, ‘Benim için de öldürün.” diye bağırdı. Sırplar genç kızları da arabalardan indiriyordu. Teyzemin kızı da aynı arabadaydı ve onu da indirip tecavüz ettiler.”
ELViSA LOKMAN: BABAMA SARILAMADAN AYRILDIĞIM iÇiN KENDiMi AFFETMEYECEĞiM
Savaş başladığı zaman çocukluğum kesildi. En çok ihtiyacım olduğunda babam yanımda yoktu. Bodrumlar, tank sesleri, patlamalar vardı çocukluğumda. Ben cılız olduğum için su bulmaya gidiyordum. Hiç unutmayacağım ise Sırpların Akif abiyi öldürüp kafasıyla top oynamalarıydı. Srebrenitsa koruma altına alınınca çocukluğuma devam edeceğimi sanıyordum. Babamın ölümüyle yıkılmıştım. Babamı son gördüğümde sarılıp onu öpmediğim için kendimi asla affetmeyeceğim. Onu son kez gördüğüme inanmak istememiştim. Ama onu bir daha hiç göremedim. Kamplar, sefalet, oradan oraya sürüklendik. Bugün hâlâ karanlıktan korkuyorum, evde en küçük bir gürültüde çığlıkla uyanıyorum.
Srebrenitsa adlı şehrin adını bundan 10 yıl önce kim bilirdi acaba? Bu şehirde yaşayanlar ve bulunduğu ülkenin vatandaşlarından başka herhalde kimse bilmezdi.
Ama şimdi Doğu Bosna’nın bu şehrinin adını bilmeyen ya da duymayan insan kalmamıştır herhalde bana göre.
Srebrenitsa bugün bütün dünyaca biliniyor; tam 10 yıl önce yaşadığı, uğradığı şerden, kötülükten dolayı. Bu kötülük, bu şer bu şehre ve insanlarına Sırp zulmü, Sırp katliamı, Sırp soykırımı olarak uğramış, burasını, insanlarını yakın tarihte görülmeyen acılarla yok etmişti.
Srebrenitsa’ya gelen şer, insanların İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görmedikleri, yaşamadıkları bir büyük şerdi; Yahudi soykırımı ya da katliamından bu yana dünya yaklaşık 50 yıldır böyle sistematik bir şer yaşamamış, görmemişti.
Üstelik bu şer, dünyanın insan hakları, demokrasi, hoşgörü ve bunları koruyacak BM, NATO gibi teşkilatların en ileri, en yüksek, en organize durumda olduğu zamanlarda gerçekleştirilmişti ne yazık ki...
Bugün Srebrenitsa’dan bu cümlelerle söz etme gereğini bir kere daha duydum; zira Srebrenitsa’da 1995’in 11-17 Temmuz günleri arasında işlenen kötülük, bugünlerde bu büyük kötülüğün 10. yılı dolayısıyla anılıyor, hatırlanıyor. Şu yazıyı yazdığım sıralarda EuroNews’den Srebrenitsa’nın hemen dışındaki Potoçari’de yapılan anma törenlerini, kılınan cenaze namazını, ardından yapılan helallık çağrılarını hüzünle, acıyla izliyor, katliamın baş sorumlularının hâlâ firarda olduklarını da hatırlamadan edemiyorum.
Esasen, katliamdaki sorumluğundan dolayı bugüne kadar sadece Sırp General Radislav Krstiç, 2001 yılı Ağustos ayında Lahey’deki Milletlerarası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından soykırım suçlusu olarak suçlu bulunup 46 yıl hapisle cezalandırılmış ve böylece Srebrenitsa’da yaşananlar modern tarihin ilk soykırımı olarak resmen tarihe geçmişti.
Portekizli hakim Almiro Rodrigues, mahkemenin kararını General Krstiç’in yüzüne, ‘... General Radislav Krstiç, siz soykırım suçundan, insanlığa karşı işlenen suçlardan ve savaş kurallarını çiğnemek suretiyle cinayet işlemekten dolayı suçlu bulundunuz... General Krstiç, siz oradaydınız. Siz binlerce Bosnalı Müslüman’ın katledilmesinden suçlusunuz; siz insanlara inanılmaz acılar yaşatmaktan dolayı suçlusunuz. General Krstiç, siz 1995 yılının Temmuz ayında kötülüğe, şerre rıza gösterdiniz. İşte bu yüzden mahkeme sizi suçlu bulmuş ve sizi 46 yıl hapse mahkum etmiştir.’ şeklinde okuyarak Srebrenitsa’da o meş’um temmuz günleri yaşananları temelde kötülük, şer olarak tanımlamıştı.
Srebrenitsa’da yaşananlar modern tarihin en büyük kötülüklerinden biriydi elbette; nitekim şehri güvenli bölge olarak koruması altına alan ama bunu beceremeyen Birleşmiş Milletler de Srebrenitsa’da işlenen kötülüğü anlayamadığını kendi raporuyla itiraf etmiş, şöyle demişti: ‘... Hatalar, yanlış değerlendirmeler ve karşımızda bulunan kötülüğün kapsamını anlama yetersizliğimizden dolayı Birleşmiş Milletler olarak biz, Srebrenitsa halkını Sırpların kitlesel cinayetlerinden kurtarmak için üzerimize düşen görevi yapamadık.’
Bu acı ve ibret dolu hükmün yanı sıra aynı rapor hem dünya ve hem de BM’nin çok geç anladığı şu gerçeğe de dikkat çekmişti hatırladığım kadarıyla: ‘Bosna, askerî bir ihtilaf olduğu kadar ahlakî bir davaydı da...’
Raporun da itiraf ettiği gibi Bosna ve burada yaşananlar ahlakî bir davaydı da; ama ne yazık ki dünya milletlerinin hak-hukuk, insanlık anlayışının en üst, en güçlü ortak temsilcisi BM bu konularda aciz kalmış ve Bosna’yı, Srebrenitsa’yı Sırp kötülüğüne teslim etmişti.
Srebrenitsa’da yaşanan kötülüğün üzerinden bugün 10 yıl geçmiş bulunuyor. General Krstiç gibi kötülüğü işleyenlerden birisi mahkûm olmuş bulunuyor. Ama şüphesiz bu yeterli değil; kötülüğün tamamen cezalandırılması için daha pek çok şeyin yapılması gerekiyor. En başta, kötülüğün esas mimarlarından, faillerinden Karadziç ve Mladiç’in de yakalanıp adalete teslim edilmeleri; sonra da hareketleriyle Srebrenitsa’daki kötülüğe katkıda bulunan, bu kötülüğün yolunu bilerek, bilmeyerek açanların da adalete hesap vermesi gerekiyor.
10 yıl önce işlenen bu kötülük, bütün yönleriyle mutlaka ortaya çıkarılmalı ve herkes bundan ibret ve ders almalı. Srebrenitsa’yı unutmayalım, unutturmayalım...
TEBRİK: Srebrenitsa’nın 10. yılını Türk basınında (hatta dünya basınında) en kapsamlı, en ayrıntılı, en başarılı, en güzel şekilde ele alan Zaman Dış Haberler ekibini ve Aksiyon Dergisi’ni burada huzurunuzda tebrik ediyor, bu değerli kardeşlerime içten teşekkürlerimi sunuyorum. Sağ olsunlar...
ama aslında buna da bir kilif bulabilirim: isimleri yabancı ama türkçe içindekiler kismi var :)
...
Ülker e bununla ilgili bir mail yolladim. Neden bu şekilde yaptıkarını sordum. bana şuna benzer bir cevap verdiler: ürünlerimiz yurtdışında da satiliyor ve biz de bu yuzden yabancı isim kullanmayı daha uygun buluyoruz.
yani demek istiyorlar ki, içerde yani turkiye de isim ne olursa olsun insanlar alıyorlar, ne gerek var o halde türkçe isim koymaya.
daha sonra türkk diline yaptıklaır hizmetten bahsediyordu mail.
ben de şöyle bir soru sordum onlara:
sigara ureten buyuk firmalar da kanserle savaşan vakıflara yardım ediyorlar. ama kansere sebep olanlar da onlar. goz boymaktan başka bir şey değil yaptıkları. işte sizin yaptığınız da bu; hem kansere sebep oluyorsunuz hem de çürüyen vücudu ayakta tutmaya çalışıyorsunuz; neden? çünkü ona bile satmak istiyorlar yeni mamüllerinden.
tezek ve beygir arasinda bir bağ kurabilmek lazim :)
tabii genellikle tezek inek ve dana dışkısından yapılır; ama beygirkinden yapılmayacağını kim söyledi
köylerde yazın sivrisineklerden korunmak için tezek yakılır. sinek çıkan kokuya gelemez. tabii o kokuda kim oturmakı ister orda; ama daha off lar filan çıkmadan once kullanılan yontem buydu.
evinizde denemeyin :))) ahahah haaaaa
1-'Açık olma durumu, açıklık, aydınlık'
cümle içinde kullanılışı:
'Bu akşam bilhassa, Şevki'nin fikrindeki vuzuh onu düşündürdü.'- H. E. Adıvar.
2- edebiyat Açıklık.
dikkat edilirse hiç beyazlatmayan diş macunu yok. maşallah hepsi bembeyaz yapıyor dişleri.
at dişine sahip insanlar reklamalara çıkıyorlar ve bu dişlere sahip olmayanları imrendiriyorlar. tabii zaten reklam veren firmalarin da yapmak istedigi bu. yoksa bakın bu diş macununu kullanırsanız dişleriniz böyle olur demek istemiyorlar. onların demek istedigi, bakın ne guzel dişler, sahip mi olmak istiyorsunuz; ama diş macnu gerekli size. ne tesaduf bizde de super bir diş macunu var. alin kullanın.
bilgisayar teknolojisi ne kadar hizli degisiyor ve ilerliyor, ve parcaları hem kuculuyor hem de daha degisik ozellikler kazaniyorsa, bu diş macunlları da surekli değişiyorlar ve ilerliyorlar. sürekli farkli farkli diş macunları çıkıyor.
öss ye hazırlanırken 'oynarayaklı' bir masam vardı. oynarayak tan kastım tekerlekli olması değil; benim istedigim zaman masanın bulundugu yeri değiştirebilmem. O kadar uzun saatler onun başında otururdum ki; bazen yerini değiştirmek hem bana hem de ona iyi gelirdi.
Bana çom hizmet etti, burdan sevgi ve hürmetle anıyorum. Şimdi burda olmamın destekçilerinden ya da bana emegi geçenlerden biri kendileridir.
Sevgilerim biricik ve artik unutulmuş masama
On yıl önce bugün, General Ratko Mladiç komutası altındaki Bosnalı Sırp güçleri, Bosnalı Müslümanların kasabası Srebrenitsa’ya girdi, kasaba o dönemde Hollandalı barış gücü askerleri tarafından korunuyordu.
General Mladiç üç talepte bulunmuştu: Kasabadaki erkekler silahlarını teslim edecek; 12-77 yaş arasındaki tüm erkekler “sorgulanmak” üzere ayrılacak ve geri kalan nüfus da Müslüman bölgelere sürülecekti. İki gün içinde 23 bin kadın ve çocuk sürüldü. Geri kalan 5 bin Müslüman erkek ve genç, Hollanda askeri üssü yakınında Mladiç güçlerine teslim edildi. Bildiğimiz gibi, Hollandalılar tarafından Sırplara teslim edilen insanların pek çoğu katledildi. Bu katliamın rakamı aşağı yukarı 7 bin 200. Ancak bizim şu anda andığımız sadece vahşetin ölçeği değil. Aynı zamanda, sözde koruyucuları tarafından ihanet edilen Srebrenitsa erkeklerini de anıyoruz ve bu aynı zamanda bugün için de dersler taşıyor. İlk ders Birleşmiş Milletler’in o dönemdeki işlerliğine dair. BM, Balkanlar’a ilk müdahalesini tüm taraflara eşit bir şekilde uygulandığı varsayılan silah ambargosu ile gerçekleştirdi; ancak bu durum Bosna’nın Müslümanlarını çok daha iyi donanmış ve Slobodan Miloseviç tarafından yönetilen Belgrad hükümetinin desteğini alan Sırplara karşı savunmasız bırakmaktan başka bir işe yaramadı.
Bunu, BM’nin Sarejevo ve Srebrenitsa da dahil tehdit altındaki etnik gruplar etrafında “güvenli bölgeler” oluşturma gibi felaket getiren kararı takip etti. 1993 yılındaki BM Sekreterliği raporuna göre, güvenli bölgeler “öfke uyandıran yaşam kayıplarını ve yoksulluğu sınırlamada, uluslararası kaygıları gidermede, politik müzakere başlatılmasında ve insani yardımların dağıtılmasında faydalı oldu.” Ancak bununla birlikte başlangıcından beri BM askerlerinin neredeki yerleşim bölgelerini koruyacağı net değildi; o dönemin ABD Başkanı Clinton, ABD kara birliklerinin bölgeye yerleştirilmesi kararı aldı. Aynı zamanda güvenli bölgedeki BM askerlerinin gerçekte kendi bölgelerindeki insanları korumak için güç kullanma yetkisiyle donatılıp donatılmadığı da belirsizdi. Daha da kötüsü, “güvenli bölgelerin” kurulmasından birkaç hafta sonra, Müslümanların BM koruması için verdikleri bedel silahlarını bırakmaları oldu. Bu katliamda, Avrupalılar da rol oynadı elbette. 1990’ların başlarında Balkanlar krizi patlak verdiğinde, Avrupa toplumunun yabancı temsilcileri, örneğin Jacques Poos, “Avrupa’nın zamanının geldiğini” ilan etmişti. O anda yeni ve kararlı bir Avrupa izlenimi doğmuştu. Ancak bunun aksine, Avrupalılar müzakerelerle Sırpları durdurmaya çalıştı. O dönem İngiltere Başbakanı olan Margaret Thatcher, Sırpların işlediği vahşeti “şeytan” olarak niteledi ve “insani yardımın yeterli olmadığını” söyledi. Ancak onun bu görüşü Savunma Bakanı Malcolm Rifkind tarafından, “duygusal saçmalık” olarak nitelendirildi.
Sonuç olarak, yönetime geldiğinde ilk Bush yönetiminin “Belgrad kasaplarına” verdiği tavizi sona erdirme sözü veren Clinton yönetimiydi. Bugün pek çok insan, 1995 yılındaki Dayton Antlaşması ile Bosna Savaşı’nın sona erdirilmesini sağlayan diplomatik çabayı anar. Aynı şekilde 1999 yılındaki başarılı askerî müdahaleyi de. Ancak Bill Clinton bir şey yapmadan önce Balkanlar’ın üç yıl boyunca kanamasına izin verdi. BM ve Avrupa’nın işi ele almasına ve Balkan çatışmasının tarihi kökenleri hakkında uzun uzun düşünme zamanı verdi. 1995 yılında ABD sınırlı bir bombalama kampanyası ile soruna müdahale etti, hızlı ve kararlı bir sonuç elde etti. Clinton sözlerini daha önce tutsaydı, binlerce Bosnalının yaşamı kurtulabilir ve Srebrenitsa katliamı da yaşanmayabilirdi. Amerikalı politikacılar bir başka Srebrenitsa ile karşılaşmak istemiyorsa, BM’nin görev konusunda belirleyici olmasına bir daha asla izin vermemeli. Avrupalılara da “liderlik etme” görevi vermek kötü bir fikirdi. Hepsinden öte, Srebrenitsa Batılı politikacıların koruyucu önlemler almayı reddettiği, bir araya toplanan tehlikenin büyüklüğünü göremediği ya da görmezden geldiği kötü bir örnek. (The Wall Street Journal - Başyazı, 11 Temmuz 2005)
2. Dünya Savaşı'ndan sonra, son 60 yıllık dönemin en büyük 'soykırımı' (jenosid) 'nın yaşandığı Srebrenica (Srebrenicsa) 'dayız. Srebrenica Belediyesi tarafından düzenlenen 'Srebrenica Soykırımı 10. Yıl Anma Etkinlikleri'ne katılmak üzere, Pazartesi sabahı saat 05.00'te Saraybosna'dan yola çıktık. Hava kapalı ve yağmurlu. Sanki gökler de 10 yıl önce 11 Temmuz 1995'te Sırp yamyamları tarafından vahşkatledilen 12 bin Müslüman Boşnağın matemini tutuyor.
Saraybosna-Srebrenica arası 130 km.den biraz fazla. Aslında normal şartlarda arabayla 1,5 saatte gidebilirsiniz. Fakat bu mesafeyi, ancak 6 saatte kat edebiliyoruz. Çünkü, yol binlerce araba ve otobüs tarafından doldurulmuş durumda. Müslüman Bosna'dan ve dünyanın her yerinden gelen 150 bin civarında olduğunu tahmin ettiğimiz topluluk defin merasiminin yapılacağı şehitliğin içinde toplanmış. Dünyanın çeşitli devletlerinin cumhurbaşkanları, başbakanları, dışişleri bakanları protokolde yerlerini aldılar. Balkanlar'dan ve Avrupa ülkelerinden bir çok tanıdık simayı görebiliyorsunuz. Türkiye'den Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül merasime iştirak ediyor. Ayrıca 3 milletvekilimiz de gelmişler. Bunun haricinde Türkiye'den, çoğunluğunu Bosna Dayanışma Grubu'nun organize ettiği 300 kadar Bosna dostu ulaşmış bulunuyor.
***
Şehitlik, tam bir mahşer günü görüntüsü içerisinde. Soykırım neticesinde işkenceyle öldürülmüş 610 şehidin tabutları Kelime-i Tevhbayraklarına sarılmış vaziyette sıralanmış. Diğer tarafta da, mezarlar açılmış ve defni bekliyorlar. Gürül gürül okunan YâsŞerve Tebâreke, insanın tüylerini diken diken ediyor. Değerli dostum Nadir Lâtif İslâm, 'Burası Arafat'a ne kadar benziyor değil mi? ' dedi. BBP Genel Başkanı sevgili Muhsin Yazıcıoğlu ile gözgöze geldik: Gözlerinden yaşlar akıyordu. Nihat Genç de aynı durumdaydı.
***
Türk heyeti olarak şehitliğe, Bosna ve Türk Bayraklarıyla tekbir getirerek girdik. Herkes alkışlıyordu. Kulağıma 'Osmanlı', 'Türk' lafları çalındı. Bizim arkamızdan, şehitliğe Bosnalı yetimler girdiler.
Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Süleyman Tehiç'in açış konuşmasından sonra ABD Başkanı Bush'un temsilcisi Dünya Bankası Başkanı Wolfowitz, İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw, Lahey İnsanlık Aleyhine İşlenen Suçlar Mahkemesi Başkanı Thedor Meron ve Srebrenica Belediye Başkanı Malkiç konuştular. Lahey Mahkeme Başkanı'nın, bunun katliâm değil soykırım olduğunu vurgulaması ilgi çekiciydi.
***
Savaştan sonra, Sırp ve Hırvat soykırımlarını araştırmak ve şehitleri bulmak için 'Toplu Mezarları ve Kayıpları Araştırma Komisyonu' kurulmuş ve İzetbegoviç'in SDA Partisi'nden Sarayova Milletvekili Amor Maşoviç (Türkmenoviç) , Komisyon'un başkanlığına getirilmiş. Maşoviç'in gayretiyle Srebrenica'da toplu mezarlar bulunmaya başlanmış. Bugüne kadar 6.187 şehidin gömüldüğü toplu mezarlar ortaya çıkarılmış. Bugün yeni bulunan 610 şehidin defin merasimi yapılıyor. Komisyon, her şehidin tek tek DNA testlerini yaptırarak hüviyet tespitini sağlamış. Ancak, bunun dışında henüz kimliği tespit edilememiş binlerce şehit bulunuyor. Srebrenica halkı, özellikle kadınlar, mezarların üstündeki isimleri okuyarak yakınlarını bulmaya çalışıyorlar.
***
1991'le 1995 yılları arasında yaklaşık 5 sene devam eden Sırp ve Hırvat saldırıları sonucunda 250 bin Müslüman Boşnak şehit olmuş. 85 bin Müslüman Boşnak kadını, kin ve nefreti aksettiriyor.
Srebrenica'da 11 ve 12 Temmuz 1995 günleri 12 bin kişi, akla gelmedik işkencelerle şehit edilmiştir. Depolara, ambarlara toplanan binlerce kişi, organları kesilerek, derileri yüzülerek, yakılarak ve diri diri toprağa gömülerek öldürülüyor. Erkeklerin gözleri önünde bütün kadınların ırzına geçiliyor. Hâmile kadınların karınlarını deşerek cenkesmek de, bu Sırp alçaklarının çok hoşlandıkları işkencelerden... Kaçmayı başaranları köpeklere parçalatıyorlar. Sorarım size annesinin önünde 1,5 yaşındaki bebeği parçalayıp derisini yüzerek etini kızartıp annesine zorla yedirmek için ne türlü bir canavar olmak gerekir? ...
Srebrenica soykırımında ve Bosna'da Bosna'da uygulanan bütün vahşet, hâlen yargılanan eski Sırbistan Cumhurbaşkanı Miloseviç ile şimdi kaçak(!) olarak serbestçe dolaşan Bosna Sırplarının lideri Karaziç ve Sırp ordusunun başındaki General Mladiç adlı kâtillerin emriyle gerçekleştirilmiştir.
Ancak, bütün bu alçak kâtiller sadece tetikçilerden ibarettir. Ne yazık ki, bu soykırımın gerçek fâilleri, herbiri bir 'tek dişi kalmış canavar' olan Hristiyan Batı dünyasıdır. BM Barış Gücü (aslında Sırp ve Hırvat gücü) , NATO ve başta Hollanda olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinin askerleri bu vahşete seyirci kalmış; hattâ bir çok olayda Sırplarla birlikte soykırıma iştirak etmişlerdir. Srebrenica'da, sokaktaki adama sorarsanız; size Hollandalı askerlerin Boşnak kadınlarına nasıl tecâvüz ettiklerini anlatacaktır.
Bu soykırımda asıl sorgulanması ve yargılanması gerekenler Sırp cânilerinden çok; Srebrenica'yı 'Güvenli Bölge' ilân ederek Boşnakların silâhlarını toplayıp onları Sırp kâtillere teslim eden; hava harekâtını kasıtlı olarak engelleyen BM Genel Sekreteri Butrosgali, Barış Gücü Komutanı Fransız Generali Janvier ve BM Bosna temsilcisi Japon Akashi gibi kişilerdir.
***
Srebrenica'da ve Bosna'nın heryerinde bu soykırımları yapanların, kurbanları olan Müslüman Boşnaklara hep aynı lâfı söyledikleri naklediliyor: 'Siz Türkleri artık burada görmek istemiyoruz'. Sırplar, açıkça Osmanlı'dan intikam aldıklarını söylüyorlarmış. Yani, sizin anlayacağınız sevgili okuyucular, Bosna'da işkenceyle öldürülenler bizim insanımız, ırzına geçilenler de bizim kadınlarımızdır. Lâkin, bu şuur ancak milletimizde var. O sırada devleti idare edenlerimizde ise aslâ olmadı. Son olarak, 'Boğaziçi allâmeleri'ni, Ermeni iftiralarını bırakıp gerçek 'Soykırım' görmek için Bosna'ya çağırıyorum. Bunu söylediğimde, Türk heyetindeki bir dostum, 'Bunu yapmazlar. Çünkü, fukara Boşnakların, onları satın almak için Ermeni diyasporası gibi parası yoktur ki! ' dedi.
Srebreniça katliamı, onuncu yılında bir kez daha hatırlandı. Gelecek yılın temmuzuna kadar yine unutulacak. Gelecek yılın anma töreni de benim gözümde yine yalancılığın resmi töreni olacak.
Bu yalanın altını çizmek gerek. Çünkü olay, sadece 8 bin masum insanın katledilmesi olayı değil.
On yıl önce Bosna-Hersek'te iç savaş yaşanıyordu. Daha doğrusu ülkedeki Müslüman Bosnalılar, Sırp ordusu tarafından kuşatılmıştı. Birleşmiş Milletler, silahsızlandırma kararı almış ama bu karar sadece Bosnalılar için uygulanmıştı. Ve yine Birleşmiş Milletler, Srebreniça'yı sözümona 'güvenli bölge' ilan etmişlerdi. Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilen bir yerde silaha ne gerek olabilirdi ki? .. Sırp birlikleri, önce kuşatıp, aç-susuz bıraktıkları Srebreniça'yı ele geçirmek üzere saldırdıklarında Bosnalılar hâlâ silahsızdı.
Bölgede Birleşmiş Milletler gücünün başında bir Fransız generali vardı. Srebreniça 'güvenli bölge' sinden de Hollandalı askerler sorumluydu.
10 Temmuz 1995'te saldırıya geçen Sırplar, kenti top ateşine tuttular. NATO, Sırplara karşı hava saldırısı düzenledi. Sırplar başka bir silaha başvurdular. Karakolları basıp 14 Hollandalı askeri rehin aldılar. Hava saldırısı durdurulmazsa bu askerleri öldüreceklerini söylediler. Hava saldırısı durdu. Çünkü Hollandalı askerlerin hayatı, Hollanda için de, NATO için de, Birleşmiş Milletler için de çok önemliydi.
Sırplar için bu kadarı yeterli değildi. Kentten kaçmaya çalışan Bosnalıların kendilerine teslim edilmesini istediler. Yoksa? ..
Yoksa Hollandalı askerler öldürülecekti. Hollandalı askerlerin hayatı Hollanda için de, NATO için de, Birleşmiş Milletler için de çok önemliydi. Sırpların istediği aslında çok 'basit' ti. 16 ile 77 yaş arasındaki bütün erkekler teslim edilirse diğerlerinin gitmesine izin verilecekti.
Ve Bosna'daki Birleşmiş Milletler'in yetkilileri, askeri gücünün generalleri, o generallerin hükümetleri bu basit isteği kabul ettiler. Hollanda askerleri, 16-77 yaş arası erkekleri katliam yapılacağını bile bile Sırplara teslim ettiler. Kadınlarla erkeklerin, yalvarış yakarış arasında ayrılması işlemi Hollanda askerlerinin gözetim ve denetiminde yerine getirildi.
Sırplar, 'Birleşmiş Milletler askerleri' nden teslim aldıkları 8 bin Bosnalı erkeği gruplar halinde öldürüp toplu mezarlara gömdüler. Srebreniça ve çevresinden hâlâ toplu mezarlar fışkırıyor.
14 Hollandalı askere karşılık 8 bin Bosnalı sivil katliama terk edildi. Çünkü Hollandalı askerlerin canı, Hollanda için, NATO için ve Birleşmiş Milletler için çok önemliydi.
İşte iki gün önce Srebreniça'da bu olayın anma töreni vardı. İlginç olan, Fransız ve Hollanda dışişleri bakanları da oradaydı. Sahte gözyaşları döktüler.
Katliamın baş sorumluları Karadziç ve Mladiç on yıldır ellerini kollarını sallayarak gezerken, Fransa, Hollanda, Birleşmiş Milletler, hiçbir şey olmamış gibi davranırken, yalandan gözyaşları.
Bu yalanın altını çizmek gerek. Çünkü olay sadece 8 bin kişinin öldürülmesi olayı değil. Bir zihniyet bir siyaset olayı. '
bana dun akşam sinema filmi yazarken garip gelmişti. sinema filmi de ne demek demiştim? başka sinema olmayan filmler de mi var demiştim.
TDK sinema için şu karşılığı vermiş: ' Herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi.'
sinema filmi değil de belgesel filmi olsun. Ama belgesel de yaparken yukarıdaki açıklama hayata geçiriliyor zaten. O halde sinema filmi, belgesel filmi ve vs deki gibi film kelimeler fazladan. Zaten sinema dahilinde yapılan filmdir.
Aslında başlığı kelime olara açacaktım; ama işte gece sersemliğime gelmiş.
Burada Türkçe'nin ne kadar güzel bir dil oduğunu gösteren yazıyı asmak için açmıştım bu terimi:
'27 harfli Türkçe kelimeler
Zambak-Dilset’in bu sene üçüncüsünü gerçekleştirdiği “Uluslararası Yabancılar İçin Türkçe Yarışması”nda onur konuğu olarak bulunan Belçikalı Türkolog Prof. Dr. Johan Vandawalle ile Belçika’da görüşmemiz sırasında pek çok mesele üzerinde durduk.
O, Türkçenin matematik ilmi gibi açık ve berrak bir yapıya sahip olduğunu, satranç oyunundaki birleştirmeler gibi mantıkî birleştirmeler imkânına sahip olduğunu söylüyor. “Türkçede bazı fiil köklerinden iki yüz bin civarında biçim türetilebilir. Ayrıca mesela bir görmek fiiline yapılacak eklemelerle, ‘görüştürülemeyebilecekmişiz’ kelimesinde olduğu gibi 27 harf bulunabilir. Bunu başka bir dilde yapamazsınız. Diğer dillerin ayrı yazılan müstakil ekleri ve kaidesizlikleri, hatta kaideleri olsa bile istisnaları hatta istisnaların da istisnaları çok kafa karıştırıcı. Yani onlarda Türkçedeki berraklık yok.”
35 dili bilmenin verdiği geniş ufuk ve tespitlerle Türkçemiz hakkında görüşlerini beyan eden bu ilim adamı, aksansız konuşması, hoş telaffuzu ve detayları ifade eden Türkçe kelimeleri seçişleriyle dikkatimizi çekiyor. Bu durumu nasıl kazandığını sorduğumuzda “Türkçeyi tanıyıp hayran olduğum ilk günlerden itibaren hep Türkleri bulup onlarla Türkçe konuşmaya başladım. Mesela, Aydınlı bir arkadaşla tanışmıştık, ben mutlaka her hafta, hafta sonları evlerine gider, akşam yediden öbür gün sabah beşe kadar onunla Türkçe sohbet ederdim. Bunun için de Türk dili, kültürü ve sanatı ile ilgili on tane mühim soru hazırlar öyle giderdim.” diyor.
O sırada Belçikalı Türk Parlamenter Cemal Çavdarlı ile telefonla görüşme imkanı oluyor. O, bize, Johan Vandawalle ile senelerdir tanışıp görüştüğünü söylüyor.
Türkçe, Türk sanatı ve mutfağı hayranı Prof. Dr. Johan, Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç Bey’in himayelerinde yapılan bu Türkçe yarışmasının gelecek sene bir de akademisyenler boyutunun olmasını arzuluyor. Dilimizin dünya dili olmasından dolayı sürur duyuyor. Hatta Türkiye’den Belçika’ya döndüğünde aile bu durumu fark ederek kendisine “Sîmân değişmiş, mutluluğun her halinden belli oluyor! ” dediklerini ifade ediyor.
Kendisine bir rüya gibi gelen bu program için “Her sene daha görkemli olmalı... Halkınızın ilgisi çok güzel. Ben Ankara’da Maraş vs. illerden gelmiş arabaların plakalarını gördüm! ” diyor.
Arkadaşlarından kendisine e-posta ile pek çok tebrik gelmiş. O, bilhassa Türkolog olan akademisyen arkadaşlarına, “Ben sizden artık, tebrik ve takdir yerine Türkçe ile ilgili ufuk açıcı yazı ve tebliğler bekliyorum.” karşılığını yazmış.
Türkçe öğrettiği öğrencilerinin, kendisinin tavsiyesi ile Türkiye’ye gittiklerini sonra da “Bizim ülkemiz, artık havası gibi bize soğuk geliyor. Türkiye’de insanlar ve insanî münasebetler sıcak! ” dediklerini hatta bazılarının gidip yerleştiklerini, bazılarının da yerleşmek istediklerini söylüyor.
Türkçenin durum eklerinin çok mühim olduğunu, bunu öğrenmek istemeyip ‘ne lüzum var’ diye direnen öğrencilerinin Türkçeyi öğrenemediğini; ama teslim olanların kısa zamanda kavrayıp bellediklerini; kelimelerin doğru öğrenilip telaffuz edilmesinin çok mühim olduğunu hatta annesinin bir Türk lokantasında “bir” kelimesini yanlış kullanıp “Bana bira kola getiriniz” deyince garsonun kola yerine bira getirdiğini; Aydın taraflarında bir öğrencisinin meyve alırken satıcıya “Yıkar mısınız? ” diyeceğine yanlışlıkla “Yıkanır mısınız? ” deyince, “Ben pis miyim? Kirli miyim? ” diye kızgın bir karşılık aldığını söylüyor.
Ayrıca kelimelerde isim seçimlerine de dikkat çeken Johan, “Napolyon, Hollanda’nın güney bölgesini alınca, ‘Herkes kendisine bir soyadı alsın’ diye emretmiş. Onlar da bu nasıl olsa geçici bir şey olur diye kendilerine gülünç soy isimleri seçmişler. Sonra da öylece yerleşip kalmış. Bu yüzden Güney Hollanda’da çok komik soy adları ile karşılaşırsınız.” diyor.
Bir acı ne zaman diner? Eğer birkaç ay, birkaç yıl şeklinde cevap verenlerdenseniz yanıldığınızın örneği Srebrenitsa’dır.
Katliamın üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen Boşnak annelerin, çocukların acısı dinmediği gibi azalmamış bile. Her tabut, her haber gözyaşlarının dökülmesi için yeterli oluyor. 40 bin kişinin toplandığı Potoçari Şehitliği’nde görenlerin zihnini allak bullak eden bir manzara ile başladı bu yılki anma törenleri. Çimler üzerine dizilmiş yüzlerce tabut ve gözyaşları içinde tabutların başına gelen anneler, eşler ve yetim çocuklar... Hepsinin gözleri bir elindeki kağıtta bir de tabutların başındaki rakamlarda. Anneler on yıldır ‘bir mezarı olsa’ dediği çocuğuna kavuşmanın, en azından tabutuna el sürebilmenin fırsatını yakalamış olmanın karmaşık duyguları içinde. Birkaç adım, kontrol edilen birkaç tabut ve sonunda kavuşma anı. Gözyaşları usul usul yağan yağmura karışıp tabutların üzerine düşüyor. On yıldır kayıpları için ağlayan Boşnak anneler, sessizce gözyaşı döküyorlar. Bu esnada dünyanın dört bir tarafından gelmiş ‘ciddi’ giyinen ‘önemli’ insanlar mikrofonlardan dünya barışına yapılacak katkıdan, katillerin hesabının sorulacağından bahsediyor; fakat şehit annelerinden hiçbiri onları duymuyor bile. Şehit yakınları kendi dünyalarına o kadar dalmıştı ki bu yıl ilk kez törenlere katılan Sırbistan-Karadağ Cumhurbaşkanı Boris Tadiç bile fark edilmedi. Tadiç, başı önde geldi; sessizce çelenk koyup başı önde ayrıldı Potoçari’den.
Katliamın yaşandığı Potoçari köyü yakınlarındaki şehitlikte düzenlenen törenlere bu yıl Batı dünyasının özrü damgasını vuruyordu aslında. Uygar dünyanın failleri bulacağı sözü veriliyordu kürsüde; fakat manzara söylenenlerle çelişiyordu. Tüm dünya liderleri savaş suçluları mahkemeye çıksın derken, Sırp bölgelerinden gelen silah seslerğ Sırpların yaptıklarından pişman olmadıklarını gösterir gibiydi. Verilen sözlere güvenilmişti ve bugün benzer sözlere güvenmenin bir sonucu olarak 610 tabut defin için bekliyordu. Binlerce insanın hep birden ‘hakkımızı helal ettik’ nidalarından sonra tabutlar yüklenildi omuzlara. Çok hafif, çok küçüktü tabutlar. Çünkü hepsi on yıl önce bugün Crni köyü yakınlarında topluca katledilen 610 Boşnak’a aitti ve içinde sadece birkaç parça kemik vardı. Yıllarca kimlik tespiti için bekleyen kemikler, nihayet ebedi istirahatgahına doğru yol alıyordu. Bu esnada çığlıklar hıçkırıklara karışıyordu, aynı anda binlerce insandan... Yüreğine gömdüğü acısını artık dizginleyemeyenler, bayılanlar, çocuğunun, babasının tabutunu gösteren anneler...
Mahşeri bir kalabalık, mahşeri bir telaş. Her adımda ayrı bir trajik hikâye var üstelik. Srebrenitsalı Hatice Muhammedoviç de kocasıyla oğlunu defnediyordu törenlerde. Onları yolcu ederken on yıl önce kaybettiği yakınlarını sayıyordu bize: “Eşim, çocuklarım ve onların akrabaları. 100’ü aşkın yakınımı kaybettim birkaç gün içerisinde. Ben ölünce de soy ismim tarihe karışacak.” diyor. Hemen yanındaki başka mezarlarda başka hikâyeler var; ama dün Potoçari’de dil ortaktı: Gözyaşı...
kül
14.07.2005 - 22:37kül oldum ateşin içinde
doğmamak için tekrar
kül oldum gene
seni sevmemek için
kül olmak için değil
zaten kül olmak demek
yanmak demek
ben yanmak için
kül oldum
savruldum etrafa
zerrelerim
yüzüne değdi
esen yelle
zaten ben
bunun için kül oldum!
Srebrenitsa katliamı
14.07.2005 - 12:504.kısım
Raflarda 6 bin 500 ceset bekliyor
Sırpların vahşice öldürdüğü binlerce Boşnak’ın kimlik tespit çalışmaları ancak ileri DNA teknikleriyle mümkün olabiliyor. Çünkü cesetler bulunmasın diye birkaç farklı mezara parça parça gömüldü. Bosna genelinde kaybolan 25 bin 753 kişi için çalışmalarını sürdüren Uluslararası Kayıplar Komisyonu (International Commissions of Missing Persons) bugüne kadar 7 bin 767 kişinin kimliğini tespit edebildi. 2000 yılından bu yana yapılan çalışmalarda 71 bin kişiden DNA örnekleri aldıklarını, bu verileri mezarlardan çıkan kemiklerin DNA’ları ile karşılaştırdıklarını anlatan ICMP Direktörü Adin H. Jasarogiç, “Komisyon 1996’da kuruldu. Şimdiye kadar Srebrenitsa başta olmak üzere tüm eski Yugoslavya’dan kan örnekleri topladık. Onları, kemiklerden aldığımız örneklerle karşılaştırıyoruz.” diyor.
Birbirine karışmış kemiklerle karşılaşıyoruz
Srebrenitsa ve Tuzla’da birer merkezi bulunan organizasyonun bünyesinde çok geniş bir adli tıp uzmanı kadrosu var. Ülke genelinde bulunan bir tek kemik parçası bile burada detaylı bir değerlendirmeye tabu tutuluyor, binlerce örnekle karşılaştırılıyor. Milyonlarca kemik parçası tek tek barkodlanıyor ve her bir cesede ait bütün kemikler tamamlanıncaya kadar depolarda tutuluyor. Çok titiz bir çalışma yürüttüklerini anlatan Jasarogiç, “Ülke geneline yayılmış sahra ekiplerimiz verileri toplayıp merkeze yolluyor. Fakat DNA örneği alacak bir tek aile bireyi bile bulamadığımız binlerce vaka var. Boşnakların dağıldığı Avrupa ülkelerinde de DNA örnekleri topladık. Ama, hiçbir DNA örneğine ulaşamadığımız çok sayıda vaka var. Ailelerin çok dağılması da bir başka önemli faktör. Dosyalarını kapatamadığımız için de araziden yeni kemikler getiremiyoruz, yeni mezarlar açılamıyor.” diyor.
Proje koordinatörü Zlatan Şabanoviç ise depolarında halen 6 bin cesede ait kemik örneklerinin olduğunu hatırlatarak, “İşimiz hiç kolay değil. Çünkü cesetler paramparça olmuş. Bazen tek cesede ait kemikleri birden fazla bölgeden topluyoruz. Birbirine karışmış kemiklerle karşılaşıyoruz. Bu da katliamın delili.” diyor.
Dönülemeyen evler
Savaşın üzerinden neredeyse on yıl geçti. Yerlerinden ayrılan yüz binlerce mülteci Bosna için hâlâ ciddi bir sorun. Dönüşün neredeyse yok denecek kadar az olduğu bölge ise Srebrenitsa. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgede dönüşler ciddi oranlarda sağlansa da Srebrenitsa gibi sıkıntılı şehirlerde dönüşler çok az. Şehir merkezine bugüne kadar 600 kadar Boşnak dönebilmiş, köylere ise 1300 civarında kişi... Bosna genelinde mültecilerin geri dönüşleriyle ilgili en yetkili kurum BM Mülteciler Yüksek Komiserliği. Komiser Semih Bülbül’ün verdiği bilgiye göre, 1992’den itibaren yaklaşık 2 milyon insan yerinden oldu. Bu insanların geri dönüşleri ancak 1996’da başladı. Bugün, 450 bini yurtdışından olmak üzere 1 milyon kişinin evlerine döndüğünü belirten Bülbül, geri dönüşlerin önünde ciddi engeller olduğunu söylüyor: “En büyük engel döndüklerinde oturacak bir evlerinin olmaması. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği dönmek isteyenler için mali destek sağlıyor. Çok yaşlı ve kendi kendine bakamayacak durumda olanların olanların evleri restore ediliyor ve bunlara iş kurmaları için bir miktar yardımda bulunuluyor. Şu anda 6 tane Srebrenitsa’da, 12 tane de Bratunats’ta ev inşa ediyoruz.”
Uluslararası camianın Bosna’da sorunların çözümü için geri dönüşlerin bir an önce bitirilmesi gerektiğine inandığını; bu sebeble Avrupa Kalkınma Bankası’nın mültecilerin konut sorununun çözümü için 8 milyon Euro ayırdığını anlatan Semih Bülbül, 2006 sonuna kadar eski evlerine dönmek isteyenlerin yerleştirilmesinin planlandığını söylüyor.
Srebrenitsa’yı yeniden inşa edeceğiz
Bosna Hersek’in Sırp bölgesinde yer alan Srebrenitsa aslında oldukça küçük bir kasaba. Savaş başlamadan önce 36 bin kişi yaşıyordu ve nüfusun 20 bini Boşnaklardan, 8 bini Sırplardan, geri kalanlarsa Hırvatlar ve diğer etnik gruplardan oluşuyordu. Savaşın başlamasıyla civar köylerdeki Boşnaklar da Sreprenitsa’ya sığındı ve nüfus 50 bini aştı. 11-16 temmuz 1995 tarihinde meydana gelen olaylarda 8 bin Srebrenitsalı hayatını kaybetti. Korunmuş bölge olarak kabul edilen civar bölgelerde ise yaklaşık 5 bin kişi hayatını kaybetti.
Srebrenitsa katliamı
14.07.2005 - 12:495.kısım
10 bini aşkın insanı birkaç günde kaybeden Srebrenitsa bugünlerde yaralarını sarmaya çalışıyor. Şehrin Boşnak Belediye Başkanı Abdurrahman Malkiç, katliamın üzerinden on yıl geçmesine rağmen Boşnakların dönemediğini, bugün şehrin nüfus dengesinin Sırpların lehine değiştiğini söylüyor: “2000’den bu yana sadece 3 bin Boşnak şehre dönebildi. Şu anda şehirde 10 bin kişi yaşıyor ve 6 bini Sırp. Müslümanlar dönemiyor çünkü ne evleri, ne işleri, ne de aileleri kaldı. Belediyenin bütün evleri yapmaya yetecek kadar imkanı yok. Bu yüzden dış destek şart.” Güvenlik sağlansa da katliam yüzünden Boşnakların artık Sırplara sırtını dönemeyeceğini belirterek, “Burada tarihte eşi benzeri olmayan bir katliam yaşandı. Eskisi gibi olması mümkün değil. Ben 5 ay esir kampında kaldım, bunun bir ayı hücre cezasında geçti. Çekmediğim işkence yok. Ama biz buradan giden bütün Boşnakları geriye getirmek istiyoruz.” diyor. Sırp tehdidinin sürdüğünü, şimdiye kadar ciddi olay olmasa da bunun Sırpların uslandığı anlamına gelmediğini dile getiriyor.
1992-1995 arasında inanılmaz bir vandalizme sahne olan, çoluk çocuk binlerce insanın öldürüldüğü Bosna’da yaralar henüz sarılmış değil. Aradan geçen 10 yılda başarı sağlanmış çok fazla konu yok. Adeta sorunların üzeri örtülmüş. Her gün “Acaba bugün bir haber alır mıyım? ” diyen binlerce Boşnak anne ise gözyaşlarını içine akıtmaya devam ediyor. Binlerce insanın öldürülmesi emrini veren Mladiç ve Karadziç ise hâlâ serbest.
SEVLiYA FEYZiÇ: ALLAH’TAN TEK DiLEĞiM BiR ARADA ÖLEBiLMEKTi
Katliamda eşini kaybeden, dört çocuğu ile günlerce süren bir yolculuktan sonra Tuzla’ya Selviya Feyziç’in Srebrenitsa Günlüğü:
“3 Mart 1992’de Sırplar ültimatom yayınlamıştı silahlarınızı bırakın diye. Ailecek Bayramoviç köyüne gittik. Ertesi gün Arkan’ın Çetnikleri geldi. Bütün köy halkı ormana çekildik. 3 Mayıs’a kadar orada yaşadık. Boşnak direnişçilerin mücadelesi başarılı oldu ve Bratunats köyüne geri döndük. Halk da Srebrenitsa’ya döndü. Fakat şehir sürekli bombalanıyordu. 1992 yazında büyük bir açlık başlamıştı. Otları kaynatıp yiyorduk. Açlıktan çok sayıda bebek hayatını kaybetmişti. Su ve elektrikler kesikti. Ocak 1993’te nadiren yardımlar gelmeye başladı. O da haftalık yarım kilo un bir paket süttü. Bu esnada civar kasabalar Sırpların eline geçti. Halk Srebrenitsa’ya akın etti. Aylardan temmuzdu. Top sahasının yanına bomba düştü ve 50 kişi öldü. 1994 başında tekrar yardımlar başladı. Fakat Sırplar yardım konvoylarına el koyuyordu. Olanlara BM askerleri seyirci kalmıştı. Sırplar kenar mahallelere kadar gelmişti. Hatta Akif isimli bir Müslüman genci öldürüp kafasıyla top oynadılar. 25 kişiyi öldürüp cesetlerine işkence ettiler aynı yerde. Her geçen gün şartlar zorlaştı. Köylerle irtibatımız kesilmişti. Daha sonra Bratunats köyündeki tüm erkeklerin öldürüldüğünü duyduk. Babam ve eşim tarafından 60’a yakın akrabam bu saldırılarda öldürüldü. 1995’in altıncı ayına geldiğimizde Sırplar artık iyice azmıştı. Solutuşa köyüne girdiler. Çember giderek daralıyordu. 6 Temmuz sabahı büyük gürültülerle uyandık. Tanklar sokaklardaydı. Srebrenitsa’da panik başlamıştı. Civar köylerden dumanlar yükseliyor, sokaklarda insanlar öldürülüyordu. 10 Temmuz’a geldiğimizde kocam ‘Artık ayrılıyoruz.’ diyerek benimle ve çocuklarla vedalaştı. Sabah erken Tuzla yoluna çıkıyorsunuz demişti. Sabah erkenden bütün halk BM askerlerinin bulunduğu fabrikaya doğru gittik. Yanımda kızım Elvisa, oğullarım Elvis, Roma ve 14 aylık kızım Adisa vardı. Fabrikada ve civarında 15 bin kişi olmuştuk. BM askerleri vardı ama hiçbir şey yapmadılar. Genç kızlara tecavüz etmeye başladılar, bazı erkekleri fabrika önünde kurşuna diziyorlardı. Allah’tan tek dileğim bir arada ölmekti. Sırp komutan Mladiç geldi ve hiçbir şey olmayacak dedi. Fakat inanmıyorduk çünkü erkekler öldürülüyor, kızlara tecavüz ediliyordu. 12 Temmuz sabahı onlarca kamyon ve otobüs geldi. Erkekleri alıkoydular. Sırp ve BM askerleri koridor oluşturmuştu otobüs yolunda. Sırp askerleri arasında Zlatan ve Cvetin isimli iki komşumu gördüm. Bize küfrederek tekmeler savuruyordu. Bir otobüsün koridorunda zorlukla yer buldum. Çocuklarım ağlıyordu. Sımsıkı ellerini tuttum. Sırpların taşladığı otobüs Bratunats’a doğru yola çıktı. Yol boyunca otobüsleri durduran Çetnikler bazı erkekleri indirip kurşuna diziyordu. Bizim arabayı kullanan komşumuz Milan Miçiç adlı şoför kapıyı açıp, ‘Benim için de öldürün.” diye bağırdı. Sırplar genç kızları da arabalardan indiriyordu. Teyzemin kızı da aynı arabadaydı ve onu da indirip tecavüz ettiler.”
ELViSA LOKMAN: BABAMA SARILAMADAN AYRILDIĞIM iÇiN KENDiMi AFFETMEYECEĞiM
Savaş başladığı zaman çocukluğum kesildi. En çok ihtiyacım olduğunda babam yanımda yoktu. Bodrumlar, tank sesleri, patlamalar vardı çocukluğumda. Ben cılız olduğum için su bulmaya gidiyordum. Hiç unutmayacağım ise Sırpların Akif abiyi öldürüp kafasıyla top oynamalarıydı. Srebrenitsa koruma altına alınınca çocukluğuma devam edeceğimi sanıyordum. Babamın ölümüyle yıkılmıştım. Babamı son gördüğümde sarılıp onu öpmediğim için kendimi asla affetmeyeceğim. Onu son kez gördüğüme inanmak istememiştim. Ama onu bir daha hiç göremedim. Kamplar, sefalet, oradan oraya sürüklendik. Bugün hâlâ karanlıktan korkuyorum, evde en küçük bir gürültüde çığlıkla uyanıyorum.
Srebrenitsa katliamı
14.07.2005 - 12:44Srebrenitsa’yı unutturmayalım
Srebrenitsa adlı şehrin adını bundan 10 yıl önce kim bilirdi acaba? Bu şehirde yaşayanlar ve bulunduğu ülkenin vatandaşlarından başka herhalde kimse bilmezdi.
Ama şimdi Doğu Bosna’nın bu şehrinin adını bilmeyen ya da duymayan insan kalmamıştır herhalde bana göre.
Srebrenitsa bugün bütün dünyaca biliniyor; tam 10 yıl önce yaşadığı, uğradığı şerden, kötülükten dolayı. Bu kötülük, bu şer bu şehre ve insanlarına Sırp zulmü, Sırp katliamı, Sırp soykırımı olarak uğramış, burasını, insanlarını yakın tarihte görülmeyen acılarla yok etmişti.
Srebrenitsa’ya gelen şer, insanların İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görmedikleri, yaşamadıkları bir büyük şerdi; Yahudi soykırımı ya da katliamından bu yana dünya yaklaşık 50 yıldır böyle sistematik bir şer yaşamamış, görmemişti.
Üstelik bu şer, dünyanın insan hakları, demokrasi, hoşgörü ve bunları koruyacak BM, NATO gibi teşkilatların en ileri, en yüksek, en organize durumda olduğu zamanlarda gerçekleştirilmişti ne yazık ki...
Bugün Srebrenitsa’dan bu cümlelerle söz etme gereğini bir kere daha duydum; zira Srebrenitsa’da 1995’in 11-17 Temmuz günleri arasında işlenen kötülük, bugünlerde bu büyük kötülüğün 10. yılı dolayısıyla anılıyor, hatırlanıyor. Şu yazıyı yazdığım sıralarda EuroNews’den Srebrenitsa’nın hemen dışındaki Potoçari’de yapılan anma törenlerini, kılınan cenaze namazını, ardından yapılan helallık çağrılarını hüzünle, acıyla izliyor, katliamın baş sorumlularının hâlâ firarda olduklarını da hatırlamadan edemiyorum.
Esasen, katliamdaki sorumluğundan dolayı bugüne kadar sadece Sırp General Radislav Krstiç, 2001 yılı Ağustos ayında Lahey’deki Milletlerarası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından soykırım suçlusu olarak suçlu bulunup 46 yıl hapisle cezalandırılmış ve böylece Srebrenitsa’da yaşananlar modern tarihin ilk soykırımı olarak resmen tarihe geçmişti.
Portekizli hakim Almiro Rodrigues, mahkemenin kararını General Krstiç’in yüzüne, ‘... General Radislav Krstiç, siz soykırım suçundan, insanlığa karşı işlenen suçlardan ve savaş kurallarını çiğnemek suretiyle cinayet işlemekten dolayı suçlu bulundunuz... General Krstiç, siz oradaydınız. Siz binlerce Bosnalı Müslüman’ın katledilmesinden suçlusunuz; siz insanlara inanılmaz acılar yaşatmaktan dolayı suçlusunuz. General Krstiç, siz 1995 yılının Temmuz ayında kötülüğe, şerre rıza gösterdiniz. İşte bu yüzden mahkeme sizi suçlu bulmuş ve sizi 46 yıl hapse mahkum etmiştir.’ şeklinde okuyarak Srebrenitsa’da o meş’um temmuz günleri yaşananları temelde kötülük, şer olarak tanımlamıştı.
Srebrenitsa’da yaşananlar modern tarihin en büyük kötülüklerinden biriydi elbette; nitekim şehri güvenli bölge olarak koruması altına alan ama bunu beceremeyen Birleşmiş Milletler de Srebrenitsa’da işlenen kötülüğü anlayamadığını kendi raporuyla itiraf etmiş, şöyle demişti: ‘... Hatalar, yanlış değerlendirmeler ve karşımızda bulunan kötülüğün kapsamını anlama yetersizliğimizden dolayı Birleşmiş Milletler olarak biz, Srebrenitsa halkını Sırpların kitlesel cinayetlerinden kurtarmak için üzerimize düşen görevi yapamadık.’
Bu acı ve ibret dolu hükmün yanı sıra aynı rapor hem dünya ve hem de BM’nin çok geç anladığı şu gerçeğe de dikkat çekmişti hatırladığım kadarıyla: ‘Bosna, askerî bir ihtilaf olduğu kadar ahlakî bir davaydı da...’
Raporun da itiraf ettiği gibi Bosna ve burada yaşananlar ahlakî bir davaydı da; ama ne yazık ki dünya milletlerinin hak-hukuk, insanlık anlayışının en üst, en güçlü ortak temsilcisi BM bu konularda aciz kalmış ve Bosna’yı, Srebrenitsa’yı Sırp kötülüğüne teslim etmişti.
Srebrenitsa’da yaşanan kötülüğün üzerinden bugün 10 yıl geçmiş bulunuyor. General Krstiç gibi kötülüğü işleyenlerden birisi mahkûm olmuş bulunuyor. Ama şüphesiz bu yeterli değil; kötülüğün tamamen cezalandırılması için daha pek çok şeyin yapılması gerekiyor. En başta, kötülüğün esas mimarlarından, faillerinden Karadziç ve Mladiç’in de yakalanıp adalete teslim edilmeleri; sonra da hareketleriyle Srebrenitsa’daki kötülüğe katkıda bulunan, bu kötülüğün yolunu bilerek, bilmeyerek açanların da adalete hesap vermesi gerekiyor.
10 yıl önce işlenen bu kötülük, bütün yönleriyle mutlaka ortaya çıkarılmalı ve herkes bundan ibret ve ders almalı. Srebrenitsa’yı unutmayalım, unutturmayalım...
TEBRİK: Srebrenitsa’nın 10. yılını Türk basınında (hatta dünya basınında) en kapsamlı, en ayrıntılı, en başarılı, en güzel şekilde ele alan Zaman Dış Haberler ekibini ve Aksiyon Dergisi’ni burada huzurunuzda tebrik ediyor, bu değerli kardeşlerime içten teşekkürlerimi sunuyorum. Sağ olsunlar...
12.07.2005/Fikret Ertan/Zaman
yabancı isimli türkçe mamuller
13.07.2005 - 21:49ama aslında buna da bir kilif bulabilirim: isimleri yabancı ama türkçe içindekiler kismi var :)
...
Ülker e bununla ilgili bir mail yolladim. Neden bu şekilde yaptıkarını sordum. bana şuna benzer bir cevap verdiler: ürünlerimiz yurtdışında da satiliyor ve biz de bu yuzden yabancı isim kullanmayı daha uygun buluyoruz.
yani demek istiyorlar ki, içerde yani turkiye de isim ne olursa olsun insanlar alıyorlar, ne gerek var o halde türkçe isim koymaya.
daha sonra türkk diline yaptıklaır hizmetten bahsediyordu mail.
ben de şöyle bir soru sordum onlara:
sigara ureten buyuk firmalar da kanserle savaşan vakıflara yardım ediyorlar. ama kansere sebep olanlar da onlar. goz boymaktan başka bir şey değil yaptıkları. işte sizin yaptığınız da bu; hem kansere sebep oluyorsunuz hem de çürüyen vücudu ayakta tutmaya çalışıyorsunuz; neden? çünkü ona bile satmak istiyorlar yeni mamüllerinden.
yabancı isimli türkçe mamuller
13.07.2005 - 21:43başlık dedikleri gibi Yabancı İsimli Türk Mamulleri olmaliydi. Ozur dilerim
yabancı isimli türkçe mamuller
13.07.2005 - 12:18büyük firmaların ipliğini pazara çıkaracağım bu terimle..işte ben buna aksiyon derim..eylem adamıyım be! :)
Beygir
13.07.2005 - 12:17tezek ve beygir arasinda bir bağ kurabilmek lazim :)
tabii genellikle tezek inek ve dana dışkısından yapılır; ama beygirkinden yapılmayacağını kim söyledi
Tezek
13.07.2005 - 12:16köylerde yazın sivrisineklerden korunmak için tezek yakılır. sinek çıkan kokuya gelemez. tabii o kokuda kim oturmakı ister orda; ama daha off lar filan çıkmadan once kullanılan yontem buydu.
evinizde denemeyin :))) ahahah haaaaa
vuzuh
13.07.2005 - 12:07vazıh için tdk şöyle demiş:
'sıfat, eskimiş (va:zıh) Arapça:Açık, aydın, belli.
vazıh olmak
vuzuh
13.07.2005 - 12:06tdk şöyle demiş:
1-'Açık olma durumu, açıklık, aydınlık'
cümle içinde kullanılışı:
'Bu akşam bilhassa, Şevki'nin fikrindeki vuzuh onu düşündürdü.'- H. E. Adıvar.
2- edebiyat Açıklık.
vuzuh
13.07.2005 - 12:05vuzuha erdirmek, açık bir şekilde ortaya koymak.
vazıh ise sifat hali.
bu konunun anlatımı vazıh bir yapıya sahip
diş macunu reklamı
13.07.2005 - 11:57dikkat edilirse hiç beyazlatmayan diş macunu yok. maşallah hepsi bembeyaz yapıyor dişleri.
at dişine sahip insanlar reklamalara çıkıyorlar ve bu dişlere sahip olmayanları imrendiriyorlar. tabii zaten reklam veren firmalarin da yapmak istedigi bu. yoksa bakın bu diş macununu kullanırsanız dişleriniz böyle olur demek istemiyorlar. onların demek istedigi, bakın ne guzel dişler, sahip mi olmak istiyorsunuz; ama diş macnu gerekli size. ne tesaduf bizde de super bir diş macunu var. alin kullanın.
bilgisayar teknolojisi ne kadar hizli degisiyor ve ilerliyor, ve parcaları hem kuculuyor hem de daha degisik ozellikler kazaniyorsa, bu diş macunlları da surekli değişiyorlar ve ilerliyorlar. sürekli farkli farkli diş macunları çıkıyor.
çalışma masası
13.07.2005 - 11:54öss ye hazırlanırken 'oynarayaklı' bir masam vardı. oynarayak tan kastım tekerlekli olması değil; benim istedigim zaman masanın bulundugu yeri değiştirebilmem. O kadar uzun saatler onun başında otururdum ki; bazen yerini değiştirmek hem bana hem de ona iyi gelirdi.
Bana çom hizmet etti, burdan sevgi ve hürmetle anıyorum. Şimdi burda olmamın destekçilerinden ya da bana emegi geçenlerden biri kendileridir.
Sevgilerim biricik ve artik unutulmuş masama
sıfat
13.07.2005 - 11:52'Sıfatları büyük yapan bağlandıkları isimdir.
Hiçbir sıfat yoktur ki; ismi kendinden küçük olsun.'
çah
sıfat
13.07.2005 - 11:50Yeşilin bir bir tonunun ihtişamla yayıldığı, büyüleci ve kokusunun insanı deli ettiği bir yerdir.
'Yeşilin bir bir tonunun ihtişamla yayıldığı, büyüleci ve kokusunun insanı deli ettiği bir '=sıfat
Srebrenitsa katliamı
13.07.2005 - 11:47The Wall Street Journal
13.07.2005 ÇARŞAMBA
BM ve Avrupa’nın Srebrenitsa’daki payı
On yıl önce bugün, General Ratko Mladiç komutası altındaki Bosnalı Sırp güçleri, Bosnalı Müslümanların kasabası Srebrenitsa’ya girdi, kasaba o dönemde Hollandalı barış gücü askerleri tarafından korunuyordu.
General Mladiç üç talepte bulunmuştu: Kasabadaki erkekler silahlarını teslim edecek; 12-77 yaş arasındaki tüm erkekler “sorgulanmak” üzere ayrılacak ve geri kalan nüfus da Müslüman bölgelere sürülecekti. İki gün içinde 23 bin kadın ve çocuk sürüldü. Geri kalan 5 bin Müslüman erkek ve genç, Hollanda askeri üssü yakınında Mladiç güçlerine teslim edildi. Bildiğimiz gibi, Hollandalılar tarafından Sırplara teslim edilen insanların pek çoğu katledildi. Bu katliamın rakamı aşağı yukarı 7 bin 200. Ancak bizim şu anda andığımız sadece vahşetin ölçeği değil. Aynı zamanda, sözde koruyucuları tarafından ihanet edilen Srebrenitsa erkeklerini de anıyoruz ve bu aynı zamanda bugün için de dersler taşıyor. İlk ders Birleşmiş Milletler’in o dönemdeki işlerliğine dair. BM, Balkanlar’a ilk müdahalesini tüm taraflara eşit bir şekilde uygulandığı varsayılan silah ambargosu ile gerçekleştirdi; ancak bu durum Bosna’nın Müslümanlarını çok daha iyi donanmış ve Slobodan Miloseviç tarafından yönetilen Belgrad hükümetinin desteğini alan Sırplara karşı savunmasız bırakmaktan başka bir işe yaramadı.
Bunu, BM’nin Sarejevo ve Srebrenitsa da dahil tehdit altındaki etnik gruplar etrafında “güvenli bölgeler” oluşturma gibi felaket getiren kararı takip etti. 1993 yılındaki BM Sekreterliği raporuna göre, güvenli bölgeler “öfke uyandıran yaşam kayıplarını ve yoksulluğu sınırlamada, uluslararası kaygıları gidermede, politik müzakere başlatılmasında ve insani yardımların dağıtılmasında faydalı oldu.” Ancak bununla birlikte başlangıcından beri BM askerlerinin neredeki yerleşim bölgelerini koruyacağı net değildi; o dönemin ABD Başkanı Clinton, ABD kara birliklerinin bölgeye yerleştirilmesi kararı aldı. Aynı zamanda güvenli bölgedeki BM askerlerinin gerçekte kendi bölgelerindeki insanları korumak için güç kullanma yetkisiyle donatılıp donatılmadığı da belirsizdi. Daha da kötüsü, “güvenli bölgelerin” kurulmasından birkaç hafta sonra, Müslümanların BM koruması için verdikleri bedel silahlarını bırakmaları oldu. Bu katliamda, Avrupalılar da rol oynadı elbette. 1990’ların başlarında Balkanlar krizi patlak verdiğinde, Avrupa toplumunun yabancı temsilcileri, örneğin Jacques Poos, “Avrupa’nın zamanının geldiğini” ilan etmişti. O anda yeni ve kararlı bir Avrupa izlenimi doğmuştu. Ancak bunun aksine, Avrupalılar müzakerelerle Sırpları durdurmaya çalıştı. O dönem İngiltere Başbakanı olan Margaret Thatcher, Sırpların işlediği vahşeti “şeytan” olarak niteledi ve “insani yardımın yeterli olmadığını” söyledi. Ancak onun bu görüşü Savunma Bakanı Malcolm Rifkind tarafından, “duygusal saçmalık” olarak nitelendirildi.
Sonuç olarak, yönetime geldiğinde ilk Bush yönetiminin “Belgrad kasaplarına” verdiği tavizi sona erdirme sözü veren Clinton yönetimiydi. Bugün pek çok insan, 1995 yılındaki Dayton Antlaşması ile Bosna Savaşı’nın sona erdirilmesini sağlayan diplomatik çabayı anar. Aynı şekilde 1999 yılındaki başarılı askerî müdahaleyi de. Ancak Bill Clinton bir şey yapmadan önce Balkanlar’ın üç yıl boyunca kanamasına izin verdi. BM ve Avrupa’nın işi ele almasına ve Balkan çatışmasının tarihi kökenleri hakkında uzun uzun düşünme zamanı verdi. 1995 yılında ABD sınırlı bir bombalama kampanyası ile soruna müdahale etti, hızlı ve kararlı bir sonuç elde etti. Clinton sözlerini daha önce tutsaydı, binlerce Bosnalının yaşamı kurtulabilir ve Srebrenitsa katliamı da yaşanmayabilirdi. Amerikalı politikacılar bir başka Srebrenitsa ile karşılaşmak istemiyorsa, BM’nin görev konusunda belirleyici olmasına bir daha asla izin vermemeli. Avrupalılara da “liderlik etme” görevi vermek kötü bir fikirdi. Hepsinden öte, Srebrenitsa Batılı politikacıların koruyucu önlemler almayı reddettiği, bir araya toplanan tehlikenin büyüklüğünü göremediği ya da görmezden geldiği kötü bir örnek. (The Wall Street Journal - Başyazı, 11 Temmuz 2005)
13.07.2005/Zaman
Srebrenitsa katliamı
13.07.2005 - 11:472. Dünya Savaşı'ndan sonra, son 60 yıllık dönemin en büyük 'soykırımı' (jenosid) 'nın yaşandığı Srebrenica (Srebrenicsa) 'dayız. Srebrenica Belediyesi tarafından düzenlenen 'Srebrenica Soykırımı 10. Yıl Anma Etkinlikleri'ne katılmak üzere, Pazartesi sabahı saat 05.00'te Saraybosna'dan yola çıktık. Hava kapalı ve yağmurlu. Sanki gökler de 10 yıl önce 11 Temmuz 1995'te Sırp yamyamları tarafından vahşkatledilen 12 bin Müslüman Boşnağın matemini tutuyor.
Saraybosna-Srebrenica arası 130 km.den biraz fazla. Aslında normal şartlarda arabayla 1,5 saatte gidebilirsiniz. Fakat bu mesafeyi, ancak 6 saatte kat edebiliyoruz. Çünkü, yol binlerce araba ve otobüs tarafından doldurulmuş durumda. Müslüman Bosna'dan ve dünyanın her yerinden gelen 150 bin civarında olduğunu tahmin ettiğimiz topluluk defin merasiminin yapılacağı şehitliğin içinde toplanmış. Dünyanın çeşitli devletlerinin cumhurbaşkanları, başbakanları, dışişleri bakanları protokolde yerlerini aldılar. Balkanlar'dan ve Avrupa ülkelerinden bir çok tanıdık simayı görebiliyorsunuz. Türkiye'den Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül merasime iştirak ediyor. Ayrıca 3 milletvekilimiz de gelmişler. Bunun haricinde Türkiye'den, çoğunluğunu Bosna Dayanışma Grubu'nun organize ettiği 300 kadar Bosna dostu ulaşmış bulunuyor.
***
Şehitlik, tam bir mahşer günü görüntüsü içerisinde. Soykırım neticesinde işkenceyle öldürülmüş 610 şehidin tabutları Kelime-i Tevhbayraklarına sarılmış vaziyette sıralanmış. Diğer tarafta da, mezarlar açılmış ve defni bekliyorlar. Gürül gürül okunan YâsŞerve Tebâreke, insanın tüylerini diken diken ediyor. Değerli dostum Nadir Lâtif İslâm, 'Burası Arafat'a ne kadar benziyor değil mi? ' dedi. BBP Genel Başkanı sevgili Muhsin Yazıcıoğlu ile gözgöze geldik: Gözlerinden yaşlar akıyordu. Nihat Genç de aynı durumdaydı.
***
Türk heyeti olarak şehitliğe, Bosna ve Türk Bayraklarıyla tekbir getirerek girdik. Herkes alkışlıyordu. Kulağıma 'Osmanlı', 'Türk' lafları çalındı. Bizim arkamızdan, şehitliğe Bosnalı yetimler girdiler.
Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Süleyman Tehiç'in açış konuşmasından sonra ABD Başkanı Bush'un temsilcisi Dünya Bankası Başkanı Wolfowitz, İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw, Lahey İnsanlık Aleyhine İşlenen Suçlar Mahkemesi Başkanı Thedor Meron ve Srebrenica Belediye Başkanı Malkiç konuştular. Lahey Mahkeme Başkanı'nın, bunun katliâm değil soykırım olduğunu vurgulaması ilgi çekiciydi.
***
Savaştan sonra, Sırp ve Hırvat soykırımlarını araştırmak ve şehitleri bulmak için 'Toplu Mezarları ve Kayıpları Araştırma Komisyonu' kurulmuş ve İzetbegoviç'in SDA Partisi'nden Sarayova Milletvekili Amor Maşoviç (Türkmenoviç) , Komisyon'un başkanlığına getirilmiş. Maşoviç'in gayretiyle Srebrenica'da toplu mezarlar bulunmaya başlanmış. Bugüne kadar 6.187 şehidin gömüldüğü toplu mezarlar ortaya çıkarılmış. Bugün yeni bulunan 610 şehidin defin merasimi yapılıyor. Komisyon, her şehidin tek tek DNA testlerini yaptırarak hüviyet tespitini sağlamış. Ancak, bunun dışında henüz kimliği tespit edilememiş binlerce şehit bulunuyor. Srebrenica halkı, özellikle kadınlar, mezarların üstündeki isimleri okuyarak yakınlarını bulmaya çalışıyorlar.
***
1991'le 1995 yılları arasında yaklaşık 5 sene devam eden Sırp ve Hırvat saldırıları sonucunda 250 bin Müslüman Boşnak şehit olmuş. 85 bin Müslüman Boşnak kadını, kin ve nefreti aksettiriyor.
Srebrenica'da 11 ve 12 Temmuz 1995 günleri 12 bin kişi, akla gelmedik işkencelerle şehit edilmiştir. Depolara, ambarlara toplanan binlerce kişi, organları kesilerek, derileri yüzülerek, yakılarak ve diri diri toprağa gömülerek öldürülüyor. Erkeklerin gözleri önünde bütün kadınların ırzına geçiliyor. Hâmile kadınların karınlarını deşerek cenkesmek de, bu Sırp alçaklarının çok hoşlandıkları işkencelerden... Kaçmayı başaranları köpeklere parçalatıyorlar. Sorarım size annesinin önünde 1,5 yaşındaki bebeği parçalayıp derisini yüzerek etini kızartıp annesine zorla yedirmek için ne türlü bir canavar olmak gerekir? ...
Srebrenica soykırımında ve Bosna'da Bosna'da uygulanan bütün vahşet, hâlen yargılanan eski Sırbistan Cumhurbaşkanı Miloseviç ile şimdi kaçak(!) olarak serbestçe dolaşan Bosna Sırplarının lideri Karaziç ve Sırp ordusunun başındaki General Mladiç adlı kâtillerin emriyle gerçekleştirilmiştir.
Ancak, bütün bu alçak kâtiller sadece tetikçilerden ibarettir. Ne yazık ki, bu soykırımın gerçek fâilleri, herbiri bir 'tek dişi kalmış canavar' olan Hristiyan Batı dünyasıdır. BM Barış Gücü (aslında Sırp ve Hırvat gücü) , NATO ve başta Hollanda olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinin askerleri bu vahşete seyirci kalmış; hattâ bir çok olayda Sırplarla birlikte soykırıma iştirak etmişlerdir. Srebrenica'da, sokaktaki adama sorarsanız; size Hollandalı askerlerin Boşnak kadınlarına nasıl tecâvüz ettiklerini anlatacaktır.
Bu soykırımda asıl sorgulanması ve yargılanması gerekenler Sırp cânilerinden çok; Srebrenica'yı 'Güvenli Bölge' ilân ederek Boşnakların silâhlarını toplayıp onları Sırp kâtillere teslim eden; hava harekâtını kasıtlı olarak engelleyen BM Genel Sekreteri Butrosgali, Barış Gücü Komutanı Fransız Generali Janvier ve BM Bosna temsilcisi Japon Akashi gibi kişilerdir.
***
Srebrenica'da ve Bosna'nın heryerinde bu soykırımları yapanların, kurbanları olan Müslüman Boşnaklara hep aynı lâfı söyledikleri naklediliyor: 'Siz Türkleri artık burada görmek istemiyoruz'. Sırplar, açıkça Osmanlı'dan intikam aldıklarını söylüyorlarmış. Yani, sizin anlayacağınız sevgili okuyucular, Bosna'da işkenceyle öldürülenler bizim insanımız, ırzına geçilenler de bizim kadınlarımızdır. Lâkin, bu şuur ancak milletimizde var. O sırada devleti idare edenlerimizde ise aslâ olmadı. Son olarak, 'Boğaziçi allâmeleri'ni, Ermeni iftiralarını bırakıp gerçek 'Soykırım' görmek için Bosna'ya çağırıyorum. Bunu söylediğimde, Türk heyetindeki bir dostum, 'Bunu yapmazlar. Çünkü, fukara Boşnakların, onları satın almak için Ermeni diyasporası gibi parası yoktur ki! ' dedi.
Hasan Celal Güzel
Tercüman
12-07-2005
Srebrenitsa katliamı
13.07.2005 - 11:38'Cumhuriyet 13.07.2005
GENİŞ AÇI
HİKMET BİLA
Srebreniça Sadece Katliam Değil...
Srebreniça katliamı, onuncu yılında bir kez daha hatırlandı. Gelecek yılın temmuzuna kadar yine unutulacak. Gelecek yılın anma töreni de benim gözümde yine yalancılığın resmi töreni olacak.
Bu yalanın altını çizmek gerek. Çünkü olay, sadece 8 bin masum insanın katledilmesi olayı değil.
On yıl önce Bosna-Hersek'te iç savaş yaşanıyordu. Daha doğrusu ülkedeki Müslüman Bosnalılar, Sırp ordusu tarafından kuşatılmıştı. Birleşmiş Milletler, silahsızlandırma kararı almış ama bu karar sadece Bosnalılar için uygulanmıştı. Ve yine Birleşmiş Milletler, Srebreniça'yı sözümona 'güvenli bölge' ilan etmişlerdi. Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilen bir yerde silaha ne gerek olabilirdi ki? .. Sırp birlikleri, önce kuşatıp, aç-susuz bıraktıkları Srebreniça'yı ele geçirmek üzere saldırdıklarında Bosnalılar hâlâ silahsızdı.
Bölgede Birleşmiş Milletler gücünün başında bir Fransız generali vardı. Srebreniça 'güvenli bölge' sinden de Hollandalı askerler sorumluydu.
10 Temmuz 1995'te saldırıya geçen Sırplar, kenti top ateşine tuttular. NATO, Sırplara karşı hava saldırısı düzenledi. Sırplar başka bir silaha başvurdular. Karakolları basıp 14 Hollandalı askeri rehin aldılar. Hava saldırısı durdurulmazsa bu askerleri öldüreceklerini söylediler. Hava saldırısı durdu. Çünkü Hollandalı askerlerin hayatı, Hollanda için de, NATO için de, Birleşmiş Milletler için de çok önemliydi.
Sırplar için bu kadarı yeterli değildi. Kentten kaçmaya çalışan Bosnalıların kendilerine teslim edilmesini istediler. Yoksa? ..
Yoksa Hollandalı askerler öldürülecekti. Hollandalı askerlerin hayatı Hollanda için de, NATO için de, Birleşmiş Milletler için de çok önemliydi. Sırpların istediği aslında çok 'basit' ti. 16 ile 77 yaş arasındaki bütün erkekler teslim edilirse diğerlerinin gitmesine izin verilecekti.
Ve Bosna'daki Birleşmiş Milletler'in yetkilileri, askeri gücünün generalleri, o generallerin hükümetleri bu basit isteği kabul ettiler. Hollanda askerleri, 16-77 yaş arası erkekleri katliam yapılacağını bile bile Sırplara teslim ettiler. Kadınlarla erkeklerin, yalvarış yakarış arasında ayrılması işlemi Hollanda askerlerinin gözetim ve denetiminde yerine getirildi.
Sırplar, 'Birleşmiş Milletler askerleri' nden teslim aldıkları 8 bin Bosnalı erkeği gruplar halinde öldürüp toplu mezarlara gömdüler. Srebreniça ve çevresinden hâlâ toplu mezarlar fışkırıyor.
14 Hollandalı askere karşılık 8 bin Bosnalı sivil katliama terk edildi. Çünkü Hollandalı askerlerin canı, Hollanda için, NATO için ve Birleşmiş Milletler için çok önemliydi.
İşte iki gün önce Srebreniça'da bu olayın anma töreni vardı. İlginç olan, Fransız ve Hollanda dışişleri bakanları da oradaydı. Sahte gözyaşları döktüler.
Katliamın baş sorumluları Karadziç ve Mladiç on yıldır ellerini kollarını sallayarak gezerken, Fransa, Hollanda, Birleşmiş Milletler, hiçbir şey olmamış gibi davranırken, yalandan gözyaşları.
Bu yalanın altını çizmek gerek. Çünkü olay sadece 8 bin kişinin öldürülmesi olayı değil. Bir zihniyet bir siyaset olayı. '
Sinema Filmi
13.07.2005 - 11:34bana dun akşam sinema filmi yazarken garip gelmişti. sinema filmi de ne demek demiştim? başka sinema olmayan filmler de mi var demiştim.
TDK sinema için şu karşılığı vermiş: ' Herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi.'
sinema filmi değil de belgesel filmi olsun. Ama belgesel de yaparken yukarıdaki açıklama hayata geçiriliyor zaten. O halde sinema filmi, belgesel filmi ve vs deki gibi film kelimeler fazladan. Zaten sinema dahilinde yapılan filmdir.
27 harfli Türkçe kelimeler
13.07.2005 - 11:31Aslında başlığı kelime olara açacaktım; ama işte gece sersemliğime gelmiş.
Burada Türkçe'nin ne kadar güzel bir dil oduğunu gösteren yazıyı asmak için açmıştım bu terimi:
'27 harfli Türkçe kelimeler
Zambak-Dilset’in bu sene üçüncüsünü gerçekleştirdiği “Uluslararası Yabancılar İçin Türkçe Yarışması”nda onur konuğu olarak bulunan Belçikalı Türkolog Prof. Dr. Johan Vandawalle ile Belçika’da görüşmemiz sırasında pek çok mesele üzerinde durduk.
O, Türkçenin matematik ilmi gibi açık ve berrak bir yapıya sahip olduğunu, satranç oyunundaki birleştirmeler gibi mantıkî birleştirmeler imkânına sahip olduğunu söylüyor. “Türkçede bazı fiil köklerinden iki yüz bin civarında biçim türetilebilir. Ayrıca mesela bir görmek fiiline yapılacak eklemelerle, ‘görüştürülemeyebilecekmişiz’ kelimesinde olduğu gibi 27 harf bulunabilir. Bunu başka bir dilde yapamazsınız. Diğer dillerin ayrı yazılan müstakil ekleri ve kaidesizlikleri, hatta kaideleri olsa bile istisnaları hatta istisnaların da istisnaları çok kafa karıştırıcı. Yani onlarda Türkçedeki berraklık yok.”
35 dili bilmenin verdiği geniş ufuk ve tespitlerle Türkçemiz hakkında görüşlerini beyan eden bu ilim adamı, aksansız konuşması, hoş telaffuzu ve detayları ifade eden Türkçe kelimeleri seçişleriyle dikkatimizi çekiyor. Bu durumu nasıl kazandığını sorduğumuzda “Türkçeyi tanıyıp hayran olduğum ilk günlerden itibaren hep Türkleri bulup onlarla Türkçe konuşmaya başladım. Mesela, Aydınlı bir arkadaşla tanışmıştık, ben mutlaka her hafta, hafta sonları evlerine gider, akşam yediden öbür gün sabah beşe kadar onunla Türkçe sohbet ederdim. Bunun için de Türk dili, kültürü ve sanatı ile ilgili on tane mühim soru hazırlar öyle giderdim.” diyor.
O sırada Belçikalı Türk Parlamenter Cemal Çavdarlı ile telefonla görüşme imkanı oluyor. O, bize, Johan Vandawalle ile senelerdir tanışıp görüştüğünü söylüyor.
Türkçe, Türk sanatı ve mutfağı hayranı Prof. Dr. Johan, Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç Bey’in himayelerinde yapılan bu Türkçe yarışmasının gelecek sene bir de akademisyenler boyutunun olmasını arzuluyor. Dilimizin dünya dili olmasından dolayı sürur duyuyor. Hatta Türkiye’den Belçika’ya döndüğünde aile bu durumu fark ederek kendisine “Sîmân değişmiş, mutluluğun her halinden belli oluyor! ” dediklerini ifade ediyor.
Kendisine bir rüya gibi gelen bu program için “Her sene daha görkemli olmalı... Halkınızın ilgisi çok güzel. Ben Ankara’da Maraş vs. illerden gelmiş arabaların plakalarını gördüm! ” diyor.
Arkadaşlarından kendisine e-posta ile pek çok tebrik gelmiş. O, bilhassa Türkolog olan akademisyen arkadaşlarına, “Ben sizden artık, tebrik ve takdir yerine Türkçe ile ilgili ufuk açıcı yazı ve tebliğler bekliyorum.” karşılığını yazmış.
Türkçe öğrettiği öğrencilerinin, kendisinin tavsiyesi ile Türkiye’ye gittiklerini sonra da “Bizim ülkemiz, artık havası gibi bize soğuk geliyor. Türkiye’de insanlar ve insanî münasebetler sıcak! ” dediklerini hatta bazılarının gidip yerleştiklerini, bazılarının da yerleşmek istediklerini söylüyor.
Türkçenin durum eklerinin çok mühim olduğunu, bunu öğrenmek istemeyip ‘ne lüzum var’ diye direnen öğrencilerinin Türkçeyi öğrenemediğini; ama teslim olanların kısa zamanda kavrayıp bellediklerini; kelimelerin doğru öğrenilip telaffuz edilmesinin çok mühim olduğunu hatta annesinin bir Türk lokantasında “bir” kelimesini yanlış kullanıp “Bana bira kola getiriniz” deyince garsonun kola yerine bira getirdiğini; Aydın taraflarında bir öğrencisinin meyve alırken satıcıya “Yıkar mısınız? ” diyeceğine yanlışlıkla “Yıkanır mısınız? ” deyince, “Ben pis miyim? Kirli miyim? ” diye kızgın bir karşılık aldığını söylüyor.
Ayrıca kelimelerde isim seçimlerine de dikkat çeken Johan, “Napolyon, Hollanda’nın güney bölgesini alınca, ‘Herkes kendisine bir soyadı alsın’ diye emretmiş. Onlar da bu nasıl olsa geçici bir şey olur diye kendilerine gülünç soy isimleri seçmişler. Sonra da öylece yerleşip kalmış. Bu yüzden Güney Hollanda’da çok komik soy adları ile karşılaşırsınız.” diyor.
11.07.2005 /Zaman/Abdullah Aymaz
aziz
12.07.2005 - 23:00bir sinema filmi vardı.
sinema filmi?
hariçten gazel okumak
12.07.2005 - 22:59bekara karı boşaması kolay
sozunun bir başka versiyonu
Srebrenitsa katliamı
12.07.2005 - 16:24[HABER İZLENİM] Özür, acıları unutturur mu?
Bir acı ne zaman diner? Eğer birkaç ay, birkaç yıl şeklinde cevap verenlerdenseniz yanıldığınızın örneği Srebrenitsa’dır.
Katliamın üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen Boşnak annelerin, çocukların acısı dinmediği gibi azalmamış bile. Her tabut, her haber gözyaşlarının dökülmesi için yeterli oluyor. 40 bin kişinin toplandığı Potoçari Şehitliği’nde görenlerin zihnini allak bullak eden bir manzara ile başladı bu yılki anma törenleri. Çimler üzerine dizilmiş yüzlerce tabut ve gözyaşları içinde tabutların başına gelen anneler, eşler ve yetim çocuklar... Hepsinin gözleri bir elindeki kağıtta bir de tabutların başındaki rakamlarda. Anneler on yıldır ‘bir mezarı olsa’ dediği çocuğuna kavuşmanın, en azından tabutuna el sürebilmenin fırsatını yakalamış olmanın karmaşık duyguları içinde. Birkaç adım, kontrol edilen birkaç tabut ve sonunda kavuşma anı. Gözyaşları usul usul yağan yağmura karışıp tabutların üzerine düşüyor. On yıldır kayıpları için ağlayan Boşnak anneler, sessizce gözyaşı döküyorlar. Bu esnada dünyanın dört bir tarafından gelmiş ‘ciddi’ giyinen ‘önemli’ insanlar mikrofonlardan dünya barışına yapılacak katkıdan, katillerin hesabının sorulacağından bahsediyor; fakat şehit annelerinden hiçbiri onları duymuyor bile. Şehit yakınları kendi dünyalarına o kadar dalmıştı ki bu yıl ilk kez törenlere katılan Sırbistan-Karadağ Cumhurbaşkanı Boris Tadiç bile fark edilmedi. Tadiç, başı önde geldi; sessizce çelenk koyup başı önde ayrıldı Potoçari’den.
Katliamın yaşandığı Potoçari köyü yakınlarındaki şehitlikte düzenlenen törenlere bu yıl Batı dünyasının özrü damgasını vuruyordu aslında. Uygar dünyanın failleri bulacağı sözü veriliyordu kürsüde; fakat manzara söylenenlerle çelişiyordu. Tüm dünya liderleri savaş suçluları mahkemeye çıksın derken, Sırp bölgelerinden gelen silah seslerğ Sırpların yaptıklarından pişman olmadıklarını gösterir gibiydi. Verilen sözlere güvenilmişti ve bugün benzer sözlere güvenmenin bir sonucu olarak 610 tabut defin için bekliyordu. Binlerce insanın hep birden ‘hakkımızı helal ettik’ nidalarından sonra tabutlar yüklenildi omuzlara. Çok hafif, çok küçüktü tabutlar. Çünkü hepsi on yıl önce bugün Crni köyü yakınlarında topluca katledilen 610 Boşnak’a aitti ve içinde sadece birkaç parça kemik vardı. Yıllarca kimlik tespiti için bekleyen kemikler, nihayet ebedi istirahatgahına doğru yol alıyordu. Bu esnada çığlıklar hıçkırıklara karışıyordu, aynı anda binlerce insandan... Yüreğine gömdüğü acısını artık dizginleyemeyenler, bayılanlar, çocuğunun, babasının tabutunu gösteren anneler...
Mahşeri bir kalabalık, mahşeri bir telaş. Her adımda ayrı bir trajik hikâye var üstelik. Srebrenitsalı Hatice Muhammedoviç de kocasıyla oğlunu defnediyordu törenlerde. Onları yolcu ederken on yıl önce kaybettiği yakınlarını sayıyordu bize: “Eşim, çocuklarım ve onların akrabaları. 100’ü aşkın yakınımı kaybettim birkaç gün içerisinde. Ben ölünce de soy ismim tarihe karışacak.” diyor. Hemen yanındaki başka mezarlarda başka hikâyeler var; ama dün Potoçari’de dil ortaktı: Gözyaşı...
12.07.2005
ADEM YAVUZ ARSLAN-SREBRENİTSA /Zaman
Toplam 1546 mesaj bulundu