serbest meslek
(Âşık / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
Asıl adı Mikdat Bal olan şair, ustası aynı zamanda babası olan Mustafa Bal'ın vermiş olduğu "Mikdadî" mahlasını kullanır. Mikdadî, Trabzon'un Çaykara ilçesinin Eğridere köyünde ...
serbest meslek
(Âşık / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
Asıl adı Mikdat Bal olan şair, ustası aynı zamanda babası olan Mustafa Bal'ın vermiş olduğu "Mikdadî" mahlasını kullanır. Mikdadî, Trabzon'un Çaykara ilçesinin Eğridere köyünde ...
© Copyright Antoloji.Com 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Antoloji.Com'a aittir. Sitemizde yer alan şiirlerin telif hakları şairlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Şu anda buradasınız:Mikdati Bal Hakkında Yazılanlar Sayfası Antoloji.com
13 Nisan 2025 Pazar - 04:58:05
01.12.2005 - 16:19
Sabah yağmuru,
Saat beynimin içini zorlarcasına çalmaya başlamıştı, oysa ben hala uzatmaya çalıştığım rüyalarımla başbaşa idim. Birden gözlerimi açtım, ve derin bir sessizlikten kurtulduğumda kendimi kadıköy rıhtımında buldum.
Gökyüzünde maviye eşlik eden martılar misali bende onlarla idim maviye uzanan gizli bir kahraman, oysa yalancı ve sahtesi basılmış yüzler vapurun içinde yer kapma savaşına girmişlerdi bile, bu koşuşturma itiş kakış içinde vapurun pencere kenarlarını kapanlar sanki büyük bir meydan muhaberesini kazanmışcasına gerilerek oturmakta idiler peki kılçları mızrakları olmaksızın neyin savaşıydı ki bu? ,
benim için hiçbiri umurumda değildi, oysa martı kanatlarına bürünmüş beyaz mutluluklar gökyüzünde vapuru kovalıyorlardı, gizli saklı düşlerimi taşıyan vapur arkasında beyaz köpükler bırakarak mavinin koyu yeşile vurduğu denizde küçük sallantılarla yol alırken kendimi dışarıya zor attım, demir korkuluklara tutundum, ellerimin arasına sıkıştırdığım sıcak simit ve bir bardak çayımla sabahki rüyamı uzatmaya çalışıyordum.
Oysa gerilerde bıraktığım avuç içi mutluluklarım yüzümde masum bir gülümseme sahnesi oluşturmuştu, sahtesi basılmış somurtkan yüzler birden meydanda sahne alan seyyar satıcıya odaklandı, yılların verdiği yorgunlukla sahne aldığı bu arenada rüzgarın yuttuğu sesini inatla çıkartan adam “”şu elimde görmüş olfduğunuz bıçak her eve lazım, ister şunu kesin ister bunu kesin...”” birşeyler diyor değişik hareketler yapıyor kendisine çizdiği iki metrakareliklik dünyasında yüzünden akan terlere aldırmadan şovunu gerçekleştiriyordu. Oysa hayat bir tiyatro değilmiydi. Herkes rolünü oynamıyormuydu.
ben hala uzatmaya çalıştığım sabahki rüyamla başbaşa idim.
Sıcak çayımdan bir yudum aldım yüzüme çarpan ve denizin soğukluğunu içine katmış üşümekli rüzgarın ceketimden içeri süzüldüğünü hissettim, ceketimin önünün kapattım, sanki rüzgarı hapsetmek istercesine. simitten bir parça koparıp maviyle dans eden beyaz martılara savurdum.
Etrafımda sahneledikleri rol gereği takındıkları sahte gülüşlerle konuşan insanlar, efkardan mı sevinçten mi için içine çektiği sigaraları maviye doğru savuranlardan.Bir koşuşturmaca idi etrafta, gitmek istemeyen ayaklarım beynime yenik düşmüşken, sanki nereye gittiğimi bilmez gibiydim. Galiba biliyordum ama itiraf etmekten korkuyordum ertelediğim rüyamsa hemen arkamda beni kovalıyordu. Gözüme takılan kırmızılı kadın ve etrafında kaçamak bakışlarla onu süzen bıçkınlar, parmağında taktığı yüze saygısı olmayan sahtekarlar.
Birden yanıbaşımda sarı saçlarını rüzgara savuran ve beyaz martıların gölgesinde güneşin haykırdığı kadın belirdi, yüzünde sanki her şeyi biliyormuş ifadesi vardı lakin gözleri yüzünü savunmuyordu, Sıcak çayımdan bir yudum aldım ve elimde kalan son simit parçasını martılara savurdum,
Ne güzeller diye seslendi bana,
Sanki yarım bıraktığım rüyamı bugün bana tamamlatmak istemeyen yüzlerden biride o idi,
Bana doğru konuşuyordu “ne yapmak istiyorsa insan onu yapmalı” dedi, mesela sen, savurdun son parçayı, içinden o an geldiği gibi dedi, ve başladı konuşmaya, Konu uzayacağa benziyordu, kitap okurmusun dedi,
Hayır yazarım dedim, İnanmıyorum harika dedi. Sizce edebiyat Türkiyede nasıl dedi. Duyguyla harmanlanmış cümlelerden silkelenmem gerektiğini biliyordum ve sabah tamamlayamadığım rüyamı gene erteledim. Ve sarı saçlı kadına doğru beynimi boşalttım, o çok bilgili yüzüne sanki bilgiyi boca yapmak istercesine
Günümüz edebiyatının geldiği son nokta diyebiliriz buna bakarmısınız hiç kimse kitap okumuyor, Kitapçı raflarını son dönemlerde en çok kaplayan kitapların, yazarların duygularını ifadeleriyle kendini bulan yaşam mücadelelerini harmanlamaları somut gerçeği ve benim de yıllardır kendimi bulma ve tamamlama içgüdümle eşdeğer paralelizm peki fark nerede (yarım bıraktığım rüyam gözümün önüne geldi) ... Son dönemi de 'altı aylık' bir zaman dilimiyle ifade etmek mümkün kadıköyün sallanan vapurunda...
Edebiyatı toplum kisvesiyle kullanmış olmaktan kaçınmıyorum..Artık sanat için sanatın yapılmadığı yapılamadığı sosyo-ekonomik ve kültürel yaşantımızda toplumumuzun geldiği acı noktaya parmak basmak istedim, hepsi bu ve nacizane.... Ne kadar sevgiye, aşka, huzura ve mutluluğa aç kaldık biz (içimden köz köz olmuş yüreğime düşen şaşkın bir su damlası ile baş farfini yaşadığım “Ş” ? Oysa etrafta somurtkan yüzlerle Kimilerimizin bir ekmek kavgası verdiği yaşam mücadelesi içinde kayboldukları dünyalarında ya da Kimilerimizin refah içerisinde sürdürdükleri yaşamlarında kalabalığın içinde çektikleri yalnızlık hançer misali deler geçer yürekleri....Gözlüğünü hafifçe ileri itti, sanki sarı saçlarını güneşe savurmak bilgili olmak değil gibi yüzüme daha derin bakmaya başladı ve ben devam ettim.
Ama sözüm bu iki kitleye de değil malesef... Toplumsal dejenerasyon içerisinde bulunan, bulunabilen, bunu kendine yediren ve benim toplumsal atık olarak ifade etmekten hiç mi hiç gocunmadığım bir kitle var malesef....
Etrafımızda oturan birbirlerinden gözlerini kaçıran somurtkan ve ürkek yüzlere baktım Atık dedim bilerek..... Sanayi ekonomilerinin kullandığı kavramdan hiç de uzak kalmayan anlamıyla üstelik.... Ricardo'nun kullandığı 'surplus = artık' kelimesi de kullanılabilir -ki ekonomilerin toplumu nasıl etkilediğine de güzel bir örnek teşkil eder özünde ve halka maledilebilir, en azından ben ediyorum
işte içimden halk dediğim bu mutsuz yüzler idi....
Bu kitleyi de tamamen nüfusu ne kadar sağlıklı ölçüldüğü bilinemeyen, bununla beraber 70 milyon olarak belirtilen ülkemizde yüksek tahsil yaptığını zanneden zümre oluşturuyor malesef...Eğitimliyim, para kazanıyorum, iyi bir işim var, kariyerim var, sağ ya da sol parmağımda yüzük olması da beni hiç ilgilendirmiyor, dişi sinek görsem kovalarım zihniyetiyle hareket eden atıkları kastediyorum....Bu nasıl bir gelişmişlik düzeyidir, sorarım?
Bir kere sen kimsin? Bıraktık topluma saygı duymayı, önce kendine saygı duymayan insanlardan bir araya gelen toplumdan ne hayır gelirki “gözlerim birden içinde sallandığım vapura bindiğim anlara takıldı itmeceler kakmacalar ve en güzel yeri ben kaptım savaşına”? İşte bu yüzden ben toplumsal kalkınma demiyorum, bireysel kalkınma taraftarıyım... Önce kendime, sonra çevreme, sonra ülkeme ve ancak bu yolla yeni nesillere....Ağızlar açıldığı zaman 'bizim zamanımızda....' deniyor ama bu zamanın da bizim zamanımız olduğunu bilen kaç insan var bu şehirde?
Biraz huzur aramak böylesi sokaklara düşmüşse vay halimize! Diye devam ettim, Vapurun maviyi bölen sesi böldü konuşmamı sarı saçlı kadın sanki güneşi örten bulut misali sönmüştü bile, Çok güzel dedi, ama ben sizin kadar derin düşünemiyorumki...
Derin düşünmek ne demek?
Sarı saçlı kadını rüzgara bıraktım, ve hızlı adımlarla vapurun çıkışına yöenldim, Toplumsal kalkınma bireysel gelişmişlikle ölçülebilir sözlerimi düşünürken etrafımda birbirlerinin özgürlük alanını ihlal eden insanlarla kaplandığını gördüm. Bir hareketlenme başladı ve insanlar kurmalı oyuncaklar gibi sağa sola dağılmaya başladılar, Bu ayaklar nereye gidiyordu, Yarım bıraktığım sarı saçlı kadınla konuşurken ertelediğim rüyamsa benle birlikte.
Ve yarım bıraktığım rüyam,....
Toplam 49 mesaj bulundu