Bir gülün çizdiği boşlukta bakışlarım Hız istiyorum, bir bulut aralığında o sağanak diyorum, gözlerimizde birden Duraklar, Pazar sabahları, uzak Marmarisler’den Yaprakları deli bir güneşle ıslak Bir günde uçup dönerek güneye, terlemeye Buğular içinde yol alıyor gül
O var ya yıllardır sana yönelmiş Geç kalmamış merhaba Sisten sıyrılan uçak İdamdan az önceki telefon Düşün, postacıyı keyiflerinden telgraf Bunların tadı gibi, gül Zaten başından beri ellerimizde Epeydir ezberlemişiz yakuttan hızını Duymuşuz buğulu rengini Saçlarımızda meşhur sarhoşluğu Sana yaklaşıyor gül.
Ona bu hızı, ona rengini veren Biliyorsun Eylül’ün en haylaz yeri Hisar’ın en güneşli odası Yıllara direnebilmiş olmak İşte terliyor gene Üstümüzden geçiyor hızla Yazları koca bir güneşle yaşamış, saydam Güz olunca sağanaklar emzirmiş onu Biliyorsun şimdiler daha bir yoğun Özlem koyultuyor rengini çünkü Şimdi iyi bak, yol alıyor sana İyi bakalım n’olur Daha bir yakuta kessin rengi
Adına gül demişiz bütün zamanlar için Oysa bin kılıkla gezdiğini biliyoruz Çığlıklar savurtan karlı bir tren Tel örgüleri şıp geçen o Kadınların sancısı onunla gülümsüyor dünyaya
Onunla alınıyor vebanın ve cüzamın Her bir salgının önü İyi bak dostum, iyi bakalım, Yaklaşıyor hızla Kaç yıldır satır satır kurduğumuz Geleceğimize bizim Arkadaşlık, sevgililik vesaire onunla Yol alıyor gül Sana yaklaşıyor ki bir daha tanı Şimdilik gül diyorum ya ona Sümbül de olabilir özgürlük bayrağı da Begonya, zeytin dalı, İznik çinisi Bütün zamanların en iyi filmi o Atletler onunla rekor yeniliyor Ve onu kanatıyorlar Kara Afrika’da İnsan beyninin kırbaçlarına karşı Bütün isyanları o başlatıyor Ele geçirilemeyen tek ele başı o Binlerce millik, o altı rüzgarlık ayrılıklar Biraz olsun onunla dayanılır Asker mektuplarını o taşıyor Dvorak oluyor yapayalnız kalınca Dünyaya kulak kesilince no passaran Jazz ve türkü, pan flüt, ağır halay Titreşim deyince İnti İlimani Şili’de persona no grata Söz resimden açılınca duvar ressamları Gökkuşağı için çarpışıyor Greenpeace saflarında Şimdi gül deyip geçtiğime bakma Unuttuğumu sanma Omuz omuza bir otobüs yolculuğu da. Uçarak yaklaşıyor gül Okyanuslar geçtiği için tuzlu Pasaportsuz ama kendinden emin Bin savaş meydanıyla rüzgarlı Ama yaklaşıyor ve gül kılığında.
Deniz onun rengiyle çılgın mor Tarlalar ne istediğini hızıyla biliyor Suların gürleyişini, ani fırtınaları düşün Barajların su seviyesi onunla yüksek Buğday bu hızla bereketli Umut aynı sebeple gümrah Borsalar onu beklerken tedirgin O uçunca karışıyor para piyasaları Uzak ıssız karanlıklarda uydular Onunla saptıyor birazda rotalarını Ve şaraptan çok onunla ateşleniyor kan Çünkü mutlaka hedefine varak olan o.
Gül bu, bin yangın kalıyor geçtiği yerde Göllerden uçarken suları çalkalıyor Yaklaşıyor terle, dirençle, sevgiyle Buğular içinde.
Yaklaşıyor hızını renginden almış Biliyorsun, o en çok senin hakkın Bırakalım yeniden solusun mevsim Güneşli çayevlerine bulutlar değsin Bu hız kalsın yılların sonuncusuna Erisin rengi kanımızda Uçarak hızla yaklaşan gülün
Kuzeyden güneye, kumsallardan dağlara O ağartıyor insanlığın yüzünü Onunla yatışıyor yabancı şehirlerin gurbeti Gördüğün tek yıldız varsa o.
Yaklaşıyor, hazır ol o güle Yüklenmiş bütün ferahlıkları Toplamış bütün mavilikleri Işığı yıldız gözü Sarıyor aydınlığı yüzünü. Gül deyip durduğuna bakma, kim bilir, belki… Evet evet, orda kanat vuruyor çünkü En çok bu yaraşır, yüzü sonsuza dönük Asıl adı gökyüzü! E.Ç.
Geç Kalmış Bir İtiraf Ya da Unutulmamış Bir Gül… Ocak 98, Şubat, Ankara, Konur Sokak, öğle sonrası Kış güneşinin yalancı sıcaklığına aldanıyorum, adımlarım yavaşlıyor, bir kitapçının önünde duruyorum, bir sigara yakıyorum, dalgınlıkla izliyorum camekanı (yok yok izlemiyorum da orda durup öylece düşünmek için fırsat yaratıyorum belki) , aşkın ne olmadığını düşünüyorum o vakitler, yolun yarısına çok zaman var daha…Yolun sonu diyecek kadar gencim ve eksik bir koku var hayatımda, şehir gitmesi gereken kişiye asla ulaşamayacak bir mektup tadında. -Kitaplar okumuşum, filmler izlemişim, yürüyüşlere katılmışım, sakalımı uzatmışım, aslan sütüyle yıkamışım ağzımı, Şıwan dinlemişim, sonra Latin Amerika kadınlarının içli sesleri yakmış genzimi, saçlarımı kesmemişim, memleketi özlemişim,beş parasız dolaşmışım, erkek öğrenci evlerinin kirliliği, kaçak tütün, kaçak çay, kaçamaklar, siyasi ağabey pozları derken bu nümayiş sıkmış beni, yorulmuşum, durup dinlenmek niyetindeyim- Sigaramı yere atıyorum, gül kokusu geliyor burnuma, arkamı dönüp sokağa bakıyorum, bir gül takılıyor gözüme - o andan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak hissediyorum bunu- sanki bir güvercin kanat çırpıyor, sanki sırtında düşsel bir hırka, o yürüdükçe düşler, renkler, sesler saçılıyor etrafa, sanki coşkulu bir nehirden kopmuşta kederle bu sokağa akıyor, sanki bastığı her toprak parçası uyanıp onun güzelliğini selamlıyor huşuyla, yanaklarını öpüp uzun kıvırcık saçlarıyla dans eden haylaz rüzgar yüzüme çarpıyor, onu oracıkta fark ettirecek ne çok şey taşıyor. Gül, belli ki ne kadar güzel olduğunun farkında değil. Bi an bana bakıyor sanki, kara gözlerinde doğulu bir sıcaklık, ürkeklik. Tanrım çekmesin gözlerini ne olur, gözlerinde ne yok ki… Simsiyah giyinmiş kızıl kırmızı bir gül gelip geçiyor önümden, sanki mıh gibi kazınıyor beynime o zaman dilimi. Arkasından bakakalıyorum, bi an peşine düşmek istiyorum,saçmalama oğlum diyorum, bu saçmalıklar yalnız filmlerde olur, yaşamla filmler arasındaki ilişkiyi bilmiyorum henüz, vazgeçiyorum. Gül, soğuk bir taş binadan içeri girmeye hazırlanıyor, gülün elinde nergisler var, kitaplar var, onları yere düşürünce fark ediyorum. Telaşla topluyor onları ve atıyor kendini içeriye. Evet, ben o gün tanıştım o gülle. Şimdi düşünüyorum da Erdal ve Sevinç’ e rastlamasaydım da tanışırdım yine… Liseli bir genç kız, adı esmer anlamında bir tanrıçanın adının kısaltılmışı... Okuyor, düşünüyor, konuşuyor ne güzel, gülünce her taraf güle kesiyor. Şiirler yazıyor, ondaki şairlik mayası hemen seziliyor, keder yakışır mı hiç birine, ona yakışıyor, öylece orada Virginia Woolf okuyor “Kendine Ait Bir Oda”, Cıwan Haco ve U2 dinliyor, mücadeleden bahsediyor. Erzincan’ın meşhur gül bahçelerinden bahsetmişti orda askerlik yapmış bir arkadaşım, Erzincanlı bir gül gördüm o bahçeden ben de… Ah Gulasor, senin için öylesine bir arkadaştım Erdal’la Sevinç’in arkadaşı, sıradan izler bıraktım belki, bana bir ağabey sıcaklığında bakan gözlerini her gördüğümde bir sancı sarsa da kalbimi, sen vardın ya, dünyanın daha iyi bir yer olabileceği umudu da vardı. Sen gülleri getirdin, heyecanları, umutları, acemiliği, olasılıkları, çabaları o kalabalıklarda. O gülü aşkla sevdim ben, ama söyleyemedim onca zaman ne kendime ne de ona… Korktum, belki beni istemeyeceğinden, belki her şeyin büyük bir hızla tükenmesinden, belki solmasından, belki… Sonra şehirler geçtim, ülkeler, sıradan bir adam ne türden şeyler yaşarsa ben de onları yaşadım işte. Yalnız o gülü hiç unutmadım, unutamadım. Eskişehir’de okuduğunu haber aldım, bir edebiyat dergisinin iki üç sayısında şiirlerini gördüm, ortak birkaç arkadaştan iyilik, sağlık haberleri…vs Şimdi sanal bir soğuklukta ve uzaklıkta yine karşıma çıktı. O olsa bunun bir işaret olduğunu düşünürdü :) Ah Gulasor, kim bilir neler yaşadın beş yılda, hangi acılar, mutluluklar, sevdalar, umutlar geçti kapılarından. Ah Gulasor, sen sabahın hangi sularında açarsın? Neden tüm yollar sonunda sana çıkıyor? Bilir misin ki bir ağrıya dönüşüyor zamanla, seninle yaşanamamış her şey…
'Sis bastırmış iyice sular yükselmiş; yolu yok haber salmanın, mektup iletmenin... Sadece ay -bulutlar ötesinde, mavi gökte- parlıyor üzerlerinde uzak sevgililerin.
Bütün gün aklımda bu neye baksam: yürek dayanmıyor.
Açılması güç bir kilit gibi çatık kaşlarım. Her gece, gölgesi gelir diye düşümde, yarısını ona ayırıyorum üstümdeki yorganın...'
Açılmamış her kapının öyküsü kilidinde saklıdır diyordu. Kıvırcık saçlarından zamana kurban yanılgılar savruluyordu. Yalnızdı (ama yanıldığını bilmiyordu...) bir o kadar da yorgun. Heveslerin ardı sıra koşarken bir de ne görelim; meğer herkes kurban etmiş iyi niyetlerimizi kötü niyetlerine. Bizler o zaman daha iyi anladık dünyayı illaki güzelliğin kurtaracağını. Bütün kirliliklere inat resimler çizdik, sesler verdik doğurgan topraklarına yurdun. o malum şiirdeki gibi, Bir Resim Çizdim Hep Bakılmasını İsterim Bir Ses Oldum Hep Duyulmasını İsterim Ülkeme, Dünyaya, Evrene... işte bir ömrün acılardan arta kalanı kadar sevinçli olduğumuz bir zamandayız. Kederliyiz bu aralar, bir o kadar da alıngan. ne zaman dokunsam, aynı ahı işitiyorum ondan. ve başlıyor mesafelerin ten yakan çaresizliği. Geçer efkarına tuz bastığımız sızıların hükümranlığı. Hani diyordun ya, her gül direnecek bi kırmızı bulmalıdır. Bulmalıdır be heval, bulmalıdır. Her kırmızının bir gül bulması gerektiği gibi. sevgilerimle... En derin sevgilerimle...
Yıldızsöndüren ışıklarını lanetlerken şehrin, Sen kimbilir ne duygulardasın şimdi. Ben, Bütün medetleri yitik; Uzanırken yatağımda, Yine gözlerine öykünüyor Ve Direnecek kadar Kırmızı dileniyorum Göğe yükselen güllerinden...
o rengi aşikar bir güldür... o paylaşımı yüreğinde mabedleştirmiş kadim biridir. seni tanımak güzel... ama gel gör ki yoksun buralarda artık. sensiz antoloji buruk geçiyor... umarım bu yazıyı birgün okur ve dayanamayıp dönersin :))) çok iyi bak kendine emi...
03.09.2006 - 19:04
Fazla zekadan dolayı kıza bişi olacak diye korkuyorum, Aman Allahım Esirgesin.... seni seviyoruz Azizemiz :))
22.12.2005 - 14:01
ASIL ADI GÖKYÜZÜ
Bir gülün çizdiği boşlukta bakışlarım
Hız istiyorum, bir bulut aralığında o
sağanak diyorum, gözlerimizde birden
Duraklar, Pazar sabahları, uzak Marmarisler’den
Yaprakları deli bir güneşle ıslak
Bir günde uçup dönerek güneye, terlemeye
Buğular içinde yol alıyor gül
O var ya yıllardır sana yönelmiş
Geç kalmamış merhaba
Sisten sıyrılan uçak
İdamdan az önceki telefon
Düşün, postacıyı keyiflerinden telgraf
Bunların tadı gibi, gül
Zaten başından beri ellerimizde
Epeydir ezberlemişiz yakuttan hızını
Duymuşuz buğulu rengini
Saçlarımızda meşhur sarhoşluğu
Sana yaklaşıyor gül.
Ona bu hızı, ona rengini veren
Biliyorsun Eylül’ün en haylaz yeri
Hisar’ın en güneşli odası
Yıllara direnebilmiş olmak
İşte terliyor gene
Üstümüzden geçiyor hızla
Yazları koca bir güneşle yaşamış, saydam
Güz olunca sağanaklar emzirmiş onu
Biliyorsun şimdiler daha bir yoğun
Özlem koyultuyor rengini çünkü
Şimdi iyi bak, yol alıyor sana
İyi bakalım n’olur
Daha bir yakuta kessin rengi
Adına gül demişiz bütün zamanlar için
Oysa bin kılıkla gezdiğini biliyoruz
Çığlıklar savurtan karlı bir tren
Tel örgüleri şıp geçen o
Kadınların sancısı onunla gülümsüyor dünyaya
Onunla alınıyor vebanın ve cüzamın
Her bir salgının önü
İyi bak dostum, iyi bakalım,
Yaklaşıyor hızla
Kaç yıldır satır satır kurduğumuz
Geleceğimize bizim
Arkadaşlık, sevgililik vesaire onunla
Yol alıyor gül
Sana yaklaşıyor ki bir daha tanı
Şimdilik gül diyorum ya ona
Sümbül de olabilir özgürlük bayrağı da
Begonya, zeytin dalı, İznik çinisi
Bütün zamanların en iyi filmi o
Atletler onunla rekor yeniliyor
Ve onu kanatıyorlar Kara Afrika’da
İnsan beyninin kırbaçlarına karşı
Bütün isyanları o başlatıyor
Ele geçirilemeyen tek ele başı o
Binlerce millik, o altı rüzgarlık ayrılıklar
Biraz olsun onunla dayanılır
Asker mektuplarını o taşıyor
Dvorak oluyor yapayalnız kalınca
Dünyaya kulak kesilince no passaran
Jazz ve türkü, pan flüt, ağır halay
Titreşim deyince İnti İlimani
Şili’de persona no grata
Söz resimden açılınca duvar ressamları
Gökkuşağı için çarpışıyor Greenpeace saflarında
Şimdi gül deyip geçtiğime bakma
Unuttuğumu sanma
Omuz omuza bir otobüs yolculuğu da.
Uçarak yaklaşıyor gül
Okyanuslar geçtiği için tuzlu
Pasaportsuz ama kendinden emin
Bin savaş meydanıyla rüzgarlı
Ama yaklaşıyor ve gül kılığında.
Deniz onun rengiyle çılgın mor
Tarlalar ne istediğini hızıyla biliyor
Suların gürleyişini, ani fırtınaları düşün
Barajların su seviyesi onunla yüksek
Buğday bu hızla bereketli
Umut aynı sebeple gümrah
Borsalar onu beklerken tedirgin
O uçunca karışıyor para piyasaları
Uzak ıssız karanlıklarda uydular
Onunla saptıyor birazda rotalarını
Ve şaraptan çok onunla ateşleniyor kan
Çünkü mutlaka hedefine varak olan o.
Gül bu, bin yangın kalıyor geçtiği yerde
Göllerden uçarken suları çalkalıyor
Yaklaşıyor terle, dirençle, sevgiyle
Buğular içinde.
Yaklaşıyor hızını renginden almış
Biliyorsun, o en çok senin hakkın
Bırakalım yeniden solusun mevsim
Güneşli çayevlerine bulutlar değsin
Bu hız kalsın yılların sonuncusuna
Erisin rengi kanımızda
Uçarak hızla yaklaşan gülün
Kuzeyden güneye, kumsallardan dağlara
O ağartıyor insanlığın yüzünü
Onunla yatışıyor yabancı şehirlerin gurbeti
Gördüğün tek yıldız varsa o.
Yaklaşıyor, hazır ol o güle
Yüklenmiş bütün ferahlıkları
Toplamış bütün mavilikleri
Işığı yıldız gözü
Sarıyor aydınlığı yüzünü.
Gül deyip durduğuna bakma, kim bilir, belki…
Evet evet, orda kanat vuruyor çünkü
En çok bu yaraşır, yüzü sonsuza dönük
Asıl adı gökyüzü!
E.Ç.
12.12.2005 - 16:47
Geç Kalmış Bir İtiraf Ya da Unutulmamış Bir Gül…
Ocak 98, Şubat, Ankara, Konur Sokak, öğle sonrası
Kış güneşinin yalancı sıcaklığına aldanıyorum, adımlarım yavaşlıyor, bir kitapçının önünde duruyorum, bir sigara yakıyorum, dalgınlıkla izliyorum camekanı (yok yok izlemiyorum da orda durup öylece düşünmek için fırsat yaratıyorum belki) , aşkın ne olmadığını düşünüyorum o vakitler, yolun yarısına çok zaman var daha…Yolun sonu diyecek kadar gencim ve eksik bir koku var hayatımda, şehir gitmesi gereken kişiye asla ulaşamayacak bir mektup tadında.
-Kitaplar okumuşum, filmler izlemişim, yürüyüşlere katılmışım, sakalımı uzatmışım, aslan sütüyle yıkamışım ağzımı, Şıwan dinlemişim, sonra Latin Amerika kadınlarının içli sesleri yakmış genzimi, saçlarımı kesmemişim, memleketi özlemişim,beş parasız dolaşmışım, erkek öğrenci evlerinin kirliliği, kaçak tütün, kaçak çay, kaçamaklar, siyasi ağabey pozları derken bu nümayiş sıkmış beni, yorulmuşum, durup dinlenmek niyetindeyim-
Sigaramı yere atıyorum, gül kokusu geliyor burnuma, arkamı dönüp sokağa bakıyorum, bir gül takılıyor gözüme - o andan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak hissediyorum bunu- sanki bir güvercin kanat çırpıyor, sanki sırtında düşsel bir hırka, o yürüdükçe düşler, renkler, sesler saçılıyor etrafa, sanki coşkulu bir nehirden kopmuşta kederle bu sokağa akıyor, sanki bastığı her toprak parçası uyanıp onun güzelliğini selamlıyor huşuyla, yanaklarını öpüp uzun kıvırcık saçlarıyla dans eden haylaz rüzgar yüzüme çarpıyor, onu oracıkta fark ettirecek ne çok şey taşıyor. Gül, belli ki ne kadar güzel olduğunun farkında değil. Bi an bana bakıyor sanki, kara gözlerinde doğulu bir sıcaklık, ürkeklik. Tanrım çekmesin gözlerini ne olur, gözlerinde ne yok ki… Simsiyah giyinmiş kızıl kırmızı bir gül gelip geçiyor önümden, sanki mıh gibi kazınıyor beynime o zaman dilimi. Arkasından bakakalıyorum, bi an peşine düşmek istiyorum,saçmalama oğlum diyorum, bu saçmalıklar yalnız filmlerde olur, yaşamla filmler arasındaki ilişkiyi bilmiyorum henüz, vazgeçiyorum. Gül, soğuk bir taş binadan içeri girmeye hazırlanıyor, gülün elinde nergisler var, kitaplar var, onları yere düşürünce fark ediyorum. Telaşla topluyor onları ve atıyor kendini içeriye. Evet, ben o gün tanıştım o gülle. Şimdi düşünüyorum da Erdal ve Sevinç’ e rastlamasaydım da tanışırdım yine… Liseli bir genç kız, adı esmer anlamında bir tanrıçanın adının kısaltılmışı... Okuyor, düşünüyor, konuşuyor ne güzel, gülünce her taraf güle kesiyor. Şiirler yazıyor, ondaki şairlik mayası hemen seziliyor, keder yakışır mı hiç birine, ona yakışıyor, öylece orada Virginia Woolf okuyor “Kendine Ait Bir Oda”, Cıwan Haco ve U2 dinliyor, mücadeleden bahsediyor.
Erzincan’ın meşhur gül bahçelerinden bahsetmişti orda askerlik yapmış bir arkadaşım, Erzincanlı bir gül gördüm o bahçeden ben de… Ah Gulasor, senin için öylesine bir arkadaştım Erdal’la Sevinç’in arkadaşı, sıradan izler bıraktım belki, bana bir ağabey sıcaklığında bakan gözlerini her gördüğümde bir sancı sarsa da kalbimi, sen vardın ya, dünyanın daha iyi bir yer olabileceği umudu da vardı. Sen gülleri getirdin, heyecanları, umutları, acemiliği, olasılıkları, çabaları o kalabalıklarda. O gülü aşkla sevdim ben, ama söyleyemedim onca zaman ne kendime ne de ona… Korktum, belki beni istemeyeceğinden, belki her şeyin büyük bir hızla tükenmesinden, belki solmasından, belki… Sonra şehirler geçtim, ülkeler, sıradan bir adam ne türden şeyler yaşarsa ben de onları yaşadım işte. Yalnız o gülü hiç unutmadım, unutamadım. Eskişehir’de okuduğunu haber aldım, bir edebiyat dergisinin iki üç sayısında şiirlerini gördüm, ortak birkaç arkadaştan iyilik, sağlık haberleri…vs Şimdi sanal bir soğuklukta ve uzaklıkta yine karşıma çıktı. O olsa bunun bir işaret olduğunu düşünürdü :)
Ah Gulasor, kim bilir neler yaşadın beş yılda, hangi acılar, mutluluklar, sevdalar, umutlar geçti kapılarından.
Ah Gulasor, sen sabahın hangi sularında açarsın? Neden tüm yollar sonunda sana çıkıyor?
Bilir misin ki bir ağrıya dönüşüyor zamanla, seninle yaşanamamış her şey…
17.11.2005 - 22:05
S.C.'ye...
--
'Sis bastırmış iyice
sular yükselmiş; yolu yok haber salmanın, mektup iletmenin...
Sadece ay -bulutlar ötesinde, mavi gökte-
parlıyor üzerlerinde uzak sevgililerin.
Bütün gün aklımda bu
neye baksam:
yürek dayanmıyor.
Açılması güç bir kilit gibi çatık kaşlarım.
Her gece, gölgesi gelir diye düşümde,
yarısını ona ayırıyorum üstümdeki yorganın...'
25.07.2005 - 15:39
Açılmamış her kapının öyküsü kilidinde saklıdır diyordu.
Kıvırcık saçlarından zamana kurban yanılgılar savruluyordu. Yalnızdı (ama yanıldığını bilmiyordu...) bir o kadar da yorgun.
Heveslerin ardı sıra koşarken bir de ne görelim; meğer herkes kurban etmiş iyi niyetlerimizi kötü niyetlerine.
Bizler o zaman daha iyi anladık dünyayı illaki güzelliğin kurtaracağını. Bütün kirliliklere inat resimler çizdik, sesler verdik doğurgan topraklarına yurdun.
o malum şiirdeki gibi,
Bir Resim Çizdim
Hep Bakılmasını İsterim
Bir Ses Oldum
Hep Duyulmasını İsterim
Ülkeme, Dünyaya, Evrene...
işte bir ömrün acılardan arta kalanı kadar sevinçli olduğumuz bir zamandayız.
Kederliyiz bu aralar, bir o kadar da alıngan. ne zaman dokunsam, aynı ahı işitiyorum ondan.
ve başlıyor mesafelerin ten yakan çaresizliği.
Geçer efkarına tuz bastığımız sızıların hükümranlığı.
Hani diyordun ya, her gül direnecek bi kırmızı bulmalıdır.
Bulmalıdır be heval, bulmalıdır. Her kırmızının bir gül bulması gerektiği gibi.
sevgilerimle...
En derin sevgilerimle...
05.07.2005 - 20:36
Sen sesinden bir çiğdem ver bana
Nevruz yaprağı saçlarını
Gurbete tünemiş seherlerime duvakla
__Ki ben halayı gönlündeki ateşe kurayım...
24.09.2004 - 00:01
Yıldızsöndüren ışıklarını lanetlerken şehrin,
Sen kimbilir ne duygulardasın şimdi.
Ben,
Bütün medetleri yitik;
Uzanırken yatağımda,
Yine gözlerine öykünüyor
Ve
Direnecek kadar
Kırmızı dileniyorum
Göğe yükselen güllerinden...
19.07.2004 - 00:20
o rengi aşikar bir güldür...
o paylaşımı yüreğinde mabedleştirmiş kadim biridir.
seni tanımak güzel...
ama gel gör ki yoksun buralarda artık. sensiz antoloji buruk geçiyor...
umarım bu yazıyı birgün okur ve dayanamayıp dönersin :)))
çok iyi bak kendine emi...
Toplam 8 mesaj bulundu