SAYGIDEĞER GÖNÜL DOSTLARIM AŞAĞIDA SUNDUĞUM DÖRT GRUP SİZLERİN DUYGULARINA TERCUMAN OLMASI İÇİN KURULMUŞTUR. İÇİNİZDE BİRİNE VEYA BİR KAÇINA ÜYE OLANLARI TEBRİK EDİYORUM ÜYE OLMADIĞINIZ GRUP VARSA ÜYELİK ÇOK KOLAY PROFİLİME GİRİN ÜYE OLDUĞUM GRUPLARI TIKLAYIN İLK BAŞTA KARŞINIZA MAVİ YILDIZLI BU DÖRT GRUP ÇIKACAKTIR SIRAYLA TIKLAYIN GRUP SAYFASI KARŞINIZA ÇIKACAKTIR SAĞ SÜTÜNDA TIKLAYINIZ YAZAR ONU TIKLAYINCA BU GRUBA ÜYE OL YAZISI ÇIKAR ONUDA TIKLAYIN SIRAYLA DİĞER GRUPLARIMA DA KATILIN BİRLİK OLALIM DİRLİK BULALIM GRUPLAR ÜYELERİN DESTEĞİYLE AYAKTADIR DİĞER GRUP YÖNETİCİ ARKADAŞLARIMDA KATILABİLİRLER ÇÜNKÜ BENDE ONLARA GEREKLİ DESTEĞİ VERİYORUM SAYGI,SELAM İLETİYORUM.
AŞKIN DERYASI Kitabımdan Damlalar GURUBU Isparta Sevdalıları Grubu NE MUTLU BEN TÜRKÜM DİYENLER grubu TÜRKİYE Yazarlar,Ozanlar, Bestekarlar,Şairler Gurubu
NE MUTLU BE N TÜRKÜM DİYENLER grubu'ma şiirimle davetiyemdir.
Barış,kardeşliği benimseyenler, Taşı toprağını önemseyenler, Askere, Polise gülümseyenler, Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Devlete, Millete saygı duyanlar, Özüne,sözüne sadık olanlar, Ülkeme övgüyle eser sunanlar, Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Her renkten,her ırktan olsalar bile, Hainlik yapmazlar düşmezler dile, Layık olmalıyız sevgiye, güle, Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Mustafa Kemal'dir Yüce Atamız, Bayrak'ta,Sancak'ta şehit Kanımız, Dünyanın kalbidir TÜRK Vatanımız, Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Canını yurduna feda edenler, Çerkezi, Kürt, Lazı eşit görenler, Alevi, Sunisi biriz diyenler, Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Zekice düşünüp doğru yazanlar, Bestekar, Şairler, Aşık, Ozanlar, Bölücü, teröre feci kızanlar, Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
sık sık ve çok gülmek, zeki insanların saygısını kazanmak, ve de çocukların sevgisini, dürüst eleştirmenlerin takdirini kazanmak, sahte dostların ihanetine dayanmak, güzelliği takdir etmek, başkalarındaki en iyiyi bulmak, dünyayı bir parça daha iyi terk etmek, ister sağlıklı bir çocukla ya da bir parça bahçeyle, isterse bir sosyal koşulu iyileştirerek ,siz yaşadığınız için, tek bir canlının bile daha kolay nefes aldığını bilmek,
AZRAİLİM OL Bir sevdadır seni yasamak Baldan tatlıdır adını anmak Atesden yakıcıdır hasretine dayanmak Bir ömürdür seni Kalbimde tasımak
Varlıgınla hayatımın her anını Askınla kalbimin her kösesini Sevginle yüregimin her zerresini Doldur ve öyle büyük askla gel ki Bana Yasarken cennetim ol Atesim sen ol yanması benden Kaderim sen ol cekmesi benden Kursunum sen ol sıkması benden Azrailim sen ol ölmesi benden
'Önce kapağını açtı kanyağının, bir yudum aldı... Biraz boğazı burkuldu ilk yudumunda. Ayrılığına benzetti tadını... Kanyağı yan taraftaki taşın üzerine koydu, ağzını kapatmıştı.
Oturdu bir kenarı. Paltosunun eteği sıkışmıştı, düzeltti. Oturduğu yerde biraz öne eğildi, sanki nefes alamıyordu. Gözleri ağrıyor gibiydi ve birazda pusluydular bu gece. Midesi ağrıyordu sanki birde. Kalbi çarpıyordu ve ritmi bozuktu. Nefes alamıyordu. Elleri titriyordu hafiften ve ellerini karnına doladı. Eğildi öne, başını denize doğru kaldırdı. Denizde hiç bir şey göremeyeceğini bildiği halde uzun uzun baktı.
Kaç kere daha bu duyguyu yaşayacağını düşündü önce. Oysa yaşamamaya yemin etmişti, izin vermeyecekti.
Berbat bir hayatı vardı ve değişmek istiyordu... O, onu değiştiriyordu... Tamamlıyordu...
Bir an için sızısı tekrar depreşti sanki. Yüreğinden boğazına doğru bir hıçkırıktı sanki gelen, Soğuk bir yutkunuşla geri gitti geldiği yere...
Taşın üzerinden aldı kanyağı, kapağını açıp bir yudum daha içti. Biraz fazla bir yudumdu Ve ne kadar da hissettiklerine benzetmeye çalışsa yaşattığı o burukluğu, Aslında zerresi bile olamıyordu... Tekrar taşın üzerine koydu, Bu sefer kapatmadı kapağını.
Sonra ellerini yine karnına sardı, eğildi ve ayaklarına baktı. Öyle dengesiz bir ritim tutturdu ayaklarıyla, aynen yüreğinin çarpıntısı gibiydi.
Hayatıda hep öyle olmuştu zaten. Ritimsizdi ve onu tanıyana kadar hiç düzelmeyeceğine inanmıştı. Sonra onu benimsemişti. Hayatı güzelleşmişti. İlk defa sonsuza kadar sürecek bir şeylerin hayalini kurmuştu gerçekten. Herşeye rağmen sürebilecek olan.
İlk aklına gelen şey artık sabahları onun sesiyle uyanamayacağıydı. Gerçekten içini en çok acıtan bu oldu. Bir anlık bir sızı sardı bedenini, yüreğinden gelmişti yine.
Gözlerini düşündü, gözlerini denize doğru diktiğinde. O muzır bakışlarıda göremeyecekti artık. Gerçi cebinde bir fotoğrafı vardı ama bakmaya korkuyordu ona. Çünkü gerçeğini hiç göremeyecekti artık.
Korkarak elini cebine attı paltosunun. Fotoğrafı çıkardı. Bakmadı. Bu fotoğrafı çizmişdi daha önce onun için. Her çizgisini de ezberlemişti yüzünün aslında. Yine taşıyordu yanında, bakmak için...
Ama bakmadı. Kapalı bir şekilde, oturduğu taşın yanına koydu.
Hafif bir rüzgar esti ve daha sıkı sarıldı kendisine. Çünkü artık sarılabileceği tek kimsede yoktu hayatında. Ürperdi bir an.
Resim uçmasın diye üzerine bir taş koydu küçükçe. Resmi ters koymuştu ve görmediği halde yönünü, uzun uzun baktı yine de.
Başını derin bir nefes alarak önüne çekti ve ellerini başının üzerinde birleştirdi. Nerede hata yapmış olabileceğini düşündü... Acaba onun istediği ne vardı da eksik kalmıştı ona. Yetmemişti...
Daha bir kaç gün önce 'Aşkım' derken hissediyordu sevgisini oysa. Bu kadar güzel der miydi bir insan o kelimeyi? Bu kadar inandırıcı olabilir miydi?
O kadar güzel bir kelime, nasıl bu kadar yalan olabilirdi ki peki?
Önce bir daha o kelimeyi duyamayacağını düşündü; buruldu... Sonra o kelimenin yalan olduğunu düşündü; öldü...
Yoo... Haketmiyordu bunları o, olamazdı. Hep kendi olmuştu ona karşı. İçinden gelenlere engel olmamıştı hiç mesela... Ve sevmişti onu sadece ve değişmişti de. Bu kadar vermişken ne olmuştu ki?
Birden gerildi. Hırsla resmin üzerindeki taşı tuttu... Sıktı... Eli acıyana kadar sıktı... Ağlamak istiyordu, sinirliydi birde.
Resmi yırtmak geldi içinden. Haketmiyordu bunları.
Taşı bıraktı ve kanyağı aldı tekrar. Yudumladı, içi yandı gerçekten. Daha büyük bir yudumdu bu.
Resmi yırtmaya elbette ki kıyamadı...
Sonra parmaklarıyla oynadı taşla, bir ileri bir geri ittirdi resmin üzerinde. Yuvarladı resmin üzerinden. Biraz toz olmuştu resmin arkası, kıyamadı, temizledi. Aldı eline ve cesaretini toplarlayıp, resmin yönünü çevirdi. Dirseklerini dizlerine koydu, ellerini yanaklarında birleştirdi. Resim yan tarafında öyle yatıyordu, başını öylece çevirip uzun uzun ona baktı.
Boğazında bir yumruk vardı. Nefret ediyordu bu duygudan yaa... Ya yemin etmişti, yaşamayacaktı artık bu duyguyu. Bıkmıştı artık... Berbattı.
Gözleri doluyordu.
Kimse için şiir yazmamıştı daha önce, Ona yazdığı şiirlerden birisini taşıyordu hep cebinde... 'Bir damla suya muhtaçtı sevgimiz, lütfedeceğin...'
Çıkardı, baktı... Lütfetmemişti...
Hiç bir sevgilisinin resmini çizmeye değer bulmamıştı oysa birde. Hiç birisini bu kadar benimsememişti... Bu kadar sevmediğini düşündü hiçbirisini.
Bir düşü vardı hep: Kar yağıyordu ve yol ıssızdı. Uzun paltosu, beyaz atkısı ve çiçekli başlığıyla bir kız vardı. İnce ince yağan karın altında, ona sarılmıştı... Yürüyorlardı. Hayatının en mutlu anıydı o an. Seviyordu... Ömür boyu sürecekti...
İşte onu o hayale oturtabilmişti. O paltoda yakışıyordu ona, O beyaz atkı da yakışıyordu, O çiçekli başlıkta... O’ydu O...
Ama ömür boyu sürmeyecekti artık ne yazık...
Oysa tutunabileceği bir daldı o onun için. Sarılabileceğiydi...
Hayat üzerine gelirken tek tesellisiydi her kötü şeye. En sevdiğiydi. 'Sana değer' diyebildiğiydi...
Sadece o olsun istemişti hayatında, İstedikleri boşmuş, Boşunaymış...
Küpeler yapmıştı ona mesela, Hayatında en çok sevdiği gümüş anahtarlığının bir parçasından. Kaderini onun ellerine göndermişti mesela, o yazsın diye defterini...
Hala resme bakıyordu... Gözleri doluydu. Bir an bıraksa kendisini, biliyordu koyuverirdi artık... Ve hiç kimseye söylemezdi bunu ömür boyunca.
Sonra ölümü düşündü... Üzüntüsünden değil... Şimdi değil... Bir gün yaşlanacaktı onunla birlikte Ve onun yanında verecekti son nefesini... Onun gözlerine bakarak. Çok isterdi bunu ve yapacaktı, yanında onun olmasını istediğini biliyordu...
Onsuz öleceği geldi aklına. Düşündüğü buydu...
Ayrılmadan önce, ölümün onları ayıracağından konuşmuşlardı. Kötüydü, içi en az bu kadar acımıştı yine... Ayrılık hep koymuştu ona çünkü. Ondan ayrılmak...
Ama en azından doya doya yaşadıktan sonra olurdu ölüm ve huzurlu olurdu o zaman.
Ama ayrılığın adını da sevgilisi koymuştu... Ölüm değil...
Bir an hangisinin daha acımasız olduğunu düşündü...
Oysa şimdi kanıyordu. Yüreği acıyordu... Ondan ve onunla yaşamayı hayal ettiği bir ömürden mahrumdu.
O karlı yolda yürüyeceği sevgilisi yoktu artık...
Başka hiç kimseyide o hayale konduramayacağını biliyordu. Çünkü hiç kimse o kadar yakışmıyordu o hayale. Hiç kimse o karlı yolda yürürken, Onun gözlerine bakıp, o kadar güzel gülümseyemezdi. Ve hiç kimse o gülümseyişten sonra O kadar masum bir şekilde başını onun göğsüne bu kadar hafif yaslayamazdı. Ve hiç kimse ona bu kadar güzel 'Seni Seviyorum' diyemezdi.
En güzel 'Seni Seviyorum'u da ondan duyduğunu düşündü bir an. Geceydi, çok geçti... Telefonun ucunda o vardı. Hiç kimseyle bu kadar uzun konuşmamıştı da... Uykuluydu ikiside. Sonra sevgilisi bir an dalmıştı... Uyuyordu. Ard arda bir kaç kere 'Seni Seviyorum' demişti... Uykulu uykulu... O kadar kadife bir sesle söylemişti ki; İpek böcekleri ses çıkarsaydı eğer, Ancak bu kadar narin olabilirdi sesleri.
Cemal Süreyya’nın dizesi geldi aklına; 'Benim İpek Böceği Sesli Kadınım'...
Sonra resme bakmaya devam etti...
Mırıldandı: 'Keşke yalnız bunun için sevseydim seni...'
Oysa o, Onu alıştırmaya bile başlamıştı son zamanlarda... Hissetmişti... Nedenini sorgulamak istemedi...
'Niçin alıştırmak istemişti? ' 'Ne yapmıştı, yaşadıkları neydi? ' Bunları sordu ama düşünmedi. Bulacağı cevaplardan korktu... Yalan olmasından herşeyin...
Kalktı yerinden. Paltosunu düzeltecek kadar düşünemiyordu artık. Konyak yarımdı şişede, dokunmadı... Kendisine benzetti şişeyi... Kendiside yarımdı artık.
Döndü denize doğru ve baktı biraz... Derin derin nefes aldı... Elleri ceplerindeydi.
Dönüp kaldırıma bir adım attı. Bir adım daha... Bir adım daha...
Yola çıkmıştı... Hep yolları kendi hayatına benzetirdi. Şimdide öyleydi. Karanlıktı ve yolun sonu görünmüyordu. Soğuk bir ayaza vurmuştu hava.
Ne konyağı düşündü, ne de resmi... Belki denize karışmışlardır ikiside... Bilmiyordu...
Cebinden bir anahtarlık çıkardı. Son kez ışığını yakıp içindeki resme baktı. Cebine yeniden koydu. Onu her şeye rağmen saklayacaktı, sözü vardı...
Yürüdü... Yürüdü... Yürüdü...
Üzgündü... Gözleri puslu ve yorgundu... Suskundu...
Durdu bir an...
Sevgilisinin söylediği son şey geldi aklına Nazım’dan: 'Yirminci yüzyılda aşk acısı en fazla bir yıl sürer...'
Oysa o, ömür boyu onsuz kalacaktı... Önemsediği şey bir yıl sonra acısının dinecek ya da dinmeyecek olması değildi... Önemsediği şey artık onun hayatında olmamasıydı, onsuz olmasıydı... Acı dinerdi ama artık o yoktu hayatında... Yarımdı... Eksikti... Anlamsızdı...
Ve o bunun ne demek olduğunu Hiç ama hiç anlamayacaktı...
Artık hangi acıyı yaşarsa yaşasın onun umurunda bile olmayacaktı. Sevincini de paylaşamayacaktı mesela onunla bir sevgili edasıyla. Haykırmak istediği şeyleri kime haykıracaktı?
Ya! daha önce kimseye bu kadar içten 'Seni Seviyorum' dememişti, Kime diyecekti?
İnandığı bir şey vardı: İnsan gerçek aşkı hayatında sadece bir kere yaşar... Ya sonuna kadar gider, Ya da imkansız olur biter... Ama onu sadece ve sadece bir kere yaşayabilirdi... Ve o gittimi, her şeyi de alır götürürdü...
Gerçekten de öyle oldu: İyi olmak istiyordu... Onunla iyiydi...
O gitti, Bitti...
Kımıldayamıyordu yerinden sanki. Bir sınır çizgisindeydi sanki.
Geriye dönüp konyağı bitirmeyi ve resmi yeniden almayı düşündü. Belki yerindedirler hala diye...
Biliyordu, Geri dönmeyecekti artık o...
Onunla birlikte onu iyi yapan herşeyi Şu an bulunduğu çizginin geri tarafında bırakmayı düşündü... Derin bir nefes aldı... Cesaretini topladı... İleri bir adım attı...
Ondan önceki, Onsuz, O basit ve günlük hayatına...
Sadece iyi bir insan olmak istemişti... 'Yirminci yüzyılda aşk acısı en fazla bir yıl sürer...' Gülümsedi acıyla... Öyle işte...'
Günlerimize o ilkel sesleri karışır ya gemileri annelerinden çok seven çocukların bir adam gelir ya devinen bir sancıdır artık gelir eski günlerden ve uzar sanki uzar ırzına geçilmiş bir kahramanlık.
Sinsi gülüşlerimizdir şimdi pis bir suda yıkanan korkulardır katar katar inenler gökyüzünden. Ay sürekli yükselirse içimizde çirkin ama güçlü bir tanrıya taptığımızdandır ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız. Kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.
Ama kim? Ben miyim burda bir esrime mi nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm? Aptalca beklerim o hiç sökmeyecek şafağı. Oysa yüreğimden akan o derin suda kırmızılar öylesine yırtılır ki siner kan, huysuz kemanlar dolar şahdamarıma, yansır kin savaşçıları, gürül gürül ordular utancın köpürttüğü yanaklarımdan. Köz komamış ateşinden bize o adam şimdi gülüşlerimiz yırtıcı, gülüşlerimiz korkunç ağır, kara bir zırh taşıdığımızdan.
...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir 'ben'e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?
Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla.
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Sevilirken bilmedin mi? Ben söylerken gülmedin mi? Falımızda hasret var, ayrılık var demedim mi?
Anlamazdın anlamazdın, Kadere de inanmazdın. Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın? Dilerim ki mutlu ol sevgilim, Ben olmasam bile hayat gülsün sana. Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.
Anlamazdın anlamazdın, Kadere de inanmazdın. Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın? Dilerim ki mutlu ol sevgilim, Ben olmasam bile hayat gülsün sana. Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda
tut ki ben gelmeyeceği karanlığına sen hep karanlık mı kalacaksın? tut ki hayat beklemeyecek beni hep sonsuz mu kalacak ömür dediğin tut ki bilmeyeceksin beni zannedermisin ki sevilmeyeceksin....
Bulantı; Hayat KarŞisinda DuyacaĞin Tek Şey Bu Olmali... Kendİnİ, Çevrenİ, İnandiĞin, Takdİr EttİĞİn, OnayladiĞin HerŞeyİ DÜŞÜn. YaŞamini GÖzden GeÇİr. YaŞadiĞin DÜnya Sana Yabanci Ve DÜŞmandir. BİlİnÇsİzdİr, SaÇmadir. Sen, YaŞadiĞin DÜnyanin Bu Özellİklerİnİ GÖrdÜĞÜn Zaman DuyacaĞin Tek Şey, Bulanti Olacak, Bİr İÇ Sikintisi Duyacaksin. Ama Bazilari, Bulantidan KaÇar. 'tanri', 'tÖre', 'ahlak' Gİbİ Kavramlarin Arkasina SiĞinir. Sen,bulantiyi DuyduĞun Zaman Uyanmalisin. Ahlakli Olarak BİldİĞİn BÜtÜn KİŞİ Ve Kurumlarin Senİ TÜkettİĞİnİ Farkedeceksİn. Her TÜrlÜ ÖzgÜrlÜĞÜn Yasak OlduĞu Bİr Ahlakİ Sİstemde, Ahlaksiz YaŞamanin Bİr Erdem OlduĞu GerÇeĞİnİ GÖremedİn. Evrenİn BÜyÜsÜnÜ ÇÖzdÜn, Tanriyi Yİtİrmenle Evrenİn Eksenİne Kendİn Oturdun. Tanriyi Kaybetmen GÜzel. Ama Bİr Tanriyi Reddedİp Yenİ Tanrilar, Efendİler Yarattin. YaŞadiĞin TopraĞa Taptin. Unutma Kİ; Toprak, UĞrunda Ölen Varsa Utanmalidir! Sen, Sadece Onlarla ÇatiŞmamak İÇİn İnsanlari Sevdİn. YarattiĞin Dev Teknolojİn Sayesİnde Pek Çok Şey Kazandin. Ama Şİmdİ HerŞeyİ Kaybetme Tehlİkesİ İÇİndesİn! GerÇİ Atom Sirlarini ÇÖzdÜn, Ama Kendİ Kendİne Yabanci Oldun. Senİn Çok Şeyİnİ Elİnden Aldilar. Ancak Bİr Tanesİnİn Elİnden Alinmasina İzİn Verme: Kendİ VaroluŞun! Sen, Bİr Devlet Hastanesİnİn DoĞum KlİnİĞİnde DÜnyaya Geldİn, Sonra Okula Oradanda Fabrİka Ya Da BÜroya GÖnderdİler Senİ. SeÇİm Hakki Birakmadilar. ÖlÜmÜn Bİle Kendİnİn DeĞİl ÇoĞu Kez. Bİr YiĞinsin. Bulantiyi Duy. YÜrÜyen Şerİdİn Üzerİne Bİr Paket Gİbİ Birakilmayi Reddet. Kendİ YaŞamina, Kendİn Şekİl Ver. Sen, ÖzgÜrlÜĞe Mahkumsun ÇÜnkÜ!
Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var
Uyanır gibi birden bir korkulu rüyadan O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan Bir ses bana: 'Gel! ' dese, ben o sesi işitsem Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem
Yavaş yavaş ölürler Seyahat etmeyenler. Yavaş yavaş ölürler Okumayanlar, müzik dinlemeyenler, Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler Alışkanlıklarına esir olanlar, Her gün aynı yolları yürüyenler, Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler, Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler, Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler Heyecanlardan kaçınanlar, Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler, Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar, Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar
Pablo Neruda ...................................BEST OFFF 42
Bir tavşan durdu da yoncalarla kıpır kıpır çıngırak çiçekleri arasında, örümcek ağları içinde doğru dua etti gökkuşağına. Kayıplara mı karışacaktı! o dört başı mamur taşlar, ya çiçekler tam açmışken hem de! Çöp içinde yüzen ana cadde boyunca kerevetler dizildi. Minyatürlerdeki gibi yukarılara asılmış bir denize doğru kaldırıldı, gemiler çekildi. Mavi Sakalın evinde dere gibi aktı kan-ya mezbahalar, ya o camları tanrı mühründen görünmez olmuş kanlı meydanlar. Dere gibi aktı kan, bir o kadar da süt. Kunduzlar yapı yaptı. Kahveler tüttü kahve ocaklarında Camları hala zangır zangır camlı köşkte karalar giymiş çocukların yaldızlı resimlere daldı gözleri. Çat! Kapı çalındı; köyün meydanlığında bir çocuk fırıldaklarla tekmil kulelerdeki horozların aklına uyup kollarını döndürmeye başladı, çakmak çakmak sağanağın altında. Filan hanım kuyruklu bir piyano kurdurttu Alp dağlarına. Katedralin bin bir mihrabında kudas ve vaftiz ayinleri yapıldı. Yollara düştü kervanlar. Harcedildi de buzların hercümerciyle kutup gecesi, kuruldu İspilandit Oteli. O zamandan beri ay, kekik kırlarından gelen ağlamaklı çakal sesleri işitir oldu- bir de meyve bahçelerinde dolaşan tahta pabuçlu çoban türküleri. Derken filize durmuş eflatun korudaki peri Ev karısı geldi yanıma, dedi, bahar geldi. Kaynayın! pınarlar, taşın, katın köprüleri önünüze, basın ormanları siyah kumaşlar, orglar, şimşekler, gök gürültüleri, kabarın hadi çağlayın; hadi su; hadisene keder, kaldırın ayağa selleri. Değil mi ki onlar senli-benli-gitti derler! O dört başı mamur taşlar! O açmaya varmış çiçekler! -değil mi ki bir kasvettir kalan geriye! Ecenin haliyse malum, toprak mangalının korlarını karıştırmaya dalmış büyücü, bilir ya söylemez bizim bildiğimizi.
4Yürüyelim Seninle İstanbul'da Kırmızıyı sevdiğini bilseydim hayallerim kıpkırmızı olurdu
İstanbul hala güneşin ardında ufuklarında birkaç kara leke birkaç kan pıhtısı dudaklarında İstanbul hala sevimli mi sevimli ve hala bir tomurcuk tadında yürüyelim seninle İstanbul'da
korkusuz bir rüyadır bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü yenilgisiz bir muamma gibidir arar buluşmayan ellerimizi deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda
tam orada, Çamlıca yokuşunda birkaç bulut çekelim gökyüzünden damarlarımızdan geçirelim ve birden bırakalım suların üzerine sen bir defa konuş, sen bir defa gül kumlu ebrular yapalım seninle serpmeli ebrular, bülbülyuvası hercaimenekşe, gonca ve sümbül
yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında yürüyelim seninle İstanbul'da boğaziçi mağrur türkülerini gözlerine baka baka söyleyin martılar üşüyünce denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi
anlayabilir misin neden çıban gibi büyür bağrımda büyürde kelebek olur bu sızı kırmızıyı sevdiğini söyledin bu yüzden mi günlerdir İstanbul'da gül kokusu yayılan tepeler kırmızı, sular kırmızı
İstanbul bilmeli ki, sahillerine mehtabı taşıyan senin bakışlarındır İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler önce senin yüreğine açılır uzaklarda bir yerde toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın parmaklarında hüzün sana doğru akan nehrin ağlayan suretidir
bir elimizde umut bir elimizde sevda yürüyelim seninle İstanbul'da musiki kesilsin, tükensin yazı çaresiz kalınca mızrap ve şiir ozan bir kenara bıraksın sazı ressam fırçasına neden mi kızgın tuvalde çizgiler, renkler kırmızı kırmızıyı sevdiğini bilince çekilir mi artık güllerin nazı
Anadolukavağı'nda her akşam burcu burcu bir rüyadır hayalin karanlık, hüznünü düşürür dağa kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar endamın her sabah iner toprağa
İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda uykusundan uyanınca fırtına dalgalar türkümüze aşina olur yüzümüze bakınca deniz fenerleri sahibini arayan gemilerin çığlığıyla vurulur
tarih heyelandır hainlerin ardında İstanbul tarihin soylu anası biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız sevdayı kız kulesi'nden yalıların burukluğu altında geçiyoruz sokaklardan delice
anlayabilir misin beyoğlu'nda gezinen hayal kırıklığının benden türediğini anlayabilir misin kırmızı neden böyle doldurur aynalara inleyen yüreğimi
sana giden yolların kavşağında bir adam direniyor izini bulmak için siliyor tanyerine akan alın terini ufkunda sapsarı umudun rengi mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah arıyor sessizce kaybolan günlerini
Gülhane'de simit satan çocuklar nasıl anlasınlar ellerimizin neden böyle çekingen olduğunu Ayasofya önünde tramvay bekleyenler gökyüzüne dokunurken bu acı kimdir diye sorsunlar içlerinden birlikte yürüyen iki yabancı
biz gitsek de, İstanbul'da yine de yıllar yılı gezinmeli bu sızı benden bir yaralı şiir kalmalı senden bir tebessüm, bir de kırmızı
Yitirdim cebimdeki bütün adresleri Yağmurlar, yağmurlar ortasında kaldım Aklımı boğacak o selleri Ben kendi damarlarımda yarattım
Artık ne bir satır yazı, ne de bir selam Tek kişilik bu oyunda rol alabilir Gitti bütün seyirciler, boşaldı salon Geride kalan yalnızca, yalnızca maskelerdir
Eli naylon güllü o dostlukların Bir tek anısı ve sızısı yok içimde Yitirdim cebimdeki bütün adresleri Kendimi kazandım bir başka biçimde...
Benzetebilir miyim bir yaz gününe seni? Sen daha sevimlisin, daha sakinsin ondan. Sert rüzgarlar Mayısın narin çiçeklerini. Hırpalar; Yaz ise pek çabuk geçer...Durmadan!
Bazan, kızgın olarak,parlar gözü semanın... Bir karartıyla sık sık söner altın bakışı; Her güzel,güzelliğini kaybeder: Tabiatın- Sebep olur da bazan bu kararsız akışı!
Fakat senin ebedi yazın hiç sönmeyecek, Dönmeyecek sendeki güzellik bir yalana. Ölüm sana yaklaştı diye, öğünmeyecek:
Sen eşitken ebedi mısralarla zamana Yaşadıkça insanlar, görebildikçe gözler, Seni yaşatmak için yaşayacak bu sözler
dostları olmalı insanın, aynen gemilerin limanları gibi zaman zaman uğradığın yükünü boşalttığın dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda
sonra açık denizlere uğurlamalı seni, geri döneceğin günü bekleme umuduyla bazan rüzgara o açmalı yelkenini yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla halatlarını çözmeli seni çok ama çok özlemeli
dostları olmalı insanın, ermiş, bilge hayatı ezbere okuyabilen düşünmediklerini düşündüren seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen gerektiğinde senin’çün ateşi yutabilen
yolunu ışıtan ustan olmalı, şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini sana vermeli soğuk bir kış gününde üzerindeki tek gömleğini
bir çıkmaz mıdır hep hayat? düşünmek için geceler yetmez insana bazen en yükseklerde buluruz kendimizi hayaller,umutlar,çırpınışlar sarar benliğimizi ve nedensiz mutlu oluruz içimizde anlatamadığımız ne çok şey vardır kel ...
27.02.2010 - 19:31
SAYGIDEĞER GÖNÜL DOSTLARIM AŞAĞIDA SUNDUĞUM DÖRT GRUP
SİZLERİN DUYGULARINA TERCUMAN OLMASI İÇİN KURULMUŞTUR.
İÇİNİZDE BİRİNE VEYA BİR KAÇINA ÜYE OLANLARI TEBRİK EDİYORUM
ÜYE OLMADIĞINIZ GRUP VARSA ÜYELİK ÇOK KOLAY PROFİLİME GİRİN
ÜYE OLDUĞUM GRUPLARI TIKLAYIN İLK BAŞTA KARŞINIZA MAVİ YILDIZLI BU DÖRT GRUP ÇIKACAKTIR SIRAYLA TIKLAYIN GRUP SAYFASI KARŞINIZA ÇIKACAKTIR SAĞ SÜTÜNDA TIKLAYINIZ YAZAR
ONU TIKLAYINCA BU GRUBA ÜYE OL YAZISI ÇIKAR ONUDA TIKLAYIN
SIRAYLA DİĞER GRUPLARIMA DA KATILIN BİRLİK OLALIM DİRLİK BULALIM GRUPLAR ÜYELERİN DESTEĞİYLE AYAKTADIR DİĞER GRUP YÖNETİCİ ARKADAŞLARIMDA KATILABİLİRLER ÇÜNKÜ BENDE
ONLARA GEREKLİ DESTEĞİ VERİYORUM SAYGI,SELAM İLETİYORUM.
AŞKIN DERYASI Kitabımdan Damlalar GURUBU
Isparta Sevdalıları Grubu
NE MUTLU BEN TÜRKÜM DİYENLER grubu
TÜRKİYE Yazarlar,Ozanlar, Bestekarlar,Şairler Gurubu
NE MUTLU BE N TÜRKÜM DİYENLER
grubu'ma şiirimle davetiyemdir.
Barış,kardeşliği benimseyenler,
Taşı toprağını önemseyenler,
Askere, Polise gülümseyenler,
Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Devlete, Millete saygı duyanlar,
Özüne,sözüne sadık olanlar,
Ülkeme övgüyle eser sunanlar,
Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Her renkten,her ırktan olsalar bile,
Hainlik yapmazlar düşmezler dile,
Layık olmalıyız sevgiye, güle,
Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Mustafa Kemal'dir Yüce Atamız,
Bayrak'ta,Sancak'ta şehit Kanımız,
Dünyanın kalbidir TÜRK Vatanımız,
Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Canını yurduna feda edenler,
Çerkezi, Kürt, Lazı eşit görenler,
Alevi, Sunisi biriz diyenler,
Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
Zekice düşünüp doğru yazanlar,
Bestekar, Şairler, Aşık, Ozanlar,
Bölücü, teröre feci kızanlar,
Ne mutlu ben Türküm diyen burada.
13-1-2010 GÖNÜL DOSTLARIMA SAYGILAR,SEVGİLER,SELAMLAR.Z.Ç
24.02.2009 - 10:12
Doğum gününüz kutlu olsun.Saygılar
05.02.2009 - 15:16
sık sık ve çok gülmek,
zeki insanların saygısını kazanmak,
ve de çocukların sevgisini,
dürüst eleştirmenlerin takdirini kazanmak,
sahte dostların ihanetine dayanmak,
güzelliği takdir etmek,
başkalarındaki en iyiyi bulmak,
dünyayı bir parça daha iyi terk etmek,
ister sağlıklı bir çocukla ya da bir parça bahçeyle,
isterse bir sosyal koşulu iyileştirerek
,siz yaşadığınız için,
tek bir canlının bile daha kolay nefes aldığını bilmek,
işte budur başarmak (Ralp Waldo Emerson....
berdush
31.01.2009 - 13:21
AZRAİLİM OL
Bir sevdadır seni yasamak
Baldan tatlıdır adını anmak
Atesden yakıcıdır hasretine dayanmak
Bir ömürdür seni
Kalbimde tasımak
Varlıgınla hayatımın her anını
Askınla kalbimin her kösesini
Sevginle yüregimin her zerresini
Doldur ve öyle büyük askla gel ki
Bana
Yasarken cennetim ol
Atesim sen ol yanması benden
Kaderim sen ol cekmesi benden
Kursunum sen ol sıkması benden
Azrailim sen ol ölmesi benden
AKREP
27.12.2008 - 02:10
'Önce kapağını açtı kanyağının, bir yudum aldı...
Biraz boğazı burkuldu ilk yudumunda.
Ayrılığına benzetti tadını...
Kanyağı yan taraftaki taşın üzerine koydu, ağzını kapatmıştı.
Oturdu bir kenarı.
Paltosunun eteği sıkışmıştı, düzeltti.
Oturduğu yerde biraz öne eğildi, sanki nefes alamıyordu.
Gözleri ağrıyor gibiydi ve birazda pusluydular bu gece.
Midesi ağrıyordu sanki birde.
Kalbi çarpıyordu ve ritmi bozuktu.
Nefes alamıyordu.
Elleri titriyordu hafiften ve ellerini karnına doladı.
Eğildi öne, başını denize doğru kaldırdı.
Denizde hiç bir şey göremeyeceğini bildiği halde uzun uzun baktı.
Kaç kere daha bu duyguyu yaşayacağını düşündü önce.
Oysa yaşamamaya yemin etmişti, izin vermeyecekti.
Berbat bir hayatı vardı ve değişmek istiyordu...
O, onu değiştiriyordu...
Tamamlıyordu...
Bir an için sızısı tekrar depreşti sanki.
Yüreğinden boğazına doğru bir hıçkırıktı sanki gelen,
Soğuk bir yutkunuşla geri gitti geldiği yere...
Taşın üzerinden aldı kanyağı, kapağını açıp bir yudum daha içti.
Biraz fazla bir yudumdu
Ve ne kadar da hissettiklerine benzetmeye çalışsa yaşattığı o burukluğu,
Aslında zerresi bile olamıyordu...
Tekrar taşın üzerine koydu,
Bu sefer kapatmadı kapağını.
Sonra ellerini yine karnına sardı, eğildi ve ayaklarına baktı.
Öyle dengesiz bir ritim tutturdu ayaklarıyla, aynen yüreğinin çarpıntısı gibiydi.
Hayatıda hep öyle olmuştu zaten.
Ritimsizdi ve onu tanıyana kadar hiç düzelmeyeceğine inanmıştı.
Sonra onu benimsemişti.
Hayatı güzelleşmişti.
İlk defa sonsuza kadar sürecek bir şeylerin hayalini kurmuştu gerçekten.
Herşeye rağmen sürebilecek olan.
İlk aklına gelen şey artık sabahları onun sesiyle uyanamayacağıydı.
Gerçekten içini en çok acıtan bu oldu.
Bir anlık bir sızı sardı bedenini, yüreğinden gelmişti yine.
Gözlerini düşündü, gözlerini denize doğru diktiğinde.
O muzır bakışlarıda göremeyecekti artık.
Gerçi cebinde bir fotoğrafı vardı ama bakmaya korkuyordu ona.
Çünkü gerçeğini hiç göremeyecekti artık.
Korkarak elini cebine attı paltosunun.
Fotoğrafı çıkardı.
Bakmadı.
Bu fotoğrafı çizmişdi daha önce onun için.
Her çizgisini de ezberlemişti yüzünün aslında.
Yine taşıyordu yanında, bakmak için...
Ama bakmadı.
Kapalı bir şekilde, oturduğu taşın yanına koydu.
Hafif bir rüzgar esti ve daha sıkı sarıldı kendisine.
Çünkü artık sarılabileceği tek kimsede yoktu hayatında.
Ürperdi bir an.
Resim uçmasın diye üzerine bir taş koydu küçükçe.
Resmi ters koymuştu ve görmediği halde yönünü, uzun uzun baktı yine de.
Başını derin bir nefes alarak önüne çekti ve ellerini başının üzerinde birleştirdi.
Nerede hata yapmış olabileceğini düşündü...
Acaba onun istediği ne vardı da eksik kalmıştı ona.
Yetmemişti...
Daha bir kaç gün önce 'Aşkım' derken hissediyordu sevgisini oysa.
Bu kadar güzel der miydi bir insan o kelimeyi?
Bu kadar inandırıcı olabilir miydi?
O kadar güzel bir kelime, nasıl bu kadar yalan olabilirdi ki peki?
Önce bir daha o kelimeyi duyamayacağını düşündü; buruldu...
Sonra o kelimenin yalan olduğunu düşündü; öldü...
Yoo...
Haketmiyordu bunları o, olamazdı.
Hep kendi olmuştu ona karşı.
İçinden gelenlere engel olmamıştı hiç mesela...
Ve sevmişti onu sadece ve değişmişti de.
Bu kadar vermişken ne olmuştu ki?
Birden gerildi.
Hırsla resmin üzerindeki taşı tuttu...
Sıktı...
Eli acıyana kadar sıktı...
Ağlamak istiyordu, sinirliydi birde.
Resmi yırtmak geldi içinden.
Haketmiyordu bunları.
Taşı bıraktı ve kanyağı aldı tekrar.
Yudumladı, içi yandı gerçekten.
Daha büyük bir yudumdu bu.
Resmi yırtmaya elbette ki kıyamadı...
Sonra parmaklarıyla oynadı taşla, bir ileri bir geri ittirdi resmin üzerinde.
Yuvarladı resmin üzerinden.
Biraz toz olmuştu resmin arkası, kıyamadı, temizledi.
Aldı eline ve cesaretini toplarlayıp, resmin yönünü çevirdi.
Dirseklerini dizlerine koydu, ellerini yanaklarında birleştirdi.
Resim yan tarafında öyle yatıyordu, başını öylece çevirip uzun uzun ona baktı.
Boğazında bir yumruk vardı.
Nefret ediyordu bu duygudan yaa...
Ya yemin etmişti, yaşamayacaktı artık bu duyguyu.
Bıkmıştı artık...
Berbattı.
Gözleri doluyordu.
Kimse için şiir yazmamıştı daha önce,
Ona yazdığı şiirlerden birisini taşıyordu hep cebinde...
'Bir damla suya muhtaçtı sevgimiz, lütfedeceğin...'
Çıkardı, baktı...
Lütfetmemişti...
Hiç bir sevgilisinin resmini çizmeye değer bulmamıştı oysa birde.
Hiç birisini bu kadar benimsememişti...
Bu kadar sevmediğini düşündü hiçbirisini.
Bir düşü vardı hep:
Kar yağıyordu ve yol ıssızdı.
Uzun paltosu, beyaz atkısı ve çiçekli başlığıyla bir kız vardı.
İnce ince yağan karın altında, ona sarılmıştı...
Yürüyorlardı.
Hayatının en mutlu anıydı o an.
Seviyordu...
Ömür boyu sürecekti...
İşte onu o hayale oturtabilmişti.
O paltoda yakışıyordu ona,
O beyaz atkı da yakışıyordu,
O çiçekli başlıkta...
O’ydu O...
Ama ömür boyu sürmeyecekti artık ne yazık...
Oysa tutunabileceği bir daldı o onun için.
Sarılabileceğiydi...
Hayat üzerine gelirken tek tesellisiydi her kötü şeye.
En sevdiğiydi.
'Sana değer' diyebildiğiydi...
Sadece o olsun istemişti hayatında,
İstedikleri boşmuş,
Boşunaymış...
Küpeler yapmıştı ona mesela,
Hayatında en çok sevdiği gümüş anahtarlığının bir parçasından.
Kaderini onun ellerine göndermişti mesela, o yazsın diye defterini...
Hala resme bakıyordu...
Gözleri doluydu.
Bir an bıraksa kendisini, biliyordu koyuverirdi artık...
Ve hiç kimseye söylemezdi bunu ömür boyunca.
Sonra ölümü düşündü...
Üzüntüsünden değil...
Şimdi değil...
Bir gün yaşlanacaktı onunla birlikte
Ve onun yanında verecekti son nefesini...
Onun gözlerine bakarak.
Çok isterdi bunu ve yapacaktı, yanında onun olmasını istediğini biliyordu...
Onsuz öleceği geldi aklına.
Düşündüğü buydu...
Ayrılmadan önce, ölümün onları ayıracağından konuşmuşlardı.
Kötüydü, içi en az bu kadar acımıştı yine...
Ayrılık hep koymuştu ona çünkü.
Ondan ayrılmak...
Ama en azından doya doya yaşadıktan sonra olurdu ölüm ve huzurlu olurdu o zaman.
Ama ayrılığın adını da sevgilisi koymuştu...
Ölüm değil...
Bir an hangisinin daha acımasız olduğunu düşündü...
Oysa şimdi kanıyordu.
Yüreği acıyordu...
Ondan ve onunla yaşamayı hayal ettiği bir ömürden mahrumdu.
O karlı yolda yürüyeceği sevgilisi yoktu artık...
Başka hiç kimseyide o hayale konduramayacağını biliyordu.
Çünkü hiç kimse o kadar yakışmıyordu o hayale.
Hiç kimse o karlı yolda yürürken,
Onun gözlerine bakıp, o kadar güzel gülümseyemezdi.
Ve hiç kimse o gülümseyişten sonra
O kadar masum bir şekilde başını onun göğsüne bu kadar hafif yaslayamazdı.
Ve hiç kimse ona bu kadar güzel 'Seni Seviyorum' diyemezdi.
En güzel 'Seni Seviyorum'u da ondan duyduğunu düşündü bir an.
Geceydi, çok geçti...
Telefonun ucunda o vardı.
Hiç kimseyle bu kadar uzun konuşmamıştı da...
Uykuluydu ikiside.
Sonra sevgilisi bir an dalmıştı...
Uyuyordu.
Ard arda bir kaç kere 'Seni Seviyorum' demişti...
Uykulu uykulu...
O kadar kadife bir sesle söylemişti ki;
İpek böcekleri ses çıkarsaydı eğer,
Ancak bu kadar narin olabilirdi sesleri.
Cemal Süreyya’nın dizesi geldi aklına;
'Benim İpek Böceği Sesli Kadınım'...
Sonra resme bakmaya devam etti...
Mırıldandı:
'Keşke yalnız bunun için sevseydim seni...'
Kötüydü,
Eve kadar yürümek çok zor olacaktı.
Gitsede uyuyamayacaktı biliyordu.
Uzanacaktı kanepeye,
Gözlerini kapayacaktı.
Düşünecekti onu...
Kabullenmeye çalışacaktı,
Başaramayacaktı...
Oysa o,
Onu alıştırmaya bile başlamıştı son zamanlarda...
Hissetmişti...
Nedenini sorgulamak istemedi...
'Niçin alıştırmak istemişti? '
'Ne yapmıştı, yaşadıkları neydi? '
Bunları sordu ama düşünmedi.
Bulacağı cevaplardan korktu...
Yalan olmasından herşeyin...
Kalktı yerinden.
Paltosunu düzeltecek kadar düşünemiyordu artık.
Konyak yarımdı şişede, dokunmadı...
Kendisine benzetti şişeyi...
Kendiside yarımdı artık.
Döndü denize doğru ve baktı biraz...
Derin derin nefes aldı...
Elleri ceplerindeydi.
Dönüp kaldırıma bir adım attı.
Bir adım daha...
Bir adım daha...
Yola çıkmıştı...
Hep yolları kendi hayatına benzetirdi.
Şimdide öyleydi.
Karanlıktı ve yolun sonu görünmüyordu.
Soğuk bir ayaza vurmuştu hava.
Ne konyağı düşündü, ne de resmi...
Belki denize karışmışlardır ikiside...
Bilmiyordu...
Cebinden bir anahtarlık çıkardı.
Son kez ışığını yakıp içindeki resme baktı.
Cebine yeniden koydu.
Onu her şeye rağmen saklayacaktı, sözü vardı...
Yürüdü...
Yürüdü...
Yürüdü...
Üzgündü...
Gözleri puslu ve yorgundu...
Suskundu...
Durdu bir an...
Sevgilisinin söylediği son şey geldi aklına Nazım’dan:
'Yirminci yüzyılda aşk acısı en fazla bir yıl sürer...'
Oysa o, ömür boyu onsuz kalacaktı...
Önemsediği şey bir yıl sonra acısının dinecek ya da dinmeyecek olması değildi...
Önemsediği şey artık onun hayatında olmamasıydı, onsuz olmasıydı...
Acı dinerdi ama artık o yoktu hayatında...
Yarımdı...
Eksikti...
Anlamsızdı...
Ve o bunun ne demek olduğunu
Hiç ama hiç anlamayacaktı...
Artık hangi acıyı yaşarsa yaşasın onun umurunda bile olmayacaktı.
Sevincini de paylaşamayacaktı mesela onunla bir sevgili edasıyla.
Haykırmak istediği şeyleri kime haykıracaktı?
Ya! daha önce kimseye bu kadar içten 'Seni Seviyorum' dememişti,
Kime diyecekti?
İnandığı bir şey vardı:
İnsan gerçek aşkı hayatında sadece bir kere yaşar...
Ya sonuna kadar gider,
Ya da imkansız olur biter...
Ama onu sadece ve sadece bir kere yaşayabilirdi...
Ve o gittimi, her şeyi de alır götürürdü...
Gerçekten de öyle oldu:
İyi olmak istiyordu...
Onunla iyiydi...
O gitti,
Bitti...
Kımıldayamıyordu yerinden sanki.
Bir sınır çizgisindeydi sanki.
Geriye dönüp konyağı bitirmeyi ve resmi yeniden almayı düşündü.
Belki yerindedirler hala diye...
Biliyordu,
Geri dönmeyecekti artık o...
Onunla birlikte onu iyi yapan herşeyi
Şu an bulunduğu çizginin geri tarafında bırakmayı düşündü...
Derin bir nefes aldı...
Cesaretini topladı...
İleri bir adım attı...
Ondan önceki,
Onsuz,
O basit ve günlük hayatına...
Sadece iyi bir insan olmak istemişti...
'Yirminci yüzyılda aşk acısı en fazla bir yıl sürer...'
Gülümsedi acıyla...
Öyle işte...'
21.12.2008 - 17:07
umarım ertelediğin düşlerin bir gün gerçek olur arkadaşım :)
29.11.2008 - 11:34
Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık
Günlerimize
o ilkel sesleri karışır ya
gemileri annelerinden çok seven çocukların
bir adam gelir ya
devinen bir sancıdır artık
gelir eski günlerden
ve uzar sanki uzar
ırzına geçilmiş bir kahramanlık.
Sinsi gülüşlerimizdir şimdi pis bir suda yıkanan
korkulardır katar katar inenler gökyüzünden.
Ay sürekli yükselirse içimizde
çirkin ama güçlü bir tanrıya taptığımızdandır
ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla
ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız.
Kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.
Ama kim? Ben miyim burda bir esrime mi
nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm?
Aptalca beklerim o hiç sökmeyecek şafağı.
Oysa yüreğimden akan o derin suda
kırmızılar öylesine yırtılır ki
siner kan,
huysuz kemanlar dolar şahdamarıma,
yansır kin savaşçıları, gürül gürül ordular
utancın köpürttüğü yanaklarımdan.
Köz komamış ateşinden bize o adam
şimdi gülüşlerimiz yırtıcı, gülüşlerimiz korkunç
ağır, kara bir zırh taşıdığımızdan.
İsmet Özel
25.11.2008 - 10:29
Ne kadar küçük şeyler için ağlardık
Bir tutam saç,bir oyuncak araba,bir bebek...
Şimdi büyüdük...
Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri...
Ölümler,iflaslar,savaşlar...
Şimdi daha mı güçlüyüz
yoksa daha mı alışkın?
Hayatı öğrenmek
Alışmak mı acaba?
24.11.2008 - 23:44
Ömür Hanımla Güz Konuşmaları...
...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak.
İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir 'ben'e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?
Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Ankara, Güz/1983
Şükrü ERBAŞ
18.11.2008 - 00:25
Ayla Dikmen - Anlamazdın
Sevilirken bilmedin mi?
Ben söylerken gülmedin mi?
Falımızda hasret var, ayrılık var demedim mi?
Anlamazdın anlamazdın,
Kadere de inanmazdın.
Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın?
Dilerim ki mutlu ol sevgilim,
Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.
Kalbim bomboş kaldı sanma,
Acılar geçer zamanla.
Aşka tövbe demem ben,
Görürsün sevince yeniden.
Anlamazdın anlamazdın,
Kadere de inanmazdın.
Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın?
Dilerim ki mutlu ol sevgilim,
Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda
20.10.2008 - 02:00
tut ki ben gelmeyeceği karanlığına
sen hep karanlık mı kalacaksın?
tut ki hayat beklemeyecek beni
hep sonsuz mu kalacak ömür dediğin
tut ki bilmeyeceksin beni
zannedermisin ki sevilmeyeceksin....
güzel sevgiler yaşa hep emi
30.08.2008 - 19:45
’.... ’~,.............,,,,_
.. /...... ’’~-,,_........,-’.... ’-,~~-,
.. |.......... ¯’~-,....,’.. /.... ’,... ’-,
.. ’,.................... ’-,.. |.. /.........,’
... ’~-,.............. |. |......... /
..... ¯’’’’~~~~~~~’... |,,,........ /
............ ’-,.. ’. ~ ~’ ’-,...... /
.............. /’.... OO.. ’ ~-~~’
..............,-’-..,-~¯¯~-,...... ’-,
...........,-’..... ’~-,,,-~’....... ’,
........... /............,_,-.... /
........... ’,.....,_; ’... |... /....,’
............ ’-,..... ’’’~-~'~~'..,~’ __####___####
.............. ’~-,,_.. ’~~’.,- ’ ___##____#_#___##
................... |’’... ~’,-, ____#_______#______#
................... /...,.... ’~-~' #_ _____________#
.................... /..,,-’~-,,_,,-..) ..) ____________#
.................... /...- ’....... ’~,~’'#___________#
................. /. ~’...........) _,,_ #_______#
.............. |.............. }__'~,#___#
...............,_....... _,,,-~’¯.. ¯’~,.#
................ ’~-,,,,,,........ ~-,. ’-,
...................... ’~-,,__.... _,) ,-'
28.08.2008 - 21:53
kendini özletiyo iştee:(((
30.05.2008 - 17:20
şiir
Birkaç
iyi
şiir
yazmak
bile
çok falza
umutsuzluk
tatminsizlik
ve hayal kırıklığı
gerektirir.
herkese
göre
değildir
şiir yazmak.
hatta
okumak bile.
charles bukovski
11.05.2008 - 21:23
Bulantı; Hayat KarŞisinda DuyacaĞin Tek Şey Bu Olmali... Kendİnİ, Çevrenİ, İnandiĞin, Takdİr EttİĞİn, OnayladiĞin HerŞeyİ DÜŞÜn. YaŞamini GÖzden GeÇİr. YaŞadiĞin DÜnya Sana Yabanci Ve DÜŞmandir. BİlİnÇsİzdİr, SaÇmadir. Sen, YaŞadiĞin DÜnyanin Bu Özellİklerİnİ GÖrdÜĞÜn Zaman DuyacaĞin Tek Şey, Bulanti Olacak, Bİr İÇ Sikintisi Duyacaksin. Ama Bazilari, Bulantidan KaÇar. 'tanri', 'tÖre', 'ahlak' Gİbİ Kavramlarin Arkasina SiĞinir. Sen,bulantiyi DuyduĞun Zaman Uyanmalisin. Ahlakli Olarak BİldİĞİn BÜtÜn KİŞİ Ve Kurumlarin Senİ TÜkettİĞİnİ Farkedeceksİn. Her TÜrlÜ ÖzgÜrlÜĞÜn Yasak OlduĞu Bİr Ahlakİ Sİstemde, Ahlaksiz YaŞamanin Bİr Erdem OlduĞu GerÇeĞİnİ GÖremedİn. Evrenİn BÜyÜsÜnÜ ÇÖzdÜn, Tanriyi Yİtİrmenle Evrenİn Eksenİne Kendİn Oturdun. Tanriyi Kaybetmen GÜzel. Ama Bİr Tanriyi Reddedİp Yenİ Tanrilar, Efendİler Yarattin. YaŞadiĞin TopraĞa Taptin. Unutma Kİ; Toprak, UĞrunda Ölen Varsa Utanmalidir! Sen, Sadece Onlarla ÇatiŞmamak İÇİn İnsanlari Sevdİn. YarattiĞin Dev Teknolojİn Sayesİnde Pek Çok Şey Kazandin. Ama Şİmdİ HerŞeyİ Kaybetme Tehlİkesİ İÇİndesİn! GerÇİ Atom Sirlarini ÇÖzdÜn, Ama Kendİ Kendİne Yabanci Oldun. Senİn Çok Şeyİnİ Elİnden Aldilar. Ancak Bİr Tanesİnİn Elİnden Alinmasina İzİn Verme: Kendİ VaroluŞun! Sen, Bİr Devlet Hastanesİnİn DoĞum KlİnİĞİnde DÜnyaya Geldİn, Sonra Okula Oradanda Fabrİka Ya Da BÜroya GÖnderdİler Senİ. SeÇİm Hakki Birakmadilar. ÖlÜmÜn Bİle Kendİnİn DeĞİl ÇoĞu Kez. Bİr YiĞinsin. Bulantiyi Duy. YÜrÜyen Şerİdİn Üzerİne Bİr Paket Gİbİ Birakilmayi Reddet. Kendİ YaŞamina, Kendİn Şekİl Ver. Sen, ÖzgÜrlÜĞe Mahkumsun ÇÜnkÜ!
15.04.2008 - 02:23
Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben
Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben
Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar
Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var
Uyanır gibi birden bir korkulu rüyadan
O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan
Bir ses bana: 'Gel! ' dese, ben o sesi işitsem
Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem
c.sıtkı tarancı
07.04.2008 - 22:45
Yavaş Yavaş Ölürler
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar
Pablo Neruda
...................................BEST OFFF 42
25.03.2008 - 13:23
TERTEMİZ YÜREK
Ne anam var, ne babam.
Ne yurdum var, ne tanrım.
Ne beşiğim var, ne kefenim.
Ne sevgilim, ne aşkım, ne evim barkım.
Tam üç gün var açım,
komadım ağzıma bir lokma.
Veririm ömrümün yirmi yılını,
gücümü kuvvetimi, varımı yoğumu.
Kim alacak onları? Hiç kimse.
Şeytan isteyecek onları benden.
Bu tertemiz yüreği, bu iyi kalbi
Ne diye çalıp öldürmemeli?
Alacaklar gelip bir gün beni,
koyacaklar kutsal, karanlık toprağa.
Gelecek bir ot uzanacak alacak
şu güzelim yüreğimden gücümü.
Attila JÒZSEF
25.03.2008 - 13:20
TUFANDAN SONRA
Bir tavşan durdu da yoncalarla kıpır kıpır çıngırak
çiçekleri arasında, örümcek ağları içinde doğru dua etti gökkuşağına.
Kayıplara mı karışacaktı! o dört başı mamur taşlar,
ya çiçekler tam açmışken hem de!
Çöp içinde yüzen ana cadde boyunca kerevetler
dizildi. Minyatürlerdeki gibi yukarılara asılmış bir
denize doğru kaldırıldı, gemiler çekildi.
Mavi Sakalın evinde dere gibi aktı kan-ya mezbahalar,
ya o camları tanrı mühründen görünmez olmuş
kanlı meydanlar. Dere gibi aktı kan, bir o kadar da süt.
Kunduzlar yapı yaptı. Kahveler tüttü kahve ocaklarında
Camları hala zangır zangır camlı köşkte karalar
giymiş çocukların yaldızlı resimlere daldı gözleri.
Çat! Kapı çalındı; köyün meydanlığında bir çocuk
fırıldaklarla tekmil kulelerdeki horozların aklına uyup
kollarını döndürmeye başladı, çakmak çakmak sağanağın altında.
Filan hanım kuyruklu bir piyano kurdurttu Alp
dağlarına. Katedralin bin bir mihrabında kudas ve vaftiz
ayinleri yapıldı.
Yollara düştü kervanlar. Harcedildi de buzların
hercümerciyle kutup gecesi, kuruldu İspilandit Oteli.
O zamandan beri ay, kekik kırlarından gelen
ağlamaklı çakal sesleri işitir oldu- bir de meyve
bahçelerinde dolaşan tahta pabuçlu çoban türküleri.
Derken filize durmuş eflatun korudaki peri Ev karısı
geldi yanıma, dedi, bahar geldi.
Kaynayın! pınarlar, taşın, katın köprüleri önünüze,
basın ormanları siyah kumaşlar, orglar, şimşekler,
gök gürültüleri, kabarın hadi çağlayın; hadi su; hadisene
keder, kaldırın ayağa selleri.
Değil mi ki onlar senli-benli-gitti derler! O dört başı
mamur taşlar! O açmaya varmış çiçekler! -değil mi ki
bir kasvettir kalan geriye! Ecenin haliyse malum,
toprak mangalının korlarını karıştırmaya dalmış
büyücü, bilir ya söylemez bizim bildiğimizi.
ARTHUR RİMBAUD
24.03.2008 - 23:12
4Yürüyelim Seninle İstanbul'da
Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayallerim kıpkırmızı olurdu
İstanbul hala güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hala sevimli mi sevimli
ve hala bir tomurcuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul'da
korkusuz bir rüyadır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muamma gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda
tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercaimenekşe, gonca ve sümbül
yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söyleyin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi
anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyürde kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
İstanbul'da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı
İstanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir
bir elimizde umut
bir elimizde sevda
yürüyelim seninle İstanbul'da
musiki kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı
Anadolukavağı'nda her akşam
burcu burcu bir rüyadır hayalin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endamın her sabah iner toprağa
hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
ayrılık acıyla süzülür kandan
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler
öylesine yorgun, mahzun ve candan
İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze aşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur
tarih heyelandır hainlerin ardında
İstanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdayı kız kulesi'nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice
anlayabilir misin
beyoğlu'nda gezinen
hayal kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi
sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah
arıyor sessizce kaybolan günlerini
Gülhane'de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı
biz gitsek de, İstanbul'da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı
22.03.2008 - 00:31
Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
Yağmurlar, yağmurlar ortasında kaldım
Aklımı boğacak o selleri
Ben kendi damarlarımda yarattım
Artık ne bir satır yazı, ne de bir selam
Tek kişilik bu oyunda rol alabilir
Gitti bütün seyirciler, boşaldı salon
Geride kalan yalnızca, yalnızca maskelerdir
Eli naylon güllü o dostlukların
Bir tek anısı ve sızısı yok içimde
Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
Kendimi kazandım bir başka biçimde...
Ahmet Erhan
21.03.2008 - 15:05
Benzetebilir miyim bir yaz gününe seni?
Sen daha sevimlisin, daha sakinsin ondan.
Sert rüzgarlar Mayısın narin çiçeklerini.
Hırpalar; Yaz ise pek çabuk geçer...Durmadan!
Bazan, kızgın olarak,parlar gözü semanın...
Bir karartıyla sık sık söner altın bakışı;
Her güzel,güzelliğini kaybeder: Tabiatın-
Sebep olur da bazan bu kararsız akışı!
Fakat senin ebedi yazın hiç sönmeyecek,
Dönmeyecek sendeki güzellik bir yalana.
Ölüm sana yaklaştı diye, öğünmeyecek:
Sen eşitken ebedi mısralarla zamana
Yaşadıkça insanlar, görebildikçe gözler,
Seni yaşatmak için yaşayacak bu sözler
SHAKESPEARE
:)))))))
19.03.2008 - 23:43
Anlamak
Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum
Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün
Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum
Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün
Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün
Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.
Cahit Sıtkı Tarancı
14.03.2008 - 00:02
Dostları Olmalı İnsanın / Oğuzkan Bölükbaşı
dostları olmalı insanın,
aynen gemilerin limanları gibi
zaman zaman uğradığın
yükünü boşalttığın
dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda
sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
geri döneceğin günü bekleme umuduyla
bazan rüzgara o açmalı yelkenini
yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
halatlarını çözmeli
seni çok
ama çok özlemeli
dostları olmalı insanın,
ermiş, bilge hayatı ezbere okuyabilen
düşünmediklerini düşündüren
seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
gerektiğinde senin’çün ateşi yutabilen
yolunu ışıtan ustan olmalı,
şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
sana vermeli soğuk bir kış gününde
üzerindeki tek gömleğini
Toplam 89 mesaj bulundu