'Bazen insanları hafife almak için 'Çocuk gibisin,Çocuk gibi
davranıyorsun'denir ya..Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının
verildiği birhapisanede mahkumdu küçük kızın.Fırsat bulduğu her haftasonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapisaneye giderdi.Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında yanında götürdü ancak hapisane kurallarına göre özgürlügü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.Bu sebeple kagıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...Çok üzülmüştü küçük kız...Babasına söyledi bunu,o da 'üzülme kızım,yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olurmu? 'dedi.Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü.bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.Babası keyifleresme baktı ve sordu: 'Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı? Küçük kız babasına eğilerek,sessizce: 'Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri! .....'
bir zamanlar izledigim bir film geldiaklıma ilk gordugumde. yanlıs hatırlamıyorsam bas rolde Aydan Sener vardı...o zaman bu sozu sorgulamaya calıstım...huzunlu bir yuz nasıldır...? aynaya baktıgımda da sıkca karsıma cıkan yuz!
simdi uzerinde durdugum, olmaktan da oldukca keyif aldıgım, hic kopmak istemedgim, her gun beni yeni seylerle karsılayan, bol yesil, bol insan, bol bol bol, sınırsız ve bilindik bir kara parcası...
burda olmayı seviyorum :)))
ben Onu savunmak, birilerine begendirmek, ballandıra ballandıra anlatıp pazara cıkarmak derdinde degilim. Ama Onu daha once niye okumadıgıma hayıflanıp duruyorum...onu okumadıgım gunlerime acıyorum...ben onun sozcukleriyle, tamamlanmamıs cumleleriyle, kendi pesinden kosan tumceleriyle, o kendine bile aldırmaz tavırlarıyla yasamayı seviyorum....hepsi bu....
'Onlar, okurlarım.
Onlar, okur olmayı edebiyatı sevdikleri için seçmediler. Mideleri yıkansın diye okudular.
Bileklerindeki kesikler dikilsin diye okudular.
Potansiyel negatif enerji dağılsın diye okudular.
Benden korkmak için okudular.
Bir kez daha haklılıklarına ağlamak için okudular.
Doğru düşündükleri onaylansın diye okudular.
Dertleşebilmek için okudular. İçlerini dökebilmek için okudular.
Yaptıklarının yasak, ayıp, günah olmadığına bir başkası da arka çıkabildiği için okudular.
Yabancı altkültür yazarlarından sıkıldıkları için okudular.
Bana haykırabilmek, benimle itişip kakışabilmek, arkadaşlarından, benzerlerinden haber alabilmek için okudular.
Beni bir gazetenin üçüncü sayfası gibi, o, ölümle yüzyüze gelebilme cesareti taşımanın gururunun bedenleri nasıl kavurduğunu kanıtlamak için okudular.
Son sigarayı, son alkol yudumunu paylaşabileceklerini öngördükleri için okudular.
Şehirlerine gittiğimde beşinci sınıf otel odaları yerine onların küçük bekar evlerinde bir yer yatağında uyuyacağıma yemin edebildikleri için okudular.
Beni 1 mayıs meydanında, bir gay clupta, bir rock barda görebildikleri için okudular.
Sahici olduğum, onlara yalan söylemediğim, söyleyemeyeceğim, çok azarlarsa yatağa atabilecekleri için okudular. Çok gençtiler. Onlar ta yolun başında terkedilindi; bu unutuş, bu yok sayma kabullenemez, bağışlanamaz. Çünkü yanlarında ne bir harita, ne bir pusula ne de güvenecekleri bir yandaş vardı.
Ben bu insanları tanımadan sevmek mecburiyetinde bırakıldım; olumsuz bir mecburiyet değildi bu elbette, tam tersine kavmini bulmuş, uzun zamandır yalnız yaşayan bir adam gibiydim. Gittiğim en uçlarda bile bana saldıracak ya da sevecek birileri vardı mutlaka. Yukarı aşağı, yatay her noktada yeterince düşman ve dost! Sesimi, gitgide çığlığa dönüşen sesimi duyurabilmiştim. Onlar biliyordu: Marksist kökenli bir anarşisttim artık. Onlar biliyordu: Çocukken tacize uğramadan, kadınlarla birlikte ola ola gayliğimi keşfetmiştim ve herkes kadar mutlu, herkes kadar aşk acılarıyla derbederdim. Onlar biliyordu: Keyif verici maddelerle haşır neşirdi. Haşır neşir arkadaşlarımdan kimileri ölmüştü. Onların da arkadaşları ölmüştü. Hepimizin birileri ölüp ölüp duruyordu. Ve işin boktan yanı, tutkuyla bağlı olduğumuz, güzel insanlardı gidenler. Hırçındık bize saldıranlara. Şevkatliydik kollarını açıp bekleyenlerin karşısında hep. Hep özledik. Huzurdan gebermeyi, eşitliği, özgürlüğü, paylaşmanın fevkaladeliğini. Olmayacağını bile bile bekledik. Onlar biliyordu: İntiharın zembereğine çomak sokuyordum kırılmak pahasına. Hüznü kızıştırmak, üstümüze çekmenin altında elbette puştluk vardı. Farkındaydık. Çünkü zayıftık ve karşımızdakine vurabileceğimiz tek bir yumruktu. Gücümüz ortadaydı işte. Onlar biliyordu: Ölümle burun burunaydım. Peşimdeki faşist kiralık katillerle, yatağımda zincirle beni boğmaya kalkanlarla, evimi soyanlarla, kleptomanlarla, ihanetlerle, sahtekarlıklarla cebelleşiyorduö. Onlar biliyordu: Önceleri asker kaçağıydım. Ve yurtdışına çıkıp orada yaşananları görüp yazılarıma aktarmak için ani bir kararla askere gittim. Param yoktu. Bu ülkede kalemiyle, ek bir iş yapmadan ayatka durmaya çabalayan tek adam olduğumun bilincindeydiler. Onlar biliyordu: Popüler kültüre de düşkündüm. Sarhoş olup zırlarken Chopin dinlenmeyeceğini anlayacak kadar zekiydim. Batıdan çalıntı bir altkültürün bize, Ortadoğu'ya uymayacağını, bunun yapmacık, sahte kaçacağını söylediğimi işitmişlerdi. Onlar biliyordu: Sinemaya da gönüllüydüm. Ayrıca komiktik de. Dalga geçmesini Öğrenmiştik. Onlar biliyordu: Yaşamadığım halde başımdan geçmiş gibi anlatılan ve kulaktan kulağa yayılan olaylar vardı. Oysa ben hiçbir şeyi saklayamayacak kadar tek hücreliydim. Basitten iğreniyordum. Kolaycılıkatn iğreniyordum. İçten pazarlık ve sömürgecilik, insani değerlerin hiçe sayılması, bağımsızlığın kısıtlanması midemi kaldırmakla kalmıyordu. Bütün bu anlamlara açtığım savaşta sürüyü avucunda tutma yöntemlerinden gelenekselcilik ve ahlak da paylarını alıyordu. Onlar biliyordu: Rock tabanlıydım. Otonom oluşumlardan yanaydım. İşgal evleri düşleri kuruyordum. Seksin pervasızca kullanılmasını istiyordum. Töreye anne, devlete baba dediğimin altını onlar çiziyordu zaten. Onlar biliyordu: Biz bir bütündük. Kırılmış bir bardaktan etrafa saçılmış cam parçacıklarıydık. Üstümüze basmaya çalışanın ayağını kanatmak ödevimizdi.
Aslında çoktular. Suskunlukları yüzünden az gibi görünüyorlardı. Çünkü onlar bir darbenin içine doğmuşlardı.1980'in çocuklarıydı onlar. En ağır koşullardan geçen ailelerin, ezilmiş, işkence görmüş, ruhsal bunalımlar geçirmiş anne-babaların evlatlarıydılar. İsyanlarını politik merkezde değil, sosyal hayatta göstermenin güzelliğine kapıldılar. Kısmen haklıydılar da. Kimse onlarla konuşmuyor ve asla anlatmıyordu.
Yalnızca gördüklerini yorumlama şansına sahiptiler. Yol göstericiler yoktu, kaybolmuşlardı. Müzik, uyuşturucu ve bir parça kitapla, seyredebildikleri altkültür filmleriyle kendilerine bir ifade biçimi geliştirme uğraşına girdiler. Ne ebeveynler, ne politikacılar, ne sanatçılar ne de hızla gelişen teknoloji onların utangaç ama isyankar olmalarını engelleyebildi. Odalarına kapanmak, hücrelerini oluşturmak ve oradan kişisel anlamlar çıkarmak tek yol gibiydi.
Sonra buluştuk. Mektuplar, mailler, kapıma bırakılmış notlar, imzalanıp gönderilmiş kitaplar, kolajlanmış resimler, imza günleri, telefon görüşmeleri, cep telefonu mesajları, söyleşiler, bana hazırlanmış defterlerle buluştuk. Zarflardan çıkan kanlı cam parçacıkları, akineton tabletleri, kurutulmuş böcekler aslında herşeyi ifade etmeye yetiyordu. Benim bildiğimi onlar da biliyordu: Artık söylenebilecek söz kalmasa da, ortak bir dilimizin varlığı kesindi. Bu tükenişte, bu yere çakılmış uçağın enkazında belalı şizofrenler gibi karnımızı doyurmak için birbirimizi yiyecektik. Bizim kriterlerimiz kendiliğinden oluşmuştu. Küçük, saldırgan ve naif bir orduyduk.
Karşılıklı sevdalar, nefretlerle çoğaldık. Onlar biliyordu: Hissettiklerini benim önüme sürdüler. Onları anladığımı, bununla birlikte bir çare bulamadığımı onlar da biliyordu.
Onların bildiklerini, onların ürettiklerini onlara ve onları merak etmeyenlere sunmak için hazırladım bu kitabı. Kelimelere dokunmadan, imlaları düzeltmeden. Tıpkı bana geldikleri gibi. Amaç ne: Hem kardeşlerin birbirlerini tanımaları, hem ürettikleriyle bir sese dönüşmeleri hem de bir nebze bu dönemin gençliğinin neler yaşayıp nelerin peşinde olduklarının sosyolojik dökümü diye adlandırılsın arzusundayım. Yüzlerce mektuptan, mailden ve nottan bir seçme yaptım. Diğer imzalar kırılmasın. Çok özellerin burda işi yok. Özellikle mail dışındakileri saklıyorum. Soyadlarını çıkarttım; adresleri bozdum. Kimi yerlerde de incinme olasılığı nedeniyle kısaltmalar yapmayı uygun görmemi bağışlayın, bağışlasınlar. Neydi sıkıntım: Tamamlanıp bir puzzle havasına bürünelim hevesine kapıldım. Mamafih, böyle bir ülkede bu çalışmanın bir megalomani ürünü sayılabileceği de açık. Derdim(iz) değil. Keşke her ot ne boka yaradığını bilse. Ben biliyorum. Onlar biliyor. Yani, biz biliyoruz. '
23 nisan
20.04.2004 - 22:54'Bazen insanları hafife almak için 'Çocuk gibisin,Çocuk gibi
davranıyorsun'denir ya..Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının
verildiği birhapisanede mahkumdu küçük kızın.Fırsat bulduğu her haftasonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapisaneye giderdi.Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında yanında götürdü ancak hapisane kurallarına göre özgürlügü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.Bu sebeple kagıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...Çok üzülmüştü küçük kız...Babasına söyledi bunu,o da 'üzülme kızım,yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olurmu? 'dedi.Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü.bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.Babası keyifleresme baktı ve sordu: 'Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı? Küçük kız babasına eğilerek,sessizce: 'Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri! .....'
çocuk
05.12.2003 - 21:40evcilik setim, Japon bebegim, iplige gecirmek icin ugrasıgım renkli dugmeler, uc tekerlekli bisikletim, kırmızı beslenme cantam, ilk okudugum kitap 'Kucuk Kara Balık', vestiyerde sakladıgım seksek taslarım, penceredeki kus yuvası, annemle babamın öldugunu dusunup aglayısım, buyuyecegimi dusunup umutlanısım, buyudukce umutsuzlanısım, sonra...sonrası yok!
hüznün yüzü
03.10.2003 - 00:31bir zamanlar izledigim bir film geldiaklıma ilk gordugumde. yanlıs hatırlamıyorsam bas rolde Aydan Sener vardı...o zaman bu sozu sorgulamaya calıstım...huzunlu bir yuz nasıldır...? aynaya baktıgımda da sıkca karsıma cıkan yuz!
fight club / Dövüş Kulübü
02.09.2003 - 01:32uzgunum ellerimle yuzumu orttugum icin...ama bilseniz nedenini...seyyyy...ben Fight Club'ı hala izlemedim de:(((cok utanıyom...
charlie chaplin
08.08.2003 - 04:56BUYUK DIKTATOR!
oedipus
08.08.2003 - 04:55erken cocukluk doneminde (0-6 yas) raslanan erkek cocukların anneye asık olma durumları...bu donemde babalarına dusman kesilirler...anneleriye aynı yatagı paylasmalarına tahammulleri yoktur...dikkat!
geçmiş
08.08.2003 - 04:48simdi yazdıklarım...
george orwell
08.08.2003 - 04:47hayvan ciftligi...
özgürlük
08.08.2003 - 04:39gozleri gormeyen birinin renkleri dusleyebilmesidir!
allah (c.c)
07.08.2003 - 18:12O'nla hep sorunlu bir iliskimiz oldu...kendini bana kanıtlama gibi bir sorunu var...belki bir gun...basarır...!
susmak
07.08.2003 - 18:09susma hakkımı kullanıyorum...
üniversite
07.08.2003 - 18:07simdi uzerinde durdugum, olmaktan da oldukca keyif aldıgım, hic kopmak istemedgim, her gun beni yeni seylerle karsılayan, bol yesil, bol insan, bol bol bol, sınırsız ve bilindik bir kara parcası...
burda olmayı seviyorum :)))
franz kafka
05.08.2003 - 03:06onu okudukca icimdeki bocek olma istegi gun gectikce artıyor! ! ! ! zaten yasam bocekleri degil miyim...debelenip durmaktayız....
küçük iskender
03.08.2003 - 14:28ben Onu savunmak, birilerine begendirmek, ballandıra ballandıra anlatıp pazara cıkarmak derdinde degilim. Ama Onu daha once niye okumadıgıma hayıflanıp duruyorum...onu okumadıgım gunlerime acıyorum...ben onun sozcukleriyle, tamamlanmamıs cumleleriyle, kendi pesinden kosan tumceleriyle, o kendine bile aldırmaz tavırlarıyla yasamayı seviyorum....hepsi bu....
'Onlar, okurlarım.
Onlar, okur olmayı edebiyatı sevdikleri için seçmediler. Mideleri yıkansın diye okudular.
Bileklerindeki kesikler dikilsin diye okudular.
Potansiyel negatif enerji dağılsın diye okudular.
Benden korkmak için okudular.
Bir kez daha haklılıklarına ağlamak için okudular.
Doğru düşündükleri onaylansın diye okudular.
Dertleşebilmek için okudular. İçlerini dökebilmek için okudular.
Yaptıklarının yasak, ayıp, günah olmadığına bir başkası da arka çıkabildiği için okudular.
Yabancı altkültür yazarlarından sıkıldıkları için okudular.
Bana haykırabilmek, benimle itişip kakışabilmek, arkadaşlarından, benzerlerinden haber alabilmek için okudular.
Beni bir gazetenin üçüncü sayfası gibi, o, ölümle yüzyüze gelebilme cesareti taşımanın gururunun bedenleri nasıl kavurduğunu kanıtlamak için okudular.
Son sigarayı, son alkol yudumunu paylaşabileceklerini öngördükleri için okudular.
Şehirlerine gittiğimde beşinci sınıf otel odaları yerine onların küçük bekar evlerinde bir yer yatağında uyuyacağıma yemin edebildikleri için okudular.
Beni 1 mayıs meydanında, bir gay clupta, bir rock barda görebildikleri için okudular.
Sahici olduğum, onlara yalan söylemediğim, söyleyemeyeceğim, çok azarlarsa yatağa atabilecekleri için okudular. Çok gençtiler. Onlar ta yolun başında terkedilindi; bu unutuş, bu yok sayma kabullenemez, bağışlanamaz. Çünkü yanlarında ne bir harita, ne bir pusula ne de güvenecekleri bir yandaş vardı.
Ben bu insanları tanımadan sevmek mecburiyetinde bırakıldım; olumsuz bir mecburiyet değildi bu elbette, tam tersine kavmini bulmuş, uzun zamandır yalnız yaşayan bir adam gibiydim. Gittiğim en uçlarda bile bana saldıracak ya da sevecek birileri vardı mutlaka. Yukarı aşağı, yatay her noktada yeterince düşman ve dost! Sesimi, gitgide çığlığa dönüşen sesimi duyurabilmiştim. Onlar biliyordu: Marksist kökenli bir anarşisttim artık. Onlar biliyordu: Çocukken tacize uğramadan, kadınlarla birlikte ola ola gayliğimi keşfetmiştim ve herkes kadar mutlu, herkes kadar aşk acılarıyla derbederdim. Onlar biliyordu: Keyif verici maddelerle haşır neşirdi. Haşır neşir arkadaşlarımdan kimileri ölmüştü. Onların da arkadaşları ölmüştü. Hepimizin birileri ölüp ölüp duruyordu. Ve işin boktan yanı, tutkuyla bağlı olduğumuz, güzel insanlardı gidenler. Hırçındık bize saldıranlara. Şevkatliydik kollarını açıp bekleyenlerin karşısında hep. Hep özledik. Huzurdan gebermeyi, eşitliği, özgürlüğü, paylaşmanın fevkaladeliğini. Olmayacağını bile bile bekledik. Onlar biliyordu: İntiharın zembereğine çomak sokuyordum kırılmak pahasına. Hüznü kızıştırmak, üstümüze çekmenin altında elbette puştluk vardı. Farkındaydık. Çünkü zayıftık ve karşımızdakine vurabileceğimiz tek bir yumruktu. Gücümüz ortadaydı işte. Onlar biliyordu: Ölümle burun burunaydım. Peşimdeki faşist kiralık katillerle, yatağımda zincirle beni boğmaya kalkanlarla, evimi soyanlarla, kleptomanlarla, ihanetlerle, sahtekarlıklarla cebelleşiyorduö. Onlar biliyordu: Önceleri asker kaçağıydım. Ve yurtdışına çıkıp orada yaşananları görüp yazılarıma aktarmak için ani bir kararla askere gittim. Param yoktu. Bu ülkede kalemiyle, ek bir iş yapmadan ayatka durmaya çabalayan tek adam olduğumun bilincindeydiler. Onlar biliyordu: Popüler kültüre de düşkündüm. Sarhoş olup zırlarken Chopin dinlenmeyeceğini anlayacak kadar zekiydim. Batıdan çalıntı bir altkültürün bize, Ortadoğu'ya uymayacağını, bunun yapmacık, sahte kaçacağını söylediğimi işitmişlerdi. Onlar biliyordu: Sinemaya da gönüllüydüm. Ayrıca komiktik de. Dalga geçmesini Öğrenmiştik. Onlar biliyordu: Yaşamadığım halde başımdan geçmiş gibi anlatılan ve kulaktan kulağa yayılan olaylar vardı. Oysa ben hiçbir şeyi saklayamayacak kadar tek hücreliydim. Basitten iğreniyordum. Kolaycılıkatn iğreniyordum. İçten pazarlık ve sömürgecilik, insani değerlerin hiçe sayılması, bağımsızlığın kısıtlanması midemi kaldırmakla kalmıyordu. Bütün bu anlamlara açtığım savaşta sürüyü avucunda tutma yöntemlerinden gelenekselcilik ve ahlak da paylarını alıyordu. Onlar biliyordu: Rock tabanlıydım. Otonom oluşumlardan yanaydım. İşgal evleri düşleri kuruyordum. Seksin pervasızca kullanılmasını istiyordum. Töreye anne, devlete baba dediğimin altını onlar çiziyordu zaten. Onlar biliyordu: Biz bir bütündük. Kırılmış bir bardaktan etrafa saçılmış cam parçacıklarıydık. Üstümüze basmaya çalışanın ayağını kanatmak ödevimizdi.
Aslında çoktular. Suskunlukları yüzünden az gibi görünüyorlardı. Çünkü onlar bir darbenin içine doğmuşlardı.1980'in çocuklarıydı onlar. En ağır koşullardan geçen ailelerin, ezilmiş, işkence görmüş, ruhsal bunalımlar geçirmiş anne-babaların evlatlarıydılar. İsyanlarını politik merkezde değil, sosyal hayatta göstermenin güzelliğine kapıldılar. Kısmen haklıydılar da. Kimse onlarla konuşmuyor ve asla anlatmıyordu.
Yalnızca gördüklerini yorumlama şansına sahiptiler. Yol göstericiler yoktu, kaybolmuşlardı. Müzik, uyuşturucu ve bir parça kitapla, seyredebildikleri altkültür filmleriyle kendilerine bir ifade biçimi geliştirme uğraşına girdiler. Ne ebeveynler, ne politikacılar, ne sanatçılar ne de hızla gelişen teknoloji onların utangaç ama isyankar olmalarını engelleyebildi. Odalarına kapanmak, hücrelerini oluşturmak ve oradan kişisel anlamlar çıkarmak tek yol gibiydi.
Sonra buluştuk. Mektuplar, mailler, kapıma bırakılmış notlar, imzalanıp gönderilmiş kitaplar, kolajlanmış resimler, imza günleri, telefon görüşmeleri, cep telefonu mesajları, söyleşiler, bana hazırlanmış defterlerle buluştuk. Zarflardan çıkan kanlı cam parçacıkları, akineton tabletleri, kurutulmuş böcekler aslında herşeyi ifade etmeye yetiyordu. Benim bildiğimi onlar da biliyordu: Artık söylenebilecek söz kalmasa da, ortak bir dilimizin varlığı kesindi. Bu tükenişte, bu yere çakılmış uçağın enkazında belalı şizofrenler gibi karnımızı doyurmak için birbirimizi yiyecektik. Bizim kriterlerimiz kendiliğinden oluşmuştu. Küçük, saldırgan ve naif bir orduyduk.
Karşılıklı sevdalar, nefretlerle çoğaldık. Onlar biliyordu: Hissettiklerini benim önüme sürdüler. Onları anladığımı, bununla birlikte bir çare bulamadığımı onlar da biliyordu.
Onların bildiklerini, onların ürettiklerini onlara ve onları merak etmeyenlere sunmak için hazırladım bu kitabı. Kelimelere dokunmadan, imlaları düzeltmeden. Tıpkı bana geldikleri gibi. Amaç ne: Hem kardeşlerin birbirlerini tanımaları, hem ürettikleriyle bir sese dönüşmeleri hem de bir nebze bu dönemin gençliğinin neler yaşayıp nelerin peşinde olduklarının sosyolojik dökümü diye adlandırılsın arzusundayım. Yüzlerce mektuptan, mailden ve nottan bir seçme yaptım. Diğer imzalar kırılmasın. Çok özellerin burda işi yok. Özellikle mail dışındakileri saklıyorum. Soyadlarını çıkarttım; adresleri bozdum. Kimi yerlerde de incinme olasılığı nedeniyle kısaltmalar yapmayı uygun görmemi bağışlayın, bağışlasınlar. Neydi sıkıntım: Tamamlanıp bir puzzle havasına bürünelim hevesine kapıldım. Mamafih, böyle bir ülkede bu çalışmanın bir megalomani ürünü sayılabileceği de açık. Derdim(iz) değil. Keşke her ot ne boka yaradığını bilse. Ben biliyorum. Onlar biliyor. Yani, biz biliyoruz. '
küçük İskender
haziran 2001, istanbul
anı
30.07.2003 - 23:25dun yedigim bademli kurabiyeler!
aşk
30.07.2003 - 23:24gorulemeyen bir adanın yalnızca uzaktan hissedilen bitki ortusudur!
Toplam 17 mesaj bulundu