çetinkaya tam 40 yıllık bir gazeteci..araştırmacı gazeteciliğin en son örneklerinden..gerek tarikat siyaset ticaret çiftleşmelerinde harika yayınlar yapan bir isim... özellikle fetullah gülen denilen bireyin iç sırlarını ortaya döken biri... 'nurettin veren anlatıyor' adlı ropörtajı bir harika idi.... araştırmacı gazeteciliğin çogalması ve karanlık devlet ilişkilerin bir bir çıkması gerekir...nasıl ugur mumcu'nun rabıta adlı eseri dinsel ticareti ortaya dökmüşse hikmet çetinkaya da olumsuzlukların
bir bütününü ele almıştır....
Yarattıklarını cezalandıran ve ödüllendiren ya da bizim yaşayacağımız bir irade türüne sahip bir tanrı düşünemiyorum. Bedensel ölümden sonra kişinin yaşamını sürdürdüğüne ne inanırım, ne de inanacağım...'
A. Einstein / Ideas and Opinions, 1930
bir bilge. ve akıl ile düşünmenin özverisi.dörtlüklerindeki o olagan dinamik ve yobazlıga bir serin duruş...ömer hayyam günümüze gerçekten rubaileriyle ışık tutuyor....
Ömer Hayyam, 11. Yüzyıl'da Semerkant'da cebir üzerine çalısırken, denklemde bilinmeyen sayılara Arapça 'şey' diyordu. Bu sözcük Endülüs'deki İspanyolca yapıtlarda xey olarak yazıldığından, zamanla X biçimini aldı ve bilinmeyeni göstermekte kullanılan evrensel X harfine dönüştü...
Sultan Celalettin Melikşah tarafından başkent Merv'e çağrılan Ömer Hayyam yeni bir takvim oluşturmak için kurulan bilim adamları heyetinin başına getirildi. O zamanlar halk arasında Ömer Hayyam takvimi bugünse Celali Takvimi olarak bilinen bu takvim her 5000 yılda bir gün hata veriyordu ve güneş yılına göre düzenlenmişti. Günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi ise her 3330 yılda bir gün hata vermektedir. Bu da Hayyam'ın bilimsel düzeyinin kendi zamanının ne kadar ötesinde oluşunun açık bir göstergesidir.
yıl 2005 bazen düşlerimle yol alır düşünürüm hayyamı ve birde 300 yıl ülkeye matbaa sokmayan zihniyeti :)
Unutulmaya kalkan bir trenin
Eski bir istasyona bakan penceresinde
Bir yolcuyu sorar gibi arayan
Jandarmalar, ellerimin garip nöbetçileri
Daha ilk kampana bile vurmadan
Yalnızlığın kelepçesini taktı içime.
Şehir arkada kaldı, geçtiğim son caddeden
Ne yasakların gölgesini alnında gördüğüm
Işığı kilitleyen karanlık kafeslerinde
Bu sonsuz özgürlüğe ne zaman varmışım ben
Dünyanın duygusunu gözlerinde içeren
İçimdeki adam, kabına sığmıyor gene.
Kaç akşam geçirdiğim Birinci Şubeden,
Bir tünelden kopar gibi çıkıyor trenimiz...
Jandarmalar, ellerimin garip nöbetçileri.
Hangi yalnızlığa gittiğimizi söyler mi?
bu na göre herkes marjınal bir tek bunlar dogrucu :) dogrucu ama tek dogrucu yani 'tez düze'
kendi ülkesini abd ye şikayet eden ilk ve tek başbakan ayrıca fanatik israil karşıtlıgından amerika için israile övgüler düzen ilk başbakan
hakkında yargı dosyası bekleyen ilk başbakan
gudbettin hikmetyar gibi uluslararası şeriatçılarla birlikte resim çektiren
ilk ve tek başbakan....
her ilk bunlarda....
bunlar demokratsa
bende HİTLERİM! :))
Baban diyor ki: 'Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin? ...Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyâh-ı mateme benzer terane-î îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet...Evet meserrettir
Çocukların payı; lakin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor...Hâluk, dinle!
(Rübâb-ı Şikeste`den)
Tevfik FİKRET
KUŞLARLA
Kuşlar uçar,
Ben koşarım.'
Onların kanatları var,
Benim kanadım kollarım.
Kuşlar kanadını çırpar,
Ben de kolumu sallarım.
Uçun kuşlar, uçun kuşlar,
Hepinizle yarışım var.
Yılmaz Güney sinemasının beyne verdiği uyarıda saklanan iki önemli unsur ve çok tuhaf bir 'ayıklık' türü vardır: birincisi, Kant`tan beri Batı uygarlığı kötüyü, kötülüğü insanın içine, ruhuna, rüyalarına ve niyetlerine Protestanca, pek Protestanca dahil kılmıştır -kötülük ne bedendedir ne de dışarıdadır, bizdedir, ruhumuzdadır. Kötülüğü bir çevreye, insanların içinde yaşatıldığı ortamlara, doğaya ve dünyaya atfetmenin imkansız hale gelmesi için Batı uygarlığı elinden gelen her şeyi yapmıştır. Çünkü kapitalizme birlikte hayatın 'modern' yönetimi insanları ve nüfusları 'çevrelerini düzenleyerek', Foucault`nun gösterdiği gibi onlara okullar, hapishaneler, kentler, kışlalar, tımarhaneler, hastahaneler ve en önemlisi fabrikalar kurarak yönetmek istemektedir. Güney sineması, bir dizi öyküyü tek bir montaj toplamında birleştirerek, hapishaneyle 'dışarısının' tek ve aynı yer olduklarını, aynı katlanılamaz kapatmanın, dolayısıyla her yerde işleyen bir genel politik gerçekliğin ifadesi olduklarını gösterir bize. Ancak sinemada mümkün olan bir şey: insanlarını hapse tıkan bir ülkenin kendisi hapishanedir. Kahramanları ise 'ruhsal otomatlar' gibidirler - Yol`da, kahramanların en ilericisi, en bilinçli olanı ta baştan ona bir tren kompartımanında hısımlarından bir çocuk tarafından tattırılacak ölüme mahkum edilmiştir, öteki kahraman, feodal namus kuralları gereğince öldürmek zorunda olduğu karısını, öldürülmesi gereken yerde öldürmek üzere dev bir buz çölünü aşacaktır. Olay çizgilerinin toplamı, anlaşılabilir, hakkında bilinçleneceğiniz politik ve sosyal bütünlükten çok, asla anlaşılamaz olanı, katlanılamaz bir gerçekliği, üstelik bu gerçekliği yaşamın en 'özel' meselelerinden türeterek ifade etmektedir. Umut`ta, Sürü`de olduğu Yol`da da filmi klasik anlamda 'politik' kılan tek bir sloganla, tek bir 'politik mesajla' karşılaşmıyoruz. O halde sormak gerekir: Güney filmlerini, en azından sözkonusu üçlüyü 'politik' kılan, Türkiye`deki politik rejim tarafından yıllardır yasaklanmasını sağlayan unsur nedir acaba?
--------
```ilerci toplumun ilerici sanatçıları bu ülkede elbet unutulmayacaktır```...YILMAZ GÜNEY`İN GÖRMÜŞ OLDUGU BASKI VE YILMADIGI MÜCADELESİ DEVRİMCİ SİNEMASI GERÇEKTEN BU ÜLKEDE KAYDA GEÇECEK VE UNUTULMAYACAK BİR NİTELİK TAŞIR...
KENDİ AĞZINDAN YAŞAM ÖYKÜSÜ
Bir sanatçı olarak 'Yılmaz Güney' diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün`dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir.
1937 yılında, Türkiye`de, bir güney şehri olan Adana`nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Hâlâ sağ... Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976`da ben Kayseri Cezaevi`ndeyken öldü. Mezarını göremedim...
Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti. Liseyi Adana`da bitirdim. O yıllar Doruk adında bir sanat dergisi çıkardım. Sanata meraklıydım ve hikayeler yazıyordum.
1955`te bir hikayemden ötürü takibata uğradım. Hakkımda dava açıldı.
1957 yılında İstanbul`a, İktisat Fakültesi`nde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955`ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta yedi buçuk yıl ağır hapis ve iki buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu, yeniden görülen mahkeme sonucu cezam bir buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım...
Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler... Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık...
Öğretmenlerimden biri zor`dur... 1961 Mayısı`nda cezaeviyle tanıştım. 1962 Aralığı`nda cezam bitti. Muhafazakarlığıyla ünlü Konya şehrine sürgüne gönderildim. Konya sınırlarından çıkamazdım. Her akşam polise imza vermeliydim. En çok imzayı polis defterine attım. 180 defa...
1968`de askere gittim. 1970 Nisan`ında döndüm. Hayatımdan çalınan iki yıl...
1971 Mayıs`ında on binlerce aydın, sanatçı, yazar gibi ben de gözaltına alındım. Hakkımda hiçbir delil yoktu. Sadece kuşku.
Bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldım; resmi olmayan bir emirle, sözlü bir emirle ve tehditle Nevşehir`e üç aylığına yine sürgün edildim. Bu kez polise imzaya gitmiyordum, polis beni dıştan kolluyordu.
1972`de, Mart`ın 16`sında, devrimcilere yardım gerekçesiyle tutuklandım. Mahkeme sonucu 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldım. Ecevit hükümetinin 1974 genel affıyla serbest bırakıldım. Bugün ise Ecevit cezaevindedir. 1974 Eylül`ünde, bir cinayet olayına adım karıştı ve 19 yıla mahkum edildim. Cezaevindeyken Güney adlı bir kültür-sanat dergisi çıkardım. Onüç sayı sonra sıkıyönetimin yeniden gelmesi üzerine, dergimiz kapatıldı ve hakkımda yazılarımdan ötürü on ayrı dava açıldı. Suçum, komünizm propagandası yapmak, milli duyguları zayıflatmak, halkı suç işlemeye teşvik etmek, suç sayılan fiileri övmek ve devletin içte ve dışta itibarını sarsmak... İstenen ceza toplamı yaklaşık 100 yıl... 1981 Ekim`inde, izinli çıktığım Isparta yarı-açık cezaevine dönmedim. Sonra da yurt dışına çıktım. 1981 Ekim`ine kadar, yaklaşık oniki yılımı çeşitli cezaevlerinde geçirdim. Bu oniki yıl içinde, ikisi yarı-açık olmak üzere onbeş cezaevi tanıdım Ülkemden ayrıldıktan sonra ilk aylarda üç davanın sonuçlandığını, sonuçta, toplam 20 yıl ağır hapis, 7 yıla yakın da sürgün cezası aldığımı öğrendim... Öbür davalarım devam etmekte; ancak henüz hangileri sonuçlandı, ne kadar daha ceza aldım, bilmiyorum...
YILMAZ GÜNEY`İN ESERLERİ
Rol Aldığı Filmler: Tütün Zamanı, 1959 - Dolandırıcılar Şahı, 1961 – Kara Şahin, 1964 – Mor Defter, 1964 – On Korkusuz Adam, 1964 – Yaralı Kartal, 1965 – Beyaz Atlı Adam, 1965 – Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 – Sokakta Kan Vardı, 1965 – Çirkin Kral, 1966 – Hudutların Kanunu, 1966 – Ve Silahlara Veda, 1966 – Yiğit Yaralı Olur, 1966 – Balatlı Arif, 1967 - İnce Cumali, 1967 – Kızılırmak Karakoyun, 1967 – Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 – Azrail Benim, 1968 – Kurşunların Kanunu, 1969 – Zeyno, 1970 – Namus ve Silah, 1971 – Sahtekar, 1972.
ŞİLİ HALK ŞAİRİ NERUDA
----
NAZIMA YAZMIŞ OLDUGU ŞİİR
````NÂZIM`A BİR GÜZ ÇELENGİ````
Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız
şimdi
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek
miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın
bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta,
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa
Sana Şili`nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım
sensiz
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden
yoksun
Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde
Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.
ilhan selçuk: fikir adamı aydınlanmanın az kalmış temsilcilerinden biri...
her sabah köşesinden hayata daha bir umutla bakmayı ögreten düşünmesini bildiren düşündürürken bekttaşi fıkralarıyla en güzel mizahsal nesnelliği vurgulayan 'basın ' dediğimiz olaydan 'medya' sürecine girmiş bir türkiyede gazeteciliğin en güzel örneklerini sunan biri..aslen hukukçu ama hayatını hep toplumun sosyal sürecinin nasıl işletilmediğine dair sürekli yazılarında dile getiren biri...görmüş oldugum
gerçek kemalistlerden biri.aydınlanma ile parlamanın bir ekol adı...
abimde eski kasetleri vardı küçüklükten bu yana dinlerdim..ve gerçekten fikret kızılokun büyük sade klasik bir sanatçı oldugunu aşık veysel ile birlikte söyledikleri şarkıları ve tüm hayatı. gerçek bir sanat adamı
özel bir dinleyicisi vardır fikret kızılokun...'şimdi beni kurtar gönül'
bunuda yagmurlu bir havada evde fikret kızılok eşliğinde dinlemekte
kişiyi nerelere götürür ne anlamsız duygu yükler bilirmisiniz? :)
yahu bazen aklıma gelirde koskoca amerika kıtasının dibinde devrim onuru ile yıllardır mücadele eden ermperyalizme teslim olmayan bir yiğit kahraman.zamanımızda azıtan emperyalizm çagında ne mutlu ki yaşayan CASTRO LARIMIZ VAR..ne mutlu ona ne mutlu küba halkının onurlu mücadelesine..usa'ya karşı binlerce küba binlerce COMANDANTE.... fidel yoldaşlarına sevgilerle.....
12 eylül acımasızlıgının tipik bir kurbanı..yaşı bir gecede 17 'den 18 'e çıkarılarak asılan bir yiğit yurtsever genç.kimsede sormaz gayrı nedir bu? böyle demokrasimi olur? diye...ama kimse sormadı..soramazdıda zaten ne vicdan vardı ne 'sosyal devlet' ilkesi ne hukuk ne insanlık
genç yurtsever yiğit devrimci bu çocugun düşünceleri önünde saygı ve sevgi ile anıyorum..anan arkadaşlarada teşekkürlerimi sunuyorum...
Hikmet Çetinkaya
17.07.2005 - 19:04çetinkaya tam 40 yıllık bir gazeteci..araştırmacı gazeteciliğin en son örneklerinden..gerek tarikat siyaset ticaret çiftleşmelerinde harika yayınlar yapan bir isim... özellikle fetullah gülen denilen bireyin iç sırlarını ortaya döken biri... 'nurettin veren anlatıyor' adlı ropörtajı bir harika idi.... araştırmacı gazeteciliğin çogalması ve karanlık devlet ilişkilerin bir bir çıkması gerekir...nasıl ugur mumcu'nun rabıta adlı eseri dinsel ticareti ortaya dökmüşse hikmet çetinkaya da olumsuzlukların
bir bütününü ele almıştır....
kutluyoruz kendisini....
şeriat
17.07.2005 - 18:46'GÖMLEGİN İLK DÜGMESİ YANLIŞ İLİKLENİNCE,DİGER DÜĞMELERİDE YANLIŞ GİDER ''
degişmeyen gelişmeyen bir şey..degişime direnen yeniliğe kapalı olan.
ateist
11.07.2005 - 21:44Yarattıklarını cezalandıran ve ödüllendiren ya da bizim yaşayacağımız bir irade türüne sahip bir tanrı düşünemiyorum. Bedensel ölümden sonra kişinin yaşamını sürdürdüğüne ne inanırım, ne de inanacağım...'
A. Einstein / Ideas and Opinions, 1930
tevfik fikret
11.07.2005 - 21:28fikride hür vicdanıda hür....bagımsız özgür bir şair....
Recep Tayyip Erdoğan
11.07.2005 - 21:26ülkenin duyarlı kesimnlerinden her geçen gün tepki çeken biri..
sorun bakın demokrasi nedemekmiş? :))
ömer hayyam
11.07.2005 - 21:14bir bilge. ve akıl ile düşünmenin özverisi.dörtlüklerindeki o olagan dinamik ve yobazlıga bir serin duruş...ömer hayyam günümüze gerçekten rubaileriyle ışık tutuyor....
Ömer Hayyam, 11. Yüzyıl'da Semerkant'da cebir üzerine çalısırken, denklemde bilinmeyen sayılara Arapça 'şey' diyordu. Bu sözcük Endülüs'deki İspanyolca yapıtlarda xey olarak yazıldığından, zamanla X biçimini aldı ve bilinmeyeni göstermekte kullanılan evrensel X harfine dönüştü...
Sultan Celalettin Melikşah tarafından başkent Merv'e çağrılan Ömer Hayyam yeni bir takvim oluşturmak için kurulan bilim adamları heyetinin başına getirildi. O zamanlar halk arasında Ömer Hayyam takvimi bugünse Celali Takvimi olarak bilinen bu takvim her 5000 yılda bir gün hata veriyordu ve güneş yılına göre düzenlenmişti. Günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi ise her 3330 yılda bir gün hata vermektedir. Bu da Hayyam'ın bilimsel düzeyinin kendi zamanının ne kadar ötesinde oluşunun açık bir göstergesidir.
yıl 2005 bazen düşlerimle yol alır düşünürüm hayyamı ve birde 300 yıl ülkeye matbaa sokmayan zihniyeti :)
yılmaz güney
11.07.2005 - 21:01GÜNEY İÇİN:
YİRMİ İKİ YIL SONRA
Unutulmaya kalkan bir trenin
Eski bir istasyona bakan penceresinde
Bir yolcuyu sorar gibi arayan
Jandarmalar, ellerimin garip nöbetçileri
Daha ilk kampana bile vurmadan
Yalnızlığın kelepçesini taktı içime.
Şehir arkada kaldı, geçtiğim son caddeden
Ne yasakların gölgesini alnında gördüğüm
Işığı kilitleyen karanlık kafeslerinde
Bu sonsuz özgürlüğe ne zaman varmışım ben
Dünyanın duygusunu gözlerinde içeren
İçimdeki adam, kabına sığmıyor gene.
Kaç akşam geçirdiğim Birinci Şubeden,
Bir tünelden kopar gibi çıkıyor trenimiz...
Jandarmalar, ellerimin garip nöbetçileri.
Hangi yalnızlığa gittiğimizi söyler mi?
şükran kurdakul.......
erdal eren
11.07.2005 - 20:56erdal erene armagan bir şiir:
SOLUK SOLUGA
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Nerde beklenirse ordaydılar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu
Neydi onları ordan oraya
savurup duran şey
Onları daima yalnız kılan
neydi bu yaşam denilen gürültüde
Her dilden bir adları vardı onların
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar
Sarışındılar belki de esmer
yani birçok yüzün bileşkesi
Ne altın arayıcısıydılar
ne de aylak bir gezgin
Vurulup düşseler de her kuşatmada
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler
Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
Bulurlar heder olmanın bir yolunu
Onlar ki bu dünyada
kahraman olmaya mahkumdurlar
Sislenen anılar kaldı bize onlardan
renkleri bozlulup duran solgun anılar
Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin
bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna
Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan
Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
vurulup düştükçe ışığını karartan
O serüvenlerin günlüğü tutulmadı
yazılmadı o insanların destan şiiri
Parça parça ettirilseler bir kartala
(ki sanırım böyle oldu sonları)
Fışkırır yüreklerinden
başarısız ihtilallerin yangınları
AHMET TELLİ......
can yücel
13.06.2005 - 13:28''martılar ki sokak çocuklarıdır denizin '
ömer hayyam
11.06.2005 - 17:54FERMAN SENDE AMA GÜZEL YAŞAMA BİZDE
SENDEN AYIĞIZ BU SARHOŞ HALİMİZLE
SEN İNSAN KANI İÇERSİN ,BİZ ÜZÜM KANI
İNSAF ET BE SULTANIM KÖTÜLÜK HANGMİZDE?
ömer hayyam dogu bilimci şair matematikçi ileri düşüncenin devrimci ürünü..ömer hayyam rubaileriyle bir ömür boyu :))
Recep Tayyip Erdoğan
11.06.2005 - 17:48' TÜRKİYEDE AMERİKA'YA KARŞI GELENLER MARJINAL GRUPLARDIR'
bu na göre herkes marjınal bir tek bunlar dogrucu :) dogrucu ama tek dogrucu yani 'tez düze'
kendi ülkesini abd ye şikayet eden ilk ve tek başbakan ayrıca fanatik israil karşıtlıgından amerika için israile övgüler düzen ilk başbakan
hakkında yargı dosyası bekleyen ilk başbakan
gudbettin hikmetyar gibi uluslararası şeriatçılarla birlikte resim çektiren
ilk ve tek başbakan....
her ilk bunlarda....
bunlar demokratsa
bende HİTLERİM! :))
tevfik fikret
11.06.2005 - 17:38HÂLUK`UN BAYRAMI
Baban diyor ki: 'Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin? ...Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyâh-ı mateme benzer terane-î îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet...Evet meserrettir
Çocukların payı; lakin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor...Hâluk, dinle!
(Rübâb-ı Şikeste`den)
Tevfik FİKRET
KUŞLARLA
Kuşlar uçar,
Ben koşarım.'
Onların kanatları var,
Benim kanadım kollarım.
Kuşlar kanadını çırpar,
Ben de kolumu sallarım.
Uçun kuşlar, uçun kuşlar,
Hepinizle yarışım var.
Tevfik FİKRET
DÜŞÜN ADAMI AYDINLANMIŞ ŞAİR
yaşar kemal
11.06.2005 - 17:19YAŞAR KEMAL BİR ÜNİVERSİTEDİR!
BİR KÜLTÜR PINARI,NE MUTLU BİR O KADAR KİTABIN EMEKÇİSİ
YAZARI...
yılmaz güney
11.06.2005 - 16:55Yılmaz Güney sinemasının beyne verdiği uyarıda saklanan iki önemli unsur ve çok tuhaf bir 'ayıklık' türü vardır: birincisi, Kant`tan beri Batı uygarlığı kötüyü, kötülüğü insanın içine, ruhuna, rüyalarına ve niyetlerine Protestanca, pek Protestanca dahil kılmıştır -kötülük ne bedendedir ne de dışarıdadır, bizdedir, ruhumuzdadır. Kötülüğü bir çevreye, insanların içinde yaşatıldığı ortamlara, doğaya ve dünyaya atfetmenin imkansız hale gelmesi için Batı uygarlığı elinden gelen her şeyi yapmıştır. Çünkü kapitalizme birlikte hayatın 'modern' yönetimi insanları ve nüfusları 'çevrelerini düzenleyerek', Foucault`nun gösterdiği gibi onlara okullar, hapishaneler, kentler, kışlalar, tımarhaneler, hastahaneler ve en önemlisi fabrikalar kurarak yönetmek istemektedir. Güney sineması, bir dizi öyküyü tek bir montaj toplamında birleştirerek, hapishaneyle 'dışarısının' tek ve aynı yer olduklarını, aynı katlanılamaz kapatmanın, dolayısıyla her yerde işleyen bir genel politik gerçekliğin ifadesi olduklarını gösterir bize. Ancak sinemada mümkün olan bir şey: insanlarını hapse tıkan bir ülkenin kendisi hapishanedir. Kahramanları ise 'ruhsal otomatlar' gibidirler - Yol`da, kahramanların en ilericisi, en bilinçli olanı ta baştan ona bir tren kompartımanında hısımlarından bir çocuk tarafından tattırılacak ölüme mahkum edilmiştir, öteki kahraman, feodal namus kuralları gereğince öldürmek zorunda olduğu karısını, öldürülmesi gereken yerde öldürmek üzere dev bir buz çölünü aşacaktır. Olay çizgilerinin toplamı, anlaşılabilir, hakkında bilinçleneceğiniz politik ve sosyal bütünlükten çok, asla anlaşılamaz olanı, katlanılamaz bir gerçekliği, üstelik bu gerçekliği yaşamın en 'özel' meselelerinden türeterek ifade etmektedir. Umut`ta, Sürü`de olduğu Yol`da da filmi klasik anlamda 'politik' kılan tek bir sloganla, tek bir 'politik mesajla' karşılaşmıyoruz. O halde sormak gerekir: Güney filmlerini, en azından sözkonusu üçlüyü 'politik' kılan, Türkiye`deki politik rejim tarafından yıllardır yasaklanmasını sağlayan unsur nedir acaba?
--------
```ilerci toplumun ilerici sanatçıları bu ülkede elbet unutulmayacaktır```...YILMAZ GÜNEY`İN GÖRMÜŞ OLDUGU BASKI VE YILMADIGI MÜCADELESİ DEVRİMCİ SİNEMASI GERÇEKTEN BU ÜLKEDE KAYDA GEÇECEK VE UNUTULMAYACAK BİR NİTELİK TAŞIR...
O GERÇEKTEN BİR ``ARKADAŞ``
-
yılmaz güney
11.06.2005 - 16:52KENDİ AĞZINDAN YAŞAM ÖYKÜSÜ
Bir sanatçı olarak 'Yılmaz Güney' diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün`dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir.
1937 yılında, Türkiye`de, bir güney şehri olan Adana`nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Hâlâ sağ... Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976`da ben Kayseri Cezaevi`ndeyken öldü. Mezarını göremedim...
Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti. Liseyi Adana`da bitirdim. O yıllar Doruk adında bir sanat dergisi çıkardım. Sanata meraklıydım ve hikayeler yazıyordum.
1955`te bir hikayemden ötürü takibata uğradım. Hakkımda dava açıldı.
1957 yılında İstanbul`a, İktisat Fakültesi`nde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955`ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta yedi buçuk yıl ağır hapis ve iki buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu, yeniden görülen mahkeme sonucu cezam bir buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım...
Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler... Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık...
Öğretmenlerimden biri zor`dur... 1961 Mayısı`nda cezaeviyle tanıştım. 1962 Aralığı`nda cezam bitti. Muhafazakarlığıyla ünlü Konya şehrine sürgüne gönderildim. Konya sınırlarından çıkamazdım. Her akşam polise imza vermeliydim. En çok imzayı polis defterine attım. 180 defa...
1968`de askere gittim. 1970 Nisan`ında döndüm. Hayatımdan çalınan iki yıl...
1971 Mayıs`ında on binlerce aydın, sanatçı, yazar gibi ben de gözaltına alındım. Hakkımda hiçbir delil yoktu. Sadece kuşku.
Bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldım; resmi olmayan bir emirle, sözlü bir emirle ve tehditle Nevşehir`e üç aylığına yine sürgün edildim. Bu kez polise imzaya gitmiyordum, polis beni dıştan kolluyordu.
1972`de, Mart`ın 16`sında, devrimcilere yardım gerekçesiyle tutuklandım. Mahkeme sonucu 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldım. Ecevit hükümetinin 1974 genel affıyla serbest bırakıldım. Bugün ise Ecevit cezaevindedir. 1974 Eylül`ünde, bir cinayet olayına adım karıştı ve 19 yıla mahkum edildim. Cezaevindeyken Güney adlı bir kültür-sanat dergisi çıkardım. Onüç sayı sonra sıkıyönetimin yeniden gelmesi üzerine, dergimiz kapatıldı ve hakkımda yazılarımdan ötürü on ayrı dava açıldı. Suçum, komünizm propagandası yapmak, milli duyguları zayıflatmak, halkı suç işlemeye teşvik etmek, suç sayılan fiileri övmek ve devletin içte ve dışta itibarını sarsmak... İstenen ceza toplamı yaklaşık 100 yıl... 1981 Ekim`inde, izinli çıktığım Isparta yarı-açık cezaevine dönmedim. Sonra da yurt dışına çıktım. 1981 Ekim`ine kadar, yaklaşık oniki yılımı çeşitli cezaevlerinde geçirdim. Bu oniki yıl içinde, ikisi yarı-açık olmak üzere onbeş cezaevi tanıdım Ülkemden ayrıldıktan sonra ilk aylarda üç davanın sonuçlandığını, sonuçta, toplam 20 yıl ağır hapis, 7 yıla yakın da sürgün cezası aldığımı öğrendim... Öbür davalarım devam etmekte; ancak henüz hangileri sonuçlandı, ne kadar daha ceza aldım, bilmiyorum...
YILMAZ GÜNEY`İN ESERLERİ
Rol Aldığı Filmler: Tütün Zamanı, 1959 - Dolandırıcılar Şahı, 1961 – Kara Şahin, 1964 – Mor Defter, 1964 – On Korkusuz Adam, 1964 – Yaralı Kartal, 1965 – Beyaz Atlı Adam, 1965 – Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 – Sokakta Kan Vardı, 1965 – Çirkin Kral, 1966 – Hudutların Kanunu, 1966 – Ve Silahlara Veda, 1966 – Yiğit Yaralı Olur, 1966 – Balatlı Arif, 1967 - İnce Cumali, 1967 – Kızılırmak Karakoyun, 1967 – Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 – Azrail Benim, 1968 – Kurşunların Kanunu, 1969 – Zeyno, 1970 – Namus ve Silah, 1971 – Sahtekar, 1972.
Senaryosunu Yazıp Yönettiği Filmler: Bu Vatanın Çocukları, 1959 – Alageyik, 1959 – Kamalı Zeybek, 1964 – Konyakçı, 1965 – Krallar Kralı, 1965 – At, Avrat, Silah, 1966 – Eşrefpaşalı, 1966 – Çirkin Kral Affetmez, 1967 – Belanın Yedi Türlüsü, 1969 – Piyade Osman, 1970 – Sevgili Muhafızım, 1970 – Şeytan Kayalıkları, 1970 – İbret, 1971.
Senaryosunu Yazdığı Filmler: Karacaoğlan’ın Karasevdası, 1959 – Endişe, 1974 – İzin, 1975 – Bir Gün Mutlaka, 1975 – Sürü, 1978 – Düşman, 1979 – Yol, 1982.
Senaryosunu Yazdığı, Yönettiği ve Oynadığı Filmler: Bendim Adım Kerim, 1967 – Pire Nuri, 1968 – Seyit Han, 1968 – Aç Kurtlar, 1969 - Bir Çirkin Adam, 1969 – Umut, 1970 – Kaçaklar, 1971 – Vurguncular, 1971 – Yarın Son Gündür, 1971 – Umutsuzlar, 1971 – Acı, 1971 – Ağıt, 1971 – Baba, 1971 – Arkadaş, 1974 - Zavallılar, 1975.
Senaryosunu Yazdığı ve Yönettiği Film: Le Mur, 1983.
Kitapları: Boynu Bükük Öldüler, 1971 – Hücrem, 1975 – Salpa, 1975 – Sanık, 1975 – Selimiye Mektupları, 1975 – Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz, 1977 – Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir? , 1977 – Faşizm Üzerine, 1979 – Paris Komünü Üzerine, 1979, Oğluma Hikayeler, 1979.
nazım hikmet
11.06.2005 - 16:41ŞİLİ HALK ŞAİRİ NERUDA
----
NAZIMA YAZMIŞ OLDUGU ŞİİR
````NÂZIM`A BİR GÜZ ÇELENGİ````
Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız
şimdi
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek
miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın
bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta,
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa
Sana Şili`nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım
sensiz
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden
yoksun
Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde
Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.
Pablo NERUDA
Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU
NAZIMCA NE GÜZEL BİR DÜNYA DÜŞÜNÜLÜR!
ilhan selçuk
11.06.2005 - 16:26ilhan selçuk: fikir adamı aydınlanmanın az kalmış temsilcilerinden biri...
her sabah köşesinden hayata daha bir umutla bakmayı ögreten düşünmesini bildiren düşündürürken bekttaşi fıkralarıyla en güzel mizahsal nesnelliği vurgulayan 'basın ' dediğimiz olaydan 'medya' sürecine girmiş bir türkiyede gazeteciliğin en güzel örneklerini sunan biri..aslen hukukçu ama hayatını hep toplumun sosyal sürecinin nasıl işletilmediğine dair sürekli yazılarında dile getiren biri...görmüş oldugum
gerçek kemalistlerden biri.aydınlanma ile parlamanın bir ekol adı...
her sabah onu okurken daha bir demokratlaşıyorum!
fikret kızılok
11.06.2005 - 16:16abimde eski kasetleri vardı küçüklükten bu yana dinlerdim..ve gerçekten fikret kızılokun büyük sade klasik bir sanatçı oldugunu aşık veysel ile birlikte söyledikleri şarkıları ve tüm hayatı. gerçek bir sanat adamı
özel bir dinleyicisi vardır fikret kızılokun...'şimdi beni kurtar gönül'
bunuda yagmurlu bir havada evde fikret kızılok eşliğinde dinlemekte
kişiyi nerelere götürür ne anlamsız duygu yükler bilirmisiniz? :)
fidel castro
11.06.2005 - 16:12yahu bazen aklıma gelirde koskoca amerika kıtasının dibinde devrim onuru ile yıllardır mücadele eden ermperyalizme teslim olmayan bir yiğit kahraman.zamanımızda azıtan emperyalizm çagında ne mutlu ki yaşayan CASTRO LARIMIZ VAR..ne mutlu ona ne mutlu küba halkının onurlu mücadelesine..usa'ya karşı binlerce küba binlerce COMANDANTE.... fidel yoldaşlarına sevgilerle.....
erdal eren
11.06.2005 - 16:0812 eylül acımasızlıgının tipik bir kurbanı..yaşı bir gecede 17 'den 18 'e çıkarılarak asılan bir yiğit yurtsever genç.kimsede sormaz gayrı nedir bu? böyle demokrasimi olur? diye...ama kimse sormadı..soramazdıda zaten ne vicdan vardı ne 'sosyal devlet' ilkesi ne hukuk ne insanlık
genç yurtsever yiğit devrimci bu çocugun düşünceleri önünde saygı ve sevgi ile anıyorum..anan arkadaşlarada teşekkürlerimi sunuyorum...
Toplam 20 mesaj bulundu