Mehmet Kızılay Antoloji.com

03 Kasım 2006 Cuma 11:09)

-
-

Karanfil Kokulu Şiir Bahçeme Tüm Şiir Dostlarını ve Dost Şairleri Bekliyorum..
http://umutistasyonu.blogcu.com/
..

Devamını Oku
  • Emine Şb
    Emine Şb 31.01.2008 - 22:56

    Şiire ruh vermek şair yüreklerin yapacağı iştir. Ki her şiirde ruh olmaz. Bu yüzden herkes şiir yazamaz, şair olamaz. Ben karanfil kokulu şiirlerde ve özellikle Karia da nazenin bir kalp atışı duydum... Bu sebepten olsa gerek o sese yöneldim. Sesin bir Umutistasyonundan geldiğini anlayınca şaşırmadı ...

  • Turhan Toy
    Turhan Toy 01.08.2004 - 04:36

    dost kardeş güzel yürekli şairim şiir sevdalısı dostumu ilk karia serisiyle tanıdım ve hiç şiirlerini kaçırmadığım ender şairlerdendir güçlü kalemi ve engin kişiliği hez zaman beni cezbetmiştir iyiki varsın Mehmet Kızılay seni tanıdığıma hiç pişman olmadım sevgiyle kal
    Turhan Toy

  • Dila Berk Berkiten
    Dila Berk Berkiten 15.06.2004 - 11:27

    Selam karanfilli şiirler,
    Şiiri; aşk ve sevgiyle,insanlıkla bir arada beraberce harmanlayan şiir kişilikler hep dikkatimi çekmiştir...
    Bu uslup şiirlere de yansır.Mesaj hep beraber yürekten çıkarak verilir..
    Sevgili Umut dostumun da dediği gibi hemen hissedilir...
    Nice başarılı şiir yılları dili ...

Toplam 6 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR


Toplam 148 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR
  • yusuf hayaloğlu

    19.06.2009 - 14:42

    AHMET ÖLÜR YUSUF TA ÖLÜR AMA ŞİİR ÖLMEDİKÇE ŞAİR ÖLMEZ

    Gençliğimizin o kendinden emin, o delişmen, o astığım astık zamanlarında hep saklı bir yanımız vardı. İnanan ve inandığı uğruna bir şeyler yapmaktan çekinmeyenlerdendik.

    İnandık, inandıklarımız uğruna verilmesi gereken bedelleri gözü kapalı vermeye hazır duyguları büyüterek içimizde. Harbi delikanlılar olmaktan yana kullanmıştık adamlık tercihimizi. Memleketten para gelmişse, burslarda bir kayıp yoksa bize de devlet kurmak sorumluluğu kaldığını düşünürdük. Bunun yönü kendi içerisinde önemli ancak dışarıdan bakıldığında yön veya eksenin olmasının bir önemi olmadığı ve benzer mücadelelerin ortak paydalar olduğu gün gibi ortaya çıkıyordu.

    Bir diğer ortak yanımız vardı… Bir tarafın gururlana gururlana aşikâr bizim ise gizli ve de gizemli yanımızdaki protest sevme biçimimizi buna dair duygularımızı dillendiren Ahmet KAYA şarkıları. Sözleri Yusuf HAYALOĞLU’na ait olanları daha bir severdik.

    Başkaldırıyorum dediğinde hepimizin başkaldırışını anlattı. Herkes bu kısmı daha çok benim diyerek her kesime ulaştığına şahitlik etmiş oluyordu. Başkaldırıyordu hepimizin adına. Çağın kirli çarklarına, köhnemiş sistemlere, bozuk düzenlere başkaldırı çağrısı yapıyordu. O her başkaldırıyorum dediğinde devrimci yanımız şöyle bir okşanıyor, kalbimizin ritminde fark edilir değişmeler hissediyorduk. Yaralıydık, sitemkârdık, hepsinden önemlisi asiydik. Evin yaramaz çocuklarıydık. Her seferinde tek ayaküstünde bekletilir, her seferinde başkaldırırdık.

    Başkaldırdığımız yerden geriye baktığımızda bir boşluk gördüğümüzden; yıllar geçtikten sonra geriye dönüp baktığımızda, hani benim gençliğim dememek için bugünün hakkını vermek gerektiğini hatırlatıyordu.

    Dedim ya, asi çocuklardık. Yaramaz çocuklardık. İnandığı doğrular için hırpalanmak, sopalanmak, joplanmak vs. envayi ödüllendirmelerle taltife layık görülmek başın bela da olmasına bağlıydı. Başı belaya düşüp tabancayı helâda unutanların tabancaya değil yüreğe ihtiyaçları olduğunu, tabancayı unutsa da mangal gibi yüreği sinesinde özenle sakladığını ihbar ediyordu. Ne güzel bir duyguydu ihbar edilmek. En büyük mühimmat olarak yüreği namlunun ucuna sürmek...

    Adı Bahtiyardı önceleri. Diyarbakırlılığı hiç değişmedi ama Bahtiyarı Suphi oldu sonradan. Adı değişti, değişmeliydi. Çünkü bahtiyar olmadığını o da biliyordu. Bahtiyar adından başka ad almamış olsa o rezil gecede yaşananların ardından öz yurdundan sürgün edilip yabancı elleri ebedi istiratgah edinmek zorunda kalan Ahmet’in hatırasına ters düşmez miydi?

    Ellerimiz, ayaklarımız bir baskın sonrası polisten kaçarken takatsiz kaldığında, nefesimiz kesilircesine yere yığıldığımızda; bizi taşıyamayanın ayaklar değil, yüreğimiz olduğunun farkına varıyorduk. Ne zamanki göğüs kafesimizden gözlerimize sıcak bir akıntı olduğunu hissettik, o zaman kendi kendimize yüreğim kanıyor diyerek vücudumuzun alışık olduğu rahatsızlığımızı dile getirmiş oluyorduk.

    Şiir Ölmez ki, Şair Ölsün…!

    Beni düşün, Beni düşün, UNUTMA
    Beni düşün bir kavganın içinde
    Helal bir ekmeğin peşinde
    Ve kurtlardan arta kalmış yüreğimin
    Can çekişen o son parçasını da, sana sakladığımı bil
    Bil ki haykırırcasına bu esir gövdemi yakarcasına
    Kavuşmak için o serin bağrına
    Ateşten bir yol arıyorum

    Ateşten bir yol aramak, ateş üstünde yürümeye gönül bağlamak hangi duygu dağından kopup gelen bir volkanın arayışıdır. Helal bir ekmeği arayanın ve de bulanın aldığı sevabın ya da verdiği emek mücadelesinin adına ne dendiği insan ekseninde bakıldığında ne kadar az mühim görünmekte. Yüreğinden bir parçayı kurtarabilmenin adının Yaşamak hem de inadına Yaşamak olmadığına kim beni inandırabilir.

    Fasso Necdet’i o tanıttı, o çekti sahnenin orta yerine. Bir yandan külhanbeyi bir acayip adamı tarif ederken öte yandan hayatın en can alıcı noktasına protest bir tekme sallamaktan geri durmadığını gördük.

    Gene bir gün böyle yan yan
    Hava basarak bir yandan
    Karakolun sokağından
    Pat tirina nirinomda
    Pataküte de nirinom

    Şiir ölmedikçe, Şair yaşıyordur.
    Her kesime hitap ediyordu. Herkesin şairiydi. Kendisinin şahsına herhangi bir sevgi beslemeyenler bile eserlerine içten içe bir hayranlıkla bağlı, Ahmet Kaya’dan dinlemeye ise âşıktılar.

    Biz üç kişiydik;
    Bedirhan, Nazlıcan ve ben
    Üç ağız, üç yürek, üç yeminli fişek...
    Adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara,
    Boynumuzda ağır vebal, koynumuzda çapraz tüfek...

    Herkesin bir Nazlıcan’ı, bir Bedirhan’ı ve Suphi’si vardı. Kimimizin Nazlıcan’ı bir köylü güzeli, kimimizinki bir gerilla, kimimizinki başıörtülü bir üniversite öğrencisiydi. Bedirhanlarımız farklı, Suphilerimiz farklıydı. Ama hepsi aynı güneşe doğru yürüyor, çoğu kez karanlıkta karşılaşıyor bir birlerine bir diğerini soruyor bazen de omuzları bir birine değiyordu. Ama en sonunda üçü de birer intihar çiçeğiydiler.

    Ah ulan Rıza... ben şimdi,
    Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
    Senden ayrılacağımı sanma,
    Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim! ..

    Dediğini yaptı şiiri öksüz bıraktı. Çok sevdiği Ahmet’inin yanına gitti. Uğurlar ola Koca Yusuf. Sen de Ahmet gibi ansızın çekip gittin. Demek ki, böyle terk edermiş duygu insanları. Gittiniz biriniz şarkıları, biriniz de şiirlerimizi öksüz bıraktınız. Sizi çok sevmiştik oysa…

    MEHMET KIZILAY

  • ölüm

    31.07.2004 - 02:26

    kimince bir nazariye veya eskatologya..Bence GERÇEK.Korkulması hesap edilmesi gereken mutlak gerçek.

Toplam 2 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR