Oğuz Düzgün Antoloji.com

Tanıtım yazısı henüz yok...

  • Üstel Bakışla Bir Uygarlık 13

    Bayram Kaya

    29.08.2010 - 12:56

    Yazmışsınız, emek harcamışsınız bu kadar yazı için ve de kendiniz adına gerçekten değerli fikirler de öne sürmüş olabilirsiniz ama, neredeyse her cümlede bir imla kuralı ihlali, iki üç tümcede bir anlatım bozukluğu görmek okuru yoruyor.. Mesela, 'de, da' bağlaçları kelimeden mutlaka ayrı yazılırlar. ...

  • Ertelenmiş Kıyamet

    Ceyda Çarpan Kutlucan

    23.11.2009 - 19:51

    Yazmış işte Ceyda hanım.. Kısa ve öz..Kulağa hoş geliyor.. Virgül ve noktaları kelimeden bir boşluk bırakarak ayrı yazarsanız daha güzel olacak. Tabii ki bu durum şiirin özgünlüğünü bozan bir durum değil. Hepimiz bu gibi basit hatalara imza atabiliyoruz. Tamamen klavye kullanımıyla ilgili..Ancak bu ...

  • Özgürlük

    Paul Eluard

    18.11.2009 - 22:49

    Çevirenler; Orhan Veli ve Melih Cevdet.. Garip akımı tadı var şiirde de zaten :)

Toplam 53 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR
  • bâleybelen

    23.09.2009 - 20:53

    Bâlibilence (Türk mutasavvıf Muhyi Gülşeni'nin geliştirdiği dünyanın bilinen ilk yapma dili-Muhyi Lisanı ile) yazdığım bir şiiri sizlerle de paylaşmak istedim. Bakalım anlayabilecek misiniz? Şiir sayfamı takip ederseniz, yeni ürünler de vereceğim Bâlibilen dilinde nasip olursa..

    Bâlibilen Dilinde Şiir

    Yağar revâyâ lebersed
    Kelebres vâhâya edmeh
    Kevnebe-ye Yusuf mersed
    Ferun ki hacin-e izmeh

    Oğuz Düzgün

  • fazıl hüsnü dağlarca

    15.10.2008 - 23:27

    Yürekleri Dağlarcasına
    Yürüdün gittin sonsuzluğuna
    Gülden güle
    Bir yıldız gibi kayarcasına
    Bülbüller gibi
    Şakıyıp gittin..

    On beş ekiminde
    İki bin sekizin
    Şiirden kanatlarınla
    Dağlarca engin
    “Allah ne kadar büyüktür” ki
    Fazl-ı hüsn-ü Rahmana
    Süzülüp gittin..

    Oğuz Düzgün

  • Erdem Beyazıt

    08.07.2008 - 15:56

    GÜNEŞÇAĞ SAVAŞÇISI

    “Onlar gittiler

    Giderken bir muştu gibiydiler”

    Böyle diyordu gönül insanı Erdem Bayazıd, sonsuzluğa yürümeden önce. Ölmeden önce ölünüz emrine harfi harfine uymuş diri yüreklilerden biriydi o. O bir Güneşçağ savaşçısıydı adı üstünde. O da gitti ve giderken o da sonsuzluktan haber veren bir muştu gibiydi. Çünkü mısra mısra müjdelerinde yokluğu mağlup etmişti hep ve sonsuzluğa davet etmişti herkesi. Çağcıl insanın çoğu zaman düşünmediği, hatta anti aging felsefeleriyle hafife bile aldığı; ama aslında hakkındaki soru işaretlerinin mutlaka cevaplanması gerektiği ölüm gerçeği hakkında bakın neler diyordu şâir:

    Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze

    Kalsın titrek ve mavi elleriniz

    Bekleyin geliyor ölüm usulca

    Usulca girer koynunuza.

    Biz çoğunlukla ölüm şairi olarak Cahit Sıtkı’yı biliriz. Elbette onun şiirlerinde ölüm teması ağırlıklı olarak işlenmiştir. Ama her şâir aslında diğer insanlardan mutlaka daha fazla ama kendi değer ölçülerinin mütevazi sınırları içerisinde muhakkak ölümden bahsetmiştir. Çünkü bengi bir yaşam isteyen şâirin ruhunu, şu kısa ömür doyuramamaktadır. Zira duyguların hendesesinde hesaplar sonsuzluk ölçekli yapılır. Hele şâirler için boyutlar arasında her hangi bir sınır yoktur. Geçmişle gelecek, başka başka ruh dünyalarıyla ölüm ötesi hayat, onların yürek gezegenlerinde sarmaş dolaştır.. Şairlerin hislerine herhangi bir sınır konulamaz. Aslında şiirin en birinci malzemelerinden olan söz sanatları ve bunların içinde epey bir yekün tutan mübalağa sanatı, ruhun dizginlenemeyen sonsuzluk arayışlarının kelime düzleminde hafif bir yansımasıdır. En yenici şiirlerde bile şairlerin bu şuuraltı arayışları kendini belli eder.

    Üstelik şiir, eski tarihlerden beri, hatta düz yazıdan da daha önceleri ebediliğin bir aracı olarak kullanılmamış mıdır? Binlerce yıl öncesinden bugüne kulaktan kulağa yayılmış olan halk hikâyelerimiz, türkülerimiz ya da destanlarımız, hep şiir formlarında söylenmiş sözlü ürünler değiller midir? Hatta çocukluğumuzdan beri okul sıralarında, duvarlarda görmeye alışık olduğumuz bütün o yazılar, manzum değiller midir? Demek ki her insanın ruhunda var olan sonsuzluk isteği, bir şekilde kalıcı eserler oluşturma emrini veriyor biyolojik yapımıza. Beynin nöronları, ruh cevheri, kalbimiz ve bütün latifelerimiz el ele verirlerse eğer, ölümsüz eserler ortaya koyabiliyorlar. Eski çağlardan beri insanlık, ölümsüzlüğü şiirlerle yakalamaya çalışmış. Aslında bu durum, basit bir biyolojik yapıya sahip olduğunu düşündüğümüz karıncaların ölüme karşı direnişiyle paralel bir refleksin ürünü. Bu biyolojik yanımızın titrek bir dürtüsü kimilerine göre… Ama bir de çoğu zaman es geçtiğimiz, bizi o karıncadan tefrik eden sonsuzlukla ilintili bir yanımız vardır ki, aslında bu veçhemiz, sonsuzluktan muştularla yüklü mısraların cevelan ettiği debisi yüksek bir ilham nehrinin yatağıdır.. Her yürekte az çok sesi duyulur bu latifenin. Ama şâirler, bu yürek seslerini, karınlarından konuşmasını beceren insanlar gibi yüreklerinden konuşarak satırlarına dökmeyi başarmışlardır. İşte bu şâirlerin en önemlilerinden birisi de Erdem Bayazıt’tır. O açıkça yürekten, çoğu zaman ruhtan konuşmasını bilmiştir. Şu aşağıdaki mısralar ruhun tatlı dilinden değil de nereden süzülmüştür?

    Dirilmek yeniden

    Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın

    Bulutları yarması gibi gün ışığının

    Yağmurun ansızın boşanması

    Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması

    Erimesi gibi karların ve buzulların

    Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların

    Her şâir ölümün farkındadır farkında olmasına ama ölümden sonrasının karanlığını her şâir aydınlatamaz. Bunun için iman güneşi gerekir öncelikle. Amentüdeki imanın şartlarına inanan herkes, eğitimi ne olursa olsun ölüm gerçeğiyle bir şekilde başa çıkabilmektedir ruh dünyasında. Ama ahirete inanmayan bir insan için ecel, tamamen yok oluşun adıdır. Ölüm onun için bütün sevdiklerinden sonsuza kadar ayrılışın, karanlıklara yuvarlanışın adıdır. Ona göre, hayat aynacığında yansıyan bütün ışıklar, o aynanın bizatihi kendi malıdır. Aynadaki yansımalar yok olduğunda, ayna da yok olmuştur olacaktır. Ya da ayna yok olduğunda o ışıklar da yok olacaktır. İşte bu önermelerde var olan paradokslara Erdem Bayazıt hiçbir zaman düşmemiştir. O bir “Güneşçağ savaşçısıdır” çünkü

    Aynadaki yansımalar, güneşin ışınlarının tecellisinden başka bir şey değildir ona göre.. Ve bizler de o ebedi güneşin maddi evren aynasında tezahür eden ışınlarının farklı tonlardaki yansımalarından ibaretiz. Aynanın kırılması ya da bir şekilde yansımaların kesilmesi, aslımızın yok olması anlamına asla gelmemektedir. Zaten aslımız, manamız ve değerimiz olan bütün renkler, ışıklar o güneşin zatında sabittirler. Asla kaybolmamışlardır, kaybolmayacaklardır da. O Sonsuz Güneşin “en güzel isim” ışınlarının yansımalarından ibaret olan düşüncelerimiz, duygularımız, yaşantılarımız kısacası her şeyimiz, bâki kalacaktır, asla hiçbir özelliğimiz yok olmayacaktır. Yok olan aynalardır, asıllar ise her zaman sabittir. Ve bir “Güneşçağ savaşçısı” asla yok olmayacağını çok iyi bilir. İşte asrın Güneşçağ Savaşçılarından olan Erdem Bayazıd da aslına, Güneşler Güneşinin sonsuzluğuna döneceğini çok iyi biliyordu. Ve her Güneşçağ Savaşçısı gibi o da sonsuzluk ülkesinin saraylarına doğru yelken açmıştı ardında şu bengi mısraları bırakarak,

    Şu bizim atımızdır deniz hipodrom

    Nehrin yatağını öp sen ey savaşçı

    Birikinti gölleri geç apartmanları geç kaldırımları

    Bir bir ayıkla mezarları.

    Güneşçağ öncüleri yolları tuttu dua erleri tuttu

    Yüzleri Mekke ülkesi gözleri Medine çeşmesi

    Elleri altınçağ mimarı

    Erdem Bayazıd, şiirleriyle, mefkuresiyle yaşamaya devam edecek etmesine ama bizler de onun şiirlerini, ideallerini yeni kuşaklara aktarmayı bir görev bilmeliyiz. Gençliğimizi geç olmadan Erdem Bayazıd gibi şâirlerimizin sevgi kokulu mısralarıyla tanıştırmamız gerekiyor. Çünkü sevgisizliğin, ahlaksızlığın ve şiddetin yegane reçetesi, aşağıdaki kırık dökük dizelerimde de ifade etmeye çalıştığım gibi Erdem Bayazıd misali şâirlerimizin sevgi kokulu mısralarında saklı değil; aksine ayan beyan ortadadır..

    Her yarının güneşi

    Bugünden ekilir unutma

    Ve her günü aydınlatan

    Bir başka şâirin ruhudur

    Güneşler ekilmeden toprağa

    Filizlenmeyecek altınçağ

    Ve gülemeyecek,

    Kölemen kaderli bebeler

    Güneşçağ savaşçılarının

    Sevgi kokulu mısralarıyla tanışana dek…

    Oğuz Düzgün (www.edebigazete.com, www.habersaati.com)

Toplam 9 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR