hem deli,,,hem eli kanlı katil,,,hem mhp'li ,,, belkide söylediği gibi isa :-))) (aslında onun cezaevinde değilde bakırköy de yatması daha uygun olurdu sanırım)
hoş geldiniz diyemem size
çünkü hoş değil ölüm geldiniz
kan,baskı,zulüm getirdiniz
ben Türkiyeli devrimci çocuk
henüz ondört yaşımdayım
sizi çok iyi tanıyorum
siz adı konulmamış çiçeklerin katilleri
siz kıyımların,işkencelerin sahipleri
hoş geldiniz diyemem size
çünkü hoş değil ölüm geldiniz
kan,baskı,zulüm getirdiniz
ben Türkiyeli devrimci çocuk
henüz ondört yaşımdayım
sizi çok iyi tanıyorum
siz adı konulmamış çiçeklerin katilleri
siz kıyımların,işkencelerin sahipleri
ahmet kaya'yı dinliyorum gözlerim yaşlı
küçük adamları büyütmek
değerleri öğütmek kolaylaştı
iyigünün büyük dostları bir merhabadan kaçtı
ahh kendimizden bile kaçtığımız
şu korkaklık bizde
yıllara yenilmeyecek yaralar açtı
isyanım yüreğimden taştı
ahmet kaya'yı dinliyorum gözlerim yaşlı
sevgi dolu bir vapur gibi geçiyor yaslı gözlerimden
heybesinde hüzün var boşaltılan köylerden
çiçekler solmaz mı kopartılırsa dilinden
o yüreğiyle tutuyordu türkülerin elinden
ve türkiye gibiydi
hep veriyordu kendinden
ahmet kaya'yı dinliyorum
türkülerim yetim
nazım ustaya
yılmaz güney'e de kıymadılar mı memleketim
sürgün yanar yüreğim
2
telleriyle seviştiği sazından
yasaklarında piştiği
yine de şerbet gibi iştiği yurdundan
koparmak bir ozanı
daha beterdir darağacından
yüreğim yanar sürgün
türkülerin gibi paylaşalım ozanım
birazcıkta bana uzat acından
nisan/ temmuz 2001
'Sevgili Ahmet Kaya'mız için yazdığın o duyarlı şiiri aldım.
Şiiriniz çok güzel emeğinize sağlık'
GÜLTEN KAYA
Tu
erê tu
kurikê reş
di sahneyeke dîwarê
ya bi xwîn da
gulebaran dikirin
tu her şev
gava ku
fîlm dawî lê tê
zarok digirîn
bi zorî
dike ku bikene
keçika evîndar
ya baştir ew e
tu nemire kurikê reş
eger ku
fîlm dawî lê bê
û tu bimirî
rûyê min ê
koçber be
here dûrecihan
evîn ê bixeyîde
Taş duvar, demir karyola ve yerlerde sayısız izmaritler.
Helanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin,
Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız.
Ranzanın karşısında kafesli demir kapı,
Arkasında Mehmet.
Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
Mehmedim utanıyor, kahroluyor.
‘Askerlik ağam n’aparsın’diyor.
Aslında o da tutsak.
Ben hücre içinde, o hücre önünde.
Günde beş kere büyük başlar bakar içeriye;
Yüzlerinde tecessüs.
‘Çılgın adam,3-5 kişi ile koskoca karanlıklar
İmparatorluğuna kafa tutan adalılar.’
Ama yine de ‘çılgın adamın’ karşısında
Bir eziklik, bir burukluk duyuyorlar o başka.
Gündüz gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
Zaman ve mekan özümlenmiş artık.
Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren.
Işık yirmidört saat yanar.
Bir nefes, bir dumandır yoldaşım,
Cigaramı her çekişte duman olur,
Uçar giderim, ta uzaklara.
Çoğu kere Ada’ma giderim,
Cigaramın dumanı, beni memleketime; Ada’ma götürür.
Kahpe İstanbul’un, kahpe bir bölgesinde,
Bir evdeyim, yoldaşlarımla beraber.
Bu ev, yoldaşlık-dostluk-kardaşlık-mertlik-kazanç ve sevgi evidir.
..........
..........
Sibel Yalçın Destanı 1. Biz Hiç Teslim Olmadık Ki!
Daha onsekizinde. Ömrünün baharında. Ölüm daha çok uzak yaşına. Umut onunla, sevinç onunla, gelecek onunla. Yükselsin diye erdemin bayrağı semalarımızda, onsekizinde, ömrünün baharında, yüreğine doldurup umudu, düştü hasretinin ardına. Erken büyüyor çoçuklarımız. Onaltı yaşında direnişçi, onsekizinde bir kahraman. Öyle bilge, öyle insan, gözlerinde gökyüzünün yedi rengi. Uyanıyor bir Haziran sabahında İstanbul. Uyanıyor Gazi, uyanıyor Armutlu, Okmeydanı uyanıyor. Gündönüyor, varoşlardan akıyor hayat. Taze bir bahar havası sokaklarda. Uyanıyor İstanbul. Gencecik bir kızın, Sibel’in zafer sloganlarıyla. Bu haykırış, bu slogan, bu ses. Tanıyor bu sesi insanlık binlerce yıl öncesinden, Anadolu köylerinden tanıyor. Baba İshak’tan, Demirci Kawa’dan, Köroğlu’ndan, Bedreddin’den tanıyor. Pir Sultan’ın sesi bu. Yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan. Bir ana, nasıl korursa yavrularını kötülüklerden, bir güvercin nasıl çırpınırsa yavruları için, öyle koruyor yoldaşlarını. Onun mayasında vefa var, özveri var, tereddütsüz kendini feda etmek var yolunu gözleyenlere. O feda kuşağının evladı. Kaç kez geçti de ateş çemberinden, kaç kez sınadı da yüreğini kavgada, öyle aldı bu yükü omuzlarına. Geri çekiliyor vuruşa vuruşa. Gecekondular sıralanmış yolu boyunca. Çiçekleniyor sokaklar o vuruştukça. Gözler aralamış perdeleri. “Gir içeri” diyor gözler. “Burası siper, burası vatan sana”. Sırtından sıvazlıyorlar Sibel’i. Gözlerimizden bir damla yaş olup akanlar. Dört mevsime, yedi iklime sorduklarımız. Canımızdan çok sevdiklerimiz. Kulağına eğiliyorlar ve “SOR bunların hesabını” diyorlar. “Bir vakit orman kuytuluklarına atılmanın, dipsiz kuyulara salınmanın, ahlaksızlıkların, namussuzlukların...SOR bunların hesabını. Makineye kaptırılan kol için sor, Üzerine kurşun yağan bedenler için SOR”. Güç veriyorlar. Damarlarına taze kan oluyorlar. Akacaklarını bile bile. Biz hiç teslim olmadık ki. Pir Sultan teslim olmadı ki Hızır Paşa’ya. Mahir teslim olmadı ki. Bedreddin bir kez bile el pençe divan durmadı ki. Seyid Rıza dar ağacında kendi çekti ya ipini. Çiftehavuzlar’da, Bağcılar’da, nazlı nazlı dalgalanan bayrağımız, Sabo’larımız, Niyazi’lerimiz hiç teslim olmadı ki. Yazmaz tarih kitapları başeğdiğimizi zulmün önünde. Ölüme, yarine hasret bir sevdalı gibi sarılıp öylece ölürüz de, başeğmeyiz yine de zulmün önünde. Ey evladını yitirmiş analar. Ey şafak söktüğünde yola dizilip, gecekondu sokaklarında çamura toza bulananlar, alnından akan terle, toprağı işleyenler. Bir dilim ekmek için, gündoğumuyla günbatımını, kör karanlık mahzenlerde yitirenler. Ey işçiler. Gökkuşağının renkleriymişçesine tamamlayanlar birbirlerini, Anadolu’ya can katanlar, halklarımız! Öpün koklayın hasretle. Vatan diye kucaklayın şimdi o gülen fotoğrafı... SİBEL’İ...
Ölüm onları apansız yakalamadı Ülkemizin uçsuz bucaksız sıradağlarında ve ovalarında Kentlerin yoksul mahallerinde ve uğuldayan meydanlarında Kuşatmalar altında ve barikatlar arkasından Sömürüye zulme boyun eğmemenin onuruyla Ölümün üstüne yürüdü onlar Tereddüt etmediler yok; ‘Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik’ diyerek Türkülerle, marşlarla karşıladılar ölümü Özgür ve eşit bir gelecek için Canımızdan bir parça koparırcasına En iyilerimizi verdik toprağa Onlar, yaratılan devrimci değerlerin, Onurun, erdemin, inancın simgeleri olarak Yüreklerimizi dolduruyor, bilincimizi aydınlatıyor Bizi kopmaz bağlarla bağlıyor devrime.
Oy dere Kızıldere
Böyle akışın nere?
Onlar biter mi sandın
Sana can vere vere
Dere bizim evimiz
Suyu alın terimiz
Söyle nedendir dere
Vurulur gençlerimiz?
Dere böyle durulmaz
Gence kurşun sıkılmaz
Sanma faşist olandan
Birgün hesap sorulmaz
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
Uy anam anam haziranda ölmek zor
Çalışmışım on beş saat
Tükenmişim on beş saat
Yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım
Anama sövmüş patron
Sıkmışım dişlerimi
Islıkla söylemişim umutlarımı
Sıcak bir ev özlemişim
Sıcak bir yemek
Sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler
Çıkmışım bir dalgadan
Vurmuşum sokaklara
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sarı sarı yapraklarla, dallarda
İnsan iskeletleri
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
“Uyarına gelirse tepemde bir de çınar” demiştin
Yıllar önce
Demek ki on yıl sonra
Demek ki sabah sabah
Demek ki “manda gönü”
Demek ki “şile bezi”
Bir de Memed’in yüzü
Bir de saman sarısı
Bir de özlem kırmızısı
Demek ki göçtü usta
Kaldı yürek sızısı
Yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına
Üç haziran altmışüçü
Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Okşar yanan alnını Nazım Usta’nın
Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Yatıyor oralarda bir eski gömütlükte
Yatıyor usta
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
Şuramda bir kuş ötüyor
Haziranda ölmek zor
Namluların gölgesinde binlerce yürek, sahip çıktı Sibel’e. Komutan binlerce el üzerinde, sarı bir yıldızın ışığıyla uğurlandı. Halk evladını bağrına bastı. Şimdi, sokakları yakıp kavuran, sadece gökyüzüne asılı duran güneşin sıcağı değil, bir halkın öfkesi yakıyor şimdi zulmün bağrını. Delikanlılarımız, genç kızlarımız, üzerine dünyanın en güzel türküsünü adı işlenmiş kırmızı fularlarını yüzlerine takıp, savurdukları ateş toplarıyla, aydınlatıyorlar gecenin karanlığını. Şimdi cenk mevsimidir. Dağların heybetini alıp ardına yürüyenler, zindan karanlığına direnler, Buca’da, Ümraniye’de destan yazanlar ve yeni destanlara bilenenler, Anadolu’nun her köşesinde, zulmedenlerin düşlerini karabasanlara çevirenler, binlerce Sibel olup haykırıyorlar.
Namluların gölgesinde binlerce yürek, sahip çıktı Sibel’e. Komutan binlerce el üzerinde, sarı bir yıldızın ışığıyla uğurlandı. Halk evladını bağrına bastı. Şimdi, sokakları yakıp kavuran, sadece gökyüzüne asılı duran güneşin sıcağı değil, bir halkın öfkesi yakıyor şimdi zulmün bağrını. Delikanlılarımız, genç kızlarımız, üzerine dünyanın en güzel türküsünü adı işlenmiş kırmızı fularlarını yüzlerine takıp, savurdukları ateş toplarıyla, aydınlatıyorlar gecenin karanlığını. Şimdi cenk mevsimidir. Dağların heybetini alıp ardına yürüyenler, zindan karanlığına direnler, Buca’da, Ümraniye’de destan yazanlar ve yeni destanlara bilenenler, Anadolu’nun her köşesinde, zulmedenlerin düşlerini karabasanlara çevirenler, binlerce Sibel olup haykırıyorlar.
Kuşandık genç öfkeni
Taşların kucaklarımızda
Bizlere öğrettiğin kavga
Kavgamız büyüyor omuzlarımızda
Alnındaki kurşun yarası
Sönmeyen bir ateş şimdi
Büyüyor inatçı kavgamız da büyüyor
Sarıyor halkın yüreğini
Zaptettiğimiz alanlara
Sesini taşıyacağız
Kanımızla yazıyoruz tarihi
Haklıyız kazanacağız
Hasretin o büyük güne
Savaşarak varacağız
Silahımız söyleyecek son sözü
Haklıyız kazanacağız
Zulmün zindanlarında
Açlığın ortasında
Teslim almak için
Kuşattılar umudu
Tutsaklar haykırdılar
Tek nefes oldular
(barikatlar kurdular)
Teslim olmayacağiz
Öleceğiz dediler
Direniş mevzisinde
Kavganın ateşinde
Yiğitler bayrak oldu
Halkların yüreğinde
Şehitlerle yıkarız
Köhnemiş duvarları
Kanla yazılan tarih
Işıtır yarınları
Künyemize kazıdık
Onları destan destan
Unutmak haramdır bize
Son sözümüz özgür vatan...
Üç karanfil türkü söyler
Bağcılar’da geceleyin
Yanmaz yürek nasır tutmuş
Kor içinde kalmış deyin
Al beni de, al beni de
Yüreğine sar beni de
Umut Şaha kalkmış dostlar
Korku salmış eceline
İnancımızın sesidir
Şehitlerimizden kalan
Öfkemizin mayasıdır
Türkümüzü sonsuz kılan
İşte bizim son sözümüz
Kanımızla yazıyoruz
Özgür doğacak günlerin
Bedelini ödüyoruz
Sarıl yurduna, sahip çık yarına
Savaşmak yenilmez kılar insanı
Biz ki yangınlardan çıkıp geliriz
Sıcak namlulara damlar terimiz
Kuşatmalarda teslim olan sendin
Sen teslim ol bize ölüm, sen teslim ol
Kavganın alevlidir rüzgarı
Yayılır gider ılık ılık
Dağların başakların üzerinden
Buğday gibi bereketli
Akarsu gibi aydınlık
Kim demiş ölüm var diye bize
Kardeş kardeş atan bu yürek bizim
Hey!
Bize ölüm yok
Bu yürek hiç durmayacak
Bu yürek hiç susmayacak
vietnam
18.11.2004 - 20:17EMPERYALİZME,KARŞI MÜCADELE EDİP ONLARA DERS VEREN! ! ! !
VE ZAFER KAZANILAN BİR ÜLKE! ! !
ASIL BU TERİMİ AMERİKALILARA VE AMERİKAN ASKERLERİNE SORMAK LAZIM? ? ? :-))) ONLAR DAHA İYİ BİLİRLER
'' YA ÖZGÜR VATAN -YA ÖLÜMMMMM ''
mehmet ali ağca
18.11.2004 - 19:58hem deli,,,hem eli kanlı katil,,,hem mhp'li ,,, belkide söylediği gibi isa :-))) (aslında onun cezaevinde değilde bakırköy de yatması daha uygun olurdu sanırım)
asena
17.11.2004 - 23:03---dişi it --- dansöz asena çok hoş,kıvrak,rakkase :-)))
faşizm
15.11.2004 - 18:25Faşistleri Karşılama
hoş geldiniz diyemem size
çünkü hoş değil ölüm geldiniz
kan,baskı,zulüm getirdiniz
ben Türkiyeli devrimci çocuk
henüz ondört yaşımdayım
sizi çok iyi tanıyorum
siz adı konulmamış çiçeklerin katilleri
siz kıyımların,işkencelerin sahipleri
faşist
15.11.2004 - 18:24Faşistleri Karşılama
hoş geldiniz diyemem size
çünkü hoş değil ölüm geldiniz
kan,baskı,zulüm getirdiniz
ben Türkiyeli devrimci çocuk
henüz ondört yaşımdayım
sizi çok iyi tanıyorum
siz adı konulmamış çiçeklerin katilleri
siz kıyımların,işkencelerin sahipleri
ahmet kaya
15.11.2004 - 18:18SÜRGÜN YANAR YÜREĞİM (Ahmet Kaya için)
1
ahmet kaya'yı dinliyorum gözlerim yaşlı
küçük adamları büyütmek
değerleri öğütmek kolaylaştı
iyigünün büyük dostları bir merhabadan kaçtı
ahh kendimizden bile kaçtığımız
şu korkaklık bizde
yıllara yenilmeyecek yaralar açtı
isyanım yüreğimden taştı
ahmet kaya'yı dinliyorum gözlerim yaşlı
sevgi dolu bir vapur gibi geçiyor yaslı gözlerimden
heybesinde hüzün var boşaltılan köylerden
çiçekler solmaz mı kopartılırsa dilinden
o yüreğiyle tutuyordu türkülerin elinden
ve türkiye gibiydi
hep veriyordu kendinden
ahmet kaya'yı dinliyorum
türkülerim yetim
nazım ustaya
yılmaz güney'e de kıymadılar mı memleketim
sürgün yanar yüreğim
2
telleriyle seviştiği sazından
yasaklarında piştiği
yine de şerbet gibi iştiği yurdundan
koparmak bir ozanı
daha beterdir darağacından
yüreğim yanar sürgün
türkülerin gibi paylaşalım ozanım
birazcıkta bana uzat acından
nisan/ temmuz 2001
'Sevgili Ahmet Kaya'mız için yazdığın o duyarlı şiiri aldım.
Şiiriniz çok güzel emeğinize sağlık'
GÜLTEN KAYA
yılmaz güney
15.11.2004 - 18:16Bo Yilmaz Güney
Tu
erê tu
kurikê reş
di sahneyeke dîwarê
ya bi xwîn da
gulebaran dikirin
tu her şev
gava ku
fîlm dawî lê tê
zarok digirîn
bi zorî
dike ku bikene
keçika evîndar
ya baştir ew e
tu nemire kurikê reş
eger ku
fîlm dawî lê bê
û tu bimirî
rûyê min ê
koçber be
here dûrecihan
evîn ê bixeyîde
mahir çayan
15.11.2004 - 18:02Hücredeki Adalinin Rüyasi
Taş duvar, demir karyola ve yerlerde sayısız izmaritler.
Helanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin,
Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız.
Ranzanın karşısında kafesli demir kapı,
Arkasında Mehmet.
Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
Mehmedim utanıyor, kahroluyor.
‘Askerlik ağam n’aparsın’diyor.
Aslında o da tutsak.
Ben hücre içinde, o hücre önünde.
Günde beş kere büyük başlar bakar içeriye;
Yüzlerinde tecessüs.
‘Çılgın adam,3-5 kişi ile koskoca karanlıklar
İmparatorluğuna kafa tutan adalılar.’
Ama yine de ‘çılgın adamın’ karşısında
Bir eziklik, bir burukluk duyuyorlar o başka.
Gündüz gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
Zaman ve mekan özümlenmiş artık.
Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren.
Işık yirmidört saat yanar.
Bir nefes, bir dumandır yoldaşım,
Cigaramı her çekişte duman olur,
Uçar giderim, ta uzaklara.
Çoğu kere Ada’ma giderim,
Cigaramın dumanı, beni memleketime; Ada’ma götürür.
Kahpe İstanbul’un, kahpe bir bölgesinde,
Bir evdeyim, yoldaşlarımla beraber.
Bu ev, yoldaşlık-dostluk-kardaşlık-mertlik-kazanç ve sevgi evidir.
..........
..........
Mahir Çayan
aşık veysel
15.11.2004 - 17:52halk ozanı ! ! ! !
sibel yalçın
14.11.2004 - 18:30Sibel Yalçın Destanı 1. Biz Hiç Teslim Olmadık Ki!
Daha onsekizinde. Ömrünün baharında. Ölüm daha çok uzak yaşına. Umut onunla, sevinç onunla, gelecek onunla. Yükselsin diye erdemin bayrağı semalarımızda, onsekizinde, ömrünün baharında, yüreğine doldurup umudu, düştü hasretinin ardına. Erken büyüyor çoçuklarımız. Onaltı yaşında direnişçi, onsekizinde bir kahraman. Öyle bilge, öyle insan, gözlerinde gökyüzünün yedi rengi. Uyanıyor bir Haziran sabahında İstanbul. Uyanıyor Gazi, uyanıyor Armutlu, Okmeydanı uyanıyor. Gündönüyor, varoşlardan akıyor hayat. Taze bir bahar havası sokaklarda. Uyanıyor İstanbul. Gencecik bir kızın, Sibel’in zafer sloganlarıyla. Bu haykırış, bu slogan, bu ses. Tanıyor bu sesi insanlık binlerce yıl öncesinden, Anadolu köylerinden tanıyor. Baba İshak’tan, Demirci Kawa’dan, Köroğlu’ndan, Bedreddin’den tanıyor. Pir Sultan’ın sesi bu. Yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan. Bir ana, nasıl korursa yavrularını kötülüklerden, bir güvercin nasıl çırpınırsa yavruları için, öyle koruyor yoldaşlarını. Onun mayasında vefa var, özveri var, tereddütsüz kendini feda etmek var yolunu gözleyenlere. O feda kuşağının evladı. Kaç kez geçti de ateş çemberinden, kaç kez sınadı da yüreğini kavgada, öyle aldı bu yükü omuzlarına. Geri çekiliyor vuruşa vuruşa. Gecekondular sıralanmış yolu boyunca. Çiçekleniyor sokaklar o vuruştukça. Gözler aralamış perdeleri. “Gir içeri” diyor gözler. “Burası siper, burası vatan sana”. Sırtından sıvazlıyorlar Sibel’i. Gözlerimizden bir damla yaş olup akanlar. Dört mevsime, yedi iklime sorduklarımız. Canımızdan çok sevdiklerimiz. Kulağına eğiliyorlar ve “SOR bunların hesabını” diyorlar. “Bir vakit orman kuytuluklarına atılmanın, dipsiz kuyulara salınmanın, ahlaksızlıkların, namussuzlukların...SOR bunların hesabını. Makineye kaptırılan kol için sor, Üzerine kurşun yağan bedenler için SOR”. Güç veriyorlar. Damarlarına taze kan oluyorlar. Akacaklarını bile bile. Biz hiç teslim olmadık ki. Pir Sultan teslim olmadı ki Hızır Paşa’ya. Mahir teslim olmadı ki. Bedreddin bir kez bile el pençe divan durmadı ki. Seyid Rıza dar ağacında kendi çekti ya ipini. Çiftehavuzlar’da, Bağcılar’da, nazlı nazlı dalgalanan bayrağımız, Sabo’larımız, Niyazi’lerimiz hiç teslim olmadı ki. Yazmaz tarih kitapları başeğdiğimizi zulmün önünde. Ölüme, yarine hasret bir sevdalı gibi sarılıp öylece ölürüz de, başeğmeyiz yine de zulmün önünde. Ey evladını yitirmiş analar. Ey şafak söktüğünde yola dizilip, gecekondu sokaklarında çamura toza bulananlar, alnından akan terle, toprağı işleyenler. Bir dilim ekmek için, gündoğumuyla günbatımını, kör karanlık mahzenlerde yitirenler. Ey işçiler. Gökkuşağının renkleriymişçesine tamamlayanlar birbirlerini, Anadolu’ya can katanlar, halklarımız! Öpün koklayın hasretle. Vatan diye kucaklayın şimdi o gülen fotoğrafı... SİBEL’İ...
kızıldere
14.11.2004 - 18:28Kizildere
Ölüm onları apansız yakalamadı Ülkemizin uçsuz bucaksız sıradağlarında ve ovalarında Kentlerin yoksul mahallerinde ve uğuldayan meydanlarında Kuşatmalar altında ve barikatlar arkasından Sömürüye zulme boyun eğmemenin onuruyla Ölümün üstüne yürüdü onlar Tereddüt etmediler yok; ‘Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik’ diyerek Türkülerle, marşlarla karşıladılar ölümü Özgür ve eşit bir gelecek için Canımızdan bir parça koparırcasına En iyilerimizi verdik toprağa Onlar, yaratılan devrimci değerlerin, Onurun, erdemin, inancın simgeleri olarak Yüreklerimizi dolduruyor, bilincimizi aydınlatıyor Bizi kopmaz bağlarla bağlıyor devrime.
Oy dere Kızıldere
Böyle akışın nere?
Onlar biter mi sandın
Sana can vere vere
Dere bizim evimiz
Suyu alın terimiz
Söyle nedendir dere
Vurulur gençlerimiz?
Dere böyle durulmaz
Gence kurşun sıkılmaz
Sanma faşist olandan
Birgün hesap sorulmaz
ölüm
14.11.2004 - 18:26Haziranda Ölmek Zor
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
Uy anam anam haziranda ölmek zor
Çalışmışım on beş saat
Tükenmişim on beş saat
Yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım
Anama sövmüş patron
Sıkmışım dişlerimi
Islıkla söylemişim umutlarımı
Sıcak bir ev özlemişim
Sıcak bir yemek
Sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler
Çıkmışım bir dalgadan
Vurmuşum sokaklara
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sarı sarı yapraklarla, dallarda
İnsan iskeletleri
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
“Uyarına gelirse tepemde bir de çınar” demiştin
Yıllar önce
Demek ki on yıl sonra
Demek ki sabah sabah
Demek ki “manda gönü”
Demek ki “şile bezi”
Bir de Memed’in yüzü
Bir de saman sarısı
Bir de özlem kırmızısı
Demek ki göçtü usta
Kaldı yürek sızısı
Yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına
Üç haziran altmışüçü
Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Okşar yanan alnını Nazım Usta’nın
Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Yatıyor oralarda bir eski gömütlükte
Yatıyor usta
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
Şuramda bir kuş ötüyor
Haziranda ölmek zor
sibel yalçın
14.11.2004 - 18:24Haykir Acini Ey Halk!
Namluların gölgesinde binlerce yürek, sahip çıktı Sibel’e. Komutan binlerce el üzerinde, sarı bir yıldızın ışığıyla uğurlandı. Halk evladını bağrına bastı. Şimdi, sokakları yakıp kavuran, sadece gökyüzüne asılı duran güneşin sıcağı değil, bir halkın öfkesi yakıyor şimdi zulmün bağrını. Delikanlılarımız, genç kızlarımız, üzerine dünyanın en güzel türküsünü adı işlenmiş kırmızı fularlarını yüzlerine takıp, savurdukları ateş toplarıyla, aydınlatıyorlar gecenin karanlığını. Şimdi cenk mevsimidir. Dağların heybetini alıp ardına yürüyenler, zindan karanlığına direnler, Buca’da, Ümraniye’de destan yazanlar ve yeni destanlara bilenenler, Anadolu’nun her köşesinde, zulmedenlerin düşlerini karabasanlara çevirenler, binlerce Sibel olup haykırıyorlar.
halk
14.11.2004 - 18:24Haykir Acini Ey Halk!
Namluların gölgesinde binlerce yürek, sahip çıktı Sibel’e. Komutan binlerce el üzerinde, sarı bir yıldızın ışığıyla uğurlandı. Halk evladını bağrına bastı. Şimdi, sokakları yakıp kavuran, sadece gökyüzüne asılı duran güneşin sıcağı değil, bir halkın öfkesi yakıyor şimdi zulmün bağrını. Delikanlılarımız, genç kızlarımız, üzerine dünyanın en güzel türküsünü adı işlenmiş kırmızı fularlarını yüzlerine takıp, savurdukları ateş toplarıyla, aydınlatıyorlar gecenin karanlığını. Şimdi cenk mevsimidir. Dağların heybetini alıp ardına yürüyenler, zindan karanlığına direnler, Buca’da, Ümraniye’de destan yazanlar ve yeni destanlara bilenenler, Anadolu’nun her köşesinde, zulmedenlerin düşlerini karabasanlara çevirenler, binlerce Sibel olup haykırıyorlar.
hak aramak
14.11.2004 - 18:22Hakliyiz Kazanacağiz
Kuşandık genç öfkeni
Taşların kucaklarımızda
Bizlere öğrettiğin kavga
Kavgamız büyüyor omuzlarımızda
Alnındaki kurşun yarası
Sönmeyen bir ateş şimdi
Büyüyor inatçı kavgamız da büyüyor
Sarıyor halkın yüreğini
Zaptettiğimiz alanlara
Sesini taşıyacağız
Kanımızla yazıyoruz tarihi
Haklıyız kazanacağız
Hasretin o büyük güne
Savaşarak varacağız
Silahımız söyleyecek son sözü
Haklıyız kazanacağız
vatansever
14.11.2004 - 18:21Direniş Marşi
Zulmün zindanlarında
Açlığın ortasında
Teslim almak için
Kuşattılar umudu
Tutsaklar haykırdılar
Tek nefes oldular
(barikatlar kurdular)
Teslim olmayacağiz
Öleceğiz dediler
Direniş mevzisinde
Kavganın ateşinde
Yiğitler bayrak oldu
Halkların yüreğinde
Şehitlerle yıkarız
Köhnemiş duvarları
Kanla yazılan tarih
Işıtır yarınları
Künyemize kazıdık
Onları destan destan
Unutmak haramdır bize
Son sözümüz özgür vatan...
kahramanlık
14.11.2004 - 18:17Bağcilar’da Üç Karanfil
Üç karanfil türkü söyler
Bağcılar’da geceleyin
Yanmaz yürek nasır tutmuş
Kor içinde kalmış deyin
Al beni de, al beni de
Yüreğine sar beni de
Umut Şaha kalkmış dostlar
Korku salmış eceline
İnancımızın sesidir
Şehitlerimizden kalan
Öfkemizin mayasıdır
Türkümüzü sonsuz kılan
İşte bizim son sözümüz
Kanımızla yazıyoruz
Özgür doğacak günlerin
Bedelini ödüyoruz
Sarıl yurduna, sahip çık yarına
Savaşmak yenilmez kılar insanı
Biz ki yangınlardan çıkıp geliriz
Sıcak namlulara damlar terimiz
Kuşatmalarda teslim olan sendin
Sen teslim ol bize ölüm, sen teslim ol
sibel yalçın
14.11.2004 - 18:12Bize Ölüm Yok
Kavganın alevlidir rüzgarı
Yayılır gider ılık ılık
Dağların başakların üzerinden
Buğday gibi bereketli
Akarsu gibi aydınlık
Kim demiş ölüm var diye bize
Kardeş kardeş atan bu yürek bizim
Hey!
Bize ölüm yok
Bu yürek hiç durmayacak
Bu yürek hiç susmayacak
incil
12.11.2004 - 23:33hazreti isa ve havarileri-kutsal ruh-rab- (incil)
rafet el roman
12.11.2004 - 23:30duygusal-içten-yürekten-müthiş ses ve yorum ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
uyuşturucu
12.11.2004 - 23:28-uyuşturucu satıcıları--uyuşturucu kullanıcıları--
ibrahim çallı
12.11.2004 - 23:24--RESSAM--
ara güler
12.11.2004 - 23:20FOTOĞRAF AŞIĞI
ariel sharon
12.11.2004 - 23:19--ELİ KANLI KATİLLLLLL---
Toplam 115 mesaj bulundu