Gençliğim veba ile kolera arasında bir tercih yapmayacak düzeyde bir bilince ulaşabileceğim şartlarda yaşama talihini bana bahşetti.1956 yılında henüz bir orta mektep talebesiyken Ruslara karşı ayaklanan Macarların kalp atışlarıyla ne kadar kolay ahenk içine girdiğimi fark etmiştim. Çok geçmedi kendimi Vietnamlıların Amerikalılara yaptıklarına iştirak eden işler içinde bulmakta gecikmedim. Domuzlar Körfezi'ne çıkartma teşebbüsünde bulunanlara karşı ben de 'Venceremos! ' diye bağırdım. Prag baharını sona erdirmeye gelen tanklara karşı (tam o sırada askerliğimi [Sivas, Konya, Elazığ, Muş] yapıyordum) yumruğumu ben de sıktım. Bütün bunları kozmopolit bir konumu benimsediğim, beynelmilelci bir halet-i ruhiye taşıdığım için değil, Türk olduğum için, Türk olmak bunları yapmayı gerektirdiği için yaptım. Zira muhalif olduğum tarafların biri Türkiye için veba taşıyor idiyse diğerinin getirdiği koleraydı.
Böyle olduğunu benden başka bilen yok muydu? Olmaz olur mu, elbette vardı. Ben sahip olduğum bilinç katmanına gaipten haber alarak ulaşmış değildim. Kendi siyasi çizgimi remil atarak belirlemiş olamazdım. Benim için bilgi, bilinç ve ahlâkın kesiştiği alan önem sahibiydi. Hem vebadan, hem koleradan uzak durma tercihinde ısrar etme gücümü siyasi kariyer heveslisi olmayışıma borçluyum. Yani şu günlerde olaylara şöyle bir tepki verirsem yükselişim engellenir, yoluma taş koyarlar diye düşünmek mecburiyetini hiç hissetmedim. Yalnızca yaşıtlarımdan çoğunun değil, aynı zamanda benden daha genç olanların çoğunun da hissiyatının bu minval üzere olmadığı yıllar ilerledikçe saklı kalamadı. Olayların mahiyetinden benim kadar haberdar olup da kendilerini yukarıda zikrettiğim mecburiyet altında hissedenler süreç içinde Türkiye'nin yeni kurtları ve yeni çakalları olma özelliği kazandılar.
Devran döndü. Vebanın da koleranın da aynı kaynaktan neşet ettiği aşikâr oldu. Ben orta yaşlarımı geride bıraktığımda artık gözde gençler yeni bir dünya talebiyle ortaya çıkanlardan değil 'yupi' vasıfları taşıyanlardan müteşekkildi. Bu değişim meydanın kurtlara ve çakallara teslim edilmesini kolaylaştırdı. Sizin anlayacağınız, günümüzde mesele artık hem vebadan, hem de koleradan uzak durmak ve bunun için de temizliğine dikkat etmek meselesi olmaktan çıktı. Gereken şey bir yandan kendini kurt veya çakal şekline girmekten (onların sürüsüne dahil olmaktan) alıkoymak, bir yandan da kendini kurtların ve çakalların yemi haline getirmekten kaçınmaktır. Gençliğim her ikisine karşı da tedbir alabilecek tedarik sağladı bana. Çiğ yemedim; karnım ağrımaz.
Bir fiilden haberdar oluyoruz; o meçhul değil, malûm. Gel gör ki bildiğimiz bu fiili kimin veya neyin yerine getirdiğini bilmiyoruz. Şimdi soralım: Failin kim veya ne olduğunu biz bilmedik diye o fail meçhul olur mu? Evet diyeceksiniz; ama cevabınız bana pek mantıklı görünmüyor. Hiç olmazsa fiili gerçekleştirenin kendisi o işi kimin yaptığını bilmiyor mu? Elbette biliyor. O halde fail en az bir kimse tarafından bilinmektedir. Yani en az bir kimsenin tahtında fail meçhul değildir. Acaba 'faili meçhul' ibaresini kullanmakla işlenen fiili kimin işlediğini bileni veya bilenleri adamdan saymamak gibi bir tutum mu benimsiyoruz? Faili bizden başkasının bilmesi hiç önemli değildir, failin malûm sayılması için onu bizim biliyor olmamız bir zarurettir demek mi istiyoruz? Öyle zahir. Öyleyse faili meçhul sözünün gerçekte hiçbir şey anlatmadığını, bunun bir mantıksızlık eseri olduğunu kabul etmemiz lâzım. Manâ itibariyle faili meçhul diye bir şey yok. Onun yerine manâlı bir söz olarak ne var? Kimseler o sözü diline dolamıyor; ama gerçekte 'Faili mestur' diye bir şey var. Yani fail aslında biliniyor bilinmesine ve fakat örtülüyor, bazı gözlerden gizleniyor.
Dikkat etmediniz mi? Bütün faili meçhullere aynı derecede önem atfedilmez. İnsanlar nazarında failini sakladıkları fiilin hangi sonuca yöneldiği her zaman en esaslı yeri tutmaktadır. Bu yüzden her nedense bazı faili meçhuller diğerlerinden daha 'meçhul'(!) dür. Okuduğunuz son cümle tuhafınıza gittiyse, ben sizin için derhal daha tuhaf bir cümle ilâve edeceğim: Her ne kadar faili meçhul sözü mantık dışı ise de faili meçhullerin kendi aralarında mertebelendirilmeleri gayet mantıklıdır. Çünkü biliriz ki dilbilgisi bakımından bir fiilin failinin 'meçhul' kılınması vakıanın bilhassa tebarüz ettirilmesini sağlamak içindir. Meselâ, deniz dalgalandı dediğimiz zaman, önem verdiğimiz şey denizi kimin veya neyin dalgalandırdığı değil, denizde hasıl olan dalgadır. Nasıl bir dalganın boyu diğerinden farklıysa, bir faili meçhul vasıtasıyla elde edilmek istenen etki de diğer faili meçhulden elde edilmek istenenden farklıdır. Ulaşacağımız çıkarsama şöyle olsa gerek: Bizim faili meçhul diye adlandırdığımız olayları üretenler faili malûm olayların üretiminden daha belirgin bir kast-ı mahsusla hareket etmişlerdir. Bundan böyle de aynı kastı güdeceklerdir.
Nedir bu kasıt? Şudur: Kandaşları bir kan davasının tarafları haline getirmek. Daha doğrusu kandaşların kendi kandaşlıklarının farkına varmalarını engellemek. Bazı olaylara faili meçhul demelerinin sebebi fiilin keyfi olarak icat edilmiş 'iç' düşmana hamledilmesini kolaylaştırmasıdır. Aynı sebeple bazı faili meçhul fiilleri gölgede bırakıyor, bazılarının üzerine büyüteç tutuyorlar. Böylece daha çok düşman olunması gerekenle, daha az düşman olunması gereken arasına bir mertebe farkı koyuyorlar. Bu kastı güdüyorlar, çünkü Türkiye topraklarında yaşayan herkesin aynı millete mensup olduğunun anlaşılmasıyla birlikte bu milletin emperyalizmin hazır lokması haline gelme imkânı ortadan kalkacak.
'...Kimseye ağzının payının verilemediği bir ülkede yaşıyoruz. Uzun yıllar boyunca, en azından son kırk yıldır 'yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor' düşüncesi zihnimizi meşgul etti. Bir gün ev sahibinin hırsızı ağzının payını vereceğini ümid ediyorduk. Sosyal değişimin hakkaniyet konusunda bir duyarlık geliştireceği bize mantıklı görünüyordu. Diliyor ve özlüyorduk ki Türk toplumunun meşruiyet alanı inkâr edilemeyecek derecede açıklıkla benimsenebilecek. Fakat böyle olmadı. Son birkaç yılda Türkiye'yi evi sayanların kimler olduğu ve bu evin ahalisinin kimlerden teşekkül ettiği soruları eskisinden daha muğlak hale geldi. Kimse kimseye ağzının payını veremedi.'
İSMET ÖZEL
Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tifil vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttügünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elınde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
...
Bilirim bilirim incilden yola çıktınız
Ama yolu çabuk şaşırdınız
İncilden kendinize bir şeyler katacağınıza
Kendinizden incile çok şeyler kattınız
Sevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işlediniz
Ama sonra tutup mermere taptınız
Mermeri kadeh kadeh
Bir alacakaranlik gibi içtiniz
Sonra kustunuz mermeri
Çağlarca kustunuz mermeri
...
Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız
Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız
Ama inandim ki doktorsunuz değilsiniz süryani
Doktorsunuz doktordan başka birşey değilsiniz yani
Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz
Sezai Karakoç 22 Ocak 1933 de Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğmuştur. Babası Yasin Efendinin koyduğu isim Muhammed Sezai’dir. Nüfus kayıtlarına geçerken bir karışıklık sonucu ağabeyinin ismi olan Ahmet Sezai’nin başına eklenmiştir. Resmi kayıtlarda adı Ahmet Sezai Karakoç’tur. Dedeleri Ergani ve yöresinde bir hayli tanınmış etkin kişilerdendir. Babasının babası Hüseyin efendi Plevne savaşına katılmış, Gazi Osman Paşanın takdirini kazanmıştır.Ailenin Lakabı Leventoğullarıdır.
Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçen ve 1938 yılında Ergani’de 3 ay ilkokul öncesi ihtiyat sınıfına devam eden Sezai Karakoç 6 yaşında ilk mektebe başlar ve 1944te Ergani’de bitirir. Maraş Orta Okuluna parasız yatılı olarak kayıt olur.1947 de burayı bitirerek Gaziantep’te yine parasız yatılı lise öğrenimine başlar. Gaziantep lisesinden 1950’de mezun olur.Felsefe okumak istediği için İstanbul’a gider. Babasının isteği İlahiyat fakültesiydi.Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girer. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır.Şayet sınavı kazanmazsa felsefe tahsili yapacaktır.
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955’te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamlar.Mecburi hizmet sebebiyle Maliye Bakanlığı’nda Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi Bölümüne atanır. Bu vazifenin bir istikbal sağlayamayacağı düşüncesiyle Maliye müfettişliği sınavına girer, Kazanır ve 11 Ocak 1956’da müfettiş yardımcılığı görevine başlar.1959 yılında İstanbul’da Gelirler Kontrolörüdür.Bir ara Ankara çağrılıp Yeğenbey Vergi Dairesinde görevlendirilirse de kısa bir müddet sonra yine İstanbul’daki görevine döner. Görevi icabı Anadolu’yu çok gezer ve bir çok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur.1960-1961 yıllarında yedek subay olarak askerlik görevini ifa ettikten sonra İstanbul’daki görevine kaldığı yerden devam eder.1965’ten 1973’e kadar bir çok kez istifa eder.1973’ten bu yana da hiçbir resmi görev almaz.
Kurucusu bulunduğu DİRİLİŞ YAYINLARI ve DİRİLİŞ DERGİSİ ile İstanbul’da hizmete devam eder.1990 yılında “Güller Açan Gül Ağacı” Amblemiyle Diriliş Partisi (DİRİ-P) ni kurar. Yedi yıl Partinin Genel Başkanlığını yürütür.Ancak 19 Mart 1997’de 2 genel seçime girmedi diye parti kapatılır.
ŞİİR: Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı/Gül Muştusu, Körfez/Şahdamar/Sesler, Zamana Adanmış Sözler, Ayinler, Leyla ile Mecnun, Ateş Dansı, Alın Yazısı Saati, Monna Rosa
İnsanlar barış içinde yarışabilirler. Çünkü yarışa girmek eşitliği reddetmektir. İnsanlar aralarında kurulabilecek herhangi bir eşitliğe rıza göstermedikleri için birbirleriyle yarışırlar. Barış ve yarış birbirine her bakımdan uygundur. Yarışanlar kendileri öne geçmeye, başkalarını geride bırakmaya çabaladıkları yetmezmiş gibi, bir de kendilerinin olduğu kadar bütün yarışanların üstünde bir güç bulunduğunu ve bu gücün sonucun tasdikine karar vereceğini kabullenirler. Yarışta eşitsizlik iki katlıdır. Ne yarışanlar birbirleriyle, ne de onları yarıştıran onlarla bir eşitliği paylaşır. Eşitlik isteyenler barışı, barış isteyenler eşitliği dışlamak zorunda kalırlar.
Yılmadan yap. Fırsatı kaçıracağın için değil, önünde yılgınlık göstereceğin her kimsenin bir zorba veya bir zorba adayı olması yüzünden. Yılma ki sıcaktan kavrulana gölgen, suda boğulana elin erişsin. Önce yap, sonra açıklarsın.
Bilgece yap. Yani koruyarak, yani için titreyerek, yani yıkkılmasın diye. Tutkuyla yap. Sana verilen yaşama gücünü kullan. Yılmadan, bilgece ve tutkuyla. Önce yap, sonra açıklarsın.
Modern biçimler içine İslâmî bir öz yerleştirmeye çabalayan her kim olursa olsun kendini içi boşalmış bir ağacın estesizmin, postun yumuşaklığına, mumyanın kalıcılığına kaptırmış demektir. Artık o kimseler iki dünya hayatını kavramaktan imtina etmişler ve Allah'a teslim olarak özlerinin gürleşmesini arzulamaz hale gelmişlerdir
Modern yaşama biçimi küfr ile iman arasına çizgi çekmeyi bilen hiçbir müslümanı yozlaştıramaz. Yozlaşanlar modern yaşama biçimiyle karşılaşmadan önce de böyle bir çizgiyi hayatlarında önemli saymamış olanlardır.
Amaçları bulanık olanlar kuşku yok ki araçların dolambaçlarında takılıp kalacaklardır. Balık için ördükleri ağa ayakları dolaşacak, tavşan için kurdukları tuzağa belki ellerini kaptıracaklardır
Hayal, ipleri elden kaçırmaktır. Oysa öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, o ipin ucu sizin elinizden bir kaçtı mı, hemen bir başkasının eline geçiveriyor. Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz, ama bir başkası yaşıyor.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve simdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabin
başından başlayabilirim.
İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
İsmet Özel Söke'li bir ailenin altıncı çocuğu olarak 19 Eylül 1944'deKayseri'de doğdu. Babası polis memuru olduğundan sürekli yer değiştiren İsmet Özel 1955 yılında Kastamonu'da Abdülhak Hamit İlkokulu'nu, Çankırı'da ortaokulu ve 1962 yılında da Ankara Gazi Lisesi'ni bitirdi.İlk şiiri ilkokul yıllarındayken Ankara'da bir çocuk dergisinde yayınlanır. Lise öğrenimini sürdürdüğü sırada liselerarasında düzenlenen bir şiir yarışmasına katılır ve derece alır. Liseden sonra bir süre Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudu, bitiremeden ayrıldı.
İlk şiirini 1963'te yayınladı, aynı yıl Türkiye İşçi Partisi'ne üye oldu. Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir kulübü yönetim kurulunda önce sekreter, sonra asbaşkan olarak görev aldı. Arkadaşlarıyla birlikte Dönüşüm dergisinin hazırlanmasında, caddelerde satılmasında etkinlik gösterdi.
İlk şiir kitabı Geceleyin Bir Koşu 1966'da yayımlandı. Sonradan adı Dev-Genç olarak değiştirilen Fikir Kulüpleri Federasyonu kurucuları arasına katıldı. Fakülteden mezun olmaksızın ayrıldıktan sonra askerlik hizmetini Sivas, Konya, Elazığ ve Muş'ta sakıncalı bir onbaşı olarak bitirdi. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi'nin Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandı ve bu okuldan 1977'de mezun oldu.
1970'de Ataol Behramoğlu ile birlikte kurduğu 'Halkın Dostları' adlı dergi 18 sayı yayımlandıktan sonra sıkıyönetim bildirisiyle kapatıldı.
12 Mart 1971 müdehalesiyle gelişen olaylar şairin 'bağlanma' kavramıyla köktenci bir hesaplaşmaya girmesine yol açtı.1974'de Sezai Karakoç'un Diriliş dergisinde 'Amentü' adlı şiirini yayımladı.
1976'da evlendi.1977'den itibaren kaleme aldığı gazete yazılarından çoğu kitaplaştı.1981 yılında Fransızca okutmanlığına başladı.1988-1994 yılları arasında Çıdam Yayınları'nı yönetti.
Halen Bilgi Üniversitesi'nde şiir üzerine dersler vermekte; Milli Gazete ve Gerçek Hayat dergisinde yazılar yazmaktadır.
ismet özel
29.12.2002 - 14:07KURTLAR VE ÇAKALLAR ARASINDA
Gençliğim veba ile kolera arasında bir tercih yapmayacak düzeyde bir bilince ulaşabileceğim şartlarda yaşama talihini bana bahşetti.1956 yılında henüz bir orta mektep talebesiyken Ruslara karşı ayaklanan Macarların kalp atışlarıyla ne kadar kolay ahenk içine girdiğimi fark etmiştim. Çok geçmedi kendimi Vietnamlıların Amerikalılara yaptıklarına iştirak eden işler içinde bulmakta gecikmedim. Domuzlar Körfezi'ne çıkartma teşebbüsünde bulunanlara karşı ben de 'Venceremos! ' diye bağırdım. Prag baharını sona erdirmeye gelen tanklara karşı (tam o sırada askerliğimi [Sivas, Konya, Elazığ, Muş] yapıyordum) yumruğumu ben de sıktım. Bütün bunları kozmopolit bir konumu benimsediğim, beynelmilelci bir halet-i ruhiye taşıdığım için değil, Türk olduğum için, Türk olmak bunları yapmayı gerektirdiği için yaptım. Zira muhalif olduğum tarafların biri Türkiye için veba taşıyor idiyse diğerinin getirdiği koleraydı.
Böyle olduğunu benden başka bilen yok muydu? Olmaz olur mu, elbette vardı. Ben sahip olduğum bilinç katmanına gaipten haber alarak ulaşmış değildim. Kendi siyasi çizgimi remil atarak belirlemiş olamazdım. Benim için bilgi, bilinç ve ahlâkın kesiştiği alan önem sahibiydi. Hem vebadan, hem koleradan uzak durma tercihinde ısrar etme gücümü siyasi kariyer heveslisi olmayışıma borçluyum. Yani şu günlerde olaylara şöyle bir tepki verirsem yükselişim engellenir, yoluma taş koyarlar diye düşünmek mecburiyetini hiç hissetmedim. Yalnızca yaşıtlarımdan çoğunun değil, aynı zamanda benden daha genç olanların çoğunun da hissiyatının bu minval üzere olmadığı yıllar ilerledikçe saklı kalamadı. Olayların mahiyetinden benim kadar haberdar olup da kendilerini yukarıda zikrettiğim mecburiyet altında hissedenler süreç içinde Türkiye'nin yeni kurtları ve yeni çakalları olma özelliği kazandılar.
Devran döndü. Vebanın da koleranın da aynı kaynaktan neşet ettiği aşikâr oldu. Ben orta yaşlarımı geride bıraktığımda artık gözde gençler yeni bir dünya talebiyle ortaya çıkanlardan değil 'yupi' vasıfları taşıyanlardan müteşekkildi. Bu değişim meydanın kurtlara ve çakallara teslim edilmesini kolaylaştırdı. Sizin anlayacağınız, günümüzde mesele artık hem vebadan, hem de koleradan uzak durmak ve bunun için de temizliğine dikkat etmek meselesi olmaktan çıktı. Gereken şey bir yandan kendini kurt veya çakal şekline girmekten (onların sürüsüne dahil olmaktan) alıkoymak, bir yandan da kendini kurtların ve çakalların yemi haline getirmekten kaçınmaktır. Gençliğim her ikisine karşı da tedbir alabilecek tedarik sağladı bana. Çiğ yemedim; karnım ağrımaz.
İSMET ÖZEL
ismet özel
29.12.2002 - 14:05FAİLİ MEÇHUL NE DEMEK?
Bir fiilden haberdar oluyoruz; o meçhul değil, malûm. Gel gör ki bildiğimiz bu fiili kimin veya neyin yerine getirdiğini bilmiyoruz. Şimdi soralım: Failin kim veya ne olduğunu biz bilmedik diye o fail meçhul olur mu? Evet diyeceksiniz; ama cevabınız bana pek mantıklı görünmüyor. Hiç olmazsa fiili gerçekleştirenin kendisi o işi kimin yaptığını bilmiyor mu? Elbette biliyor. O halde fail en az bir kimse tarafından bilinmektedir. Yani en az bir kimsenin tahtında fail meçhul değildir. Acaba 'faili meçhul' ibaresini kullanmakla işlenen fiili kimin işlediğini bileni veya bilenleri adamdan saymamak gibi bir tutum mu benimsiyoruz? Faili bizden başkasının bilmesi hiç önemli değildir, failin malûm sayılması için onu bizim biliyor olmamız bir zarurettir demek mi istiyoruz? Öyle zahir. Öyleyse faili meçhul sözünün gerçekte hiçbir şey anlatmadığını, bunun bir mantıksızlık eseri olduğunu kabul etmemiz lâzım. Manâ itibariyle faili meçhul diye bir şey yok. Onun yerine manâlı bir söz olarak ne var? Kimseler o sözü diline dolamıyor; ama gerçekte 'Faili mestur' diye bir şey var. Yani fail aslında biliniyor bilinmesine ve fakat örtülüyor, bazı gözlerden gizleniyor.
Dikkat etmediniz mi? Bütün faili meçhullere aynı derecede önem atfedilmez. İnsanlar nazarında failini sakladıkları fiilin hangi sonuca yöneldiği her zaman en esaslı yeri tutmaktadır. Bu yüzden her nedense bazı faili meçhuller diğerlerinden daha 'meçhul'(!) dür. Okuduğunuz son cümle tuhafınıza gittiyse, ben sizin için derhal daha tuhaf bir cümle ilâve edeceğim: Her ne kadar faili meçhul sözü mantık dışı ise de faili meçhullerin kendi aralarında mertebelendirilmeleri gayet mantıklıdır. Çünkü biliriz ki dilbilgisi bakımından bir fiilin failinin 'meçhul' kılınması vakıanın bilhassa tebarüz ettirilmesini sağlamak içindir. Meselâ, deniz dalgalandı dediğimiz zaman, önem verdiğimiz şey denizi kimin veya neyin dalgalandırdığı değil, denizde hasıl olan dalgadır. Nasıl bir dalganın boyu diğerinden farklıysa, bir faili meçhul vasıtasıyla elde edilmek istenen etki de diğer faili meçhulden elde edilmek istenenden farklıdır. Ulaşacağımız çıkarsama şöyle olsa gerek: Bizim faili meçhul diye adlandırdığımız olayları üretenler faili malûm olayların üretiminden daha belirgin bir kast-ı mahsusla hareket etmişlerdir. Bundan böyle de aynı kastı güdeceklerdir.
Nedir bu kasıt? Şudur: Kandaşları bir kan davasının tarafları haline getirmek. Daha doğrusu kandaşların kendi kandaşlıklarının farkına varmalarını engellemek. Bazı olaylara faili meçhul demelerinin sebebi fiilin keyfi olarak icat edilmiş 'iç' düşmana hamledilmesini kolaylaştırmasıdır. Aynı sebeple bazı faili meçhul fiilleri gölgede bırakıyor, bazılarının üzerine büyüteç tutuyorlar. Böylece daha çok düşman olunması gerekenle, daha az düşman olunması gereken arasına bir mertebe farkı koyuyorlar. Bu kastı güdüyorlar, çünkü Türkiye topraklarında yaşayan herkesin aynı millete mensup olduğunun anlaşılmasıyla birlikte bu milletin emperyalizmin hazır lokması haline gelme imkânı ortadan kalkacak.
İSMET ÖZEL
ismet özel
29.12.2002 - 13:58'...Kimseye ağzının payının verilemediği bir ülkede yaşıyoruz. Uzun yıllar boyunca, en azından son kırk yıldır 'yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor' düşüncesi zihnimizi meşgul etti. Bir gün ev sahibinin hırsızı ağzının payını vereceğini ümid ediyorduk. Sosyal değişimin hakkaniyet konusunda bir duyarlık geliştireceği bize mantıklı görünüyordu. Diliyor ve özlüyorduk ki Türk toplumunun meşruiyet alanı inkâr edilemeyecek derecede açıklıkla benimsenebilecek. Fakat böyle olmadı. Son birkaç yılda Türkiye'yi evi sayanların kimler olduğu ve bu evin ahalisinin kimlerden teşekkül ettiği soruları eskisinden daha muğlak hale geldi. Kimse kimseye ağzının payını veremedi.'
İSMET ÖZEL
sezai karakoç
25.12.2002 - 18:21Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tifil vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttügünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız
SEZAİ KARAKOÇ (Şahdamar)
sezai karakoç
25.12.2002 - 18:00Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elınde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
SEZAİ KARAKOÇ (Kara Yılan)
sezai karakoç
25.12.2002 - 17:58...
Bilirim bilirim incilden yola çıktınız
Ama yolu çabuk şaşırdınız
İncilden kendinize bir şeyler katacağınıza
Kendinizden incile çok şeyler kattınız
Sevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işlediniz
Ama sonra tutup mermere taptınız
Mermeri kadeh kadeh
Bir alacakaranlik gibi içtiniz
Sonra kustunuz mermeri
Çağlarca kustunuz mermeri
...
Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız
Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız
Ama inandim ki doktorsunuz değilsiniz süryani
Doktorsunuz doktordan başka birşey değilsiniz yani
SEZAİ KARAKOÇ (Doktorun Karşısında)
sezai karakoç
25.12.2002 - 17:53Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz
SEZAİ KARAKOÇ (Hızırla Kırk Saat)
sezai karakoç
25.12.2002 - 17:50HAYATI
Sezai Karakoç 22 Ocak 1933 de Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğmuştur. Babası Yasin Efendinin koyduğu isim Muhammed Sezai’dir. Nüfus kayıtlarına geçerken bir karışıklık sonucu ağabeyinin ismi olan Ahmet Sezai’nin başına eklenmiştir. Resmi kayıtlarda adı Ahmet Sezai Karakoç’tur. Dedeleri Ergani ve yöresinde bir hayli tanınmış etkin kişilerdendir. Babasının babası Hüseyin efendi Plevne savaşına katılmış, Gazi Osman Paşanın takdirini kazanmıştır.Ailenin Lakabı Leventoğullarıdır.
Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçen ve 1938 yılında Ergani’de 3 ay ilkokul öncesi ihtiyat sınıfına devam eden Sezai Karakoç 6 yaşında ilk mektebe başlar ve 1944te Ergani’de bitirir. Maraş Orta Okuluna parasız yatılı olarak kayıt olur.1947 de burayı bitirerek Gaziantep’te yine parasız yatılı lise öğrenimine başlar. Gaziantep lisesinden 1950’de mezun olur.Felsefe okumak istediği için İstanbul’a gider. Babasının isteği İlahiyat fakültesiydi.Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girer. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır.Şayet sınavı kazanmazsa felsefe tahsili yapacaktır.
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955’te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamlar.Mecburi hizmet sebebiyle Maliye Bakanlığı’nda Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi Bölümüne atanır. Bu vazifenin bir istikbal sağlayamayacağı düşüncesiyle Maliye müfettişliği sınavına girer, Kazanır ve 11 Ocak 1956’da müfettiş yardımcılığı görevine başlar.1959 yılında İstanbul’da Gelirler Kontrolörüdür.Bir ara Ankara çağrılıp Yeğenbey Vergi Dairesinde görevlendirilirse de kısa bir müddet sonra yine İstanbul’daki görevine döner. Görevi icabı Anadolu’yu çok gezer ve bir çok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur.1960-1961 yıllarında yedek subay olarak askerlik görevini ifa ettikten sonra İstanbul’daki görevine kaldığı yerden devam eder.1965’ten 1973’e kadar bir çok kez istifa eder.1973’ten bu yana da hiçbir resmi görev almaz.
Kurucusu bulunduğu DİRİLİŞ YAYINLARI ve DİRİLİŞ DERGİSİ ile İstanbul’da hizmete devam eder.1990 yılında “Güller Açan Gül Ağacı” Amblemiyle Diriliş Partisi (DİRİ-P) ni kurar. Yedi yıl Partinin Genel Başkanlığını yürütür.Ancak 19 Mart 1997’de 2 genel seçime girmedi diye parti kapatılır.
ŞİİR: Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı/Gül Muştusu, Körfez/Şahdamar/Sesler, Zamana Adanmış Sözler, Ayinler, Leyla ile Mecnun, Ateş Dansı, Alın Yazısı Saati, Monna Rosa
ismet özel
25.12.2002 - 17:25İnsanoğlu yeryüzündeki uyanışına yaratılmış olduğunu farkederek varır. Ama iş burada bitmez, burada başlar. (Neyi Kaybettiğini Hatırla)
Sorunun konusu değil soru sorabilecek endişelere sahip olmak önemli.(Sorulunca Söylenen)
İSMET ÖZEL
ismet özel
25.12.2002 - 17:20İnsan için önüne çıkan bütün yollar 'yürünebilir' yollar ise, o insan artık kaybolmuştur. (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?)
Surat asmak hakkımız diyoruz, ama bunu eleştiri hakkımızı elde tutabilmek için söylüyoruz. (Surat Asmak Hakkımız)
İSMET ÖZEL
ismet özel
25.12.2002 - 17:14İnsanlar barış içinde yarışabilirler. Çünkü yarışa girmek eşitliği reddetmektir. İnsanlar aralarında kurulabilecek herhangi bir eşitliğe rıza göstermedikleri için birbirleriyle yarışırlar. Barış ve yarış birbirine her bakımdan uygundur. Yarışanlar kendileri öne geçmeye, başkalarını geride bırakmaya çabaladıkları yetmezmiş gibi, bir de kendilerinin olduğu kadar bütün yarışanların üstünde bir güç bulunduğunu ve bu gücün sonucun tasdikine karar vereceğini kabullenirler. Yarışta eşitsizlik iki katlıdır. Ne yarışanlar birbirleriyle, ne de onları yarıştıran onlarla bir eşitliği paylaşır. Eşitlik isteyenler barışı, barış isteyenler eşitliği dışlamak zorunda kalırlar.
İSMET ÖZEL (Bilinç Bile İlginç)
ismet özel
25.12.2002 - 17:12Yılmadan yap. Fırsatı kaçıracağın için değil, önünde yılgınlık göstereceğin her kimsenin bir zorba veya bir zorba adayı olması yüzünden. Yılma ki sıcaktan kavrulana gölgen, suda boğulana elin erişsin. Önce yap, sonra açıklarsın.
Bilgece yap. Yani koruyarak, yani için titreyerek, yani yıkkılmasın diye. Tutkuyla yap. Sana verilen yaşama gücünü kullan. Yılmadan, bilgece ve tutkuyla. Önce yap, sonra açıklarsın.
İSMET ÖZEL (Tahrir Vazifeleri)
ismet özel
25.12.2002 - 17:10İnsanlar hayra davet edildiği zaman, şeytanlar da, şeytani duygular da kendilerini tehdit altında hissediyorlar.
İSMET ÖZEL (Tehdit Değil Teklif)
ismet özel
25.12.2002 - 17:06Modern biçimler içine İslâmî bir öz yerleştirmeye çabalayan her kim olursa olsun kendini içi boşalmış bir ağacın estesizmin, postun yumuşaklığına, mumyanın kalıcılığına kaptırmış demektir. Artık o kimseler iki dünya hayatını kavramaktan imtina etmişler ve Allah'a teslim olarak özlerinin gürleşmesini arzulamaz hale gelmişlerdir
İSMET ÖZEL (İrtica Elden Gidiyor)
ismet özel
25.12.2002 - 17:05İdeolojiler müşterek bir aldanış olmaksızın ayakta duramazlar, düşünce ise müşterek bir aydınlanmayı gözetir.
İSMET ÖZEL (Faydasız Yazılar)
ismet özel
25.12.2002 - 17:04Dünyaya bakmayı aşıp dünyayı görme noktasına ulaştığımızda neye talip olmamız gerektiğini de anlarız.
İSMET ÖZEL (Bakanlar ve Görenler)
ismet özel
25.12.2002 - 17:01Modern yaşama biçimi küfr ile iman arasına çizgi çekmeyi bilen hiçbir müslümanı yozlaştıramaz. Yozlaşanlar modern yaşama biçimiyle karşılaşmadan önce de böyle bir çizgiyi hayatlarında önemli saymamış olanlardır.
İSMET ÖZEL (Taşları Yemek Yasak)
ismet özel
25.12.2002 - 17:00Amaçları bulanık olanlar kuşku yok ki araçların dolambaçlarında takılıp kalacaklardır. Balık için ördükleri ağa ayakları dolaşacak, tavşan için kurdukları tuzağa belki ellerini kaptıracaklardır
İSMET ÖZEL (Zor Zamanda Konuşmak)
ismet özel
25.12.2002 - 16:59Hayal, ipleri elden kaçırmaktır. Oysa öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, o ipin ucu sizin elinizden bir kaçtı mı, hemen bir başkasının eline geçiveriyor. Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz, ama bir başkası yaşıyor.
İSMET ÖZEL (Üç Mesele)
ismet özel
25.12.2002 - 16:56Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
omzunuzdan vaveylâ heybesini atın
boşa çıksın reislerin, kâhinlerin, şairlerin kuvveti
güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
ağız dolusu gülmeden taşlıkta.
İSMET ÖZEL (Bir Yusuf Masalı)
ismet özel
25.12.2002 - 16:55Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
İSMET ÖZEL (Mazot)
ismet özel
25.12.2002 - 16:54Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve simdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabin
başından başlayabilirim.
İSMET ÖZEL (Kanla Kirlenmiş Evrak)
ismet özel
25.12.2002 - 16:53İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
İSMET ÖZEL (Amentü)
ismet özel
25.12.2002 - 16:51HAYATI
İsmet Özel Söke'li bir ailenin altıncı çocuğu olarak 19 Eylül 1944'deKayseri'de doğdu. Babası polis memuru olduğundan sürekli yer değiştiren İsmet Özel 1955 yılında Kastamonu'da Abdülhak Hamit İlkokulu'nu, Çankırı'da ortaokulu ve 1962 yılında da Ankara Gazi Lisesi'ni bitirdi.İlk şiiri ilkokul yıllarındayken Ankara'da bir çocuk dergisinde yayınlanır. Lise öğrenimini sürdürdüğü sırada liselerarasında düzenlenen bir şiir yarışmasına katılır ve derece alır. Liseden sonra bir süre Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudu, bitiremeden ayrıldı.
İlk şiirini 1963'te yayınladı, aynı yıl Türkiye İşçi Partisi'ne üye oldu. Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir kulübü yönetim kurulunda önce sekreter, sonra asbaşkan olarak görev aldı. Arkadaşlarıyla birlikte Dönüşüm dergisinin hazırlanmasında, caddelerde satılmasında etkinlik gösterdi.
İlk şiir kitabı Geceleyin Bir Koşu 1966'da yayımlandı. Sonradan adı Dev-Genç olarak değiştirilen Fikir Kulüpleri Federasyonu kurucuları arasına katıldı. Fakülteden mezun olmaksızın ayrıldıktan sonra askerlik hizmetini Sivas, Konya, Elazığ ve Muş'ta sakıncalı bir onbaşı olarak bitirdi. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi'nin Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandı ve bu okuldan 1977'de mezun oldu.
1970'de Ataol Behramoğlu ile birlikte kurduğu 'Halkın Dostları' adlı dergi 18 sayı yayımlandıktan sonra sıkıyönetim bildirisiyle kapatıldı.
12 Mart 1971 müdehalesiyle gelişen olaylar şairin 'bağlanma' kavramıyla köktenci bir hesaplaşmaya girmesine yol açtı.1974'de Sezai Karakoç'un Diriliş dergisinde 'Amentü' adlı şiirini yayımladı.
1976'da evlendi.1977'den itibaren kaleme aldığı gazete yazılarından çoğu kitaplaştı.1981 yılında Fransızca okutmanlığına başladı.1988-1994 yılları arasında Çıdam Yayınları'nı yönetti.
Halen Bilgi Üniversitesi'nde şiir üzerine dersler vermekte; Milli Gazete ve Gerçek Hayat dergisinde yazılar yazmaktadır.
Evlidir. Dört çocuğu vardır.
Toplam 102 mesaj bulundu