Gülü koklamak için yanına gitmek külfetine katlanmak gerekir. *(Külfetsiz nimet, dikensiz gül ve engelsiz yâr olmaz) * demişlerdir. Bir nimet külfetsiz ele geçerse, kıymeti olmaz. Mirasyedi gibi harcarız, şükrünü düşünmeyiz. ALLAHü teâlâdan gül isteyen âşık, dikenine de katlanmalıdır.
*Muhammed Masum *hazretleri buyuruyor ki:
(Zavallı aşığa, sevgilinin kendisini aradığını bilme saadeti yetişir. Ayrılık hasretini çektiğini gördüğünü bilmesi yeter. Çünkü, ALLAHü teâlâ onu elbette görüyor.)
Yusuf aleyhis-selâmdan sonra ALLAHa âşık olan Hz. Zeliha, (Bugün Yusuf'u gördüm) diyen herkese bir kolye verir. Sevgisi uğruna, malını, mülkünü, güzelliğini, hatta 70 deve yükü mücevher feda eder. Hz. Yusuf ile evlenince, yanına gitmez. Hz. Yusuf sebebini sorunca, *(ALLAH sevgisi bana yeter) * der. Gülün kadrini ancak bülbül bilir.
Leyla'nın uğruna deliren Mecnun'a, (Adın ne) diye soranlara, *(Leyla) * der. (Leyla ölmedi mi?) derler. *(Ölmedi. Kalbimde... Ben Leyla'yım) * der. (Leyla'nın evine doğru bak) derler. O da*, (Leyla'nın evini gören yıldıza bakmak bana yeter) *diyerek ağlar. *Gül, demişler bülbüle, ağlamış feryat ile*.
Büyükler, (Aşktan maksat, dert ve gam çekmektir. Kavuşmak, hiç hatıra bile gelmez) demişlerdir.
*Gerçek sevgi üç şeyle belli olur:*
*1-* Seven, sevdiğinin sözünü, başkasının sözüne tercih eder.
*2-* Sevdiğinin yanında bulunmayı, başkalarının yanında bulunmaktan üstün tutar.
*3-* Sevdiğinin kendisinden razı olmasını, başkalarının hoşnut olmasından çok kıymetli bilir.
Her şeyi yoktan yaratan ALLAHü teâlâ, neyi, nasıl seveceğimizi bize bildirmiştir. Bu ölçü içinde sevginin tarifi şöyledir:
*Sevgi, hiçbir karşılık beklemeden sevgiliye tâbi olmak, ona itaat etmek, onun her işini güzel, her eziyetini, her iyilikten daha tatlı görmek ve onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, kısacası onun rızası için yaşamaktır. *
Bilip anlamadan sevgi gerçekleşmez. İnsan ancak bildiğini sever. İnsanın anladığı, zevk ve rahatlık duyduğu her şey, sevgili; acı duyduğu, nefret ettiği her şey sevimsizdir.
Dostun dostları iyi ve güzel görünür, düşmanları ise çirkin ve kötü görünür.
Seven bir kimse, sevgilisinin düşmanlarından uzaklaşmadıkça sözünün eri sayılmaz.
Vücutta öyle bir parça vardı ki o değiştiğinde her şey değişirdi. Böyle diyordu Nebi. O değişince Her şey değişti /Boyandım RENGİNE SOLMAZAM gayrı.
Haberiniz olsun Allahın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de onlar üzülecekler(yunus S/62) /Rabbim Senden Sana abd olmayı seçmiş her kulunun izzetini onun yokluğunda da koruyacak incitmeyecek onurlu bir susuş istiyorum diyenlerden eyle bizi/ Allah’ım Nezd-i uluhiyetinde makbul insan nasıl oluyorsa bana da o şekilde olmayı lutfet
Allah Rasulü s.a.v. bir gün sahabilerine sordular: - Hepiniz cennete girmek istersiniz değil mi? Sahabiler: - Evet Ey Allah'ın Rasulü! Elbette isteriz, dediler. Bu cevap üzerine Allah Rasulü s.a.v. buyurdular: - O zaman uzun yaşama ümidinizi biraz kısaltın. Ecellerinizi gözlerinizin önünde tutun ve Allah'tan hakkıyla hayâ edin. Onlar: - Biz hepimiz Allah'tan hayâ ediyoruz, dediler. Efendimiz s.a.v. buyurdular: - öyle değil! Allah'tan hayâ etmek kabirleri ve kabirlerde sizi bekleyen imtihanları unutmamanızdır. Başınızı ve başınızda taşıdığınız düşünceleri, midenizi ve midenize gireni, size nimet olarak verilen azalarınızı muhafaza etmenizdir. Kim ahireti dilerse dünya hayatının aldatıcı süsünü terk etmeli, ahiret hayatını dünya hayatına tercih etmelidir. işte Allah'tan hakkıyla hayâ etmek böyle olur. işte Allah'ın dostluk ve himayesine böyle ulaşılmış olur. Ve insan unuttu! .. İnişler çıkışlarla dolu hayatında hep zikzaklar çizdi durdu insan. Hazreti Mevlânâ’nın dediği gibi: “Hayvan hayvanlığıyla kurtuldu melek melekliğiyle. İnsan ikisi arasında yalpalayıp durdu.”... Ve insan unuttu! .. Neyi ve kimi? En başta kendini ve sonra da ölümü....
Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.'
hayatı uykuda geçirmemeli! ! Bir yerlerde tıkanıp kaldıysa hayat, soluk almak güçleştiğinde, Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, Dağlara dönmeli yüzünü insan. Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak Yeni insanlarla tanışmalı, yeni kesifler yapacak.... Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, Gerçekleştirmeyi denemeli! Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını Zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, Her aksam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri Küçük şeylerle başlamalı belki örneğin, bir kaç durak önce inip Servisten, otobüsten yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini Gördüğünü hissedebilmeli! Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, Değerli olabilmeli hayat! İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini Ağlayan birine 'gül', inleyen birine 'sus' dememeli! Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli! Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı Sevgisiz, soysuz kalarak! Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine... Güneşin doğusunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını... Karda yağmurda sevincine, coşkusuna Fırtınada boranda öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın! Bir çocuğun ilk adımlarında umudu bir gencin düşlerinde geleceği Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, Mutlu etmeden mutlu Olmayı beklememeli! Ama küçük, ama büyük her hayal kırıklığı, her acı Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için kaçırmamalı! Çünkü hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, Hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin Ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların... Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne kendini düşünmekten herkesi unutmamalı! Bilmeli çok kısa olduğunu hayatın hep vermek ya da hep almak için... Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil, Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli! Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere... Hafızası olmalı insanın hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için! Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak! Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi Ama kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin Zaman bulabilsin Bir teşekkür, bir elveda için... Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten Ama herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan! Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi... Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...! *
Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam. Ama evet! yeri gelir susarım. Canımı çok yakan şeyler olur ama yinede susarım, tükenirim. Buna izin de veririm aslında.. Salaklığımdan mı? Hayır! Ben kimseye 'GİT' de demem, diyemem. O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır. Ona o kadar şeye rağmen,o kadar değer veririm ki, hergün yaptıklarına utansın diye. Ama bir gün öyle bir giderim ki; Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!
Olsun istersin… Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin. Aşktır; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin… Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde. İştir; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin… Dosttur; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın… Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi! Olmuyorsa, olmuyordur!
Gönlün rahat mı? Elinden geleni yaptın mı? Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…
HAYATTA BİRİNİ SEV VE ONU KAZANMAK İÇİN ÇABALA! SABRET VE SEVGİNİ GÖSTER, KABUL EDERSE ZAFER ONUNDUR, ETMEZSE SUÇ SENİNDİR; HAK ETMEYENİ SEÇMİŞSİNDiR.....
Kaçamak yaşıyoruz.Herşeyden,bazen kendimizden bile kaçıyoruz.Duygularımızı paylaşmak nedense zor geliyor bize.Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki...Hep içimize atıyoruz sevgileri,hüzünleri,mutlulukları. Bağırıp çağırıp hani derler ya 'bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi' ağlayamıyoruz bile.
Utanıyoruz...Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok 'sadece o O'nun düşüncesi' diyemiyoruz.Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz.Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.
Görmüyoruz...kör değiliz sadece bakıyoruz.Çevremizdekileri sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz.Doğan güneşin sıcaklığını, rüzgarın getirdiği okşamayı,kuş sesindeki canlılığı ve hayatı hep kaçırıyoruz.Ruhumuzu bi yerlerde bıraktık,bulamıyoruz...Çok hızlı gidiyor,dinlenemiyoruz.Herkes ama herkes, herşey üstümüze üstümüze geliyor...Korkup kaçıyoruz.
Sevemiyoruz...Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı.Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden.Peki... Ne veriyoruz..? .Arkadaşlığı bile beceremiyoruz.Bazan bir merhaba demek bile zor geliyor.'O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim' bile diyebiliyoruz.Aslında kendimizle inatlaşyoruz.Egomuz daima üstün geliyor.Sebebini bilmiyoruz.
Düşünmüyoruz.geleceğimizi,geçmişimizi içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz.Hep gel geç ilişkilerde gözümüz.Hep başkası olmakta...Kendi benliğimizi kaybettik.Tanımıyoruz içimizdeki beni.Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz.Kendimizden bile kaçıyoruz. Yüzleşemiyoruz kendimizle...Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz.Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda...
Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine.Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu...
Hayatta herşey size bağlı.Sen istersen dünya daha güzel.Sensin tüm güzellikleri yansıtan. Diğer olan biten herşey sadece araç.Yani sen varsan herşey var.Kendini tanımaktan geçiyor herşey.Bir tebessümle başlıyor güzellikler.Sabah yataktan kalktığında aynada kendine tebessüm et ve Günaydın dileklerini ilet kendine...Gözlerini kapat hayatın seslerini dinle.Yeni bir gün,her yeni gün seninle birlikte var.Ruhun bir yerlerde seni bekliyor.Bul Onu. Hisset tüm hissettiklerini.Bak nasıl değişecek hayat...
Gidiyor musun diye sorma bana! Gönderen sensin... Ne terk etmeyi istedim seni, Ne de daha yaşamadığımız bu aşkı toprağa gömmeyi... Senin kadar öfkeliyim ben de... Senin kadar endişeli...
Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana... Ama inandıramadım seni... Sen, sorgularken beni kafanda, Ben gözlerinin içine bakıyordum kuşkuyla... Bir tek sözün bağlardı beni sana... Oysa sen hep susmaların koynunda...
Aşkın içine bir kez girdi mi kuşku, Teslim alır bedenleri de... Sütten çıkmış ak kaşık değildim, Ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza... O dünya ki bazen minicik bir odada, Bazen kentin ortasında şekillendi... Nasıl da güzeldi... Zaten varsın diye her şey güzeldi... Ama, sen buna inanmadın... Ah bu sorular... Yaşamak varken sevdayı delice,niye boğarız sorularla? Nasıl ikna edebilirdim seni? Ben, aşk dedikçe sen, dur dedin... Ben, seninleyim dedikçe, Sen hayır dedin... Zaten az konuşan sen, Olumsuz ne kadar sözcük varsa bulup çıkardın ortaya... Bense hiç bir şey diyemedim...
Ne kadar zarar vermişim sana meğer... Nasıl değiştirmişim seni... Oysa hiç böyle düşünmemiştim... Kimseye zarar vermek istemem ben... Kimseyi olduğundan farklı bir hale getirmek istemem... Ama öyle oldu işte... Demek ki; gitmelerin zamanı şimdi...
Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı... Ne sevişmelerimiz kalır aklında, Ne sevda sözlerimiz... Rahat değilim diyordun ya, rahat ol artık... Gülüşlerini saklaman için bir neden kalmadı... Tedirginliğinin sebebi de kalktı ortadan...
Biliyor musun bir tanem! Gidişim yürekten değil, zorunluluktan... Sanma ki, bu toy sevdayı başka kimliklere taşırım... Sanma ki, benden sakladığın gülüşleri Yalancı yüzlerde ararım... Seni de götürürüm yüreğimde... Her zaman yokluğunu taşırım...
Bulup, bulup kaybettim seni bebeğim... Ne yazık ki, toz duman edemedim kuşkularını... Ne yazık ki, kalamadın bana... Öpücüğümün kokusu kalacak kapının eşiğinde... Kokladıkça Bizi bir yanlışa mahkum ettiğini anlayacaksın
Gidenler hep bekle beni derler ve kalanlar hep bekleyeceğine yemin ederler” Her giden ardında bir bekleyen bırakır. Bazen ister bekle beni der, bazen de bekleme hayatına devam et der. Bu bekleme demenin ardında bir beklenme isteği vardır hep… Ve her kalan yüreğindeki acısıyla bekleyeceğim der. Dönmeyeceğini bile bile, gelmeyeceğini bile bile, sevmeyeceğini bile bile. Ve bekler… Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini Kulak verin sözlerime iyice, Herkes öldürebilir sevdiğini Kimi bir bakışıyla yapar bunu, Kimi dalkavukça sözlerle, Korkaklar öpücük ile öldürür, Yürekliler kılıç darbeleriyle! Kimi gençken öldürür sevdiğini Kimileri yaşlı iken öldürür; Şehvetli ellerle öldürür kimi Kimi altından ellerle ö...ldürür; Merhametli kişi bıçak kullanır Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur. Kimi aşk kısadır, kimi uzundur, Kimi satar kimi de satın alır; Kimi gözyaşı döker öldürürken, Kimi kılı kıpırdamadan öldürür; Herkes öldürebilir sevdiğini Ama herkes öldürdü diye ölmez
Yanı başımızdayken fark etmediğimiz bir çok ayrıntı takılır hafızalara. Oysa ne güzelmiş yaşanılanlar dersiniz. Meğer ne çok sevmişim dersiniz. Ve belki de hiç sevilmediğinizi fark edersiniz., En acısı da budur ya zaten. Sevilmeden sevdiğinizi fark ettiğinizde beyninizi yer binlerce soru. Başlarsınız cevabı besbelli olan sorulara kendinizce cevap aramaya. Ve sorgulama zamanı gelir kendinizce.. Oysa unutursunuz bir şeyi.
“Aşk Sorgulanmadan Yaşanmalıdır.”
Baktığınız her yer “onda” biter. Gördüğünüz her şey de “onu” ararsınız. ynadaki görüntünüzde bir yansıma, sokaktaki köşe başında bir kucaklaşmadır “o”. Yağan yağmurdur, denizdeki yakamozdur “o”, gecelerin ayı, gündüzlerin güneşidir “o”… Ve son cümleler dökülür artık dilinizden. “O” Mutlu Olsun Yeter. Diyebileceğiniz bir şey kalmamıştır çünkü. Tıpkı yüreğinizi sizden aldığı gibi giderken cümlelerinizi de götürmüştür yanında.
Sessizlik kalır geriye biten bir sevgiden. Ve Ayrılık Urganı kalır boynunuzda “yağlı bir ilmek gibi”. Sanki biri ha çekti ha çekecek. Durdu sanırsınız dünyayı ha battı ha batacak. Ama ne dünya durur nede o ilmek çekilir. Hayat devam ediyordur ve bu çarkın içinde sizi de bilmediğiniz başka diyarlara sürüklüyordur.
Bitecek sanırsınız acınızı bitmez. Sadece bir yerlere saklanır yüreğinizde. Bir şarkıda, bir şiirin içli mısralarında ve belki de bir sözde kanamaya hazır bir yaradır o artık. “Sessizliğin İçinde Bir Çığlık, Karanlığın İçinde Bir Işık, Yürekte Kapanmaz Bir Yara
Sessiz bir merhaba ısmarladım sana içimde bu gün, Eski günlerin hatırına.. Gündüz niyetine öptüm boynunun ben kokan yanlarını.. Kimsesiz çocukların, mağrur duruşu gibi kaldın bende.. Kiremitle yazmıştım oysa yüreğime adını.. Sen yoksun diye sek sek bile oynamıyordum taa ne zamandır.. Yüreğim çıtır pıtır gibi isyanları yaşarken, sen sonsuz saklambaç peşindeydin.. Yine aciz olan bendim bu doktorculukta değil mi? İztoplar gibi renkli olamadı sevdamız.. Gol atan ilk defa kaleye geçmiyordu belki de.. Sapanla öyle bir vurdun ki kalbimden, içimdeki çocuk bile ağladı bana... Ne mutlu değil mi.. Ki benim güzel umutlarım olacaktı, sana dair.. Bir sen olacaktın ki hayatımda, kimsesizliklerim bile sıcak bir ev bulmuş gibi sevinecekti.. Anlamsızlıklarım çözüm bulacaktı.. Önüme bakamaz oldum sayende, ya da kimseye... ...... .........
Kapanmışım, kapatmışım yüzümü, hüzne, sevdaya.. Kahpeliğin bile moda olduğu yerde, nasıl bir diğer yarı bulunur, unutmuşum... Sahte yüzlerin garip kokuları benim tenim olamazdı asla..
Nerdesin şimdi, o kadar zamanın üstüne, kimlesin? Sarıldığın ya da yüzüne baktığın KADIN, gözlerini dolduruyor mu yine? Soğuk diye sarıldığında, canı gibi sarabiliyor mu seni? 'Üşüdüm aşkım' dediğinde, senin için hasta olmayı göze alıyor mu? Akşamları güneşin batışını beraber izliyor musun yine, yerime... Öyle boşum ki olmadığında, en kanayanından, en acizinden...
Gelme demeye bile gücüm yok artık, sadece bende kalanlarsın bundan sonra.. Ben sendekileri sormuyorum bile, biliyorum onlar güvendedir Başka kollarda, Bensiz yollarda, İsmim olmayan hayatlarda...
Artık yokuz.. Ne kadar uzaktı bu kelime değil mi bize? Yenilmeye dayanamayan bir yürek ve bende kalan acı.. Umarım herşeye rağmen mutlu olursun... Tavrı devrik de olsa hislerimin, oluşum mübalağa, yaşayışımsa itinadır... (...züğürt tesellisi değil bendeki, insaf sadece insaf...)
Dedim ya; şimdi, o eski günlerin hatırına, beni bekleyen kahırlar biriktiriyorum.. Sana ve olmayışlarımıza, bir kocaman öpücük bırakıyorum.. Dudaklarının değil, hislerinin bile değemeyeceği kadar yükseklere... Belki gerçekte değil ama rüyanda görmen ümidiyle...
Açlığa sabredersin adı 'oruç' olur. Acıya sabredersin adı 'metanet' olur. İnsanlara sabredersin adı 'hoşgörü' olur. Dileğe sabredersin adı 'dua'olur. Duygulara sabredersin adı 'gözyaşı' olur. Özleme sabredersin adı'hasret' olur. Sevgiye sabredersin adı 'AŞK' olur... (Hz. Mevlana)
(Birden aklınızı uzun zamandır haber alamadığınız, ne yaptığını bilmediğiniz eski sevgiliniz gelir.) Hani gök gürler ya arkasından... (Arayıp, aramama arasında gidip gelirsiniz. İçinizden bir ses 'ara' demektedir ve o ses giderek yükselmektedir. Telefon ellerinizdedir, numaralar aklınızda. Dayanamaz, dokunursunuz tuşlara.) Hani şimşekler çakar ya peşinden... (O da çok sevinmiştir sesinizi duyduğuna. 'Nasılsın' diye sorarsınız ama aslında merak ettiğiniz şey 'Bensiz nasılsın' dır.)
HANİ ISSIZ YOLDAN GEÇERKEN... (Duyduğunuz ses öyle tanıdıktır ki, güven verir size. Birlikte paylaştığınız anılar birer birer geçit yapmaya başlar önünüzden.) Hani bir korku duyar ya insan... (Sesini test etmeye çalışırsınız. En ufak bir titremeyi, en ufak bir heyecan kırıntısını kendinize yontarsınız. 'Demek o da etkileniyor' dersiniz. Ya da tam tersi... Sesindeki soğukluğu algılamaktan korkarsınız. O soğukluk, size dair içinde hiçbir şey kalmadığını gösterecektir ve bununla yüzleşmek o an içinde hiç de işinize gelmeyecektir.) Hani bir şarkı söyler içinden... (Söylemek istediğiniz çok şey vardır. 'Özledim' demek istersiniz ama bunu içinizden söylersiniz. Aynı şekilde karşılık görememeyi kaldıramacağınız için tedirginsinizdir.)
HANİ ESKİ Bİ RESME BAKARKEN... (Sahi neden ayrılmıştınız? Neydi bu aşkı bitiren şey? Düşündüğünüzde de ne anlamsız gelir. Belki basit bir kavga, belki bir kıskançlık. Belki de bir ihanet. Ama hiçbir şeyin önemi yoktur artık. Oradasınızdır, onun yanında. Gözünüzün önünde hep onunla olduğunuz anlar vardır.) Hani yılları sayar ya insan... (Ayrıldığınız ilk anlarda ne kadar da umutsuzdunuz. Günler, geceler geçmek bilmezdi, sayardınız ama bitmezdi.) Hani gözleri dolar ya birden... (Gözyaşları hücuma kalkmaya hazır askerler gibi beklemektedir gözlerinizin içinde. Konuştukça ağlamamak için zor tutarsınız kendinizi. 'Neden' demek istersiniz. 'Neden bitti'... diyemezsiniz, dudaklarınızı ısırırsınız. İçinize akar göz yaşları çaresiz. Zayıflığınızı anlamasını istemezsiniz.)
HANİ YILDIZLAR YANIP SÖNERKEN... (Oydu yıldızınız bir zamanlar. Siz her yıldıza onun adını verirdiniz.) Hani bir yıldız kayar ve insan... (Ama yoktur o yıldız artık. Yıldızsız gecelerde yaşamaya mahkumsunuzdur ya da kendinize yeni bir yıldız bulmuşsunuzdur.) Hani bir telaş duyar ya birden.. ('Ne yapıyorum ben? ' diye sormaya başlarsınız bir anda. Telefonu 'Kendine iyi bak' sözüyle kaparsınız ve yalnız kalırsınız. Bir garip duygu çöker omuzlarınıza... Ve o duyguyla uyuyakalırsınız.)
Sabah uyanırsınız ve sorarsınız kendinize 'Neydi bu? '... Cevabı yoktur. Çünkü 'İşte öyle bir şey'dir bu... O an yaşadığınız ve belki de bir daha hiç yaşamayacağınız bir şey...
“…Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilemezsiniz” Bakara-216 demektedir Cenab-ı Hakk… Biz bilemeyiz…
Bilemeyiz bizim için iyi mi hayırlıdır kötü gözüken mi? Ama bildiğimizi sanıp, başımıza gelenlere yorum yaparız… Hani ayırırız ya hayır ve şer diye… Hani hep başımıza gelen hayır olsun isteriz ya... Hani hep kötü işler gelip beni mi buluyor deriz ya isyan edercesine… Hani gülü sever de dikenine yüzümüzü buruşturarak bakarız ya...
Maksat hep güzelliklerin bize verilmesi midir yoksa güzelliklere layık olunması mıdır hiç düşünmeyiz. Gülü severiz de dikenine burun kıvırırken, unuturuz dikeni yaratanın da gülü yaradan’ın da aynı olduğunu…
Sevgiliden gelen her şeye katlanmalı, bilinmeli ki güle gül kokusunu veren dikendeki özs udur aslında… Daima O’nun gülüne de dikenine de razı olmak varken neden bilmeyiz; gül koklamak isteyenin,eline dikenin mutlaka batacağını… Unuturuz her nimetin bir külfeti olacağını…
Hz. İbrahim; fakir ve yolda kalmışlara, mutlaka sofrasını açar, az çok ne varsa onlarla paylaşırdı. Rabbinin rızasını kazanmış bu yüce Peygamber; yine bir gün sofrasına kabul ettiği ama Allah’ın adını anmadan yemeğe başladığı için kızdığı bir kul için ne diyor Cenab-ı Hakk… ” Ya İbrahim! Ben bu kulumu, beni inkâr etmesine rağmen 40 yıldır besliyorum da, sen bir öğün mü doyuramadın? ”
Bize gül ikram edene nasıl teşekkür edeceğimizi bilemeyiz… ama bu gülü ikram eden, üstelik sevgisini ve rahmetini her daim hissettiren Yüce Mevla’mıza nasıl teşekkür etmeyiz ki? O\\\'nun gönderdiği gülleri koklamaktan çekinmezken, dikenine neden nankörlük ederiz ki…
Bizi sevgisinden yaradan yüce Allah, bizlere isteyerek zulüm yapmaz, zora koşmaz, bela ve musibetlerle sınamaz… Bunların hepsi, nefsimize uymadığından bizim düşüncelerimizde oluşan musibetlerden başkası değildir…
Hele birde; doğumumuzdan ölümümüze kadar geçen sürecin; O’nu daha çok anmamız, O’nun sevgisine daha çabuk ulaşmamız, O’na yönelmemiz, O’nun rızasını kazanmamız için geçen bir imtihan süreci olduğunu idrak edebilsek…
Hele birde; O’ndan gelen hayır ve şerre razı olabilsek, isyan etmeden “Rabbim benim için hayırlı olanı böyle takdir etti, o halde bana teslim olup O’na daha çok yönelmem gerek” diyebilsek…
Hele birde; “ Yarabbi! her şeyi yaradan sensin.. işte sırf sen yarattın diye cennetine de razıyım, cehennemine de “ diyebilsek..
Hele birde; “ Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri... isteyene ver onları… Bana seni gerek seni” diyebilsek... Açıp ellerimizi de, bakalım avuçlarımıza… Dikensiz gül açıyor mu?
Kaçamak yaşıyoruz.Herşeyden,bazen kendimizden bile kaçıyoruz.Duygularımızı paylaşmak nedense zor geliyor bize.Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki...Hep içimize atıyoruz sevgileri,hüzünleri,mutlulukları. Bağırıp çağırıp hani derler ya 'bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi' ağlayamıyoruz bile.
Utanıyoruz...Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok 'sadece o O'nun düşüncesi' diyemiyoruz.Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz.Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.
Görmüyoruz...kör değiliz sadece bakıyoruz.Çevremizdekileri sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz.Doğan güneşin sıcaklığını, rüzgarın getirdiği okşamayı,kuş sesindeki canlılığı ve hayatı hep kaçırıyoruz.Ruhumuzu bi yerlerde bıraktık,bulamıyoruz...Çok hızlı gidiyor,dinlenemiyoruz.Herkes ama herkes, herşey üstümüze üstümüze geliyor...Korkup kaçıyoruz.
Sevemiyoruz...Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı.Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden.Peki... Ne veriyoruz..? .Arkadaşlığı bile beceremiyoruz.Bazan bir merhaba demek bile zor geliyor.'O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim' bile diyebiliyoruz.Aslında kendimizle inatlaşyoruz.Egomuz daima üstün geliyor.Sebebini bilmiyoruz.
Düşünmüyoruz.geleceğimizi,geçmişimizi içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz.Hep gel geç ilişkilerde gözümüz.Hep başkası olmakta...Kendi benliğimizi kaybettik.Tanımıyoruz içimizdeki beni.Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz.Kendimizden bile kaçıyoruz. Yüzleşemiyoruz kendimizle...Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz.Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda...
Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine.Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu...
Hayatta herşey size bağlı.Sen istersen dünya daha güzel.Sensin tüm güzellikleri yansıtan. Diğer olan biten herşey sadece araç.Yani sen varsan herşey var.Kendini tanımaktan geçiyor herşey.Bir tebessümle başlıyor güzellikler.Sabah yataktan kalktığında aynada kendine tebessüm et ve Günaydın dileklerini ilet kendine...Gözlerini kapat hayatın seslerini dinle.Yeni bir gün,her yeni gün seninle birlikte var.Ruhun bir yerlerde seni bekliyor.Bul Onu. Hisset tüm hissettiklerini.Bak nasıl değişecek hayat...
İki kısa kelime ama bu aralar sadece kelime işte. Anlamını artık kimse düşünmez oldu. Değerini hiçe sayanlarsa çoğaldıkça çoğaldı.
Kimileri şımarıkça aldı bu sözü ağzına.Kimileri anlamını bilmez oldu.Kimileri haketmedi.Kimileri değer bilmedi.Seni seviyorum dendi de, kime niye dendi kimse irdelemedi.
Halbuki ben hep utandım bu sözü söylerken. Dudaklarımdan dökülüşüne izin verirken hep tereddüt ettim.
Düşündüm hep; söylediğim anladı mı acaba? Haketti mi, değerini bilecek mi? yoksa savurup saçacak mı bu sözü mü, anlamını, büyüklüğünü bilmeden? bu iki kelimenin ben olduğunu, kalbimden çıkıp geldiğini anlayacak mı? anlayıp da o da sevecek mi? söyleyeyim mi, yoksa hissetireyim mi?
Ama söylemeden de olmuyor ki.içinde sevginin yüceliğini yaşarken, sevdiğine onu sevdiğini, bağıra bağıra, duya duya, doya doya söylemeden de olmuyor ki. İçinde sevgiden bir volkan varken, yanıp yanıp tutuşuyorken, onun anlamasını beklemek çok zor.
Sadece davranışlarla anlatmak çok zor.Sesinle, sözlerinle, en içten gelen, anlamı gözlerine yerleşen seni seviyorum’larla anlatılabilir ancak sevgi.Ama anlayana tabii. işte hep ya değerini bilmez de sevdiğim beni yaralarsa diye kotktuğum için söylemek çok zor oldu.
Utandırdı tereddüte attı beni. Buna rağmen, hiç korkmadan, karşılık alacağımdan emin olarak, rahatlıkla seni seviyorum dediklerimde var.Anneme, babama, kardeşime, sevgimi, seni seviyorum sözünü dilediğimce söyleyip haykırıyorum.Çünkü sevdiğim kadar sevildiğimi biliyorum.Ya sevgimin değerini bilmezlerse diye korkmuyorum.
Duya duya, doya doya, bağıra bağıra, sınırsızca,her an, her saniye, sevdiklerimi sevgime doyurmak istercesine söylüyorum. Ama artık sevgiler yitirdi değerini. Oyun gibi birşey oldu sanki. 'Seni seviyorum' sözü anlamı bilinmeden, değeri bilinmeden ağıza alınır oldu. Sadece dış görünüş için, ya da menfatler uğruna kullanılır oldu bu yüce iki söz.
Kalbe uğramadan, gayri ciddi bir edayla söylendi çoğu zaman. telefon da veya mesajlarda öylesine, sıradan bir 'ne haber' 'nasılsın' der gibi kullanılıyor çoğu zaman . Evet 'seni seviyorum' demek o kadar kolay ki. Şimdi gerçek sevenlerin işi zor.
Çünkü ' kurunun yanında yaş da yanar' misali sevdiğine seni seviyorum dediğin de ya inanmazsa diye korkuyor insan. belki de kalbi sevgi dolu olan bu korkuyla içine gömüp sevgisini söylemiyor.
Seni seviyorum demeliyiz ama duya duya. Bilsin karşımızda ki gerçekliğini. Kalbimizdeyse sevgi haykırmalıyız doya doya. Anlatmak için sevgimizi. Bu inançtaysa, bu sevgiyleyse söyleyelim bağıra bağıra. ve açalım sevdiğimiz görsün diye kalbimizi.
Sevgiyle kalın.anlamını bildiğiniz ve bilinen 'seni seviyorum' lar hiç eksik olmasın hayatınızdan...
Bir günlük de olsa sadece kendinizi düşünün ve sadece kendiniz için yaşayın! .. Gülümseyin bir günlük de olsa... Bir günlük de olsa gülümseyin ve zihninizdeki bütün kötülükleri, kinleri, düşmanlıkları, fesatlıkları, kıskançlıkları bir kenara bırakın; Sadece sevgiyi, dostluğu, mutluluğun güzelliğini düşünün ve tutun içinizde....
Yüreğinize umut tohumları ekip sevgi tomurcukları yeşertin sadece, hayata gülümseyin ve gülümseyen gözlerle bakın, sevgi yolculuğuna çıkın bir günlük de olsa...
Bir günlük de olsa unutun bütün acılarınızı, kederinizi, üzüntülerinizi; Sabah uyandığınızda aynada ilk kendinize gülümseyin. Çünkü eminim içiniz ferahlayacak, hayata daha bir umutla sarılacaksınız. Çevrenizle, kendinizle barışık, dost, umutlu ve mutlu olun yada öyle olduğunuzu düşünün. Gülümseyin, çünkü gülümsediğinizde hayata daha olumlu gözlerle bakmasını ögreneceksiniz. Daha olumlu düşünceler oluşacak beyninizde. Unutmayın hayata hangi gözle bakarsanız öyle görürsünüz! ..
Bir günlük de olsa gülümseyin. Eminim, gülümseyince güzelleşmeyen yüz yoktur?
Güzel görüp güzel düşünmek bütün sıkıntılara, hastalıklara iyimser bir bakış açısıyla bakmak, biyolojik açıdan daha rahat ve sağlıklı olmanızı sağlar. Beyninizin salgıladığı bu salgılar % 40 50 oranında daha faydalı olur. Ve hayattan daha fazla zevk alırsiniz.
Bu konuda bir uzman 'Gülümseyen bir yüzde daha az sayıdaki kasın çalıştığını, çok ciddi ve somurtkan bir yüzde ise daha fazla kasın çalıştığını, bundan dolayı, çok ciddi ve sert yüzlerin daha fazla ve erken yıprandığını, buna karşılık gülümseyen yüzlerin daha az ve geç yıprandığını' ifade etmişti bir yazısında... Kaşlarını çatıp surat asmak için 45 adale çalıştırmamız gerekirken. Gülümsemek için 15 adele yeterli geliyor.
Bir günlük de olsa hayallerinizle yaşayın, güvenin çevrenizdeki insanlara ve ümit edin. Bunu denemenizde fayda var, en azından bir kaybınız olmaz! ... O vakit dünyanın daha renkli, yaşamın daha zevkli, yaşanılır ve güzel olduğunu hissedeceksiniz.
Unutmayın ki, umut en umutsuz, karanlık gecelerde bile ışığını esirgemez sizden. En zor anlarınızda bile yitirmeyin ümidinizi! ... Çünkü umut etmek yaşanmış bir hayatın ardında yaşamaya yeniden tutunmaktır. Çünkü umut etmek çekilen acıların, çilelerin ardında yeni ve güzel bir günün doğacağı muştusuna inanmaktır! ... Unutmayın ki, insanın elindeki en büyük sermayedir umut. Umutsuz yaşanmaz bu dünyada, umutsuz hayal bile kurulmaz. Kime ait olduğunu bilmediğim ama çok sevdiğim aşağıdaki öyküyüyü sizlerle paylaşmak istedim...
Mumların Öyküsü! .. “”Dört tane mum usul usul yanıyordu... Ortalık o kadar sessizdiki, mumların konuşmalarını duyabiliyordunuz... Birinci mum dediki: 'Ben BARIŞ'ım.! Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor.Sanırım yakında söneceğim.' Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü. İkinci mum: 'Ben VEFA'yım.! Ne yazıkki artık vazgeçilmez değilim.Onun için,bundan sonra yanıp durmamın bir anlamı kalmadı.' Sözlerini tamamladığında esen hafif bir rüzgar onu tamamen söndürdü... Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle dediki: 'Ben SEVGİ'yim! Yanacak gücüm kalmadı. İnsanlar beni unuttu,değerimi anlamıyorlar. En yakınlarını sevmeyi bile unuttular.' Vefa'da daha fazla beklemeden sönüp gitti... Ansızın..! Odaya bir çocuk girdi ve üç mumunda yanmadığını gördü. 'Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu? ' dedi. Ve ardından ağlamaya başladı... O zaman dördüncü mum konuşmaya başladı: 'Korkma, ben yandığım sürece öteki mumlarıda yeniden yakabiliriz, ben UMUT'um! ' Çocuk parlayan gözleriyle UMUT mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı...
UMUT ışığı yaşamımızdan hiç eksik olmamalı... ...Ki hepimiz onunla birlikte VEFA'yı, BARIŞ'ı ve SEVGİ'yi yaşatabilelim...””
Gözlerinde yol bulup, yüreğine hicret ettim, Yeniden doğdum “aşkım” dediğin gün. Zaman çarklarında solarken benzim-betim, “Canım” dediğin an, bitti gurbetim. Martılarla çığlık çığlığaydım dün, “Balım” derken dilin, kalktı garabetim.
İçim içime sığmıyor, gözlerine bakarken, Söyle hangi lügat onların dilinden anlar? İki şehla yıldız gibi gecelerime akarken, Ve kandil gibi mahzenime ışık saçarken, Sükût bulur mu ay teninde canlar? Lav gibi değdiği yeri yakarken, Ve gecelerin çiçekleri sessiz açarken, Sevdanın resmigeçididir, seninle geçen anlar.
Dalgalar şimdi sahili aşkla öpüyor, Yüreğinin kıyılarına kürek çekiyorum. İçimdeki alaca atın dizginleri kopuyor, Hangi yana koşsa, yönü sana sapıyor; Sakarya gibi coşkuyla akıyorum.
Dudaklarının kıvrımlarında şen ezgiler, Kelepçeli yüreğin, inadına aşk der. Korkak kuşkularla taşıdığın sezgiler, Nasır tutmuş acılara özgüler. Unut maziyi, yepyeni bir sayfa ser, Otağ kur yüreğimde, tahtındır her yer.
“Canım” dediğinde, kederleri kovdum, Cemre gibi düştün, bahar getirdin. “Balım” derken, tüm sancıları boğdum, Ay utandı gözlerinden, güneş devşirdin. Mavi bir çiçektin, gülşenimde yeşerdin, “Aşkım” dediğin gün, yeniden doğdum.
İsterdim ki, her gidişin bir dönüşü olsun! Ardından buğulu gözlerle el sallayanların, yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle kollarını açtıklarını da görebilsin her insan!
İsterdim ki, söylenmemiş sözcüklerin, kurulmamış cümlelerin değil, sadece; söylenmişlerin, kurulmuşların pişmanlığını duyalım; “üzgünüm! ” diyecek zamanımız olsun!
ßağışlanmayacak kadar büyük olmasın suçlar!
İsterdim ki, sığınacak bir liman bulabilelim fırtınanın ortasında; yürek dardayken, “vazgeçme! ” diyecek dostlarımız da olsun!
İsterdim ki, kaybetmeden önce ağlamayı, söylemeden önce düşünmeyi, nefretin tuzağına düşmeden tartışmayı da bilelim.
Bir yolculuğu güzel yapan, yanımızdaki insanlardır ve her birimiz, bizlere ödünç verilmiş bir hayatı yaşarız. İsterdim ki; kadri, kıymeti bilinsin; aynı zaman dilimini paylaşıyor olmanın!
Kimse susmasın konuşması gerekirken; sadece, kazanacakları kavgalara girişmesin insanlar!
Düşlerimiz olsun, kimsenin cesaret edemediği türden!
İsterdim ki; acı rehberlik etmesin mutluluğa; ölüm, gözümüze sokup durmasın hayatı; hasrete ihtiyaç duymasın vuslat!
Yaşlılar kimsesiz, gençler yarınsız kalmasın. Hazan değmesin gülümseyen yüzlerine çocukların! Başın önde gezmesin insanım!
Bana dokunmayan yılan bin yaşamasın, çuvaldızı tatmadan, saplanmasın iğneler!
Boşlukta sallanmasın uzatılan hiçbir el; bulunsun, her selama bir karşılık veren!
İsterdim ki; hepimizin bir türküsü olsun yüreğini titreten, bir şiirimiz olsun umudun tükenmediği, bir amacımız olsun, uğruna bir ömrün harcanacağı türden... Bizsiz, bir hiç olsun şu kainat!
Gel gör ki, mükemmel bir dünya değil yaşadığımız; görünen o ki, mükemmel de olmayacak; ne o, ne biz!
“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey! ” demiş, Sait Faik Abasiyanik... Isterdim ki, bir insani sevmekle başlayalim!
Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dısarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran iliskiler, yeni tanısmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya basladım.
Iliskilerde tasarrufa gidiyorsun her seyde oldugu gibi ve gereksiz insanlari hayatindan atmak istiyorsun.
Yapmacik, inanmadan konusmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konusmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
Istedigime istedigimi deme özgürlügüne sahibim, elestirme hakkını olusturan yasamislık ve yeterli yas faktörü artik bende de var.
'Ben demistim','ben bilirim','ben zaten anlamıstım', sendromunda olanlarla arkadasliklari bir kez daha sorguluyorsun.
İliskilerini sadelestirmeye baslayinca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. Iyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç oldugunda göçmen kuslar gibi sicaga uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayri düsenler kalıyor.
Zamanın ne kadar kıymetli oldugunu ögreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan oldugu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulasabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de ögrendim gide gele.
Bos geçen her saniye degerli artık. Daha yapılacak çok sey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana degilim.
Gerektiginde 'HAYIR' demeyi ögrendim ve bu kelime basta karsındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor. Sevgiye önem vermek gerektigini, zamanı geldiginde elinde sadece sevginin kalacagını biliyorum.
Sevgi paylasildıkça olusuyor, olgunlasıyor. Aileme ve seçtigim tüm dostlarıma daha önce göstermedigim sevgi,anlayis ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu oldugu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya basladılar. Verecegim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir sey ögrenilmiyor. Yasamıslıgın olusturdugu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmis dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylasmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına popomun sıgmadıgı düsük bel pantolonlara sıgmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim. Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hosuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken simdi zevk aldıgım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabilecegim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm olustu.
Sonra Sezen'in sarkısındaki gibi anneni daha sık düsünüyorsun ve hatta anlıyorsun. Iste bu yeni alısmaya baslanan ve giderek hosa giden yeni duruma olgunluk deniyor.
Yasamıslıgın, görmüslügün, geride kalmıs üflenmis dogum günü mumlarının bir sonucu kendiliginden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.
Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadıgına göre degisiyor bu olgunluk çagına ermek. Inanın bana hayattaki düsüsler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklügünü kesfetmek ve buna ragmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor. Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunlugu bulmasını diliyorum
Dostu kande bulasın sende durmak ile sen Ol imaret eylemez sen viran olmayınca
Yar hasretiyle ciğerleri parça parça olmuş bir aşık, gönlünde onun hayali, gözlerinde yaş, gelip durmuş maşukunun kapısında. Yüreğini parmaklarının ucuna latif bir eldiven gibi takıp, yavaşça çalmış kapıyı, beklemeye koyulmuş.
Arada sadece bir kapı varsa sevgiliye kavuşmak için, o kapının önünde bekleyenin resmini sözlüklerde hasret kelimesinin karşısına iliştiriverseler, hasretin ne olduğunu anlatmak için kelimeye hacet kalmazdı.
Düşünsenize, birazdan kapı açılacak, o görünecek, ayaklarının dibine atacak aşık kendisini, şiirler okuyacak, boynunu bükecek, susacak, anlatacak yokluğunun ızdırabını. Ağlayacak, sonra gözlerine, “her güzelde seyrettiğiniz o güzel işte karşınızda” diyecek. Ay ışığını ezber bilen gözler doyasıya seyredecek güneşini, daha neler neler…
Uzun sözün kısası, gönül bir parçaya, her parça bir hayale bölünmüş, her hayal binlerce ümide… Aşık perişan, aşık mahzun ve nihayet içerden bir ses:
- Kim o?
Kavuşmanın heyecanı, hicranın azabıyla kapı önünde asırlarca beklemekten eşiğe dönen aşık, beklediği sesi duyunca sevinçle haykırmış.
- Ben geldim.
İçeriden bütün vuslat hayallerini yerle bir eyleyen sesi duyulmuş sevgilinin:
- Gelen sen isen, var git, biraz daha yan öyle gel!
Bu cevap karşısında aşığın düştüğü hali sizin muhayyilinize bırakıyor, “aşık, aradaki tek engelin o kapı olmadığını kesin anlamıştır” diye not düşmekte fayda görüyorum.
Açıldığı vakit sevgilisiyle kavuşacağı ümidiyle beklediği kapıdan, boynunu büküp ah u figan eyleyerek dönmek zorunda kalan aşık, çöllere vurur kendini. Ayağındaki nalından gönlündeki aşka kadar, kendisine ait olduğunu zannettiği şeylerin hiç birisinin aslında kendisinin olmadığını anlar ilkin. “Ben” sözünü unutmak için maşukunun ismini söyleye söyleye dolaşırken çölleri, kendisinin bir başkası olduğunu hissetmeye başlar.
Bir şeye sahip olabilmek için ondan vazgeçmek gerektiğini idrak ettiğinde, önce ayaklarının sevgilinin ayaklarına ne kadar benzediğini fark eder, sonra gönlünün sevgilinin gönlüne büründüğünü. Kuşların, rüzgarın, ayrılığın, gecenin, kum tanelerinin, sessizliğin ve en son her şeyin sevgilisinin adını mırıldanmakta olduğunu seyredince kendi adını unutur, her azasının sevgiliye türküler yakan bir dil olduğunu anlayınca da, neyi unuttuğunu hatırlamaz olur.
Yüzünü yıkamak için eğildiği suda sevgilisini görünce, kuşların, gecelerin, rüzgarın, ayrılığın, kum tanelerinin, sessizliğin ve her şeyin birer damla olduğu o suyla yıkar yüzünü, düşer yollara.
Ayaksız yürüdüğü yollardan geçerek tekrar gelir dostun eşiğine. Elleri göğsünde bağlıyken çalar kapıyı ve içerden bir ses gelir:
- Kim o?
Önce göz olup seyrederken kapıyı, duyduğu sesle beraber kulak kesilir bütün vücudu, sonra dil olur, seslenir:
“Gönlümü alan sevgili sensin” diye cevap verdi.
Sevgili; “Madem ki bensin ey ben, gel içeri gir! Ev dar, iki kişi sığmıyor” dedi.
İğneye geçirilecek iplik iki ayrı iplik olursa geçmez. Madem ki birsin, bu iğneden geç!
Ve ardına kadar açılır kapılar…
Bu, aslında maşukun kendisine kavuşmasının hikayesidir. Aşıkta kendisinden eser kaldığı müddetçe vuslat mümkün değilse eğer, aralanan kapının arkasında duran kapıyı çalandan başkası olamaz. Ben’i terk edebilen aşık için, değil kapı aradaki dağlar, denizler bile ayrılık sebebi değildir. O kendisinden soyundukça sevgiliyi giyinmenin hazzını tatmıştır. Zevklerini, isteklerini, ümitlerini, hatta yürüyüşünü, bakışını, konuşmasını, tebessümünü bile sevgilininkilerle takas ederek başlamıştır işe. Kendinde kendisinden eser kalmayıncaya kadar devam etmiştir bu alışsız gibi görünen veriş. İhsandan doğan aşk diye bahsederler karşılığı olan aşktan; ve ihsan bitince aşkın da biteceğini anlatırlar. Bu ihsanın bir buse olmasıyla birkaç köşkle birkaç huri olması arasında hiçbir fark yoktur.
Önce kaş olur, göz olur, sonra yırtılır perdeler senin tükendiğin demde, senden geriye bir o kalır, aşk o zaman aşktır. Mecnun’a adını sorduklarında, Leyla, demiş. Nereden geliyorsun? Leyla. Aç mısın? Leyla. Başka bir şey bilmez misin? Yine Leyla, hep Leyla… Marifet can için sevgili aramakta değil, sevgili için can taşımaktadır ve bütün soruların cevapları Leyla olmadan, mecnunluk sırrına Leyla kadar ıraktır cümle Kayslar…
Kırgın durduğuma bakma, aslında bende herşey aynı. Hüzünlere olan bu bağlılığım, eskiden kalma. Hüzünler biraz daha sanki bana benziyor.
“Hiç değişmeyeceksin” diyor bir dostum. Bu söz, tarifi imkansız bir mutluluk veriyor bana. Aslında yeni bir başlangıç için; yaşım ve rüzgar müsait. Ama gerekli dermanı dizlerimde ve yüreğimde bulamıy...orum. Yokuşları çıkarken yaşıma yakışmayan bir daralma oluyor nefesimde. Bu darlıkta neyi değiştirebilirim ki? Yaşım daha küçük yüreğimden.
Ben aslında rüzgar olsam, hep doğudan eserdim.
Ben aslında, hayatın sayfalarına ölüme dair dipnotlar hiç düşmedim.Ben aslında, bir gün kapımın umuttan yana çalınacağına emindim.Ben aslında, hayat ile hayali hep birbirine karıştırırdım.Ben aslında anladım, yaralarıma uzanacak ellerin çok uzak olduğunu.
Ben aslında anladım, cami avlusuna terkedilen kundaklık bir çocuktan bir farkım olmadığını.
Ben aslında anladım, hayatımın hep yamalardan ibaret olduğunu.
Ben aslında, cürmüm kadar yer yakardım. ….. ‘Neyse’ deyip toparlanmalıydım artık. Dökülen cümlelerimi, kırılan gençliğimi, darmadağın olan hayatımı onarmalıydım ve yeniden kalkabilmeliydim düştüğüm yerden. Bu kadar hassas olmanın vakti değildi artık. Küçük yaralarımla uğraşarak kaybedecek vaktim yoktu. Zira hayatın tutunacak dalları vardı. Asılmalıydım ben de zayıf kollarımla hayata; sabrı öğrenmeliydim. Sıkıca tutmalıydım bana uzanan elleri.
Değişmem zor aslında. Acılar hep aynı çünkü. Acılarım hep aynı…Yine de değişmeliyim, ey rüzgarlı hüznüm. Ne tarafa eseceğin belli değil, biliyorum. Biliyorum, denizi özlemem de kar etmez. Kimbilir belki masal olsaydı yaşadıklarım, bir umut olurdu hep Kafdağı’nın ardında. Ama masal değil yaşadığım, biliyorum. Belki de oturup ağlayarak başlamalıyım değişmeye…Oturup ağlamalıyım halime. Belki tebessümlerimin bereketsizliği de terkeder beni böylece, kimbilir...
Unutmak ne dipsiz bir şeydir ki, unutanlara unuttuklarını bile unutturur. Unutulmak ne acı şeydir ki, unutulanın unutuluşuna ağlayışını kimse hatırlamaz. ‘Nisyan’dan unutuluştan çıkarıldık her birimiz. Yüzümüz gün ...
15.09.2010 - 08:18
Sevgi Nasıl Belli Olur?
Gülü koklamak için yanına gitmek külfetine katlanmak gerekir. *(Külfetsiz nimet, dikensiz gül ve engelsiz yâr olmaz) * demişlerdir. Bir nimet külfetsiz ele geçerse, kıymeti olmaz. Mirasyedi gibi harcarız, şükrünü düşünmeyiz.
ALLAHü teâlâdan gül isteyen âşık, dikenine de katlanmalıdır.
*Muhammed Masum *hazretleri buyuruyor ki:
(Zavallı aşığa, sevgilinin kendisini aradığını bilme saadeti yetişir. Ayrılık hasretini çektiğini gördüğünü bilmesi yeter. Çünkü, ALLAHü teâlâ onu elbette görüyor.)
Yusuf aleyhis-selâmdan sonra ALLAHa âşık olan Hz. Zeliha, (Bugün Yusuf'u gördüm) diyen herkese bir kolye verir. Sevgisi uğruna, malını, mülkünü, güzelliğini, hatta 70 deve yükü mücevher feda eder. Hz. Yusuf ile evlenince, yanına gitmez. Hz. Yusuf sebebini sorunca, *(ALLAH sevgisi bana yeter) * der.
Gülün kadrini ancak bülbül bilir.
Leyla'nın uğruna deliren Mecnun'a, (Adın ne) diye soranlara, *(Leyla) * der.
(Leyla ölmedi mi?) derler.
*(Ölmedi. Kalbimde... Ben Leyla'yım) * der.
(Leyla'nın evine doğru bak) derler.
O da*, (Leyla'nın evini gören yıldıza bakmak bana yeter) *diyerek ağlar.
*Gül, demişler bülbüle, ağlamış feryat ile*.
Büyükler, (Aşktan maksat, dert ve gam çekmektir. Kavuşmak, hiç hatıra bile gelmez) demişlerdir.
*Gerçek sevgi üç şeyle belli olur:*
*1-* Seven, sevdiğinin sözünü, başkasının sözüne tercih eder.
*2-* Sevdiğinin yanında bulunmayı, başkalarının yanında bulunmaktan üstün tutar.
*3-* Sevdiğinin kendisinden razı olmasını, başkalarının hoşnut olmasından çok kıymetli bilir.
Her şeyi yoktan yaratan ALLAHü teâlâ, neyi, nasıl seveceğimizi bize bildirmiştir. Bu ölçü içinde sevginin tarifi şöyledir:
*Sevgi, hiçbir karşılık beklemeden sevgiliye tâbi olmak, ona itaat etmek, onun her işini güzel, her eziyetini, her iyilikten daha tatlı görmek ve onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, kısacası onun rızası için
yaşamaktır. *
Bilip anlamadan sevgi gerçekleşmez. İnsan ancak bildiğini sever. İnsanın anladığı, zevk ve rahatlık duyduğu her şey, sevgili; acı duyduğu, nefret ettiği her şey sevimsizdir.
Dostun dostları iyi ve güzel görünür, düşmanları ise çirkin ve kötü görünür.
Seven bir kimse, sevgilisinin düşmanlarından uzaklaşmadıkça sözünün eri sayılmaz.
Vücutta öyle bir parça vardı ki o değiştiğinde her şey değişirdi.
Böyle diyordu Nebi. O değişince Her şey değişti /Boyandım RENGİNE SOLMAZAM gayrı.
Haberiniz olsun Allahın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de onlar üzülecekler(yunus S/62) /Rabbim Senden Sana abd olmayı seçmiş her kulunun izzetini onun yokluğunda da koruyacak incitmeyecek onurlu bir susuş istiyorum diyenlerden eyle bizi/ Allah’ım Nezd-i uluhiyetinde makbul insan nasıl oluyorsa bana da o şekilde olmayı lutfet
alıntı
14.09.2010 - 13:59
Allah Rasulü s.a.v. bir gün sahabilerine sordular:
- Hepiniz cennete girmek istersiniz değil mi?
Sahabiler:
- Evet Ey Allah'ın Rasulü! Elbette isteriz, dediler.
Bu cevap üzerine Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
- O zaman uzun yaşama ümidinizi biraz kısaltın. Ecellerinizi gözlerinizin önünde tutun ve Allah'tan hakkıyla hayâ edin.
Onlar:
- Biz hepimiz Allah'tan hayâ ediyoruz, dediler.
Efendimiz s.a.v. buyurdular:
- öyle değil! Allah'tan hayâ etmek kabirleri ve kabirlerde sizi bekleyen imtihanları unutmamanızdır. Başınızı ve başınızda taşıdığınız düşünceleri,
midenizi ve midenize gireni, size nimet olarak verilen azalarınızı muhafaza etmenizdir.
Kim ahireti dilerse dünya hayatının aldatıcı süsünü terk etmeli,
ahiret hayatını dünya hayatına tercih etmelidir.
işte Allah'tan hakkıyla hayâ etmek böyle olur.
işte Allah'ın dostluk ve himayesine böyle ulaşılmış olur.
Ve insan unuttu! ..
İnişler çıkışlarla dolu hayatında hep zikzaklar çizdi durdu insan.
Hazreti Mevlânâ’nın dediği gibi:
“Hayvan hayvanlığıyla kurtuldu melek melekliğiyle. İnsan ikisi arasında yalpalayıp durdu.”...
Ve insan unuttu! ..
Neyi ve kimi?
En başta kendini ve sonra da ölümü....
Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.'
Hz. Mevlânâ
13.09.2010 - 09:36
hayatı uykuda geçirmemeli! !
Bir yerlerde tıkanıp kaldıysa hayat, soluk almak güçleştiğinde, Yüreğin
susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, Dağlara dönmeli yüzünü
insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak Yeni insanlarla
tanışmalı, yeni kesifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, Gerçekleştirmeyi
denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını
Zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam
ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her aksam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri
Küçük şeylerle başlamalı belki örneğin, bir kaç durak önce inip Servisten,
otobüsten yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini
Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini
Ağlayan birine 'gül', inleyen birine 'sus' dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı
Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğusunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda yağmurda sevincine, coşkusuna
Fırtınada boranda öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu bir gencin düşlerinde geleceği
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,
Mutlu etmeden mutlu Olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük her hayal kırıklığı, her acı
Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için kaçırmamalı!
Çünkü hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için,
Hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin
Ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli çok kısa olduğunu hayatın hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle
tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi
Ama kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin
Zaman bulabilsin
Bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten
Ama herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli
insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...! *
alıntı
12.09.2010 - 16:18
Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.
Ama evet! yeri gelir susarım.
Canımı çok yakan şeyler olur ama yinede susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında.. Salaklığımdan mı? Hayır!
Ben kimseye 'GİT' de demem, diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen,o kadar değer veririm ki, hergün yaptıklarına utansın diye.
Ama bir gün öyle bir giderim ki;
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!
Sunay Akın
07.09.2010 - 17:22
OLMUYORSA ZORLAMAYACAKSIN
Olsun istersin…
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.
Aşktır; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin…
Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.
İştir; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…
Dosttur; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!
Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…
Can YÜCEL
28.08.2010 - 10:46
HAYATTA BİRİNİ SEV VE ONU KAZANMAK İÇİN ÇABALA! SABRET VE SEVGİNİ GÖSTER, KABUL EDERSE ZAFER ONUNDUR, ETMEZSE SUÇ SENİNDİR; HAK ETMEYENİ SEÇMİŞSİNDiR.....
26.08.2010 - 12:14
Hayatı Kaçırmak
Kaçamak yaşıyoruz.Herşeyden,bazen kendimizden bile kaçıyoruz.Duygularımızı paylaşmak nedense zor geliyor bize.Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki...Hep içimize atıyoruz sevgileri,hüzünleri,mutlulukları. Bağırıp çağırıp hani derler ya 'bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi' ağlayamıyoruz bile.
Utanıyoruz...Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok 'sadece o O'nun düşüncesi' diyemiyoruz.Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz.Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.
Görmüyoruz...kör değiliz sadece bakıyoruz.Çevremizdekileri sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz.Doğan güneşin sıcaklığını, rüzgarın getirdiği okşamayı,kuş sesindeki canlılığı ve hayatı hep kaçırıyoruz.Ruhumuzu bi yerlerde bıraktık,bulamıyoruz...Çok hızlı gidiyor,dinlenemiyoruz.Herkes ama herkes, herşey üstümüze üstümüze geliyor...Korkup kaçıyoruz.
Sevemiyoruz...Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı.Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden.Peki... Ne veriyoruz..? .Arkadaşlığı bile beceremiyoruz.Bazan bir merhaba demek bile zor geliyor.'O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim' bile diyebiliyoruz.Aslında kendimizle inatlaşyoruz.Egomuz daima üstün geliyor.Sebebini bilmiyoruz.
Düşünmüyoruz.geleceğimizi,geçmişimizi içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz.Hep gel geç ilişkilerde gözümüz.Hep başkası olmakta...Kendi benliğimizi kaybettik.Tanımıyoruz içimizdeki beni.Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz.Kendimizden bile kaçıyoruz. Yüzleşemiyoruz kendimizle...Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz.Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda...
Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine.Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu...
Hayatta herşey size bağlı.Sen istersen dünya daha güzel.Sensin tüm güzellikleri yansıtan. Diğer olan biten herşey sadece araç.Yani sen varsan herşey var.Kendini tanımaktan geçiyor herşey.Bir tebessümle başlıyor güzellikler.Sabah yataktan kalktığında aynada kendine tebessüm et ve Günaydın dileklerini ilet kendine...Gözlerini kapat hayatın seslerini dinle.Yeni bir gün,her yeni gün seninle birlikte var.Ruhun bir yerlerde seni bekliyor.Bul Onu. Hisset tüm hissettiklerini.Bak nasıl değişecek hayat...
alıntı
25.08.2010 - 16:37
Benim ayağımın altıda müsait başımın üstüde; nerede duracağını sen belirle...!
N. F. K
Konuştuğum kadar yaşasaydım, sustuğum kadar ölmezdim. Bu denli ağlayacağımı bilseydim, ömür boyu gülmezdim.'
HZ MEVLANA
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar
'İki şeyin elden gitmeden değerini takdir etmek zordur. Biri sağlık, öteki de gençlik.' Hz.Ali R.A
::..Kötü yaradılışlı kişi Allah'a yalvarmasın diye Allah ona dert keder vermez. Unutma firavunun başı bir kez bile ağrımadı..::
Hani Özlem Vardır Hiç Bitmeyen Hani Gözler Vardır Hiç Dinmeyen Hani Sözler Vardr Ömür Boyu Süren Hani Seni Seven Vardır O Da Ben
Dünya güzel olsaydı, doğarken ağlamazdık. Yaşarken temiz kalsaydık, ölünce yıkanmazdık
En Büyük Hata Bizde...Ufacıк İlgiу i AŞK, İki KeLiм e Edeη i DOST Sandık.
Garip gönlüm kötü şeyler getirme aklına, kimseyi zorla sevdiremezsin.. Biten bitti sakin bakma arkana…
Ölüm su değİL ki içİpde öLesin. İnsanlar merT değilki İnanıpta güvenebilesin.
24.08.2010 - 14:41
Gidiyor musun diye sorma bana!
Gönderen sensin...
Ne terk etmeyi istedim seni,
Ne de daha yaşamadığımız bu aşkı toprağa gömmeyi...
Senin kadar öfkeliyim ben de...
Senin kadar endişeli...
Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana...
Ama inandıramadım seni...
Sen, sorgularken beni kafanda,
Ben gözlerinin içine bakıyordum kuşkuyla...
Bir tek sözün bağlardı beni sana...
Oysa sen hep susmaların koynunda...
Aşkın içine bir kez girdi mi kuşku,
Teslim alır bedenleri de...
Sütten çıkmış ak kaşık değildim,
Ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza...
O dünya ki bazen minicik bir odada,
Bazen kentin ortasında şekillendi...
Nasıl da güzeldi...
Zaten varsın diye her şey güzeldi...
Ama, sen buna inanmadın...
Ah bu sorular...
Yaşamak varken sevdayı delice,niye boğarız sorularla?
Nasıl ikna edebilirdim seni?
Ben, aşk dedikçe sen, dur dedin...
Ben, seninleyim dedikçe, Sen hayır dedin...
Zaten az konuşan sen,
Olumsuz ne kadar sözcük varsa bulup çıkardın ortaya...
Bense hiç bir şey diyemedim...
Ne kadar zarar vermişim sana meğer...
Nasıl değiştirmişim seni...
Oysa hiç böyle düşünmemiştim...
Kimseye zarar vermek istemem ben...
Kimseyi olduğundan farklı bir hale getirmek istemem...
Ama öyle oldu işte...
Demek ki; gitmelerin zamanı şimdi...
Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı...
Ne sevişmelerimiz kalır aklında,
Ne sevda sözlerimiz...
Rahat değilim diyordun ya, rahat ol artık...
Gülüşlerini saklaman için bir neden kalmadı...
Tedirginliğinin sebebi de kalktı ortadan...
Biliyor musun bir tanem!
Gidişim yürekten değil, zorunluluktan...
Sanma ki, bu toy sevdayı başka kimliklere taşırım...
Sanma ki, benden sakladığın gülüşleri
Yalancı yüzlerde ararım...
Seni de götürürüm yüreğimde...
Her zaman yokluğunu taşırım...
Bulup, bulup kaybettim seni bebeğim...
Ne yazık ki, toz duman edemedim kuşkularını...
Ne yazık ki, kalamadın bana...
Öpücüğümün kokusu kalacak kapının eşiğinde...
Kokladıkça
Bizi bir yanlışa mahkum ettiğini anlayacaksın
iclal aydın
23.08.2010 - 10:05
Gidenler hep bekle beni derler ve kalanlar hep bekleyeceğine yemin ederler”
Her giden ardında bir bekleyen bırakır.
Bazen ister bekle beni der, bazen de bekleme hayatına devam et der.
Bu bekleme demenin ardında bir beklenme isteği vardır hep…
Ve her kalan yüreğindeki acısıyla bekleyeceğim der.
Dönmeyeceğini bile bile,
gelmeyeceğini bile bile, sevmeyeceğini bile bile.
Ve bekler…
Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini
Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle ö...ldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini Ama herkes öldürdü diye ölmez
Yanı başımızdayken fark etmediğimiz bir çok ayrıntı takılır hafızalara.
Oysa ne güzelmiş yaşanılanlar dersiniz.
Meğer ne çok sevmişim dersiniz.
Ve belki de hiç sevilmediğinizi fark edersiniz.,
En acısı da budur ya zaten.
Sevilmeden sevdiğinizi fark ettiğinizde beyninizi yer binlerce soru.
Başlarsınız cevabı besbelli olan sorulara kendinizce cevap aramaya.
Ve sorgulama zamanı gelir kendinizce..
Oysa unutursunuz bir şeyi.
“Aşk Sorgulanmadan Yaşanmalıdır.”
Baktığınız her yer “onda” biter.
Gördüğünüz her şey de “onu” ararsınız.
ynadaki görüntünüzde bir yansıma,
sokaktaki köşe başında bir kucaklaşmadır
“o”. Yağan yağmurdur, denizdeki yakamozdur
“o”, gecelerin ayı, gündüzlerin güneşidir “o”…
Ve son cümleler dökülür artık dilinizden.
“O” Mutlu Olsun Yeter.
Diyebileceğiniz bir şey kalmamıştır çünkü.
Tıpkı yüreğinizi sizden aldığı gibi giderken cümlelerinizi de götürmüştür yanında.
Sessizlik kalır geriye biten bir sevgiden.
Ve Ayrılık Urganı kalır boynunuzda “yağlı bir ilmek gibi”.
Sanki biri ha çekti ha çekecek.
Durdu sanırsınız dünyayı ha battı ha batacak.
Ama ne dünya durur nede o ilmek çekilir.
Hayat devam ediyordur ve bu çarkın içinde sizi de bilmediğiniz başka diyarlara
sürüklüyordur.
Bitecek sanırsınız acınızı bitmez.
Sadece bir yerlere saklanır yüreğinizde.
Bir şarkıda, bir şiirin içli mısralarında
ve belki de bir sözde kanamaya hazır bir yaradır o artık.
“Sessizliğin İçinde Bir Çığlık,
Karanlığın İçinde Bir Işık,
Yürekte Kapanmaz Bir Yara
alıntı
21.08.2010 - 13:35
SANA VE OLMAYIŞLARIMIZA
Sessiz bir merhaba ısmarladım sana içimde bu gün,
Eski günlerin hatırına..
Gündüz niyetine öptüm boynunun ben kokan yanlarını..
Kimsesiz çocukların, mağrur duruşu gibi kaldın bende..
Kiremitle yazmıştım oysa yüreğime adını..
Sen yoksun diye sek sek bile oynamıyordum taa ne zamandır..
Yüreğim çıtır pıtır gibi isyanları yaşarken, sen sonsuz saklambaç peşindeydin..
Yine aciz olan bendim bu doktorculukta değil mi?
İztoplar gibi renkli olamadı sevdamız..
Gol atan ilk defa kaleye geçmiyordu belki de..
Sapanla öyle bir vurdun ki kalbimden,
içimdeki çocuk bile ağladı bana...
Ne mutlu değil mi..
Ki benim güzel umutlarım olacaktı, sana dair..
Bir sen olacaktın ki hayatımda,
kimsesizliklerim bile sıcak bir ev bulmuş gibi sevinecekti..
Anlamsızlıklarım çözüm bulacaktı..
Önüme bakamaz oldum sayende,
ya da kimseye...
......
.........
Kapanmışım, kapatmışım yüzümü, hüzne, sevdaya..
Kahpeliğin bile moda olduğu yerde, nasıl bir diğer yarı bulunur, unutmuşum...
Sahte yüzlerin garip kokuları benim tenim olamazdı asla..
Nerdesin şimdi,
o kadar zamanın üstüne, kimlesin?
Sarıldığın ya da yüzüne baktığın KADIN, gözlerini dolduruyor mu yine?
Soğuk diye sarıldığında, canı gibi sarabiliyor mu seni?
'Üşüdüm aşkım' dediğinde, senin için hasta olmayı göze alıyor mu?
Akşamları güneşin batışını beraber izliyor musun yine, yerime...
Öyle boşum ki olmadığında, en kanayanından, en acizinden...
Gelme demeye bile gücüm yok artık, sadece bende kalanlarsın bundan sonra..
Ben sendekileri sormuyorum bile, biliyorum onlar güvendedir
Başka kollarda,
Bensiz yollarda,
İsmim olmayan hayatlarda...
Artık yokuz..
Ne kadar uzaktı bu kelime değil mi bize?
Yenilmeye dayanamayan bir yürek ve bende kalan acı..
Umarım herşeye rağmen mutlu olursun...
Tavrı devrik de olsa hislerimin, oluşum mübalağa, yaşayışımsa itinadır...
(...züğürt tesellisi değil bendeki, insaf sadece insaf...)
Dedim ya;
şimdi, o eski günlerin hatırına, beni bekleyen kahırlar biriktiriyorum..
Sana ve olmayışlarımıza,
bir kocaman öpücük bırakıyorum..
Dudaklarının değil, hislerinin bile değemeyeceği kadar yükseklere...
Belki gerçekte değil ama rüyanda görmen ümidiyle...
'Sana ve olmayışlarımıza..'
alıntı
13.08.2010 - 10:19
Mazimi siLmem,gömerim! YaşanmışLıkLarı
inkar etmem,güLerim! Seviyorsam değer verir bekLerim,sevmiyorsam ümit
vermem siLerim! SeviLiyorsam gurur duyarım,seviLmiyorsam saygı
duyarım! ! Her seviyorum diyene inanmam,inandıranı kaLbimde tutar
bırakmam! Pes edene buyrun kapı sağda,Savaşanın varım yanında! Ben buyum
.........çözemeyene özetim, istemeyene Sebebim! ...
11.08.2010 - 13:31
MÜSLÜMAN SELAMLAŞIRKEN EN AZINDAN 'ESSELAMÜ ALEYKÜM' DEMELİDİR. SELAM DEĞİL, ÇÜNKÜ 'SELAM' ALLAH (C.C.) İSİMLERİNDEN BİRİDİR. BİRİSİNE 'ALLAH' DİYEMEDİĞİMİZ GİBİ 'SELAM DA' DİYEMEYİZ...
10.08.2010 - 17:29
Açlığa sabredersin adı 'oruç' olur. Acıya sabredersin adı 'metanet' olur. İnsanlara sabredersin adı 'hoşgörü' olur. Dileğe sabredersin adı 'dua'olur. Duygulara sabredersin adı 'gözyaşı' olur. Özleme sabredersin adı'hasret' olur. Sevgiye sabredersin adı 'AŞK' olur... (Hz. Mevlana)
10.08.2010 - 08:21
HANİ bİR YAĞMUR YAĞAR YA BAZEN...
(Birden aklınızı uzun zamandır haber alamadığınız, ne yaptığını bilmediğiniz eski sevgiliniz gelir.) Hani gök gürler ya arkasından... (Arayıp, aramama arasında gidip gelirsiniz. İçinizden bir ses 'ara' demektedir ve o ses giderek yükselmektedir. Telefon ellerinizdedir, numaralar aklınızda. Dayanamaz, dokunursunuz tuşlara.) Hani şimşekler çakar ya peşinden... (O da çok sevinmiştir sesinizi duyduğuna. 'Nasılsın' diye sorarsınız ama aslında merak ettiğiniz şey 'Bensiz nasılsın' dır.)
HANİ ISSIZ YOLDAN GEÇERKEN... (Duyduğunuz ses öyle tanıdıktır ki, güven verir size. Birlikte paylaştığınız anılar birer birer geçit yapmaya başlar önünüzden.) Hani bir korku duyar ya insan... (Sesini test etmeye çalışırsınız. En ufak bir titremeyi, en ufak bir heyecan kırıntısını kendinize yontarsınız. 'Demek o da etkileniyor' dersiniz. Ya da tam tersi... Sesindeki soğukluğu algılamaktan korkarsınız. O soğukluk, size dair içinde hiçbir şey kalmadığını gösterecektir ve bununla yüzleşmek o an içinde hiç de işinize gelmeyecektir.) Hani bir şarkı söyler içinden... (Söylemek istediğiniz çok şey vardır. 'Özledim' demek istersiniz ama bunu içinizden söylersiniz. Aynı şekilde karşılık görememeyi kaldıramacağınız için tedirginsinizdir.)
HANİ ESKİ Bİ RESME BAKARKEN... (Sahi neden ayrılmıştınız? Neydi bu aşkı bitiren şey? Düşündüğünüzde de ne anlamsız gelir. Belki basit bir kavga, belki bir kıskançlık. Belki de bir ihanet. Ama hiçbir şeyin önemi yoktur artık. Oradasınızdır, onun yanında. Gözünüzün önünde hep onunla olduğunuz anlar vardır.) Hani yılları sayar ya insan... (Ayrıldığınız ilk anlarda ne kadar da umutsuzdunuz. Günler, geceler geçmek bilmezdi, sayardınız ama bitmezdi.) Hani gözleri dolar ya birden... (Gözyaşları hücuma kalkmaya hazır askerler gibi beklemektedir gözlerinizin içinde. Konuştukça ağlamamak için zor tutarsınız kendinizi. 'Neden' demek istersiniz. 'Neden bitti'... diyemezsiniz, dudaklarınızı ısırırsınız. İçinize akar göz yaşları çaresiz. Zayıflığınızı anlamasını istemezsiniz.)
HANİ YILDIZLAR YANIP SÖNERKEN... (Oydu yıldızınız bir zamanlar. Siz her yıldıza onun adını verirdiniz.) Hani bir yıldız kayar ve insan... (Ama yoktur o yıldız artık. Yıldızsız gecelerde yaşamaya mahkumsunuzdur ya da kendinize yeni bir yıldız bulmuşsunuzdur.) Hani bir telaş duyar ya birden.. ('Ne yapıyorum ben? ' diye sormaya başlarsınız bir anda. Telefonu 'Kendine iyi bak' sözüyle kaparsınız ve yalnız kalırsınız. Bir garip duygu çöker omuzlarınıza... Ve o duyguyla uyuyakalırsınız.)
Sabah uyanırsınız ve sorarsınız kendinize 'Neydi bu? '... Cevabı yoktur. Çünkü 'İşte öyle bir şey'dir bu... O an yaşadığınız ve belki de bir daha hiç yaşamayacağınız bir şey...
alıntı
09.08.2010 - 11:11
Dikensiz Gül Açıyormu?
“…Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür.
Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür.
Allah bilir, siz bilemezsiniz” Bakara-216
demektedir Cenab-ı Hakk… Biz bilemeyiz…
Bilemeyiz bizim için iyi mi hayırlıdır kötü gözüken mi?
Ama bildiğimizi sanıp, başımıza gelenlere yorum yaparız…
Hani ayırırız ya hayır ve şer diye…
Hani hep başımıza gelen hayır olsun isteriz ya...
Hani hep kötü işler gelip beni mi buluyor deriz ya isyan edercesine…
Hani gülü sever de dikenine yüzümüzü buruşturarak bakarız ya...
Maksat hep güzelliklerin bize verilmesi midir
yoksa güzelliklere layık olunması mıdır hiç düşünmeyiz.
Gülü severiz de dikenine burun kıvırırken,
unuturuz dikeni yaratanın da gülü yaradan’ın da aynı olduğunu…
Sevgiliden gelen her şeye katlanmalı, bilinmeli ki
güle gül kokusunu veren dikendeki özs udur aslında…
Daima O’nun gülüne de dikenine de razı olmak varken
neden bilmeyiz;
gül koklamak isteyenin,eline dikenin mutlaka batacağını…
Unuturuz her nimetin bir külfeti olacağını…
Hz. İbrahim; fakir ve yolda kalmışlara, mutlaka sofrasını açar,
az çok ne varsa onlarla paylaşırdı.
Rabbinin rızasını kazanmış bu yüce Peygamber;
yine bir gün sofrasına kabul ettiği ama
Allah’ın adını anmadan yemeğe başladığı için kızdığı bir kul
için ne diyor Cenab-ı Hakk…
” Ya İbrahim! Ben bu kulumu, beni inkâr etmesine rağmen
40 yıldır besliyorum da, sen bir öğün mü doyuramadın? ”
Bize gül ikram edene nasıl teşekkür edeceğimizi bilemeyiz…
ama bu gülü ikram eden, üstelik sevgisini ve rahmetini
her daim hissettiren Yüce Mevla’mıza nasıl teşekkür etmeyiz ki?
O\\\'nun gönderdiği gülleri koklamaktan çekinmezken,
dikenine neden nankörlük ederiz ki…
Bizi sevgisinden yaradan yüce Allah, bizlere isteyerek
zulüm yapmaz, zora koşmaz, bela ve musibetlerle sınamaz…
Bunların hepsi, nefsimize uymadığından
bizim düşüncelerimizde oluşan musibetlerden başkası değildir…
Hele birde; doğumumuzdan ölümümüze kadar geçen sürecin;
O’nu daha çok anmamız, O’nun sevgisine daha çabuk ulaşmamız,
O’na yönelmemiz, O’nun rızasını kazanmamız için geçen
bir imtihan süreci olduğunu idrak edebilsek…
Hele birde; O’ndan gelen hayır ve şerre razı olabilsek,
isyan etmeden “Rabbim benim için hayırlı olanı böyle takdir etti,
o halde bana teslim olup O’na daha çok yönelmem gerek” diyebilsek…
Hele birde; “ Yarabbi! her şeyi yaradan sensin..
işte sırf sen yarattın diye cennetine de razıyım, cehennemine de “ diyebilsek..
Hele birde; “ Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri...
isteyene ver onları… Bana seni gerek seni” diyebilsek...
Açıp ellerimizi de, bakalım avuçlarımıza…
Dikensiz gül açıyor mu?
alıntı
09.08.2010 - 08:12
Hayatı kaçırmak
Kaçamak yaşıyoruz.Herşeyden,bazen kendimizden bile kaçıyoruz.Duygularımızı paylaşmak nedense zor geliyor bize.Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki...Hep içimize atıyoruz sevgileri,hüzünleri,mutlulukları. Bağırıp çağırıp hani derler ya 'bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi' ağlayamıyoruz bile.
Utanıyoruz...Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok 'sadece o O'nun düşüncesi' diyemiyoruz.Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz.Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.
Görmüyoruz...kör değiliz sadece bakıyoruz.Çevremizdekileri sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz.Doğan güneşin sıcaklığını, rüzgarın getirdiği okşamayı,kuş sesindeki canlılığı ve hayatı hep kaçırıyoruz.Ruhumuzu bi yerlerde bıraktık,bulamıyoruz...Çok hızlı gidiyor,dinlenemiyoruz.Herkes ama herkes, herşey üstümüze üstümüze geliyor...Korkup kaçıyoruz.
Sevemiyoruz...Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı.Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden.Peki... Ne veriyoruz..? .Arkadaşlığı bile beceremiyoruz.Bazan bir merhaba demek bile zor geliyor.'O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim' bile diyebiliyoruz.Aslında kendimizle inatlaşyoruz.Egomuz daima üstün geliyor.Sebebini bilmiyoruz.
Düşünmüyoruz.geleceğimizi,geçmişimizi içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz.Hep gel geç ilişkilerde gözümüz.Hep başkası olmakta...Kendi benliğimizi kaybettik.Tanımıyoruz içimizdeki beni.Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz.Kendimizden bile kaçıyoruz. Yüzleşemiyoruz kendimizle...Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz.Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda...
Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine.Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu...
Hayatta herşey size bağlı.Sen istersen dünya daha güzel.Sensin tüm güzellikleri yansıtan. Diğer olan biten herşey sadece araç.Yani sen varsan herşey var.Kendini tanımaktan geçiyor herşey.Bir tebessümle başlıyor güzellikler.Sabah yataktan kalktığında aynada kendine tebessüm et ve Günaydın dileklerini ilet kendine...Gözlerini kapat hayatın seslerini dinle.Yeni bir gün,her yeni gün seninle birlikte var.Ruhun bir yerlerde seni bekliyor.Bul Onu. Hisset tüm hissettiklerini.Bak nasıl değişecek hayat...
ALINTI
07.08.2010 - 11:58
seni se vi yo rum
İki kısa kelime ama bu aralar sadece kelime işte. Anlamını artık kimse düşünmez oldu. Değerini hiçe sayanlarsa çoğaldıkça çoğaldı.
Kimileri şımarıkça aldı bu sözü ağzına.Kimileri anlamını bilmez oldu.Kimileri haketmedi.Kimileri değer bilmedi.Seni seviyorum dendi de, kime niye dendi kimse irdelemedi.
Halbuki ben hep utandım bu sözü söylerken. Dudaklarımdan dökülüşüne izin verirken hep tereddüt ettim.
Düşündüm hep; söylediğim anladı mı acaba? Haketti mi, değerini bilecek mi? yoksa savurup saçacak mı bu sözü mü, anlamını, büyüklüğünü bilmeden? bu iki kelimenin ben olduğunu, kalbimden çıkıp geldiğini anlayacak mı? anlayıp da o da sevecek mi? söyleyeyim mi, yoksa hissetireyim mi?
Ama söylemeden de olmuyor ki.içinde sevginin yüceliğini yaşarken, sevdiğine onu sevdiğini, bağıra bağıra, duya duya, doya doya söylemeden de olmuyor ki. İçinde sevgiden bir volkan varken, yanıp yanıp tutuşuyorken, onun anlamasını beklemek çok zor.
Sadece davranışlarla anlatmak çok zor.Sesinle, sözlerinle, en içten gelen, anlamı gözlerine yerleşen seni seviyorum’larla anlatılabilir ancak sevgi.Ama anlayana tabii. işte hep ya değerini bilmez de sevdiğim beni yaralarsa diye kotktuğum için söylemek çok zor oldu.
Utandırdı tereddüte attı beni.
Buna rağmen, hiç korkmadan, karşılık alacağımdan emin olarak, rahatlıkla seni seviyorum dediklerimde var.Anneme, babama, kardeşime, sevgimi, seni seviyorum sözünü dilediğimce söyleyip haykırıyorum.Çünkü sevdiğim kadar sevildiğimi biliyorum.Ya sevgimin değerini bilmezlerse diye korkmuyorum.
Duya duya, doya doya, bağıra bağıra, sınırsızca,her an, her saniye, sevdiklerimi sevgime doyurmak istercesine söylüyorum. Ama artık sevgiler yitirdi değerini. Oyun gibi birşey oldu sanki. 'Seni seviyorum' sözü anlamı bilinmeden, değeri bilinmeden ağıza alınır oldu. Sadece dış görünüş için, ya da menfatler uğruna kullanılır oldu bu yüce iki söz.
Kalbe uğramadan, gayri ciddi bir edayla söylendi çoğu zaman. telefon da veya mesajlarda öylesine, sıradan bir 'ne haber' 'nasılsın' der gibi kullanılıyor çoğu zaman
.
Evet 'seni seviyorum' demek o kadar kolay ki. Şimdi gerçek sevenlerin işi zor.
Çünkü ' kurunun yanında yaş da yanar' misali sevdiğine seni seviyorum dediğin de ya inanmazsa diye korkuyor insan. belki de kalbi sevgi dolu olan bu korkuyla içine gömüp sevgisini söylemiyor.
Seni seviyorum demeliyiz ama duya duya. Bilsin karşımızda ki gerçekliğini.
Kalbimizdeyse sevgi haykırmalıyız doya doya. Anlatmak için sevgimizi.
Bu inançtaysa, bu sevgiyleyse söyleyelim bağıra bağıra. ve açalım sevdiğimiz görsün diye kalbimizi.
Sevgiyle kalın.anlamını bildiğiniz ve bilinen 'seni seviyorum' lar hiç eksik olmasın hayatınızdan...
06.08.2010 - 17:03
Bir günlük de olsa sadece kendinizi düşünün ve sadece kendiniz için yaşayın! ..
Gülümseyin bir günlük de olsa...
Bir günlük de olsa gülümseyin ve zihninizdeki bütün kötülükleri, kinleri, düşmanlıkları, fesatlıkları, kıskançlıkları bir kenara bırakın; Sadece sevgiyi, dostluğu, mutluluğun güzelliğini düşünün ve tutun içinizde....
Yüreğinize umut tohumları ekip sevgi tomurcukları yeşertin sadece, hayata gülümseyin ve gülümseyen gözlerle bakın, sevgi yolculuğuna çıkın bir günlük de olsa...
Bir günlük de olsa unutun bütün acılarınızı, kederinizi, üzüntülerinizi; Sabah uyandığınızda aynada ilk kendinize gülümseyin.
Çünkü eminim içiniz ferahlayacak, hayata daha bir umutla sarılacaksınız. Çevrenizle, kendinizle barışık, dost, umutlu ve mutlu olun yada öyle olduğunuzu düşünün.
Gülümseyin, çünkü gülümsediğinizde hayata daha olumlu gözlerle bakmasını ögreneceksiniz.
Daha olumlu düşünceler oluşacak beyninizde. Unutmayın hayata hangi gözle bakarsanız öyle görürsünüz! ..
Bir günlük de olsa gülümseyin. Eminim, gülümseyince güzelleşmeyen yüz yoktur?
Güzel görüp güzel düşünmek bütün sıkıntılara, hastalıklara iyimser bir bakış açısıyla bakmak, biyolojik açıdan daha rahat ve sağlıklı olmanızı sağlar. Beyninizin salgıladığı bu salgılar % 40 50 oranında daha faydalı olur. Ve hayattan daha fazla zevk alırsiniz.
Bu konuda bir uzman 'Gülümseyen bir yüzde daha az sayıdaki kasın çalıştığını, çok ciddi ve somurtkan bir yüzde ise daha fazla kasın çalıştığını, bundan dolayı, çok ciddi ve sert yüzlerin daha fazla ve erken yıprandığını, buna karşılık gülümseyen yüzlerin daha az ve geç yıprandığını' ifade etmişti bir yazısında...
Kaşlarını çatıp surat asmak için 45 adale çalıştırmamız gerekirken. Gülümsemek için 15 adele yeterli geliyor.
Bir günlük de olsa hayallerinizle yaşayın, güvenin çevrenizdeki insanlara ve ümit edin.
Bunu denemenizde fayda var, en azından bir kaybınız olmaz! ...
O vakit dünyanın daha renkli, yaşamın daha zevkli, yaşanılır ve güzel olduğunu hissedeceksiniz.
Unutmayın ki, umut en umutsuz, karanlık gecelerde bile ışığını esirgemez sizden.
En zor anlarınızda bile yitirmeyin ümidinizi! ...
Çünkü umut etmek yaşanmış bir hayatın ardında yaşamaya yeniden tutunmaktır.
Çünkü umut etmek çekilen acıların, çilelerin ardında yeni ve güzel bir günün doğacağı muştusuna inanmaktır! ...
Unutmayın ki, insanın elindeki en büyük sermayedir umut. Umutsuz yaşanmaz bu dünyada, umutsuz hayal bile kurulmaz.
Kime ait olduğunu bilmediğim ama çok sevdiğim aşağıdaki öyküyüyü sizlerle paylaşmak istedim...
Mumların Öyküsü! ..
“”Dört tane mum usul usul yanıyordu...
Ortalık o kadar sessizdiki, mumların konuşmalarını duyabiliyordunuz...
Birinci mum dediki:
'Ben BARIŞ'ım.!
Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor.Sanırım yakında söneceğim.'
Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü.
İkinci mum:
'Ben VEFA'yım.!
Ne yazıkki artık vazgeçilmez değilim.Onun için,bundan sonra yanıp durmamın bir anlamı kalmadı.'
Sözlerini tamamladığında esen hafif bir rüzgar onu tamamen söndürdü...
Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle dediki:
'Ben SEVGİ'yim!
Yanacak gücüm kalmadı. İnsanlar beni unuttu,değerimi anlamıyorlar. En yakınlarını sevmeyi bile unuttular.'
Vefa'da daha fazla beklemeden sönüp gitti...
Ansızın..!
Odaya bir çocuk girdi ve üç mumunda yanmadığını gördü.
'Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu? ' dedi.
Ve ardından ağlamaya başladı...
O zaman dördüncü mum konuşmaya başladı:
'Korkma, ben yandığım sürece öteki mumlarıda yeniden yakabiliriz, ben UMUT'um! '
Çocuk parlayan gözleriyle UMUT mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı...
UMUT ışığı yaşamımızdan hiç eksik olmamalı...
...Ki hepimiz onunla birlikte VEFA'yı, BARIŞ'ı ve SEVGİ'yi yaşatabilelim...””
alıntı
06.08.2010 - 11:52
Aşkım Dediğin Gün
Gözlerinde yol bulup, yüreğine hicret ettim,
Yeniden doğdum “aşkım” dediğin gün.
Zaman çarklarında solarken benzim-betim,
“Canım” dediğin an, bitti gurbetim.
Martılarla çığlık çığlığaydım dün,
“Balım” derken dilin, kalktı garabetim.
İçim içime sığmıyor, gözlerine bakarken,
Söyle hangi lügat onların dilinden anlar?
İki şehla yıldız gibi gecelerime akarken,
Ve kandil gibi mahzenime ışık saçarken,
Sükût bulur mu ay teninde canlar?
Lav gibi değdiği yeri yakarken,
Ve gecelerin çiçekleri sessiz açarken,
Sevdanın resmigeçididir, seninle geçen anlar.
Dalgalar şimdi sahili aşkla öpüyor,
Yüreğinin kıyılarına kürek çekiyorum.
İçimdeki alaca atın dizginleri kopuyor,
Hangi yana koşsa, yönü sana sapıyor;
Sakarya gibi coşkuyla akıyorum.
Dudaklarının kıvrımlarında şen ezgiler,
Kelepçeli yüreğin, inadına aşk der.
Korkak kuşkularla taşıdığın sezgiler,
Nasır tutmuş acılara özgüler.
Unut maziyi, yepyeni bir sayfa ser,
Otağ kur yüreğimde, tahtındır her yer.
“Canım” dediğinde, kederleri kovdum,
Cemre gibi düştün, bahar getirdin.
“Balım” derken, tüm sancıları boğdum,
Ay utandı gözlerinden, güneş devşirdin.
Mavi bir çiçektin, gülşenimde yeşerdin,
“Aşkım” dediğin gün, yeniden doğdum.
21.05.2010
Muhittin Alaca
04.08.2010 - 16:30
İSTERDİM Kİ….
İsterdim ki, her gidişin bir dönüşü olsun! Ardından buğulu gözlerle el sallayanların, yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle kollarını açtıklarını da görebilsin her insan!
İsterdim ki, söylenmemiş sözcüklerin, kurulmamış cümlelerin değil, sadece; söylenmişlerin, kurulmuşların pişmanlığını duyalım; “üzgünüm! ” diyecek zamanımız olsun!
ßağışlanmayacak kadar büyük olmasın suçlar!
İsterdim ki, sığınacak bir liman bulabilelim fırtınanın ortasında; yürek dardayken, “vazgeçme! ” diyecek dostlarımız da olsun!
İsterdim ki, kaybetmeden önce ağlamayı, söylemeden önce düşünmeyi, nefretin tuzağına düşmeden tartışmayı da bilelim.
İlla, “savaş” tehdidi altındayken atmayalım, “barış” çığlıklarını...
İlla, sevilmemiz gerekmesin, sevebilmek için!
Bir yolculuğu güzel yapan, yanımızdaki insanlardır ve her birimiz, bizlere ödünç verilmiş bir hayatı yaşarız. İsterdim ki; kadri, kıymeti bilinsin; aynı zaman dilimini paylaşıyor olmanın!
Kimse susmasın konuşması gerekirken; sadece, kazanacakları kavgalara girişmesin insanlar!
Düşlerimiz olsun, kimsenin cesaret edemediği türden!
İsterdim ki; acı rehberlik etmesin mutluluğa; ölüm, gözümüze sokup durmasın hayatı; hasrete ihtiyaç duymasın vuslat!
Yaşlılar kimsesiz, gençler yarınsız kalmasın. Hazan değmesin gülümseyen yüzlerine çocukların! Başın önde gezmesin insanım!
Bana dokunmayan yılan bin yaşamasın, çuvaldızı tatmadan, saplanmasın iğneler!
Boşlukta sallanmasın uzatılan hiçbir el; bulunsun, her selama bir karşılık veren!
İsterdim ki; acılar acımız, sevinçler sevincimiz, haksızlıklar kavgamız olsun!
İsterdim ki; hepimizin bir türküsü olsun yüreğini titreten, bir şiirimiz olsun umudun tükenmediği, bir amacımız olsun, uğruna bir ömrün harcanacağı türden... Bizsiz, bir hiç olsun şu kainat!
Gel gör ki, mükemmel bir dünya değil yaşadığımız; görünen o ki, mükemmel de olmayacak; ne o, ne biz!
“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey! ” demiş, Sait Faik Abasiyanik... Isterdim ki, bir insani sevmekle başlayalim!
Ama, öyle böyle degil..
HERŞEYE RAGMEN!
04.08.2010 - 11:51
Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dısarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran iliskiler, yeni tanısmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya basladım.
Iliskilerde tasarrufa gidiyorsun her seyde oldugu gibi ve gereksiz insanlari hayatindan atmak istiyorsun.
Yapmacik, inanmadan konusmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konusmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
Istedigime istedigimi deme özgürlügüne sahibim, elestirme hakkını olusturan yasamislık ve yeterli yas faktörü artik bende de var.
'Ben demistim','ben bilirim','ben zaten anlamıstım', sendromunda olanlarla arkadasliklari bir kez daha sorguluyorsun.
İliskilerini sadelestirmeye baslayinca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. Iyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç oldugunda göçmen kuslar gibi sicaga uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayri düsenler kalıyor.
Zamanın ne kadar kıymetli oldugunu ögreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan oldugu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulasabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de ögrendim gide gele.
Bos geçen her saniye degerli artık. Daha yapılacak çok sey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana degilim.
Gerektiginde 'HAYIR' demeyi ögrendim ve bu kelime basta karsındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor. Sevgiye önem vermek gerektigini, zamanı geldiginde elinde sadece sevginin kalacagını biliyorum.
Sevgi paylasildıkça olusuyor, olgunlasıyor. Aileme ve seçtigim tüm dostlarıma daha önce göstermedigim sevgi,anlayis ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu oldugu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya basladılar. Verecegim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir sey ögrenilmiyor. Yasamıslıgın olusturdugu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmis dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylasmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına popomun sıgmadıgı düsük bel pantolonlara sıgmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim. Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hosuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken simdi zevk aldıgım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabilecegim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm olustu.
Sonra Sezen'in sarkısındaki gibi anneni daha sık düsünüyorsun ve hatta anlıyorsun. Iste bu yeni alısmaya baslanan ve giderek hosa giden yeni duruma olgunluk deniyor.
Yasamıslıgın, görmüslügün, geride kalmıs üflenmis dogum günü mumlarının bir sonucu kendiliginden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.
Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadıgına göre degisiyor bu olgunluk çagına ermek. Inanın bana hayattaki düsüsler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklügünü kesfetmek ve buna ragmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor. Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunlugu bulmasını diliyorum
sanırım ben yavaş yavaş olgunlaşıyorum
04.08.2010 - 09:23
sen geldin..............
Dostu kande bulasın sende durmak ile sen
Ol imaret eylemez sen viran olmayınca
Yar hasretiyle ciğerleri parça parça olmuş bir aşık, gönlünde onun hayali, gözlerinde yaş, gelip durmuş maşukunun kapısında. Yüreğini parmaklarının ucuna latif bir eldiven gibi takıp, yavaşça çalmış kapıyı, beklemeye koyulmuş.
Arada sadece bir kapı varsa sevgiliye kavuşmak için, o kapının önünde bekleyenin resmini sözlüklerde hasret kelimesinin karşısına iliştiriverseler, hasretin ne olduğunu anlatmak için kelimeye hacet kalmazdı.
Düşünsenize, birazdan kapı açılacak, o görünecek, ayaklarının dibine atacak aşık kendisini, şiirler okuyacak, boynunu bükecek, susacak, anlatacak yokluğunun ızdırabını. Ağlayacak, sonra gözlerine, “her güzelde seyrettiğiniz o güzel işte karşınızda” diyecek. Ay ışığını ezber bilen gözler doyasıya seyredecek güneşini, daha neler neler…
Uzun sözün kısası, gönül bir parçaya, her parça bir hayale bölünmüş, her hayal binlerce ümide… Aşık perişan, aşık mahzun ve nihayet içerden bir ses:
- Kim o?
Kavuşmanın heyecanı, hicranın azabıyla kapı önünde asırlarca beklemekten eşiğe dönen aşık, beklediği sesi duyunca sevinçle haykırmış.
- Ben geldim.
İçeriden bütün vuslat hayallerini yerle bir eyleyen sesi duyulmuş sevgilinin:
- Gelen sen isen, var git, biraz daha yan öyle gel!
Bu cevap karşısında aşığın düştüğü hali sizin muhayyilinize bırakıyor, “aşık, aradaki tek engelin o kapı olmadığını kesin anlamıştır” diye not düşmekte fayda görüyorum.
Açıldığı vakit sevgilisiyle kavuşacağı ümidiyle beklediği kapıdan, boynunu büküp ah u figan eyleyerek dönmek zorunda kalan aşık, çöllere vurur kendini. Ayağındaki nalından gönlündeki aşka kadar, kendisine ait olduğunu zannettiği şeylerin hiç birisinin aslında kendisinin olmadığını anlar ilkin. “Ben” sözünü unutmak için maşukunun ismini söyleye söyleye dolaşırken çölleri, kendisinin bir başkası olduğunu hissetmeye başlar.
Bir şeye sahip olabilmek için ondan vazgeçmek gerektiğini idrak ettiğinde, önce ayaklarının sevgilinin ayaklarına ne kadar benzediğini fark eder, sonra gönlünün sevgilinin gönlüne büründüğünü. Kuşların, rüzgarın, ayrılığın, gecenin, kum tanelerinin, sessizliğin ve en son her şeyin sevgilisinin adını mırıldanmakta olduğunu seyredince kendi adını unutur, her azasının sevgiliye türküler yakan bir dil olduğunu anlayınca da, neyi unuttuğunu hatırlamaz olur.
Yüzünü yıkamak için eğildiği suda sevgilisini görünce, kuşların, gecelerin, rüzgarın, ayrılığın, kum tanelerinin, sessizliğin ve her şeyin birer damla olduğu o suyla yıkar yüzünü, düşer yollara.
Ayaksız yürüdüğü yollardan geçerek tekrar gelir dostun eşiğine. Elleri göğsünde bağlıyken çalar kapıyı ve içerden bir ses gelir:
- Kim o?
Önce göz olup seyrederken kapıyı, duyduğu sesle beraber kulak kesilir bütün vücudu, sonra dil olur, seslenir:
“Gönlümü alan sevgili sensin” diye cevap verdi.
Sevgili; “Madem ki bensin ey ben, gel içeri gir! Ev dar, iki kişi sığmıyor” dedi.
İğneye geçirilecek iplik iki ayrı iplik olursa geçmez. Madem ki birsin, bu iğneden geç!
Ve ardına kadar açılır kapılar…
Bu, aslında maşukun kendisine kavuşmasının hikayesidir. Aşıkta kendisinden eser kaldığı müddetçe vuslat mümkün değilse eğer, aralanan kapının arkasında duran kapıyı çalandan başkası olamaz. Ben’i terk edebilen aşık için, değil kapı aradaki dağlar, denizler bile ayrılık sebebi değildir. O kendisinden soyundukça sevgiliyi giyinmenin hazzını tatmıştır. Zevklerini, isteklerini, ümitlerini, hatta yürüyüşünü, bakışını, konuşmasını, tebessümünü bile sevgilininkilerle takas ederek başlamıştır işe. Kendinde kendisinden eser kalmayıncaya kadar devam etmiştir bu alışsız gibi görünen veriş. İhsandan doğan aşk diye bahsederler karşılığı olan aşktan; ve ihsan bitince aşkın da biteceğini anlatırlar. Bu ihsanın bir buse olmasıyla birkaç köşkle birkaç huri olması arasında hiçbir fark yoktur.
Önce kaş olur, göz olur, sonra yırtılır perdeler senin tükendiğin demde, senden geriye bir o kalır, aşk o zaman aşktır. Mecnun’a adını sorduklarında, Leyla, demiş. Nereden geliyorsun? Leyla. Aç mısın? Leyla. Başka bir şey bilmez misin? Yine Leyla, hep Leyla… Marifet can için sevgili aramakta değil, sevgili için can taşımaktadır ve bütün soruların cevapları Leyla olmadan, mecnunluk sırrına Leyla kadar ıraktır cümle Kayslar…
Serdar Tuncer
03.08.2010 - 15:58
Kırgın durduğuma bakma, aslında bende herşey aynı. Hüzünlere olan bu bağlılığım, eskiden kalma. Hüzünler biraz daha sanki bana benziyor.
“Hiç değişmeyeceksin” diyor bir dostum. Bu söz, tarifi imkansız bir mutluluk veriyor bana. Aslında yeni bir başlangıç için; yaşım ve rüzgar müsait. Ama gerekli dermanı dizlerimde ve yüreğimde bulamıy...orum. Yokuşları çıkarken yaşıma yakışmayan bir daralma oluyor nefesimde. Bu darlıkta neyi değiştirebilirim ki? Yaşım daha küçük yüreğimden.
Ben aslında rüzgar olsam, hep doğudan eserdim.
Ben aslında, hayatın sayfalarına ölüme dair dipnotlar hiç düşmedim.Ben aslında, bir gün kapımın umuttan yana çalınacağına emindim.Ben aslında, hayat ile hayali hep birbirine karıştırırdım.Ben aslında anladım, yaralarıma uzanacak ellerin çok uzak olduğunu.
Ben aslında anladım, cami avlusuna terkedilen kundaklık bir çocuktan bir farkım olmadığını.
Ben aslında anladım, hayatımın hep yamalardan ibaret olduğunu.
Ben aslında, cürmüm kadar yer yakardım. ….. ‘Neyse’ deyip toparlanmalıydım artık. Dökülen cümlelerimi, kırılan gençliğimi, darmadağın olan hayatımı onarmalıydım ve yeniden kalkabilmeliydim düştüğüm yerden. Bu kadar hassas olmanın vakti değildi artık. Küçük yaralarımla uğraşarak kaybedecek vaktim yoktu. Zira hayatın tutunacak dalları vardı. Asılmalıydım ben de zayıf kollarımla hayata; sabrı öğrenmeliydim. Sıkıca tutmalıydım bana uzanan elleri.
Değişmem zor aslında. Acılar hep aynı çünkü. Acılarım hep aynı…Yine de değişmeliyim, ey rüzgarlı hüznüm. Ne tarafa eseceğin belli değil, biliyorum. Biliyorum, denizi özlemem de kar etmez. Kimbilir belki masal olsaydı yaşadıklarım, bir umut olurdu hep Kafdağı’nın ardında. Ama masal değil yaşadığım, biliyorum. Belki de oturup ağlayarak başlamalıyım değişmeye…Oturup ağlamalıyım halime. Belki tebessümlerimin bereketsizliği de terkeder beni böylece, kimbilir...
Aslı Nur Erdem
Toplam 168 mesaj bulundu