... Bayramınız kutlu olsun sevdiklerinizle Nice mutlu bayramlar dilerim. Dil sayesindedir ki insanlar duygularını, düşüncelerini, hayallerini, gördüklerini birbirlerine aktarırlar. Dil, kendimizi anlatmamızı, başkalarını da anlamamızı sağlar. Dil olmasaydı geçmiş nesillerin birikimlerinden yararlanamaz kendi birikimlerimizi de gelecek nesillere aktaramazdık. Üç bin çıvarında olduğu tahmin edilen dil'e gönül isterdi ki ayrı ayrı tebrik ve kutlamalarda bulunabilmek. Ses, harf, resim, mimik kendine göre anlam ifade eden her şey semboldür. Anlaşma aracımız olan dil ses ve harflerden oluşmaktadır. Ses ile Bayramınızı kutlamam mümkün değil, ancak harflerden oluşan sevgi bağı üç kelime ile lütfen kabul edin. Saygılarımla BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN. Mehmet Kahvecioğlu
Yol boyu sensizlik var, Sevda duraklarında... Cam kenarında oturmuştu yalnızlık, Kendi suskun karanlığında... Ben gibi... Camda yansıyor gözleri, Sen gibi... İzliyorum şu an seni Bir film gibi... Başrolde sen,figuran ben... Kaybettiğim durakta, Arıyorum seni... Paris'te,Aşk şehrinde... Ne acı değil mi? Aşk şehrinde,kaybetmek aşkı... Ama biliyorum ki, Hala aynı şehirdeyiz... Belki karşılaşırız ne dersin? Aslında paris benim güzelim, Yüreğimdeki aşk sensin... Nefesimdeki heyecan, Dudağımdaki titreyiş, Yazı beklerken, Kıştan kalma soğuklarda, Üşüten sensin içimi... Parise kar yağıyor şimdi, Beyaza büründü Paris, Ben üşüyorum...
Bazı duygular var ki onu hakkıyla anlatmaya sözcükler kifayetsiz kalır çoğu kez. Bu durumda söz susar, şiir konuşur.“Da’üssıla” diğer adıyla memleket özlemi de bu duygulardan birisi ki nice şairler ve sanatkârlar bu mevzuda nice içten ve güzel eserlere imza atmışlardır. Serap Özgür'ün özellikle “Zonguldak” şiiri bu anlamda bir bakıma belki birçok okuyucu gibi benim de duygularıma tercüman oldu.Yıllardır gurbeti sıla bilmiş birisi olarak “Zonguldak” şiirinin beni kendine çeken ve sarsan gizemli bir yanı oldu nedense. Şiiri okumaya başladığı andan itibaren insan; bulunduğu zaman ve mekândan çıkıyor adeta, tamamen şairin tayin ettiği bir atmosferin içinde buluyor kendini.Uzun yıllardan beri kendimi iyi bir şiir okuyucusu olarak görürüm.Ancak beni böylesine etkileyen şiirlerin sayısı iki elin parmakları sayısını geçmez sanırım. İşte “Zonguldak” şiiri bu özelliği nedeniyle bu kategoriye dahil ettiğim şiirlerden birisidir artık. Tıpkı Orhan Veli’nin Adilhan Köyü’nde askerken kaleme aldığı “İstanbulu’u Dinliyorum” şiiri de benim için bu kategoride sayacağım şiirlerin başında gelir.
İşte insanoğlu, bazı kıymetleri onu kaybettiğinde yada ondan uzaklaştığında anlayabiliyor. “Zonguldak” şiirini okurken ben de kendimi bir anda doğup büyüdüğüm, çocukluğumun, gençlik yıllarımın en güzel anılarının saklı olduğu memleketimin ışıklı bulvarlarından, dağlarına, bayırlarına, yollarına kadar hepsinin bir film şeridi gibi gözlerimde canlandığını hissettim. Şiir işte budur; uzun olsun kısa olsun, vezinli olsun serbest olsun farketmez; şiir eğer okuycunun yüreğinde bir sızıya sesep olabiliyorsa o işte gerçek şiirdir.
“Zonguldak” şiirinin, şiir tekniği bakımından ses ve duygu yoğunluğu ile birlikte sözcüklere yüklenen özel anlamlar bakımından da dikkat çekici bir çalışma olduğu ilk bakışta anlaşılmaktadır. Örneğin “İçtiği çayın şekerinde bile memleketin güzelliklerini görebilme, hissedebilme” duyarlılığı sırf şairlere mahsus bir özellik olsa gerektir. İlk etapta kolay sözcüklerle örülü kolay okunan bir şiir görüntüsü verse de bu tür şiirler ilk okuyuşta yeteri kadar anlaşılmaz. Bu şiiri üçüncü okuyuşum, her okuyuşta ayrı bir güzellik buldum şiirde. Bu özelliği bakımdan da “Zonguldak” şiiri, şair bilinçli olarak kurgulamamış olsa bile edebiyatımızda “Zorun Kolay Anlatımı” dediğimiz edebi sanata örnek teşkil edecek niteliktedir. Bu tekniği birçok şair eserlerinde kullanmış, birçoğu başarılı olamamıştır. Ünlü “Mona Rossa” şairi Sezai Karakoç üstat başta olmak üzere özellikle ikinci yeni şairlerinin birçoğu da bu tekniğe bazı şiirlerinde kullanmışlardır. Zorun kolay anlatımı, kolay bir iş olmasa gerektir, bu bakımdan da “Zonguldak” şiiri benim için önemsenmesi gereken bir şiir oldu.
Burada paylaşmak istediğim bir başka ayrıntı ise; uzun süreden beri aynı kurumda görev yaptığımız bir arkadaşımızın böylesine güzel şiirlere imza attığını kısa bir süre önce öğrenmiş olmamdır. Bu durum aynı zamanda dostlarımla da zaman zaman paylaştığım “İyi şiir bir vakit gelir okuyucusunu bulur” şeklindeki görüşümü de teyit etmiş oldu böylece.Halen öyle inanıyorum ki iyi şiir gerçek okuyucusuna bir gün mutlaka ulaşacaktır.Yalnız bu “Bir vakit” kavramı izafidir, çok kısa bir süre sonra olabileceği gibi bazen asırlar sonrasını da kapsar. Özellikle “Zonguldak” şiiri başta olmak üzere Serap Özgür, bu duygu yüklü çalışmalarıyla iyi şiir yazma eğiliminde ve azminde olduğunu göstermiştir. Bu durumda bize kendisini tebrik etmek düşer. Sonuç olarak; aynı zamanda kurucusu bulunduğum Yeşilırmak Şiir Vadisi Grubu’nun bir üyesi olan değerli arkadaşımızın, meslektaşımızın böylesine güzel ve anlamlı şiirlere imza atmış olmasından memnuniyet duyduğumuzu belirtmek isterim.Arkadaşımızı tebrik ediyor, şiir yolculuğunda başarılar diliyorum.02/01/2009-ali rıza atasoy
Yanımda Olmaman Neyi Değiştirir ki. Güneşte Benden Uzakta Ayda! .. Ama Hiç Bir Sabahım Güneşsiz.. Hiç Bir Gecem Aysız Geçmiyor... Tıpkı Yüreğimin Senden Geçmediği Gibi! .. Yaşamaksa Seni Sevmek...Ben Hiç Ölmedim...
Uzun yıllar önce Çin’de Lili adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev, onun ve annesi ile karısı arasında kalan eşi için de cehennem haline gelmiştir. Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kız doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir zehirli bir iksir hazırlar ve bunu 3 ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek, böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kıza kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler. Sevinç içinde eve dönen Lili yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Her gün en güzel yemekleri yapıyor, kaynanasının tabağına azar azar zehiri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgârları esiyordu. Genç kız kendisini ağır bir yük altında hissetti, yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkânının yolunu tuttu ve yaşlı adama, şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı, yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu. Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Lili’ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı. 'Sevgili Lili dedi, sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça oda dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz' dedi
Eski bir Çin atasözü şöyle der; 'Gül veren elde gül kokusu kalır.' Sevilen insan, sevgisini insanlara veren insandır.
Size karanfilin sadakatini, sümbülün bagliligini, meneksenin tevazusunu, lalenin gururunu, leylegin saadetini versek, bize de dua eder misiniz? Kandiliniz mübarek olsun..
Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm! Rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...
Diyecektim ki gülüm; mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm! ...
Diyecektim ki gülüm; mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm! . Utandık insanlığımızdan! .
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz.
Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul’da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah! çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça..
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak...
Diyecektim ki gülüm;
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır, sevgi meyvesi verir; sevinçle koklar ve tadarsın. Karşılık beklenmez, verdiğini alırsın...
Diyecektim ki gülüm;
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık. Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...
Diyecektim ki gülüm; Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere. Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık...
Diyecektim ki gülüm; Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler Kaf Dağı’nın ötesine sürülmüş...
Diyecektim ki gülüm; Gel!
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...
Diyecektim ki gülüm;
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...
Ama diyemedim, diyemedik gülüm! ... Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...
20.04.2020 - 15:25
Başarılarınızın devamını diliyorum
20.09.2009 - 16:02
... Bayramınız kutlu olsun sevdiklerinizle Nice mutlu bayramlar dilerim. Dil sayesindedir ki insanlar duygularını, düşüncelerini, hayallerini, gördüklerini birbirlerine aktarırlar. Dil, kendimizi anlatmamızı, başkalarını da anlamamızı sağlar. Dil olmasaydı geçmiş nesillerin birikimlerinden yararlanamaz kendi birikimlerimizi de gelecek nesillere aktaramazdık. Üç bin çıvarında olduğu tahmin edilen dil'e gönül isterdi ki ayrı ayrı tebrik ve kutlamalarda bulunabilmek. Ses, harf, resim, mimik kendine göre anlam ifade eden her şey semboldür. Anlaşma aracımız olan dil ses ve harflerden oluşmaktadır. Ses ile Bayramınızı kutlamam mümkün değil, ancak harflerden oluşan sevgi bağı üç kelime ile lütfen kabul edin. Saygılarımla BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.
Mehmet Kahvecioğlu
29.04.2009 - 11:48
Ben dedim ressam cizdi cizdi
Dedim ki ressama, 'mutllulugun' fotografını ciz…
Ressam düsündü iki sevdaliyi el ele cizdi.
Dedim ki ressama Allah*a giden 'yol' resmini ciz.
Cölün ortasında yalniz hurma agacini cizdi.
Dedim ki; su zamani insanlarinin resmini ciz.
Ressam mevlanin arkasindan kosan hanceri cizdi
Dedim ki ressama beni düsünerek resmimi ciz
Sevdanin arkasından aglayan gözyasimi cizdi….
Mutlu yillar
06.02.2009 - 16:51
Paris! ! !
Yol boyu sensizlik var,
Sevda duraklarında...
Cam kenarında oturmuştu yalnızlık,
Kendi suskun karanlığında...
Ben gibi...
Camda yansıyor gözleri,
Sen gibi...
İzliyorum şu an seni
Bir film gibi...
Başrolde sen,figuran ben...
Kaybettiğim durakta,
Arıyorum seni...
Paris'te,Aşk şehrinde...
Ne acı değil mi?
Aşk şehrinde,kaybetmek aşkı...
Ama biliyorum ki,
Hala aynı şehirdeyiz...
Belki karşılaşırız ne dersin?
Aslında paris benim güzelim,
Yüreğimdeki aşk sensin...
Nefesimdeki heyecan,
Dudağımdaki titreyiş,
Yazı beklerken,
Kıştan kalma soğuklarda,
Üşüten sensin içimi...
Parise kar yağıyor şimdi,
Beyaza büründü Paris,
Ben üşüyorum...
Gökhan Aynacı
01.02.2009 - 02:48
saygıdeğer serap hanım şiirlerinizi takip ediyorum sizi çok başarılı buluyorum kaleminiz yüreğiniz daim olsun saygılarımla...
29.01.2009 - 06:41
Tebrik ederim şiirlerinizi takip ediyorum. Ben de sizi sayfama bekliyorum. Başarılar...
26.01.2009 - 02:27
'SENİNLE' sevgiliye yazılabilecek en güzel şiir...
03.01.2009 - 14:39
Bazı duygular var ki onu hakkıyla anlatmaya sözcükler kifayetsiz kalır çoğu kez. Bu durumda söz susar, şiir konuşur.“Da’üssıla” diğer adıyla memleket özlemi de bu duygulardan birisi ki nice şairler ve sanatkârlar bu mevzuda nice içten ve güzel eserlere imza atmışlardır. Serap Özgür'ün özellikle “Zonguldak” şiiri bu anlamda bir bakıma belki birçok okuyucu gibi benim de duygularıma tercüman oldu.Yıllardır gurbeti sıla bilmiş birisi olarak “Zonguldak” şiirinin beni kendine çeken ve sarsan gizemli bir yanı oldu nedense. Şiiri okumaya başladığı andan itibaren insan; bulunduğu zaman ve mekândan çıkıyor adeta, tamamen şairin tayin ettiği bir atmosferin içinde buluyor kendini.Uzun yıllardan beri kendimi iyi bir şiir okuyucusu olarak görürüm.Ancak beni böylesine etkileyen şiirlerin sayısı iki elin parmakları sayısını geçmez sanırım. İşte “Zonguldak” şiiri bu özelliği nedeniyle bu kategoriye dahil ettiğim şiirlerden birisidir artık. Tıpkı Orhan Veli’nin Adilhan Köyü’nde askerken kaleme aldığı “İstanbulu’u Dinliyorum” şiiri de benim için bu kategoride sayacağım şiirlerin başında gelir.
İşte insanoğlu, bazı kıymetleri onu kaybettiğinde yada ondan uzaklaştığında anlayabiliyor. “Zonguldak” şiirini okurken ben de kendimi bir anda doğup büyüdüğüm, çocukluğumun, gençlik yıllarımın en güzel anılarının saklı olduğu memleketimin ışıklı bulvarlarından, dağlarına, bayırlarına, yollarına kadar hepsinin bir film şeridi gibi gözlerimde canlandığını hissettim. Şiir işte budur; uzun olsun kısa olsun, vezinli olsun serbest olsun farketmez; şiir eğer okuycunun yüreğinde bir sızıya sesep olabiliyorsa o işte gerçek şiirdir.
“Zonguldak” şiirinin, şiir tekniği bakımından ses ve duygu yoğunluğu ile birlikte sözcüklere yüklenen özel anlamlar bakımından da dikkat çekici bir çalışma olduğu ilk bakışta anlaşılmaktadır. Örneğin “İçtiği çayın şekerinde bile memleketin güzelliklerini görebilme, hissedebilme” duyarlılığı sırf şairlere mahsus bir özellik olsa gerektir. İlk etapta kolay sözcüklerle örülü kolay okunan bir şiir görüntüsü verse de bu tür şiirler ilk okuyuşta yeteri kadar anlaşılmaz. Bu şiiri üçüncü okuyuşum, her okuyuşta ayrı bir güzellik buldum şiirde. Bu özelliği bakımdan da “Zonguldak” şiiri, şair bilinçli olarak kurgulamamış olsa bile edebiyatımızda “Zorun Kolay Anlatımı” dediğimiz edebi sanata örnek teşkil edecek niteliktedir. Bu tekniği birçok şair eserlerinde kullanmış, birçoğu başarılı olamamıştır. Ünlü “Mona Rossa” şairi Sezai Karakoç üstat başta olmak üzere özellikle ikinci yeni şairlerinin birçoğu da bu tekniğe bazı şiirlerinde kullanmışlardır. Zorun kolay anlatımı, kolay bir iş olmasa gerektir, bu bakımdan da “Zonguldak” şiiri benim için önemsenmesi gereken bir şiir oldu.
Burada paylaşmak istediğim bir başka ayrıntı ise; uzun süreden beri aynı kurumda görev yaptığımız bir arkadaşımızın böylesine güzel şiirlere imza attığını kısa bir süre önce öğrenmiş olmamdır. Bu durum aynı zamanda dostlarımla da zaman zaman paylaştığım “İyi şiir bir vakit gelir okuyucusunu bulur” şeklindeki görüşümü de teyit etmiş oldu böylece.Halen öyle inanıyorum ki iyi şiir gerçek okuyucusuna bir gün mutlaka ulaşacaktır.Yalnız bu “Bir vakit” kavramı izafidir, çok kısa bir süre sonra olabileceği gibi bazen asırlar sonrasını da kapsar. Özellikle “Zonguldak” şiiri başta olmak üzere Serap Özgür, bu duygu yüklü çalışmalarıyla iyi şiir yazma eğiliminde ve azminde olduğunu göstermiştir. Bu durumda bize kendisini tebrik etmek düşer. Sonuç olarak; aynı zamanda kurucusu bulunduğum Yeşilırmak Şiir Vadisi Grubu’nun bir üyesi olan değerli arkadaşımızın, meslektaşımızın böylesine güzel ve anlamlı şiirlere imza atmış olmasından memnuniyet duyduğumuzu belirtmek isterim.Arkadaşımızı tebrik ediyor, şiir yolculuğunda başarılar diliyorum.02/01/2009-ali rıza atasoy
28.11.2008 - 20:32
Yanımda Olmaman Neyi Değiştirir ki.
Güneşte Benden Uzakta Ayda! ..
Ama Hiç Bir Sabahım Güneşsiz..
Hiç Bir Gecem Aysız Geçmiyor...
Tıpkı Yüreğimin Senden Geçmediği Gibi! ..
Yaşamaksa Seni Sevmek...Ben Hiç Ölmedim...
30.07.2008 - 08:52
Gül veren elde gül kokusu kalır
----------
Uzun yıllar önce Çin’de Lili adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev, onun ve annesi ile karısı arasında kalan eşi için de cehennem haline gelmiştir. Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kız doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir zehirli bir iksir hazırlar ve bunu 3 ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek, böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kıza kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler. Sevinç içinde eve dönen Lili yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Her gün en güzel yemekleri yapıyor, kaynanasının tabağına azar azar zehiri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgârları esiyordu. Genç kız kendisini ağır bir yük altında hissetti, yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkânının yolunu tuttu ve yaşlı adama, şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı, yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu. Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Lili’ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı. 'Sevgili Lili dedi, sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça oda dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz' dedi
Eski bir Çin atasözü şöyle der; 'Gül veren elde gül kokusu kalır.' Sevilen insan, sevgisini insanlara veren insandır.
29.07.2008 - 08:47
Size karanfilin sadakatini, sümbülün bagliligini, meneksenin tevazusunu, lalenin gururunu, leylegin saadetini versek, bize de dua eder misiniz? Kandiliniz mübarek olsun..
28.07.2008 - 21:22
Ay Gülüm
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm
Diyecektim ki gülüm;
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk....
Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem.
Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine...
Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm! Rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...
Diyecektim ki gülüm;
mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm! ...
Diyecektim ki gülüm;
mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm! . Utandık insanlığımızdan! .
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz.
Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul’da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah! çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça..
Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm! ...
Diyecektim ki gülüm;
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak...
Diyecektim ki gülüm;
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır, sevgi meyvesi verir; sevinçle koklar ve tadarsın. Karşılık beklenmez, verdiğini alırsın...
Diyecektim ki gülüm;
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...
Diyecektim ki gülüm;
Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere. Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık...
Diyecektim ki gülüm;
Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler Kaf Dağı’nın ötesine sürülmüş...
Diyecektim ki gülüm; Gel!
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...
Diyecektim ki gülüm;
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...
Ama diyemedim, diyemedik gülüm! ...
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...
[email protected]
27.07.2008 - 16:32
Alo yüz on beş mi
İlkimi kaybettim
Alaca karanlıktı
Seçemedim ayak izlerini
Bekledim dönecek diye
Yerçekiminde kaldı gözlerim
Sonbahara teslim di
Uyuttum dizlerimde
Yeni dünyaya açılan kapıydı
Hüzün damıtan gecelerde
Tecrit olmuş akşam sefasında
Aldatılmış bir anın baharıydı
Unutulmuş bir şarkının ezgisi
Deli poyrazla inliyordu
Rüzgardan kanatlar uçuşuyordu
Muştu gelmiş postadan
Çingene akşamlarında
Uykulu gözlerdi yarı uyanık
İlki olmayan sondu
İç güveysinden haylice
Şizofren bakışlarda
Narkoz yemiş hasta
Soluyordu burnundan
Maskaraydı kelimeler
Ölüme durmuş saat
Zifiri karanlıktı yalnızlık
Sığınmış onurun gölgesine
Fahişeydi hayat
Cemal Karsavran
Toplam 13 mesaj bulundu