Yürüyelim Seninle İstanbul'da Kırmızıyı sevdiğini bilseydim hayallerim kıpkırmızı olurdu
İstanbul hala güneşin ardında ufuklarında birkaç kara leke birkaç kan pıhtısı dudaklarında İstanbul hala sevimli mi sevimli ve hala bir tomurcuk tadında yürüyelim seninle İstanbul'da
korkusuz bir rüyadır bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü yenilgisiz bir muamma gibidir arar buluşmayan ellerimizi deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda
tam orada, Çamlıca yokuşunda birkaç bulut çekelim gökyüzünden damarlarımızdan geçirelim ve birden bırakalım suların üzerine sen bir defa konuş, sen bir defa gül kumlu ebrular yapalım seninle serpmeli ebrular, bülbülyuvası hercaimenekşe, gonca ve sümbül
yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında yürüyelim seninle İstanbul'da boğaziçi mağrur türkülerini gözlerine baka baka söyleyin martılar üşüyünce denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi
anlayabilir misin neden çıban gibi büyür bağrımda büyürde kelebek olur bu sızı kırmızıyı sevdiğini söyledin bu yüzden mi günlerdir İstanbul'da gül kokusu yayılan tepeler kırmızı, sular kırmızı
İstanbul bilmeli ki, sahillerine mehtabı taşıyan senin bakışlarındır İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler önce senin yüreğine açılır uzaklarda bir yerde toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın parmaklarında hüzün sana doğru akan nehrin ağlayan suretidir
bir elimizde umut bir elimizde sevda yürüyelim seninle İstanbul'da musiki kesilsin, tükensin yazı çaresiz kalınca mızrap ve şiir ozan bir kenara bıraksın sazı ressam fırçasına neden mi kızgın tuvalde çizgiler, renkler kırmızı kırmızıyı sevdiğini bilince çekilir mi artık güllerin nazı
Anadolukavağı'nda her akşam burcu burcu bir rüyadır hayalin karanlık, hüznünü düşürür dağa kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar endamın her sabah iner toprağa
İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda uykusundan uyanınca fırtına dalgalar türkümüze aşina olur yüzümüze bakınca deniz fenerleri sahibini arayan gemilerin çığlığıyla vurulur
tarih heyelandır hainlerin ardında İstanbul tarihin soylu anası biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız sevdayı kız kulesi'nden yalıların burukluğu altında geçiyoruz sokaklardan delice
anlayabilir misin beyoğlu'nda gezinen hayal kırıklığının benden türediğini anlayabilir misin kırmızı neden böyle doldurur aynalara inleyen yüreğimi
sana giden yolların kavşağında bir adam direniyor izini bulmak için siliyor tanyerine akan alın terini ufkunda sapsarı umudun rengi mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah arıyor sessizce kaybolan günlerini
Gülhane'de simit satan çocuklar nasıl anlasınlar ellerimizin neden böyle çekingen olduğunu Ayasofya önünde tramvay bekleyenler gökyüzüne dokunurken bu acı kimdir diye sorsunlar içlerinden birlikte yürüyen iki yabancı
biz gitsek de, İstanbul'da yine de yıllar yılı gezinmeli bu sızı benden bir yaralı şiir kalmalı senden bir tebessüm, bir de kırmızı
Bana kalk gidelim deme bu şehirden Ben sevgimi yüreğine kazımışım bu şehrin Ayrılık bana komaz Hani duymasam Martı çığlığını ezan sesini Hani görmesem Kız kulesini çırpınan denizini Belki terk etmek kolay olurdu bu şehri Bana kalk gidelim deme bu şehirden Kolay mıdır yardan ayrılmak...
Bu şehir minarelerini dikmiş yüreğime Kolay mı sanırsın yıkmak Gel vazgeç koparma gülü dalından Koma beni yurtsuzlar yurduna
Bana kalk gidelim deme bu şehirden Bir yaz daha göreyim ölmeden Bir çay daha içeyim Büyükada da İlk baharında aşık olayım Son baharında yalnız kalayım Bir şiir daha yazayım n'olur Bana kalk gidelim deme bu şehirden Bırak da kara topragının tadına varayım...
Yavaş yavaş ölürler Seyahat etmeyenler. Yavaş yavaş ölürler Okumayanlar, müzik dinlemeyenler, Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler Alışkanlıklarına esir olanlar, Her gün aynı yolları yürüyenler, Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler, Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler, Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler Heyecanlardan kaçınanlar, Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler, Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar, Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar
..ey acılara tat veren güzellik Yüreğimize hoşgeldin Geldin de Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi Artık ister dolu yağsın ömrümüze İsterse kar Biz ki bildikten sonra sevmeyi Bütün sabahlar Acı renginde olsa ne çıkar.
dostları olmalı insanın, aynen gemilerin limanları gibi zaman zaman uğradığın yükünü boşalttığın dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda
sonra açık denizlere uğurlamalı seni, geri döneceğin günü bekleme umuduyla bazan rüzgara o açmalı yelkenini yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla halatlarını çözmeli seni çok ama çok özlemeli
dostları olmalı insanın, ermiş, bilge hayatı ezbere okuyabilen düşünmediklerini düşündüren seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen gerektiğinde senin’çün ateşi yutabilen
yolunu ışıtan ustan olmalı, şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini sana vermeli soğuk bir kış gününde üzerindeki tek gömleğini
İnce çizgidir yaşam ne şakaya gelir nede oynamaya, Bazen güldürür,bazen öldürür,genelde öldürür. Hata yapmaya gelmez kaldırmaz şakayı dalgayı Hassas terazidir yaşam güldürürken aglatır
Kimine göre eglencedir, kimide eziyet Alayda edilemez onla hep ister ciddiyet Bazen de düşündürür anlaşılmaz bir hürriyet Hepsi burda der cehennem ve de cennet
Serttir mevsimleri adam olmayı ögretir Zorunluluktur Yasaklar koyar bazen bilerek kendini Korur Hep anlaşılmazlıgı oynar gizemlidir Kolla kendini der en olmadık zamanda öldürür.
Bir sehrin uzak semtleri gibi gözlerin üzgün, kara, ayaklanmaya hazir ben yaralar kusanip katilirim onlara onlara katilirim yedek mermi ve sarkilar alarak seni alirim sonra her bir yanim çagildar bir oyuna kalkariz sıkılmıs yumruklarla yazariz duvarlara firtinali yazilar. Bir gün burda, bu kalktigimiz yerde kendini yasamakla tasiran bir günes kabarcigi zonklayan bir atardamar oldugu anlasilir el tutusmus çocuklar ki o zaman senin gözyaslarini heyecanla kapisir....
Sana normal gelir, bize eğri büğrü yatık yamuk gelen duygular yabancısıydık bu koca şehrin, herşeyine yabancı, ekmek aldığımız dükkancı hemen anladı yememizden bir solukta sıcak ekmekleri ve bir koca şişe suyu başımıza dikmelerimizi ayıpladı mı dersiniz, tabii ki yabancıydık bu koca şehirde, siz ne bilirsiniz
Aşk davasıydı bu kan davası değil Koca yürekleri kan akıtmadan yerlebir eden Ve peşinden Bu gayya şehrin alacakaranlığına iten Bir deli gözün tam orta yerinden vurmaya gelmekti amacımız Vurulduk yaban illerde Bir adım ilerlemeden
Sokağa çıkma yasağı var kelimelerin dilden Her söz suç hanesine yazılıyor Yaşamaya mahkum edilmiş sevdayı Sevdayı deli dolu söylemeden
Şehir İstanbul'dur herşeyine yabancı olduğumuz, ve anlatılacak tek şehirdir dünyada bulduğumuz, sözleri kendiliğinden söyleyiveren martı kuşlarının çığlıklarında kaybolup yokolduğumuz, tersanelerinde bir gemi olmak için sıralandığımız
Gelip takılıyor hayaller biryerlerde gözlerime Ele vermiyor seni yıllar saklamış Ya da kaybetmiş sayfalarında hicranın Yanıp yıkılan yaralanan bir yanın Arar durur beni Yine silahlanmış bakışların Sayısız yerimden vurur beni Niye gelmiştik unutturdun buralara Yara sarmaktan sormaya derman kalmamış Sırtımızı vermişiz duvarlara Nereden ne çıkar bilmeyiz Bu şehir bize yabancı Bu şehir bize yabancı Ben onu duvarlarıma resim diye asardım bir zamanlar, gemilerin üzerinde kuşlar ve gerilerden Sultanahmet, iftar akşamlarına sarınmış merhamet duygusuyla, haşmetli minareleri vururken göğün katlarına düşlerim koşmayı isterdi o geniş kollarına
Bu şehir bize yabancı Aradığın ne varsa unutturuyor Uzun boylu ve şişman Kamburlarında yedi tepeyi taşıyan En yaşlı güzellik Çirkinleşemeyen Öyleyse nedendir sakladığın güzelliğini bizden Senin de mi var Gelmesini beklediğin denizden Gözlerin mahmur Sabah ezanlarında yağan bir yağmur huzurunda, bekle dur ey güzel İstanbul :))))) mevlana kentinden.. :)
Anadolu”dan Geldim... Anadolu”dan geldim İstanbul, Bir serçe ürkekliği ile gezerim caddelerinde, Dudaklarımda bir türküdür, duyabileceğim ses. Yorgun gönlümde ne ihtiras, ne heves... Ne de yarın için bir ümit kırıntısı var.
Anadolu’dan geldim istanbul. Teneke desenli bavulumu açıp baksan, Bir kaç sabun kokulu çamaşır, bir kaç çorap, Ve anamın koyduğu peynirli dürüm.
Taş yüklü omuzlarım, bedenim ruhumdan ağır. Dalımda taşıdığım, Palandöken, Erciyes...
Anadolu’dan geldim İstanbul, Anlarsan beni, sana söylenecek dertlerim var. O dertler ki, duyanlar yanar, bilenler ağlar. Bin yıllık çilenin elinden kahrolan memleket, Dört beyinsiz yüzünden perişan olan millet... Ve umutları yıkılan bir tarih, bir şuur, bir ruh var.
Gönüller huzursuz, dünyalar yıkık, vicdanlar mahkum, Ölmeden ölümü arzular herkes...
Anadolu’dan geldim İstanbul, Coşkun ırmakların yanıbaşı kurak ve susuz. Ekmeğe muhtaç yavrular uyku bilmez, Körpecik yürekler, çok zamandır uykusuz...
Tırnaklar yer deşer, tek kuruş para için, Bir yanda yamyamlar güruhu, Vicdansız ve korkusuz. En acı veren yaralar kabuk bağlamaz, En azgın hekimler bizde, yaraların merhemi tuz...
Boğazda bir nesil boğulur, sen kayıtsız bakarken, Korkarım son çırpınış, bu en son nefes...
Anadolu’dan geldim İstanbul, Taşlarına uzandım kaldırımların, Etrafımda çile dolduran sokak mahlukları... Yüreğimde, fahişelerin bıraktığı iz... Bir berbat alemin kucağına indim, Ana sandığım her kucak rezil, sevgisiz...
30.05.2008 - 17:26
şiir
Birkaç
iyi
şiir
yazmak
bile
çok falza
umutsuzluk
tatminsizlik
ve hayal kırıklığı
gerektirir.
herkese
göre
değildir
şiir yazmak.
hatta
okumak bile.
charles bukovski
28.04.2008 - 12:23
Yürüyelim Seninle İstanbul'da
Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayallerim kıpkırmızı olurdu
İstanbul hala güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hala sevimli mi sevimli
ve hala bir tomurcuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul'da
korkusuz bir rüyadır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muamma gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda
tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercaimenekşe, gonca ve sümbül
yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söyleyin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi
anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyürde kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
İstanbul'da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı
İstanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir
bir elimizde umut
bir elimizde sevda
yürüyelim seninle İstanbul'da
musiki kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı
Anadolukavağı'nda her akşam
burcu burcu bir rüyadır hayalin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endamın her sabah iner toprağa
hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
ayrılık acıyla süzülür kandan
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler
öylesine yorgun, mahzun ve candan
İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze aşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur
tarih heyelandır hainlerin ardında
İstanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdayı kız kulesi'nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice
anlayabilir misin
beyoğlu'nda gezinen
hayal kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi
sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah
arıyor sessizce kaybolan günlerini
Gülhane'de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı
biz gitsek de, İstanbul'da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı
28.04.2008 - 12:22
ŞEHR-İ İSTANBUL
Bana kalk gidelim deme bu şehirden
Ben sevgimi yüreğine kazımışım bu şehrin
Ayrılık bana komaz
Hani duymasam
Martı çığlığını ezan sesini
Hani görmesem
Kız kulesini çırpınan denizini
Belki terk etmek kolay olurdu bu şehri
Bana kalk gidelim deme bu şehirden
Kolay mıdır yardan ayrılmak...
Bu şehir minarelerini dikmiş yüreğime
Kolay mı sanırsın yıkmak
Gel vazgeç koparma gülü dalından
Koma beni yurtsuzlar yurduna
Bana kalk gidelim deme bu şehirden
Bir yaz daha göreyim ölmeden
Bir çay daha içeyim Büyükada da
İlk baharında aşık olayım
Son baharında yalnız kalayım
Bir şiir daha yazayım n'olur
Bana kalk gidelim deme bu şehirden
Bırak da kara topragının tadına varayım...
07.04.2008 - 22:41
Yavaş Yavaş Ölürler
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar
Pablo Neruda
26.03.2008 - 10:38
..ey acılara tat veren güzellik
Yüreğimize hoşgeldin
Geldin de
Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi
Artık ister dolu yağsın ömrümüze
İsterse kar
Biz ki bildikten sonra sevmeyi
Bütün sabahlar
Acı renginde olsa ne çıkar.
26.03.2008 - 10:36
Geleceğim bekle dedi
Ben beklemedim o da gelmedi
ölüm gibi birşeydi
Ama kimse ölmedi
ATTİLA İLHAN
19.03.2008 - 23:41
Anlamak
Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum
Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün
Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum
Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün
Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün
Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.
Cahit Sıtkı Tarancı
14.03.2008 - 00:02
Dostları Olmalı İnsanın / Oğuzkan Bölükbaşı
dostları olmalı insanın,
aynen gemilerin limanları gibi
zaman zaman uğradığın
yükünü boşalttığın
dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda
sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
geri döneceğin günü bekleme umuduyla
bazan rüzgara o açmalı yelkenini
yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
halatlarını çözmeli
seni çok
ama çok özlemeli
dostları olmalı insanın,
ermiş, bilge hayatı ezbere okuyabilen
düşünmediklerini düşündüren
seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
gerektiğinde senin’çün ateşi yutabilen
yolunu ışıtan ustan olmalı,
şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
sana vermeli soğuk bir kış gününde
üzerindeki tek gömleğini
01.03.2008 - 20:31
İnce çizgidir yaşam ne şakaya gelir nede oynamaya,
Bazen güldürür,bazen öldürür,genelde öldürür.
Hata yapmaya gelmez kaldırmaz şakayı dalgayı
Hassas terazidir yaşam güldürürken aglatır
Kimine göre eglencedir, kimide eziyet
Alayda edilemez onla hep ister ciddiyet
Bazen de düşündürür anlaşılmaz bir hürriyet
Hepsi burda der cehennem ve de cennet
Serttir mevsimleri adam olmayı ögretir
Zorunluluktur
Yasaklar koyar bazen bilerek kendini
Korur
Hep anlaşılmazlıgı oynar gizemlidir
Kolla kendini der en olmadık zamanda öldürür.
Adulera Ayza
01.03.2008 - 20:31
Bir sehrin uzak semtleri gibi gözlerin
üzgün, kara, ayaklanmaya hazir
ben yaralar kusanip katilirim onlara
onlara katilirim yedek mermi ve sarkilar alarak
seni alirim sonra her bir yanim çagildar
bir oyuna kalkariz sıkılmıs yumruklarla
yazariz duvarlara firtinali yazilar.
Bir gün burda, bu kalktigimiz yerde
kendini yasamakla tasiran bir günes kabarcigi
zonklayan bir atardamar oldugu anlasilir
el tutusmus çocuklar ki o zaman
senin gözyaslarini heyecanla kapisir....
çok teşekkür ederim canım :))
01.03.2008 - 08:29
Sana normal gelir, bize eğri büğrü yatık yamuk gelen duygular
yabancısıydık bu koca şehrin, herşeyine yabancı, ekmek aldığımız
dükkancı hemen anladı yememizden bir solukta sıcak ekmekleri ve bir koca
şişe suyu başımıza dikmelerimizi ayıpladı mı dersiniz, tabii ki
yabancıydık bu koca şehirde, siz ne bilirsiniz
Aşk davasıydı bu kan davası değil
Koca yürekleri kan akıtmadan yerlebir eden
Ve peşinden
Bu gayya şehrin alacakaranlığına iten
Bir deli gözün tam orta yerinden vurmaya gelmekti amacımız
Vurulduk yaban illerde
Bir adım ilerlemeden
Sokağa çıkma yasağı var kelimelerin dilden
Her söz suç hanesine yazılıyor
Yaşamaya mahkum edilmiş sevdayı
Sevdayı deli dolu söylemeden
Şehir İstanbul'dur herşeyine yabancı olduğumuz, ve anlatılacak tek
şehirdir dünyada bulduğumuz, sözleri kendiliğinden söyleyiveren martı
kuşlarının çığlıklarında kaybolup yokolduğumuz, tersanelerinde bir gemi
olmak için sıralandığımız
Gelip takılıyor hayaller biryerlerde gözlerime
Ele vermiyor seni yıllar saklamış
Ya da kaybetmiş sayfalarında hicranın
Yanıp yıkılan yaralanan bir yanın
Arar durur beni
Yine silahlanmış bakışların
Sayısız yerimden vurur beni
Niye gelmiştik unutturdun buralara
Yara sarmaktan sormaya derman kalmamış
Sırtımızı vermişiz duvarlara
Nereden ne çıkar bilmeyiz
Bu şehir bize yabancı
Bu şehir bize yabancı
Ben onu duvarlarıma resim diye asardım bir zamanlar, gemilerin üzerinde
kuşlar ve gerilerden Sultanahmet, iftar akşamlarına sarınmış merhamet
duygusuyla, haşmetli minareleri vururken göğün katlarına düşlerim
koşmayı isterdi o geniş kollarına
Bu şehir bize yabancı
Aradığın ne varsa unutturuyor
Uzun boylu ve şişman
Kamburlarında yedi tepeyi taşıyan
En yaşlı güzellik
Çirkinleşemeyen
Öyleyse nedendir sakladığın güzelliğini bizden
Senin de mi var
Gelmesini beklediğin denizden
Gözlerin mahmur
Sabah ezanlarında yağan bir yağmur huzurunda, bekle dur ey güzel İstanbul
:)))))
mevlana kentinden.. :)
28.02.2008 - 23:33
Anadolu”dan Geldim...
Anadolu”dan geldim İstanbul,
Bir serçe ürkekliği ile gezerim
caddelerinde,
Dudaklarımda bir türküdür,
duyabileceğim ses.
Yorgun gönlümde ne ihtiras, ne heves...
Ne de yarın için bir ümit kırıntısı var.
Anadolu’dan geldim istanbul.
Teneke desenli bavulumu
açıp baksan,
Bir kaç sabun kokulu çamaşır, bir kaç çorap,
Ve anamın koyduğu peynirli dürüm.
Taş yüklü omuzlarım, bedenim ruhumdan ağır.
Dalımda taşıdığım, Palandöken, Erciyes...
Anadolu’dan geldim İstanbul,
Anlarsan beni,
sana söylenecek dertlerim var.
O dertler ki, duyanlar yanar, bilenler ağlar.
Bin yıllık çilenin elinden kahrolan memleket,
Dört beyinsiz yüzünden perişan olan millet...
Ve umutları yıkılan bir tarih, bir şuur, bir ruh var.
Gönüller huzursuz, dünyalar yıkık, vicdanlar mahkum,
Ölmeden ölümü arzular herkes...
Anadolu’dan geldim İstanbul,
Coşkun ırmakların yanıbaşı kurak ve susuz.
Ekmeğe muhtaç yavrular uyku bilmez,
Körpecik yürekler, çok zamandır uykusuz...
Tırnaklar yer deşer,
tek kuruş para için,
Bir yanda yamyamlar güruhu,
Vicdansız ve korkusuz.
En acı veren yaralar kabuk bağlamaz,
En azgın hekimler bizde,
yaraların merhemi tuz...
Boğazda bir nesil boğulur, sen kayıtsız bakarken,
Korkarım son çırpınış, bu en son nefes...
Anadolu’dan geldim İstanbul,
Taşlarına uzandım kaldırımların,
Etrafımda çile dolduran
sokak mahlukları...
Yüreğimde,
fahişelerin bıraktığı iz...
Bir berbat alemin kucağına indim,
Ana sandığım her kucak rezil, sevgisiz...
Tutkunu olduğum sevdayı elimle boğdum,
Dört hainin yüzünden, üzerime gam yığdım.
Oturdum kabri başına,
suskundur Fatih Han,
Utancından çatlayan, surlar ezgin.
Dinledim saatlerce, yüreğinle halleşip,
Sen, senden habersiz, sükunette dur, bekle,
Senin haline kan ağlarken, bu cihan...
Surların dibinde medfun,
kirli ayakların tepelediği,
Emmim Ali, dayım Hacı, komşum Osman...
Hangi duygular getirdi,
onlar, hangi amaca kurban?
Gidiyorum İstanbul, geldiğim yere geri,
Gidiyor üzerinden, eksik olsun bir serseri...
Hasan Ulusoy
Toplam 12 mesaj bulundu