Onur Umut Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antolo ...

  • televizyon

    29.12.2004 - 17:27

    başlangıçta cüzi miktar verip.onun karşısına geçip kıçımızı yaya yaya.burnumuzu oyarak bedavadan seyredebiliyoruz.niye gidelim ki sinemaya,operaya,tiyatroya daha ucuzu nerde var? .dedirten şey

  • nejat işler

    29.12.2004 - 17:23

    aşk ve gururdur.o dizinin adı

  • hıncal uluç

    29.12.2004 - 17:22

    harbiden kültürlü olduüuna inandığım.ciddiye aldığım ender insanlardan.

  • intihar eden edebiyatçılar

    29.12.2004 - 17:18

    wolf

  • intihar eden edebiyatçılar

    29.12.2004 - 17:18

    pavese

  • jim morrison

    29.12.2004 - 17:17

    'cancel my subscription to the resurrection'

  • led zeppelin

    28.12.2004 - 18:56

    grup ruhu olan grup.

  • ahmet kaya

    28.12.2004 - 18:55

    çok özel bi kitlesi vardır.örneğin,led zeppelin,deep purple dinleyenlerde onun hayranıdır.

  • tevfik fikret

    28.12.2004 - 18:43

    Tevfik FİKRET

    26 Aralık 1867 tarihinde İstanbul'da Aksaray'da doğdu. Asıl adı Mehmed Tevfik'dir. Toplumsal içerikli şiirleriyle ilerici düşüncelerin simgesi haline gelmiş, Türkiye'de Batılı sanat anlayışının yerleşmesinde büyük rol oynamıştır.

    Oniki yaşında öksüz kalan Fikret, Mahmudiye Rüştiyesi'nde okudu. 1888'de Mekteb-i Sultani'yi (sonradan Galatasaray Lisesi) birincilikle bitirdi. Birincilikle bitirdiği bu okula daha sonra Türkçe öğretmeni (1892) ve müdür olarak hizmet verdi. 1891 yılında Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca, edebiyat çevrelerinde adını duyurdu.

    Edebiyat-ı Cedide'nin en önemli temsilcisi olan şair, 1894'te Malumat dergisini çıkaranlar arasında yer aldı.
    1895'te hükümetin memur maaşlarından kesinti yapmasına tepki olarak Mekteb-i Sultani'deki görevinden ayrıldı. 1896'da Servet-I Fünun dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getirildi; dergi onun yönetiminde Edebiyat-I Cedide akımının yayın organı durumuna getirildi. Aynı yıl Türkçe öğretmeni olarak Robert Kolej'e giren Tevfik Fikret o dönemde aydınlar üzerindeki yoğun baskılar sırasında birkaç kez gözaltına alındı, evi arandı. Bir süre sonra dergideki görevinden ayrıldı. 1906'da Robert Kolej'in hemen yakınında bir ev yaptırarak Aşiyan(*) adını verdi, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti. 1908'te II. Meşrutiyet'in ateşli savunucularından biri oldu. Meşrutiyet'ten sonra Hüseyin Kazım Kadri ve Hüseyin Cahit (Yalçın) ile birlikte Tanin gazetesini kurdu.
    Gazete İttihat ve Terakki'nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıktı ve Tanin'den ayrıldı. Daha sonra Mekteb-i Sultani müdürlüğüne getirildi. O günlerde çıkan 31 Mart Olayı'nı protesto etmek amacıyla bu görevinden de ayrıldı; ama öğrencilerinin ve Maarif Nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla geri döndü. Sekiz ay sonra yeni Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile anlaşamayarak görevinden bir daha dönmemek üzere ayrıldı. İttihat ve Terakki iktidarına karşı çıkarak Aşiyan'a çekildi. Ağır bir şeker hastalığına tutulmuştu. Kolundan olduğu bir ameliyattan sonra öldü.

    Küçük yaşlarda yazmaya başladığı ilk şiirlerinde iç dünyasından gelen sesleri yansıtmaya çalışan Tevfik Fikret, Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem'in şiir anlayışları arasında uzun bir arayış dönemi geçirmiştir. Daha sonra Fransız şiiriyle tanınmış ve özellikle Françoıs Coppe'den etkilenerek kendi şiiri aramaya başlamıştır. Fikret'in Fransız edebiyatındaki 'şiirsel yazı' türünün etkisiyle dize sonlarını değişik eylem kipleriyle ya da eylemsiz bağladığı şiirleri, beyit bütünlüğünü kırıp dizeyi özgür bırakması aruz ölçüsünün katı kalplarını genişletmiştir. Fikret aşırı titiz tutumu ve en küçük ayrıntılar üzerinde durmasıyla kendine özgü bir üslup yaratmış ve çağına damgasını vurmuştur. Biçimsel kaygıları hiçbir zaman bırakmamış, sürekli yenilik aramıştır. Rübab-I Şikeste'de (1900,1984) , toplumsal konulara ağırlık veren şiirlerinin yanı sıra günlük konuşma diline yakın şiirlerinde vardır. Betimlemelerindeki ayrıntı ustalığı ressam kişiliğiyle de ilgili olan Fikret'in doğa şiirlerinde, doğayla neredeyse örtüşmeye varan bir uyum görülür. Oğlu Haluk'un, onun şiirlerinde büyük etkisi olmuştur. İkici şiiri Haluk'un Defteri'ndeki (1911, 1984) şiirler en iyimser ve umutlu şiirlerdir. Bu şiirlerinde Fikret oğluna ve Osmanlı gençliğine çalışkanlık, yurt sevgisi, hak ve hukuktan yana olma gibi erdemleri öğütlemiştir. Rübabın Cevabı'ndaki (1911, 1945) 'Sis' şiirinde acı, zorbalık, baskı ve haksızlıkları anlatmış, 'Tarih-I Kadime Zeyl' şiirinde de Mehmet Akif'in (Ersoy) suçlamalarına karşılık vermiş, din ve doğa konusundaki görüşlerini ortaya koymuş, kendisinin de doğanın bir izleyicisi olduğunu söylemiştir. Şermin ise (1914, 1983) Fikret'in, yalın bir dil ve kısa dizelerden kurulu dolaysız bir anlatımın egemen olduğu şiirlerinden oluşur.

    Fikret 30 yaşlarındayken çevresindeki olumsuzluklardan etkilenmeye başlamış ve sorunlarına karşılık aradıkça, dünya görüşü yaşadığı dönemin kültür koşullarını aşmıştır. Özgürlük ve eşitlik anlayışı ezilen insanların çıkarları doğrultusunda toplumsal bir öz kazanmıştır. Sınıfsal çıkarlara dayalı yönetim biçimini eleştirmiş, belli egemen sınıfların koyduğu yasalara ve yönettiği devlete karşı çıkmıştır. Ekonomik hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılan kitleleri kağıt üstündeki siyasal özgürlüklerinin bir anlamı olmadığını göstermiştir.
    Özel yaşamında da katı bir ahlak anlayışını sürdürmüş, kusursuz bir aile babası olmuş çevresindeki kaypaklık ve çıkarcılıkları hoş görmemiş, bu nedenle de pek az insanla dostluk kurabilmiştir. Fikret'in düşüncesinde en önemli yan insana verdiği önemdir. Ona göre bütün sorunların üstesinden gelecek, mutlu yarınları hazırlayacak olan insandır. İnsanın üstünlüğünü sağlayan duyarlığı ve sezgi gücü değil, düşünme gücü ve aklıdır. Öbür yapıtları arasında Tarih-i Kadim (1905) , Son Şiirler (1952; yay. Haz. Cevdet Kudret) sayılabilir.

  • ölüm

    27.12.2004 - 20:05

    bi ihtiyardan yatakta ne beklersin? hiçbişe..bende aynı o ihtiyar gibiyim işte.
    yavaş yavaş ölüm moduna girdim..neyi bekliyorum bilmiyorum..ölümümü güzel kılmaya mı? ? onu da bilmiyorum..insanlara bakınca biraz rahatlıyorum.çünkü çoğu aşk yüzünden kafayı yemiş drumda..bense bu durumda menopoza girmiş biriyle olmayı tercih ederdim diye düşünüyorum çoğu kez..yani böyle işte

  • Favori

    27.12.2004 - 19:42

    liserjik asit dietilamid

  • pamela spence

    27.12.2004 - 19:21

    honey boney...o şarkı

  • jimi hendrix

    27.12.2004 - 19:16

    dün bbc de izledim yine.v.child ı bi 15 dk çaldı kesintisiz.ben izlemekten yoruldum.o çalmaktan yorulmadı..bir daha büyük bi gitarist olduğunu anladım şahsen

  • ferhan şensoy

    27.12.2004 - 19:13

    geçen ay oyununa gitmiştim./ beni ben mi delirttim /...iyiydi yine lafazanlığını yapmıştı..

  • charles pierre baudelaire

    27.12.2004 - 19:10

    martini,winston ve o bi ara favorimdi

  • arthur schopenhauer

    27.12.2004 - 19:06

    zevki kendisine esir etmiş bi herif...iyi yaşamış

  • quentin tarantino

    27.12.2004 - 18:59

    takıntıları ayrı bi konudur..ayak takıntısı,,masaj takıntısı ve de bagaj takıntısı tüm filmlerinde bunu işler.kimseyi takmadan

  • bulantı

    26.12.2004 - 21:40

    kitapta iilgili önyargılarım çok iyiydi ama istediğimi alamadım diyebilirim.belki yabancıdan sonra okuduğum içindir

  • konya

    26.12.2004 - 21:36

    fena değil..temiz şehir

  • ağır roman

    26.12.2004 - 21:34

    cezmi ersöz,bi gün dolapdere ye metin kaçan ın evine ziyarete gider.konu konuyu açar ve sonra cezmi ersöz kaçana neler yazıp yazmadığını sorar. metin de kargacık burgacık öylelemesine bişeler karaladığını söyler.cezmi ersöz bi bakim der.metin kaçan da yatağının altından güçlükle çıkarıp getirdiği,kargacık burgacık yazılarınmı gösterir..ve sonra bu kargacık burgacık yazılar ağır roman oluverir çıkar..

  • adolf hitler

    26.12.2004 - 21:26

    8-9 yaşında sigara içtiği için kiliseden kovulmuş rahip tarafından.sanki aforoz edilmiş gibi yaşama mahkum edilmiş hitler.siyasi vasiyetim adlı kitabı okunmaya değerdir.şimdi olan ya da olmuş biçok siyasi vaka hakkındaki öngörüleri yerini bulmuştur.

  • nicolas cage

    26.12.2004 - 21:20

    Çocukken birçok oyun ve televizyon şovlarında yer alan Nicolas Cage, bir yaz tatili sırasında San Fransisco'daki Amerikan Konservatuarı'nda tiyatro eğitimi aldı. Los Angeles'ın kenar mahallelerinden birinde dünyaya gelen Cage, özellikle sürekli, depresyon geçiren annesinin ilgisizliğinden kaynaklanan kötü aile koşulları içerisinde büyüdü. Okuldan nefret ederek bir an evvel okulu bitiren aktör, ilk olarak kısa dönem TV dizilerinde oynadı. 1982 yapımı ' Fast Times at Ridgemont High ' filminde küçük bir rol alan Cage böylece sinemaya ilk adımını atmış oldu.

  • quentin tarantino

    26.12.2004 - 21:18

    Modası geçmiş konuları, modası geçmiş teknikleri ve modası geçmiş oyuncuları kendine has radikal üslubu ile harmanlayıp, ya çok sevdiğimiz ya da tamamıyla nefret ettiğimiz yapımlar haline getiren Tarantino, 90'lı yılların sinemasına kendi tarzını kabul ettirmeyi başardı. Amerikan sinemasının yeni Martin Scorsese olarak görülen yönetmen, 1992 yılında Sundance Film Festivali'nin açılış filmi olan ' Reservoir Dogs ' (Rezervuar Köpekleri) ile ilk çıkışını gerçekleştirdi.

    Yönetmenliğinin yanı sıra senaryo yazarlığı, yapımcılık ve hatta oyunculuk da yapan Tarantino, elde ettiği bu ünü gençlik yıllarında video arşivi olan mağazalarda çalışmasına borçlu olduğunu belirtiyor. 16 yaşında okuldan ayrıldıktan sonra Carson'da sinema eğitimi gören yönetmen, Manhattan'daki video arşivlerinde çalışmaya başladı. Böylece sayısız yönetmenin yapımlarını görme fırsatı bulan Tarantino, filmlerden çeşitli notlar alarak kendi senaryolarını yazmaya başladı.

  • casablanca

    26.12.2004 - 21:03

    Dünya Savaşı'nın ilk zamanları... Çek direniş örgütünün lideri Victor Lazlow, Alman konsantrasyon kampından kaçarak Casablanca'ya gelir. Amacı yakalanmadan Lizbon'a, oradan da Amerika'ya iltica etmektir. Fakat bütün umutları, şans eseri Casablanca'nın en meşhur gece kulübünün sahibi olan Rick'e bağlanmıştır. Rick, kaçış için gerekli olan pasaportlara sahip tek kişidir.

    Öte yandan Rick'in, Victor'un yakalanması ya da ölmesi için önemli bir nedeni vardır. Victor'un karısı Ilsa, Rick'in bir zamanlar kendisini terk ettiğine inandığı ve kalbinin derinliklerine gömdüğü büyük aşkıdır.

    Yönetmenliğini Michael Curtiz'in üstlendiği 'Casablanca', hiç şüphesiz, Hollywood klasikleri içerisinde çok önemli bir yere sahip. Filmi, Hollywood'un sıradan stüdyo yapımlarından ayıran, yalnızca etkileyici bir aşk öyküsüne sahip olması değil elbet.

    II. Dünya Savaşı'nın karanlık atmosferi içerisinde geçen film, bir yandan mutlu aşk hikayelerinin, bu çılgın ve acımasız dünya içerisinde inandırıcılığını yitirdiğini vurgularken, öte yandan da baş kahraman Rick'in maruz kaldığı metamorfoz aracılığıyla, Amerika'nın II. Dünya Savaşı öncesi sergilediği izolasyonist ulusal politikanın savaşla birlikte değişmesine gönderme yapıyor.

    Tabii filmi unutulmaz kılan faktörlerden biri de, filmin geçtiği yıllarda özellikle Avrupa'da çok etkili olan Amerikan caz müziğinin unutulmaz isimlerinden Dooley Wilson'ın Sam karakteriyle seslendirdiği, you must remember this / a kiss is just a kiss / a sigh is still a sigh diye başlayan 'As Time Goes By' şarkısı olsa gerek.

    Humphrey Bogart, Ingrid Bergman, Claude Rains ve Paul Henreid gibi dönemin usta oyuncularının başrol oynadığı 'Casablanca', gösterime girdiği 1943 yılında En İyi Film, En İyi Yönetmen (Curtiz) , En İyi Senaryo dallarında Akademi ödülünün sahibi oldu. Murray Burnett'in 'Everybody Comed to Rick's' adlı yayınlanmamış oyununu 20.000 dolar gibi çok yüksek bir rakamla satın alan Warner Bros şirketi tarafından 1942 yılında gerçekleştirilen filmin belki de en ilginç özelliği, senaryosunun sürekli yeniden yazılmış olması.

    Hatta bir tanesinde, hikaye, Victor'un havaalanında vurulması ve birlikte kaçan Rick ile Ilsa'nın evlenmesiyle son buluyor. Filmde hayatının ne şekilde gelişeceği konusunda pasif bir görünüm arz eden Ilsa karakterini canlandıran Bergman da, filmin sonunda hangi erkeğe varacağını ancak çekimler başladıktan bir süre sonra öğrenebilmiş. Filmin son sahnesinde, Rick ile komiser Louis arasında geçen 'Louis, bu güzel bir arkadaşlığın başlangıcı olabilir' repliği ise filme, çekimler tamamlandıktan sonra eklenmiş.

    'Casablanca' ile ilgili önemli anketotlar arasında, filmin - her ne kadar tam olarak böyle bir replik filmde yer almasa da - 'Tekrar Çal Sam' sözüyle anılıyor olması. Tabii bunda, 1972 yılında Woody Allen'ın 'Play it again, Sam' (Tekrar Çal, Sam) adlı bir filmle, 'Casablanca'ya gönderme yapmış olmasının önemli bir payı var. Tüm zamanların en çok beğenilen filmlerinin tekrarının ya da devamının çekilmesi Hollywood'un vazgeçilmez kurallarından biridir.

    Nitekim, 1990 yılında çekilen 'Havana' adlı filmle Rick ile Ilsa'nın umutsuz aşkı tekrar beyaz perdeye getirilmişti. Başrollerinde Robert Redford ile Lena Olin'in yer aldığı filmin gerek seyircilerden gerekse de eleştirmenlerden kırık not olmasının sebebi ise, filmdeki ana karakterlerin trajik bir hikayenin kahramanlarından ziyade kör aşıklar olarak sunulmasıydı.

    Filmin devamı niteliğindeki 'Casablanca II: Brazzaville! ' de, benzer bir tepkiyle karşılaştı. Yönetmenliğini Renny Harlin'in üstlendiği ve Bruce Willis'in Rick'i ve Isabella Rossellini'nin de Ilsa'yı canlandırdığı film, Rob Schneider, Robin Williams, Gerard Depardieu, Marlon Brando, Steven Seagal, Antonio Banderas ve Wesley Snipes gibi ünlü oyunculara ve de Madonna'nın seslendirdiği 'I'll Cross the Jungle' şarkısına rağmen fazla ilgi görmedi.

    Gizli ajanların, vatan hainlerinin, Nazi askerlerinin ve de Fransız direniş örgütü üyelerinin kol gezdiği Fas'ın Kazablanka şehrinde geçen hikayenin geliştiği sıralarda, Paris'in Alman orduları tarafından işgal edildiğini, Fransızların Charles de Gaulle'nin liderliğinde direniş gösterdiğini ve Amerika'nın I. Dünya Savaşı sonrası izlediği dışa kapalı politikasını göz önüne alırsak, yaşanan umutsuz aşkın sıradan bir aşktan ibaret olmadığını daha iyi anlayabiliriz.

Toplam 672 mesaj bulundu