H2o Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloji.com

  • sebeb-i intiharım

    15.01.2007 - 16:51

    Akşam güneşinde parlayan, hasat vakti gelmiş dolgun başaklar renginde saçların vardı... kokusu kaldı ellerimde.

    Bulutsuz, açık bir havadaki gecede bile görmemiştim o kadar çok yıldızı, gözlerinde gördüğüm yıldızlar kadar... yılların ince çizgiler açmaya başladığı geniş bir ovanın altına saklanmış uçsuz bucaksız evrendi gözlerin ve milyonlarca yıldızı gizliyordu parıl parıl... insanın en umutsuz, en karanlık günlerini bile aydınlatırdı o yıldızlar, o parıltılar.

    İki şahin gibi gerilmişti kaşların o yıldızların üstünde... sanki sonsuzlukta uçuyorlardı, gergin, mağrur... sinirlendiğin zaman bir araya geliyorlardı, kanatlarını birleştirip öyle uçuyorlardı insanın üstüne... sanki saldırmak istercesine.

    Yanakların iki pamuk tarlasıydı. İki dost ailenin minik bir tepeyle ayrılmış gül renkli pamuk tarlalarıydı. İnsanın içinde kaybolası geliyordu... ve sen konuştukça daha da belirginleşen çukur vardı ki sanki mezarım olsun diye konulmuştu...

    Dudakların iki çiçek yaprağı... sabah çiği hala üzerinde. Vakti gelince en tatlı nektarını akıtan... hani bir arının bir kere tattı mı bırakası gelmediği.. insanın yapıştı mı ayrılamadığı türden... baharla birlikte en güzel şarkılarını aşk için söyleyen dudakların vardı... bir kere küstü mü hiçbir güneşin, hiçbir gülüşün açtıramadığı narin dudakların.

    Sanki sık bir ormanla kaplı minik bir tepeydi güzel çenen.. ortasından minik bir vadi geçen..

    İşte o ormanda kaybolmak istiyorum... dudaklarının nektarını içerken boğulmak... kefenim pamuktan olsun... gömüleyim yanaklarındaki çukura.. ve ruhum gözlerindeki yıldızlara uçsun.. uçsun... o sonsuzlukta kaybolsun...

  • kasvet

    09.01.2007 - 17:18

    kara kara bulutların içime oturup da yağmur olup gözümden akmaya çalıştığı andır..

  • Avustralya

    29.12.2006 - 11:16

    bana tüm aşağıdakilerin yanında koalaları ve aborjinleri de hatırlatan güzel, kendi halinde kıta ülkesi.. allah görmeyi nasip etsin.. :)

  • civan

    29.12.2006 - 11:10

    bizim meşhur gate'lerimizden biri olan civangate'i hatırlatan bir kelime.. :)

  • bale

    29.12.2006 - 11:06

    çok anlamam ama birfincankahveiçinbirpenny'ye katılıyorum... ;)

  • milyon

    29.12.2006 - 10:59

    herşeyin en dadiğinin satıldığı, altı sıfır kazasından sonra sadece tabelalarında görebildiğimiz 'bir milyoncu'ları çağrıştıran kelime...

  • öss

    29.12.2006 - 10:42

    ben de dahil bütün bir neslin yarış atlarına dönüştürüldüğü şu zamanda koştukları en zorlu parkur...

  • System Of A Down

    28.12.2006 - 17:07

    mp3 listeme nerden girdiğini bilmediğim fakat sinirli zamanlarda dinlemekten büyük keyif aldığım bir grup... (zaten başka zaman çekilmiyor)

  • serpico

    28.12.2006 - 17:01

    Baba filmi ile büyük sükse yapmış Al Pacino'nun başrol oynadığı 1973 yapımı bir Sidney Lumet filmi... imiş.. izlemedim hiç.. :)

  • şefik can

    28.12.2006 - 16:54

    Burç 88.8 FM radyoda ehlimuhabbet’e mevlanayı sevdiren aziz bir insan...

  • fuat köprülü

    28.12.2006 - 16:21

    Fuat Köprülü 4 Aralık 1890’da İstanbul’da doğdu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelmektedir. Ayasofya Rüşdiyesi’ni ve Mercan İdadisi’ni bitirdikten sonra Hukuk Mektebi’ne devam etti (1907-1910) , burada özel Fransızca dersleri aldı. Ancak, asıl ilgisini çeken edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bıraktı.

    1909’da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. Şiirlerini 1913’e kadar Mehasin ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladı. Bu yıllarda “Milli Edebiyat” ve “Yeni Lisan” akımlarına karşıydı. 1910’dan sonra İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe ve edebiyat okuttu, liselerin edebiyat programını düzenledi. Ziya Gökalp çevresine girdikten sonra Milli Edebiyat akımını benimsedi; Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar indi, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi. 1913’te, Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine getirildi. Aynı yıl Bilgi dergisinde Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı yazısı çıktı.

    1919’da uluslar arası ün kazanmasını sağlayan ilk büyük yapıtı Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar’ı yayımlandı. 1923’te Edebiyat Fakültesi dekanı oldu, Türkiye Tarihi adlı kitabını çıkardı. 1925’te Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başladı, ünü giderek dünyaya yayıldı, birçok uluslar arası kongreye Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1928’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçildi. 1931’de Türk Hukuk Tarihi Mecmuası’nı çıkarmaya başladı; 1932-1934 arasında Divan Edebiyatı Antolojisi’ni çıkardı. 1933’te ordinaryüs profesör oldu, İstanbul Üniversitesi’nde birkaç kez dekanlık yaptı. 1934’te siyasete atılarak Kars milletvekili oldu. 1936-1941 arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ’yle Siyasal Bilgiler Okulu’nda ders verdi. 1935’te, Paris’te Türk Tetkikleri Merkezi’nde verdiği konferansların toplamı olan Les Origines de L’Empire Otoman (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adlı kitabı yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı. Heidelberg, Atina ve Sorbonne üniversitelerince onursal doktorluk sanı verilen, bilim kuruluşlarınca onur üyeliğine seçilen Köprülü 1941’den sonra İslam Ansiklopedisi’nin yayımına katıldı. 31 Mayıs 1935'te yapılan Genel Seçimlerde Kars Milletvekili oldu. 1943'e kadar hem Milletvekilliğine, hem de İstanbul ve Ankara Üniversitelerindeki görevlerine devam etti.

    12 Haziran 1945'de siyasî yayınlarından dolayı CHP'den ihraç edildi. 7 Ocak 1946'da Celal Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Parti yi kurdu. Demokrat Parti iktidara gelince dışişleri bakanı oldu. 1956’ya kadar sürdürdüğü bu görevi sırasında Türkiye’nin NATO’ya girişinde etkin rol oynadı. 5 Temmuz 1957'de Demokrat Partiden resmen istifa ederek aynı yıl Hürriyet Partisi ne girdi. 1960’tan sonra 6-7 Eylül Olaylarıyla ilişkilendirilerek tutuklandı, dört ay Yassıada’da kaldı. 27 Mayıs 1960’tan sonra Yeni Demokrat Parti yi kurdu. Ancak parti pek ilgi görmedi. Amblem olarak seçtiği 'Kıratı' Adalet Partisi ’ne bırakarak siyasi yaşamdan ayrıldı. Asıl yararlı çalışmalarını Türk Edebiyatı ve Türk Halk Edebiyatı araştırmaları oluşturur. Çok verimli bir araştırmacı olan Köprülü, ardında 1500ü aşkın kitap ve makale bırakmıştır.

    Mehmet Fuat Köprülü 28 Haziran 1966’da İstanbul’da, bir trafik kazası sonucu, kaldırıldığı Baltalimanı Hastanesi’nde öldü. Çemberlitaş’taki Köprülü Türbesi’nde babasının yanına gömüldü.

  • tors

    27.12.2006 - 15:08

    İkimiz de hayatımızda ilk defa Paris’e gelmiştik. Ve havaalanında daha ilk adımımızı atar atmaz aşk şehrinin o büyülü havasına kendimizi kaptırmıştık. Nice zaman önce demiştim Paris için “bir gün gerçek aşkımı ölümsüzleştirmek istediğim yer” diye. Gelmiştik işte Hasret’imle aşkımızı ölümsüzleştirmeye.

    Sarmaş dolaş çiftlerin bir mutluluk nehri gibi sokakları arasında dolaştığı bu büyülü şehirde ilk gittiğimiz yer eifell kulesiydi. Hasret’imin zaten tatlı olan öpücüğünü daha da tatlı kılan, aşkımızı ölümsüzleştiren o kulenin dibinde bir soluk gibi geçen kaç saat kaldık hatırlamıyorum... sonra o sevgi nehrinde kocaman bir damla olduk biz de.. adımladık tüm Paris sokaklarını...

    Taa ki o çok meşhur müzede sarmaş dolaş gezinirken çıplak bir torsun yanında yok yere birbirimizi kırana kadar. Dilim kopsaydı da söylemeseydim dediğim o birkaç kelimeyi söyleyene kadar... “Seninle evlenmek istiyorum, hadi burada evlenelim...” oysa ben o büyüye kaptırmış kendimi, sevinç çığlıkları beklerken buz gibi oldu hava.. Hasret’im dediğim evlilik lafını duyunca tüm büyünün bozulduğunu söyledi... ve beni oracıkta, o torsun yanında tıpkı o heykel gibi elsiz kolsuz ve ruhsuz bırakıp gitti.

    Mutluyuz hala Hasret’imle, beraberiz... ama şimdi ne zaman kolları bacakları olmayan bir tors görsem evlilik gelir aklıma.. ve kalakalırım... oracıkta...

  • kırklareli

    27.12.2006 - 14:09

    kırıkkale ile sürekli karıştırdığım şirin bir trakya ilimiz...

  • Geri dön

    27.12.2006 - 13:03

    Geri dön-ülmeyecek yollara girmemeli insan. Ya “geri dön” dedirtmeyecek şekilde olmalı bu gidiş.. ya da hiç gitmemeli.

    Geri dön-ülmeyecek yollara göndermemeli insan kimseyi. Ya “geri dön” dememeli.. ya da hiç göndermemeli.

  • o an

    27.12.2006 - 12:53

    Diskoda içilmiş iki biranın üstüne onun o küçük ama sevimli odasında ev yapımı tatlı şaraplarımızı yudumluyorduk... gürültünün ve alkolün etkisiyle zaten kendinden geçmiş ruhum, şarabın tadını ilk aldığı anda daha da kendini kaybetti. Öyle güzel, öyle tatlıydı ki... dudaklarım arasına aldığım her yudumda aslında tatmak istediğimin şarap olmadığını hissediyordum her bir hücremde. Birkaç gözyaşı döktüğümü hatırlıyorum dizlerinde, geçmişe ve beni üzenlere.. gereksizdi belki, belki hiç olmamalıydı... ama o gözyaşları ile silindi gitti geçmiş gözlerimden ve zihnimden... o gözyaşları.. ve sözleri cesaretlendirdi beni derinden. “SENİ SEVİYORUM”... dökülüverdi kelimeler dudaklarım arasından birden... önce bir şaşkınlık, sonrası sessizlik. Sonra.. sonra karşılık bulmuş duygular ve hasretten yanmış dudakların kavuşması.. karanlık geceyi bölen artık sadece tatlı gülüşler, yakıcı sevişler ve birbirine karışmış nefesler... hiç bitmesin dediğimiz.

    Uzun bir gecenin ardından güneş daha yeni merhaba derken bize, onun sıcak öpücüğüyle uyandım.. gözlerimi açtığımda gördüm ki kendi evimdeyim.. gördüm ki ben sadece kendimleyim.. işte o an sonsuza kadar uyumak istedim...

  • Paris

    27.12.2006 - 11:58

    bir gün gerçek aşkımı ölümsüzleştirmek istediğim yer...

  • Zeynel Abidin Rahnuma

    27.12.2006 - 11:54

    şahsen tanımadığım birisi.. ama buraya eklediklerine göre önemli biri olsa gerek. sevgiyle anıyoruz..

  • çim adam

    27.12.2006 - 11:50

    çocukluğumda annemin çoraplarını katledip kendimce yapmaya çalıştığım, kaşı gözü yamuk ama saçları uzadıkça mutlu olduğum güzel birşey.. insan küçükken küçük şeylerden mutlu olabiliyormuş meğer diye de hatırlatıyor insana..

  • santa claus

    27.12.2006 - 11:45

    santa claus hristiyanların dinlerini daha cazip kılmak ve aslında diğerlerini yozlaştırmak için uydurduğu birisinden başka birşey değil. elbette öyle iyi biri var olmuş olabilir ama bize koca göbekli kırmızılı noel baba olarak tanıtılan adamı ben hiç sevmiyorum..

  • Belirsizlik Kuramı

    27.12.2006 - 11:38

    belirsizlik kuramının gerçekliğinin en acı tarafını ilişkilerinde yaşadığı belirsizlikle anlar insan.. öyle ki koskoca okyanusun ortasında pusulasız kalmış gibi olur.. ne bir yön ne bir ada.. kaçmak istesen de kaçamazsın. öylece kalakalırsın...

  • EREN

    22.11.2006 - 09:07

    büyük aşklar nefretle başlar ifadesini benim için anlamlılaştıran, 18 kasım suç ortağım, sevilesi insan...

  • aşk oyunu

    21.11.2006 - 15:25

    en sevdiğim ama en tehlikeli şey....

  • anlamamak

    23.02.2006 - 16:53

    AŞKın en büyük katili...

  • kardeşlik

    28.01.2006 - 12:36

    Ben daha üç yaşımda yoktum sen o güzel gözlerini dünyaya açtığında... minik sarı bir şeydin. O minik, yalnız dünyama bir renk katmıştın, öyle sevmiştim, öyle benimsemiştim seni.... hoş gelmiştin.

    Ben ana sınıfına gidiyordum. Mevsim yine şimdiki gibi kıştı. Kar vardı... Ayağına 30 numara büyük gelen terlikleri giyip yola çıktığında o küçük çıplak ayakların soğuğu hissetmiyordu sanki. Ben her şeyden habersiz sınıfta oyuna dalmıştım.. kapı aralandı birden. Tombik sarı suratın üzerine dikilmiş kırmızı bir düğme gibi küçücük burnun ve sen kapıda dikilmiş bana bakıyordun. Daha 3 yaşında yolu nasıl öğrenmiş, nasıl sabahın köründe kalkıp yanıma gelmiştin. Öyle utanmıştım ki seni kapıda çiçekli pijaman ve kocaman terliklerinle gördüğümde...

    O yaşından belliydi ne kadar cesur olduğun. İstediğin uğruna soğuğa, işiteceğin azarlara aldırmadan yola çıkıyordun. Ben hiçbir zaman bu kadar cesur olamadım. Hiçbir zaman istediklerimin peşinden senin gibi hırslı gidemedim. 17 yıl önce o soğuk kış mevsiminde ben utanmıştım, üzülmüştüm... sen yanıma geldin diye. Biliyorum şimdi sen üzüleceksin, utanacaksın. Ben gelemedim diye. Dedim ya.. hiçbir zaman senin kadar cesur olamadım. Ve şimdi bile çok istediğim bir şeyi yapmaktan beni alıkoyan bir şeyler var. Gelmek istiyorum... gelemiyorum.

    İnsanın en mutlu günüdür... ve sevdikleri, sevenleri mutlu günlerinde yalnız bırakmazlar. Sen beyazlar içinde ortalıkta salınırken seninle mutlu olur, seninle ağlarlar. İnsan hayatının en özel günüdür bu. Bir yuvadan ayrılıp başka bir yuva kuruyorsundur. Yıllarca seni gözlerinden bile sakınan, senin hastalığında başında sabahlayıp, sen ağlayınca içi sızlayan insanların yanından ayrılıp; artık güçlü olman gereken kendi dünyanın kapılarından giriyorsundur. Sevdiğinin yanına... sevdiklerinle beraber. Sen de artık o adımı atıyorsun. O kapıdan girmene çok az kaldı. Ama ben olamayacağım yanında. Seni beyazların içinde salınırken göremeyeceğim ve biliyorum ki bunun pişmanlığını bir ömür boyu çekeceğim. Hep hayalini kurduğum bir şeydi bu. Sen beyazlar içinde, ben yine her zamanki gibi siyah tuvaletimle etrafında mutlulukla koşturmak. Seninle göbek atıp görenleri çatlatmak. Ama olmayacak işte... olamayacak.

    “çok istiyorum gelmeni” demiştin bana. Ben de çok istiyordum. Ama lanet olası bu dünyada cesurca attığın adımlardan biri bu kez işe yaramadı. Seni benim yanıma getirmek yerine benden aldı. Sen benim canımdan bir parçasın, bensin, benimsin... ama seni bana verenler bu sefer ayırıyorlar... belki bedenlerimiz ayrı.. ama onların tek bilmediği ruhlarımızı ayıramayacakları. Her zaman kalbim ve ruhumla yanında olduğumu bilmeni ve desteğimi hissetmeni isterim. Hayat uzun ve zorlu bir yol ve bu yolda karşına çıkabilecek her türlü problemde uzaklarda da olsa bir ablan olduğunu unutma. Her ihtiyaç duyduğunda, yanına gelemesem de, elimden geleni yapacağımı bil....

    iki küçük yaramaz çocuk olup kanepelerin tepesinde zıpladığımız, beraber şarkı söyleyip dans ettiğimiz, hatta saç saça baş başa kavga ettiğimiz günlere geri dönebilmeyi çok isterdim. O günlere dönmeyi ve kendimizi güvende mutlu hissettiğimiz o günlerde kalmayı... fakat insan milyarlar harcasa bir saniyeyi geri getiremiyor. insandan çok şeyi alıp götüren bu zaman paradigmasının iğrenç oyunlarından biri bu. Ama götürdükleri olduğu kadar getirdikleri de olacaktır eminim. İnşallah hayat ve zaman sana her zaman güzel ve mutlu şeyler getirir.

    Çok küçük, önemsiz, çam sakızı çoban armağanı belki... bu mutlu gününde yanında olup da koluna takamadığım bileziğin yerine geçemez biliyorum ama... hesabına bir miktar para yatırıyorum. Düğün armağanı. Maddi değeri önemli değil. Sadece her zaman yanında olduğumu bil diye.

    Sana ve Kürşat’a bir ömür boyu mutluluklar dilerim. İnşallah hep yüzünü güldüren bir hayatın olur.

    Seni seviyorum...

    Ablan..

Toplam 117 mesaj bulundu