Şamil Bahadır Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • ekşi sözlük

    25.08.2007 - 23:09

    Yazar adı verilen mahlukların mideleri bulanınca burnunuzun dibinde kustukları bir lağım çukuru.Adı üstünde ekşi zaten; kusmuklu pis bir lağım çukuru.Şahsen bu kusmuklu lağım çukurunun içine en nadide şekerler de olsa almaya tenezzül etmem.(kanımca insan olan da yapmaz bunu) .Bunu anlamak için Hz. Ali(r.a.) hz. Muhammed(s.a.v.) ve Atatürk başlıklarına bakmanız yeterli.Hz. Ali hakkında 1 tane olumsuz entry varken kainatın efendisi Hz. muhammed(s.a.v.) hakkında yazılmış daha doğrusu kusulmuş entrylere bakınız.Sizce neden? Ben söyleyeyim:Aleviliğe saygıları sonsuz(!) ama islama tahammüllleri yok(sanki Hz. Ali müslüman değildi) Atatürk'e gelince,Hinduların ineklerine dahi düzemeyecekleri methiyeleri Atatürk'e düzmüşler.Neden,Atatürk'ü çok mu seviyor bu mahluklar? Yoruma gerek yok gayet açık.Evet midem bulandı ama kusmayacağım.İmkanım olsa da o lağım çukuruna kusmayı kabul etmezdim,çünkü emin olun kusmuğum pislenirdi.

  • atatürkün sözleri

    22.12.2006 - 22:40

    benim nacis vücudum elbette bir gün çürüyüp kokacaktır ama türk cumhuriyeti ilelebet kokacaktır(mis gibi)

  • kanı

    22.12.2006 - 22:32

    kansızların kanaati.

  • Mürted

    22.12.2006 - 22:30

    Türklük dinine iman eden; putperest Türk tarihinin karanlıklarına dönmek isteyen hakiki mürtecilerin islam lügatındaki adı.

  • Türkçe İbadet

    22.12.2006 - 22:25

    türkçe ibadet yoktur; olsa olsa türkçe tengri-tapınım,puta eğilim(o halde müslüman değilim) olur.kutlu ve putlu olsun!

  • türkçe

    22.12.2006 - 22:15

    kafatasçılar tarafından dünyanın en zengin(!) en matematiksel dili olduğu iddia edilse bile günümüzdeki yolunmuş yontulmuş haliyle aydın(!) mağara insanlarına hitap eden dünyanın en zavallı en fakir ve ilkel hedesi:andıç,kıvanç,yapıt,sapıt,tonguç,angot vs. vs.türk milletine kutlu ve putlu olsun!

  • Arapça

    02.12.2006 - 21:39

    Konu ile igili muhterem bir hocaefendinin harika tespitleri:

    Risaletin Lisana Ait Buudu

    Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerde, O'nun Arapça indirilişiyle ilgili pek çok ayet mevcuttur. Bu da, bilhassa o dönem itibariyle, Arapçanın mükemmelliğini göstermektedir. Evet, Kur'an'ın nazil olduğu dönemde Arapça altın çağını yaşıyordu. Her lisanın bir altın çağı vardır. Mesela Elizabet çağı -bugünün İngilizcesi öyle kabul edilebilir. İhtimal, bizim, dil adına düştüğümüz hatalara onlar düşmediler. Ayrıca, teknolojik gelişme ve değişik kültürlere hem de bilerek açık olma, ayrı bir zenginlik vesilesi kabul edilebilir- Şekspir'le altın çağını yaşamıştır. İngilizler bu çağa karşı hep saygılı davranırlar. Evet, Kur'an'ın nazil olduğu devre de, Arap dilinin altın çağı sayılır. O dönemde dil o kadar oturaklaşmış, kaide ve prensipler o kadar dilin tabiatıyla bütünleşmiştir ki, en basit beyanlar bile adeta birer sanat harikasıdır. Kur'an-ı Kerim Mudar oymağı ve Kureyş'in diliyle nazil olmuştu. Ancak o, değişik kıraat ve lehçelere de açıktı. Kur'an'ın edebi yönü üzerinde bugüne kadar bir hayli insan durmuştur.. ve bu konuda pek çok edebi dahi yetişmiştir. Abdülkahir Cürcaniler, Sekkakiler ve Zemahşeriler'den alın da asrımızın Muhammed Sadık Rafiiler'i, Seyyid Kutuplar'ı, İşaratü'l-İ'caz sahibi medar-ı iftiharımız Üstad Bediüzzaman sadece bunlardan birkaçı...

    Kur'an belagat ve i'caz yönüyle nazil olduğu günden bu yana, daima muarızlarına meydan okuya gelmiştir. Nice edip ve beliğler, O'na nazire yapmaya kalkmışlardır ama, dökülüp hep yollarda kalmışlardır. Ve nice dostlar onun ayetleriyle, beyan ve ifadelerini, şiir ve makalelerini süslemişlerdir. Ama; asla ona ulaşamamışlardır. Kur'an, bugün de, hala milyarların dilinde okunurken, adeta vahiy semasının zirvelerinden bize göz kırpan yıldızlar gibi tebessüm ederek, ifade ve edasının erişilmezliğini fısıldamaktadır. Cahiliye döneminde pek çok şair ve edip, sadece bir kez dinlemekle Kur'an'ın büyüsüne kapılmış ve ona teslim olmuşlardır. Hatta Velid İbn Muğire, her türlü düşmanca duygularına rağmen, Kur'an karşısında büyülenmiş ve diyecek bir şey bulamamıştır. Utbe ibn Velidler, Ebu Cehiller bile onunla büyülenmiş, muarazada bulunmaya cesaret edememişlerdir. Bir Hz. Ömer ki, kendi ifadesiyle 'gözümü yumsam hiç duraklamadan, cahiliye şiirinden bin beyit okuyabilirim' der. Evet o, cahiliye edebiyatına, cahiliye şiirine o kadar vakıf bir insandır. İşte bu parlak dimağ, Taha Suresi'ni dinlediğinde Peygamber Efendimizi öldürmeye karar vermiş olmasına rağmen, onun teshir ve tesir edici cereyanına tutuluvermiş gibi sarsılır ve ona teslim olur. Evet, nakledilenlere bakılınca o gün Mekke'nin sokaklarından geçerken herhangi bir insanı rastgele çevirseniz ve ona şiirden bir şeyler sorsanız, hiç tökezlemeden 4-5 saat şiir okuyabilecek kadar bir dil vukufiyetiyle karşılaşırdınız. İşte Kur'an, yeni bir dinle gelirken, böylesine edebi zenginliğe malik bir dille nazil oluyordu. Getirdiği esaslarla, sıradan herhangi bir bedevinin anlayışına müraat ederken, edebiyat ve şiirde dahi sayılan ve ufku olabildiğince geniş bir edip, bir şairi de ihmal etmiyordu. Evet deve arkasındaki bedevi, Kur'an'ı vird edinip okurken, en büyük dahiler dahi büyük bir zevkle ve tarif edilmez bir şevkle Kur'an ayetlerini dillerinden düşürmüyorlardı.

    Kur'an'ın Evrensel Dili

    İşte başta zikredilen ayette de ifade edildiği gibi 'Allahu a'lemu haysu yec'alu risaletehu' gerçekten de, Allah (cc) risaletini nasıl ve hangi dille tesis edeceğini en iyi bilendir. Kur'an öyle bir dille nazil olmuştur ki; bir hukukçu kendi hukuk diliyle O'na müracaat ediverse, maksad ve meramına ulaşmada hiç mi hiç zorlanmaz. Bir idareci, bir kelamcı ve bir tefsirci de kendi sahalarına ait incelikleri rahatlıkla onda bulabilir ve aydınlanırlar. Oysa ki, çok iyi bilindiği gibi, bir hukuk dili, bir edebiyat dili veya bir akide ya da tefsir dili birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Ne var ki, Kur'an, bütün bunlara aynı anda, hem de en küçük inceliklerine, kaide ve prensiplerine zerre miktar halel getirmeden müraat etmiştir. İşte İslam tarihi, işte şer'i ilimler, işte hukuk mektepleri, işte binlerce edebiyat okulu ve bütün bunlar kadar muhakkik, müdakkik, müfessirleri yetiştiren tefsir ekolleri, hemen hepsi de mesleklerine, meşreplerine ve mezaklarına onu birer kaynak kabul edip dünya kadar eser meydana getirmişler...

    Öyleyse Allah (cc) gerçekten de risaletini, hangi insana nerede ve hangi dille tebliğ edeceğini en iyi bilendir. Hatta bu hususta nisbetleri dahi bir kenara bırakarak 'en iyi bilen' değil; 'Allah bu hususu yegane bilen'dir denilmelidir ve O'ndan başkasının da herhangi bir takdir hakkı söz konusu değildir. Böyle bir iddiaya kalkışanları, ayetin ifadesiyle, dünyada horluk ve hakaret, ahirette de şiddetli bir azab beklemektedir.

    Hocaefendiye iki noktada itirazım var; birincisi Arapça'nın altın çağı hala bitmemiştir,çünkü o dönem konuşulan mükemmel dil bu güne kadar ilmi ve edebi eserler bilahassa kuran ve hadislerle korunmuştur,hiç bir bozulmaya uğramamıştır ama İngilizce altın çağını değil sömürge çağını yaşamaktadır ve sömürülen insanlara hitap ediyor; Arapça ise asırlardır kalplere hitap eden bir dildir.İkincisi bedeviler o dönemde alelade deve çobanları değildiler bilakis müthiş bir dil,zeka ve edebi kudrete sahiptiler,halis Arapçanın menbaı idiler.Dikkat edilirse bedevilerin nice veciz sözleri edebi eserlere konu olmuştur.Bu böyle biline.

  • necip fazıl kısakürek

    22.11.2006 - 18:21

    Eşsiz tabiriyle 'Kabuslardaki sivrisinek vızıltılarının alt alta dizilmesiyle vucuda gelen hezeyanların şiir telakki edildiği bu deliler panayırında' şiirinin kıymetini idraktan büsbütün mahrumiyet,hakeza 'favorili,top enseli,zıpzıp beyinli ve kurbağa lügatçeli nesil' tarafından da andelib-i lisan-ı Türk ile mevsuf zatı âlisinin karga gaklamaları ve kurbağa vaklamarıyla meşhur cücelerle mukayesesi...İşte bu coğrafyada kendisini anlayabilen bir insan olma bahtiyarlığı içinde ruhuna binler rahmet okuyoruz.

  • atatürkçü düşünce

    21.09.2006 - 09:27

    Şairin 'Sanma ki hace senden zîr ü zeber isterler; 'yevme lâ yenfeu de kalb-i selim isterler' yani 'sanma ki ey Fuzuli senden altın gümüş isterler,bunların hesap gününde hiç bir geçerliliği yoktur.O gün(malın ve evladın kişiye hiç bir fayda vermeyeceği günde) ancak tertemiz bir kalp geçerlidir'dediği gibi O gün geçerliliği olmayacak olan,haydutların eşkiyaları hırsızların çapulcuların ve dahi Allah düşmanlarının sığındığı kartondan bir kule.
    'İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları) , Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.'(bakara suresi 165)
    'Öyle ki (o gün) kendilerine tabi olunanlar, kendilerine tabi olanlardan uzaklaşıp-kaçmışlardır. (Artık) Onlar azabı görmüşlerdir ve aralarındaki bütün bağlar (ve ilişkiler) de parçalanıp-kopmuştur.(bakara suresi 166)
    'O zaman, yönetilip) Uyanlar derler ki: 'Eğer bize bir kere (daha dünyaya dönme) fırsatı verilse(ydi) muhakkak (şimdi) onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşır (onları yüzüstü bırakır) dık.' Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler.(bakara suresi 167)

  • araplar

    26.05.2006 - 14:17

    Çölde yaşayan fakir ve sürekli birbirleriyle boğuşan insanlar olmalarına rağmen iken Allah'ın kendilerine müthiş bir lisan ve zeka nasip ettiği,(bunu bediüzzaman risale-i nur isimli eserinde kesin olarak belirtiyor) daha sonra Yahudilerin Tevrattaki vasıflarını okuyup kendilerinden çıkma şerefine nail olacaklarına inandıkları, Kainatın efendisi, sadece Araplara değil tüm insanlığa rehber olan Son Peygamber Ahmed Muhammed Mustafa'nın(s.a.v.) içlerinden çıkarak kendilerini şereflendirdiği kavim.Peygamberimiz(s.a.v.) in Araplardan çıkması Arapların kötü bir kavim olduklarını göstermez bilakis Allah'ın Kur'an-ı Kerimde'ki fermanı olan 'Bu(peygamberin içlerinden çıkması) Allah'ın bir fazlıdır,Allah dilediğine fazlından verir'(bakara suresi) fermanıyla bir fazilettir.Ki bu fazilete layık olduklarını peygamberlerden sonra en faziletli insanların (ashab-ı Kiram'ın) kendi içlerinden çıkması ile de ispat etmişlerdir.Ayrıca Peygamberimiz(s.a.v.) in kainattaki en şerefli,en asil nesebe mensup olduğu da düşünülürse 'içinizde en halis Arap benim'hadis-i şerif ışığında asil bir kavim oldukları görülür.Ancak unutmayalım ki iman olmadıktan sonra asaletin kimseye bir faydası yoktur.Buna en güzel örnek Rasulullah'ın(s.a.v.) öz amcası olan Ebu Leheb ile Habeşli siyahi bir köle olan hz.Bilal(r.a.) ın durumlarıdır.Daha sonraları Arapların nesepleri aslında Arap olmayan Irak,Şam ve kuzey afrika halklarıyla karışmalarıyla Arabistan içlerinde oturanlar müstesna değişmiştir ve dilleri dejenere olmuştur.Buna ilaveten ahlaki açıdan da yozlaşmışlardır.Arapların Osmanlı'ya ihanet ettiği ise öteden beri söylenen safsata bir tekerlemeden ibarettir.İçlerinden kendini bilmez çok az bir topluluk bunu yapmıştır.Bununla beraber Osmanlının da Abdulhamid handan sonra yahudi uşağı mason ittihad terakkicilerin eline geçtiği ve bunların da müthiş bir ırkçı politikayla balkanlar ve ortadoğuyu osmanlıdan nasıl kopardıkları bilinen bir gerçektir.İşte bu ırkçı masonları hazmedemeyen bazı Araplar hataya düşerek Türklere de buğz etmişlerdir.Yine de bu gün diyalog kurduğunuz bir çok Arabın sizin Türkiyeli olduğunuzu öğrendikten sonra nasıl size sempatiyle yaklaştığını ve hemen Osmanlıları rahmetle yad ettiğini ve hepimiz islam kardeşiyiz dediğine şahid olursunuz.Buna mukabil Türkler çoğunlukla Araplara nefretle yaklaşıyor; bunun temel sebebi Arapların ne kadar yozlaşmışlarsa da temelde İslam akidesine bağlı olmaları Türklerin ise maalesef çoğunlukla ırkçılık akidesine bağlı olmasıdır.Bu konuda rasulullah(s.a.v.) in kütüb-ü sitte de geçen sahih hadis-i şerifi çok önemli bir tenbihtir:Aslında İranlı olan selman-ı Farisi'ye(r.a.) bir gün rasululllah(s.a.v) der ki'Ya selman sakın bana buğz etme! 'Ve bunu üç defa tekrarlarSelman-ı Farisi(r.a.) çok şaşırır ve sorar:'ya rasulallah! iman etmiş olduğum halde sana nasıl buğz edebilirim? 'O zaman Rasulullah(s.a.v.) tüm acemlere(arap olmayanlar) hitap eden şu cümleyi söyler:'Araplara buğz edersin böylece bana da buğz etmiş olursun.'Ayrıca Arapları Amerika’nın zulümlerini destekleyip başa geçirdiği üç beş haysiyetsiz yönetici ile de değerlendirmek yanlış olur.Zira halkları içinde çok müsbet insanlar da vardır ve bizden daha çok Amerikan düşmanıdırlar.

  • çeçenler

    26.05.2006 - 13:20

    Dağların çocukları,Kafkasya'nın asil,bahadır şecaatli,mert insanları.Dile kolay dünyanın en vahşi en acımasız milletlerinden olan, sayı ve teknolojik güç bakımından da kendilerinden kat kat üstün olan Ruslara karşı 400 yıldır destansı bir mücadele veriyorlar.En çok Şeyh şamil döneminde verdikleri mücadeleri meşhur olmuştur öyle ki Karl Marx dahi hürriyet mücadelesinin nasıl verileceğini dünya bu Kafkas halkından öğrenmelidir demekten kendini alamamıştır.Şeyh Şamil ruslara esir düştükten bir dönem sonraya kadar da mücadeleleri Boyskhar isimli halk kahramanının liderliğinde devam etmiştir.Bundan sonra sözde Rus esaretine girmişlerdir ama hiç bir zaman bunu hazmetmemişlerdir daima kıyam eden halk kahramanlarına sahip olmuşlardır.Mesela Kharaçoy'lu Zelimkhan bunlardan biridir.Kahramanlığı, mücadelesi, mertliği Çeçen şiirlerine türkülerine konu olmuştur.Küçük çetesiyle senelerce zalim Rus çarlığına karşı mücadele etmiştir ve bir çok zalim Rus generalini cehenneme göndermiştir.Sonunda da bu yolda pes etmeden şehadete kavuşmuştur.Bu insanların kahramanlığı hakkında biraz bilgi sahibi olmak isteyen insan Tolstoy'un Hacı Murad isimli eserini okusa kafidir sanırım.

  • aruz

    25.05.2006 - 23:21

    Müzikte tamamen ritmi oluşturan uzun ve kısa vuruşların Arapça gibi ritimli ve ahenkli bir dilde şiire uyarlanmasıdır ve bir estetik sanat harikasıdır.Aruz vezniyle yazılan şiirlerde heceler müthiş bir ritimle insanın ruhuna işler böylece mana ile estetiğin eşi benzeri görülmemiş bir kıvamı insanının derinliklerinde mezc olur.Araplardan sonra Farslar kendi dillerinin de kısmen ritimli ve ahenkli bir dil olmasından dolayı aruzu kendi şiirlerine uyarlamışlardır.Farslardan sonra da Osmanlılar da Arapça ve Farsça kelimelerin kendi dillerinde büyük bir yekun teşkil edip aruz kıvamına gelmesiyle bu ölçü sistemini büyük bir ustalıkla kullanmışlardır.Arapların aruzu deve yürüyüşünden keşfettiği gibi rivayetler asılsız efsanelerdir.Bilakis belki de develer ritimle yürümeyi aruzu kullanan Arap şairlerinden öğrenmiştir :)) (Rivayet edilir ki usta Arap şairleri şiirlerini okudukları vakit bu şiirlerden hiç bir şey anlayamayan develer sırf bu şiirlerin ritmine kapılıp coşarlarmış) Zira Arapça deve yürüyüşünden ortaya çıkan bir dil değildir.Arapça'nın kendi aslı ahenkli ve ritimli bir dildir.İşte bu ahenk ve ritim Arap şairlerinin aruzu doğaçlama bir yetenek ile keşfedip kullanmalarını sağlamıştır.Bunu ilk defa sistemleştirip kaideler ile tespit eden kişi ise hicri 2. asırda yaşayan Arap dilbilimcisi Halil bin Ahmed olmuştur.

  • farsça

    25.05.2006 - 22:56

    Bazan en azından şiirselliği bakımından Arapça ile mukayese edilme gafletine düşülen bir dil.Halbuki Farsça asıl kelimeleri göz önüne alınırsa çok zengin bir dil değildir.Bünyesinde en azından Osmanlıca kadar Arapça kelime taşımaktadır.Bununla beraber şiirsel şirin bir dil olduğu da gerçek.Ancak diğer dünya dilleri gibi Arapça ile ne şiir konusunda ne de estetik konusunda yarışamaz.Fars şiirinin Arap şiirinden üstün olduğu vehmi Arapların Kur'an-ı Kerim'in insanüstü belagatı ve fesahatı karşısında dillerinin tutulup ne kadar güzel şiir söyleseler de sönük kaldığını gerçeğini farkedemeyen kimselerin kuruntusudur.Farsça Arapça'dan üstün bir dil olsaydı pekala Kur'an-ı Kerim'in 'bunun benzeri bir sure getirin'meydan okumasına muhatap olanlar Araplar değil Farslar olurdu.

  • Arapça

    25.05.2006 - 22:39

    İnsan aklının ve hislerinin sınırlarını zorlayan,; kelimelerinde ve cümlelerinde dahiyane bir zekanın ince kıvılcımlarını hissettiren; olağan üstü kelime zenginliğiyle,yazılışıyla,cümle yapısıyla, kelimelerinin türetilişlerindeki asalet ve ihtiva ettiği derin manalarla insanı hayretlere düşüren ve bu haliyle insanı kendisinde bariz bir ilahi müdahelenin vucuduna ikna eden mükemmel dil.Arapça’nın diğer dünya dillerinin fevkinde olduğuna bu dile aşina olan tüm insaflı filologlar şehadet etmişlerdir.Mesela ünlü Osmanlı filologu Şemseddin Sami bunlardan biridir. (Fransızca,İtalyanca,Latince,eski Yunanca,Arapça,Farsça ve Arnavutça dillerini bilmektedir.) Türkçe’nin vucuda getirilmiş en mükemmel sözlüğü olan Kamus-ı Türki’de Arabi(Arapça) kelimesini izah ederken der ki:Elsine-i alemin en mükemmel dilidir.(Yani dünya dillerinin en mükemmeli,kusursuzudur.) Arapça’nın bu mükemmelliği en basit şekliyle kelime zenginliği,kelimelerinin türetilişlerindeki asalet,adeta matematik formülleri gibi mantıklı olan cümle yapısı ve fonetik ahengiyle ispat edilebilir.Mesela Arapça’nın cümle yapısı daima cümlenin en mühim unsurlarını(öğelerini) takdim etme(öne alma) üslübuna dayanır.Şüphesiz basit bir cümlede en önemli unsur yüklemdir(Arapça’da fiil) çünkü daima cümlenin diğer öğelerini tespit etmek için yüklemden yararlanırız.Sonra bu öğeler sırasıyla özne(fail) ve tümleçlerdir(mefuller) .İşte Arapça’da basit cümle yapısı tamamen böyledir ki bu yapı son derece uzun ve karmaşık cümleleri dahi gayet rahat bir şekilde ifade etmenizi sağlar.Arapça ile İngilizcenin cümle temel cümle yapısı açısından tek farkı İngilizce’de fiilin özneden önce gelmesidir.Bununla beraber İngilizce’de bu temel cümle yapısı kolay kolay değişmez bunun sonucu olarak da cümlede vurgulanmak istenen unsurlar pek belli değildir.Halbuki Arapça’da yerine göre vurgu yapılmak istenen unsurlar öne alınabilir böylece cümle yapısı özne-fiil-tümleç veya tümleç-fiil-özne şeklini alabilir.Bunları bir örnekle açıklayacak olursak:Türkçe’deki “Ahmet bugün okula ağlayarak gitti” cümlesi,Arapça’da:”zehebe(gitti) Ahmed(Ahmet) el-yevm(bugün) ile-l-medrese(okula) bâkiyen(ağlayarak) ”.İngilizce’de ise “Ahmet went to the school today crying”.Arapça’da özneye vurgu yapacaksak “Ahmet zehebe el-yevm ile-l-medrese” tümleçlere vurgu yapacaksak ile-l-medrese zehebe ahmed el-yevm bâkiyen”diyebiliriz.Halbu ki İngilizce de “To the school went Ahmet today craying” vs diyemeyiz.Türkçe de de “Ahmet okula bugün ağlayarak gitti” vs diyebilsek de yüklemin sonda olması ve vurgunun daima yüklemden önce olması ifadeyi güçleştirmektedir.Arapça’nın kelime hazinesi bakımından zenginliği ise hiçbir dille kıyaslanamayacak kadar geniştir.Bunun delili 17-18 cildi bulan 2.000.000 a yakın kelimeyi izah eden lügatlerının bulunmasıdır.Ama şunu da belirtelim ki Arapça bugün yozlaşmaktadır ve Araplar kendi kelimelerine edebiyat ve kültür sahası haricinde sahip çıkamamaktadır.Bunun neticesinde eski ve köklü bir çok kelimelerini kullanmayıp unutur hale gelmişlerdir.Hatta Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerin yıkılmaz bir biçimde sağlamlaştırdığı halis Arapça’yı sadece resmi dil olarak kullanıp günlük hayatta ne idiğü belirsiz karma karışık avam dili olarak tabir edilen bozuk lehçeler kullanmaya başlamışlardır.Böylece Arapça’nın kulağa son derece hoş gelen telaffuzunu da bozup çirkin ve kaba bir şekle sokmuşlardır.Ancak halis Arapça binlerce ilmi ve edebi eserlerle asırlardan beri muhafaza edilegeldiğinden bu mesele bizi alakadar etmiyor,Arapların kendi sorunları.Dolayısıyla Arapça’yı uydu kanallarındaki bazı yayınları takip edip kaba ve kulağa çirkin gelen bir dil olarak değerlendirmek yanlış olacaktır.Çünkü bugün Araplar dillerini tv spikerleri de dahil bozuk ve kaba telaffuz ediyorlar.Ancak içlerinden ilahiyat ve edebiyat eğitimi almış bazı kimseler bu dili asıl kureyş lehçesine uygun bir biçimde Kur’an-ı Kerim’in okunuşuna uygun olarak telaffuz ediyor.O halde bu dilin fonetiği hakkında doğru bir izlenim edinebilmek için tv kanalarındaki din adamlarını ve Kur’an-ı kerim okuyucularını dinlemek lazım.Sonuç olarak Arapça’nın ne kadar mükemmel bir dil olduğunu anlamak için bu dili en doğru bir biçimde öğrenmek gerekir.

Toplam 15 mesaj bulundu