Sevdiğiniz insanları düşünüyorsunuz, ama daha derine inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz, siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz..!
2-) Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanların bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesidir..!
3-) Her güzel kadının olduğu yerde, birde onu düzmekten bıkmış zavallı bir erkek vardır
4-) Benim felsefe yöntemimi belirleyen temel özellik İNANMAMAKTIR..!
5-) Benim için para çok şey ifade etmez, yeter ki çalışmalarımı devam ettirmeye yetecek kadar param olsun..!
6-) KAYA GİBİ; Neysen o ol..!
7-) Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir
8-) Ölüm güç bir şeydir. Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır..!
9-) Kadın sevmek demek, yaşamdan nefret etmek demektir..!
10-) Ümit mi? Ümit en son kötülüktür..! Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır!
11-) Kutsal olan gerçekler değil, kişinin kendi gerçeği için çıktığı arayıştır..!
12-) İnsan ölümü nasıl karşılayacağına karar vermek zorundadır..!
13-) Kimin neyi bilmek istediğini kim belirleyebilir?
14-) Sürelere özgü zevkler herkes için geçerli değildir.
15-) Benim evim valizimdir.
16-) Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız, önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?
nietzsche
Aç, ayyaş ve yazar olmaya çalışan genç bir adamdım. Daha çok Los Angeles Halk Kütüphanesi'nde okurdum ve okuduklarım ne benimle, ne sokaklarla, ne de etrafımdaki insanlarla bağdaşıyordu. Herkes sözcük oyunları peşindeydi sanki, süslü cümleler kurup hiçbir şey söylemeyen yazarlar mükemmel addediliyordu. Yazıları beceri, kurnazlık ve biçim karışımıydı ve öğretiliyor, özümseniyor ve okunuyorlardı. Herkesin işine gelen bir tertiple, çok düz ve kurnaz bir Dünya Kültürü ile karşı karşıyaydık. Biraz kumar ve tutku bulabilmek için devrim öncesi Rus yazarlarına gitmek gerekiyordu. İstisnalar vardı, ama sayıları o kadar azdı ki bir süre sonra onlar da tükeniyor, kendini raflar dolusu can sıkıcı kitaba bularken buluyordun. Geçmiş yüzyılların edebiyatına ve bütün olanaklarına rağmen çağdaş yazarlar iyi değillerdi.
Raflardan çekip göz attıktan sonra yerine koyduğum kitapların sayısı bini geçer. Neden kimse bir şey söylemiyordu. Neden kimse haykırmıyordu?
Kütüphanenin başka odalarını da denedim. Din kitaplarının bulunduğu oda devasa bir bataklıktı-benim için. Felsefeye girdim. Beni bir süre için neşelendiren iki sert Alman buldum, sonra o da bitti. Matematik denedim ama yüksek matematik dinden farksızdı; üstümden kayıp gidiyordu. Aradığım mevcut değildi sanki. Jeoloji denedim; bir süre ilgimi çekti ama çok sürmedi. Cerrahi üstüne bir kaç kitap buldum, sevdim; sözcükler yeni, çizimler harikuladeydiler. Orta kolon ameliyatını özellikle sevmiş, ezberlemiştim.
Sonra cerrahiden de sıkılıp romancı ve öykücülerin bulunduğu büyük odaya döndüm. (Yeterince ucuz şarabım varsa kütüphaneye gitmezdim. Kütüphane içecek ve yiyecek bir şeyin olmadığı ve ev sahibesinin kira yüzünden peşinde olduğu zamanlarda gidilecek yerdi. Kütüphanede tuvalet ihtiyaçlarını görebiliyordun hiç olmazsa.) Kitapların üstünde kestiren berduşlar eksik olmazdı kütüphanede.
Büyük odada gezinmeye, raflardan aldığım kitaplardan bir kaç satır ya da bir kaç sayfa okumaya devam etti.
Derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. Bir kaç paragraf okudum. Sonra çöplükte altın bulmuş gibi kitabı masaya götürdüm. Cümleler sayfada yuvarlanıyorlardı, kayıyorlardı. Her cümlenin kendine özgü enerjisi vardı. Cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu; sayfaya oyulmuşlardı sanki. Duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda. Mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla içiçe geçmişti. O kitabın ilk sayfaları benim için çılgın bir mucizeydi.
Kütüphane kartım vardı. Kitabı alıp odama götürdüm, yatağıma uzandım, okumaya başladım ve çok geçmeden farklı bir üslup geliştirmiş biri ile karşı karşıya olduğumu biliyordum. Kitabın adı 'Toza Sor' yazarı ise John Fante'ydi. Fante'nin yazarlığıma ömür boyu sürecek bir etkisi olacaktı. Toza Sor'u bitirdim ve kütüphaneye gidip diğer kitaplarını aradım. İki tane buldum; Dago Kırmızı ve Bahara Dek Bekle, Bandini. Aynı üslupla yazılmışlardı; kolayca ve yürekten.
Evet Fante beni çok etkiledi. O kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım. Benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik. Bazen ona, 'Bana orospu çocuğu deme! Bandini'yim ben, Arturo Bandini! ' diye bağırırdım.
Fante benim Tanrı'mdı ve Tanrı'ların rahatsız edilmeyeceğini, kapılarının çalınmayacağını biliyordum. Ama Angel's Flight'ın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını düşlemeyi severdim. Hemen her gün oradan geçerdim. Camilla'nın tırmandığı pencere bu muydu? Lobi bu mu? Hiçbir zaman emin olamadım.
39 yıl sonra Toza Sor'u bir daha okudum. Fante'nin bütün kitapları bugün de tazeliğini koruyor. Ama benim favorim, Toza Sor, çünkü sihiri keşfettiğim ilk kitaptı. Dago Kırmızı ve Bahara Dek Bekle Bandini'den başka kitapları da var Fante'nin. Hayat Dolu ve Üzümün Kardeşliği. Şu anda Fante Bunker Hill Düşü adlı yeni bir roman yazıyor.
Fante'nin nihayet bu sene, çok farklı koşullarda tanıdım. Fante'nin öyküsü bu kadarla kalmıyor. Şanssızlık, bahtsızlık ve ender bulunan bir cesaretin öyküsüdür onunki. Bir gün anlatılacaktır, ama burada anlatmamı istemediğini hissediyorum. Ama şu kadarını söyleyeyim; sözü nasıl yazdıysa hayatı da öyle yaşadı; güçlü, iyi, yürekten.
Oyunculuk herkesin hayatının içinde olan ve hiç de esrarengiz bir yanı bulunmayan becerilerdendir; annesinin dikkatini çekmek için nasıl davranması gerektiğini hemen keşfeden tay tay duran çocuk olsun, karı-koca arasında bin bir çeşit dolap ve oyunun döndüğü bir evlilik ilişkisi içindeki kadın veya erkek olsun, herkes bir şekilde rol yapar. Politikacılar bunun en canlı örneğidir, fakat onlar kötü oyunculardır. Rol yapmadan hayatta kalmayı başarmış birinin olabileceğini düşünmek olanaksızdır. Bu zorunlu bir toplumsal mekanizmadır: Çıkarlarımızı korumak ve hayatımızın her safhasında avantajlı bir konum elde etmek için rol yaparız. Bu iç güdüsel bir şey, hepimizde mevcut olan bir beceridir. Birinden bir şey isteyeceğimiz zaman veya bir şeyler gizlemek ya da birine falanca şekilde davranmak istediğimizde rol yaparız. Çoğu insan bunu gün boyunca yapar.
Birinin bizden beklediği bir duyguyu hissetmiyor, fakat aynı zamanda onu kırmak istemiyorsak, bizden beklediğini düşündüğümüz duyguyu oynarız; bizi ne kadar sıksa da birinin projesini hararetle överiz. Bazıları duygularımızı inciten sözler söylese de incindiğimizi onlara belli etmeyiz. İnsanların günlük hayatlarında yaptıkları rollerle, oyuncuların yaptıkları rol arasındaki fark, birincisinde insanların bunu bilinçsizce ve otomatik olarak yapmaları, tiyatro ve sinema oyuncularının ise bir hikayeyi anlatmak için yapmalarıdır. Aslında bir çok oyuncu en iyi performansını kamera durduktan sonra gösterir...
tiyatro sahnesinin tozunu yutmuş olan bilginerin sadece yurtiçinde deil ingilterede de büyük bi hayran kitlesi var..çünkü uzun yıllar orda da perde açtı...aynı zamanda bahçeşehir üniversitesinde lisans üstü oyunculuk dersleri de vermekte 2004 eylül başından beri..
özellikle masumiyetteki oyunculuğu olağanüstüdür..beyinlere kazınmıştır...vs vs
Aslında bu filmi şöyle anlatmalıyım.Ahmet Hakan dan yola çıkarak...
yavuz turgul yıllardan beri tüm filmlerinde bize,bişeyi anlatmaya çalıştı parça parça..muhsin bey de yozlaşan müziğin karşısında duran bir müzik aşikarını...aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeninde bir zamanların en ünlü yönetmeninin,hep aşk filmi çekmiş olan bi yönetmenin zorluklar yüzünden zar zor bi yapımcıyı kandırıp başka tür bi film çeken adamı.ve dolayısıyla çırpınışlarını...gölge oyunlarında,,eski kültürümüzde yer alan gazino meddahlarını,,,eşkiya da 30 senesi hapislerde geçmiş olan bi eski zaman eşkıyasını,,ve eşkıyalığın artık şehre indiğini...
ve en son gönül yarasında,,,hayatını öğrencilerine vermiş olan,ilden ile sürülen, fişlenen,,biraz solcu,biraz nazım hikmet seven,hep hayallerinin peşinden koşmaya çalışan ve koşan bi adamın hikayesini.bu filmde bu bütünün en son parçası oldu..yönetmen üsluplarından biri de budur işte..
yoksa bi adam niye 8 yıl bekler..iyi bi yönetmen özellikle....
kült olmuş bi film.3-4 defa izledim.müziğiyle,kurgusuyla,göndermeleriyle,karakterleriyle tamamıyla bi yönetmen filmi işte..bi yönetmen oyuncularına bu kadar sahip çıkar mı?
şehir insanın yalnızlığı çok iyi anlatılmış,mizansenler ve diyalaglar kesinlikle yerinde ve emanet durmuyo....hiç sıkılmadan izleyebileceğiniz bi 2 saat aslında..
ayrıca jodie foster in sinemadaki ilk yılları ve gerçekten çok başarılı..
robert de niro nun da gençlik yıllarının da gerçekten çok başka bi karizması var....bi militan görüntüsü bu kadar yerinde gözükür...
çok iyi film çok iyi..
Oyuncular
Robert De Niro
- Travis Bickle
Cybill Shepherd
- Betsy
Peter Boyle
- Wizard
Jodie Foster
- Iris Steensma
Harvey Keitel
- Matthew
Yönetmen
Martin Scorsese
Senarist
Paul Schrader
26 yaşındaki Vietnem gazisi Travis Bickle, New York sokaklarında taksi şoförü olarak çalışmaktadır. Burada zor şartlar altında yaşayan birçok insanla karşılaşır. Bunlardan biri de küçük yaşta fahişelik yapan Iris'tir. Bickle, Iris'i bu işlerden uzaklaştırmaya ve onun ailesinin yanına dönerek okuluna gitmesine yardımcı olmak ister.
2001: David di Donatello Ödülü, Special David
1998: National Board of Review, Billy Wilder Ödülü
1995: Venedik Film Festivali, Career Altın Aslan Ödülü
1995: American Society of Cinematographers, Board of the Governors Ödülü
1994: Bodil En İyi Amerikan Filmi, The Age of Innocence / Masumiyet Yaşı
1993: Gotham Ödülü, Yaşamboyu Başarı Ödülü
1993: National Board of Review, En İyi Yonetmen, The Age of Innocence / Masumiyet Yaşı
1991: Bodil En İyi Amerikan Filmi, Goodfellas
1991: Boston Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1991: BAFTA Film Ödülü En İyi Adapted Screenplay, En İyi Yönetmen, En İyi Film, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1991: Chicago Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, En İyi Screenplay, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1991: Independent Spirit, En İyi Film Ödülü, The Grifters
1991: National Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1990: Los Angeles Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1990: New York Film Eleştirmenleri Derneği Ödülü, En İyi Yonetmen, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1990: Venedik Film Festivali, Gümüş Aslan, En İyi Yonetmen, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1986: Cannes Film Festivali, En İyi Yonetmen, After Hours
1981: National Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Raging Bull / Kızgın Boğa
1976: Cannes Film Festivali, Altın Palmiye, Taxi Driver / Taxi Şoförü
1977: National Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Taxi Driver / Taxi Şoförü
the doors diye bi mekan varmış heralde...bi gün fazla kalabalıktan yerle bir olacak o mekan..iki üniversite var tabi bu güzel ilim şehrimizde,,nası yetsin...
The Blues’ CNBC-e ekranlarında
Yapımcılığını Martin Scorsese’nin, rejisini ise yedi usta yönetmenin üstlendiği ‘Martin Scorsese presents: The Blues’ (2003) filmi, yedi hafta boyunca her çarşamba saat 22.00’de CNBC-e’de ‘Ustalara Saygı’ kuşağında yayınlanıyor.
“Blues müziğine her zaman yakınlık duymuşumdur. Müzik aracılığıyla öykü anlatma kültürü bana her zaman inanılmaz derecede büyüleyici ve çekici gelmiştir. Blues muazzam bir duygusal titreşime sahiptir ve Amerikan popüler müziğinin de temelidir.” [Martin Scorsese]
Lee: Bu devirde büyük bir yıldızınız olmadan bir stüdyo filmi yapmak mümkün değil.
Scorsese: Evet. Eğer filminizin bütçesi belirli bir noktadan yukarı çıkarsa, buna ancak filmde bir yıldızınız olursa izin verirler. Bir sonraki filmim Leonardo Di Caprio'nun oynayacağı Gangs Of New York filmi olacak. Bu çok büyük bir film olacak ve bunu sağlamak için de elinizde büyük isimler olması ve insanların gelip filmi izlemesini sağlamanız gerekiyor. Bu açıdan bakınca filmde büyük isimler olması çok doğal.
Lee: Aslında bu açıdan kendimi çok şanslı görüyorum. Hatta kendimi her zaman bağımsız bir yönetmen olarak gördüğümü söyleyebilirim. Bana her zaman şöyle derler: 'Spike sana çok fazla para veremeyiz. Onun için yapacağın şeyi elindekiyle yap.'
Scorsese: Evet aynen öyle.
Lee: Eski Universal Stüdyosu Şefi Sydney Pollack, bana şöyle demişti: 'Spike, sana 'Do The Right Thing' filmini çekmen için 6 milyon dolar veriyorum. Bir kuruş fazla daha olmaz. Ama istediğin filmi yapmakta serbestsin.'
Scorsese: Benim için de aynı şey, 7 milyon dolara çektiğim 'The Last Temptation of Christ' filmi için geçerliydi.
Lee: Aslında bu iyi bir anlaşma gibi gözüküyor. Ama şu anda ortalama bir Hollywood filminin bütçesi 50 milyon dolara ulaşmış durumda. 'Summer of Sam'i (Lee'nin son filmi) 23 milyon dolara çektim.
Scorsese: Gerçekten mi?
Lee: Ben yine de iyimserim. Şimdiye kadar isteyip de yapamadığım tek film Jackie Robinson oldu. Aslında şu anda pekçok açıdan çok ilginç bir süreçten geçiyoruz. Demek istediğim sadece sinema alanında değil. Yeni bir milenyumdayız ve sanat, eğlence herşey değişiyor.
Scorsese: Sanırım ben daha yaşlı olduğum için zamanı yakalayamıyorum ve bu da aslında korkutucu. Belki de hızla ilerleyen teknoloji ve endüstiyel gelişim bize kendimizi ve kim olduğumuzu unutturuyor. Kendimi günümüzün dünyası ile bağı kopmuş gibi görüyorum. Bir bilgisayar kullanmasını bilmiyorum! Sanırım bu yüzden yaptığım filmler hep geçmiş zamanlarda geçiyor. Kundun, Casino, Age Of Innocence... Bunlar hep şu anda varolmayan bir dünyada geçen filmler.
Lee: Martin, sen filmlerin hakkında yazılan tüm eleştirileri mi yoksa sadece saygı duyduğun kişilerininkileri mi okuyorsun?
Scorsese: Hayır. Neredeyse hepsini okuyorum. Kötüleri bile. Onları saklıyorum ve kötü olanlar yıllarca aklıma takılıyor ve oradan gitmiyor. Bazen bir noktaya gelip şunu söylemek istiyorum 'Hey, kusura bakmayın. Elimden gelenin en iyisi bu.' Ben hiç Oscar kazanmadım ve belki de tüm bunların üzerine tuz biber ekmemesi açısından, bu olabilecek en iyi şey.
Lee: Peki sana bir soru sormama izin ver. Gece evinde otururken TV'de bir anda 'Ordinary People' filmi başlıyor. O anda televizyonu tutup da kırmak.. (Her ikisi de gülüyor: Scorsese'nin 1980 yılında en iyi yönetmen dalında Raging Bull (Kızgın Boğa) filmiyle aday olduğu Oscar'ı, Ordinary People filmiyle ilk kez yönetmenlik yapan Robert Redford kazanmıştı.
Scorsese: Hayır.. Hayır..
Sana şunu söyleyeyim. Böyle bir olayı ben 1989 yılında 'Do The Right Thing' filmi ile yaşadım. Olaydan sonra kendi kendime 'Tamam, artık yeter bırakıyorum' dedim. (Gülüyorlar: 1989 da 'Driving Miss Daisy' filmi Lee'nin Do The Right Thing'inin de bulunduğu adaylar arasında en iyi film Oscar'ını kazanmıştı.)
Scorsese: Bu konuda elinden birşey gelmez.
Lee: Ayrıca şunu da söyleyeyim. Bu Robert Redford'a saygısızlık anlamına gelmesin çünkü bunun onunla hiçbir ilgisi yok.
Scorsese: Tabii biliyorum. O sadece bir film çekti ve çok da iyi bir iş yaptı. Ayrıca çok akıcı bir film.
Lee: Hatta daha sonraları birlikte de çalıştınız değil mi?
Scorsese: Tabii hem de birkaç kez birlikte çalıştık.
Konuyu değiştireyim. Şu anda sinema endüstirisini 12 yaşındakiler ele geçirmiş durumda. Bir züppe gibi konuşmak istemiyorum ama American Pie filmine bir bakın. Bir pastaya penis sokmak - Buna film mi diyorlar? Bunun siyahlar için olan versiyonu Deep Dish American Pie olabilir. (Gülüyorlar) Evet ben de bu filmi çekebilirim.
friedrich wilhelm nietzsche
13.01.2005 - 19:29Sevdiğiniz insanları düşünüyorsunuz, ama daha derine inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz, siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz..!
2-) Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanların bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesidir..!
3-) Her güzel kadının olduğu yerde, birde onu düzmekten bıkmış zavallı bir erkek vardır
4-) Benim felsefe yöntemimi belirleyen temel özellik İNANMAMAKTIR..!
5-) Benim için para çok şey ifade etmez, yeter ki çalışmalarımı devam ettirmeye yetecek kadar param olsun..!
6-) KAYA GİBİ; Neysen o ol..!
7-) Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir
8-) Ölüm güç bir şeydir. Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır..!
9-) Kadın sevmek demek, yaşamdan nefret etmek demektir..!
10-) Ümit mi? Ümit en son kötülüktür..! Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır!
11-) Kutsal olan gerçekler değil, kişinin kendi gerçeği için çıktığı arayıştır..!
12-) İnsan ölümü nasıl karşılayacağına karar vermek zorundadır..!
13-) Kimin neyi bilmek istediğini kim belirleyebilir?
14-) Sürelere özgü zevkler herkes için geçerli değildir.
15-) Benim evim valizimdir.
16-) Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız, önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?
nietzsche
john fante
13.01.2005 - 19:10John Fante Hakkında / Charles Bukowski
Aç, ayyaş ve yazar olmaya çalışan genç bir adamdım. Daha çok Los Angeles Halk Kütüphanesi'nde okurdum ve okuduklarım ne benimle, ne sokaklarla, ne de etrafımdaki insanlarla bağdaşıyordu. Herkes sözcük oyunları peşindeydi sanki, süslü cümleler kurup hiçbir şey söylemeyen yazarlar mükemmel addediliyordu. Yazıları beceri, kurnazlık ve biçim karışımıydı ve öğretiliyor, özümseniyor ve okunuyorlardı. Herkesin işine gelen bir tertiple, çok düz ve kurnaz bir Dünya Kültürü ile karşı karşıyaydık. Biraz kumar ve tutku bulabilmek için devrim öncesi Rus yazarlarına gitmek gerekiyordu. İstisnalar vardı, ama sayıları o kadar azdı ki bir süre sonra onlar da tükeniyor, kendini raflar dolusu can sıkıcı kitaba bularken buluyordun. Geçmiş yüzyılların edebiyatına ve bütün olanaklarına rağmen çağdaş yazarlar iyi değillerdi.
Raflardan çekip göz attıktan sonra yerine koyduğum kitapların sayısı bini geçer. Neden kimse bir şey söylemiyordu. Neden kimse haykırmıyordu?
Kütüphanenin başka odalarını da denedim. Din kitaplarının bulunduğu oda devasa bir bataklıktı-benim için. Felsefeye girdim. Beni bir süre için neşelendiren iki sert Alman buldum, sonra o da bitti. Matematik denedim ama yüksek matematik dinden farksızdı; üstümden kayıp gidiyordu. Aradığım mevcut değildi sanki. Jeoloji denedim; bir süre ilgimi çekti ama çok sürmedi. Cerrahi üstüne bir kaç kitap buldum, sevdim; sözcükler yeni, çizimler harikuladeydiler. Orta kolon ameliyatını özellikle sevmiş, ezberlemiştim.
Sonra cerrahiden de sıkılıp romancı ve öykücülerin bulunduğu büyük odaya döndüm. (Yeterince ucuz şarabım varsa kütüphaneye gitmezdim. Kütüphane içecek ve yiyecek bir şeyin olmadığı ve ev sahibesinin kira yüzünden peşinde olduğu zamanlarda gidilecek yerdi. Kütüphanede tuvalet ihtiyaçlarını görebiliyordun hiç olmazsa.) Kitapların üstünde kestiren berduşlar eksik olmazdı kütüphanede.
Büyük odada gezinmeye, raflardan aldığım kitaplardan bir kaç satır ya da bir kaç sayfa okumaya devam etti.
Derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. Bir kaç paragraf okudum. Sonra çöplükte altın bulmuş gibi kitabı masaya götürdüm. Cümleler sayfada yuvarlanıyorlardı, kayıyorlardı. Her cümlenin kendine özgü enerjisi vardı. Cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu; sayfaya oyulmuşlardı sanki. Duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda. Mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla içiçe geçmişti. O kitabın ilk sayfaları benim için çılgın bir mucizeydi.
Kütüphane kartım vardı. Kitabı alıp odama götürdüm, yatağıma uzandım, okumaya başladım ve çok geçmeden farklı bir üslup geliştirmiş biri ile karşı karşıya olduğumu biliyordum. Kitabın adı 'Toza Sor' yazarı ise John Fante'ydi. Fante'nin yazarlığıma ömür boyu sürecek bir etkisi olacaktı. Toza Sor'u bitirdim ve kütüphaneye gidip diğer kitaplarını aradım. İki tane buldum; Dago Kırmızı ve Bahara Dek Bekle, Bandini. Aynı üslupla yazılmışlardı; kolayca ve yürekten.
Evet Fante beni çok etkiledi. O kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım. Benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik. Bazen ona, 'Bana orospu çocuğu deme! Bandini'yim ben, Arturo Bandini! ' diye bağırırdım.
Fante benim Tanrı'mdı ve Tanrı'ların rahatsız edilmeyeceğini, kapılarının çalınmayacağını biliyordum. Ama Angel's Flight'ın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını düşlemeyi severdim. Hemen her gün oradan geçerdim. Camilla'nın tırmandığı pencere bu muydu? Lobi bu mu? Hiçbir zaman emin olamadım.
39 yıl sonra Toza Sor'u bir daha okudum. Fante'nin bütün kitapları bugün de tazeliğini koruyor. Ama benim favorim, Toza Sor, çünkü sihiri keşfettiğim ilk kitaptı. Dago Kırmızı ve Bahara Dek Bekle Bandini'den başka kitapları da var Fante'nin. Hayat Dolu ve Üzümün Kardeşliği. Şu anda Fante Bunker Hill Düşü adlı yeni bir roman yazıyor.
Fante'nin nihayet bu sene, çok farklı koşullarda tanıdım. Fante'nin öyküsü bu kadarla kalmıyor. Şanssızlık, bahtsızlık ve ender bulunan bir cesaretin öyküsüdür onunki. Bir gün anlatılacaktır, ama burada anlatmamı istemediğini hissediyorum. Ama şu kadarını söyleyeyim; sözü nasıl yazdıysa hayatı da öyle yaşadı; güçlü, iyi, yürekten.
Yeter şimdi kitap sizin.
Charles Bukowski
6.5.1979
Oyunculuk
13.01.2005 - 15:37Oyunculuk herkesin hayatının içinde olan ve hiç de esrarengiz bir yanı bulunmayan becerilerdendir; annesinin dikkatini çekmek için nasıl davranması gerektiğini hemen keşfeden tay tay duran çocuk olsun, karı-koca arasında bin bir çeşit dolap ve oyunun döndüğü bir evlilik ilişkisi içindeki kadın veya erkek olsun, herkes bir şekilde rol yapar. Politikacılar bunun en canlı örneğidir, fakat onlar kötü oyunculardır. Rol yapmadan hayatta kalmayı başarmış birinin olabileceğini düşünmek olanaksızdır. Bu zorunlu bir toplumsal mekanizmadır: Çıkarlarımızı korumak ve hayatımızın her safhasında avantajlı bir konum elde etmek için rol yaparız. Bu iç güdüsel bir şey, hepimizde mevcut olan bir beceridir. Birinden bir şey isteyeceğimiz zaman veya bir şeyler gizlemek ya da birine falanca şekilde davranmak istediğimizde rol yaparız. Çoğu insan bunu gün boyunca yapar.
Birinin bizden beklediği bir duyguyu hissetmiyor, fakat aynı zamanda onu kırmak istemiyorsak, bizden beklediğini düşündüğümüz duyguyu oynarız; bizi ne kadar sıksa da birinin projesini hararetle överiz. Bazıları duygularımızı inciten sözler söylese de incindiğimizi onlara belli etmeyiz. İnsanların günlük hayatlarında yaptıkları rollerle, oyuncuların yaptıkları rol arasındaki fark, birincisinde insanların bunu bilinçsizce ve otomatik olarak yapmaları, tiyatro ve sinema oyuncularının ise bir hikayeyi anlatmak için yapmalarıdır. Aslında bir çok oyuncu en iyi performansını kamera durduktan sonra gösterir...
(Annemim Öğrettiği Şarkılar, 88-89)
MARLON BRANDO
mekke
13.01.2005 - 15:32içiinde bar olmadığına kesinlikle inandığım bir şehirrr....
sanem
13.01.2005 - 15:31mekke ya da medinenin bilmem neresindeki bir put un adıymış...
ve bu ismin konulması günahmış...
5 harf ten bir günah....
güzel doğrusu...
kitap
13.01.2005 - 15:06bunda sonra yapacağım tek iş içi boş olan kitaplar bulmak ve okumaktır
lev nikolaevich tolstoy
13.01.2005 - 15:05hiç hazetmediğim yazarlardandır kendisi....tabi mübtelası olan sembolcu arkadaşlar okuyorlar güzel güzel...
intihar
12.01.2005 - 20:26İntihar kompleksin varsa hiçbir şey seni rahatsız etmez…
favori şarkılarım
12.01.2005 - 20:11bohemian rhapsody
Gölge
12.01.2005 - 20:10ankara,istanbul ve antalyada şubesi olan bi rockımsı bar...
sosyalizm
12.01.2005 - 20:05aitlik duygusu yaratan bi olgulardan birisidir kendisi....ihanet etmiştir herkese..en klişe tabirle...
Haluk Bilginer
12.01.2005 - 20:02tiyatro sahnesinin tozunu yutmuş olan bilginerin sadece yurtiçinde deil ingilterede de büyük bi hayran kitlesi var..çünkü uzun yıllar orda da perde açtı...aynı zamanda bahçeşehir üniversitesinde lisans üstü oyunculuk dersleri de vermekte 2004 eylül başından beri..
özellikle masumiyetteki oyunculuğu olağanüstüdür..beyinlere kazınmıştır...vs vs
Filler ve Çimen
12.01.2005 - 19:58bildik mafya falan fistan gibi şeyleri çok iyi kurgulayan,,
ve haluk bilginerin sanem çeliğin ve ali sürmelinin çok iyi oynadığı
güzel film...
fotoğraf
12.01.2005 - 19:55'''ben hayatı fotoğraflarım''' chinaski....
üç şey
12.01.2005 - 19:36sigara
ben
ve hiiçbişeylerim
yavuz turgul
12.01.2005 - 18:58Aslında bu filmi şöyle anlatmalıyım.Ahmet Hakan dan yola çıkarak...
yavuz turgul yıllardan beri tüm filmlerinde bize,bişeyi anlatmaya çalıştı parça parça..muhsin bey de yozlaşan müziğin karşısında duran bir müzik aşikarını...aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeninde bir zamanların en ünlü yönetmeninin,hep aşk filmi çekmiş olan bi yönetmenin zorluklar yüzünden zar zor bi yapımcıyı kandırıp başka tür bi film çeken adamı.ve dolayısıyla çırpınışlarını...gölge oyunlarında,,eski kültürümüzde yer alan gazino meddahlarını,,,eşkiya da 30 senesi hapislerde geçmiş olan bi eski zaman eşkıyasını,,ve eşkıyalığın artık şehre indiğini...
ve en son gönül yarasında,,,hayatını öğrencilerine vermiş olan,ilden ile sürülen, fişlenen,,biraz solcu,biraz nazım hikmet seven,hep hayallerinin peşinden koşmaya çalışan ve koşan bi adamın hikayesini.bu filmde bu bütünün en son parçası oldu..yönetmen üsluplarından biri de budur işte..
yoksa bi adam niye 8 yıl bekler..iyi bi yönetmen özellikle....
Taxi Driver
12.01.2005 - 18:45kült olmuş bi film.3-4 defa izledim.müziğiyle,kurgusuyla,göndermeleriyle,karakterleriyle tamamıyla bi yönetmen filmi işte..bi yönetmen oyuncularına bu kadar sahip çıkar mı?
şehir insanın yalnızlığı çok iyi anlatılmış,mizansenler ve diyalaglar kesinlikle yerinde ve emanet durmuyo....hiç sıkılmadan izleyebileceğiniz bi 2 saat aslında..
ayrıca jodie foster in sinemadaki ilk yılları ve gerçekten çok başarılı..
robert de niro nun da gençlik yıllarının da gerçekten çok başka bi karizması var....bi militan görüntüsü bu kadar yerinde gözükür...
çok iyi film çok iyi..
Taxi Driver
12.01.2005 - 18:36Yapım Yılı: 1976
Süre: 113 dk
Oyuncular
Robert De Niro
- Travis Bickle
Cybill Shepherd
- Betsy
Peter Boyle
- Wizard
Jodie Foster
- Iris Steensma
Harvey Keitel
- Matthew
Yönetmen
Martin Scorsese
Senarist
Paul Schrader
26 yaşındaki Vietnem gazisi Travis Bickle, New York sokaklarında taksi şoförü olarak çalışmaktadır. Burada zor şartlar altında yaşayan birçok insanla karşılaşır. Bunlardan biri de küçük yaşta fahişelik yapan Iris'tir. Bickle, Iris'i bu işlerden uzaklaştırmaya ve onun ailesinin yanına dönerek okuluna gitmesine yardımcı olmak ister.
Martin Scorsese
12.01.2005 - 18:342001: David di Donatello Ödülü, Special David
1998: National Board of Review, Billy Wilder Ödülü
1995: Venedik Film Festivali, Career Altın Aslan Ödülü
1995: American Society of Cinematographers, Board of the Governors Ödülü
1994: Bodil En İyi Amerikan Filmi, The Age of Innocence / Masumiyet Yaşı
1993: Gotham Ödülü, Yaşamboyu Başarı Ödülü
1993: National Board of Review, En İyi Yonetmen, The Age of Innocence / Masumiyet Yaşı
1991: Bodil En İyi Amerikan Filmi, Goodfellas
1991: Boston Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1991: BAFTA Film Ödülü En İyi Adapted Screenplay, En İyi Yönetmen, En İyi Film, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1991: Chicago Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, En İyi Screenplay, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1991: Independent Spirit, En İyi Film Ödülü, The Grifters
1991: National Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1990: Los Angeles Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1990: New York Film Eleştirmenleri Derneği Ödülü, En İyi Yonetmen, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1990: Venedik Film Festivali, Gümüş Aslan, En İyi Yonetmen, Goodfellas / Sıkı Dostlar
1986: Cannes Film Festivali, En İyi Yonetmen, After Hours
1981: National Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Raging Bull / Kızgın Boğa
1976: Cannes Film Festivali, Altın Palmiye, Taxi Driver / Taxi Şoförü
1977: National Film Eleştirmenleri Derneği, En İyi Yonetmen Ödülü, Taxi Driver / Taxi Şoförü
atakule
12.01.2005 - 18:28bi aralar benim evden gözüyodu pencereden bakınca..sonraları inşaat yaptılar falan gözükmez oldu en nihayetinde..
ankaranın simgesiymiş bi nevi..
eskişehir
12.01.2005 - 12:38the doors diye bi mekan varmış heralde...bi gün fazla kalabalıktan yerle bir olacak o mekan..iki üniversite var tabi bu güzel ilim şehrimizde,,nası yetsin...
Martin Scorsese
12.01.2005 - 12:31The Blues’ CNBC-e ekranlarında
Yapımcılığını Martin Scorsese’nin, rejisini ise yedi usta yönetmenin üstlendiği ‘Martin Scorsese presents: The Blues’ (2003) filmi, yedi hafta boyunca her çarşamba saat 22.00’de CNBC-e’de ‘Ustalara Saygı’ kuşağında yayınlanıyor.
blues
12.01.2005 - 12:31“Blues müziğine her zaman yakınlık duymuşumdur. Müzik aracılığıyla öykü anlatma kültürü bana her zaman inanılmaz derecede büyüleyici ve çekici gelmiştir. Blues muazzam bir duygusal titreşime sahiptir ve Amerikan popüler müziğinin de temelidir.” [Martin Scorsese]
Martin Scorsese
12.01.2005 - 12:30Martin Scorsese - Spike Lee
Lee: Bu devirde büyük bir yıldızınız olmadan bir stüdyo filmi yapmak mümkün değil.
Scorsese: Evet. Eğer filminizin bütçesi belirli bir noktadan yukarı çıkarsa, buna ancak filmde bir yıldızınız olursa izin verirler. Bir sonraki filmim Leonardo Di Caprio'nun oynayacağı Gangs Of New York filmi olacak. Bu çok büyük bir film olacak ve bunu sağlamak için de elinizde büyük isimler olması ve insanların gelip filmi izlemesini sağlamanız gerekiyor. Bu açıdan bakınca filmde büyük isimler olması çok doğal.
Lee: Aslında bu açıdan kendimi çok şanslı görüyorum. Hatta kendimi her zaman bağımsız bir yönetmen olarak gördüğümü söyleyebilirim. Bana her zaman şöyle derler: 'Spike sana çok fazla para veremeyiz. Onun için yapacağın şeyi elindekiyle yap.'
Scorsese: Evet aynen öyle.
Lee: Eski Universal Stüdyosu Şefi Sydney Pollack, bana şöyle demişti: 'Spike, sana 'Do The Right Thing' filmini çekmen için 6 milyon dolar veriyorum. Bir kuruş fazla daha olmaz. Ama istediğin filmi yapmakta serbestsin.'
Scorsese: Benim için de aynı şey, 7 milyon dolara çektiğim 'The Last Temptation of Christ' filmi için geçerliydi.
Lee: Aslında bu iyi bir anlaşma gibi gözüküyor. Ama şu anda ortalama bir Hollywood filminin bütçesi 50 milyon dolara ulaşmış durumda. 'Summer of Sam'i (Lee'nin son filmi) 23 milyon dolara çektim.
Scorsese: Gerçekten mi?
Lee: Ben yine de iyimserim. Şimdiye kadar isteyip de yapamadığım tek film Jackie Robinson oldu. Aslında şu anda pekçok açıdan çok ilginç bir süreçten geçiyoruz. Demek istediğim sadece sinema alanında değil. Yeni bir milenyumdayız ve sanat, eğlence herşey değişiyor.
Scorsese: Sanırım ben daha yaşlı olduğum için zamanı yakalayamıyorum ve bu da aslında korkutucu. Belki de hızla ilerleyen teknoloji ve endüstiyel gelişim bize kendimizi ve kim olduğumuzu unutturuyor. Kendimi günümüzün dünyası ile bağı kopmuş gibi görüyorum. Bir bilgisayar kullanmasını bilmiyorum! Sanırım bu yüzden yaptığım filmler hep geçmiş zamanlarda geçiyor. Kundun, Casino, Age Of Innocence... Bunlar hep şu anda varolmayan bir dünyada geçen filmler.
Lee: Martin, sen filmlerin hakkında yazılan tüm eleştirileri mi yoksa sadece saygı duyduğun kişilerininkileri mi okuyorsun?
Scorsese: Hayır. Neredeyse hepsini okuyorum. Kötüleri bile. Onları saklıyorum ve kötü olanlar yıllarca aklıma takılıyor ve oradan gitmiyor. Bazen bir noktaya gelip şunu söylemek istiyorum 'Hey, kusura bakmayın. Elimden gelenin en iyisi bu.' Ben hiç Oscar kazanmadım ve belki de tüm bunların üzerine tuz biber ekmemesi açısından, bu olabilecek en iyi şey.
Lee: Peki sana bir soru sormama izin ver. Gece evinde otururken TV'de bir anda 'Ordinary People' filmi başlıyor. O anda televizyonu tutup da kırmak.. (Her ikisi de gülüyor: Scorsese'nin 1980 yılında en iyi yönetmen dalında Raging Bull (Kızgın Boğa) filmiyle aday olduğu Oscar'ı, Ordinary People filmiyle ilk kez yönetmenlik yapan Robert Redford kazanmıştı.
Scorsese: Hayır.. Hayır..
Sana şunu söyleyeyim. Böyle bir olayı ben 1989 yılında 'Do The Right Thing' filmi ile yaşadım. Olaydan sonra kendi kendime 'Tamam, artık yeter bırakıyorum' dedim. (Gülüyorlar: 1989 da 'Driving Miss Daisy' filmi Lee'nin Do The Right Thing'inin de bulunduğu adaylar arasında en iyi film Oscar'ını kazanmıştı.)
Scorsese: Bu konuda elinden birşey gelmez.
Lee: Ayrıca şunu da söyleyeyim. Bu Robert Redford'a saygısızlık anlamına gelmesin çünkü bunun onunla hiçbir ilgisi yok.
Scorsese: Tabii biliyorum. O sadece bir film çekti ve çok da iyi bir iş yaptı. Ayrıca çok akıcı bir film.
Lee: Hatta daha sonraları birlikte de çalıştınız değil mi?
Scorsese: Tabii hem de birkaç kez birlikte çalıştık.
Konuyu değiştireyim. Şu anda sinema endüstirisini 12 yaşındakiler ele geçirmiş durumda. Bir züppe gibi konuşmak istemiyorum ama American Pie filmine bir bakın. Bir pastaya penis sokmak - Buna film mi diyorlar? Bunun siyahlar için olan versiyonu Deep Dish American Pie olabilir. (Gülüyorlar) Evet ben de bu filmi çekebilirim.
Scorsese: Evet çekebilirsin.
Toplam 672 mesaj bulundu