Film öyküsü' denilen tarifi zor biçim hazır olduktan sonra senaristin aşama aşama hangi yapıları kurarak yazım sürecini tamamlaması gerekeceğini gözden geçirelim: Senaryonun mümkün olan en az kelimeyle yapılmış özeti... Bu yapı çoğunlukla atlanır, ama aslında senaryonun en temelinde yer alan biçim olduğu için kullanılan tekniklerin belki de en önemlisidir. Yazacağınız senaryo aracılığıyla oluşacak filmi, benzerlerinden ayıran temel özelliği bu cümle belirler. Örneğin Tarkovski'nin 'Stalker'ının, onu herhangi bir değerli şeyi (düşlerin gerçekleştiği oda ya da bir define) aramaya giden üç kişinin macerasının anlatıldığı 8. sınıf bir avantürden ayıran temel özelliği, serüvene atılan kişilerin içsel yolculuklarına odaklanılmış olmasıdır, dolayısıyla filmin cümlesi belki şöyle bir şey olabilir: 'Bir Stalker'ın rehberliğinde Yasak Bölge'deki Düş Odası'nı bulmaya giden iki kişi, yolculuklarının etkisiyle değişir, yaşamı farklı değerlendirmeye başlarlar.' Cümlenin özellikle ikinci yarısı filmin dayandığı felsefi temeli dile getirir, bu tarifi duyan herhangi bir profesyonel sinemacının, 'Three Kings-Üç Kral' benzeri bir macera kurdelasının kastedildiğini sanmasının mümkün olamayacağı ortada, dolayısıyla cümlemiz, o filme dair çok temel bir farklılığı, en kısa, en etkili biçimde dile getirmiş oldu.
Bu yapı genellikle sinemacılar arasındaki ilişkilerde kullanılmaz, daha çok senaristin kendisine gereklidir. Yazmak istediği senaryonun yapısını tarif etmesi, yazın sürecinde karşılaşacağı belirsizlik ve engelleri aşmasında çok yardımcı olacaktır.
Yine 'Stalker'a dönelim: Filmin tek cümlesi aslında yukarda yazdığımız gibi değildir ve zaten olamaz da. Eğer film sadece Düş Odası'na yapılan yolculuğu anlatıyor olsaydı adı 'Düş Odası Macerası' falan gibi bir şey olurdu, açılış ve finalde Stalker'ı ailesiyle gösteren sahnelere de yer verilmezdi. Filmin ismi 'Stalker', dolayısıyla yapıt, baş karakteri anlatıyor, diğer ikisinin dönüşümünü değil, onlarla yaşadığı süreç sonunda Stalker'ın nasıl dönüştüğünü... Finalde ayrı gerekçelerle Düş Odası'na girmemeye karar veren kişiler aracılığıyla 'yaşamın kabulü' teması işlenir, oysa Tarkovski'yi daha fazla ilgilendiren izlek, 'yazgının kabulü'dür, filmin odağında Stalker'ın, kendinin asla girmediği ve zaten giremeyeceği Düş Odası'na başka insanları, trajedilerine acıdığı, eleştirdiği kişileri götürmeye devam etmesindeki teslimiyet yatar. Bu tema bir başka açıdan da önemlidir, Stalker aynı zamanda Tarkovski'nin kendisidir, hem sanatçı hem de bir mistik olarak, çünkü filmin baş karakteri, mistik öncüleri de temsil eder. 'Stalker'ın odağını maceraya ve serüvene katılan insanların dönüşümüne kaydırırsanız (yani ilk cümleyi temel alırsanız) , ortaya başka bir film çıkar. O filmde Stalker'ın karısı ve -asıl önemlisi- kızı yeralmaz, tersine onun rehberlik yaptığı iki kişinin yaşamlarının yolculuk öncesi ve sonrası döneminden kesitlerin verilmesi gerekir çünkü o film, o kişilerin dönüşümüyle işleyecektir.
Dolayısıyla bir cümle tekniğinin pratikteki yararı şudur: Buradaki gibi birbirine çok benzeyen iki (bazı hallerde daha fazla) yapıdan hangisini kurmak istediğinizi netleştirir, onun cümlesini belirler ve yazım boyunca dikkatinizi o cümleye odaklarsınız. Cümleyi kurduğunuz biçim, bakış açısı gibi başka yöntemleri de belirleyeceğinden sürece ağırlığını koyar ve daha önceki yazılarda bahsettiğimiz belirsizlikleri giderir.
kaynak::sinematek.org
Duygusuz sularından inerken Nehirlerin
Gördüm değildim artık yönetiminde yedekçilerin:
Bağrışan Kızılderililer hedef yapmışlardı kendilerine,
Çırılçıplak çivileyerek onları alacalı direklere.
Hiç umurumda değildi tayfalar,
Ne Felemenk buğdayları veya ne de İngiliz pamukları taşıdığım.
Bu gürültüler de kesilince yedekçilerimle beraber,
Bıraktılar beni Nehirler gitmeye istediğim yere.
Gelgitlerin kudurmuş çalkantılarında, geçen kış,
Koştum! çocuk beyinlerinden daha sağır!
Ve yerlerinden ayrılıp kopmuş Yarımadalar
Rastgelmedi böylesine coşkulu bir patırdıya.
Denizde, uyanışlarımı kutsadı fırtına.
Kurbanlarının sonsuz yuvarlayıcıları denen
Dalgalar üzerinde ben,
Dansettim on gece bir mantardan daha hafif,
Özlemeden budala gözünü deniz fenerlerinin!
Çocukların bayıldığı mayhoş elmaların etinden
Daha tatlı olan yeşil su, işledi çam tekneme,
Savurarak her yere ne varsa çapa, dümen;
Yıkadı beni lekelerinden
Kusmukların ve mavi şarapların.
Ve o zaman, dalgın ve hayran,
Bazan, düşünceli bir ölünün indiği
O yeşil mavilikleri yutan Denizin,
Yıldızların parıldadığı sütbeyaz
Şiiri içinde yıkandım durdum.
Gündüzün parıltıları altında, birdenbire renklendirerek,
Mavilikleri, coşkuları ve ağır ses uyumlarını,
Alkolden daha güçlü, flütlerimizden daha engin,
Sevginin acı kızıllıkları mayalanır orada!
Şimşeklerle çatlıyan gökleri, kasırgaları,
Patlayan dalgaları ve akıntıları bilirim:
Ve akşamı, bir güvercin sürüsü gibi birden
Havalanan Şafağı bilirim ben,
Ve bazan, gördüm insanın gördüğünü sandığı şeyi!
Uzaklarda, kendi pancur titreşimlerini yuvarlayan dalgaları,
Çok eski dram oyuncuları gibi
Uzun mor ışık pıhtıları ile aydınlatan,
Gördüm, o gizemli korkularla lekeli
Alçakta asılı duran güneşi!
Gördüm ışıldayan karları ile yeşil gecenin düşünü,
Denizin gözlerine ağır ağır yükselen öpücüğü,
Özsuların işitilmedik dolaşımını,
Sarı ve mavi uyanışını şarkı söyleyen fosforların.
Azizelerin ışık saçan ayaklarının, açabileceğini düşünmeden
Soluğan Okyanusların burunsallıkla tıkalı burunlarını,
Azgın boğalar gibi ardından gittim aylarca
Kayalara saldıran dalganın!
Çiçeklere insan derili panter gözleri karıştıran
Bilir misiniz, inanılmaz Florida'lara gidip çarptım gövdemle!
Ve maviye çalan yeşil renkli sürüler için, denizlerin ufkuna gerilmiş
Dizginlerdi ebem kuşakları!
Sazlar arasında, koca bir Devin kokup çürüdüğü,
Mayalanan uğursuz geniş bataklıkları gördüm!
Durgun denizlerin ortasında açılıp yarılan suları,
Ve girdaplara çağıl çağıl dökülen uzaklıkları!
Buzulları, gümüş güneşleri, sedef renkli dalgaları, kor kor yanan gökleri!
Kapkara kokularla eğri ağaçlardan sarkarak düşen,
Böceklerin kemirdiği dev yılanların kaynaştığı,
Karanlık körfezlerin dibine, korkunç oturmalarını gemilerin!
Mavi dalganın bu kırmızı renkli balıklarını,
Bu altın balıkları, bu şakıyan balıkları
Göstermek isterdim çocuklara.
- Sürüklenirken koylardan engine,
Sallandım çiçekten köpüklerin beşiğinde
Ve zaman zaman kanat açtım anlatılmaz rüzgarlara.
Bazan, kutuplara ve kıtalara kanıksamış şehit düşmüş bir ölüydüm ben,
Hıçkırığı dalgamı yumuşatan deniz,
O sarı çekmenli gölge çiçeklerini sunardı bana
Ve diz çökmüş kadın misali kalakalırdım orada...
Bordalarımda kavgaları çalkandıran yarımada,
Ve sarışın gözleri ile yaygaracı kuşların pislikleri.
Ve ben, dolaşıyordum enginde tek başıma,
Çürük iplerimden geri geri,
Boğulmuş ölüler inerken uyumaya...
Ya da koyların saçları altında kaybolmuş,
Kuşları olmayan havaya fırlatılmış bir gemiydim fırtınada
Savaş gemileri ve Hanza kadırgaları
Benim suyla sarhoş cesedimi artık yeniden
Çekip çıkaramayacaklardı denizden.
Özgür, buğu buğu tüten ve mor sislerle örtülü,
İyi ozanlar için tatlı bir reçel olan
O güneş yosunlarını ve lacivert ağdaları taşıyan
Bir duvarı deler gibi deliyordum kızaran göğü.
Ufacık, ışıklı süsleri ile leke leke teknemle,
Koşuyordum yağız deniz atlarının eşliğinde,
Döverken kalın sopalarla temmuz güneşleri
Yakıcı hunileri ile deniz ötesi gökleri;
Mavi hareketsizlikleri sonsuza dek eğiren
Karanlık burgaçların ve azgın canavarların
Titriyordum duyarak uzak iniltilerini
Özlüyordum eski kaleleri ile Avrupa'yı!
Gördüm yıldız yıldız serpilmiş takım adalarını!
Ve çılgın gökleri gezgine açılmış adaları;
- Milyonlarca altın kuş, Ey Geleceğin Gücü!
Bu dipsiz gecelerde mi uyuyorsun sen,
Oraya mı sürgün ediyorsun kendini? -
Ama gerçekten çok ağladım ben! Şafaklar üzücü,
Aylar acımasız ve güneşler acı;
Buruk aşk, sarhoş edici uyuşukluklarla doldurdu ruhumu.
Ah! Omurgam çatlasın, Ah! denize gideyim!
Bir Avrupa suyunu özlüyorsam eğer,
Kokulu alacakaranlığına doğru akşamın,
Yere çömelmiş üzüntülerle dolu bir çocuğun,
Bir mayıs kelebeği denli dayanıksız bir gemiyi
Saldığı, soğuk ve kara
Bir su birikintisidir bu.
Sizin yorgunluklarınızda yıkandım, ey dalgalar,
Artık silemem izlerini pamuk yüklü gemilerin,
Delip geçemem gururunu bayrakların, flamaların,
Ne de bundan böyle yüzemem
Korkun gözleri altında dubalı köprülerin.
ufak tefek onun can yoldaşı olan bi gemisi varmış....onunla balığa çıkıp tüm vaktini onla geçirirmiş denizin ortasında..sinema aşkı yüzünden yazı-tura filmi için gerekli maddi desteği bulamayınca kimseye dilenmeden hemen satıvermiş o gemiyi..ve filmin gişe hasılatından sonra şu açıklamayı yapmıştı, Antalya film festivalinde
'' biz de bu film de aynı Titanic gibi battık''
yazık olmuştu..film fena değildi,,,keşke iki hikaye tarzında çekmeseydi..
sadece Şeytan Rıdvan ın öyküsünü anlatsaydı...
en son istanbul şahidim dir adlı dizide görmüştüm..yine bildikuğur polat tı. son filmi 2003 yapımı Bir Ömer K avur filmi olan Karşılaşmaydı
iyi bir aktördür kendisi,,tiyatronun tozunu yutmuş şahıslardan da denilebilir..
1961 yılında İstanbul’da doğdu. 1978 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu’na katıldı. 1981' de İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde eğitim gördü. 16 yıldır Devlet Tiyatrosu’nda ve 30 tiyatro eserinde rol aldı. 1996 yılında İsmet Kuntay Tiyatro ödülünü aldı. Çevirdiği birçok sinema filmlerinde de ödüllere layık görüldü. Bunlardan bazıları; 'Salkım Hanım’ın Taneleri' ile Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu; 'Sis' sinema filmi ile 1999 yılında Ankara Film Festivali'nde Umut Veren Oyuncu ödülünü aldı.
Filmleri ve Yönetmenleri
Sis (Zülfü Livaneli)
Bütün Kapılar Kapalıydı (Memduh Ün)
Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri (İrfan Tözüm)
Bir Kadının Anatomisi (Yavuz Özkan)
Bir Erkeğin Anatomisi (Yavuz Özkan)
Suyun Öte Yanı (Tomris Giritlioğlu)
Salkım Hanımın Taneleri (Tomris Giritlioğlu)
TV Yapımları ve Yönetmenleri
Cahide (Ziya Öztan)
Kurtuluş (Ziya Öztan)
Yıldızlar Gece Büyür (Okan Uysaler)
Kördüğüm (Tomris Giritlioğlu)
Kimsecikler (Orhan Oğuz)
Sahte Dünyalar (Sadullah Celen)
Sıcak Saatler (Veli Çelik)
Yabancı Ortak Yapımlar
Zwei Schlitsoren in Antalya (ARD Televizyonu)
Almanya
Özgeçmiş
1979 Ankara Sanat Tiyatrosu. 1981 İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü. 1985 Adana Devlet Tiyatrosu. 1987 İstanbul Devlet Tiyatrosu.
Ödüller
1990 Ankara Film Festivali Umut Veren Oyuncu. 1996 İsmet Küntay Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu.
kendisi türk olan ama italyada yaşıyan ve genellikle italyan oyuncularla çalışan bi yönetmenimizdir.
Hamam filminden sonraki filmlerini beğenmediğim ama gerçekten birşeyler yapmaya çalışan Mehmet Günsür gibi iyi oyuncuyu piyasaya sokan kişilik
21 gramda yardımcı erkek oyuncu rolündedir..filmde tanrıya ve isaya çok bağlı dindar bi oynarkaen birdenbire 3 kişiyi öldürmesi üzerine
hiçbişeye inamayan ve kendini cezalandırmaya çalışan bi admı oynamıştır..hali içler acısıydı..
Almanya da işçi bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Fatih Akın Ferzan Özpetek ile bu manevi görevi yerine getirmeye davam ediyor..
ilk filmi Kısa ve Acısız la büyülemişti beni hakikaten...ondan sonra ise tv da izlediğim temmuz da geldi..ve yine harikaydı..
kendisine ne kadarçok türk tarantinosu dense de,kendi üslübunu yaratmayı başardı kanımca....ve herkesin de bildiği bol ödüllü olan Avrupa da yılın en iyi filmi seçilen Duvara Karşı geldi..ve herkes dönüp bakmaya başladı daha önceki filmlerine...örneğin kanal d hemen temmuz da yı yayınladı.ve önemi iyice kavrandı..
fatih akın ı en son Hırsız Var filminde oyuncu olarak izleyeceğiz..
bakalım nası olacak..yine de iyi düşünülmüş onu oynatmak
son filmi bulutlatı beklerken,,çoğu amatör karadenizin yerlii halkıyla çekilmişş...eğer farklı bi konu ve muhteşem manzaraları görmekistiyorsanız
iyi bi seyirlik
Doğum Tarihi - 18 Kasım 1960 / Sarıkamış Kars
Elektronik Adresi - [email protected]
1966 / 1971 yılları arasında Trabzon 24 Şubat İlkokulunda okudu. 1971 / 1974 yılları arasında Trabzon Cumhuriyet Ortaokulu ve 1974 / 1977 yılları arasında Trabzon Lisesinde okudu. 1977 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümüne girdi. İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi, Restorasyon Bölümünde mastırını tamamladı. Bu sırada muhabir olarak çalıştı.
Çektiği ilk kısa metraj filmi 'Bir Anı Yakalamak' ile 1984 yılında İFSAK Kısa Film Yarışması'nda ödül alan Ustaoğlu, ikinci kısa filmi 'Magnafantagna' ile Oberhausen ve Chicago film festivallerine katıldı. 'Düet' 1991 yılında Yunus Nadi Kısa Film Yarışması'nda birincilik ödülü aldı. 1992 yılında Hotel isimli kısa filmi yönetti. Hotel, 14. Akdeniz Montpellier Festivali Büyük Ödülü alarak aynı yıl büyük ilgi topladı. 1994 yılında La Trace ve 1999 yılında Le Voyage au Soleil isimli kısa filmleri yönetti. 1995 yılında Montpellier Film Festivalinde en iyi görüntü ödülünü aldı.
1994 yılında yaptığı ilk uzun metraj filmi 'İz' ile 14. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde En İyi Türk Filmi Ödülü aldı. 'İz', Moskova ve Gotenburg gibi festivallerde de gösterildi.
YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI SİNEMA FİLMLERİ
İz - 1994
14. Uluslararası İstanbul Film Festivali, En İyi Film 1995
4. Köln Türk Filmleri Festivali'nde (Almanya) En İyi Film 1994
Bulutları Beklerken - 2003
Sundance Film Festivali, En İyi Senaryo Ödülü. 2003
YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI KISA FİLM ve BELGESELLER
Güneşe Yolculuk - 1999
Journey To The Sun - 1999
Voyage Vers Le Soleil - 1999
Mavi Melek ve Barış Ödülleri, Berlin Festivali 1999
Festróia - Tróia Uluslararası Film Festivali Jüri Özel Ödülü 1999
OCIC Ödülü - Özel Bölüm 1999
Jerusalem Film Festivali, In Spirit for Freedom Award Honorable Mention 1999
São Paulo Uluslararası Film Festivali, Jüri Özel Ödülü 1999
Valladolid Uluslararası Film Festivali, Jüri Özel Ödülü - 1999
18. Uluslararası İstanbul Film Festivali, En İyi Türk Filmi Ödülü 1999
18. Uluslararası İstanbul Film Festivali, En İyi Yönetmen Ödülü 1999
FIBRESCI... 1999
Hürriyet Gazetesi Halk Ödülü 1999
11. Uluslararası Ankara Film Festivali, En İyi Film Ödülü
11. Uluslararası Ankara Film Festivali, En İyi Yönetmen Ödülü
11. Uluslararası Ankara Film Festivali, En İyi Görüntü Ödülü
Newyork Film Festivali -1999
Berlin International Film Festival -1999
İstanbul International Film Festival -1999
La Rochelle Film Festival -1999
Karlovy Vary Film Festival -1999
Edinburgh International Film Festival -1999
Festival International des Films du Monde de Montréal -1999
Toronto Film Festival -1999
Festival International du Film de Flandre -1999
European Film Awards Berlin -1999
Sırtlarındaki Hayat - 2004
La Trace - 1994
Hotel - 1992
14. Montpelier Akdeniz Kısa Film Festivali'nde Büyük Ödül - 1992
Düet - 1991
Yunus Nadi Kısa Film Yarışması'nda En İyi Film - 1991
Magnafantagna - 1984
Oberhausen ve Chicago film festivallerine katıldı.
Bir Anı Yakalamak - 1984
İFSAK 6.Ulusal Kısa Film Festivali, Başarı Ödülü - 1985
İFSAK 6.Ulusal Kısa Film Festivali, Filma Ödülü - 1985
bu adam eğer avrupalı ya da amerikalı bi yönetmen ve senarist olsaydı(yani otör)) ..kesinlikle martin scorsece,,ridley scoot ya da bi david lynch gibi efsane bi yönetmen olurdu..ve neremizle taşıcamıza karar veremezdik açıksası.
çok büyük bi zeka,,çok iyi bi gözlem gücü,,
devam et zeki
Oyuncular
Jodie Foster
- Clarice Starling
Anthony Phillip Hopkins
- Dr. Hannibal Lecter
Scott Glenn
- Jack Crawford
Anthony Heald
- Dr. Frederick Chilton
Ted Levine
- Jame Gumb / Bufalo Bill
Yönetmen
Jonathan Demme
Senarist
Ted Tally
Yapımcı
Ronald M. Bozman
Edward Saxon
Kenneth Utt
Müzik
Howard Shore
Görüntü Yönetmeni
Tak Fujimoto
Roman
Thomas Harris
Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği)
Buffalo Bill, genç kadınları kaçırıp öldüren psikopat ruhlu bir katildir. FBI, kendi ajanları olan Clarice Starling'i bu psikopat katilin davranışlarının arkasında yatan psikolojik nedenlere dair ipucu bulması için görevlendirir. Clarice'in gideceği adres ise aklını yitirmiş ve hapisten kaçmaması için çok sıkı güvenlik tedbirleri altında tutulan Hannibal Lecter'dır.
doğaçlamaya soğuk bakan, ve taner birsel'in itiraf filmiyle ilgili bir röportajına göre senaryodaki tek bir kelimenin değiştirilmesine bile izin vermeyen zeki demirkubuz'un izleyenini garip eden bir filmi. karakterler yaşadıklarıyla ve kişilikleriyle inanılmaz bir biçimde arabeskler, ama zeki demirkubuz'un mesafeli yaklaşımı arabeskliğin filme bulaşmasını engelliyor.
hikaye yusuf karakterinin gözünden anlatılıyor. film boyunca yusuf'un yanından hiç ayrılmadığımızdan ve hep o anki olaylara şahit olduğumuzdan diğer karakterlerin geçmişi hakkında bilgileri flashbackler veya dış sesler yerine o an yaşanan diyaloglardan öğreniyoruz. haluk bilginer'in bence türk sinema tarihinin en etkileyici oyunculuklarından birini sergilediği kır sahnesinde anlattığı hikayenin varoluş sebebi de bu (daha doğrusu sahnenin varoluş sebebi diyelim) . üstelik bu yöntemle o kadar garip etkiler yaratıyor ki yönetmen (sonradan itiraf'ta da çok ustaca kullanıyor bu hikaye-dedikodu yoluyla karakter yaratma yollarını) . mesela yusuf'un eniştesinin evine ilk ziyaretinde eniştenin depremden sonra anlattıklarıyla yusuf'un kır sahnesinde bekir (h. bilginer) 'e geveledikleri birleşince, gözümüze sokulmadan yusuf'un bütün bir hikayesi seriliyor gözümüzün önüne. veya haluk bilginer kırdaki konuşmayı yaptıktan sonra, otelde yusuf uğur'a masaj yaparken 'hapise girerken sevgilin var mıydı? ' diye sorduğunda uğur, bu sorunun uğur için ne tür bir acı ifade ettiği ağlamalı-sızlamalı bir sahneye ihtiyaç duymadan gösteriliyor. bize gösterilen insanların film zamanı içinde varolup biten insanlar olmaları yerine, filmin hali hazırda varolan bu insanların hayatının içine girip bize sadece ufak, seçilmiş bir parçayı gösterdiği izlenimi oluşuyor insanda.
üstelik demirkubuz bütün karakterlerinin geçmişleri konusunda sezdirdikleri ve verdikleri öyle şeyler ki, duyduktan sonra uzun uzadıya o hikayeleri düşünmeye, hayal etmeye başlıyor insan. hepsi de ayrı bir filme konu oluşturabilecek kadar ilginç zira. hep düşünürüm 'keşke bu hikayeleri alıp üçleme tarzında bir film çevirseymiş adam.' diye...
ismiyle ilintili olarak, 'masumiyetini kaybetmemek', hayat denen bok çukurundan tiksinip vazgeçmemek, uğraşmaya, savaşmaya devam etmekten bahsediyor film. finalindeki küçük 'sürpriziyle' bütün karakterlerinin yazgısını birbirine bağlanmasıyla, 'gariban' bir kadere mahkum olan yusuf'a 'masumiyetini kaybetme, denemekten vazgeçme' diyor bir şekilde.
yaydığı o garip, türk milletine has tevekkül duygusuyla her izlediğimde etkisinden kurtulamadığım, çok özel bir film, sanat eseri.
(caponsever
ilk uzun metraj filimi 'tabutta roveşata' sı hayatta izlediğim en iy sendrom filmlerinden biriydi.gerek senaryosu gerek Ahmet Uğurlunun performansı müthişti..
yazık oldu yine 40-50 bin civarında izlendi..
derviş zaim filimleri türkiye ye en fazla ödül kazandıran filmler olmuştur hep....sonra ise 'filler oynaşırken olan çimlere olur ' diye bir küba atasözüyle,,türkiyenin içinde bulunduğu 'derin devlet' olgusunu yatırmıştır masaya..o da çok güzel olmuştur.
ama son filmi 'çamur' la biraz hayal kıraıklığına uğratmıştı beni..
ama hep iyi film çekme arzusuyla hareket ediyor derviş zaim.
yeni türk sineması akımının içinde yer alıp,, (ki bunlar,,serdar akar,derviş zaim,zeki demirkubuz,nuri bilge ceylan ve fatih akın dır) ..popülerliğe ödün vermeyişi ve kendi filimlerini yapması övgüyü hakerder durumdadır..
Senaryo
10.01.2005 - 20:48Film öyküsü' denilen tarifi zor biçim hazır olduktan sonra senaristin aşama aşama hangi yapıları kurarak yazım sürecini tamamlaması gerekeceğini gözden geçirelim: Senaryonun mümkün olan en az kelimeyle yapılmış özeti... Bu yapı çoğunlukla atlanır, ama aslında senaryonun en temelinde yer alan biçim olduğu için kullanılan tekniklerin belki de en önemlisidir. Yazacağınız senaryo aracılığıyla oluşacak filmi, benzerlerinden ayıran temel özelliği bu cümle belirler. Örneğin Tarkovski'nin 'Stalker'ının, onu herhangi bir değerli şeyi (düşlerin gerçekleştiği oda ya da bir define) aramaya giden üç kişinin macerasının anlatıldığı 8. sınıf bir avantürden ayıran temel özelliği, serüvene atılan kişilerin içsel yolculuklarına odaklanılmış olmasıdır, dolayısıyla filmin cümlesi belki şöyle bir şey olabilir: 'Bir Stalker'ın rehberliğinde Yasak Bölge'deki Düş Odası'nı bulmaya giden iki kişi, yolculuklarının etkisiyle değişir, yaşamı farklı değerlendirmeye başlarlar.' Cümlenin özellikle ikinci yarısı filmin dayandığı felsefi temeli dile getirir, bu tarifi duyan herhangi bir profesyonel sinemacının, 'Three Kings-Üç Kral' benzeri bir macera kurdelasının kastedildiğini sanmasının mümkün olamayacağı ortada, dolayısıyla cümlemiz, o filme dair çok temel bir farklılığı, en kısa, en etkili biçimde dile getirmiş oldu.
Bu yapı genellikle sinemacılar arasındaki ilişkilerde kullanılmaz, daha çok senaristin kendisine gereklidir. Yazmak istediği senaryonun yapısını tarif etmesi, yazın sürecinde karşılaşacağı belirsizlik ve engelleri aşmasında çok yardımcı olacaktır.
Yine 'Stalker'a dönelim: Filmin tek cümlesi aslında yukarda yazdığımız gibi değildir ve zaten olamaz da. Eğer film sadece Düş Odası'na yapılan yolculuğu anlatıyor olsaydı adı 'Düş Odası Macerası' falan gibi bir şey olurdu, açılış ve finalde Stalker'ı ailesiyle gösteren sahnelere de yer verilmezdi. Filmin ismi 'Stalker', dolayısıyla yapıt, baş karakteri anlatıyor, diğer ikisinin dönüşümünü değil, onlarla yaşadığı süreç sonunda Stalker'ın nasıl dönüştüğünü... Finalde ayrı gerekçelerle Düş Odası'na girmemeye karar veren kişiler aracılığıyla 'yaşamın kabulü' teması işlenir, oysa Tarkovski'yi daha fazla ilgilendiren izlek, 'yazgının kabulü'dür, filmin odağında Stalker'ın, kendinin asla girmediği ve zaten giremeyeceği Düş Odası'na başka insanları, trajedilerine acıdığı, eleştirdiği kişileri götürmeye devam etmesindeki teslimiyet yatar. Bu tema bir başka açıdan da önemlidir, Stalker aynı zamanda Tarkovski'nin kendisidir, hem sanatçı hem de bir mistik olarak, çünkü filmin baş karakteri, mistik öncüleri de temsil eder. 'Stalker'ın odağını maceraya ve serüvene katılan insanların dönüşümüne kaydırırsanız (yani ilk cümleyi temel alırsanız) , ortaya başka bir film çıkar. O filmde Stalker'ın karısı ve -asıl önemlisi- kızı yeralmaz, tersine onun rehberlik yaptığı iki kişinin yaşamlarının yolculuk öncesi ve sonrası döneminden kesitlerin verilmesi gerekir çünkü o film, o kişilerin dönüşümüyle işleyecektir.
Dolayısıyla bir cümle tekniğinin pratikteki yararı şudur: Buradaki gibi birbirine çok benzeyen iki (bazı hallerde daha fazla) yapıdan hangisini kurmak istediğinizi netleştirir, onun cümlesini belirler ve yazım boyunca dikkatinizi o cümleye odaklarsınız. Cümleyi kurduğunuz biçim, bakış açısı gibi başka yöntemleri de belirleyeceğinden sürece ağırlığını koyar ve daha önceki yazılarda bahsettiğimiz belirsizlikleri giderir.
kaynak::sinematek.org
arthur rimbaud
10.01.2005 - 18:53Sarhoş Gemi / Arthur Rimbaud
Duygusuz sularından inerken Nehirlerin
Gördüm değildim artık yönetiminde yedekçilerin:
Bağrışan Kızılderililer hedef yapmışlardı kendilerine,
Çırılçıplak çivileyerek onları alacalı direklere.
Hiç umurumda değildi tayfalar,
Ne Felemenk buğdayları veya ne de İngiliz pamukları taşıdığım.
Bu gürültüler de kesilince yedekçilerimle beraber,
Bıraktılar beni Nehirler gitmeye istediğim yere.
Gelgitlerin kudurmuş çalkantılarında, geçen kış,
Koştum! çocuk beyinlerinden daha sağır!
Ve yerlerinden ayrılıp kopmuş Yarımadalar
Rastgelmedi böylesine coşkulu bir patırdıya.
Denizde, uyanışlarımı kutsadı fırtına.
Kurbanlarının sonsuz yuvarlayıcıları denen
Dalgalar üzerinde ben,
Dansettim on gece bir mantardan daha hafif,
Özlemeden budala gözünü deniz fenerlerinin!
Çocukların bayıldığı mayhoş elmaların etinden
Daha tatlı olan yeşil su, işledi çam tekneme,
Savurarak her yere ne varsa çapa, dümen;
Yıkadı beni lekelerinden
Kusmukların ve mavi şarapların.
Ve o zaman, dalgın ve hayran,
Bazan, düşünceli bir ölünün indiği
O yeşil mavilikleri yutan Denizin,
Yıldızların parıldadığı sütbeyaz
Şiiri içinde yıkandım durdum.
Gündüzün parıltıları altında, birdenbire renklendirerek,
Mavilikleri, coşkuları ve ağır ses uyumlarını,
Alkolden daha güçlü, flütlerimizden daha engin,
Sevginin acı kızıllıkları mayalanır orada!
Şimşeklerle çatlıyan gökleri, kasırgaları,
Patlayan dalgaları ve akıntıları bilirim:
Ve akşamı, bir güvercin sürüsü gibi birden
Havalanan Şafağı bilirim ben,
Ve bazan, gördüm insanın gördüğünü sandığı şeyi!
Uzaklarda, kendi pancur titreşimlerini yuvarlayan dalgaları,
Çok eski dram oyuncuları gibi
Uzun mor ışık pıhtıları ile aydınlatan,
Gördüm, o gizemli korkularla lekeli
Alçakta asılı duran güneşi!
Gördüm ışıldayan karları ile yeşil gecenin düşünü,
Denizin gözlerine ağır ağır yükselen öpücüğü,
Özsuların işitilmedik dolaşımını,
Sarı ve mavi uyanışını şarkı söyleyen fosforların.
Azizelerin ışık saçan ayaklarının, açabileceğini düşünmeden
Soluğan Okyanusların burunsallıkla tıkalı burunlarını,
Azgın boğalar gibi ardından gittim aylarca
Kayalara saldıran dalganın!
Çiçeklere insan derili panter gözleri karıştıran
Bilir misiniz, inanılmaz Florida'lara gidip çarptım gövdemle!
Ve maviye çalan yeşil renkli sürüler için, denizlerin ufkuna gerilmiş
Dizginlerdi ebem kuşakları!
Sazlar arasında, koca bir Devin kokup çürüdüğü,
Mayalanan uğursuz geniş bataklıkları gördüm!
Durgun denizlerin ortasında açılıp yarılan suları,
Ve girdaplara çağıl çağıl dökülen uzaklıkları!
Buzulları, gümüş güneşleri, sedef renkli dalgaları, kor kor yanan gökleri!
Kapkara kokularla eğri ağaçlardan sarkarak düşen,
Böceklerin kemirdiği dev yılanların kaynaştığı,
Karanlık körfezlerin dibine, korkunç oturmalarını gemilerin!
Mavi dalganın bu kırmızı renkli balıklarını,
Bu altın balıkları, bu şakıyan balıkları
Göstermek isterdim çocuklara.
- Sürüklenirken koylardan engine,
Sallandım çiçekten köpüklerin beşiğinde
Ve zaman zaman kanat açtım anlatılmaz rüzgarlara.
Bazan, kutuplara ve kıtalara kanıksamış şehit düşmüş bir ölüydüm ben,
Hıçkırığı dalgamı yumuşatan deniz,
O sarı çekmenli gölge çiçeklerini sunardı bana
Ve diz çökmüş kadın misali kalakalırdım orada...
Bordalarımda kavgaları çalkandıran yarımada,
Ve sarışın gözleri ile yaygaracı kuşların pislikleri.
Ve ben, dolaşıyordum enginde tek başıma,
Çürük iplerimden geri geri,
Boğulmuş ölüler inerken uyumaya...
Ya da koyların saçları altında kaybolmuş,
Kuşları olmayan havaya fırlatılmış bir gemiydim fırtınada
Savaş gemileri ve Hanza kadırgaları
Benim suyla sarhoş cesedimi artık yeniden
Çekip çıkaramayacaklardı denizden.
Özgür, buğu buğu tüten ve mor sislerle örtülü,
İyi ozanlar için tatlı bir reçel olan
O güneş yosunlarını ve lacivert ağdaları taşıyan
Bir duvarı deler gibi deliyordum kızaran göğü.
Ufacık, ışıklı süsleri ile leke leke teknemle,
Koşuyordum yağız deniz atlarının eşliğinde,
Döverken kalın sopalarla temmuz güneşleri
Yakıcı hunileri ile deniz ötesi gökleri;
Mavi hareketsizlikleri sonsuza dek eğiren
Karanlık burgaçların ve azgın canavarların
Titriyordum duyarak uzak iniltilerini
Özlüyordum eski kaleleri ile Avrupa'yı!
Gördüm yıldız yıldız serpilmiş takım adalarını!
Ve çılgın gökleri gezgine açılmış adaları;
- Milyonlarca altın kuş, Ey Geleceğin Gücü!
Bu dipsiz gecelerde mi uyuyorsun sen,
Oraya mı sürgün ediyorsun kendini? -
Ama gerçekten çok ağladım ben! Şafaklar üzücü,
Aylar acımasız ve güneşler acı;
Buruk aşk, sarhoş edici uyuşukluklarla doldurdu ruhumu.
Ah! Omurgam çatlasın, Ah! denize gideyim!
Bir Avrupa suyunu özlüyorsam eğer,
Kokulu alacakaranlığına doğru akşamın,
Yere çömelmiş üzüntülerle dolu bir çocuğun,
Bir mayıs kelebeği denli dayanıksız bir gemiyi
Saldığı, soğuk ve kara
Bir su birikintisidir bu.
Sizin yorgunluklarınızda yıkandım, ey dalgalar,
Artık silemem izlerini pamuk yüklü gemilerin,
Delip geçemem gururunu bayrakların, flamaların,
Ne de bundan böyle yüzemem
Korkun gözleri altında dubalı köprülerin.
uğur yücel
10.01.2005 - 17:30ufak tefek onun can yoldaşı olan bi gemisi varmış....onunla balığa çıkıp tüm vaktini onla geçirirmiş denizin ortasında..sinema aşkı yüzünden yazı-tura filmi için gerekli maddi desteği bulamayınca kimseye dilenmeden hemen satıvermiş o gemiyi..ve filmin gişe hasılatından sonra şu açıklamayı yapmıştı, Antalya film festivalinde
'' biz de bu film de aynı Titanic gibi battık''
yazık olmuştu..film fena değildi,,,keşke iki hikaye tarzında çekmeseydi..
sadece Şeytan Rıdvan ın öyküsünü anlatsaydı...
uğur yücel
10.01.2005 - 17:22Uğur Yücel Filmleri
Yazı Tura (2004)
Toss up
Yönetmen, Senarist
Balalayka (2000)
Oyuncu
Azize (1998)
Müzik
Gemide (1998)
Müzik
Eşkıya (1996)
Oyuncu: Cumali rolünde
Muhsin Bey (1987)
Oyuncu
Fahriye Abla (1984)
Oyuncu
uğur polat
10.01.2005 - 17:20en son istanbul şahidim dir adlı dizide görmüştüm..yine bildikuğur polat tı. son filmi 2003 yapımı Bir Ömer K avur filmi olan Karşılaşmaydı
iyi bir aktördür kendisi,,tiyatronun tozunu yutmuş şahıslardan da denilebilir..
uğur polat
10.01.2005 - 17:171961 yılında İstanbul’da doğdu. 1978 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu’na katıldı. 1981' de İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde eğitim gördü. 16 yıldır Devlet Tiyatrosu’nda ve 30 tiyatro eserinde rol aldı. 1996 yılında İsmet Kuntay Tiyatro ödülünü aldı. Çevirdiği birçok sinema filmlerinde de ödüllere layık görüldü. Bunlardan bazıları; 'Salkım Hanım’ın Taneleri' ile Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu; 'Sis' sinema filmi ile 1999 yılında Ankara Film Festivali'nde Umut Veren Oyuncu ödülünü aldı.
uğur polat
10.01.2005 - 17:16Filmleri ve Yönetmenleri
Sis (Zülfü Livaneli)
Bütün Kapılar Kapalıydı (Memduh Ün)
Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri (İrfan Tözüm)
Bir Kadının Anatomisi (Yavuz Özkan)
Bir Erkeğin Anatomisi (Yavuz Özkan)
Suyun Öte Yanı (Tomris Giritlioğlu)
Salkım Hanımın Taneleri (Tomris Giritlioğlu)
TV Yapımları ve Yönetmenleri
Cahide (Ziya Öztan)
Kurtuluş (Ziya Öztan)
Yıldızlar Gece Büyür (Okan Uysaler)
Kördüğüm (Tomris Giritlioğlu)
Kimsecikler (Orhan Oğuz)
Sahte Dünyalar (Sadullah Celen)
Sıcak Saatler (Veli Çelik)
Yabancı Ortak Yapımlar
Zwei Schlitsoren in Antalya (ARD Televizyonu)
Almanya
Özgeçmiş
1979 Ankara Sanat Tiyatrosu. 1981 İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü. 1985 Adana Devlet Tiyatrosu. 1987 İstanbul Devlet Tiyatrosu.
Ödüller
1990 Ankara Film Festivali Umut Veren Oyuncu. 1996 İsmet Küntay Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu.
ferzan özpetek
10.01.2005 - 17:08kendisi türk olan ama italyada yaşıyan ve genellikle italyan oyuncularla çalışan bi yönetmenimizdir.
Hamam filminden sonraki filmlerini beğenmediğim ama gerçekten birşeyler yapmaya çalışan Mehmet Günsür gibi iyi oyuncuyu piyasaya sokan kişilik
ferzan özpetek
10.01.2005 - 17:05Ferzan Özpetek Filmleri
Karşı Pencere (2003)
La Finestra di Fronte
Yönetmen, Senarist
Cahil Periler (2001)
Le Fate Ignoranti
Yönetmen, Senarist
Harem Suare (1999)
Yönetmen, Senarist
Hamam (1997)
Hamam - Il Bagno Turco
Yönetmen, Senarist
Benicio Del Toro
10.01.2005 - 16:2921 gramda yardımcı erkek oyuncu rolündedir..filmde tanrıya ve isaya çok bağlı dindar bi oynarkaen birdenbire 3 kişiyi öldürmesi üzerine
hiçbişeye inamayan ve kendini cezalandırmaya çalışan bi admı oynamıştır..hali içler acısıydı..
nihilist
10.01.2005 - 16:18en iyi nihilist,, ölü nihilisttir! ! ! ! !
fatih akın
10.01.2005 - 16:11Almanya da işçi bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Fatih Akın Ferzan Özpetek ile bu manevi görevi yerine getirmeye davam ediyor..
ilk filmi Kısa ve Acısız la büyülemişti beni hakikaten...ondan sonra ise tv da izlediğim temmuz da geldi..ve yine harikaydı..
kendisine ne kadarçok türk tarantinosu dense de,kendi üslübunu yaratmayı başardı kanımca....ve herkesin de bildiği bol ödüllü olan Avrupa da yılın en iyi filmi seçilen Duvara Karşı geldi..ve herkes dönüp bakmaya başladı daha önceki filmlerine...örneğin kanal d hemen temmuz da yı yayınladı.ve önemi iyice kavrandı..
fatih akın ı en son Hırsız Var filminde oyuncu olarak izleyeceğiz..
bakalım nası olacak..yine de iyi düşünülmüş onu oynatmak
fatih akın
10.01.2005 - 16:01Hırsız Var! (2005)
Oyuncu
Duvara Karşı (2004)
Gegen Die Wand
Yönetmen, Senarist
Solino (2002)
Yönetmen
Temmuz'da (2000)
Im Juli
Yönetmen, Senarist
Kısa ve Acısız (1998)
Kurz Und Schmerzlos
Yönetmen, Senarist, Oyuncu: Neco rolünde
kurtlar vadisi
09.01.2005 - 18:48serdar akar çekiyor artık bu senenin başından beri diziyi...
hala anlayamadım onun nası bu diziyi çektiğine
yeşim ustaoğlu
09.01.2005 - 18:47son filmi bulutlatı beklerken,,çoğu amatör karadenizin yerlii halkıyla çekilmişş...eğer farklı bi konu ve muhteşem manzaraları görmekistiyorsanız
iyi bi seyirlik
yeşim ustaoğlu
09.01.2005 - 18:44Doğum Tarihi - 18 Kasım 1960 / Sarıkamış Kars
Elektronik Adresi - [email protected]
1966 / 1971 yılları arasında Trabzon 24 Şubat İlkokulunda okudu. 1971 / 1974 yılları arasında Trabzon Cumhuriyet Ortaokulu ve 1974 / 1977 yılları arasında Trabzon Lisesinde okudu. 1977 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümüne girdi. İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi, Restorasyon Bölümünde mastırını tamamladı. Bu sırada muhabir olarak çalıştı.
Çektiği ilk kısa metraj filmi 'Bir Anı Yakalamak' ile 1984 yılında İFSAK Kısa Film Yarışması'nda ödül alan Ustaoğlu, ikinci kısa filmi 'Magnafantagna' ile Oberhausen ve Chicago film festivallerine katıldı. 'Düet' 1991 yılında Yunus Nadi Kısa Film Yarışması'nda birincilik ödülü aldı. 1992 yılında Hotel isimli kısa filmi yönetti. Hotel, 14. Akdeniz Montpellier Festivali Büyük Ödülü alarak aynı yıl büyük ilgi topladı. 1994 yılında La Trace ve 1999 yılında Le Voyage au Soleil isimli kısa filmleri yönetti. 1995 yılında Montpellier Film Festivalinde en iyi görüntü ödülünü aldı.
1994 yılında yaptığı ilk uzun metraj filmi 'İz' ile 14. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde En İyi Türk Filmi Ödülü aldı. 'İz', Moskova ve Gotenburg gibi festivallerde de gösterildi.
YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI SİNEMA FİLMLERİ
İz - 1994
14. Uluslararası İstanbul Film Festivali, En İyi Film 1995
4. Köln Türk Filmleri Festivali'nde (Almanya) En İyi Film 1994
Bulutları Beklerken - 2003
Sundance Film Festivali, En İyi Senaryo Ödülü. 2003
YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI KISA FİLM ve BELGESELLER
Güneşe Yolculuk - 1999
Journey To The Sun - 1999
Voyage Vers Le Soleil - 1999
Mavi Melek ve Barış Ödülleri, Berlin Festivali 1999
Festróia - Tróia Uluslararası Film Festivali Jüri Özel Ödülü 1999
OCIC Ödülü - Özel Bölüm 1999
Jerusalem Film Festivali, In Spirit for Freedom Award Honorable Mention 1999
São Paulo Uluslararası Film Festivali, Jüri Özel Ödülü 1999
Valladolid Uluslararası Film Festivali, Jüri Özel Ödülü - 1999
18. Uluslararası İstanbul Film Festivali, En İyi Türk Filmi Ödülü 1999
18. Uluslararası İstanbul Film Festivali, En İyi Yönetmen Ödülü 1999
FIBRESCI... 1999
Hürriyet Gazetesi Halk Ödülü 1999
11. Uluslararası Ankara Film Festivali, En İyi Film Ödülü
11. Uluslararası Ankara Film Festivali, En İyi Yönetmen Ödülü
11. Uluslararası Ankara Film Festivali, En İyi Görüntü Ödülü
Newyork Film Festivali -1999
Berlin International Film Festival -1999
İstanbul International Film Festival -1999
La Rochelle Film Festival -1999
Karlovy Vary Film Festival -1999
Edinburgh International Film Festival -1999
Festival International des Films du Monde de Montréal -1999
Toronto Film Festival -1999
Festival International du Film de Flandre -1999
European Film Awards Berlin -1999
Sırtlarındaki Hayat - 2004
La Trace - 1994
Hotel - 1992
14. Montpelier Akdeniz Kısa Film Festivali'nde Büyük Ödül - 1992
Düet - 1991
Yunus Nadi Kısa Film Yarışması'nda En İyi Film - 1991
Magnafantagna - 1984
Oberhausen ve Chicago film festivallerine katıldı.
Bir Anı Yakalamak - 1984
İFSAK 6.Ulusal Kısa Film Festivali, Başarı Ödülü - 1985
İFSAK 6.Ulusal Kısa Film Festivali, Filma Ödülü - 1985
SENARYOSUNU YAZDIĞI FİLMLER
Güneşe Yolculuk - 1999
YAPIMCILIĞINI YAPTIĞI FİLMLER
Güneşe Yolculuk - 1999
JÜRİ ÜYELİKLERİ
59'uncu Uluslararası Venedik Film Festivali'nin uluslararası yarışma bölümü jürisinde görev yaptı.
val kilmer
09.01.2005 - 18:42en sevdiğim oyunculardandır kendisi
albert camus
09.01.2005 - 18:40albert camus,,ismet özel diye eskiden espiriler yapılırdı
plan
09.01.2005 - 18:38yok böle bişiiii! ! ! !
zeki demirkubuz
09.01.2005 - 18:31bu adam eğer avrupalı ya da amerikalı bi yönetmen ve senarist olsaydı(yani otör)) ..kesinlikle martin scorsece,,ridley scoot ya da bi david lynch gibi efsane bi yönetmen olurdu..ve neremizle taşıcamıza karar veremezdik açıksası.
çok büyük bi zeka,,çok iyi bi gözlem gücü,,
devam et zeki
kuzuların sessizliği
09.01.2005 - 18:09Yapım Yılı: 1991
Süre: 117 dk
Oyuncular
Jodie Foster
- Clarice Starling
Anthony Phillip Hopkins
- Dr. Hannibal Lecter
Scott Glenn
- Jack Crawford
Anthony Heald
- Dr. Frederick Chilton
Ted Levine
- Jame Gumb / Bufalo Bill
Yönetmen
Jonathan Demme
Senarist
Ted Tally
Yapımcı
Ronald M. Bozman
Edward Saxon
Kenneth Utt
Müzik
Howard Shore
Görüntü Yönetmeni
Tak Fujimoto
Roman
Thomas Harris
Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği)
Buffalo Bill, genç kadınları kaçırıp öldüren psikopat ruhlu bir katildir. FBI, kendi ajanları olan Clarice Starling'i bu psikopat katilin davranışlarının arkasında yatan psikolojik nedenlere dair ipucu bulması için görevlendirir. Clarice'in gideceği adres ise aklını yitirmiş ve hapisten kaçmaması için çok sıkı güvenlik tedbirleri altında tutulan Hannibal Lecter'dır.
Senaryo
09.01.2005 - 18:06SENARYO: GÖRSEL ANLATI
Sinemasal Anlatıda Senaryonun İşlevi
Anlatı Biçimleri ve Senaryonun Özellikleri
Sinopsis, Tretman, Dekupaj, Story-Board
SENARYONUN OLUŞTURULMASI
Anafikrin / Önermenin Belirlenmesi
Öykü, Olay Örgüsü ve Dramatik Yapı
Karakter Yaratma, Gelistirme
Çatışmanın Kurulması
SENARYO TEKNİKLERİ
Sürekli İlerleme Yasası
Düğüm Noktalarının Belirlenmesi
Diyalog Yazımı
Yerleştirme, Eksiltme, Yineleme
İzleyici Beklentilerinin Yönlendirilmesi
masumiyet
09.01.2005 - 17:50doğaçlamaya soğuk bakan, ve taner birsel'in itiraf filmiyle ilgili bir röportajına göre senaryodaki tek bir kelimenin değiştirilmesine bile izin vermeyen zeki demirkubuz'un izleyenini garip eden bir filmi. karakterler yaşadıklarıyla ve kişilikleriyle inanılmaz bir biçimde arabeskler, ama zeki demirkubuz'un mesafeli yaklaşımı arabeskliğin filme bulaşmasını engelliyor.
hikaye yusuf karakterinin gözünden anlatılıyor. film boyunca yusuf'un yanından hiç ayrılmadığımızdan ve hep o anki olaylara şahit olduğumuzdan diğer karakterlerin geçmişi hakkında bilgileri flashbackler veya dış sesler yerine o an yaşanan diyaloglardan öğreniyoruz. haluk bilginer'in bence türk sinema tarihinin en etkileyici oyunculuklarından birini sergilediği kır sahnesinde anlattığı hikayenin varoluş sebebi de bu (daha doğrusu sahnenin varoluş sebebi diyelim) . üstelik bu yöntemle o kadar garip etkiler yaratıyor ki yönetmen (sonradan itiraf'ta da çok ustaca kullanıyor bu hikaye-dedikodu yoluyla karakter yaratma yollarını) . mesela yusuf'un eniştesinin evine ilk ziyaretinde eniştenin depremden sonra anlattıklarıyla yusuf'un kır sahnesinde bekir (h. bilginer) 'e geveledikleri birleşince, gözümüze sokulmadan yusuf'un bütün bir hikayesi seriliyor gözümüzün önüne. veya haluk bilginer kırdaki konuşmayı yaptıktan sonra, otelde yusuf uğur'a masaj yaparken 'hapise girerken sevgilin var mıydı? ' diye sorduğunda uğur, bu sorunun uğur için ne tür bir acı ifade ettiği ağlamalı-sızlamalı bir sahneye ihtiyaç duymadan gösteriliyor. bize gösterilen insanların film zamanı içinde varolup biten insanlar olmaları yerine, filmin hali hazırda varolan bu insanların hayatının içine girip bize sadece ufak, seçilmiş bir parçayı gösterdiği izlenimi oluşuyor insanda.
üstelik demirkubuz bütün karakterlerinin geçmişleri konusunda sezdirdikleri ve verdikleri öyle şeyler ki, duyduktan sonra uzun uzadıya o hikayeleri düşünmeye, hayal etmeye başlıyor insan. hepsi de ayrı bir filme konu oluşturabilecek kadar ilginç zira. hep düşünürüm 'keşke bu hikayeleri alıp üçleme tarzında bir film çevirseymiş adam.' diye...
ismiyle ilintili olarak, 'masumiyetini kaybetmemek', hayat denen bok çukurundan tiksinip vazgeçmemek, uğraşmaya, savaşmaya devam etmekten bahsediyor film. finalindeki küçük 'sürpriziyle' bütün karakterlerinin yazgısını birbirine bağlanmasıyla, 'gariban' bir kadere mahkum olan yusuf'a 'masumiyetini kaybetme, denemekten vazgeçme' diyor bir şekilde.
yaydığı o garip, türk milletine has tevekkül duygusuyla her izlediğimde etkisinden kurtulamadığım, çok özel bir film, sanat eseri.
(caponsever
Derviş Zaim
09.01.2005 - 17:43ilk uzun metraj filimi 'tabutta roveşata' sı hayatta izlediğim en iy sendrom filmlerinden biriydi.gerek senaryosu gerek Ahmet Uğurlunun performansı müthişti..
yazık oldu yine 40-50 bin civarında izlendi..
derviş zaim filimleri türkiye ye en fazla ödül kazandıran filmler olmuştur hep....sonra ise 'filler oynaşırken olan çimlere olur ' diye bir küba atasözüyle,,türkiyenin içinde bulunduğu 'derin devlet' olgusunu yatırmıştır masaya..o da çok güzel olmuştur.
ama son filmi 'çamur' la biraz hayal kıraıklığına uğratmıştı beni..
ama hep iyi film çekme arzusuyla hareket ediyor derviş zaim.
yeni türk sineması akımının içinde yer alıp,, (ki bunlar,,serdar akar,derviş zaim,zeki demirkubuz,nuri bilge ceylan ve fatih akın dır) ..popülerliğe ödün vermeyişi ve kendi filimlerini yapması övgüyü hakerder durumdadır..
Toplam 672 mesaj bulundu