Nazan Kara Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkınd ...

  • Işık German Ersoy
    Işık German Ersoy

    02.01.2025 - 01:18

    Site arkadaşımız Bayan Nazan Kara
    ** Doğum Gününüz ve Yeni Yılınız Kutlu Olsun **

  • Hüsamettin Sungur
    Hüsamettin Sungur

    01.01.2022 - 09:43

    DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
    NİCE MUTLU YILLARA

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    02.01.2021 - 19:41

    Yağmalanmış Ömür
    karaya çalmış yüzü
    ekmeği beyazlatır avurtlarında
    ve hayat, "gece" demektir onda

    Halil, o gece yine umudun dibine indi
    yirmisinde toprağı kucaklamak tek gerçeği
    boş atıp dolu tutanlara uzak(tı) gözleri

    önce elleri kirlendi
    omuzlarına bindirilmiş yoksullukta,
    yukarıda
    soğuk ve telaşsız bir dünya dönerken
    bedeni, yağmalanmış bir öyküye satılıyordu

    ey insanoğlu
    ne saklıyorsun gömütlerinde
    tükenir mi karanlık sen başını eğdikçe...

    saymalısın on üçe kadar
    sonra kırılmalı parmakların
    diz çökmelisin akşamın garipliğine
    ve küçük bir odaya sığdırmalısın düşlerini
    kapın çalınacak olsa
    adımsız kalmalısın, açlıktan
    yaşamak istiyorsan
    perdesi eksik camlara sokulmalısın

    ağlama abaküsüm
    seni on dokuz kere saymıştım
    unuttun mu?

    haber alınamamış sesi
    dağları yerinden oynatır, tek çığlıkta
    ve ölüm, "ocak" demektir onda

    çocuk kimsesiz
    kadın er'siz
    batıyorsa dalga dalga
    bir sabah daha
    yetim bacalar yükseliyorsa arş'a
    bu kadar yalan
    ve bu kadar sahipsiz
    kalmışsak tutanaklarda,
    yapışmalısın vicdansızın paçasına
    sor gu la ma lı sın
    'kaç yürek sönerse,
    dağılır aydınlığın'

    'çarşamba'yı sel alıyor'
    ve biz yeniden
    bin emek soluyoruz zeytin ağacından

    peki sen, paranın kölesi
    hala korkuyor musun
    Halil'in gizli sevdasından...

    Yorgun bedeni kimsesizliği dinlerken
    Avuçları, ölgün serçelere kanat çırpıyordu...

    Mine Gültepe

  • Işık German Ersoy
    Işık German Ersoy

    01.01.2020 - 22:38

    Site arkadaşımız Bayan Nazan Kara

    ** DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN **

    - Ayrıca sizi bu saygın gruplarımızda görmek dileklerimizle esen kalın...

    * Çağdaş Şairler * Evrensel Sanatçılar * Gizler Dünyası *
    * Özgür Şair-Yazarlar * Antoloji Sitesi Üyeleri *

  • Işık German Ersoy
    Işık German Ersoy

    01.01.2019 - 22:21

    Site arkadaşımız Bayan İhave Adream

    < DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN >

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 23:47

    Severmişim Meğer


    Yıl 62 mart 28
    Pırağ-Berlin tireninde pencerenin yanındayım
    Akşam oluyor
    Dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini
    severmişim meğer

    Akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim
    Toprağı severmişim meğer
    Toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
    Ben sürmedim
    Pılatonik biricik sevdam da buymuş meğer
    Meğer ırmağı severmişim
    İster böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin
    eteğinde

    Doruklarına şatolar kondurulmuş avrupa tepelerinin
    İster uzasın göz alabildiğine dümdüz
    Bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremiyeceksin
    Bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden
    alabildiğine kısa

    Bilirim benden önce duyulmuş bu keder
    Benden sonra da duyulacak
    Benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
    Benden sonra da söylenecek
    Gökyüzünü severmişim meğer
    Kapalı olsun açık olsun
    Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği
    gökkubbe

    Hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın
    Kulağıma sesler geliyor
    Gökkubbeden değil meydan yerinden
    Gardiyanlar birini dövüyor yine
    Ağaçları severmişim meğer
    Çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Predelkino’da
    kışın çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar

    Kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
    İzmir’in kavakları
    Dökülür yaprakları
    Bize de çakıcı derler
    Yar fidan boylum
    Yakarız konakları
    Ilgaz Ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam
    dalına

    Ucu işlemeli
    Yolları severmişim meğer
    Asfaltını da
    Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
    Asıl adı Göktepe ili
    Bir kapalı kutuda ikimiz
    Dünya akıyor iki yandan dışarıda dilsiz uzak
    Hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
    Eşkıyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken gerede’ye kırmızı
    yolda ve yaşım on sekiz

    Yaylıda canımdan gayrı alacakları eşyam da yok
    Ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
    Bunu bir kere daha yazdımdı
    Çamurlu karanlık sokakta bata çıka karagöze gidiyorum
    ramazan gecesi

    Önde körüklü kaat fener
    Belki böyle bir şey olmadı
    Belki bir yerlerde okudum sekiz yaşında bir oğlanın karagöze
    gidişini ramazan gecesi istanbul’da dedesinin elinden tutup

    Dedesi fesli ve entarisinin üstüne samur yakalı kürkünü
    giymiş

    Ve harem ağasının elinde fener
    Ve benim içim içime sığmıyor sevinçten
    Çiçekler geldi aklıma her nedense
    Gelincikler kaktüsler fulyalar
    İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
    Ağzı acıbadem kokuyor
    Yaşım on yedi
    Kolan vurdu yüreğim salıncak bulutlara girdi çıktı
    Çiçekleri severmişim meğer
    Üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
    Yıldızları hatırladım
    Severmişim meğer
    İster aşağıdan yukarıya seyredip onları şaşıp kalayım
    İster uçayım yanıbaşlarında
    Kosmos adamlarına sorularım var
    Çok daha iri iri mi gördüler yıldızları
    Kara kadifede koskocaman cevahirler miydiler
    Turuncuda kayısılar mı
    Kibirleniyor mu insan yıldızlara biraz daha yaklaşınca
    Renkli fotoğraflarını gördüm kosmosun ogonyok dergisinde
    Kızmayın ama dostlar non figüratif mi desek soyut mu desek
    işte o soydan yağlı boyalara benziyordu kimisi yani dehşetli figüratif ve somut

    İnsanın yüreği ağzına geliyor karşılarında
    Sınırsızlığı onlar hasretimizin aklımızın ellerimizin
    Onlara bakıp düşünebildim ölümü bile şu kadarcık keder
    duymadan

    Kosmosu severmişim meğer
    Gözümün önüne kar yağışı geliyor
    Ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
    Meğer kar yağışını severmişim
    Güneşi severmişim meğer
    Şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
    Güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi
    batar

    Ama onun resmini sen öyle yapmıyacaksın
    Meğer denizi severmişim
    Hem de nasıl
    Ama Ayvazofski’nin denizleri bir yana
    Bulutları severmişim meğer
    İster altlarında olayım ister üstlerinde
    İster devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
    Ayışığı geliyor aklıma en aygın baygını en yalancısı en
    küçük burjuvası

    Severmişim
    Yağmuru severmişim meğer
    Ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda
    yüreğim beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın içinde ve
    Çıkar yolculuğa haritada çizilmemiş bir memlekete gider

    Yağmuru severmişim meğer
    Ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Pırağ-Berlin
    tireninde yanında pencerenin

    altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
    Bir teki ölümdür benim için
    Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
    Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    Zifiri karanlıkta gidiyor tiren
    Zifiri karanlığı severmişim meğer
    Kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
    Kıvılcımları severmişim meğer
    Meğer ne çok şeyi severmişim de altmışımda farkına vardım
    bunun

    Pırağ-Berlin tireninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez
    bir yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

    Nazım Hikmet

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 23:42



    "baba hıdır ilyas kıssadan hisse söyledi
    darağacına tahta veren çınar bir gün anlar
    bayrağı taşıyan düşerse onu taşırlar
    son yoksul çocuğun yüzü gülünceye kadar.."

    Onat Kutlar

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 23:37

    Niçin şiir yazmıyorsun bana? Sevgilim soruyor

    Oysa bilir ustalar, yaşarken şiir içinde, yazmak zor

    “Hüzne benzer mutluluk” diyordu bir güz günü Chaplin

    Oysa bugün cemreler düştü ve mutluluk bize benziyor



    Onat Kutlar

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 20:39

    orada duruyorsun, fırtınalar tanığımdır
    terkedilmiş
    beyaz ve nazlı,

    yorgun bir hallacın
    attığı
    yünler
    gibi
    dokunaklı.

    git diyorlar gidiyorsun
    kal diyorlar

    ne bir ses
    ne bir şarkı.

    ey saçlarına ak kuşlar üşüştüren
    yüzünü peçesine saklamış

    ayın altında
    çam dalına asılan

    gümüş
    gölgesi

    göle düşmüş.

    kendine bıçaklar bileyen
    devrilmiş
    kağnı
    gibi
    yolda kalmış
    sevgilim.

    altın benekli
    fundalıklarda

    pusuya düşürülen

    geceleyin gözleri bağlı
    götürülen
    karaca.

    inilmedik ne bir deniz
    çıkılmadık ne bir dağ

    uğranmadık han
    bırakmayan

    yaralı koşma

    sevdalı
    im

    halkım, sevgilim.

    saz yok
    mızrap yok

    hep konmuş
    hem göçebe

    hem balık hem kuş
    hem ingin hem yokuş

    yanık otlar gibi
    kavrulmuş

    esmer ve yoksul.

    iner şafağın alacasında
    karıncalar ordusu
    şehre
    kenar
    mahallelerden
    yürüyerek
    ve trenlerle.

    su satan çocuklarıyla
    kapılarında vagonların

    çamaşırcı
    kadınlarıyla
    iner
    şehre
    sincan’dan
    iner mamak’tan

    battal gazi
    destanı ve
    kan kalesi

    ve kılıcıyla alinin

    mızraklı ilmihalle.

    yok başka bir cehennem
    yaşıyorsun işte

    ellerine
    bulaşmış

    kara incirin sütü
    ve kardeşinin

    kanı

    habil ile kabilin.

    yaşıyorsun
    sarışın

    onurlu ve aşık

    karasevdalar
    içinde
    aydınlık.

    yok senin kayan bir yıldızın

    puslu
    ssekendizin

    çolpanın
    görünmüyor.

    bu gökyüzü

    sana
    bana dar

    telliturnam uçamaz
    gelinkuşum konamaz.

    tel örgüyle
    çevrilmiş

    onlara
    mavi ve alabildiğine
    geniş.

    hasretin çırağı
    gurbetin

    kalfası

    ve aydınlıkların
    ustasısın

    sönünce
    mum
    sönünce
    çarağı

    karanlıklara
    çarpan

    pervanem.
    halkım
    sevgilim

    yanar
    güneşte etin kehribar

    bir üzüm
    çıngılı
    gibi.

    çıkrık iner
    çıkar

    çıkrık

    varılmaz

    dibi görülmedik
    korkuyum.

    süngerdedir
    vurgun yemiş

    tütün
    düzer
    inci
    gibi.

    karabükte
    duman olur

    savrulur

    gıslavette işçi.

    yıllar yılı

    bilirim

    döne döne
    yıllar yılı

    aynı
    kitabı okur

    adı acılarbilgisi

    adı acılarbilgisi

    acılarbilgisi.

    Behçet Aysan

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 20:36

    bir zamanlar olduğum çocuk, uğradı
    bana
    yabancı bir yüzle.
    bir şey demedi. yürüdük
    sessizce birbirimize baktık. adımlarımız
    yabancı akan bir nehir.
    bir araya getirdi bizi, rüzgarda uçuşan bu kağıtlar adına, kökler
    ayrıldık
    bir orman yeryüzünün yazdığı ve mevsimlerin suladığı.
    ey bir zamanlar olduğum çocuk, yaklaş
    bizi birleştiren ne, şimdi, ve ne diyeceğiz birbirimize?

    Adonis
    Çeviri: Musa Ağgün

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 20:32

    Bir ben biliyorum

    Friedrich Nietzsche’ye

    Bir ben biliyorum
    Yorgun gözlerinin altındaki halkaların
    Ebem kuşağı olduğunu ve
    İstediğinde yedi renk bakabileceğini
    Siyah saçlarındaki akların aslında
    Hırçın dalgaların gelgitlerinden oluşan
    Köpüklerin bulaşığı olduğunu
    Bir ben biliyorum
    Yüreğinin severken
    Ölmekten değil de öldürmekten korktuğu için
    Tir tir titrediğini

    Kayboluşlarında kendini bulup
    Her şeye yeniden başlama hevesini
    Yalnızlığının nasıl kursağında bıraktığını
    Bir ben biliyorum
    Dağların eteklerine ziller takıp
    Hızla doruklara kaçışından olduğunu
    Ruhunun serin esintisinin
    Hayatın çarmıhına
    Yalpalarda çürüyen tahtaların
    Paslı çivileriyle gerildiğini
    Bir ben biliyorum
    Her kundaklama sonrası
    Ormanlarının zehrini
    Bir hışımla genzine çektiğini
    Bu yangınlarla
    Ciğerinin de yandığını
    Yine de hiç ağlamadığını
    Bir ben biliyorum
    Bu şehrin goncalarını bile sevmediğini
    İnim inim inleyen gecelerinde
    Demlenemediğini
    Bir ben tanıyorum
    Ve bir ben seviyorum adamım seni bu şehirde adam gibi…


    Lou Andreas-Salomé

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 20:08

    Yağışını
    birlikte seyrettiğimiz kar-
    bu yıl gene yağdı mı?

    Matsuo Başo

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 19:47

    Bütün gün
    şakıdı durdu tarlakuşu-
    günler ne kadar kısa!

    Matsuo Başo

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 19:42


    Kim Bilir


    1.
    böyle , bu sazlı bahçe neresi ?
    nasıl da içiyorum , ölürcesine.
    sahnede bir bezgin kadın,
    bir gariplik vermiş sesine.
    o niçin şarkı söylüyor şimdi ,
    ben neye ağlıyorum ?…

    II.
    elbet hep böyle geçmeyecek ömrüm, biliyorum
    bu çeşit yaşamak, zor.
    kimbilir tanrım, kimbilir
    hangi güzel yerde beni,
    hangi ölesiye sevda bekliyor?..

    Turgut Uyar

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 19:36


    ve bu benim
    yalnız bir kadın
    soğuk bir mevsimin eşiğinde,
    yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın
    başlangıcında
    ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
    ve bu beton ellerin güçsüzlüğü

    zaman geçti
    zaman geçti ve saat dört kez çaldı
    dört kez çaldı
    bugün aralık ayının yirmi biridir
    ben mevsimlerin gizini biliyorum
    ve anların sözlerini anlıyorum
    kurtarıcı mezarda uyumuştur
    ve toprak, ağırlayan toprak,
    dinginliğe bir belirtidir.

    zaman akıp geçti ve saat dört kez çaldı

    sokakta rüzgâr esiyor
    sokakta rüzgâr esiyor
    ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
    cılız, kansız saplarıyla goncaları,
    ve bu veremli yorgun zamanı
    ve bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor
    damarlarının mavi urganı
    ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından
    yukarı süzülmüştür
    ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
    yineliyorlar
    -selam
    -selam
    ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum

    soğuk bir mevsimin eşiğinde
    aynaların ağıtı topluluğunda
    ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında
    ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında

    gitmekte olan o kimseye böyle
    dayançlı
    ağır
    başıboş
    nasıl dur emri verilebilir.
    o adama nasıl diri olmadığı söylenebilir, hiçbir
    zaman diri olmadığı.

    sokakta rüzgâr esiyor
    inzivanın tekil kargaları
    sıkıntının yaşlı bahçelerinde dönüyorlar
    ve merdivenin boyu
    ne kadar kısa

    onlar bir yüreğin tüm saflığını
    kendileriyle masallar sarayına götürdüler
    ve şimdi artık
    nasıl birisi dansa kalkacak
    ve çocukluk saçlarını
    akan sulara dökecek
    ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
    ayakları altında ezecek?

    sevgili, ey biricik sevgili
    ne de çok kara bulut var güneşin konukluğunu
    bekleyen.
    uçuş düşlediğin bir yolda bir gün
    o kuş belirdi
    sanki yeşil hayal çizgilerindendi
    esintinin şehvetinde soluyan taze yapraklar
    sanki
    pencerenin lekesiz belleğinde yanan o mor yalaz
    lambanın masum düşüncesinden başka bir şey
    değildi.

    sokakta rüzgâr esiyor
    bu yıkımın başlangıcıdır
    senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgâr esiyordu
    sevgili yıldızlar
    kartondan yapılı sevgili yıldızlar
    gökyüzünde, yalan esmeye başlayınca
    artık yenik peygamberlerin surelerine nasıl
    sığınılabilir?
    biz binlerce bin yıllık ölüler gibi birbirimize
    varırız ve o zaman
    güneş cesetlerimizin boşa gitmişliğini yargılayacak.

    ben üşüyorum
    ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım
    sevgili, ey biricik sevgili, "o şarap meğer kaç
    yıllıkmış?"
    bak burada
    zaman nasıl da ağır
    ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar
    neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun?

    ben üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum
    ben üşüyorum ve biliyorum
    yabanıl bir gelinciğin tüm kızıl evhamlarından
    birkaç damla kandan başka
    hiçbir şey arda kalmayacak.
    çizgileri bırakacağım
    sayı saymasını da bırakacağım
    ve sınırlı geometrik biçimler arasından
    enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım
    ben çıplağım, çıplağım, çıplak
    sevgi sözcükleri arasındaki duraksamalar gibi çıplak
    ve aşktandır tüm yaralarım benim
    aşktan, aşktan, aşktan.
    ben bu başıboş adayı
    okyanusun devriminden geçirmişim
    ve dağ patlamasından.
    ve paramparça olmak o birleşik varlığın giziydi
    en değersiz zerresinden güneş doğdu.

    selam ey masum gece!

    selam ey gece, ey çöl kurtlarının gözlerini
    inanın ve güvenin kemiksi oyluklarına dönüştüren!
    ve senin pınarının kıyısında, söğütlerin ruhları
    baltaların sevecen ruhlarını kokluyorlar
    ben düşüncelerin, sözlerin ve seslerin aldırmazlık
    dünyasından geliyorum
    ve bu dünya yılan yuvasına benziyor
    ve bu dünya
    öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki
    seni öpüyorken
    kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar.

    selam ey masum gece!

    pencereyle görmek arasında
    her zaman bir aralık var.

    niçin bakmadım?
    bir adam ıslak ağaçların yanından geçtiği zamanki
    gibi...

    niçin bakmadım?
    annem o gece ağlamıştı sanırım
    benim acıya ulaştığımı ve dölün biçimlendiği gece
    benim akasya başaklarına gelin olduğum gece
    İsfahan'ın mavi çini tınlamasıyla dolduğu gece
    ve benim yarı yanım olan kimse, benim dölümün
    içine dönmüştü
    ve ben onu aynada görüyordum
    ayna gibi duru ve aydınlıktı
    ve ansızın çağırdı beni
    ve ben akasya başaklarının gelini oldum.
    annem o gece ağlamıştı sanırım.

    bu tıkalı küçük pencereye nasıl da boş bir aydınlık
    uğradı
    niçin bakmadım?
    tüm mutluluk anları biliyorlardı
    senin ellerinin yıkılacağını
    ve ben bakmadım
    ta ki saatin penceresi
    açıldı ve o özgün kanarya dört kez öttü
    dört kez öttü
    ve ben o küçük kadınla karşılaştım
    gözleri, simurgların boş yuvaları gibiydi
    baldırlarının kımıltısında giderken sanki
    benim görkemli düşümün kızlığını
    kendisiyle götürüyordu gecenin yatağına.

    acaba saçlarımı yeniden
    rüzgârda tarayacak mıyım?
    acaba bahçelere menekşe ekecek miyim
    ve sardunyaları
    pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım?
    dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde?
    kapı zili acaba beni
    yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi?

    "bitti artık" dedim anneme
    "hep düşünmeden önce olur olanlar
    gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

    boş insan
    güvenle dolu, boş insan
    bak dişleri nasıl
    çiğnerken marş söylüyor
    ve gözleri nasıl
    yırtıyor dikizlerken
    ve o nasıl ıslak ağaçların yanından geçiyor
    dayançlı,
    ağır,
    başı boş.

    saat dörtte,
    damarlarının mavi urganı
    ölü yılanlar gibi iki yanından boynunun
    yukarı süzülmüş oldukları an
    ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
    yineliyorken
    -selam
    -selam
    sen asla o dört su lalesini
    kokladın mı hiç?...

    zaman geçti
    zaman geçti ve gece akasyanın çıplak dallarına düştü
    gece pencere camlarının ardında kayıyor
    ve soğuk diliyle
    geçmiş günün artıklarını içine çekiyor.

    ben nereden geliyorum?
    ben nereden geliyorum?
    böyle bulaşmışım gecenin kokusuna?
    mezarımın toprağı tazedir hâlâ
    o iki genç yeşil elin mezarını söylüyorum...

    ne de sevecendin ey sevgili, ey biricik sevgili!
    ne de sevecendin yalan söylerken
    ne de sevecendin aynaların göz kapaklarını kapatırken
    ve avizeleri
    tel saplarından koparırken
    ve acımasız karanlıkta beni aşk ovalarına götürürken
    ta ki susuzluk yangınının uzantısı olan o şaşkın
    buğu uyku çimenliğine oturdu
    ve o karton yıldızlar
    sonsuzun çevresinde dönerlerdi.
    sözü neden sesli söylediler?
    bakışı neden görüşmenin evinde konuk ettiler
    neden okşayışı
    kızoğlankız saçlarına götürdüler?
    bak burada nasıl
    sözle konuşanın
    bakışla okşayanın
    ve okşayışla ürkmekten dinginleşen canı
    sanı direklerinde
    çarmıha gerilmiştir.
    ve gerçeğin beş harfi olan
    senin beş parmağının dalı
    onun yanaklarında nasıl iz bırakmıştır!

    suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili?
    suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka
    ben susuyorum fakat serçelerin dili
    doğa şöleninin akan sözcüklerinin yaşam dilidir
    serçelerin dili yani; bahar. yaprak. bahar.
    serçelerin dili yani; meltem. koku. meltem.
    serçelerin dili fabrikada ölüyor.

    bu kimdir, bu sonsuzluğun caddesi üstünde
    birlik anına doğru yürüyen
    ve her zamanki saatini
    matematiğin eksiltmeler ve ayırmalar mantığıyla
    kuran
    bu kimdir bu, horozların ötüşünü
    gündüzün yüreğinin başlangıcı diye bilmeyen
    kahvaltı kokusu başlangıcı diye bilen
    kimdir bu, başında aşk tacı taşıyan
    ve gelinlik giysileri içinde çürüyen.

    demek sonunda güneş
    aynı zamanda
    umutsuz kutuplarının ikisine birden ışımadı.
    sen mavi çini tınlamasından boşaldın.

    ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz
    kılıyorlar...

    mutlu cenazeler
    üzgün cenazeler
    suskun düşünür cenazeler
    güleryüzlü, güzel giysili, obur cenazeler
    belirli saatlerin duraklarında
    ve geçici ışıkların kuşkulu zemininde
    ve boşunalığın çürük meyvalarını satın alma
    şehvetinde...
    ah,
    kavşaklarda ne insanlar var olayları merak ediyorlar
    ve bu, dur düdüklerinin sesi
    zamanın dişlisi altında bir adamın ezilmesi
    gerektiği, gerektiği, gerektiği bir anda
    ıslak ağaçların yanından geçen adam...

    ben nereden geliyorum.

    "bitti artık" dedim anneme,
    "hep düşünmeden önce olur olanlar
    gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

    selam sana ey yalnızlığın garipliği,
    odayı sana bırakıyorum
    kara bulutlar her zaman çünkü
    arınmanın yeni ayetlerinin peygamberleridir
    ve bir mumun tanıklığında
    apaydın bir giz var onu
    o sonuncu ve o en uzun yalaz iyi biliyor

    inanalım
    soğuk mevsimin başlangıcına inanalım
    düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
    işsiz devrik oraklara
    ve tutsak tanelere.
    bak nasıl da kar yağıyor.

    belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el
    durmadan yağan karın altında gömülmüş olan
    ve bir dahaki yıl, bahar
    pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
    ve teninde fışkırdıklarında
    uçarı yeşil saplı fıskiyeler,
    çiçek açacak olan o iki genç el
    sevgili, ey biricik sevgili

    inanalım soğuk mevsimin başlangıcına.

    FURUĞ FERRUHZAD- İNANALIM SOĞUK MEVSİMİN BAŞLANGICINA

    Çeviri: Haşim Hüsrevşahi

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 19:29

    ”şiir benim tanrımdır , işte ben şiiri bu denli seviyorum.. gecem gündüzüm bunu düşünmekle geçiyor , kimsenin söylemediği yeni bir şiir , güzel bir şiir söyleyeyim diye.. kendimle baş başa olmadığım ve şiiri düşünmediğim günüm , anlamsız ve hiç sayılır.. belki şiir görünüşte beni mutlu kılamaz , ancak ben mutluluğu kendim için başka türlü yorumluyorum.. mutluluk benim için güzel elbise iyi yaşam ve iyi yemek değil.. ben , ruhum memnun olduğu zaman mutluluk duyuyorum ve şiir benim ruhumu memnun ediyor.. şayet insanların elde etmek için çırpındıkları bu güzellikleri bana verseler ve karşılığında şiir söyleme yeteneğini benden alsalar intihar ederim.. siz benden vazgeçin , siz bırakın ben sizce mutsuz ve aylak olayım , ancak ben hiçbir yaşamımdan yakınmayacağım..”
    füruğ ferruhzad

  • Nazan Kara
    Nazan Kara

    09.12.2018 - 19:26

    Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
    Ellerimde koparmaya çalıştığım zincirlerden kalma yara izleri
    Yeni yeni iyileşmeye yüz tutmuş olsun.
    Gözlerimde öyle bir karanlık olsun ki, gören kör oldum sansın.
    Yanaklarım kurumuş olsun göz yaşlarımdan, dudaklarımsa çatlak çatlak.

    Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
    Belki bin tane aşktan geçmiş olayım ve hiçbiri olmasın gözümde.
    Hiçbiri tamamlayamamış olsun cümlelerimi,
    Hiç biri bağlayamamış olsun geceyi sabaha.
    Hiçbirinin gülüşünün her anı senin kadar aklıma işlenmemiş olsun.
    Hiçbirinin hayali en güzel haliyle barınamamış olsun beynimde.
    Hiçbirinin izi kalmamış olsun bedenimde.

    Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
    Sessizce ağladığım anları kimse çığlık çığlığa hıçkırıklara dönüştürememiş olsun.
    Ellerim kimsenin üzerinde eriyip gitmemiş olsun, gezinse bile.
    Dudaklarım senin adını söylerkenki gibi kıvrılmamış olsun hiç bir ad'a yeterince.
    Yerine koymaya çalıştığım her beden yok olup gitmiş olsun kumlar aktıkça tane tane.
    Unuttuğumu sandığım, vazgeçtiğimi sandığım,
    Sevmediğimi sandığım öyle bir zamanda gel ki
    Yer çekimine karşı koysun damarlarımda beni yaşatan her zerre.
    Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın...

    Orhan Veli Kanık - Öyle Bir Zamanda Gel ki, Vazgeçmek Mümkün Olmasın

Toplam 17 mesaj bulundu