Kulbéi Ahzan - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı


Kulbéi Ahzan ey benim sîne-i nurum,
ey benim nûr-u aynım,
ey benim sabrı cemîl’im,
şimdilerde yakubî bir soluktur içime çektiğim,
dilimin kıyısına dokunan, bir baba yüreğinin niyazı kadar beyaz;
artık bana güzel bir sabır yakışır!”
dilim, yusuf’umu besleyen bir dua için dokunur söze.
bir yusuf nazarımdaki kıymetini bilmez, eza olurken ahvali sol yanıma…
bir yusuf, yusufluğunu bilmez; ve ben korkarım bir hasetlik canına dokunur yusuf’un diye..
ben korkarım karanlık eza olur yüreğe diye…
ey benim derûnumdaki sevda,
yarınlarıma dair hüsn-ü zannım,
hatrına niyaza dokunur dilim her dem,
hatrına yüreğim buruk heyecanlar yaşar doğan günle,
hatırı sayılır olurum diye yar nazarında..
ey benim avuçlarımı kanatan sevda,
derinliğim kadardır avuçlarımda açtığın yara,
ne içimi imar ediyorsun sevinçle,
ne de sûretime mutluluğun resmini çizebiliyorsun.
ben üzerine titriyorum bir çocuk gibi,
büyümeni istiyorum, büyütmeni istiyorum beni yâr nazarında..
ey benim lisanını hala anlayamadığım sevda,
sükûtun dağlar gibi içimde,rengin gece misali.
leyl’im der susarım şimdilerde -sen gibi-,yücelirim “yâr” makamına diye…
ey cemil’in letafeti,
yûsufî güzellikte değil sûretim yakub kadar sabırlı da değilim,ama bilirim ki içimde büyürsen; sultanı olacağım bir beldenin.
gözlerim aydınlanacak,
aydınlık olacağım mısır’a..
ey içimdeki sevda, içimin nil’i olursan, ereriz huzura; 'can' oluruz bir kurak beldeye...

…........................................................

Sorma Hâli Sînemi ..
Sevgili öyle altüst ediciydi ki sorma...
Hicranı öyle ateşli geldi ki sorma...
Bu bir tek söz öyle hoşuma gitti ki sorma.
İşittim ki; iki ayrı şehirmiş sebeb-i hüznü, divane edermiş gönlünü.
İstanbul’da olmayan lakin İstanbul’dan olan endamı işler dururmuş ruhuna.
Uykuya dalmayı beklermiş ruhuna can katanın bakışları misali bir Boğaziçi rüyasına.
İstanbul’un iki köprüsü kirpiklerini hatırlatırmış, asude denizi ise gözlerini…
İçinde bir şey varmış; yerini bilmediği, misafir edemediği…
Kıvılcım kıvamında hissettiği, yangına meyleden bir şey…
Ağrıdıkça ağrıyan, çığlığı kalbini aşıp tüm hücrelerine dağılan…
Kurduğu cümleleri öznesiz bırakan, yan yana sayısız noktalar koyduran…
Ki fikrince kâfi imiş üç nokta (…) hangi yoğunlukta olursa olsun yazılan
Rengini hakkıyla seçemediği bir halmiş bu.
Maviden kırmızıya, kırmızıdan maviye kalbedermiş.
Mavinin teslimiyetinden, kırmızının tutsaklığından dem vururmuş.
Mavideki deniz kokusunu, kırmızıdaki heyecanı üflermiş can-u ruhuna.
Yine bir vakitmiş ki; hasretin yaktığı, gönlünün sebeb-i tebessümünden gelen tek kelâma yandığı bir vakit.
Her yangından sonra sanki tekrar nefes aldıran sonbahar gibi düşmüş gönül rüyası geceye. Sonbahara varmak, ona uyumakmış.
Sonbaharı solumak, ona uyanmak…
Aşk’ın hâlleri hece hece yer etmiş sinesinde.
Aşk…
Aşka…
Aşkta…
Aşktan…
Ne gelirse gelsinmiş… Yeter ki “gelsin”miş… “Gitmesin”miş…
Ki zaten yetmemiş, bitmemiş; gelmiş, gitmemiş…
Biçarenin gönül hanesi mülevven bir hâldeymiş.
Bir husufmuş ki hayalî, düşte kalmış; ay tutulmamış.
Divanenin hüsünperest bakışları, hüzne meylettirmiş kalbini.
Vardım yanı başına, dedim ki nasıl bir hâldir bu…
Dedi ki, sorma; bir ömür, bir gönül süruru bu…
Bana meçhuldür o âşığın hâli, dedi bana ki, sade sun zikrettiklerimi…
Gönlünün düştüğü ateşi takdim edemiyor oluşunu, dilinin dile gelemeyişini bağışla.
Kalbine düşenleri tasvir edemeyişini, sîretini suretine vuramayışını bağışla…
Hem bilmez misin sen ey biçarenin kalbine taht kuran!
Gönülcüğünü hâlden hâle kalbeden ey!
Bir ney sesinden daha hüznengizânedir dile değdirmek kalpteki terennümâtı.

....................................................................

Ey aşk iklimini kalbindeki hüzün mevsimine kurban eyleyen kavgam!..
Gökyüzü bilmişken ben seni. Toprağa düşen ne kadar yağmur tanesi varsa hepsini sana râm eylemenin niyazıdır bu ağıt...
Her ağıt kendi sesleminde taşır sürûrunu.
Ve ben sükûnete muteber kıldım sana mecz eylediğim ne kadar harfim saklıysa gecenin rahlesinde.
Bu ağıt, ellerimde büyüttüğüm yıldızlarla ismine şerhettiğim bir parantez ol diyedir sevda şerhime.
Bir sözdür bu sana, ilelebet göğsümde muskalanan..
Söz ki Nûn'a değer Elif olmaya meylederken kalbim.
Anlasana sevdegâhım!...
Sende cüzlensin istiyorum yüzünün ayetlerinde huzur sûrelerine mâtuf olan aşk.
Gece ve düş adına..
Ateş ve kül adına..
Huruf makamının esrârına mahkum kalıyor işte dil-i efgânım...
Oysa sana seslenmek isterdim zemheri aylarında.
Sen ol diye haykırmak isterdim; güneşin ellerime değen parıltısının üstündeki.....
Sen ki; mesrûr gecelerin mahremiyetine musâddık eylediğim rüyaların menekşelerce yorumlanan nağmesisin içimde...
Bir kelebek kanadında sakladığım hayatın; yusufçuk kuşlarının rehberliği eşliğinde kalbime vehmettiğim tercümesisin..
Kör gecelerin esaretiydi beni sana kalbeyleyen.
Yusuf'un düştüğü kuyuydu belki de lâmekan gönlümün sende bulduğu.
Her Züleyha yırttığı gömlekte taşır aşkının değerini bilirim.
Ben bu yüzden yağmurdan bir libas giyindim üzerime.
Ki gözyaşlarınla yırtasın diye haya perdemi.
Ferhat ve Şirin adına
Kerem ve Aslı adına
Leyla ve Mecnun adına
Ey çöl yalımı saçlarında hüznün şarkısını mırıldanan kulbe-i âhzân'ım!...
Ey karanfil yanığı gözlerinde aşkın cilbâbını kuşanan sûret-i efkârım!...
Aşk Sadece Sende Leyla Eyledi Beni.....