-pis rol keserim cevdet!
-abi doğrudur, senin rollerin cümle çam-ı yeşil taifesine taş çıkartır
-di mi cevdet :)
-evet abi!
-helal be koçum, sen anlıon artiz den!
-senin sayende abi
-gel sana bir yemek ismarlim cevdet
-kurucu halil de mi abi?
-he be, orda olsun len!
-tamam abi :)
dingilin teki..o tilki kardeşim onu bir yakalarsa 'acme' nin üstün teknolojik imkanları sayesinde, keyfine doyum olmayacak bir çizgi sanat olacak; ama bu bip bip her zaman onu alt ediyor
denge; nasıl?
her fazlalığın bir götürüsü vardır.
deha bir fazlalıktır ve sahip olan insandan çok şey götürür ona çok şey verdiği gibi
onu açığa çıkarmak da zordur, ama hissedilir.
acizane benim kanaatim böyle
pqrst 14; 6 ağustosta başlıyor. Sorular saat 20:00 de aktif hale getirilecek. 10 tane soru ve çözüm süresi bir hafta. Soruları indirebilir ve çözebilirsiniz.
www.otuzoyun.com/pqrst
Bir yanlış anlaşılma var: Sitenin ismi budur ve japonca, ingilizce, türkçe olarak görülebilmektedir. Bu siteyi yapan da türktür. O yüzden bu şekilde bir ismi vermeyi uygun bulmuştur. Havadan nem kapmayın!
Kürdünn zekası mı yok dedik?
Tek zeka tipi türk zekası mıdır dedik?
Millet ne alıngan!
ayar vermek; bir hatuna ya da yetkili birine yapılabilir bu; bizim oralarda ayar verme tabirine yakın ağzına göre laf çintmek denir. Bunun manası da adama göre laf etmek, onu hoş tutmak; yani yaltakçılık. Bu bir hatuna ayara verirken de geçerlidir
...
ayarlamak
ayar çekmek; ödüllendirmek manasında
ayar etmek; o kadar uğraştıktan sonra tam kıvamına getirmek
parmaklarımın arasından çıkacak kelimelere dikkat kesildim
tanrinin lanetli çocukları maceralarını anlatırken
bir kere dha geriye gitmem gerekti
acıların arasından sıyrılıp, gidenlerin ardında bir su...
içime doğdu bir şeyler
her zaman değil hatırımda bunlar
bir pencere
bakarken ben daha küçücüktüm
bir kadın gördüm evde
köşesinde tek başına ağlayan
anlamazdım neler oluyor
bir gece yola çıktım, yola çıktım ben hep
annemi babamı aradım
ama ikisi de yoktu
biri geldi diğeri
acılar nedir ki diyen yüzler
bir yerlerde yaşayan insanlar
alığ gittim sessizce kendimi
arkamda hafif esen bir rüzgar bıraktım
herkes gibi ağlamak ne kadar da zor
hatırladım
dağların üzerinden ben şimşeklerin düşüşünü izledim
köpeğim ölüşünü hayal ettim
uzakta öldü benden
herkes benden uzakta ve bensiz öldü
bedeni su aldı
ruhu boğuldu
bedeni de onunla birlikte
çiçekleri gördüm ben tarlalarda dikenleri elime battı onlara dokunduğumda
bir kadın, acılı gözlerle bana baktı
hep baktı bana
sevdim ben o kadını
hep yanımda oldu
çok düştüm, hem de çok
kanayan yerlerin acısına tahammül etmeyi öğrendim
ama ne çok şey varmış öğrenilecek!
kalbimde açıldı o yaralar sonra
insnaları gördüm etrafımda
insanları gördüm ardımda
uzak diyarlara gittim
insanlara baktım
binalara çıktım
ama hep aynı yere geldim
bir ev
bir bahçe
bir kadın
bir çocuk
bir bebek
ve
yaşlı bir kadın daha
yaşadılar
ve
yaşadıkları yere gömüldüler
bense hala
ölmedim demek istiyorum
gömüldüğüm yerden dışarıya çıkmak için geceleri
ya da gündüzleri
toprağı eşeliyorum orda
ama
ben
bulamıyorum kendimi
...
gene bir gece yola çıktığımda
içimde burukluk olacak
çünkü
beni bekleyenlerden çok
kalbim bıraktıklarıma ağlayacak
...
'bu an'
Geçen haftanın dikkatimi çeken iki haberinden birisi “Türk çocuklarının Alman akranlarından yüzde şu kadar daha ahmak oldukları”na ilişkin “bilimsel” saptama; ikincisi, yine aynı Türk çocuklarının anadil öğrenimini iki-üç yaş gibi olmadık bir sürede tamamlıyor olmalarının çeşitli telmihleri.
Birinci iddianın sahiplerini, ikinci iddianın sahipleriyle bir araya getirip dinlemek lâzım, lâzım olmasına da, Batılılaştırmacı aydınlarımızın ilgisini “Türk dili” gibi milliyetçi ses veren bir konuya çekmenin mümkünmüş gibi durmadığı da muhakkak. Perdeyi biraz aralamaya çalışalım: Psiko-dilbilim, “psikolojinin dilbilimi” anlamında bir akademik uğraş olup, insanoğlunun dil edinme, kullanma ve anlama sürecini oluşturan psikolojik ve nörobiyolojik unsurları araştırır.
Psiko-dilbilim ve çocuklar...
Psikolojiyi kabaca bireyin davranışlarını, zihnini ve düşüncelerini; nörobiyolojiyi beynin biyolojik yapısını irdeleyen çalışmalar olarak tanımlayabiliriz. “Psiko-bilim” denilen akademik uğraş (ki, beynin nasıl işlediğine ilişkin verilerin olmadığı dönemlerde felsefecilerin işiydi) günümüzde psikoloji, biyoloji, nöroloji, iletişim teorisi gibi birden fazla araştırma dalını bütünleştirir; “kelimeleri” ve “gramer kurallarını” bir araya getirerek “anlamlı bir cümle” yapmamızı mümkün kılan “algılama süreçleri”ni araştırır. Bu bağlamda, konuşmaları, yazılı metinleri nasıl anlamlandırabildiğimizi çözümlemeye çalışır. Psiko-dilbilimin başlıca denekleri, çocuklardır. Doğumlarından itibaren dil öğrenmeye başlayan çocukların bu beceriyi nasıl elde ettikleri araştırılır.
Bu araştırmaların bir yan-ürünü de “konuşulan dil”e ilişkin bilgilerdir. Araştırmalar, çocukların dil öğrenme becerilerini etkileyen önde gelen unsurlardan birisinin anadillerinin yapısı olduğunu ortaya koymaktadır ki, bu da bizi ‘Türklerin en büyük icadıdır’ dediğim Türk diline getirir. Bu alanda Türkiye’de yapılan ilk kapsamlı araştırmalardan birisi, Prof. Dan I. Slobin yönetiminde gerçekleşmiştir. 1939 doğumlu Prof. Slobin, psikoloji lisansını University of Michigan’da; doktorasını 1964’te Harvard’da yaptı. Türkçe de dahil olmak üzere dokuz civarında dil bilen Slobin, halen UCLA’de hoca. ‘70’li yılların ortalarında Slav dillerine örnek olmak üzere eski Yugoslavya’da, Latin dillerine örnek olmak üzere Roma’da, Anglo-Sakson dillerine örnek olmak üzere ABD’de ve “Türkik dillerine” örnek olmak üzere İstanbul’da eşzamanlı çalışma yürütmüştür.
Hemen ifade etmeliyim: “Türkik dilleri”ni tırnağa alma nedenim, Türkçenin dünya dilbilim klasmanındaki “siyasi” konumlamasına dikkat çekmek. Şöyle ki, Türkiye Türkçesine “Türki” şeklinde giren “Türkik” kelimesinin mucidi, Çarlık Rusya’sı. Çarlık Rusya’sının Orta Asya halklarına ve dolayısıyla dillerine isim takmak ve siyasi gelişmelere göre bu isimleri değiştirmek gibi bir politikası vardı. Örneğin, “Kara Tatar” olarak bilinen Altay dilini “Oyrot” olarak değiştirmişlerdi ki Oyrot, Moğol oymaklarının birinin adıdır. Oyrot, bir süre sonra “Altay” olarak tekrar değiştirilmiş, “Uygur” yine bir süre için “Tarançi” olmuş, sonra tekrar “Modern Uygur” diye anılmış, Kazak’a “Kırgız” denmiş, vb. vb... Sonra zaman içinde, “Türk” kelimesi Osmanlılarla, “Türkçe” konuşanlar da İmparatorluğun Türk unsurları ile sınırlanıyor. Türkçe, “Türki” dillerin birisi konumuna indirgeniyor; “Altay dil ailesi” grubunun bir alt-başlığı telakki ediliyor. Dan I. Slobin başkanlığında yapılan o yıllardaki araştırmada 48 çocuk, 2 yaş 8 aydan başlanıp, 4 yaş 2 aylık oluncaya kadar üç ay arayla, her biri asgari altı saat süren incelemeye konu olmuşlardı. Çeşitli oyuncaklar kullanılarak, hangi komutu, ne kadar ve nasıl anladıkları saptanıyor, ayrıca sürekli açık olan kayıt cihazlarıyla kelime dağarcıkları, kendi kendilerine konuşmaları, gramer kurallarını uygulama biçim ve zamanlamaları kaydediliyor; dil öğrenme sürecinin basitten karmaşığa giden dönüm noktaları tesbit ediliyordu. Bu bağlamda, anlaşılması en zor komutlardan birisinin, örneğin, “kediyi besleyen bebeğin saçını okşa” şeklinde bir üçleme olduğunun söylendiğini hatırlıyorum. Profesör Slobin, Türk çocuklarının bu komutu araştırmanın yapıldığı diğer merkezdeki akranlarından çok önce öğrendiklerinin tesbit edildiğini söylemişti.
Türkçenin üstün nitelikleri
Nitekim, yabancı dillerle karşı karşıya gelen, yani bozulan Türkçede ilk düşen düzenleme de bu olur, “o bebek ki kediyi besledi, sen okşa saçını” gibi şekiller alırmış. Sonuç olarak, üç-dört yıl kadar süren değerlendirmeler bir araya getirildiğinde Türkçe konuşan çocukların dil becerisi edinme sürecini 3 yıl 8 aylıkken tamamladıkları, buna karşın, aynı koşullarda incelenen Slav çocuklarının öğrenme süreçlerinin yedi, İtalyan çocuklarının beş-buçuğu bulabildiğinin görüldüğü söylenmişti. Hiçbir araştırma sonucunun nihai ve mutlak olmadığı, benzer araştırmaların tekrarlanagelmesinin tasdikindedir. Buna karşın, süregelen araştırmalarda benzer sonuçlara varıldığı da geçen haftaki haberde de görülen bir gerçek. Türk çocuklarının üstün dil becerisine sahip olmalarının nedenlerine gelince, toplumsal ve dilbilimsel olmak üzere iki unsurdan bahsediliyordu. Toplumsal unsur, Türk çocuklarının büyük ailelerde ve büyüklerle birlikte büyüyor olmaları, kendi başlarına pek bırakılmamaları, hatta, uykusuz kalmaları pahasına da olsa, aile toplantılarının dışına itilmemeleri. Dilbilimsel unsur ise Türkçenin bizzat kendisi. Şöyle ki, Türkçenin her şeyden önce “logo” benzeri yapı taşlarından oluşan bir yapılanması var, yani, hecelerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan “eklemlemeli” bir dil. Bu niteliği ile kelime türetmeye de fevkalâde müsait. Örneğin, “halı” kelimesini hatırlayamayan bir çocuk, “basmak” fiilinden yola çıkarak “bası” diye bir kelime türetebilir ve anlaşılabilir. Ya da, “diken” gibi bir bitkiden yola çıkarak, “dikenlenmek” gibi bir ruh halini ifade edebilir. Türkçenin bu özelliğinin bir telmihi sebep-sonuç ilişkisini tek bir kelimede ifade edebilmek, diğer telmihi de matematik dili olmasıdır. Burada, yıllardır bilgisayar dili ile Türkçe arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışan Oktay Sinanoğlu’nu saygıyla anmadan geçemeyeceğim. Türkçenin eklemlemeli bir dil olması kadar önemli bir diğer üstün niteliği de “ses uyumu”dur. Araştırmalar, kelime üretmede olduğu kadar, doğru cümle kuruluşlarında da ses uyumunun olağanüstü bir kolaylaştırıcı olduğunu göstermektedirler. Nitekim, Slobin’in araştırmasında kayıtlar dinlendiğinde Türk çocuklarının ses uyumunda hata yaptıklarına hemen hiç rastlanmamıştı; örneğin, dolaba, ‘dolep’ ya da saksıya ‘saksi’ diyen çocuk görülmediydi. “Türkik diller”e gelince; günümüzde “kabul gören” sınıflandırmalardan birisi de şöyle: (1) Güneybatı Türkik diller üçe ayrılırlar (a) Türkçe, Azerice, Türkmencenin oluşturduğu Oğuz grubu, (b) Kırım ve Kaşkay Türkçesinin oluşturduğu Gagavuz grubu, (c) Selçuk, Horasan grubu. (2) Kuzeybatı ya da Kıpçak grubu denilen Türkik diller dörde ayrılırlar (a) Kazak, Kırgız Türkçesinin oluşturduğu Arola Hazar grubu, (b) Karakalpak, Nogay grubu, (c) Karaçay-Balkar, Kamuk, Karayim Kırım Tatar grubu; sonra Tatar, Başkir Altay, Tuvin, Yakut... Sonra... Dilbilim uzmanlarını daha fazla (ve haklı olarak!) öfkelendirmeden burada bırakmalıyım!
www.turkzeka.com
Turkzeka nin 3 etabı dün ilk sorunun sorulmasıyla başladı. Her soru için bi hafta süre verilmekte ve yapılan güne göre verilen ek puan azalmakta. Siteye üye olup siz de yarışmaya katılabilirsiniz. 10 hafta sürecek
bilemem ben kim olduğumu
kocaman bir deryada
hangi kum tanesi ne olduğunu bilebilir ki?
bazen sıcak üzerime yapışır
boğazımı sıkar
kendini bil der, kendini bil!
ama korkarım ben sadece
gözlerimi kapatır ve bu sesin kaybolmasını beklerim
ama çöldeki kavurcu rüzgar gibi şiddetlenir
kanıma toprak dolar
yüzüm arkasını çevirmek ister
o saatlerde korkarım
çünkü ne olduğunu bilmeyen bir ben değilimdir!
TDHP
31.07.2005 - 23:31Tek Dileğim Hayallerimin Prensesi
tcmb
31.07.2005 - 23:30Tek Ciltlik Melankolik Boğuşmalar
tcdd
31.07.2005 - 23:28Tüm Ceninler Doğruca Doğuma
Tagayyür
31.07.2005 - 23:26değişim
rol
31.07.2005 - 23:25-pis rol keserim cevdet!
-abi doğrudur, senin rollerin cümle çam-ı yeşil taifesine taş çıkartır
-di mi cevdet :)
-evet abi!
-helal be koçum, sen anlıon artiz den!
-senin sayende abi
-gel sana bir yemek ismarlim cevdet
-kurucu halil de mi abi?
-he be, orda olsun len!
-tamam abi :)
root
31.07.2005 - 23:22diferansiyel denklemlerde ha bire 'root' bulduk
roxette
31.07.2005 - 23:22spending my time
...
listen to your heart
Road Runner
31.07.2005 - 23:21yolların Fatih'i!
Road Runner
31.07.2005 - 23:21dingilin teki..o tilki kardeşim onu bir yakalarsa 'acme' nin üstün teknolojik imkanları sayesinde, keyfine doyum olmayacak bir çizgi sanat olacak; ama bu bip bip her zaman onu alt ediyor
reyting
31.07.2005 - 23:19reytingler tavan yaptı, altına biz de beş yıldızlı bir otel ve kral dairesine yerleştik
danone
31.07.2005 - 23:16-Dan o ne?
-sadece meyveli yoğurt tatlım
türkçeye çevrilmiştir diyalog
Dan ve karısı Helen arasında geçen kısa bir soru cevap faslı
deha
31.07.2005 - 23:14denge; nasıl?
her fazlalığın bir götürüsü vardır.
deha bir fazlalıktır ve sahip olan insandan çok şey götürür ona çok şey verdiği gibi
onu açığa çıkarmak da zordur, ama hissedilir.
acizane benim kanaatim böyle
PQRST
31.07.2005 - 23:10pqrst 14; 6 ağustosta başlıyor. Sorular saat 20:00 de aktif hale getirilecek. 10 tane soru ve çözüm süresi bir hafta. Soruları indirebilir ve çözebilirsiniz.
www.otuzoyun.com/pqrst
TürkZeka
31.07.2005 - 22:59Bir yanlış anlaşılma var: Sitenin ismi budur ve japonca, ingilizce, türkçe olarak görülebilmektedir. Bu siteyi yapan da türktür. O yüzden bu şekilde bir ismi vermeyi uygun bulmuştur. Havadan nem kapmayın!
Kürdünn zekası mı yok dedik?
Tek zeka tipi türk zekası mıdır dedik?
Millet ne alıngan!
ayar
31.07.2005 - 22:57ayar vermek; bir hatuna ya da yetkili birine yapılabilir bu; bizim oralarda ayar verme tabirine yakın ağzına göre laf çintmek denir. Bunun manası da adama göre laf etmek, onu hoş tutmak; yani yaltakçılık. Bu bir hatuna ayara verirken de geçerlidir
...
ayarlamak
ayar çekmek; ödüllendirmek manasında
ayar etmek; o kadar uğraştıktan sonra tam kıvamına getirmek
ikinci dünya savaşı
31.07.2005 - 22:54soru: milyonlarca insanın öldürülebileceği iki yöntem?
el cevap: I. Dünya Savaşı
II. Dünya Savaşı
karanlık
31.07.2005 - 22:48parmaklarımın arasından çıkacak kelimelere dikkat kesildim
tanrinin lanetli çocukları maceralarını anlatırken
bir kere dha geriye gitmem gerekti
acıların arasından sıyrılıp, gidenlerin ardında bir su...
içime doğdu bir şeyler
her zaman değil hatırımda bunlar
bir pencere
bakarken ben daha küçücüktüm
bir kadın gördüm evde
köşesinde tek başına ağlayan
anlamazdım neler oluyor
bir gece yola çıktım, yola çıktım ben hep
annemi babamı aradım
ama ikisi de yoktu
biri geldi diğeri
acılar nedir ki diyen yüzler
bir yerlerde yaşayan insanlar
alığ gittim sessizce kendimi
arkamda hafif esen bir rüzgar bıraktım
herkes gibi ağlamak ne kadar da zor
hatırladım
dağların üzerinden ben şimşeklerin düşüşünü izledim
köpeğim ölüşünü hayal ettim
uzakta öldü benden
herkes benden uzakta ve bensiz öldü
bedeni su aldı
ruhu boğuldu
bedeni de onunla birlikte
çiçekleri gördüm ben tarlalarda dikenleri elime battı onlara dokunduğumda
bir kadın, acılı gözlerle bana baktı
hep baktı bana
sevdim ben o kadını
hep yanımda oldu
çok düştüm, hem de çok
kanayan yerlerin acısına tahammül etmeyi öğrendim
ama ne çok şey varmış öğrenilecek!
kalbimde açıldı o yaralar sonra
insnaları gördüm etrafımda
insanları gördüm ardımda
uzak diyarlara gittim
insanlara baktım
binalara çıktım
ama hep aynı yere geldim
bir ev
bir bahçe
bir kadın
bir çocuk
bir bebek
ve
yaşlı bir kadın daha
yaşadılar
ve
yaşadıkları yere gömüldüler
bense hala
ölmedim demek istiyorum
gömüldüğüm yerden dışarıya çıkmak için geceleri
ya da gündüzleri
toprağı eşeliyorum orda
ama
ben
bulamıyorum kendimi
...
gene bir gece yola çıktığımda
içimde burukluk olacak
çünkü
beni bekleyenlerden çok
kalbim bıraktıklarıma ağlayacak
...
'bu an'
türkçe
31.07.2005 - 21:07ALEV ALATLI/Zaman/Yorum
Türklerin en büyük icadı ya da Türk dili
Geçen haftanın dikkatimi çeken iki haberinden birisi “Türk çocuklarının Alman akranlarından yüzde şu kadar daha ahmak oldukları”na ilişkin “bilimsel” saptama; ikincisi, yine aynı Türk çocuklarının anadil öğrenimini iki-üç yaş gibi olmadık bir sürede tamamlıyor olmalarının çeşitli telmihleri.
Birinci iddianın sahiplerini, ikinci iddianın sahipleriyle bir araya getirip dinlemek lâzım, lâzım olmasına da, Batılılaştırmacı aydınlarımızın ilgisini “Türk dili” gibi milliyetçi ses veren bir konuya çekmenin mümkünmüş gibi durmadığı da muhakkak. Perdeyi biraz aralamaya çalışalım: Psiko-dilbilim, “psikolojinin dilbilimi” anlamında bir akademik uğraş olup, insanoğlunun dil edinme, kullanma ve anlama sürecini oluşturan psikolojik ve nörobiyolojik unsurları araştırır.
Psiko-dilbilim ve çocuklar...
Psikolojiyi kabaca bireyin davranışlarını, zihnini ve düşüncelerini; nörobiyolojiyi beynin biyolojik yapısını irdeleyen çalışmalar olarak tanımlayabiliriz. “Psiko-bilim” denilen akademik uğraş (ki, beynin nasıl işlediğine ilişkin verilerin olmadığı dönemlerde felsefecilerin işiydi) günümüzde psikoloji, biyoloji, nöroloji, iletişim teorisi gibi birden fazla araştırma dalını bütünleştirir; “kelimeleri” ve “gramer kurallarını” bir araya getirerek “anlamlı bir cümle” yapmamızı mümkün kılan “algılama süreçleri”ni araştırır. Bu bağlamda, konuşmaları, yazılı metinleri nasıl anlamlandırabildiğimizi çözümlemeye çalışır. Psiko-dilbilimin başlıca denekleri, çocuklardır. Doğumlarından itibaren dil öğrenmeye başlayan çocukların bu beceriyi nasıl elde ettikleri araştırılır.
Bu araştırmaların bir yan-ürünü de “konuşulan dil”e ilişkin bilgilerdir. Araştırmalar, çocukların dil öğrenme becerilerini etkileyen önde gelen unsurlardan birisinin anadillerinin yapısı olduğunu ortaya koymaktadır ki, bu da bizi ‘Türklerin en büyük icadıdır’ dediğim Türk diline getirir. Bu alanda Türkiye’de yapılan ilk kapsamlı araştırmalardan birisi, Prof. Dan I. Slobin yönetiminde gerçekleşmiştir. 1939 doğumlu Prof. Slobin, psikoloji lisansını University of Michigan’da; doktorasını 1964’te Harvard’da yaptı. Türkçe de dahil olmak üzere dokuz civarında dil bilen Slobin, halen UCLA’de hoca. ‘70’li yılların ortalarında Slav dillerine örnek olmak üzere eski Yugoslavya’da, Latin dillerine örnek olmak üzere Roma’da, Anglo-Sakson dillerine örnek olmak üzere ABD’de ve “Türkik dillerine” örnek olmak üzere İstanbul’da eşzamanlı çalışma yürütmüştür.
Hemen ifade etmeliyim: “Türkik dilleri”ni tırnağa alma nedenim, Türkçenin dünya dilbilim klasmanındaki “siyasi” konumlamasına dikkat çekmek. Şöyle ki, Türkiye Türkçesine “Türki” şeklinde giren “Türkik” kelimesinin mucidi, Çarlık Rusya’sı. Çarlık Rusya’sının Orta Asya halklarına ve dolayısıyla dillerine isim takmak ve siyasi gelişmelere göre bu isimleri değiştirmek gibi bir politikası vardı. Örneğin, “Kara Tatar” olarak bilinen Altay dilini “Oyrot” olarak değiştirmişlerdi ki Oyrot, Moğol oymaklarının birinin adıdır. Oyrot, bir süre sonra “Altay” olarak tekrar değiştirilmiş, “Uygur” yine bir süre için “Tarançi” olmuş, sonra tekrar “Modern Uygur” diye anılmış, Kazak’a “Kırgız” denmiş, vb. vb... Sonra zaman içinde, “Türk” kelimesi Osmanlılarla, “Türkçe” konuşanlar da İmparatorluğun Türk unsurları ile sınırlanıyor. Türkçe, “Türki” dillerin birisi konumuna indirgeniyor; “Altay dil ailesi” grubunun bir alt-başlığı telakki ediliyor. Dan I. Slobin başkanlığında yapılan o yıllardaki araştırmada 48 çocuk, 2 yaş 8 aydan başlanıp, 4 yaş 2 aylık oluncaya kadar üç ay arayla, her biri asgari altı saat süren incelemeye konu olmuşlardı. Çeşitli oyuncaklar kullanılarak, hangi komutu, ne kadar ve nasıl anladıkları saptanıyor, ayrıca sürekli açık olan kayıt cihazlarıyla kelime dağarcıkları, kendi kendilerine konuşmaları, gramer kurallarını uygulama biçim ve zamanlamaları kaydediliyor; dil öğrenme sürecinin basitten karmaşığa giden dönüm noktaları tesbit ediliyordu. Bu bağlamda, anlaşılması en zor komutlardan birisinin, örneğin, “kediyi besleyen bebeğin saçını okşa” şeklinde bir üçleme olduğunun söylendiğini hatırlıyorum. Profesör Slobin, Türk çocuklarının bu komutu araştırmanın yapıldığı diğer merkezdeki akranlarından çok önce öğrendiklerinin tesbit edildiğini söylemişti.
Türkçenin üstün nitelikleri
Nitekim, yabancı dillerle karşı karşıya gelen, yani bozulan Türkçede ilk düşen düzenleme de bu olur, “o bebek ki kediyi besledi, sen okşa saçını” gibi şekiller alırmış. Sonuç olarak, üç-dört yıl kadar süren değerlendirmeler bir araya getirildiğinde Türkçe konuşan çocukların dil becerisi edinme sürecini 3 yıl 8 aylıkken tamamladıkları, buna karşın, aynı koşullarda incelenen Slav çocuklarının öğrenme süreçlerinin yedi, İtalyan çocuklarının beş-buçuğu bulabildiğinin görüldüğü söylenmişti. Hiçbir araştırma sonucunun nihai ve mutlak olmadığı, benzer araştırmaların tekrarlanagelmesinin tasdikindedir. Buna karşın, süregelen araştırmalarda benzer sonuçlara varıldığı da geçen haftaki haberde de görülen bir gerçek. Türk çocuklarının üstün dil becerisine sahip olmalarının nedenlerine gelince, toplumsal ve dilbilimsel olmak üzere iki unsurdan bahsediliyordu. Toplumsal unsur, Türk çocuklarının büyük ailelerde ve büyüklerle birlikte büyüyor olmaları, kendi başlarına pek bırakılmamaları, hatta, uykusuz kalmaları pahasına da olsa, aile toplantılarının dışına itilmemeleri. Dilbilimsel unsur ise Türkçenin bizzat kendisi. Şöyle ki, Türkçenin her şeyden önce “logo” benzeri yapı taşlarından oluşan bir yapılanması var, yani, hecelerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan “eklemlemeli” bir dil. Bu niteliği ile kelime türetmeye de fevkalâde müsait. Örneğin, “halı” kelimesini hatırlayamayan bir çocuk, “basmak” fiilinden yola çıkarak “bası” diye bir kelime türetebilir ve anlaşılabilir. Ya da, “diken” gibi bir bitkiden yola çıkarak, “dikenlenmek” gibi bir ruh halini ifade edebilir. Türkçenin bu özelliğinin bir telmihi sebep-sonuç ilişkisini tek bir kelimede ifade edebilmek, diğer telmihi de matematik dili olmasıdır. Burada, yıllardır bilgisayar dili ile Türkçe arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışan Oktay Sinanoğlu’nu saygıyla anmadan geçemeyeceğim. Türkçenin eklemlemeli bir dil olması kadar önemli bir diğer üstün niteliği de “ses uyumu”dur. Araştırmalar, kelime üretmede olduğu kadar, doğru cümle kuruluşlarında da ses uyumunun olağanüstü bir kolaylaştırıcı olduğunu göstermektedirler. Nitekim, Slobin’in araştırmasında kayıtlar dinlendiğinde Türk çocuklarının ses uyumunda hata yaptıklarına hemen hiç rastlanmamıştı; örneğin, dolaba, ‘dolep’ ya da saksıya ‘saksi’ diyen çocuk görülmediydi. “Türkik diller”e gelince; günümüzde “kabul gören” sınıflandırmalardan birisi de şöyle: (1) Güneybatı Türkik diller üçe ayrılırlar (a) Türkçe, Azerice, Türkmencenin oluşturduğu Oğuz grubu, (b) Kırım ve Kaşkay Türkçesinin oluşturduğu Gagavuz grubu, (c) Selçuk, Horasan grubu. (2) Kuzeybatı ya da Kıpçak grubu denilen Türkik diller dörde ayrılırlar (a) Kazak, Kırgız Türkçesinin oluşturduğu Arola Hazar grubu, (b) Karakalpak, Nogay grubu, (c) Karaçay-Balkar, Kamuk, Karayim Kırım Tatar grubu; sonra Tatar, Başkir Altay, Tuvin, Yakut... Sonra... Dilbilim uzmanlarını daha fazla (ve haklı olarak!) öfkelendirmeden burada bırakmalıyım!
30.07.2005
10. gezegen
31.07.2005 - 21:032003 de bulmuşlar, bugün haber oldu :)
şifre hatırlatma sorusu
31.07.2005 - 21:02dün başıma geldi.. özel soru: adın ne? ama o kadar yazdim ve hiçbirinde olmadı..adımı bile bilmiyorum
erkete
31.07.2005 - 20:59erketeye yatmak, genellikle türk filmlerinde duyulan cinsten argo bir deyimdir
TürkZeka
31.07.2005 - 20:58www.turkzeka.com
Turkzeka nin 3 etabı dün ilk sorunun sorulmasıyla başladı. Her soru için bi hafta süre verilmekte ve yapılan güne göre verilen ek puan azalmakta. Siteye üye olup siz de yarışmaya katılabilirsiniz. 10 hafta sürecek
ANATHEMA
31.07.2005 - 03:16flying****
Lâ edri
31.07.2005 - 02:55bilemem ben kim olduğumu
kocaman bir deryada
hangi kum tanesi ne olduğunu bilebilir ki?
bazen sıcak üzerime yapışır
boğazımı sıkar
kendini bil der, kendini bil!
ama korkarım ben sadece
gözlerimi kapatır ve bu sesin kaybolmasını beklerim
ama çöldeki kavurcu rüzgar gibi şiddetlenir
kanıma toprak dolar
yüzüm arkasını çevirmek ister
o saatlerde korkarım
çünkü ne olduğunu bilmeyen bir ben değilimdir!
Toplam 1546 mesaj bulundu