Zamansız bir an içindeyim. Donmuş sokağın ortasında, Güneş binaların ardından doğuyor, gölgem diğer binaya vuruyor. Güneş yükseliyor, gölgem bana doğru geliyor, altımdan geçip diğer yanıma doğru ağırca uzanıyor ve binaların gölgesi vuruyor üstüme. Yok ediyor beni. Gece oluyor ay ışığı vuruyor, gölgem yine yanımda. Var olduğumu hissedebiliyorum.
Biri geliyor dolaşıyor etrafımda beynimin içine giriyor ve birden çıkıp gökyüzüne, karanlığın içine uzanıyor. Etrafımda dolaşıyor, öylesine hızlı ki, gölgem öylesine uzuyor ki, göremiyorum hiçbir bina, ağaç, hiçbir şey yok edemiyor gölgemi.
O Venüs. Geleceğim benim. Sonraki yaşamımda olacağım yer. Dünya şu anım. Elbet Güneş’ten kopup yol alacak evrenin boşluğuna ama buraya Venüs gelecek ve ben evrenin hiçliğinde donarken Dünya, uçup yerleşeceğim oraya yaşam yeniden başlayacak. Hidrojen kurtulacak yalnızlığından, su olup yıkayacak arındıracak tüm pisliklerimizden. Hiçbir nesne var olamaz tek başına, kaybolur gider hiçliğin dondurucu soğuğunda. Donan madde ısınabilmek için büzülür kendi içine, kendi ısısıyla ısınabilmek için. O da biter daha fazla büzülür, daha da, daha da...
Venüs, pırıltılı, dürr-i yekta; tek başına Samanyolu’nda evrenin tartısının bir kefesinde kendi, bir kefesinde Dünya. Ben donakalmış bu dünyada gölgemi var eden ışıltıya dönmüşüm gölgemi göremiyorum.
Binanın altında en köşesinde bir karınca var gölgesiyle aynı renkte ve tonda, kıskacında kendinden üç kat daha büyük kuru bir yaprak sürüklüyor bana doğru. Yoldaki taşlara takılıyor ama yılmıyor, sürüklüyor. Karşısındaki dağ gibi taşların, çöplerin üzerinden geçmeye çalışıyor. Onun yansıması gözlerimden içeri giriyor, sinirlerimde dolaşıyor milimetrelerce yolda saliselerce hızla ilerliyor. Onun yansıması gözlerimden içeri giriyor, sinirlerimde dolaşıyor milimetrelerce yolda saliselerce hızla ilerliyor girdiği, geçtiği her yer hareketleniyor; parmaklarım, göz kapaklarım kıpırdıyor, tüylerim dikleşiyor, yanak kaslarım geriliyor. Yürüyüp gidiyorum.
Hangisi diyorum, hangisi. Çok önceleri hedefler vardı, ulaşılması gereken yerler, kişiler, kahramanlar onların varlığından beslenip ben olacaktım onlar. Ama zaman, çürüyüp giden hücrelerim. Bular o günlere ait umutların o capcanlı, hücrelerin anı olarak kalıntıları; çürümeye yüz tutmuş hücreleri.
Güneş olmalı, ışık, parıltı gölgemi görmeliyim. Işık olmalı yanımda diğer yanımda gölgem, parıldayıp ışılatmalıyım diğer nesneleri var olduklarını görebilsinler, parıldayıp gölgeler yaratabilsinler.
..
ah minel aşk
21.10.2006 - 12:01ah min-el aşk Aşk, yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder. At olup koşar, kuş olup uçar. Hazine olur viran gönüllerde saklanır, kimya olur hakir topraklan altına dönüştürür. Sır olur saklanır, gonca olur açılır. Gül bahçesi olur kokusuyla âşıkları mest eder, güneş olur âşıklarının ümit meyvelerini olgunlaştırır.
Aşk olunca gönüller birleşir, aşk olunca kıyamet koparcasına hareketlilik olur. Aşk olunca şimşekler çakar, rahmetler yağar. Âlemler kıyama kalkarsa aşktandır. Hastaların şifa bulması aşktandır. Aşk ile döner gökler, aşk ile durur kâinat.
Aşk, Mecnun'dan Leyla'ya bir feryat, Mansur'dan dara bir sır, gözden kalbe bir yoldur. aşk her şeydir, her şey de aşktır.
İskender Pala
Gökçen
08.10.2006 - 01:41Göğe çeken anlamındadır. Ayasofya minareleri bunu işaret eder.
Toplam 2 mesaj bulundu