Bir zerrecik saplantının arkasında koşuyor insanlık, sözde bilimin çizdiği yolda.
Bilim ve bilginin yıldızlar kadar uzak olduğunun duygusunu, elbette yarın yapılacak Cern deneyinin karşısında insanlığın aldığı tutum kadar, böyle bir deneyin durdurulması için İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine yapılan müracaatın 29 Ağustos’ta reddedilmesi nedeniyle yaşıyorum.
Bugün bilimin hukukunun, bilimin mahkemesinin bile oluşmadığı gibi bir dizi soğuk gerçekle yüzyüze olduğumuz da ortaya çıkacak.
Bir hukukçu için fizik biliminin labirentlerinde bir problem çözmenin ve Cern deneyinin yasaklanıp yasaklanmayacağının muhakemesinin bile imkansız olması nedeniyle, verilen kararı acı bir tebessümle karşılıyorum.
Evet, ben bir fizikçi değilim.
Ne hukuk öğrencisi olduğum yıllarda can kulağıyla dinlediğim Sayın Selahattin Keyman’ın kuantum fiziğinden parçalar sunduğu dersleri, ne de platonik aşkım Stephan Hawking’in ondan bir aşk mektubu gibi okurken ara ara öpüp başıma koyduğum kitabı, bana fizik konusunda muhakeme gücü verir.
Bir bilim adamının sunduğu bing bang (büyük patlama) deneyinin durdurulması talebine karşı ret kararı veren yargıçların hangi ulemaya danıştıklarını bugün bilemiyoruz.
Bu konuda 24 bilgisayar saati bilgi taradığım halde, insanlık adına, tüm dünya adına, adeta bir uyarı niteliği taşıyan Sayın Otto Rössler ve arkadaşları tarafından açılan dava hangi gerekçeye dayanarak reddedildi öğrenemedim.
Bir yargıç vicdanı nasıldır, hiç bir zaman bilemeyeceğim.
Bir yargıcın, bir gezegenin topyekün yok olmasının düğmesine basılmak üzere olduğu bir anda, adalet terazisinin neyi taşıdığıyla ilgili farkındalık düzeyi konusunda da hiç bir fikrim yok.
Bu ret kararını veren yargıçlarla ilgili en küçük bir empati duygusu geliştiremediğim gibi, karar ilk anda bütün ruhumda en az Cern deneyi kadar alt edilmez bir korku, dehşet uyandırdı.
Deneyle ilgili haberler ilgi alanıma girdiği anda, Paul Feyerabend adını sayıklamaya başlamıştım. Çünkü, bu deney, tüm dünya insanlığına danışmadan girişilecek bir deney olamazdı.
Paul Feyerabend’in en karmaşık projelerin bile halk onayına sunulmadan hayata geçirilmemesi önerisi bir kez daha güncellik kazanırken; bugün, Avrupalı yargıçların karşısında, ölümünden sonra da insanlığa uyarı sunmaya devam ediyor.
Dünyanın kaderi, Cern deneyinin başındaki 26 bilim adamının elinde mi?
Dünyanın kaderi İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin ret kararında mı?
Yerin 100 metre altında yapılacak bu deney, yarın hayata geçecek mi?
İnsanlık, yaratıcının sırrına erecek mi?
Cern bütün gezegeni yok edecek mi?
Tam düğmeye basıldığı anda ne hissedeceğiz?
Geri sayımda sadece bir gün kaldı.
Bilim aydınlıklarla özdeşleştirilmişti hep. İlk zerreyi arayan bilimin izinde yok edilmiş canlı türlerini düşündükçe, bilim adamlarına karşı olan tüm inancımı yitiriyorum.
Tüylerim gerçekten diken diken. Hiç gerçekleştirilmemiş bir deney için “hiç bir zarar ortaya çıkmayacak” varsayımını, bir gerçek gibi söylemelerinden, insanlık adına utanıyorum.
Kainatın ilk anını, sonsuzluğu, yerin 100 metre derininde 27 kilometrelik bir tünelde arayan insan; sembolik olarak, bindiği dalı kesen insanla özdeş bugün.
Hayat dolu hiç bir gezegen bulunmamışken, hayat dolu bu gezegenden silinen tüm canlılar, yıkılan buzullar karşısında, Avrupa uygarlığının ihtiras anıtı Cern’e bakarken; bugün kalbimdeki inanca sığınıyorum. Bu inanç, zerrelerin değil sevgilerin gücünün çarpıştığı bir güne dair umudumu canlı tutuyor.
İlk zerreyi arayan insanın uzun süren bu yolculukta sevgiyi kaybettiğini biliyorum. Sevgiler için değilse, hiç bir şey için kurulmazdı bu evren.
KONFÜÇYÜS 'DEN hep hatırlanması ümidiyle bir analekt sunacağım.
NASİHATSIZ İNFAZ GADDARLIKTIR.
ÖĞRETMEDEN BAŞARILARI ÖLÇMEK; BU KABALIKTIR.
YÖNETİMDE GEVŞEK OLUP SINIRLAR KOYMAK; BU KÖTÜ NİYETTİR.
BAŞKALARININ HAKKINI VERİRKEN CİMRİ DAVRANMAK:BU BÜROKRAT OLMAKTIR.
BİLİM, YILDIZLAR KADAR UZAK
Bir zerrecik saplantının arkasında koşuyor insanlık, sözde bilimin çizdiği yolda.
Bilim ve bilginin yıldızlar kadar uzak olduğunun duygusunu, elbette yarın yapılacak Cern deneyinin karşısında insanlığın aldığı tutum kadar, böyle bir deneyin durdurulması için İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine yapılan müracaatın 29 Ağustos’ta reddedilmesi nedeniyle yaşıyorum.
Bugün bilimin hukukunun, bilimin mahkemesinin bile oluşmadığı gibi bir dizi soğuk gerçekle yüzyüze olduğumuz da ortaya çıkacak.
Bir hukukçu için fizik biliminin labirentlerinde bir problem çözmenin ve Cern deneyinin yasaklanıp yasaklanmayacağının muhakemesinin bile imkansız olması nedeniyle, verilen kararı acı bir tebessümle karşılıyorum.
Evet, ben bir fizikçi değilim.
Ne hukuk öğrencisi olduğum yıllarda can kulağıyla dinlediğim Sayın Selahattin Keyman’ın kuantum fiziğinden parçalar sunduğu dersleri, ne de platonik aşkım Stephan Hawking’in ondan bir aşk mektubu gibi okurken ara ara öpüp başıma koyduğum kitabı, bana fizik konusunda muhakeme gücü verir.
Bir bilim adamının sunduğu bing bang (büyük patlama) deneyinin durdurulması talebine karşı ret kararı veren yargıçların hangi ulemaya danıştıklarını bugün bilemiyoruz.
Bu konuda 24 bilgisayar saati bilgi taradığım halde, insanlık adına, tüm dünya adına, adeta bir uyarı niteliği taşıyan Sayın Otto Rössler ve arkadaşları tarafından açılan dava hangi gerekçeye dayanarak reddedildi öğrenemedim.
Bir yargıç vicdanı nasıldır, hiç bir zaman bilemeyeceğim.
Bir yargıcın, bir gezegenin topyekün yok olmasının düğmesine basılmak üzere olduğu bir anda, adalet terazisinin neyi taşıdığıyla ilgili farkındalık düzeyi konusunda da hiç bir fikrim yok.
Bu ret kararını veren yargıçlarla ilgili en küçük bir empati duygusu geliştiremediğim gibi, karar ilk anda bütün ruhumda en az Cern deneyi kadar alt edilmez bir korku, dehşet uyandırdı.
Deneyle ilgili haberler ilgi alanıma girdiği anda, Paul Feyerabend adını sayıklamaya başlamıştım. Çünkü, bu deney, tüm dünya insanlığına danışmadan girişilecek bir deney olamazdı.
Paul Feyerabend’in en karmaşık projelerin bile halk onayına sunulmadan hayata geçirilmemesi önerisi bir kez daha güncellik kazanırken; bugün, Avrupalı yargıçların karşısında, ölümünden sonra da insanlığa uyarı sunmaya devam ediyor.
Dünyanın kaderi, Cern deneyinin başındaki 26 bilim adamının elinde mi?
Dünyanın kaderi İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin ret kararında mı?
Yerin 100 metre altında yapılacak bu deney, yarın hayata geçecek mi?
İnsanlık, yaratıcının sırrına erecek mi?
Cern bütün gezegeni yok edecek mi?
Tam düğmeye basıldığı anda ne hissedeceğiz?
Geri sayımda sadece bir gün kaldı.
Bilim aydınlıklarla özdeşleştirilmişti hep. İlk zerreyi arayan bilimin izinde yok edilmiş canlı türlerini düşündükçe, bilim adamlarına karşı olan tüm inancımı yitiriyorum.
Tüylerim gerçekten diken diken. Hiç gerçekleştirilmemiş bir deney için “hiç bir zarar ortaya çıkmayacak” varsayımını, bir gerçek gibi söylemelerinden, insanlık adına utanıyorum.
Kainatın ilk anını, sonsuzluğu, yerin 100 metre derininde 27 kilometrelik bir tünelde arayan insan; sembolik olarak, bindiği dalı kesen insanla özdeş bugün.
Hayat dolu hiç bir gezegen bulunmamışken, hayat dolu bu gezegenden silinen tüm canlılar, yıkılan buzullar karşısında, Avrupa uygarlığının ihtiras anıtı Cern’e bakarken; bugün kalbimdeki inanca sığınıyorum. Bu inanç, zerrelerin değil sevgilerin gücünün çarpıştığı bir güne dair umudumu canlı tutuyor.
İlk zerreyi arayan insanın uzun süren bu yolculukta sevgiyi kaybettiğini biliyorum. Sevgiler için değilse, hiç bir şey için kurulmazdı bu evren.
Başlangıcı sevgi olan hayata ve insana saygıyla…
08.09.2008, Ankara
Antalya Hürses Gazetesi için bir sunum.
Sevginin, bilgenin ışığını gönüllerinde duyanlara sonsuz saygılarımla