Mevlüt Kaplan Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakk ...

  • Işık German Ersoy
    Işık German Ersoy

    20.06.2017 - 22:53

    İzmir'den Saygın büyüğümüz Öğretmen ve Şair arkadaşımız Sayın Mevlüt Kaplan

    ** DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...**

    - Ayrıca sizi sitemizdeki bu saygın gruplarımızda görmek dileklerimizle esen kalın.

    * Mustafa Kemal Atatürk Birliği MKAB *
    * Antoloji Sitesi Yetkili Şairler Grubu *

  • Mevlüt Kaplan
    Mevlüt Kaplan

    30.09.2011 - 12:00

    BİR KÖY ENSTİTÜLÜ
    Mustafa ÖZER
    (Emekli Yazın Öğretmeni)

    Akşehir’in Ökes Köyü’nde yoksul Mehmet Usta’nın öksüz bir oğlu vardı. El işinin çıraklığında türkü çağırıyordu:
    O bir Köy Enstitülü Mevlüt Kaplan’dı.

    “Bayram gelmiş neyime?
    Anam anam garibem.
    Kan damlar yüreğime,
    Anam anam garibem.”


    Kendine Memican adını taktığı; 1996’da yazdığı “Tren Düdükleri” adlı çocuk romanında şöyle anlatacaktı çocukluğunu, çıraklığını:
    “Bir gün sapı sarmış, sıra bağlamaya gelmişti. Memican arabanın tepesindeydi. Tepinerek sapları sıkıştırıyor, Abdullah’da aşağıda urganı asılıyordu. Ne olduysa işte o zaman oldu. Urgan koptu. Saplar yay gibi fırladı. Memican yere savruldu. Yarım saat kalkamadı. Olduğu yerde kaldı. Nefes alamadı. Sonra açıldı.” (sf.9)
    Alabildiğine yoksuldular. Aynı yapıtında şöyle anlatıyordu bunu:
    “…Üstü başı perişandı. Ayakkabısı yoktu. Karlı, yağmurlu günlerde canı çok yanıyordu. Az üşümek, az ıslanmak için okula koşarak gidiyor, eve koşarak geliyordu.” (sf.9)
    Köye gelenlerle çok ilgilenen bu çocuk, bir güz boz urbalı değişik tipli Enstitülü gençleri görür. Onlarla konuşur. Onlar da beğenirler çocuğu. Bir de haber muştularlar O’na:
    “İyisin. İlkokulu bitirince Ereğli İvriz’e git. Öğretmen çık.”
    İşte bu söz değiştirir yaşamını.
    Hasan Âli Yücel’in:
    “…Türk yurdunun dağlarında ve kırlarında, ayrıca en ücra yerlerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız,” dediği çiçeklerden biri olur bu çocuk…
    “Aslında babası onu oduncu yapmak istiyordu. Ama O’nun gözü okumaktaydı.”
    Aynı yapıtında buna şöyle değinir:
    “Babası O’nu her gün eşekle dağa oduna gönderiyordu. O da kuru dalları topluyor, bir tarafına çatal değnek dayayarak eşeğe yükleyip eve getiriyordu. Çok sıkılıyor. Odunculuğu hiç sevmiyordu.” (sf.14)
    İyi ki sevmemiş odunculuğu! Sevmemiş de İvriz Köy Enstitüsü, Gazi Eğitim öğrenciliği derken, eğitimci olmuş. Ozan olmuş. Yazan olmuş.
    Odunculuğu sevseydi, şimdi çocuklarımız 570 kadar öykü, roman ve şiir yapıtlarından yoksun kalacaktı.
    Mevlüt Kaplan’ı yıllar öncesinden yapıtları nedeniyle uzaktan tanıyordum.
    Kişisel tanışmamız birkaç yıl önce benim İzmir’e taşınmamdan sonra başlamıştı.
    “İvriz Köy Enstitüsü” adlı bir yapıt yazabilmek için araştırmalar yapıyordum.
    İzmir Milli Kütüphanesi’nin arşivinde bulduğum “İvriz Eğitim Dergisi”nin sayfaları arasından tanıdım esas Mevlüt Kaplan’ı.
    Kaplan; 1940’lı yılların İvriz Köy Enstitüsü öğrencisi Mevlüt Kaplan’dı. Derginin çoğu sayılarında şiirleri vardı.
    Yeniyetmelik çağında yazdığı şiirleri okuyunca gözüm parladı. Usum, derinlere daldı. Elimi şakağıma dayayıp Kaplan’ın o yaştaki yeteneğini düşündüm uzun uzun.
    “İyi ki oduncu olmamış da ozan olmuş, yazan olmuş! ” dedim kendi kendime. Bu arada:
    “Hey yaşasın Köy Enstitüsü! …” diye haykırmışım yüksek sesle.
    Eşim koşarak girdi çalışma odama.
    “Tek başınasın. Bu haykırışın da ne oluyor? Aklını mı oynattın yoksa! ” diye sorunca O’na da anlattım uzun uzun Kaplan’ı.
    Dergiden aldığım şiirleri fotokopiden okudum. “Haklıymışsın” diyerek gitti odasındaki TV’sinin başına.
    Beni büyüleyen: O yaştaki Köy Enstitülü bir gencin; aslında söylenmesi zor olan deyişleri; Yunus gibi, Karacaoğlan gibi kolayca söyleyivermesiydi. Eskiler buna “Sehl-i mümteni” derlerdi.
    “Harman Türküsü” şiirinden kısa bir alıntı yapalım:
    “…
    Çiftçi bilir meyve veren dalını,
    Alır yaba, tutar harman yolunu,
    Açıverir bağrın kırçıl kılını:
    Rüzgâr eser, ara ara toz eder
    Saman eder, beyaz eder, boz eder.
    San’atıdır sever bunu ezelden,
    Güneş değil, köylü doğar tez elden.
    Yar sever de, buğday renkli güzelden,
    Bahar gibi, dolu dolu haz eder,
    Kalkar harman, düğününü güz eder.”
    (İvriz Dergisi, Temmuz 1948)

    Yine İvriz Dergisi’nden “Cumhuriyet” başlıklı şiirinden bir dörtlük:

    “…
    Süzülür yamaçtan tepeler süsü,
    Dereler yankısı gönül türküsü,
    Öz vatanın büklüm büklüm örgüsü
    Sığmayıp çağlayan selleri özgür.”
    (İvriz Dergisi, Kasım-1948)

    Sözcüklere ne güzel anlamlar yüklemiş. Halk ağzıyla duygulara ne güzel anlamlar katmış. Uyaklar ve ölçüler, yerlerine ne güzel oturmuş? Buna “doğaçlama” demek yaraşır.
    Yıllar sonra çıkardığı “Cıvıltı” adlı şiir yapıtının yirminci baskı yapışının gizini, İvriz Dergisi’nin ciltlerini taradıktan sonra daha iyi anladım.
    Öğretmenlik, müfettişlik, İngiltere’de inceleme derken yıllar yılları kovalamış. Kaplan da emekli olmuş, ama sadece “657”nin resmiyetinden.
    Kahvesi, kumarı olmayan Kaplan, eğitimciliğini ve çalışmalarını asıl bundan sonra sürdürmüş.
    Çocuk eğitimi üstüne “Özgür Eğitim Yayınlarını” ve her gün yeni çalışmalar, yeni çabalar…
    Anladığım kadarıyla; usu, yeteneği ve kalemiyle yoksulluğu da yenmiş Kaplan.
    Ne var ki çocukluk yıllarını, halkı, köyü de unutmamış. Kabuğunu delmiş ama onu dışlamamış.
    Usunu ve kalemini yine onlardan yana kullanmış. “Yetim” isimli çocuk romanın kısa bir alıntı yapalım:
    “Çoğu evlerde ateş yanmaz. Yansa da duman tütmez. Ocaklarda et değil, dert pişer.
    Tekkeli’nin (bir köy) kadınları, mevsimler boyu ayaktadır. Sonbaharda dağ yollarını doldururlar ulam ulam. Kışlık yakacak getirirler sırtlarıyla. Karda, kışta yün eğirirler, nakışlı çorap örerler. İlkbaharda gübre çekerler çuval çuval. Tarlaları hasır kadar, avuç kadardır. Kadınların çilesi hiç bitmez.” (Yetim, sf.6)
    Aynı yapıtında “Bücür Osman” denen yetim çocuğun emeğini sömüren köy ağası Köstülü’ye ve oğullarına; Köstüllü’nün yaşlı çırağı Hasan Dayı’yı, haksızlığa karşı nasıl direndiriyor:
    “Yüreksizler, görgüsüzler, bilgisizler. Bana bakın bu çocuk sizin eğlenceniz değil. Yükünüzü taşıyan eşeğiniz hiç değil. Ben insanım. Yürek taşıyorum. Bunu size ezdirmeyeceğim. Sülükler gibi kanını emmenize izin vermeyeceğim. Yemeyeceğim O’na yedireceğim. Giymeyeceğim O’na giydireceğim…” (sf.53)
    60 yaşlarında yazdığı bu yapıtında Kaplan, ağırlığını nasıl da ezilenden yana koyuyor. Çocukluk günlerini unutmamış. Varsıllık yüreğini karartmamış çünkü.
    Değineceğim bir nokta da: Bu örneklerde olduğu gibi düz yazılarında bile bir şiirsel anlatım göze çarpıyor. Tümceler kısa ve duyguludur.
    Yazımın sonunu noktalarken şunu da belirtmeden geçemeyeceğim:

    “On yaşlarında Ökes Köyü’nde
    Kan damlar yüreğime,
    Anam anam garibem! ” diye türkü çağıran yetim çocuk Mevlüt Kaplan, şimdi 79 yaşında.
    Ne güzel ki eğitimden, çalışmaktan hiç yılmamış.
    Bu yaşında bile çocukların yüreğine ışık sunuyor, okuma ve Atatürk sevgisi damlatıyor, götürüyor.
    O’nu kutlamayı bir değerbilirlik ve insanlık görevi sayıyorum.

Toplam 2 mesaj bulundu