Sevmek Zamanı, 1965 yapımı siyah-beyaz Metin Erksan filmi Halil: Resminle benim aramdaki bir durum, seni ilgilendirmez. Ben senin resmine âşığım. Meral: İyi ama âşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim. Halil: Resmin sen değilsin ki? Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın. Meral: Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor. Halil: Evet. Bu korku sevdiğim bir şeye ebediyyen sahip olmak için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de, sana âşık olsaydım ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Halbuki resmin bana dostça bakıyor.
Hamlet 'i Ofelya 'ya, Romeo 'yu Jülyet 'e bağlayan neydi? Güzellikleri mi? Yoksa onların deliliğe ve ölüme diğerlerinden daha yakın durmasının, ilk bakışta anlaşılmayan, gizli ve hastalıklı çekiciliği mi? Otello'yu Desdemona'ya bağlayan neydi peki? İhanetine o kadar çabuk inanabileceği bir kadına niye tutkundu? Bir insanı bir başka insana kuvvetle bağlayan bağ nedir? İbrişim görünümlü çelik bir yumak gibi insanı sarmalayan o bağın nedenini ilk bakışta görüp anlayabilir miyiz? Kadınlar ve yazarlar, görünenin altındakileri kurcalayarak bu sorulara cevap ararlar, içgüdüleriyle de olsa, gerçeğin daha altlarda bir yerlerde saklı olduğunu sezerler. Anna Karenina niye Vronski 'ye tutuldu? Yakışıklı olduğu için mi, yoksa daha sonra ortaya çıkacak bencilliğinin kokusunu aldığı için mi? Neden edebiyat dünyasının büyük aşklarına baktığımızda, bağlanılanların deliliğe, ölüme, ihanete, bencilliğe yakın duranlar olduğunu görüyoruz? En değerli pulların yanlış basılmış hatalı pullar olması gibi en sevilen insanlar da aslında hatalı olanlar mı? Genç bir psikiyatri doçenti bir keresinde bana yazdığı bir mektupta, " ne zaman kalabalık bir yerde erkeklerin başları aynı anda kapıya dönse, içeri bir bor derline tipi kadın girdiğini anlarım." diye yazmıştı. ' bor derline' dediği, değişken ve huzursuz bir kişiliği tanımlayan bir ruhsal rahatsızlığın adıydı. Meyvelerin bozulmasından lezzetli ve yakıcı içkiler elde edilmesi gibi insanların bozulmasından da baş döndürücü bir çekicilik mi doğuyordu? Niye Hamlet delirecek olanı, Romeo ölecek olanı, Otello kuşkulanılacak olanı, Anna Karenina bencil olanı seçiyordu? Ve , hangisi bağlılığının nedeni olarak 'deliliği , ölümü, kuşkuyu, bencilliği' işaret ederdi? Kuvvetli bağların iplikleri böyle zayıflıklarla dokunuyorsa, bu bağlananların da zayıflıklarını, bozukluklarını göstermez miydi? Neye bağlandığımızı biliyor muyduk? Bize birisine niye bağlandığımızı sorduklarında, 'çünkü güzel' diyorduk, 'yakışıklı, zeki, güçlü, yetenekli' ; bir insanın sevilmesi için geçerli olduğunu kabul ettiğimiz nedenleri sıralıyorduk. Ama belki de güçsüzlüklere, zayıflıklara, çarpıklıklara bağlanıyorduk. Biz, 'bağlanmayı' hep zirvelere doğru bir uçuş olarak anlatmaya çalışırken belki de bağlılık, ölümün, deliliğin, kuşkunun, bencilliğin, bozulmanın karanlık uçurumlarına doğru bir kendini bırakıştı. Bağlandıklarımızda, her zaman başkalarının görmediği bir 'acınacak' yan bulmuyor muyduk, bize en çok acı çektirenlerde bile daima bizde şefkat uyandıracak bir kırılganlığı görmüyor muyduk? Bağlandığımız insanlar, başkalarına ne kadar güçlü, akıllı, güzel , yetenekli görünürlerse görünsünler, biz onların başlarına saflıklarından, çocuk suluklarından, güçsüzlüklerinden dolayı kötü bir şeyler geleceğinden tedirgin olup onları korumaya çalışmıyor muyduk? Bir insana bağlanmak bizi ne kadar zayıf ve çaresiz kılarsa kılsın, bizim canımızı ne kadar yakarsa yaksın, biz gene de bağlandığımız insanda kendimizinkinden daha zayıf ve çaresiz bir yan sezmiyor muyduk? Genellikle de bu sezdiklerimiz doğru değil miydi? Sanırım kuvvetli bağları, bağlandıklarımızdaki büyük zayıflıklar güçlendiriyor. Büyük aşkların, büyük bağlılıkların içinde daima biraz acıma da bulunuyor; bizi üzdüklerinde, bize ihanet ettiklerinde bile bu yaptıklarının onların zayıflığından kaynaklandığını düşünüp içinde çırpındığımız derin kedere rağmen onlar için endişe ediyoruz. Kendimize dahi açıklamadan, onların öleceğinden, delireceğinden, yalnız kalacağından, hastalanacağından, bizi çeken o karanlık zayıflıklarının içinde bizsiz yok olacaklarından korkuyoruz. Başkaları, onların en parlak yanlarını görürken, biz en karanlık yanlarını görüyoruz. O parıltıyla, o zifiri karanlığın birlikte oluşturduğu tuhaf girdap çekiyor bizi içine; parıltılarına geliyor, karanlıklarında kayboluyoruz.
Hamlet Ofelya 'ya, Romeo Jülyet 'e niye bağlandı? İkisi de çok güzeldi. Biri deliliğe, biri ölüme yakındı. Ölüme, deliliğe, ihanete değen bir güzelliğe, bir güce bir başarıya kim ilgisiz kalabilir ki? Kalamaz ve bağlanırız. Birine bağlanmadan önce 'bağlandığımda acı çeker miyim' diye korkarken, bağlandıktan sonra 'acaba o acı çekecek mi' diye korkmaya başlarız; kendi acılarımız bize tahammül edilebilir gözükürken, kendimizi her acıya dayanabilecek gibi hissederken, onların hiçbir acıyı taşıyamayacaklarından, kendi acılarının altında ezileceğinden çekiniriz. Terk edildiğimizde bile, bütün kızgınlığımızın arasında' şimdi bensiz ne yapacak' diye sorarız kendimize. Bir insan bir insana niye bağlanır? Niye bağlandığımızı kendimiz bilir miyiz? Akıllı nedenler buluruz duygularımıza, ama asıl neden aklın sızmadığı kuytuluklarda gizlidir. O gizli kuytulardaki zayıflıklar niye çeker ki bizi? Kendi zayıflığımızdan mı? Yoksa, bağlanan, kendini bağlandığından daha sağlam mı görür, kendi çektiklerine bağlandığı insanın dayanamayacağına mı inanır; bağlanmak bir güçsüzlük gibi görünürken acaba bağlanan kendi gücünü mü hisseder bu bağlılıkta? Güzel ve güçlü bir zayıflık, karanlık ışıklı bir siyahlıktan oluşan bir uçurum gibi çeker bizi, bir kere eğilip baktıktan sonra gözlerini almak kolay değildir. Karanlıklara bağlanırız, ama parlak ve alevli olanlarına. Böylesine parlak karanlıklar ise ancak ölümde, derinlikte, ihanette, yalnızlıkta bulunur. Ve başkaları onların parlaklığına hayran olurken biz karanlığına acır ve esir düşeriz. Onun için bağlanmak ayırır bizi diğer insanlardan. Diğerlerinin meyveleri toplayıp yediği bir bahçede, o meyvelerin bozulmasından elde edilmiş lezzetli ve yakıcı içkileri içmenin sarhoşluğuna, o içkiyi keşfetmiş olmanın ve kalabalıklardan ayrılmanın hazzıyla bırakırız kendimizi. "niye bağlanırız bir insana? Diye sorulduğunda, " içkileri meyvelerden çok sevdiğimiz için," deriz.
Yaşamak değişmektir. Ve mevsimler bize bu dersi, Her yıl tekrar öğretir. Değişim bir depresyon döneminden Geçmek demektir: Eskiden olduğumuz şeyi, Unutmak zorundayızdır Ve yeni geleni de bilemeyiz. Ama biraz sabırlı olursak, Bahar sonunda mutlaka gelir, Ve o zaman çaresizce geçirdiğimiz kışı unuturuz. Değişim ve yenilenme hayatın kanunlarıdır. Sadece bize mutluluk getirmek için, Var olan şeyler yüzünden acı çekmektense, Onlara alışmak daha iyidir. "Paulo Coelho.."
Beşiktaşa aşık olunur Çünkü… Beşiktaşlılık ruhtur Soyluluktur Duruştur Saygıdır Alçakgönüllülüktür Yenilen takımı ayakta alkışlamaktır Sırtını dönmek değil.. Hala ve hala namağlup tek şampiyondur Çünkü Beşiktaşlılık yenilmemektir İsyandır Beşiktaşlılık :) BEŞİKTAŞLI OLMAK GURURDUR YÜREKTEN HİSSEDİLİR…
tek başına bir kum tanesi..birleşirsek kumsal oluruz..tek başına yalnız bir çiçek..birleşirsek bahçe oluruz..tek başına öksüz bir ağaç..birleşirsek orman oluruz..tek başına bir damlayız belki..birleşirsek umman oluruz...
01.01.2019 - 23:30
Site arkadaşımız Neslihan Hanım
< DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN >
23.03.2018 - 14:32
"önce haddini bileceksin sonra kendini"
07.03.2018 - 08:52
Sevmek Zamanı, 1965 yapımı siyah-beyaz Metin Erksan filmi
Halil: Resminle benim aramdaki bir durum, seni ilgilendirmez. Ben senin resmine âşığım.
Meral: İyi ama âşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim.
Halil: Resmin sen değilsin ki? Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.
Meral: Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.
Halil: Evet. Bu korku sevdiğim bir şeye ebediyyen sahip olmak için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de, sana âşık olsaydım ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Halbuki resmin bana dostça bakıyor.
05.03.2018 - 17:25
BİRİNE BAĞLANMAK
Hamlet 'i Ofelya 'ya, Romeo 'yu Jülyet 'e bağlayan neydi?
Güzellikleri mi?
Yoksa onların deliliğe ve ölüme diğerlerinden daha yakın durmasının, ilk bakışta anlaşılmayan, gizli ve hastalıklı çekiciliği mi?
Otello'yu Desdemona'ya bağlayan neydi peki?
İhanetine o kadar çabuk inanabileceği bir kadına niye tutkundu?
Bir insanı bir başka insana kuvvetle bağlayan bağ nedir?
İbrişim görünümlü çelik bir yumak gibi insanı sarmalayan o bağın nedenini ilk bakışta görüp anlayabilir miyiz?
Kadınlar ve yazarlar, görünenin altındakileri kurcalayarak bu sorulara cevap ararlar, içgüdüleriyle de olsa, gerçeğin daha altlarda bir yerlerde saklı olduğunu sezerler.
Anna Karenina niye Vronski 'ye tutuldu?
Yakışıklı olduğu için mi, yoksa daha sonra ortaya çıkacak bencilliğinin kokusunu aldığı için mi?
Neden edebiyat dünyasının büyük aşklarına baktığımızda, bağlanılanların deliliğe, ölüme, ihanete, bencilliğe yakın duranlar olduğunu görüyoruz?
En değerli pulların yanlış basılmış hatalı pullar olması gibi en sevilen insanlar da aslında hatalı olanlar mı?
Genç bir psikiyatri doçenti bir keresinde bana yazdığı bir mektupta, " ne zaman kalabalık bir yerde erkeklerin başları aynı anda kapıya dönse, içeri bir bor derline tipi kadın girdiğini anlarım." diye yazmıştı.
' bor derline' dediği, değişken ve huzursuz bir kişiliği tanımlayan bir ruhsal rahatsızlığın adıydı.
Meyvelerin bozulmasından lezzetli ve yakıcı içkiler elde edilmesi gibi insanların bozulmasından da baş döndürücü bir çekicilik mi doğuyordu?
Niye Hamlet delirecek olanı, Romeo ölecek olanı, Otello kuşkulanılacak olanı, Anna Karenina bencil olanı seçiyordu?
Ve , hangisi bağlılığının nedeni olarak 'deliliği , ölümü, kuşkuyu, bencilliği' işaret ederdi?
Kuvvetli bağların iplikleri böyle zayıflıklarla dokunuyorsa, bu bağlananların da zayıflıklarını, bozukluklarını göstermez miydi?
Neye bağlandığımızı biliyor muyduk?
Bize birisine niye bağlandığımızı sorduklarında, 'çünkü güzel' diyorduk, 'yakışıklı, zeki, güçlü, yetenekli' ; bir insanın sevilmesi için geçerli olduğunu kabul ettiğimiz nedenleri sıralıyorduk. Ama belki de güçsüzlüklere, zayıflıklara, çarpıklıklara bağlanıyorduk.
Biz, 'bağlanmayı' hep zirvelere doğru bir uçuş olarak anlatmaya çalışırken belki de bağlılık, ölümün, deliliğin, kuşkunun, bencilliğin, bozulmanın karanlık uçurumlarına doğru bir kendini bırakıştı.
Bağlandıklarımızda, her zaman başkalarının görmediği bir 'acınacak' yan bulmuyor muyduk, bize en çok acı çektirenlerde bile daima bizde şefkat uyandıracak bir kırılganlığı görmüyor muyduk?
Bağlandığımız insanlar, başkalarına ne kadar güçlü, akıllı, güzel , yetenekli görünürlerse görünsünler, biz onların başlarına
saflıklarından, çocuk suluklarından, güçsüzlüklerinden dolayı kötü bir şeyler geleceğinden tedirgin olup onları korumaya çalışmıyor muyduk?
Bir insana bağlanmak bizi ne kadar zayıf ve çaresiz kılarsa kılsın, bizim canımızı ne kadar yakarsa yaksın, biz gene de bağlandığımız insanda kendimizinkinden daha zayıf ve çaresiz bir yan sezmiyor muyduk?
Genellikle de bu sezdiklerimiz doğru değil miydi?
Sanırım kuvvetli bağları, bağlandıklarımızdaki büyük zayıflıklar güçlendiriyor.
Büyük aşkların, büyük bağlılıkların içinde daima biraz acıma da bulunuyor; bizi üzdüklerinde, bize ihanet ettiklerinde bile bu yaptıklarının onların zayıflığından kaynaklandığını düşünüp içinde çırpındığımız derin kedere rağmen onlar için endişe ediyoruz.
Kendimize dahi açıklamadan, onların öleceğinden, delireceğinden, yalnız kalacağından, hastalanacağından, bizi çeken o karanlık zayıflıklarının içinde bizsiz yok olacaklarından korkuyoruz.
Başkaları, onların en parlak yanlarını görürken, biz en karanlık yanlarını görüyoruz.
O parıltıyla, o zifiri karanlığın birlikte oluşturduğu tuhaf girdap çekiyor bizi içine; parıltılarına geliyor, karanlıklarında kayboluyoruz.
Hamlet Ofelya 'ya, Romeo Jülyet 'e niye bağlandı?
İkisi de çok güzeldi.
Biri deliliğe, biri ölüme yakındı.
Ölüme, deliliğe, ihanete değen bir güzelliğe, bir güce bir başarıya kim ilgisiz kalabilir ki?
Kalamaz ve bağlanırız.
Birine bağlanmadan önce 'bağlandığımda acı çeker miyim' diye korkarken, bağlandıktan sonra 'acaba o acı çekecek mi' diye korkmaya başlarız; kendi acılarımız bize tahammül edilebilir gözükürken, kendimizi her acıya dayanabilecek gibi hissederken, onların hiçbir acıyı taşıyamayacaklarından, kendi acılarının altında ezileceğinden çekiniriz.
Terk edildiğimizde bile, bütün kızgınlığımızın arasında' şimdi bensiz ne yapacak' diye sorarız kendimize.
Bir insan bir insana niye bağlanır?
Niye bağlandığımızı kendimiz bilir miyiz?
Akıllı nedenler buluruz duygularımıza, ama asıl neden aklın sızmadığı kuytuluklarda gizlidir.
O gizli kuytulardaki zayıflıklar niye çeker ki bizi?
Kendi zayıflığımızdan mı?
Yoksa, bağlanan, kendini bağlandığından daha sağlam mı görür, kendi çektiklerine bağlandığı insanın dayanamayacağına mı inanır; bağlanmak bir güçsüzlük gibi görünürken acaba bağlanan kendi gücünü mü hisseder bu bağlılıkta?
Güzel ve güçlü bir zayıflık, karanlık ışıklı bir siyahlıktan oluşan bir uçurum gibi çeker bizi, bir kere eğilip baktıktan sonra gözlerini almak kolay değildir.
Karanlıklara bağlanırız, ama parlak ve alevli olanlarına.
Böylesine parlak karanlıklar ise ancak ölümde, derinlikte, ihanette, yalnızlıkta bulunur.
Ve başkaları onların parlaklığına hayran olurken biz karanlığına acır ve esir düşeriz.
Onun için bağlanmak ayırır bizi diğer insanlardan.
Diğerlerinin meyveleri toplayıp yediği bir bahçede, o meyvelerin bozulmasından elde edilmiş lezzetli ve yakıcı içkileri içmenin
sarhoşluğuna, o içkiyi keşfetmiş olmanın ve kalabalıklardan ayrılmanın hazzıyla bırakırız kendimizi.
"niye bağlanırız bir insana? Diye sorulduğunda, " içkileri meyvelerden çok sevdiğimiz için," deriz.
Ahmet ALTAN
27.02.2018 - 09:41
Yaşamak değişmektir.
Ve mevsimler bize bu dersi,
Her yıl tekrar öğretir.
Değişim bir depresyon döneminden
Geçmek demektir:
Eskiden olduğumuz şeyi,
Unutmak zorundayızdır
Ve yeni geleni de bilemeyiz.
Ama biraz sabırlı olursak,
Bahar sonunda mutlaka gelir,
Ve o zaman çaresizce geçirdiğimiz kışı unuturuz.
Değişim ve yenilenme hayatın kanunlarıdır.
Sadece bize mutluluk getirmek için,
Var olan şeyler yüzünden acı çekmektense,
Onlara alışmak daha iyidir.
"Paulo Coelho.."
26.02.2018 - 09:59
Beşiktaşa aşık olunur
Çünkü…
Beşiktaşlılık ruhtur
Soyluluktur
Duruştur
Saygıdır
Alçakgönüllülüktür
Yenilen takımı ayakta alkışlamaktır
Sırtını dönmek değil..
Hala ve hala namağlup tek şampiyondur
Çünkü Beşiktaşlılık yenilmemektir
İsyandır Beşiktaşlılık
:)
BEŞİKTAŞLI OLMAK GURURDUR
YÜREKTEN HİSSEDİLİR…
Toplam 6 mesaj bulundu