Sen benim hüzün yanımsın...Her doğan günle bir kez daha ümidimi yıkan tarafımsın... “Olmadı olmayacak” dedirten hain düşmanımsın...“Ah çıksa gelse şimdi…” diyecek kadar kendimi kaptırdığım saflığımsın... “Çıksa ve gelse, alsa ve götürse…” diye çırpan kanadımsın... ' Ve her defasında kendime kırk kez söyleyip kırk kez yanıldığımsın '
Senden sonra 2 kişi girdi hayatıma Sana benziyordu Birinin gözleri, o kadar çok benziyordu ki Birazda huyu… Ama tanıdıkça öyle olmadığını anladım Ve onu hemen terk ettim Öbürünün gülüşü benziyordu sana Birazda hareketleri Ama anladım ki oda sen olamazmış Bıraktım onu da Sonra sana döndüm yine Senden sonra kimseyi sevemedim Sana söylemek isteyipte söyleyemediğim her şeyi Bir deftere yazardım Sen varken ve senden sonrası O defteri okumanı çok isterdim O zaman anlardın seni ne kadar sevdiğimi Hala yazıyorum… Arada dönüp okuyorum senli günleri Okuduğum sayfalarda bazen gülüyorum Bazen de çok kızıyorum sana Bazen yaşıyorum aynı günü yokluğunla Kimi zamanda ağlıyorum Senden sonrası diye bir şey olmadı aslında Ben tek başıma taşıyamamıştım yükümüzü Senin de paylaşmanı bekledim Sen ise gitmeyi tercih ettin Hem de kısacık 2 kelime ile Ok, bye.! Allaha emanet ol bile demedin Terk ettin beni… Gitmemen için hiçbir şey yapmadım kabul ediyorum Ama ben gerçekte Hiç içimde terk edemedim seni…
“Başkalarında hep seni sevdim Ve her defasında sana benzemedikleri için hayatıma giren herkesi terkettim.. Aslında bunca terkettiğim hep senmişsin... Meğer ne çok terketmişim seni ne çok severken.....”
Uzun zamandır aynadan kendime bakarken, aşık olduğum insanın yüzünü görür gibi oluyorum. Dün, tanımadığım bir kalabalığın arasından geçerken, o kısacık anda kulak misafiri olduğum sohbetlerin içinde, o hiç tanımadığım birilerinden tesadüfen sevdiğimin adını duyduğumda, hızlıca kafamı çevirip onlara baktım. Gözlerim o ismin sahibini aradı uzun uzun. Parkta oynayan çocukları izlerken, o çocuklardan birinin adının, sevdiğim kişinin adı olduğunu öğreniverdim. Artık o çocuğa daha başka bakmaya, onu yüreğimde diğerlerinden ayrı bir yere koymaya başladım. Hiç tarzınız olmayan bir müzik türüyle isim yapmış bir sanatçı, sevdiceğinizin adaşıysa, sırf bu benzerlik için bile o sanatçının kim olduğuna bakarsınız. Bazen onun ismini taşıyan bir tekne geçer denizden. Tekrar tekrar okursunuz o ismi… gözden kaybolana kadar. Bazen o ismi taşıyan bir apartmanın önünden geçersiniz ve uzun uzun incelersiniz… bir gülümseme yayılır yüzünüze. İzlediğiniz bir filmde sevgilinize çok benzeyen birini gördüğünüzde, kötü rolde olsa da sempati duyarsınız. Onu beklediğiniz kafede, yan masada sevdiğinize benzeyen biri varsa, ister istemez iki dakikada bir o tarafa kayar bakışlarınız.
İşte tam da bunları yaşıyorum bugünlerde. Ben artık “o” olmuşum. Kendimi nerede unuttuğumu bilmiyorum ya da nerede dondurduğumu. Hayatımı, başka birinin (onun) hayatıymış gibi yaşıyorum. Kendimde hatırlanmaya değecek bir şey bulamadığımdan değil, aradığımı onda bulduğumdan bu kayboluş… ben, ben görünmüyorum bugünlerde… ben, ben olmamaya başlayalı beri unutmuşum beni. Ve hiç özlemiyorum.
Öyle bir hale geldim ki bir tek onun ismi yazmıyor kimliğimde. Onun hayatını mı oynuyorum acaba bilmeden. Ve bu bilmeden oynadığım hayatın başrolündeyken, bir gün dekora, sonra da seyirciye mi dönüşeceğim? Beklentilerimle yaşadıklarım çarpıştığında galip gelen hep onun hayatını yaşamak oluyor. Kendi içimde ölürsem yaşamak olur biliyorum ama ben yine de onun içinde yaşamayı tercih ederek ölümü seçiyorum. Ve hiç pişman değilim. Evet sevdiceğim! Kendimi kendimsiz bırakarak sana ispat etmeye çalışıyorum ve kimliğimi sorduklarında, çıkarıp resmini gösteriyorum.
Özgürsün artık kanatlanabilirsin uçurumlara, Çünkü kuruttum sevgini Kendin kadar yalnız, Ben kadar kalabalıksın dört duvar arasında Şimdi içimde rahatça ölebilirsin çünkü unuttum seni”
Eli kanlı bir katile nasıl bir mektup yazılır bilmiyorum Diri diri gömdüğün yüreğimle karşındayım Dimdik ve bir o kadar mutlu Söylenecek çok fazla sözüm yok aslında Adın hiçliği andırıyor İçi boş bir cümleye benziyor bendeki sen Şimdi sana yazdığım bu satırlara bakıp yanlış anlamlar çıkarma sakın Bende kapladığın yer boşluğa bakıyor Gözlerin ise karanlığı anımsatıyor bana Hadi mutlu olabilirsin artık Doya doya sevinebilirsin Ellerinle gömdüğün bu kızın ardından yaktığın sahte ağıtları söndür artık Yüzüne giydirdiğin benli acıları da sıyır artık Ben öldüm artık/ gayrı mutluluklar senin Başardın en sonunda Senaryosunu yazıp yönettiğin bu oyunu kazandın Tükettin beni Dilediğince kanat çırpabilirsin bulutlara Dilediğince gülüşler saçabilirsin etrafına Ve bitirdin diyecektim. Lakin bitiremedin beni Çünkü sen hiçbir zaman bende başlamadın ki Unutma sende bir cümlelik yerim bile olmamıştı Sakın kızma bu cümleme bu cümleyi sen söylemiştin Şimdi arkanı dön ve git Ait olduğun karanlıklar seni bekliyor Dört duvar sancılarında seni bekleyen bir ömür var Benden alıntı bile yapmadığın geçmişine bir çizik at yeter Gerisini cümlelere bırak Ve bundan sonraki cümleyi okumadan ellerinle bir yerlere tut Üzgünüm ama sendeleyeceksin Beni diri diri gömen adam, üzgünüm ama benim sessiz cümlelerimde sana ait tek bir sesli harf bulunmamakta
Şimdi ağlamayı bırak ve uzandığın yerden kalk Doğrul hayata Varlığımda yokluğumu ezberlemeyi becerebilen ve yokluğumda varlığımı yaşatabilen birisi olarak dayanabilirsin bunca şeye: Hem üzülmeye değer mi ki Varlığını reddettiğin bu kızın laflarına aldırma sen Dön sırtını karanlığa Unutma ki gözyaşlarını kurutacak bir göğüs kafesini bulman hiçte zaman almayacaktır Ya da beni unutturacak bir cümle kurman için dudaklarını bükmek yeterli olacaktır
Biliyorum bu satırlar sana küfür gibi gelecek Ya da beddua ettiğimi düşüneceksin Asla böyle düşünme Sen benim eli kanlı katilimsin Hangi kurban katiline beddua eder ki? Hadi beni gömdüğün yere bir bak Bak diyorum sana Kanlı gözyaşlarıyla uzan mezarıma Biraz üşüyeceksin ama bir kızın yalnızlığında tüketeceksin içindeki yaşama sevincini Acılarına kefil olan bu kızı sen öldürdün sen Suçlusun Seni sevmekten öte ne yaptım sana? Hangi suçun cezası olarak beni diri diri gömdün? Hangi sebebe istinaden vurdun beni yalnızlığa Artık özgürsün Beni öldürdün ya Ne kadar inkar etsen de, sen eli kanlı katilsin Yüzünde suçlu yazmasa da vicdanın hiçbir zaman seni temize çekemeyecektir İstediğin gibi rahat dolaş sokaklarda İstediğin maskeyi de vur yüzüne Gerçeklerden ne kadar kaçabilirsin Seni çok sevmiştim lakin yanılmışım Üzgünüm ama geçmişimde sana dair tek bir iz yok Ha, boynumda izler ne diyorsan Onlar beni diri diri gömerken senden bana kalan son armağan Git Hiç gelmemiş gibi Bit Hiç başlamamış gibi Kendin kadar yalnızsın Ben kadar ölüsün Adın boşluk şimdi Ait olduğun karanlıklarda temize çek kendini Guslet o ayrılık kokan ellerini Öldür beni diyeceğim ama Sen beni sende hiç yaşatmadın ki İstesen de ölemem ki Sen de hiçbir zaman varolmadım ki öldürebilesin Ben sende hiçtim Şimdi sıra sende “ Beni diri diri gömen adam, Üzgünüm ama benim sessiz cümlelerimde Sana ait tek bir sesli harf bulunmamakta”
keşke yanlızlığım kadar yanımda olsaydın,keşke yanlızlığımı seninle paylaşsaydım,keşke senin adın yanlızlık olsaydı da ben hep yanlız kalsaydım...kendimi şiirlerle anlatmayı severim...mutluluk; bazen bir doruk kadar ulaşılması zor,bazen bir öpücük kadar sıcak,bazen bir gelincik kadar ömrü kısa.....fakat hiçbir zaman bir ömür kadar uzun değildir...asiller idare eder,acizler şikayet eder,basitler ise iftira eder..
Kimi canını verir aşkı için,aşkı gider boş bir sebeb için,kimi ölür aşkı için,bende ölürdüm ama değmezmiş senin için..! ! !
Eğer 'unutmak' 7 harfi yanyana getirmek kadar kolay olsaydı, bizde 5 harfi yanyana getirip 'mutlu' olurduk..Ya görme bana baktığında unutmak istediğin kişiyi, yada gelme bana unutmak için başka birini...! ! !
Umarım başkalarıyla mutlu olursun,aradığın aşkı onla bulursun,sana son sözüm uğurlar olsun,olan yine aşka oldu 'DOSTLAR SAĞOLSUN..! ! ! '
Seni sevmiyorum artık... ne o sevgili dolu sözlerin... ne o ne bakışların... ne o sıcaklığın .... hiçbiri ama hiçbiri etkilemiyor beniiii.... çünkü sadece ' YALANLARINLA ' hatırliyorum artık seni... çünkü sevmiyorum seni sevmiyorum....
seni sevişlerimi bıraktım.... senli günlerimi hatıralarımın arasına aldım... şimdi.. sensiz günlerim başlangıçındayım... sessiz sedasız....
seni nede çok severdim... bilirmisin. seni .... gülüşünü... bakışını.... ağlamanı.... sıcaklığını.... huzur veren sözcüklerini.... saçının bi teline kıyamazken. şimdi sana 'seni sevmiyorum' diyebiliyorum.... bana binlerce yazıklar olsun.....
pekii. pekii yaaaa sana... sanaaa ne demeliiiii heee.... ' KIYAMADIĞIM' sana ne demeliii........ sen vefasız çıktın.. sen hayırsız çıktın.. sen merhametsiz çıktın sen var yaa SEN................ ............
Sol Yanım Acıyor Anne Merhaba anne, yine ben geldim Merak etme okuldan çıktım da geldim. Anneler de babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama, Ali “okula gitmezsem annem çok kızar merak eder” demişti de onun için söylüyorum. Geçen hafta öğretmen sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte Öğretti sağımı solumu. Ben biliyorum artık anne, sağım neresi solum neresi, Ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne… Hani geçen geldiğimde, şuram acıyor, şuram işte demiştim de, Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne, Bak şimdi söylüyorum. Şuram işte sol yanım çok acıyor anne, Hem de her gün acıyor anne, her gün… Dün sabah annesi Ayşe’nin saçlarını örmüştü. Elinden tutup okula getirdi. Yakası da danteldi. Zil çalınca öptü, hadi yavrum sınıfa dedi… Bende ağladım… Ağladım işte utanmadım. Öğretmen ne oldu dedi. Düştüm dizim çok acıyor dedim. Yalan söyledim anne, Dizim acımıyordu ama, sol yanım çok acıyordu anne! Bu gün bende saçım örülsün istedim. Babam ördü ama onunki gibi olmadı. Dantel yaka istedim, babam ben bilmem ki kızım dedi Bari okula sen götür dedim. Kızım iş dedi. Bende bana ne dedim ağladım. Kızım ekmek dedi babam. Sustum ama, okula giderken yine ağladım anne. Ha bide sol yanım yine çok acıdı anne… Herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi. Zeynep “annem beyazlara renkli çamaşır katmadan yıkıyormuş” dedi. Babam hepsini birlikte yıkıyor, babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne? Of babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme. Üzülmesin diye söylemiyorum ama, Arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor. E biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne. Hava kararıyor, ben gideyim anne, Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi? Duyarsa kızmaz ama, çok üzülür biliyorum. Kim bozuyor toprağını, çiçeklerini kim koparıyor! izin verme anne, ne olur toprağına el sürdürme! Eve gidince aklıma geliyor, bide bunun için ağlıyorum anne. Bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım. Biliyor musun anne, her gelişimde aldığım topraklarını, Şu kavanozda biriktirdim, üzerine de resmini yapıştırıp baş ucuma koydum. Her sabah onu öpüyor, kokluyorum. Kimseye söyleme ama anne, bazen de konuşuyorum onunla. Ne yapayım seni çok özlüyorum anne. Ha unutmadan! Öğretmen yarın anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi. Ben babama yazdıracağım, öğretmen anlarsa çok kızar ama, bana ne, Kızarsa kızsın. Ben seni hiç görmedim ki, neyi nasıl anlatacağım anne, Senin adın geçince, sol yanım acıyor anne, Hiçbir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum. Kağıda da böyle yazamam ya anne. Ben gidiyorum anne, Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp, Mutlaka gel anne. Sen rüyama gelmeyince, sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne Sol yanım açıyor anne. İşte tam şurası, Sol yanım… Çok acıyor anne. Seni çok özledim, çok…anne…
Seni ne kadar çok sevdiğimi, biri seni sevince anlayacaksın.
Heyecan yüklü bir bulutun yüreğinize inişini izlersiniz önce... Sonra o bulutun size aşık olan insanın verdiği huzurun yansıması olduğunu anlarsınız. Evet! Biri size aşıktır. Sizi seviyordur. Bakışlarında kendinizi görebiliyorsunuzdur. Kaldırımda daha dik yürüyorsunuzdur artık... akşamlar daha erken geliyordur mesela… sabahlar daha geç…
Sevilmek ve aşık olunmak gücünüze güç katmaya başlamıştır size enerji veriyordur. Hep arasın istersiniz. Arar. Hep kıskansın istersiniz. Kıskanır. “seni seviyorum” diye biten mesajlarıyla doludur cep telefonunuzun hafızası. Adı her aklınıza geldiğinde kalbiniz hızlı hızlı atmaya başlar. Başkalarının gözüne uzun uzun bakmayı bile ona ihanet zannetmeye başlarsınız. Böyle geçip gider günler.
Sonra onu daha az düşünmeye hayatınızı dolduran uğraşların içine daha çok girmeye başlarsınız. Günlük yaşantınız içindeki meşguliyetler aşkın biraz daha beri yanına iter sizi. Ama siz bunun farkında değilsinizdir. “neden aramıyorsun”lar “sonra arar mısın”lara “seni seviyorum”lu mesajlara yanıtınız “s.s” lere dönüşür. Hayatın hayhuyu içinde kaçırıverirsiniz size aşık olan kişinin aslında ne kadar kıymetli bir yar olduğunu.
Uzun zaman direnir aşığınız. Ama hayatın hep arka fonunda kalmak bir gün onu da yorar. Geldiği gibi sessizce çekilir ve gider hayatınızdan… yer değiştirmiş olan alışkanlıklarınız hemen hissetmez yokluğunu. Zamanla ağırlaşır zamanla koymaya başlar eksikliği. Sonra “aman Allan’ım ben ne yaptım”lar pelesenk olur dilinize. Ama “o” artık elinizi uzattığınız yerde değildir.
Ya ağır yaralarla yada hafif kanamalarla geçirirsiniz bu süreci. Zaman alır ve ötelere sürükler sizi. Bir zamanlar anlamadan yaşadığınız aşk acısını çok sonra sizi bir istimlak gibi kuşatarak yaşatır. Ama o artık yoktur. Belki de bir zamanlar sizin kıymetini bilmediğiniz o aşkı şimdi başkalarına sunuyordur. Kim bilir…
Herkes kendi yolunda yürür... ve bilirsiniz ki her 'aşk yitiğine' yeni bir yol vardır nasılsa. Mühim olan o yeni yollarda eski aşkların tecrübesiyle nasıl yürüdüğünüzdür.
Hayat devam edecek. Her şey unutulmaya yüz tutacak. Belki çok daha yakışıklılarını çok daha güzellerini seveceksiniz. Ama... ama hiçbir zaman aşka o kadar saf teslim olamayacaksınız. Başka omuzlarda hep o giden için ağlayacak başka şehirlerde başka aşkların peşinde koşacaksınız. Yine seveceksiniz yine sevileceksiniz. Fakat her şeyde bir eksikle… kimse sizi onun gibi sevmeyecektir… her gelen eksik gelecek her giden size o’nu getirecektir.
Meğer ne kadar da zormuş değerince sevilmek diyeceksiniz. Başkalarının size aşk diye sunduğu sevgi kırıntılarını sonsuzluğa uğurlarken bir zamanlar size biad eden sevgilinin kıymetini buruk bir pişmanlıkla anlayacaksınız. Tam da böyle bir zamanda o’nun son mesajını hatırlayacaksınız “seni ne kadar çok sevdiğimi biri seni sevince anlayacaksın”
RABBİM bilinmezliklerimde bilinenim ol.. Şüphelerimde eminliğim Nefsimle mücadelemde kazancım ol.. Çıkmazlarımda yol açanım.. Bu sesler nedir hangisi sendendir diye sorgulamalarımda sesime ses ol.. Her an Sana muhtacım. Bu yazıyı yazmak içinbu duayı söyleyebilmek için düşünebilmekkonuşabilmekisteyebilmek için Sana hep Sana muhtacım. RABBİM her an Sana muhtacım.. N´olur RABBİM yanımda ol.. Bilinenim..Eminliğim..Kazancım ol.. Çaresizliklerime çare.. Sesime ses ve aramalarıma bulma ol.. Ya kaldır aradan perdeleri Seni görebileyim.. Ya da kaldırdığım perdenin ardında Seni göreyim. RABBİM n´olur.. Seçimlerimde irademi benden al ve içime SEN dol..
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, [br][br]soluk almak güçleştiğinde, [br][br]Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, [br]Dağlara dönmeli yüzünü insan. [br]Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini [br]ferahlatacak; Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak.... [br]Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, [br]Gerçekleştirmeyi denemeli! [br]Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir, [br]Kendisinin bir sal olup da, [br][br]O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. [br]Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, [br]Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, [br]Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; [br]Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak [br]önce inip Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, [br][br]yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; [br]Gördüğünü hissedebilmeli! [br]Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, [br]Değerli olabilmeli hayat! [br]İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek [br]için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini; [br]Ağlayan birine 'gül', inleyen birine 'sus' dememeli! [br]Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli! [br]Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; [br]Sevgisiz, soysuz kalarak! [br]Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, [br]Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine... [br]Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, [br][br]seher yeli okşamalı saçlarını... [br]Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; [br]Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın! [br]Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; [br][br]bir gencin düşlerinde geleceği; [br]Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! [br]Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden [br]mutlu Olmayı beklememeli! [br]Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; [br]Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; [br]Kaçırmamalı! [br]Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması [br]için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; [br][br]ağlamayı bilmiyorsan, [br]Neşesizdir kahkahaların; [br]Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların... [br]Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten [br]herkesi unutmamalı! [br]Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için... [br]Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil, [br]Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli! [br]Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere... [br]Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı [br]bahanelerle tekrarlamaması için! [br]Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! [br]Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını [br]zorlayacak! Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi; [br]Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, [br][br]hakkını verebilsin sevdiklerinin; [br]Zaman bulabilsin; [br]Bir teşekkür, bir elveda için... [br]Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; [br]Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten; [br]Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de [br]fark edebilmeli insan! [br]Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi... [br]Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...! [br][br]:::CAN DÜNDAR:::
Sana hasret yüreğim... Sensizliğin doruklarında hiç yılmadan bekler seni...
Şu gelen sen misin... Bu ayak sesi senin mi...
Çalan telefonu açmaya korkuyorum... ya sen değilsen... Ne hezeyanlar doğuyor yüreğimde, ne kalp ağrıları yaşıyorum bir bilsen... Sev desem sever misin...
Ne garip bir tecellidir bu, kendiliğinden gelişen... Hiç beklemediğim bir anda geldin ve yerleştin gönül sarayıma... Meğer ne çok beklemişim seni yıllardır... Suya hasret toprak gibi, özledim yağmur olup yağmanı... Gecelerden çıkıp güneşim olmanı, karanlıklarımı aydınlatmanı... Bak çiçeklerim boyun büktü sensiz...
Ne çok bekleyip, ne çok özledim seni... Sevdim seni bir dağ çiçeği gibi Sevdim...
Ufacık bir söz... ufacık bir söz... Bir melodi... hüzünlendirir, ağlatır... Sorarım kendime, gönül nedir isyanın, neden ağlarsın... Bir sevdiğin mi var... El cevap; hayır yok... Utanmaz rezil derim... Peki neden duygulanırsın durup dururken...
Bir çiçeği seyrederim, gözlerim dolar... Bazen kainatı kucaklayacakmışım gibi olurum... İçimdeki boşluğun adını bir türlü koyamadım...
Şu anda da gözlerim doldu ve boğazıma bir şeyler düğümlendi... Birazdan boşalır yaşlar biliyorum... İnan bana. o kadar dolu dolu yaşıyorum ki yalnızlığı, dolu dolu yaşıyorum hüznü, dolu dolu geçiyorum sevdandan... Gülleri görmüyorum, ellerim boş kalıyor, dolu dolu yaşıyorum sensizliği... gözyaşlarım eşlik ediyor yalnızlığıma...
Uzatıyorum ellerimi boşluğa, Bir hayali yakalamak istercesine... Bomboş iki yana düşüyor kollarım... Ben yorgun, yüreğim yorgun, geçmişim viran, geleceğim meçhul... Damladıkları yerde kan güller açıyor gözyaşlarımdan... Duvarlarda sarmaşıklar büyüyor, içimde sevgin...
Akşam üstü seferlerine çıkıyorum ardından, sokak sokak arıyorum ayak izlerini...
Göz yaşlarım, yanaklarımdan aşağı bir şelale misali iniyorlar, yüreğimden yüreğine yol ararcasına...
Papatyaları kokluyorum sen diye, ufku seyrediyorum gözlerin gibi...
Gözlerimin okyanusunda dalgalar çırpınıyor Şimdi daha hırçın, daha deli... Kardelenleri şimdi daha iyi anlıyorum, hem anlıyorum ağlıyorum, hem yürüyorum, hem arıyorum, vazgeçiyorum hırslarımdan sana geliyorum...
Adımlarım adımlarını takip ediyor, kokunu alıyorum, esen yelde... Sen diyorum gördüğüm her nilüfer’e, seni taa içimde hissediyorum... Kumsala vuran dalgalar çağırıyor beni... Ben çağırırım o gelmez, o çağırır ben gidemem... Uzanır ellerime almak isterim, kayar gider parmaklarımın ucundan...
Geriye bir avuç kum kalır, Hüznün Gözyaşları gibi...
Duyamıyorsan beni; ya çook uzaklardayım senden… Veya çok yakınında, ama çok… Üçüncü ihtimalse bir akan deryanın iki yakasındaki ayaklar gibi kalmamızdı. O oldu: Bağlandık; kavuşamadık! Kavuşanlar ise bizimle kavuştu… Öyle bir ödüldü ki bu; sanki cezaya benziyordu mahşeri beklemek!
En zoru; aynı köprünün iki ayağı gibi kalmak: Hep bağlı, ama hep aynı mesafede… Yani seni özlemek cenneti özlemekle bağlantılı yahut cenneti, seninle daha çok özlemek! Karşımda sen; iftar sofrasındaki hurma hasreti!
Sımsıkı bağlarla sarılmışsan bana ve ayakta tutansam seni, ben de öyle sarmalanmışım ki sana, seninle ayakta durabilirim; aynı köprünün diğer ayağı gibi… Bilirim ki senden düşmek, toprağa düşmektir veya nihayet cennete çıkmaktır!
Aynı köprünün iki ayağı; sen ve ben… Asla vazgeçmeyen biri birinden… Asla küsmeyen biri birine ve asla ve asla ve bu aslaların sonuncusu; asla biri birinin omzuna yaslanamayan, kucağında uyuyamayan! .. Bir göz göze bakıp eriyiştir bizimkisi, karşı kıtaya; kendi dünyalarımızdan. Hâlbuki her gelen sendendir bana ve sana her giden benden!
Aah ki bana süzülmeseydin, sürülmeseydin zehir acısı gibi; böyle yanar mıydım derinden, kaynar mıydı içim, tüter miydi başım ve akar mıydı kelimelerim sana doğru; bir volkandan taşan lavlar gibi? Keşke bir köprü ayağı gibi susabilseydim; susuşunu dinleyebilseydim; dediğini duyabilseydim; seni anlayabilseydim…
Sesimi duyamıyor musun? Kalbimi dinle! Duyamıyorsan beni; ya çok uzağım senden veya çok yakın. Ya da…
Aşk ne ham söz, ne ateştir… Aşk ne Mecnun, aşk ne Leyla… Aşk ne hüzün, ne sevinçtir… Aşk dediğin yüce Mevla. Kainatın nakışları… Kuldaki kalp atışları… Aşk yıkmaktır tabuları… Aşk dediğin yüce Mevla. Aşk ne tendir, ne tende can… Aşk ne Yusuf, ne Züleyha… Aşk ne heves, ne heyecan… Aşk dediğin yüce Mevla. Aşk Muhammed`e muhabbet… Aşk güzel huy, aşk merhamet… Aşk bir olana şehadet… Aşk dediğin yüce Mevla.
Kalplerin taşlaşması gibi, taşların da taş olmaktan bıkıp yumuşamaya meylettiği zamanlar yok mudur?
Yollar da özler mi? Yolun da alıp başını gidesi gelmez mi?
Ateş de yanmayı arzulamaz mı? Ateşi de yakıp kavuran bir ateş olamaz mı?
Güneş de bekler mi gündoğumunu? Bir akşam üstü güneş de seyretmeyi dilemez mi günbatımını?
Ayrılık bıkmadı mı onca sevgili arasında durup beklemekten?
Ayrılık da ayırmaktan usanmaz mı; yok mudur kavuşmak dilediği?
Aşk da aşık olamaz mı? Bunca zamandır örselenmekten, anlaşılmamaktan şikayetçi değil midir?
Herkesin dilinde olup da, kimseye yâr olmamak aşka da ah ettirmiyor mudur?
Şarkıların da sevdiği bir şarkı yok mudur?
Onlar da ara sıra durup dinlemek istemez mi acıların ve neşelerin nağmelerini?
Toprak da bir gün toprağa uzanmayı arzulamaz mı? Ona da topraktan bir mezar bulunamaz mı?
Gündelik hayatta her şey pürüzsüzce akıyor gibi gelir bize. Taş katıdır. Ateş yakar. Sular serindir. Yol yolcuyu bekler.
Böyle bildik, çünkü, böyle bulduk. Şaşırmaya gerek yok. Mecnun olmaya mahal yok. Her şey olduğu yerde kalsın. Yeni sorularla yeni kaygılar doğurmanın lüzumu yok. Aklına de ki, “Otur oturduğun yerde! ” Kalbine tembihle ki, “Dur durduğun yerde! ” İnsan olduğundan fazlasıdır her zaman. İnsan, her an olabileceğinden daha azıyla vardır. İnsan böyle iken, sular böyle değildir meselâ. Sular sızılara deva olurken, kendi sızılarından habersiz olabilir. Suların da sızlayıp sızlamadığını dert edinmek insana düşer. Yağmur her şeyi nezaketle ıslatırken, bir yağmurda ıslanmanın hasretine körkalmış olabilir? Yağmurun da ıslanmaya aç olabileceği bir tek insanın hatırına gelir. Taşlar hep katı dururken, kalplerin katılaşmasından habersiz kalabilir. Taşların da katılıktan usanabileceği ancak insanın aklına düşebilir. Aşk nicelerini ah ettirirken, ah etmemiş olabilir. Aşkın ah edebileceği ihtimali sadece insanın kalbinde yer bulabilir. Öyleyse, bir kez daha bakmalı değil miyiz kendimize? Şu andaki varlığımız bizi biz etmeye yetiyor mu sence? Olduğumuzdan fazlası olmaya niyetli değil miyiz? Yetiyor muyuz kendimizi kendimiz eylemeye? Ayaklarımız varıyor mu fıtratımızın zirvelerine? Elimiz yetişebilir mi kalbimizin derinliklerine? Ne kadar âşinayız varlığımızın gizli köşelerine? Uzanabiliyor muyuz ruhumuzun labirentlerine? Dokunabiliyor muyuz hatıralarımızın kuytu köşelerine? Koparabiliyor muyuz duygularımızın acı tatlı meyvelerini? Ne kadar sarkabiliyoruz lâtifelerimizin derin kuyularına?
Kimiz biz? Neyiz? Neredeyiz?
Kim bilir; belki de kendimizi kendimizden ayıran bir dağız. Ferhad olup Şirin olan yanımızı arıyoruz. Dağın öbür tarafında bırakıyoruz kendimizi; hep bu yamaçta kalıp kazıyoruz kazıyoruz
Kim bilir, belki de kendi kendimizi kesen bir bıçağız. İsmail olup kendimizi kurban ediyoruz; hep eksiltiyoruz kendimizi, hep kesiyoruz kendimizden.
Kim bilir kendimizi kendimize haram eyleyen bir günahız. Züleyha olup Yusuf olan yanımızı kandırıyoruz, Yusuf olan kalbimizi zindana sürüyoruz.
Kim.bilir; kendimizi kendimizden ayıran bir çölüz. Mecnun olup Leylâ olan yanımızı yalnız yapayalnız bırakıyoruz. Kim bilir kendi kendimizi ağlatan kocaman bir yarayız. Kerem olup aslımızı arıyoruz; bulamıyoruz.
Suların sızısından habersiz yaşıyoruz. Suların sızılarını bile fark edebilecekken, kendi sızılarımıza körleşiyoruz. Kendimizi de fark etmez hale geliyoruz. Kendimizi kendimizde yitiriyoruz. Kendi ellerimizi kendi ellerimizden çekiyoruz.
Göz göze gelemiyoruz kendimizle. Yüzleşemiyoruz. Kendi kendimizi sokağa atıyoruz. Kendimizi kendimizden sürgün ediyoruz. Kendimize kendimizi çok görüyoruz. Oysa insan olduğundan fazlasıdır her zaman. Ama bilmiyoruz. Ama bilmediğimizi de bilmiyoruz. Sızısız yaşıyoruz. Issız yaşıyoruz.
Aşk nasıl akar bir yürekten diğer bir yüreğe? “İlk bakışta aşık oldum” der kimisi... Hiç yaşamadım bilemem. Doğrusu inanmam da... Kim böyle söylese ya da nerede okusam bu cümleyi, olsa olsa etkilenmektir bunun adı, aşk değil diye düşünürüm. Böyle bir cümleden sonra şartlanılmış bir aşk yaşanır ve biter. Anıldığında geçici bir hevesmiş aslında diye düşünülür belki de... Neyse asıl konumuz bu değil. Düşsel bir aşkın hikayesi anlatacağım ben size, ya da isterseniz yaşanmış bir aşk deyin siz bu aşka... Bu hikayede, ilk bakışta aşk yok, arkadaşlıktan aşka dönüşen bir hikaye de değil bu! Bir yasak aşk öyküsü hiç değil! İçinde biraz hüzün, biraz mutluluk gözyaşı, birkaç şiir ve şarkı, yaralı iki yürek, kaygılar ve tabii ki uykusuz saatler var. Bu hikayenin içinde en çok ümit var. Merkezde ise aşk...
Birbirine uzak iki şehir... Biri taş binalarla çevrilmiş, sokaklarında asık yüzlü insanların dolaştığı, kuru ayazların kol gezdiği bir şehir... Diğeri deniz kokusu iliklerine kadar sinen... Bu birbirinden çok farklı iki ayrı şehirde, birbirine çok benzeyen iki insan... Birbirlerinden habersizken, aynı gecede aynı yıldızlara bakıp aynı dileği tutuyorlar belki bir gün... Sonrasına siz masal deyin, ben hikaye... ya da bir düş... Dedim ya hikayede en çok ümit var diye; bir ümitle başlıyor işte her şey...
Aşka en çok bahar yakışır değil mi? Oysa bir kış mevsiminde başlıyor bu düşsel aşk. Dışarıda kış, yüreklerde bahar... Kırlar yerine, yüreklerde açıyor papatyalar... Dışarısı soğukmuş, buz gibiymiş, ne gam? Yüreklerde güneş...
Kadın taş binalı, kuru ayazlı şehirde yaşıyor. Sahteliklerden, yalanlardan bıkmışlığıyla bir uçurumun kenarındayken, bir ümit tutuyor elinden... Yani deniz kokan kentten gelen adam! Onun ne işi vardı o uçurumun başında diye soracaksınız şimdi? O da aynı sebeple oradaydı. Belki adam çevresindeki tüm sahteliklerin ve yalan sevdaların içinde adamlığından utanmıştı da, onu uçurumdan atıp rahatlamak istiyordu. Yüreğini de fırlatıp atacaktı; böylece kimse acıtamayacaktı onu bir daha... Ama karşılaşmayı hiç beklemediği o yer de kadınla karşılaşmıştı işte... Adam ve kadın elele verip vazgeçtiler yüreklerini atmaktan... Ne de olsa bir ümit vardı içlerinde hala... Aslında onların yürekleri elele tutuştu... O ikisi birbirlerinin gözüne kaşına değil, boyuna posuna değil, yüreklerine aşık oldular... Ve ilk sözleri “Yüreğine aşığım” oldu aşka ilk adımı atarken. En çok kelimeler yardım etti onlara, birbirlerinin yüreğine dokunmaları için. Bir gece vaktinde kadın adamı düşünürken güncesine şöyle yazdı:
“ Aşk nasıl akar bir yürekten diğer bir yüreğe? Belki bir şarkıyla, belki bir şiirle gelir. Belki de bir yıldız olarak düşer avucunuza, dilek tuttuğunuz bir gecede... Uzak bir kentte bir yürek şiirler yazar adınıza... Her dizede onu bulursunuz, her dizede kendinizi... 160 karaktere sığdırmaya çalışırsınız içinizden taşan her duyguyu... Sığdıramazsınız... Sonra beceremeseniz de şiir yazmayı onun kadar güzel, bir şiir dökülür kaleminizden...
Sesini hiç duymadığım, Hiç dokunmadığım ellerine, Bir şaire vurgunum şimdi. Ben hiç oldum, o herşey! Yaşadığı kentte, Bir gece olsun uyumadım, Gezmedim sokaklarında, Duymadım o kentin gürültüsünü Ve koklamadım denizinin kokusunu... Ben onun avucundaki yıldız oldum, O benim içimde ümit.. İşte bu yüzden; Aşkın adı ümittir artık, ümidin adı aşk! ”
Adamsa bir hikaye yazdı ve anlattı bir aşkın başlangıcını... Sordu: “ Bir ümit üzerine aşk yazılabilir mi? ” diye. Kimi onaylayarak ümit üzerine aşk yazılır dedi, kimi vazgeç dedi aşkın aleviyle kırmızıya dönmekten... Bir başkası bu hikayenin sonu sadece hüsran diyerek ümitleri kırdı ve bir dost destek verdi, kadın ve adamın mutluluğuna katılarak... Sonu ne olur? Ne kadın biliyor, ne adam, ne de diğerleri... Tek bilen var sonunun ne olacağını, gözle görülmeyen varlığı en derinde hissedilen tek bilen...
Şimdi iki ayrı kentte, birbirlerinin yaralarını kelimelerle sarmaya çalışan, iki yaralı yürek avuç içlerinde bir yıldız tutarak, birbirlerini düşünüyorlar. Ağlamanın ne kadar güzel olduğunu keşfediyorlar yeniden... Büyük bir mutlulukla yaşarken aşkı, hatta mutluluğu içlerine daha fazla çakmak için uykularını feda ederken hep ‘bir ümit’ içlerinde... Ve bir taraftan kaygılanıyorlar, korkuyorlar gün gelir bu büyü bozulur diye...Kelimelere, şiirlere, şarkılara sığınıyorlar birbirlerini daha çok hissetmek için... Sonuç olarak düşsel bir aşka ‘merhaba’ diyen iki ayrı yürek, tek yürek olup açtılar kapılarını mutluluğa... Ve göze aldılar ne zaman geleceği meçhul olan hüznü... yani bir ümidin üstüne aşk yazıldı, ve daha bitmedi hikaye... İçinizden geliyorsa devam edin hadi yazmaya ve bir isim daha verin aşka...
Unutmak ne dipsiz bir şeydir ki, unutanlara unuttuklarını bile unutturur. Unutulmak ne acı şeydir ki, unutulanın unutuluşuna ağlayışını kimse hatırlamaz. ‘Nisyan’dan unutuluştan çıkarıldık her birimiz. Yüzümüz gün ...
25.01.2012 - 23:48
Iyi ki tanıdım dost seni;
Sen bana ilaç ben sana deva oldum.
Iyi ki tanıdım dost seni,
Ben sana ışık sen bana omuz oldun.
Dost demek bu imiş öğrettin bana,
Sesin ile mutluluk verdin bu cana,
Gülsün o yüzün hem burada hem orada
Iyi ki tanıdım dost,mücevhersin tanıyana
Saygı ile başladı bu dostluk,
Sevgi ile devam etti.
Dua idi yardımımız,
Gönüller can! ..Ey can! ..dedi.
Hissedermiş yürekler,
Dostun acısını.
Çekermiş onunla,
Bu dünyanın cefasını.
Rabbim bizleri de eyle! ...
Ebu Bekir ile Resul dostluğu.
Ahirette de olalım,
Olsun bu iki cihan dostluğu.
23.5.2011 saat 18.24
16.01.2012 - 20:36
Bugün ocak 16...kasımın 16 sından beri yoksun...Umarım sağlığın iyidir...
16.11.2011 - 15:59
RABBİM dilimdeki düğümü çöz... içindeki sıkıntıyı gider..... daralan gönlümü genişlet...
12.11.2011 - 09:40
Sen benim hüzün yanımsın...Her doğan günle bir kez daha ümidimi yıkan tarafımsın... “Olmadı olmayacak” dedirten hain düşmanımsın...“Ah çıksa gelse şimdi…” diyecek kadar kendimi kaptırdığım saflığımsın... “Çıksa ve gelse, alsa ve götürse…” diye çırpan kanadımsın...
' Ve her defasında kendime kırk kez söyleyip kırk kez yanıldığımsın '
11.11.2011 - 19:47
Senden Sonrası
Senden sonra 2 kişi girdi hayatıma
Sana benziyordu
Birinin gözleri, o kadar çok benziyordu ki
Birazda huyu…
Ama tanıdıkça öyle olmadığını anladım
Ve onu hemen terk ettim
Öbürünün gülüşü benziyordu sana
Birazda hareketleri
Ama anladım ki oda sen olamazmış
Bıraktım onu da
Sonra sana döndüm yine
Senden sonra kimseyi sevemedim
Sana söylemek isteyipte söyleyemediğim her şeyi
Bir deftere yazardım
Sen varken ve senden sonrası
O defteri okumanı çok isterdim
O zaman anlardın seni ne kadar sevdiğimi
Hala yazıyorum…
Arada dönüp okuyorum senli günleri
Okuduğum sayfalarda bazen gülüyorum
Bazen de çok kızıyorum sana
Bazen yaşıyorum aynı günü yokluğunla
Kimi zamanda ağlıyorum
Senden sonrası diye bir şey olmadı aslında
Ben tek başıma taşıyamamıştım yükümüzü
Senin de paylaşmanı bekledim
Sen ise gitmeyi tercih ettin
Hem de kısacık 2 kelime ile
Ok, bye.!
Allaha emanet ol bile demedin
Terk ettin beni…
Gitmemen için hiçbir şey yapmadım kabul ediyorum
Ama ben gerçekte
Hiç içimde terk edemedim seni…
“Başkalarında hep seni sevdim
Ve her defasında sana benzemedikleri için hayatıma giren herkesi terkettim..
Aslında bunca terkettiğim hep senmişsin...
Meğer ne çok terketmişim seni ne çok severken.....”
alıntı
11.11.2011 - 08:38
Kimliğimi Soruyor Birileri
Uzun zamandır aynadan kendime bakarken,
aşık olduğum insanın yüzünü görür gibi oluyorum.
Dün, tanımadığım bir kalabalığın arasından geçerken,
o kısacık anda kulak misafiri olduğum sohbetlerin içinde,
o hiç tanımadığım birilerinden tesadüfen sevdiğimin adını duyduğumda,
hızlıca kafamı çevirip onlara baktım.
Gözlerim o ismin sahibini aradı uzun uzun.
Parkta oynayan çocukları izlerken, o çocuklardan birinin adının,
sevdiğim kişinin adı olduğunu öğreniverdim.
Artık o çocuğa daha başka bakmaya,
onu yüreğimde diğerlerinden ayrı bir yere koymaya başladım.
Hiç tarzınız olmayan bir müzik türüyle isim yapmış bir sanatçı,
sevdiceğinizin adaşıysa, sırf bu benzerlik için bile o sanatçının kim olduğuna bakarsınız.
Bazen onun ismini taşıyan bir tekne geçer denizden.
Tekrar tekrar okursunuz o ismi… gözden kaybolana kadar.
Bazen o ismi taşıyan bir apartmanın önünden geçersiniz ve uzun uzun incelersiniz…
bir gülümseme yayılır yüzünüze.
İzlediğiniz bir filmde sevgilinize çok benzeyen birini gördüğünüzde,
kötü rolde olsa da sempati duyarsınız.
Onu beklediğiniz kafede, yan masada sevdiğinize benzeyen biri varsa,
ister istemez iki dakikada bir o tarafa kayar bakışlarınız.
İşte tam da bunları yaşıyorum bugünlerde. Ben artık “o” olmuşum.
Kendimi nerede unuttuğumu bilmiyorum ya da nerede dondurduğumu.
Hayatımı, başka birinin (onun) hayatıymış gibi yaşıyorum.
Kendimde hatırlanmaya değecek bir şey bulamadığımdan değil,
aradığımı onda bulduğumdan bu kayboluş…
ben, ben görünmüyorum bugünlerde…
ben, ben olmamaya başlayalı beri unutmuşum beni.
Ve hiç özlemiyorum.
Öyle bir hale geldim ki bir tek onun ismi yazmıyor kimliğimde.
Onun hayatını mı oynuyorum acaba bilmeden.
Ve bu bilmeden oynadığım hayatın başrolündeyken,
bir gün dekora, sonra da seyirciye mi dönüşeceğim?
Beklentilerimle yaşadıklarım çarpıştığında galip gelen hep onun hayatını yaşamak oluyor.
Kendi içimde ölürsem yaşamak olur biliyorum ama
ben yine de onun içinde yaşamayı tercih ederek ölümü seçiyorum.
Ve hiç pişman değilim.
Evet sevdiceğim!
Kendimi kendimsiz bırakarak sana ispat etmeye çalışıyorum ve kimliğimi sorduklarında,
çıkarıp resmini gösteriyorum.
Kahraman TAZEOĞLU
10.11.2011 - 18:42
Unuttum Seni
Özgürsün artık kanatlanabilirsin uçurumlara,
Çünkü kuruttum sevgini
Kendin kadar yalnız,
Ben kadar kalabalıksın dört duvar arasında
Şimdi içimde rahatça ölebilirsin çünkü unuttum seni”
Eli kanlı bir katile nasıl bir mektup yazılır bilmiyorum
Diri diri gömdüğün yüreğimle karşındayım
Dimdik ve bir o kadar mutlu
Söylenecek çok fazla sözüm yok aslında
Adın hiçliği andırıyor İçi boş bir cümleye benziyor bendeki sen
Şimdi sana yazdığım bu satırlara bakıp yanlış anlamlar çıkarma sakın
Bende kapladığın yer boşluğa bakıyor
Gözlerin ise karanlığı anımsatıyor bana
Hadi mutlu olabilirsin artık
Doya doya sevinebilirsin
Ellerinle gömdüğün bu kızın ardından yaktığın sahte ağıtları söndür artık
Yüzüne giydirdiğin benli acıları da sıyır artık
Ben öldüm artık/ gayrı mutluluklar senin
Başardın en sonunda
Senaryosunu yazıp yönettiğin bu oyunu kazandın
Tükettin beni
Dilediğince kanat çırpabilirsin bulutlara
Dilediğince gülüşler saçabilirsin etrafına
Ve bitirdin diyecektim.
Lakin bitiremedin beni
Çünkü sen hiçbir zaman bende başlamadın ki
Unutma sende bir cümlelik yerim bile olmamıştı
Sakın kızma bu cümleme bu cümleyi sen söylemiştin
Şimdi arkanı dön ve git
Ait olduğun karanlıklar seni bekliyor
Dört duvar sancılarında seni bekleyen bir ömür var
Benden alıntı bile yapmadığın geçmişine bir çizik at yeter
Gerisini cümlelere bırak
Ve bundan sonraki cümleyi okumadan ellerinle bir yerlere tut
Üzgünüm ama sendeleyeceksin
Beni diri diri gömen adam, üzgünüm ama benim sessiz cümlelerimde sana ait tek bir sesli harf bulunmamakta
Şimdi ağlamayı bırak ve uzandığın yerden kalk
Doğrul hayata
Varlığımda yokluğumu ezberlemeyi becerebilen ve yokluğumda varlığımı yaşatabilen birisi olarak dayanabilirsin bunca şeye:
Hem üzülmeye değer mi ki
Varlığını reddettiğin bu kızın laflarına aldırma sen
Dön sırtını karanlığa
Unutma ki gözyaşlarını kurutacak bir göğüs kafesini bulman hiçte zaman almayacaktır
Ya da beni unutturacak bir cümle kurman için dudaklarını bükmek yeterli olacaktır
Biliyorum bu satırlar sana küfür gibi gelecek
Ya da beddua ettiğimi düşüneceksin
Asla böyle düşünme
Sen benim eli kanlı katilimsin
Hangi kurban katiline beddua eder ki?
Hadi beni gömdüğün yere bir bak
Bak diyorum sana
Kanlı gözyaşlarıyla uzan mezarıma
Biraz üşüyeceksin ama bir kızın yalnızlığında tüketeceksin içindeki yaşama sevincini Acılarına kefil olan bu kızı sen öldürdün sen
Suçlusun
Seni sevmekten öte ne yaptım sana?
Hangi suçun cezası olarak beni diri diri gömdün?
Hangi sebebe istinaden vurdun beni yalnızlığa
Artık özgürsün
Beni öldürdün ya
Ne kadar inkar etsen de, sen eli kanlı katilsin
Yüzünde suçlu yazmasa da vicdanın hiçbir zaman seni temize çekemeyecektir
İstediğin gibi rahat dolaş sokaklarda
İstediğin maskeyi de vur yüzüne
Gerçeklerden ne kadar kaçabilirsin
Seni çok sevmiştim lakin yanılmışım
Üzgünüm ama geçmişimde sana dair tek bir iz yok
Ha, boynumda izler ne diyorsan
Onlar beni diri diri gömerken senden bana kalan son armağan
Git
Hiç gelmemiş gibi
Bit
Hiç başlamamış gibi
Kendin kadar yalnızsın
Ben kadar ölüsün
Adın boşluk şimdi
Ait olduğun karanlıklarda temize çek kendini
Guslet o ayrılık kokan ellerini
Öldür beni diyeceğim ama
Sen beni sende hiç yaşatmadın ki
İstesen de ölemem ki
Sen de hiçbir zaman varolmadım ki öldürebilesin
Ben sende hiçtim
Şimdi sıra sende
“ Beni diri diri gömen adam,
Üzgünüm ama benim sessiz cümlelerimde
Sana ait tek bir sesli harf bulunmamakta”
İsmail SARIGENE
10.11.2011 - 08:34
keşke yanlızlığım kadar yanımda olsaydın,keşke yanlızlığımı seninle paylaşsaydım,keşke senin adın yanlızlık olsaydı da ben hep yanlız kalsaydım...kendimi şiirlerle anlatmayı severim...mutluluk; bazen bir doruk kadar ulaşılması zor,bazen bir öpücük kadar sıcak,bazen bir gelincik kadar ömrü kısa.....fakat hiçbir zaman bir ömür kadar uzun değildir...asiller idare eder,acizler şikayet eder,basitler ise iftira eder..
Kimi canını verir aşkı için,aşkı gider boş bir sebeb için,kimi ölür aşkı için,bende ölürdüm ama değmezmiş senin için..! ! !
Eğer 'unutmak' 7 harfi yanyana getirmek kadar kolay olsaydı, bizde 5 harfi yanyana getirip 'mutlu' olurduk..Ya görme bana baktığında unutmak istediğin kişiyi, yada gelme bana unutmak için başka birini...! ! !
Umarım başkalarıyla mutlu olursun,aradığın aşkı onla bulursun,sana son sözüm uğurlar olsun,olan yine aşka oldu 'DOSTLAR SAĞOLSUN..! ! ! '
İnci Tanem 1
09.11.2011 - 16:52
Vefasız
Bir vefa bekleme geçen zamandan
Mevsimler vefasız, yıllar vefasız
Bir umut bekleme sevdadan, aşktan
Seviyorum diyen diller vefasız
Gün gelir gönülde solar çiçekler yalana karışır bütün gerçekler
Sevenler gideni boşuna bekler
Yolcular vefasız, yollar vefasız
Bir dünya düşün ki vefadan yoksun
Ömrünü verdiğin dostlar vefasız
Bir hayat düşün ki sevgiden yoksun
Canını verdiğin canlar vefasız
Mahsun Kırmızıgül –
09.11.2011 - 15:21
Seni sevmiyorum artık...
ne o sevgili dolu sözlerin...
ne o ne bakışların...
ne o sıcaklığın ....
hiçbiri ama hiçbiri
etkilemiyor beniiii....
çünkü sadece ' YALANLARINLA ' hatırliyorum artık seni...
çünkü sevmiyorum seni sevmiyorum....
seni sevişlerimi bıraktım....
senli günlerimi hatıralarımın arasına aldım...
şimdi..
sensiz günlerim başlangıçındayım...
sessiz sedasız....
seni nede çok severdim...
bilirmisin.
seni ....
gülüşünü...
bakışını....
ağlamanı....
sıcaklığını....
huzur veren sözcüklerini....
saçının bi teline kıyamazken.
şimdi
sana 'seni sevmiyorum' diyebiliyorum....
bana binlerce yazıklar olsun.....
pekii. pekii yaaaa
sana...
sanaaa ne demeliiiii heee....
' KIYAMADIĞIM' sana ne demeliii........
sen vefasız çıktın..
sen hayırsız çıktın..
sen merhametsiz çıktın
sen var yaa SEN................ ............
SEN VİCDANSIZ ÇIKTIN.....
01.11.2011 - 09:26
Sol Yanım Acıyor Anne
Merhaba anne, yine ben geldim
Merak etme okuldan çıktım da geldim.
Anneler de babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama,
Ali “okula gitmezsem annem çok kızar merak eder” demişti de onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen sağ elimde sarımsak,
sol elimde soğan dedirte dedirte
Öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık anne, sağım neresi solum neresi,
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne…
Hani geçen geldiğimde, şuram acıyor, şuram işte demiştim de,
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne,
Bak şimdi söylüyorum.
Şuram işte sol yanım çok acıyor anne,
Hem de her gün acıyor anne, her gün…
Dün sabah annesi Ayşe’nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi. Zil çalınca öptü, hadi yavrum sınıfa dedi…
Bende ağladım… Ağladım işte utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi. Düştüm dizim çok acıyor dedim.
Yalan söyledim anne,
Dizim acımıyordu ama, sol yanım çok acıyordu anne!
Bu gün bende saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim, babam ben bilmem ki kızım dedi
Bari okula sen götür dedim.
Kızım iş dedi. Bende bana ne dedim ağladım.
Kızım ekmek dedi babam.
Sustum ama, okula giderken yine ağladım anne.
Ha bide sol yanım yine çok acıdı anne…
Herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
Zeynep “annem beyazlara renkli çamaşır katmadan yıkıyormuş” dedi.
Babam hepsini birlikte yıkıyor,
babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Of babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama,
Arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
E biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne,
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi?
Duyarsa kızmaz ama, çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını, çiçeklerini kim koparıyor!
izin verme anne, ne olur toprağına el sürdürme!
Eve gidince aklıma geliyor, bide bunun için ağlıyorum anne.
Bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne, her gelişimde aldığım topraklarını,
Şu kavanozda biriktirdim,
üzerine de resmini yapıştırıp baş ucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor, kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne, bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
Ha unutmadan! Öğretmen yarın
anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım,
öğretmen anlarsa çok kızar ama, bana ne,
Kızarsa kızsın. Ben seni hiç görmedim ki, neyi nasıl anlatacağım anne,
Senin adın geçince, sol yanım acıyor anne, Hiçbir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum. Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne, Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp,
Mutlaka gel anne. Sen rüyama gelmeyince,
sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne
Sol yanım açıyor anne. İşte tam şurası,
Sol yanım… Çok acıyor anne.
Seni çok özledim, çok…anne…
10.10.2011 - 10:29
Temiz kalpli insanlar hiçbir zaman rahat bir hayat yaşayamazlar, çünkü kendilerini başkalarının mutluluğu için feda ederler.
Huxley
10.10.2011 - 09:16
Seni ne kadar çok sevdiğimi, biri seni sevince anlayacaksın.
Heyecan yüklü bir bulutun yüreğinize inişini izlersiniz önce... Sonra o bulutun size aşık olan insanın verdiği huzurun yansıması olduğunu anlarsınız. Evet! Biri size aşıktır. Sizi seviyordur. Bakışlarında kendinizi görebiliyorsunuzdur. Kaldırımda daha dik yürüyorsunuzdur artık... akşamlar daha erken geliyordur mesela… sabahlar daha geç…
Sevilmek ve aşık olunmak gücünüze güç katmaya başlamıştır size enerji veriyordur. Hep arasın istersiniz. Arar. Hep kıskansın istersiniz. Kıskanır. “seni seviyorum” diye biten mesajlarıyla doludur cep telefonunuzun hafızası. Adı her aklınıza geldiğinde kalbiniz hızlı hızlı atmaya başlar. Başkalarının gözüne uzun uzun bakmayı bile ona ihanet zannetmeye başlarsınız. Böyle geçip gider günler.
Sonra onu daha az düşünmeye hayatınızı dolduran uğraşların içine daha çok girmeye başlarsınız. Günlük yaşantınız içindeki meşguliyetler aşkın biraz daha beri yanına iter sizi. Ama siz bunun farkında değilsinizdir. “neden aramıyorsun”lar “sonra arar mısın”lara “seni seviyorum”lu mesajlara yanıtınız “s.s” lere dönüşür. Hayatın hayhuyu içinde kaçırıverirsiniz size aşık olan kişinin aslında ne kadar kıymetli bir yar olduğunu.
Uzun zaman direnir aşığınız. Ama hayatın hep arka fonunda kalmak bir gün onu da yorar. Geldiği gibi sessizce çekilir ve gider hayatınızdan… yer değiştirmiş olan alışkanlıklarınız hemen hissetmez yokluğunu. Zamanla ağırlaşır zamanla koymaya başlar eksikliği. Sonra “aman Allan’ım ben ne yaptım”lar pelesenk olur dilinize. Ama “o” artık elinizi uzattığınız yerde değildir.
Ya ağır yaralarla yada hafif kanamalarla geçirirsiniz bu süreci. Zaman alır ve ötelere sürükler sizi. Bir zamanlar anlamadan yaşadığınız aşk acısını çok sonra sizi bir istimlak gibi kuşatarak yaşatır. Ama o artık yoktur. Belki de bir zamanlar sizin kıymetini bilmediğiniz o aşkı şimdi başkalarına sunuyordur. Kim bilir…
Herkes kendi yolunda yürür... ve bilirsiniz ki her 'aşk yitiğine' yeni bir yol vardır nasılsa. Mühim olan o yeni yollarda eski aşkların tecrübesiyle nasıl yürüdüğünüzdür.
Hayat devam edecek. Her şey unutulmaya yüz tutacak. Belki çok daha yakışıklılarını çok daha güzellerini seveceksiniz. Ama... ama hiçbir zaman aşka o kadar saf teslim olamayacaksınız. Başka omuzlarda hep o giden için ağlayacak başka şehirlerde başka aşkların peşinde koşacaksınız. Yine seveceksiniz yine sevileceksiniz. Fakat her şeyde bir eksikle… kimse sizi onun gibi sevmeyecektir… her gelen eksik gelecek her giden size o’nu getirecektir.
Meğer ne kadar da zormuş değerince sevilmek diyeceksiniz. Başkalarının size aşk diye sunduğu sevgi kırıntılarını sonsuzluğa uğurlarken bir zamanlar size biad eden sevgilinin kıymetini buruk bir pişmanlıkla anlayacaksınız. Tam da böyle bir zamanda o’nun son mesajını hatırlayacaksınız
“seni ne kadar çok sevdiğimi biri seni sevince anlayacaksın”
Kahraman TAZEOĞLU
06.10.2011 - 17:04
RABBİM bilinmezliklerimde bilinenim ol..
Şüphelerimde eminliğim
Nefsimle mücadelemde kazancım ol..
Çıkmazlarımda yol açanım..
Bu sesler nedir hangisi sendendir diye sorgulamalarımda sesime ses ol..
Her an Sana muhtacım.
Bu yazıyı yazmak içinbu duayı söyleyebilmek için
düşünebilmekkonuşabilmekisteyebilmek için
Sana hep Sana muhtacım.
RABBİM her an Sana muhtacım..
N´olur RABBİM yanımda ol..
Bilinenim..Eminliğim..Kazancım ol..
Çaresizliklerime çare..
Sesime ses ve aramalarıma bulma ol..
Ya kaldır aradan perdeleri Seni görebileyim..
Ya da kaldırdığım perdenin ardında Seni göreyim.
RABBİM n´olur..
Seçimlerimde irademi benden al
ve içime SEN dol..
((amin))
29.09.2011 - 18:21
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, [br][br]soluk almak güçleştiğinde, [br][br]Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, [br]Dağlara dönmeli yüzünü insan. [br]Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini [br]ferahlatacak; Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak.... [br]Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, [br]Gerçekleştirmeyi denemeli! [br]Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir, [br]Kendisinin bir sal olup da, [br][br]O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. [br]Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, [br]Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, [br]Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; [br]Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak [br]önce inip Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, [br][br]yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; [br]Gördüğünü hissedebilmeli! [br]Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, [br]Değerli olabilmeli hayat! [br]İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek [br]için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini; [br]Ağlayan birine 'gül', inleyen birine 'sus' dememeli! [br]Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli! [br]Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; [br]Sevgisiz, soysuz kalarak! [br]Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, [br]Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine... [br]Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, [br][br]seher yeli okşamalı saçlarını... [br]Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; [br]Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın! [br]Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; [br][br]bir gencin düşlerinde geleceği; [br]Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! [br]Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden [br]mutlu Olmayı beklememeli! [br]Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; [br]Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; [br]Kaçırmamalı! [br]Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması [br]için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; [br][br]ağlamayı bilmiyorsan, [br]Neşesizdir kahkahaların; [br]Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların... [br]Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten [br]herkesi unutmamalı! [br]Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için... [br]Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil, [br]Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli! [br]Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere... [br]Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı [br]bahanelerle tekrarlamaması için! [br]Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! [br]Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını [br]zorlayacak! Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi; [br]Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, [br][br]hakkını verebilsin sevdiklerinin; [br]Zaman bulabilsin; [br]Bir teşekkür, bir elveda için... [br]Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; [br]Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten; [br]Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de [br]fark edebilmeli insan! [br]Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi... [br]Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...! [br][br]:::CAN DÜNDAR:::
28.09.2011 - 18:33
Konuşsun...
Artık susacağım, lal olsun dilim
Kanlı yaşlar döken gözüm konuşsun
Kırılsın bu kalem, tutmasın elim
Günden güne solan yüzüm konuşsun
Çiçekler açar mı kış güneşinde?
Kullar gece güzdüz benlik peşinde
Yıllardır yanmışım dert ateşinde
Kor olan yüreğim, közüm konuşsun
Beyaz yalanları duymak istemem
Şeytana, nefsime uymak istemem
Seni el yerine koymak istemem
Kalbimdeki ağrım, sızım konuşsun
Zaman hızlı akmış, bak akşam olmuş
Gençlik çağlarıma, hep hüzün dolmuş
Yapraklar dökülmüş, çiçekler solmuş
Kışa dönen yazım, güzüm konuşsun
Bu dünya yalandır, aşkları yalan
Kula, kulun aşkı, büyük imtihan
Var mıdır sevip de çok mutlu olan?
Çöllerde savrulan tozum konuşsun
Kalsamda dünyada yalnız ve yetim
Hak yola baş koydum, belli niyetim
Canımdır, kanımdır, işte diyetim
Rabbe aşık olan özüm konuşsun
Emine Yılmaz Dereci
27.09.2011 - 08:32
'Kalbinizde olup da hiç kimseye anlatmadığınız,
Dile getirilmesi bile imkansız olan o şey var ya;
İşte Allah onu biliyor, üzülmeyin..'
Elif Şafak
03.09.2011 - 14:18
SANA HASRET YÜREĞİM.......
Sana hasret yüreğim...
Sensizliğin doruklarında hiç yılmadan bekler seni...
Şu gelen sen misin...
Bu ayak sesi senin mi...
Çalan telefonu açmaya korkuyorum... ya sen değilsen...
Ne hezeyanlar doğuyor yüreğimde, ne kalp ağrıları yaşıyorum bir bilsen...
Sev desem sever misin...
Ne garip bir tecellidir bu, kendiliğinden gelişen...
Hiç beklemediğim bir anda geldin ve yerleştin gönül sarayıma...
Meğer ne çok beklemişim seni yıllardır...
Suya hasret toprak gibi, özledim yağmur olup yağmanı...
Gecelerden çıkıp güneşim olmanı, karanlıklarımı aydınlatmanı...
Bak çiçeklerim boyun büktü sensiz...
Ne çok bekleyip, ne çok özledim seni...
Sevdim seni bir dağ çiçeği gibi
Sevdim...
Ufacık bir söz... ufacık bir söz...
Bir melodi... hüzünlendirir, ağlatır...
Sorarım kendime, gönül nedir isyanın, neden ağlarsın...
Bir sevdiğin mi var...
El cevap; hayır yok...
Utanmaz rezil derim...
Peki neden duygulanırsın durup dururken...
Bir çiçeği seyrederim, gözlerim dolar...
Bazen kainatı kucaklayacakmışım gibi olurum...
İçimdeki boşluğun adını bir türlü koyamadım...
Şu anda da gözlerim doldu ve boğazıma bir şeyler düğümlendi...
Birazdan boşalır yaşlar biliyorum...
İnan bana. o kadar dolu dolu yaşıyorum ki yalnızlığı, dolu dolu yaşıyorum hüznü, dolu dolu geçiyorum sevdandan...
Gülleri görmüyorum, ellerim boş kalıyor, dolu dolu yaşıyorum sensizliği... gözyaşlarım eşlik ediyor yalnızlığıma...
Uzatıyorum ellerimi boşluğa,
Bir hayali yakalamak istercesine...
Bomboş iki yana düşüyor kollarım...
Ben yorgun, yüreğim yorgun, geçmişim viran, geleceğim meçhul...
Damladıkları yerde kan güller açıyor gözyaşlarımdan...
Duvarlarda sarmaşıklar büyüyor, içimde sevgin...
Akşam üstü seferlerine çıkıyorum ardından, sokak sokak arıyorum ayak izlerini...
Göz yaşlarım, yanaklarımdan aşağı bir şelale misali iniyorlar, yüreğimden yüreğine yol ararcasına...
Papatyaları kokluyorum sen diye, ufku seyrediyorum gözlerin gibi...
Gözlerimin okyanusunda dalgalar çırpınıyor
Şimdi daha hırçın, daha deli...
Kardelenleri şimdi daha iyi anlıyorum, hem anlıyorum ağlıyorum, hem yürüyorum, hem arıyorum, vazgeçiyorum hırslarımdan sana geliyorum...
Adımlarım adımlarını takip ediyor, kokunu alıyorum, esen yelde...
Sen diyorum gördüğüm her nilüfer’e, seni taa içimde hissediyorum...
Kumsala vuran dalgalar çağırıyor beni...
Ben çağırırım o gelmez, o çağırır ben gidemem...
Uzanır ellerime almak isterim, kayar gider parmaklarımın ucundan...
Geriye bir avuç kum kalır, Hüznün Gözyaşları gibi...
alıntı
02.09.2011 - 10:09
Hurma Mesafesi
Sesimi duyamıyor musun?
Kalbimi dinle!
Duyamıyorsan beni; ya çook uzaklardayım senden…
Veya çok yakınında, ama çok…
Üçüncü ihtimalse bir akan deryanın iki yakasındaki ayaklar gibi kalmamızdı.
O oldu: Bağlandık; kavuşamadık!
Kavuşanlar ise bizimle kavuştu…
Öyle bir ödüldü ki bu; sanki cezaya benziyordu mahşeri beklemek!
En zoru; aynı köprünün iki ayağı gibi kalmak:
Hep bağlı, ama hep aynı mesafede…
Yani seni özlemek cenneti özlemekle bağlantılı yahut cenneti, seninle daha çok özlemek!
Karşımda sen; iftar sofrasındaki hurma hasreti!
Sımsıkı bağlarla sarılmışsan bana ve ayakta tutansam seni,
ben de öyle sarmalanmışım ki sana, seninle ayakta durabilirim;
aynı köprünün diğer ayağı gibi…
Bilirim ki senden düşmek, toprağa düşmektir veya nihayet cennete çıkmaktır!
Aynı köprünün iki ayağı; sen ve ben…
Asla vazgeçmeyen biri birinden…
Asla küsmeyen biri birine ve asla ve asla ve bu aslaların sonuncusu;
asla biri birinin omzuna yaslanamayan, kucağında uyuyamayan! ..
Bir göz göze bakıp eriyiştir bizimkisi, karşı kıtaya; kendi dünyalarımızdan.
Hâlbuki her gelen sendendir bana ve sana her giden benden!
Aah ki bana süzülmeseydin, sürülmeseydin zehir acısı gibi; böyle yanar mıydım derinden, kaynar mıydı içim, tüter miydi başım ve akar mıydı kelimelerim sana doğru;
bir volkandan taşan lavlar gibi?
Keşke bir köprü ayağı gibi susabilseydim; susuşunu dinleyebilseydim; dediğini duyabilseydim; seni anlayabilseydim…
Sesimi duyamıyor musun?
Kalbimi dinle!
Duyamıyorsan beni; ya çok uzağım senden veya çok yakın.
Ya da…
Muammer ERKUL
23.08.2011 - 18:12
' Sizi seven kimseye sizde sevginizi açıklayın. Çünkü,sevene sevgi izhar etmek, oradaki sevginin derinliğine ve devamına sebep olur.'
Hz.Muhammed (s.a.v)
16.08.2011 - 12:43
Aşk
Aşk ne ham söz, ne ateştir…
Aşk ne Mecnun, aşk ne Leyla…
Aşk ne hüzün, ne sevinçtir…
Aşk dediğin yüce Mevla.
Kainatın nakışları…
Kuldaki kalp atışları…
Aşk yıkmaktır tabuları…
Aşk dediğin yüce Mevla.
Aşk ne tendir, ne tende can…
Aşk ne Yusuf, ne Züleyha…
Aşk ne heves, ne heyecan…
Aşk dediğin yüce Mevla.
Aşk Muhammed`e muhabbet…
Aşk güzel huy, aşk merhamet…
Aşk bir olana şehadet…
Aşk dediğin yüce Mevla.
Dursun Ali ERZİNCANLI
15.08.2011 - 18:05
Bir bilgeye sormuşlar:
Efendim canınız ne istiyor? Bilge cevaplamış:
Canım hiçbir şey istememeyi istiyor.. ve devam etmiş.. Bu ruh halinin adı gönül yorgunluğudur..
11.08.2011 - 13:43
Sular da sızlar mı?
Öyleyse, suyun sızısını dindirecek su var mıdır?
Islanmayı özlediği zamanlar yok mudur yağmurun?
Yağmuru sevindiren bir yağmur var mı?
Taşlar da kalpleşir mi?
Kalplerin taşlaşması gibi, taşların da taş olmaktan bıkıp yumuşamaya meylettiği zamanlar yok mudur?
Yollar da özler mi? Yolun da alıp başını gidesi gelmez mi?
Ateş de yanmayı arzulamaz mı? Ateşi de yakıp kavuran bir ateş olamaz mı?
Güneş de bekler mi gündoğumunu? Bir akşam üstü güneş de seyretmeyi dilemez mi günbatımını?
Ayrılık bıkmadı mı onca sevgili arasında durup beklemekten?
Ayrılık da ayırmaktan usanmaz mı; yok mudur kavuşmak dilediği?
Aşk da aşık olamaz mı? Bunca zamandır örselenmekten, anlaşılmamaktan şikayetçi değil midir?
Herkesin dilinde olup da, kimseye yâr olmamak aşka da ah ettirmiyor mudur?
Şarkıların da sevdiği bir şarkı yok mudur?
Onlar da ara sıra durup dinlemek istemez mi acıların ve neşelerin nağmelerini?
Toprak da bir gün toprağa uzanmayı arzulamaz mı? Ona da topraktan bir mezar bulunamaz mı?
Gündelik hayatta her şey pürüzsüzce akıyor gibi gelir bize.
Taş katıdır. Ateş yakar. Sular serindir. Yol yolcuyu bekler.
Böyle bildik, çünkü, böyle bulduk.
Şaşırmaya gerek yok.
Mecnun olmaya mahal yok.
Her şey olduğu yerde kalsın.
Yeni sorularla yeni kaygılar doğurmanın lüzumu yok.
Aklına de ki, “Otur oturduğun yerde! ”
Kalbine tembihle ki, “Dur durduğun yerde! ”
İnsan olduğundan fazlasıdır her zaman. İnsan, her an olabileceğinden daha azıyla vardır.
İnsan böyle iken, sular böyle değildir meselâ.
Sular sızılara deva olurken, kendi sızılarından habersiz olabilir.
Suların da sızlayıp sızlamadığını dert edinmek insana düşer.
Yağmur her şeyi nezaketle ıslatırken, bir yağmurda ıslanmanın hasretine körkalmış olabilir?
Yağmurun da ıslanmaya aç olabileceği bir tek insanın hatırına gelir.
Taşlar hep katı dururken, kalplerin katılaşmasından habersiz kalabilir.
Taşların da katılıktan usanabileceği ancak insanın aklına düşebilir.
Aşk nicelerini ah ettirirken, ah etmemiş olabilir.
Aşkın ah edebileceği ihtimali sadece insanın kalbinde yer bulabilir.
Öyleyse, bir kez daha bakmalı değil miyiz kendimize?
Şu andaki varlığımız bizi biz etmeye yetiyor mu sence?
Olduğumuzdan fazlası olmaya niyetli değil miyiz?
Yetiyor muyuz kendimizi kendimiz eylemeye?
Ayaklarımız varıyor mu fıtratımızın zirvelerine?
Elimiz yetişebilir mi kalbimizin derinliklerine?
Ne kadar âşinayız varlığımızın gizli köşelerine?
Uzanabiliyor muyuz ruhumuzun labirentlerine?
Dokunabiliyor muyuz hatıralarımızın kuytu köşelerine?
Koparabiliyor muyuz duygularımızın acı tatlı meyvelerini?
Ne kadar sarkabiliyoruz lâtifelerimizin derin kuyularına?
Kimiz biz? Neyiz? Neredeyiz?
Kim bilir; belki de kendimizi kendimizden ayıran bir dağız. Ferhad olup Şirin olan yanımızı arıyoruz. Dağın öbür tarafında bırakıyoruz kendimizi; hep bu yamaçta kalıp kazıyoruz kazıyoruz
Kim bilir, belki de kendi kendimizi kesen bir bıçağız. İsmail olup kendimizi kurban ediyoruz; hep eksiltiyoruz kendimizi, hep kesiyoruz kendimizden.
Kim bilir kendimizi kendimize haram eyleyen bir günahız. Züleyha olup Yusuf olan yanımızı kandırıyoruz, Yusuf olan kalbimizi zindana sürüyoruz.
Kim.bilir; kendimizi kendimizden ayıran bir çölüz. Mecnun olup Leylâ olan yanımızı yalnız yapayalnız bırakıyoruz. Kim bilir kendi kendimizi ağlatan kocaman bir yarayız. Kerem olup aslımızı arıyoruz; bulamıyoruz.
Suların sızısından habersiz yaşıyoruz. Suların sızılarını bile fark edebilecekken, kendi sızılarımıza körleşiyoruz. Kendimizi de fark etmez hale geliyoruz. Kendimizi kendimizde yitiriyoruz. Kendi ellerimizi kendi ellerimizden çekiyoruz.
Göz göze gelemiyoruz kendimizle. Yüzleşemiyoruz.
Kendi kendimizi sokağa atıyoruz.
Kendimizi kendimizden sürgün ediyoruz.
Kendimize kendimizi çok görüyoruz.
Oysa insan olduğundan fazlasıdır her zaman.
Ama bilmiyoruz. Ama bilmediğimizi de bilmiyoruz.
Sızısız yaşıyoruz. Issız yaşıyoruz.
Senai Demirci
10.08.2011 - 16:17
Aşk nasıl akar bir yürekten diğer bir yüreğe? “İlk bakışta aşık oldum” der kimisi... Hiç yaşamadım bilemem. Doğrusu inanmam da... Kim böyle söylese ya da nerede okusam bu cümleyi, olsa olsa etkilenmektir bunun adı, aşk değil diye düşünürüm. Böyle bir cümleden sonra şartlanılmış bir aşk yaşanır ve biter. Anıldığında geçici bir hevesmiş aslında diye düşünülür belki de... Neyse asıl konumuz bu değil. Düşsel bir aşkın hikayesi anlatacağım ben size, ya da isterseniz yaşanmış bir aşk deyin siz bu aşka... Bu hikayede, ilk bakışta aşk yok, arkadaşlıktan aşka dönüşen bir hikaye de değil bu! Bir yasak aşk öyküsü hiç değil! İçinde biraz hüzün, biraz mutluluk gözyaşı, birkaç şiir ve şarkı, yaralı iki yürek, kaygılar ve tabii ki uykusuz saatler var. Bu hikayenin içinde en çok ümit var. Merkezde ise aşk...
Birbirine uzak iki şehir... Biri taş binalarla çevrilmiş, sokaklarında asık yüzlü insanların dolaştığı, kuru ayazların kol gezdiği bir şehir... Diğeri deniz kokusu iliklerine kadar sinen... Bu birbirinden çok farklı iki ayrı şehirde, birbirine çok benzeyen iki insan... Birbirlerinden habersizken, aynı gecede aynı yıldızlara bakıp aynı dileği tutuyorlar belki bir gün... Sonrasına siz masal deyin, ben hikaye... ya da bir düş... Dedim ya hikayede en çok ümit var diye; bir ümitle başlıyor işte her şey...
Aşka en çok bahar yakışır değil mi? Oysa bir kış mevsiminde başlıyor bu düşsel aşk. Dışarıda kış, yüreklerde bahar... Kırlar yerine, yüreklerde açıyor papatyalar... Dışarısı soğukmuş, buz gibiymiş, ne gam? Yüreklerde güneş...
Kadın taş binalı, kuru ayazlı şehirde yaşıyor. Sahteliklerden, yalanlardan bıkmışlığıyla bir uçurumun kenarındayken, bir ümit tutuyor elinden... Yani deniz kokan kentten gelen adam! Onun ne işi vardı o uçurumun başında diye soracaksınız şimdi? O da aynı sebeple oradaydı. Belki adam çevresindeki tüm sahteliklerin ve yalan sevdaların içinde adamlığından utanmıştı da, onu uçurumdan atıp rahatlamak istiyordu. Yüreğini de fırlatıp atacaktı; böylece kimse acıtamayacaktı onu bir daha... Ama karşılaşmayı hiç beklemediği o yer de kadınla karşılaşmıştı işte... Adam ve kadın elele verip vazgeçtiler yüreklerini atmaktan... Ne de olsa bir ümit vardı içlerinde hala... Aslında onların yürekleri elele tutuştu... O ikisi birbirlerinin gözüne kaşına değil, boyuna posuna değil, yüreklerine aşık oldular... Ve ilk sözleri “Yüreğine aşığım” oldu aşka ilk adımı atarken. En çok kelimeler yardım etti onlara, birbirlerinin yüreğine dokunmaları için.
Bir gece vaktinde kadın adamı düşünürken güncesine şöyle yazdı:
“ Aşk nasıl akar bir yürekten diğer bir yüreğe? Belki bir şarkıyla, belki bir şiirle gelir. Belki de bir yıldız olarak düşer avucunuza, dilek tuttuğunuz bir gecede... Uzak bir kentte bir yürek şiirler yazar adınıza... Her dizede onu bulursunuz, her dizede kendinizi... 160 karaktere sığdırmaya çalışırsınız içinizden taşan her duyguyu... Sığdıramazsınız... Sonra beceremeseniz de şiir yazmayı onun kadar güzel, bir şiir dökülür kaleminizden...
Sesini hiç duymadığım,
Hiç dokunmadığım ellerine,
Bir şaire vurgunum şimdi.
Ben hiç oldum, o herşey!
Yaşadığı kentte,
Bir gece olsun uyumadım,
Gezmedim sokaklarında,
Duymadım o kentin gürültüsünü
Ve koklamadım denizinin kokusunu...
Ben onun avucundaki yıldız oldum,
O benim içimde ümit..
İşte bu yüzden;
Aşkın adı ümittir artık, ümidin adı aşk! ”
Adamsa bir hikaye yazdı ve anlattı bir aşkın başlangıcını... Sordu: “ Bir ümit üzerine aşk yazılabilir mi? ” diye. Kimi onaylayarak ümit üzerine aşk yazılır dedi, kimi vazgeç dedi aşkın aleviyle kırmızıya dönmekten... Bir başkası bu hikayenin sonu sadece hüsran diyerek ümitleri kırdı ve bir dost destek verdi, kadın ve adamın mutluluğuna katılarak... Sonu ne olur? Ne kadın biliyor, ne adam, ne de diğerleri... Tek bilen var sonunun ne olacağını, gözle görülmeyen varlığı en derinde hissedilen tek bilen...
Şimdi iki ayrı kentte, birbirlerinin yaralarını kelimelerle sarmaya çalışan, iki yaralı yürek avuç içlerinde bir yıldız tutarak, birbirlerini düşünüyorlar. Ağlamanın ne kadar güzel olduğunu keşfediyorlar yeniden... Büyük bir mutlulukla yaşarken aşkı, hatta mutluluğu içlerine daha fazla çakmak için uykularını feda ederken hep ‘bir ümit’ içlerinde... Ve bir taraftan kaygılanıyorlar, korkuyorlar gün gelir bu büyü bozulur diye...Kelimelere, şiirlere, şarkılara sığınıyorlar birbirlerini daha çok hissetmek için... Sonuç olarak düşsel bir aşka ‘merhaba’ diyen iki ayrı yürek, tek yürek olup açtılar kapılarını mutluluğa... Ve göze aldılar ne zaman geleceği meçhul olan hüznü... yani bir ümidin üstüne aşk yazıldı, ve daha bitmedi hikaye... İçinizden geliyorsa devam edin hadi yazmaya ve bir isim daha verin aşka...
Aşkın adı ümittir artık, ümidin adı aşk...
Toplam 168 mesaj bulundu