Candaki tılsımından, kana hız veren nabzın rüzgarla sağnağın şafaktaki dansından sudaki pırıltısından alkım sırlı sedefin kozadaki ipeğin mahzun ışıltısından damıttığım hıncımla intikam alır gibi sıyırdım seni külden, kirden, irinden insanı soluksuz bırakan karanlığından umutsuzluğun ihanetin süslenip tutkunun yolunduğu yozluğun şan diye sunulduğu o caddelerden; sindikçe sinsi tozdukça moloz ininden o kuduz şatafatın intikam alır gibi sıyırıp seni, kendimin kıldım; bir de samanyolu, bir de ay bir de ateşböcekleri vardı benimle zümrüt yakut yakamoz...
Sevincin peteğinde güvelenmiş acının kinin, küfün, soluşun uluyan gözdağına boyun büken duruşun pasın, sisin, sönüşün coşkuyu sığlaştırıp soysuzlaşan dövüşün ağından, kovuğundan intikam alır gibi sıyırıp, saldım seni ufkuma yudum yudum arıttım; dalların ilk filizlerini okşayan körpe bahar güneşi ışıktan tülüyle gizli gizli koruyordu kalbimi toprağın ilk ılıman buğusunda çiçeklenen fulyalar ikiziydi ağzımda yanan ıslaklığın; bir de uğurböcekleri, bir de kumrular bir de meltem vardı benimle ıtır reyhan nektar...
Üzüm taneleri bırakıp dudaklarına intikam alır gibi bağrımdaki yaradan ısırıp ısırıp, tadıyla oyalandım kıvranışının; ne sevinç evcildi o an ne tenimiz mahrem, bölüşmesiz; bir de turna sürüleri, bir de sülünler bir de yıldız kaymaları vardı benimle yanardağlar çıralar çakmaktaşları...
intikam alır gibi kaderimden böyle dövmeseydi eğer öfkemi nabzım ne hayat canımda özünce balkır ne aşk huyunca çınlatırdı benzimi; dağ deli dal divane özlemim zehrim olur ufalanıp, sulara dağılmış mercan gibi süzülür, dökerdi inceliğini içimdeki gelincik...
Sessiz, sevimsiz, teslim olmuş ne varsa intikam alır gibi tek tek her birinden döv nabzım, haz ile avaz ile, döv ki bağrımı böyle olur da pusuya düşersem bir gün, kuşlanıp, düşlenip yol bulur kalbim.
Candaki tılsımından, kana hız veren nabzın
rüzgarla sağnağın şafaktaki dansından
sudaki pırıltısından alkım sırlı sedefin
kozadaki ipeğin mahzun ışıltısından
damıttığım hıncımla
intikam alır gibi sıyırdım seni
külden, kirden, irinden
insanı soluksuz bırakan karanlığından umutsuzluğun
ihanetin süslenip tutkunun yolunduğu
yozluğun şan diye sunulduğu o caddelerden;
sindikçe sinsi
tozdukça moloz
ininden o kuduz şatafatın
intikam alır gibi sıyırıp seni, kendimin kıldım;
bir de samanyolu, bir de ay
bir de ateşböcekleri vardı benimle
zümrüt
yakut
yakamoz...
Sevincin peteğinde güvelenmiş acının
kinin, küfün, soluşun
uluyan gözdağına boyun büken duruşun
pasın, sisin, sönüşün
coşkuyu sığlaştırıp soysuzlaşan dövüşün
ağından, kovuğundan
intikam alır gibi sıyırıp, saldım seni ufkuma
yudum yudum arıttım;
dalların ilk filizlerini okşayan körpe bahar güneşi
ışıktan tülüyle gizli gizli koruyordu kalbimi
toprağın ilk ılıman buğusunda çiçeklenen fulyalar
ikiziydi ağzımda yanan ıslaklığın;
bir de uğurböcekleri, bir de kumrular
bir de meltem vardı benimle
ıtır
reyhan
nektar...
Üzüm taneleri bırakıp dudaklarına
intikam alır gibi bağrımdaki yaradan
ısırıp ısırıp, tadıyla oyalandım kıvranışının;
ne sevinç evcildi o an
ne tenimiz mahrem, bölüşmesiz;
bir de turna sürüleri, bir de sülünler
bir de yıldız kaymaları vardı benimle
yanardağlar
çıralar
çakmaktaşları...
intikam alır gibi kaderimden
böyle dövmeseydi eğer
öfkemi nabzım
ne hayat canımda özünce balkır
ne aşk huyunca çınlatırdı benzimi;
dağ deli
dal divane
özlemim zehrim olur
ufalanıp, sulara dağılmış mercan gibi
süzülür, dökerdi inceliğini içimdeki gelincik...
Sessiz, sevimsiz, teslim olmuş ne varsa
intikam alır gibi tek tek her birinden
döv nabzım, haz ile avaz ile, döv ki bağrımı böyle
olur da pusuya düşersem bir gün,
kuşlanıp, düşlenip yol bulur kalbim.