Sahabeyi okuyordum dün akşam.... öyle sıkı saf tutarlarmış ki... elbiselerinin omuz başları eskirmiş en önce..... en çok yama oralarda olurmuş.... sahabe efendilerimiz namazda öyle sıkı dururlarmış ki adeta nefes alamaz halde olurlarmış...
Peygamber Efendimiz (sav) , bu şekilde İslam kardeşliği üzere yaşayanların ecrini dile getirirken şöyle buyurmuşlardır:
'ALLAHın kulları arasında bir grup vardır ki onlar ne peygamber ne şehittirler, üstelik kıyamet günü Hz. ALLAH indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle, Peygamberler de şehitler de gıpta ederler.
Orada bulunan Sahabe-i Kiram sormuşlar, Ey ALLAHın Rasülü kimdir onlar bize haber verir misiniz? Peygamber Efendimiz, onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları mal olduğu halde ALLAH rızası için birbirlerini sevenlerdir.'
Bir ara merak ettim.elbise dolabımı açtım.ve kullandıgım elbiselerin en çok neresinin yıprandığına baktım...
hep cep bölümleri yıpranmış....
şaşırdım kaldım...
tamir görenlerde hep cep bölümlerinden tamir görmüş....
eee ne olacaktı dünyalık adamın elbisesi neresinden yıpranacaktı ki...
utanıyorum tam olarak utanıyorum oldu bir an....
ve sahabe ile kendisi arasında uçurumu bir kez daha anladı....
özür dilerim vaktiniz varsa bir de siz baksanıza elbiseleriniz neresinden yıpranmış..
Bir varmış, bir yokmuş... Bir vakitler, herkeslerin türlü savaşlardan sonra terkettiği bir viran şehrin yanında, bir dağ varmış... Bahar geldiğinde, eteklerine dağılmış binlerce kocayemiş, ıhlamur, amber ve mersin ağaçlarından yayılan baş döndürücü koku, tüm şehri tütsülermiş...Bu yüzden halk, Buhur Dağı ismini vermiş ona eskiden...
Dağ onca ağacına, çiçeğine, suyuna, taşına rağmen çok yalnızmış... Gün geceye durduğunda, gökyüzüne bakar, gördüğü her yıldıza bir türkü söylermiş... Efkarından pınarları ağlar, toprağı sızım sızım sızlarmış... İstermiş ki rüyaları gerçek olsun, gönlüne göre bir yareni olsun, koynunda uyuyup koynunda uyansın, dağ daha bir dağ olsun, sevda daha bir sevda olsun.
Yine öyle gecelerden bir gece, kaldırmış başını göğe, haykırıyormuş türküsünü ki; birden, bir hışırtı duymuş... Bakmış ki güzeller güzeli kınalı bir ceylan durur karşısında... Durur da öylece süzer nazlı gözlerini ona doğru...Buhur Dağı'nın kalbine kor ateşler düşmüş, heyecanla sarsılmış gövdesi...Dile gelmiş de seslenmiş bir bakışta vurulduğu Kınalı Ceylan'a...
'İşte nicedir beklediğim, nicedir düşlediğim yarim geldi, umudum, ışığım, sevincim geldi, hoş geldi... Yaklaş maralım, daha da yaklaş ki yakından göreyim güzelliğini.'
Ceylan ürkek, ceylan telaşlı, ardına bile bakmadan, seke seke gözden kaybolmuş sessizce... Sinmiş uzaktaki bir ağacın gölgesine, derdini dillendirmiş kendince:
'Sesini duydum uzak diyarlardan, yaktığın türkülerde anlattığın bendim koca dağ, Buhur Dağı! ... Sesine sevdalandım da buldum seni, yüreğine sevdalandım da sevdim seni. Ne var ki ben bir yaralı ceylan, sana ne hayrım olur ki, sana verecek neyim var ki. Geldim, gördüm, bildim seni...Fakat benim daha gidecek yolum, çekecek çilem var.'
Rüzgarlar Kınalı Ceylan'ın sedasını taşıdığında Buhur Dağı'na, kara bulutlar çökmüş zirvesine... Dağ öfkeli, dağ kırgın, adeta kükrer gibi söylemiş meramını:
'Duydum seni kınalım, duydum da duymasına, hem kendini gösterir hem de neden kaçarsın? Her gece seni söyledim ezgilerimde, seni yazdım gökyüzüne. Uçan kuşun kanadında, çağlayan nehirlerin nefesinde, tan yerinde şavkıyan seherlerde, yağmurların buğusunda aradım izini. Önce bana görün, sonra bırak git diye mi? Hemen şimdi dönesin bana geri, ya da ilelebet kanasın yaran; öyle ki kımıldayamayasın, öyle ki bir yudum su içmeye kalkamayasın çöküp kaldığın yerden! '
'Nedir bu hiddetin, feryadın? Nedir bu halden sual etmez gazabın? ... 'Zaman' dedikleri bir ilaç varmış, ben daha yollara düşüp onu bulacağım, yaramı onunla sarıp bekleyeceğim iyileşmeyi... Sende kalırsam şu halimle; sana acıdan, tasadan başka bir şey veremem. Sen bir yüce dağsın, sabır taşlarıyla döşeli bayırların... Beni sen de anlamazsan, kimler anlasın? '
Dağ küsmüş, ceylan boynu bükük; vurmuş kendini yollara... Bağrında Buhur Dağı'nın hasreti, vuslata ömrü yetsin diye dualar ederek Yaradan'ına, gözden kaybolup, gitmiş uzaklara...
Buhur Dağı fısıldamış ardından: ' Bekleyeceğim seni maralım, taşım üstünde taş kalmayıncaya, toprağımda tek bir ot bitmeyinceye değin...'
Ay güneşi, güneş ayı kovalamış durmuş, mevsimler mevsimlere, yıllar yıllara kavuşmuş... Diyar diyar gezmiş ceylan, deva bildiği mahir zaman iyileştirirken yarasını, Buhur Dağı'nın içli sesi, gönlünün mabedinden bir an olsun silinmemiş... Kızıl kınalı başını semaya kaldırıp da sevdasının ve sevdalısının sırrına erdiği yalnız gecelerinde, her bir yıldızdan yüreğine yansıyan ışık, yarinin kendisine adadığı türkülerinin giziymiş...
(Masalcı tam da öyle bir anda, sesini verivermiş masala...)
'Gecedir; ayrı düşmüş sevgililerin elzemi hasretleri göğsünde emziren... Gecedir; tek yürekte iki taşkın nehir gibi coşan, ikiyi bir kılan, biri ikiye bölen sevdaların beşiği... Ömür denilen ise ahu gözlü ceylanın kirpiğinde kanat çırpması kadar bir kelebeğin... Ceylan fani, dağ fani... Geldi vakti saati... Düştü ceylan sevdasının, sevdalısının yollarına...'
Günler birbiri ardına inci gibi dizilirken, hiç durmadan koşmuş ceylan... Ayaklarında dermanı kalmamış, acıkmış, susamış... Bir an olsun durmamış, Buhur Dağı'nın billur ırmaklarının suyuymuş susadığı, Buhur Dağı'nın kaynağıyla besleyip büyüttüğü ağaçların yemişleriymiş acıktığı... Derman, Buhur Dağı'nın koynundaymış.
Birbirlerini gördükleri ilk andaki kadar ışıltılı ve sakin bir gece, Kınalı Ceylan varmış yarinin eteklerine... Nice soğuk iklimlerden sıcak iklimlere değin yolunu gözlediği ceylanını, gelişinden bilmiş Buhur Dağı... Seslenmiş usulca:
'Ey kınalım, ey güzeller güzeli ceylanım, döndün demek sonunda bana... İyileşti mi yaran? Buldun mu çareni; bir su damlası gibi akıp gittiğin, bir kum tanesi gibi savrulduğun yollarda? Senin gönlümü kasıp kavuran hasretin, ehramı oldu ağaçlarımın, çiçeklerimin; tohumlar bile çatlayamadan küle döndü toprağımda... Vardın geldin ama; şimdi benim sana verecek neyim var; susuzluğunu gidereceğin bir pınarım bile yok ki; kuruyup gitti hepsi, acıktıysan seni neyle doyurayım; sabır taşlarımda biten otlarla kanmazsın ki açlığına.'
Ceylan bitkin; tırmanırken dağın yamacına, devrilivermiş bedeni kurumuş dalların arasına, küçücük kınalı başını vurmuş kocaman bir taşa... Son mecaliyle konuşmaya çalışırken, şu kelimeler dökülmüş dilinden: 'Sar beni Buhur Dağı'm... Sar beni yazgım olan; canım tenimden çıkmadan beni sana kavuşturan sevdan ile... Toprağından kanıma aksın ölüm, kanımdan toprağına aksın dirim, hasretinle yaktığın çiçeğin, ağacın, kanımla hayat bulsun yeniden. Ben sana karışayım, sende son bulup, sende doğayım... Bak şu kızıl yıldız var ya; işte o benim yıldızımdır. Ona söyleyerek şimdi en güzel türkünü, kollarında uyut beni güzel sesinle...'
Ve canını teslim etmiş ceylan oracıkta, nazlı gözleri kapanırken düşen iki damla yaş; yuvarlanıp dağın iki yanına, iki ayrı ırmağa dönüşürken... Buhur Dağı, tüm acılardan da büyük bir acıyla öyle sarsılmış, öyle inlemiş ki, gökyüzü yırtılmış sesinden, şimşekler çakmış, simsiyah bir yıldırım düşmüş zirvesine; ikiye bölmüş koca dağı...
O geceden sonra mevsim ne vakit bahara dönse, Buhur Dağı'nın ikiye ayrıldığı, Kınalı Ceylan'ın gözyaşlarından oluşan iki ırmağın kavuştuğu yerde kızıl bir gonca gül bitermiş. Açıp da yaprağını, kokusunu yele verdiğinde yıldızlı gecelerde; kimselerin duymadığı, kimselerin bilmediği bir türkü yankılanırmış o vadinin en kuytu yerinde...
*********
Her daim selam, sevgi, dua ve muhabbetlerimle... RABBİMİZ'e emanetimsin...
f.gülen hakkında bilgi edinmek istiyorum ama çevremde öyle bir ortamım yok..Hakkında çok kötü ve çok iyi şyler yazılıyor biz bilmeyenler çıkan her şeye inanmak durumunda kalabiliyoruz bana anlatırsanız sevinirim...
***DUA MÜMİNİN SİLAHIDIR*** ***DUANIZ OLMASA NE EHEMMİYETİNİZ VARDIR? *** ***EĞER ALLAH'I HAKKIYLA TANISAYDINIZ DULARINIZLA DAĞLARI BİLE YERİNDEN OYNATIRDINIZ***
'Ya Rabbi! Bizi her yerde kulluğunun gereğini yapan,uluhiyyetinin dergahında durup sana yalvaran ve Seni daha iyi tanımakla meşgul olan kullar eyle.' AMİN!
16.09.2008 - 00:56
Bismillahirrahmanirrahim.
Sahabeyi okuyordum dün akşam....
öyle sıkı saf tutarlarmış ki...
elbiselerinin omuz başları eskirmiş en önce.....
en çok yama oralarda olurmuş....
sahabe efendilerimiz namazda öyle sıkı
dururlarmış ki adeta nefes alamaz halde olurlarmış...
Peygamber Efendimiz (sav) , bu şekilde İslam kardeşliği üzere yaşayanların ecrini dile
getirirken şöyle buyurmuşlardır:
'ALLAHın kulları arasında bir grup vardır ki onlar ne peygamber ne şehittirler, üstelik kıyamet günü Hz. ALLAH indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle, Peygamberler de şehitler de gıpta ederler.
Orada bulunan Sahabe-i Kiram sormuşlar,
Ey ALLAHın Rasülü kimdir onlar bize haber verir misiniz?
Peygamber Efendimiz, onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları mal olduğu halde ALLAH rızası için birbirlerini sevenlerdir.'
Bir ara merak ettim.elbise dolabımı açtım.ve kullandıgım elbiselerin en çok neresinin yıprandığına baktım...
hep cep bölümleri yıpranmış....
şaşırdım kaldım...
tamir görenlerde hep cep bölümlerinden tamir görmüş....
eee ne olacaktı dünyalık adamın elbisesi neresinden yıpranacaktı ki...
utanıyorum tam olarak utanıyorum oldu bir an....
ve sahabe ile kendisi arasında uçurumu bir kez daha anladı....
özür dilerim vaktiniz varsa bir de siz baksanıza elbiseleriniz neresinden yıpranmış..
Tabi yıpranacak kadar kullanıyorsanız...!
Alıntı
25.05.2008 - 19:30
Bir varmış, bir yokmuş... Bir vakitler, herkeslerin türlü savaşlardan sonra terkettiği bir viran şehrin yanında, bir dağ varmış... Bahar geldiğinde, eteklerine dağılmış binlerce kocayemiş, ıhlamur, amber ve mersin ağaçlarından yayılan baş döndürücü koku, tüm şehri tütsülermiş...Bu yüzden halk, Buhur Dağı ismini vermiş ona eskiden...
Dağ onca ağacına, çiçeğine, suyuna, taşına rağmen çok yalnızmış... Gün geceye durduğunda, gökyüzüne bakar, gördüğü her yıldıza bir türkü söylermiş... Efkarından pınarları ağlar, toprağı sızım sızım sızlarmış... İstermiş ki rüyaları gerçek olsun, gönlüne göre bir yareni olsun, koynunda uyuyup koynunda uyansın, dağ daha bir dağ olsun, sevda daha bir sevda olsun.
Yine öyle gecelerden bir gece, kaldırmış başını göğe, haykırıyormuş türküsünü ki; birden, bir hışırtı duymuş... Bakmış ki güzeller güzeli kınalı bir ceylan durur karşısında... Durur da öylece süzer nazlı gözlerini ona doğru...Buhur Dağı'nın kalbine kor ateşler düşmüş, heyecanla sarsılmış gövdesi...Dile gelmiş de seslenmiş bir bakışta vurulduğu Kınalı Ceylan'a...
'İşte nicedir beklediğim, nicedir düşlediğim yarim geldi, umudum, ışığım, sevincim geldi, hoş geldi... Yaklaş maralım, daha da yaklaş ki yakından göreyim güzelliğini.'
Ceylan ürkek, ceylan telaşlı, ardına bile bakmadan, seke seke gözden kaybolmuş sessizce... Sinmiş uzaktaki bir ağacın gölgesine, derdini dillendirmiş kendince:
'Sesini duydum uzak diyarlardan, yaktığın türkülerde anlattığın bendim koca dağ, Buhur Dağı! ... Sesine sevdalandım da buldum seni, yüreğine sevdalandım da sevdim seni. Ne var ki ben bir yaralı ceylan, sana ne hayrım olur ki, sana verecek neyim var ki. Geldim, gördüm, bildim seni...Fakat benim daha gidecek yolum, çekecek çilem var.'
Rüzgarlar Kınalı Ceylan'ın sedasını taşıdığında Buhur Dağı'na, kara bulutlar çökmüş zirvesine... Dağ öfkeli, dağ kırgın, adeta kükrer gibi söylemiş meramını:
'Duydum seni kınalım, duydum da duymasına, hem kendini gösterir hem de neden kaçarsın? Her gece seni söyledim ezgilerimde, seni yazdım gökyüzüne. Uçan kuşun kanadında, çağlayan nehirlerin nefesinde, tan yerinde şavkıyan seherlerde, yağmurların buğusunda aradım izini. Önce bana görün, sonra bırak git diye mi? Hemen şimdi dönesin bana geri, ya da ilelebet kanasın yaran; öyle ki kımıldayamayasın, öyle ki bir yudum su içmeye kalkamayasın çöküp kaldığın yerden! '
Ceylanın küçücük yüreği burkulmuş acıyla... Korka korka dağın hışmından, seslenmiş ona titreyen sesiyle:
'Nedir bu hiddetin, feryadın? Nedir bu halden sual etmez gazabın? ... 'Zaman' dedikleri bir ilaç varmış, ben daha yollara düşüp onu bulacağım, yaramı onunla sarıp bekleyeceğim iyileşmeyi... Sende kalırsam şu halimle; sana acıdan, tasadan başka bir şey veremem. Sen bir yüce dağsın, sabır taşlarıyla döşeli bayırların... Beni sen de anlamazsan, kimler anlasın? '
Dağ küsmüş, ceylan boynu bükük; vurmuş kendini yollara... Bağrında Buhur Dağı'nın hasreti, vuslata ömrü yetsin diye dualar ederek Yaradan'ına, gözden kaybolup, gitmiş uzaklara...
Buhur Dağı fısıldamış ardından:
' Bekleyeceğim seni maralım, taşım üstünde taş kalmayıncaya, toprağımda tek bir ot bitmeyinceye değin...'
Ay güneşi, güneş ayı kovalamış durmuş, mevsimler mevsimlere, yıllar yıllara kavuşmuş... Diyar diyar gezmiş ceylan, deva bildiği mahir zaman iyileştirirken yarasını, Buhur Dağı'nın içli sesi, gönlünün mabedinden bir an olsun silinmemiş... Kızıl kınalı başını semaya kaldırıp da sevdasının ve sevdalısının sırrına erdiği yalnız gecelerinde, her bir yıldızdan yüreğine yansıyan ışık, yarinin kendisine adadığı türkülerinin giziymiş...
(Masalcı tam da öyle bir anda, sesini verivermiş masala...)
'Gecedir; ayrı düşmüş sevgililerin elzemi hasretleri göğsünde emziren... Gecedir; tek yürekte iki taşkın nehir gibi coşan, ikiyi bir kılan, biri ikiye bölen sevdaların beşiği... Ömür denilen ise ahu gözlü ceylanın kirpiğinde kanat çırpması kadar bir kelebeğin... Ceylan fani, dağ fani... Geldi vakti saati... Düştü ceylan sevdasının, sevdalısının yollarına...'
Günler birbiri ardına inci gibi dizilirken, hiç durmadan koşmuş ceylan... Ayaklarında dermanı kalmamış, acıkmış, susamış... Bir an olsun durmamış, Buhur Dağı'nın billur ırmaklarının suyuymuş susadığı, Buhur Dağı'nın kaynağıyla besleyip büyüttüğü ağaçların yemişleriymiş acıktığı... Derman, Buhur Dağı'nın koynundaymış.
Birbirlerini gördükleri ilk andaki kadar ışıltılı ve sakin bir gece, Kınalı Ceylan varmış yarinin eteklerine... Nice soğuk iklimlerden sıcak iklimlere değin yolunu gözlediği ceylanını, gelişinden bilmiş Buhur Dağı... Seslenmiş usulca:
'Ey kınalım, ey güzeller güzeli ceylanım, döndün demek sonunda bana... İyileşti mi yaran? Buldun mu çareni; bir su damlası gibi akıp gittiğin, bir kum tanesi gibi savrulduğun yollarda? Senin gönlümü kasıp kavuran hasretin, ehramı oldu ağaçlarımın, çiçeklerimin; tohumlar bile çatlayamadan küle döndü toprağımda... Vardın geldin ama; şimdi benim sana verecek neyim var; susuzluğunu gidereceğin bir pınarım bile yok ki; kuruyup gitti hepsi, acıktıysan seni neyle doyurayım; sabır taşlarımda biten otlarla kanmazsın ki açlığına.'
Ceylan bitkin; tırmanırken dağın yamacına, devrilivermiş bedeni kurumuş dalların arasına, küçücük kınalı başını vurmuş kocaman bir taşa... Son mecaliyle konuşmaya çalışırken, şu kelimeler dökülmüş dilinden:
'Sar beni Buhur Dağı'm... Sar beni yazgım olan; canım tenimden çıkmadan beni sana kavuşturan sevdan ile... Toprağından kanıma aksın ölüm, kanımdan toprağına aksın dirim, hasretinle yaktığın çiçeğin, ağacın, kanımla hayat bulsun yeniden. Ben sana karışayım, sende son bulup, sende doğayım... Bak şu kızıl yıldız var ya; işte o benim yıldızımdır. Ona söyleyerek şimdi en güzel türkünü, kollarında uyut beni güzel sesinle...'
Ve canını teslim etmiş ceylan oracıkta, nazlı gözleri kapanırken düşen iki damla yaş; yuvarlanıp dağın iki yanına, iki ayrı ırmağa dönüşürken...
Buhur Dağı, tüm acılardan da büyük bir acıyla öyle sarsılmış, öyle inlemiş ki, gökyüzü yırtılmış sesinden, şimşekler çakmış, simsiyah bir yıldırım düşmüş zirvesine; ikiye bölmüş koca dağı...
O geceden sonra mevsim ne vakit bahara dönse, Buhur Dağı'nın ikiye ayrıldığı, Kınalı Ceylan'ın gözyaşlarından oluşan iki ırmağın kavuştuğu yerde kızıl bir gonca gül bitermiş. Açıp da yaprağını, kokusunu yele verdiğinde yıldızlı gecelerde; kimselerin duymadığı, kimselerin bilmediği bir türkü yankılanırmış o vadinin en kuytu yerinde...
*********
Her daim selam, sevgi, dua ve muhabbetlerimle... RABBİMİZ'e emanetimsin...
12.12.2006 - 10:15
Hizmet Duası (aminler olsun)
Bahçıvanın dizinden
Şu hizmet denizinden
Kutluların izinden
Sen ayırma Allah'ım!
İslam'ın onurundan
Işık evin nurundan
Nur Adam'ın yolundan
Sen ayırma Allah'ım!
Hidayet güneşinden
Sevdanın ateşinden
Sahabenin peşinden
Sen ayırma Allah'ım!
İman denen nimetten
Yolundaki hicretten
Öldür ama, hizmetten
Sen ayırma Allah'ım!
Dostalar ile sohbetten
Meleklerle halvetten
Hele de uhuvvetten
Sen ayırma Allah'ım!
Ezanın sadasından
Şehadet sevdasından
Kardeşler arasından
Sen ayırma Allah'ım!
Kevser'in arzusundan
Muhabbet ordusundan
Şu hizmet kapısından
Sen ayırma Allah'ım!
Amiiiin
10.11.2006 - 04:53
f.gülen hakkında bilgi edinmek istiyorum ama çevremde öyle bir ortamım yok..Hakkında çok kötü ve çok iyi şyler yazılıyor biz bilmeyenler çıkan her şeye inanmak durumunda kalabiliyoruz bana anlatırsanız sevinirim...
25.03.2006 - 19:40
70.Şiirim USSUZ
Üşüyorum sert esen rüzgardan
Korkuyorum o ıslıklı uğultudan
Ağlıyorum hayatın çıkmazlarından
Gemiler kalkar son limanından
Ağlıyor musun özüne hitap edenden
Karanlığına boğulmuş günden
Bir hiç uğuruna hep istemeden
Bayrak dalgalanır üstümüzden
Saçında başörtüsü gibi yama
Beni çıkılmaz dertlere koyma
Acıyı sağ gösterip sol vurma
Kendini kullanıp başkasıyla oynama
Dereler akar yerinde durmaz
Vakit daralır ömür uzamaz
Hayatlar başka baharlara kalmaz
Faniye verip de kimse uslanmaz! ..
NİDDİAZES İKİZDERE/RİZE
MAYIS 2000 KARS
[email protected]
10.03.2006 - 01:07
selamünaleyküm ey insan-ı kamil! ! !
***DUA MÜMİNİN SİLAHIDIR***
***DUANIZ OLMASA NE EHEMMİYETİNİZ VARDIR? ***
***EĞER ALLAH'I HAKKIYLA TANISAYDINIZ DULARINIZLA DAĞLARI BİLE
YERİNDEN OYNATIRDINIZ***
'Ya Rabbi! Bizi her yerde kulluğunun gereğini yapan,uluhiyyetinin dergahında durup sana yalvaran ve Seni daha iyi tanımakla meşgul olan kullar eyle.' AMİN!
06.11.2005 - 02:53