Melek Kara Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkınd ...

  • Zeki Çelik
    Zeki Çelik

    27.02.2010 - 19:31

    SAYGIDEĞER GÖNÜL DOSTLARIM AŞAĞIDA SUNDUĞUM DÖRT GRUP
    SİZLERİN DUYGULARINA TERCUMAN OLMASI İÇİN KURULMUŞTUR.
    İÇİNİZDE BİRİNE VEYA BİR KAÇINA ÜYE OLANLARI TEBRİK EDİYORUM
    ÜYE OLMADIĞINIZ GRUP VARSA ÜYELİK ÇOK KOLAY PROFİLİME GİRİN
    ÜYE OLDUĞUM GRUPLARI TIKLAYIN İLK BAŞTA KARŞINIZA MAVİ YILDIZLI BU DÖRT GRUP ÇIKACAKTIR SIRAYLA TIKLAYIN GRUP SAYFASI KARŞINIZA ÇIKACAKTIR SAĞ SÜTÜNDA TIKLAYINIZ YAZAR
    ONU TIKLAYINCA BU GRUBA ÜYE OL YAZISI ÇIKAR ONUDA TIKLAYIN
    SIRAYLA DİĞER GRUPLARIMA DA KATILIN BİRLİK OLALIM DİRLİK BULALIM GRUPLAR ÜYELERİN DESTEĞİYLE AYAKTADIR DİĞER GRUP YÖNETİCİ ARKADAŞLARIMDA KATILABİLİRLER ÇÜNKÜ BENDE
    ONLARA GEREKLİ DESTEĞİ VERİYORUM SAYGI,SELAM İLETİYORUM.

    AŞKIN DERYASI Kitabımdan Damlalar GURUBU
    Isparta Sevdalıları Grubu
    NE MUTLU BEN TÜRKÜM DİYENLER grubu
    TÜRKİYE Yazarlar,Ozanlar, Bestekarlar,Şairler Gurubu

    NE MUTLU BE N TÜRKÜM DİYENLER
    grubu'ma şiirimle davetiyemdir.

    Barış,kardeşliği benimseyenler,
    Taşı toprağını önemseyenler,
    Askere, Polise gülümseyenler,
    Ne mutlu ben Türküm diyen burada.

    Devlete, Millete saygı duyanlar,
    Özüne,sözüne sadık olanlar,
    Ülkeme övgüyle eser sunanlar,
    Ne mutlu ben Türküm diyen burada.

    Her renkten,her ırktan olsalar bile,
    Hainlik yapmazlar düşmezler dile,
    Layık olmalıyız sevgiye, güle,
    Ne mutlu ben Türküm diyen burada.

    Mustafa Kemal'dir Yüce Atamız,
    Bayrak'ta,Sancak'ta şehit Kanımız,
    Dünyanın kalbidir TÜRK Vatanımız,
    Ne mutlu ben Türküm diyen burada.

    Canını yurduna feda edenler,
    Çerkezi, Kürt, Lazı eşit görenler,
    Alevi, Sunisi biriz diyenler,
    Ne mutlu ben Türküm diyen burada.

    Zekice düşünüp doğru yazanlar,
    Bestekar, Şairler, Aşık, Ozanlar,
    Bölücü, teröre feci kızanlar,
    Ne mutlu ben Türküm diyen burada.

    13-1-2010 GÖNÜL DOSTLARIMA SAYGILAR,SEVGİLER,SELAMLAR.Z.Ç

  • Fatih Güler
    Fatih Güler

    24.02.2009 - 10:12

    Doğum gününüz kutlu olsun.Saygılar

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    05.02.2009 - 15:16

    sık sık ve çok gülmek,
    zeki insanların saygısını kazanmak,
    ve de çocukların sevgisini,
    dürüst eleştirmenlerin takdirini kazanmak,
    sahte dostların ihanetine dayanmak,
    güzelliği takdir etmek,
    başkalarındaki en iyiyi bulmak,
    dünyayı bir parça daha iyi terk etmek,
    ister sağlıklı bir çocukla ya da bir parça bahçeyle,
    isterse bir sosyal koşulu iyileştirerek
    ,siz yaşadığınız için,
    tek bir canlının bile daha kolay nefes aldığını bilmek,

    işte budur başarmak (Ralp Waldo Emerson....



    berdush

  • Akrepakrep
    Akrepakrep

    31.01.2009 - 13:21

    AZRAİLİM OL
    Bir sevdadır seni yasamak
    Baldan tatlıdır adını anmak
    Atesden yakıcıdır hasretine dayanmak
    Bir ömürdür seni
    Kalbimde tasımak

    Varlıgınla hayatımın her anını
    Askınla kalbimin her kösesini
    Sevginle yüregimin her zerresini
    Doldur ve öyle büyük askla gel ki
    Bana
    Yasarken cennetim ol
    Atesim sen ol yanması benden
    Kaderim sen ol cekmesi benden
    Kursunum sen ol sıkması benden
    Azrailim sen ol ölmesi benden

    AKREP

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    27.12.2008 - 02:10

    'Önce kapağını açtı kanyağının, bir yudum aldı...
    Biraz boğazı burkuldu ilk yudumunda.
    Ayrılığına benzetti tadını...
    Kanyağı yan taraftaki taşın üzerine koydu, ağzını kapatmıştı.

    Oturdu bir kenarı.
    Paltosunun eteği sıkışmıştı, düzeltti.
    Oturduğu yerde biraz öne eğildi, sanki nefes alamıyordu.
    Gözleri ağrıyor gibiydi ve birazda pusluydular bu gece.
    Midesi ağrıyordu sanki birde.
    Kalbi çarpıyordu ve ritmi bozuktu.
    Nefes alamıyordu.
    Elleri titriyordu hafiften ve ellerini karnına doladı.
    Eğildi öne, başını denize doğru kaldırdı.
    Denizde hiç bir şey göremeyeceğini bildiği halde uzun uzun baktı.

    Kaç kere daha bu duyguyu yaşayacağını düşündü önce.
    Oysa yaşamamaya yemin etmişti, izin vermeyecekti.

    Berbat bir hayatı vardı ve değişmek istiyordu...
    O, onu değiştiriyordu...
    Tamamlıyordu...

    Bir an için sızısı tekrar depreşti sanki.
    Yüreğinden boğazına doğru bir hıçkırıktı sanki gelen,
    Soğuk bir yutkunuşla geri gitti geldiği yere...

    Taşın üzerinden aldı kanyağı, kapağını açıp bir yudum daha içti.
    Biraz fazla bir yudumdu
    Ve ne kadar da hissettiklerine benzetmeye çalışsa yaşattığı o burukluğu,
    Aslında zerresi bile olamıyordu...
    Tekrar taşın üzerine koydu,
    Bu sefer kapatmadı kapağını.

    Sonra ellerini yine karnına sardı, eğildi ve ayaklarına baktı.
    Öyle dengesiz bir ritim tutturdu ayaklarıyla, aynen yüreğinin çarpıntısı gibiydi.

    Hayatıda hep öyle olmuştu zaten.
    Ritimsizdi ve onu tanıyana kadar hiç düzelmeyeceğine inanmıştı.
    Sonra onu benimsemişti.
    Hayatı güzelleşmişti.
    İlk defa sonsuza kadar sürecek bir şeylerin hayalini kurmuştu gerçekten.
    Herşeye rağmen sürebilecek olan.

    İlk aklına gelen şey artık sabahları onun sesiyle uyanamayacağıydı.
    Gerçekten içini en çok acıtan bu oldu.
    Bir anlık bir sızı sardı bedenini, yüreğinden gelmişti yine.

    Gözlerini düşündü, gözlerini denize doğru diktiğinde.
    O muzır bakışlarıda göremeyecekti artık.
    Gerçi cebinde bir fotoğrafı vardı ama bakmaya korkuyordu ona.
    Çünkü gerçeğini hiç göremeyecekti artık.

    Korkarak elini cebine attı paltosunun.
    Fotoğrafı çıkardı.
    Bakmadı.
    Bu fotoğrafı çizmişdi daha önce onun için.
    Her çizgisini de ezberlemişti yüzünün aslında.
    Yine taşıyordu yanında, bakmak için...

    Ama bakmadı.
    Kapalı bir şekilde, oturduğu taşın yanına koydu.

    Hafif bir rüzgar esti ve daha sıkı sarıldı kendisine.
    Çünkü artık sarılabileceği tek kimsede yoktu hayatında.
    Ürperdi bir an.

    Resim uçmasın diye üzerine bir taş koydu küçükçe.
    Resmi ters koymuştu ve görmediği halde yönünü, uzun uzun baktı yine de.

    Başını derin bir nefes alarak önüne çekti ve ellerini başının üzerinde birleştirdi.
    Nerede hata yapmış olabileceğini düşündü...
    Acaba onun istediği ne vardı da eksik kalmıştı ona.
    Yetmemişti...

    Daha bir kaç gün önce 'Aşkım' derken hissediyordu sevgisini oysa.
    Bu kadar güzel der miydi bir insan o kelimeyi?
    Bu kadar inandırıcı olabilir miydi?

    O kadar güzel bir kelime, nasıl bu kadar yalan olabilirdi ki peki?

    Önce bir daha o kelimeyi duyamayacağını düşündü; buruldu...
    Sonra o kelimenin yalan olduğunu düşündü; öldü...

    Yoo...
    Haketmiyordu bunları o, olamazdı.
    Hep kendi olmuştu ona karşı.
    İçinden gelenlere engel olmamıştı hiç mesela...
    Ve sevmişti onu sadece ve değişmişti de.
    Bu kadar vermişken ne olmuştu ki?

    Birden gerildi.
    Hırsla resmin üzerindeki taşı tuttu...
    Sıktı...
    Eli acıyana kadar sıktı...
    Ağlamak istiyordu, sinirliydi birde.

    Resmi yırtmak geldi içinden.
    Haketmiyordu bunları.

    Taşı bıraktı ve kanyağı aldı tekrar.
    Yudumladı, içi yandı gerçekten.
    Daha büyük bir yudumdu bu.

    Resmi yırtmaya elbette ki kıyamadı...

    Sonra parmaklarıyla oynadı taşla, bir ileri bir geri ittirdi resmin üzerinde.
    Yuvarladı resmin üzerinden.
    Biraz toz olmuştu resmin arkası, kıyamadı, temizledi.
    Aldı eline ve cesaretini toplarlayıp, resmin yönünü çevirdi.
    Dirseklerini dizlerine koydu, ellerini yanaklarında birleştirdi.
    Resim yan tarafında öyle yatıyordu, başını öylece çevirip uzun uzun ona baktı.

    Boğazında bir yumruk vardı.
    Nefret ediyordu bu duygudan yaa...
    Ya yemin etmişti, yaşamayacaktı artık bu duyguyu.
    Bıkmıştı artık...
    Berbattı.

    Gözleri doluyordu.

    Kimse için şiir yazmamıştı daha önce,
    Ona yazdığı şiirlerden birisini taşıyordu hep cebinde...
    'Bir damla suya muhtaçtı sevgimiz, lütfedeceğin...'

    Çıkardı, baktı...
    Lütfetmemişti...

    Hiç bir sevgilisinin resmini çizmeye değer bulmamıştı oysa birde.
    Hiç birisini bu kadar benimsememişti...
    Bu kadar sevmediğini düşündü hiçbirisini.

    Bir düşü vardı hep:
    Kar yağıyordu ve yol ıssızdı.
    Uzun paltosu, beyaz atkısı ve çiçekli başlığıyla bir kız vardı.
    İnce ince yağan karın altında, ona sarılmıştı...
    Yürüyorlardı.
    Hayatının en mutlu anıydı o an.
    Seviyordu...
    Ömür boyu sürecekti...

    İşte onu o hayale oturtabilmişti.
    O paltoda yakışıyordu ona,
    O beyaz atkı da yakışıyordu,
    O çiçekli başlıkta...
    O’ydu O...

    Ama ömür boyu sürmeyecekti artık ne yazık...

    Oysa tutunabileceği bir daldı o onun için.
    Sarılabileceğiydi...

    Hayat üzerine gelirken tek tesellisiydi her kötü şeye.
    En sevdiğiydi.
    'Sana değer' diyebildiğiydi...

    Sadece o olsun istemişti hayatında,
    İstedikleri boşmuş,
    Boşunaymış...

    Küpeler yapmıştı ona mesela,
    Hayatında en çok sevdiği gümüş anahtarlığının bir parçasından.
    Kaderini onun ellerine göndermişti mesela, o yazsın diye defterini...

    Hala resme bakıyordu...
    Gözleri doluydu.
    Bir an bıraksa kendisini, biliyordu koyuverirdi artık...
    Ve hiç kimseye söylemezdi bunu ömür boyunca.

    Sonra ölümü düşündü...
    Üzüntüsünden değil...
    Şimdi değil...
    Bir gün yaşlanacaktı onunla birlikte
    Ve onun yanında verecekti son nefesini...
    Onun gözlerine bakarak.
    Çok isterdi bunu ve yapacaktı, yanında onun olmasını istediğini biliyordu...

    Onsuz öleceği geldi aklına.
    Düşündüğü buydu...

    Ayrılmadan önce, ölümün onları ayıracağından konuşmuşlardı.
    Kötüydü, içi en az bu kadar acımıştı yine...
    Ayrılık hep koymuştu ona çünkü.
    Ondan ayrılmak...

    Ama en azından doya doya yaşadıktan sonra olurdu ölüm ve huzurlu olurdu o zaman.

    Ama ayrılığın adını da sevgilisi koymuştu...
    Ölüm değil...

    Bir an hangisinin daha acımasız olduğunu düşündü...

    Oysa şimdi kanıyordu.
    Yüreği acıyordu...
    Ondan ve onunla yaşamayı hayal ettiği bir ömürden mahrumdu.

    O karlı yolda yürüyeceği sevgilisi yoktu artık...

    Başka hiç kimseyide o hayale konduramayacağını biliyordu.
    Çünkü hiç kimse o kadar yakışmıyordu o hayale.
    Hiç kimse o karlı yolda yürürken,
    Onun gözlerine bakıp, o kadar güzel gülümseyemezdi.
    Ve hiç kimse o gülümseyişten sonra
    O kadar masum bir şekilde başını onun göğsüne bu kadar hafif yaslayamazdı.
    Ve hiç kimse ona bu kadar güzel 'Seni Seviyorum' diyemezdi.

    En güzel 'Seni Seviyorum'u da ondan duyduğunu düşündü bir an.
    Geceydi, çok geçti...
    Telefonun ucunda o vardı.
    Hiç kimseyle bu kadar uzun konuşmamıştı da...
    Uykuluydu ikiside.
    Sonra sevgilisi bir an dalmıştı...
    Uyuyordu.
    Ard arda bir kaç kere 'Seni Seviyorum' demişti...
    Uykulu uykulu...
    O kadar kadife bir sesle söylemişti ki;
    İpek böcekleri ses çıkarsaydı eğer,
    Ancak bu kadar narin olabilirdi sesleri.

    Cemal Süreyya’nın dizesi geldi aklına;
    'Benim İpek Böceği Sesli Kadınım'...

    Sonra resme bakmaya devam etti...

    Mırıldandı:
    'Keşke yalnız bunun için sevseydim seni...'

    Kötüydü,
    Eve kadar yürümek çok zor olacaktı.

    Gitsede uyuyamayacaktı biliyordu.
    Uzanacaktı kanepeye,
    Gözlerini kapayacaktı.
    Düşünecekti onu...
    Kabullenmeye çalışacaktı,
    Başaramayacaktı...

    Oysa o,
    Onu alıştırmaya bile başlamıştı son zamanlarda...
    Hissetmişti...
    Nedenini sorgulamak istemedi...

    'Niçin alıştırmak istemişti? '
    'Ne yapmıştı, yaşadıkları neydi? '
    Bunları sordu ama düşünmedi.
    Bulacağı cevaplardan korktu...
    Yalan olmasından herşeyin...

    Kalktı yerinden.
    Paltosunu düzeltecek kadar düşünemiyordu artık.
    Konyak yarımdı şişede, dokunmadı...
    Kendisine benzetti şişeyi...
    Kendiside yarımdı artık.

    Döndü denize doğru ve baktı biraz...
    Derin derin nefes aldı...
    Elleri ceplerindeydi.

    Dönüp kaldırıma bir adım attı.
    Bir adım daha...
    Bir adım daha...

    Yola çıkmıştı...
    Hep yolları kendi hayatına benzetirdi.
    Şimdide öyleydi.
    Karanlıktı ve yolun sonu görünmüyordu.
    Soğuk bir ayaza vurmuştu hava.

    Ne konyağı düşündü, ne de resmi...
    Belki denize karışmışlardır ikiside...
    Bilmiyordu...

    Cebinden bir anahtarlık çıkardı.
    Son kez ışığını yakıp içindeki resme baktı.
    Cebine yeniden koydu.
    Onu her şeye rağmen saklayacaktı, sözü vardı...

    Yürüdü...
    Yürüdü...
    Yürüdü...

    Üzgündü...
    Gözleri puslu ve yorgundu...
    Suskundu...

    Durdu bir an...

    Sevgilisinin söylediği son şey geldi aklına Nazım’dan:
    'Yirminci yüzyılda aşk acısı en fazla bir yıl sürer...'

    Oysa o, ömür boyu onsuz kalacaktı...
    Önemsediği şey bir yıl sonra acısının dinecek ya da dinmeyecek olması değildi...
    Önemsediği şey artık onun hayatında olmamasıydı, onsuz olmasıydı...
    Acı dinerdi ama artık o yoktu hayatında...
    Yarımdı...
    Eksikti...
    Anlamsızdı...

    Ve o bunun ne demek olduğunu
    Hiç ama hiç anlamayacaktı...

    Artık hangi acıyı yaşarsa yaşasın onun umurunda bile olmayacaktı.
    Sevincini de paylaşamayacaktı mesela onunla bir sevgili edasıyla.
    Haykırmak istediği şeyleri kime haykıracaktı?

    Ya! daha önce kimseye bu kadar içten 'Seni Seviyorum' dememişti,
    Kime diyecekti?

    İnandığı bir şey vardı:
    İnsan gerçek aşkı hayatında sadece bir kere yaşar...
    Ya sonuna kadar gider,
    Ya da imkansız olur biter...
    Ama onu sadece ve sadece bir kere yaşayabilirdi...
    Ve o gittimi, her şeyi de alır götürürdü...

    Gerçekten de öyle oldu:
    İyi olmak istiyordu...
    Onunla iyiydi...

    O gitti,
    Bitti...

    Kımıldayamıyordu yerinden sanki.
    Bir sınır çizgisindeydi sanki.

    Geriye dönüp konyağı bitirmeyi ve resmi yeniden almayı düşündü.
    Belki yerindedirler hala diye...

    Biliyordu,
    Geri dönmeyecekti artık o...

    Onunla birlikte onu iyi yapan herşeyi
    Şu an bulunduğu çizginin geri tarafında bırakmayı düşündü...
    Derin bir nefes aldı...
    Cesaretini topladı...
    İleri bir adım attı...

    Ondan önceki,
    Onsuz,
    O basit ve günlük hayatına...

    Sadece iyi bir insan olmak istemişti...
    'Yirminci yüzyılda aşk acısı en fazla bir yıl sürer...'
    Gülümsedi acıyla...
    Öyle işte...'

  • Hüseyin Yiğit
    Hüseyin Yiğit

    21.12.2008 - 17:07

    umarım ertelediğin düşlerin bir gün gerçek olur arkadaşım :)

  • Melek Kara
    Melek Kara

    29.11.2008 - 11:34

    Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık

    Günlerimize
    o ilkel sesleri karışır ya
    gemileri annelerinden çok seven çocukların
    bir adam gelir ya
    devinen bir sancıdır artık
    gelir eski günlerden
    ve uzar sanki uzar
    ırzına geçilmiş bir kahramanlık.

    Sinsi gülüşlerimizdir şimdi pis bir suda yıkanan
    korkulardır katar katar inenler gökyüzünden.
    Ay sürekli yükselirse içimizde
    çirkin ama güçlü bir tanrıya taptığımızdandır
    ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla
    ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız.
    Kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.

    Ama kim? Ben miyim burda bir esrime mi
    nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm?
    Aptalca beklerim o hiç sökmeyecek şafağı.
    Oysa yüreğimden akan o derin suda
    kırmızılar öylesine yırtılır ki
    siner kan,
    huysuz kemanlar dolar şahdamarıma,
    yansır kin savaşçıları, gürül gürül ordular
    utancın köpürttüğü yanaklarımdan.
    Köz komamış ateşinden bize o adam
    şimdi gülüşlerimiz yırtıcı, gülüşlerimiz korkunç
    ağır, kara bir zırh taşıdığımızdan.

    İsmet Özel

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    25.11.2008 - 10:29

    Ne kadar küçük şeyler için ağlardık

    Bir tutam saç,bir oyuncak araba,bir bebek...

    Şimdi büyüdük...

    Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri...

    Ölümler,iflaslar,savaşlar...

    Şimdi daha mı güçlüyüz

    yoksa daha mı alışkın?

    Hayatı öğrenmek

    Alışmak mı acaba?

  • Gökhan Yavuz
    Gökhan Yavuz

    24.11.2008 - 23:44

    Ömür Hanımla Güz Konuşmaları...

    ...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
    yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
    göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak.
    İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
    Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
    keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
    bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
    yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
    engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
    hanım?

    Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
    görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
    kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
    umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
    meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
    şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
    böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
    anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
    başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
    mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
    aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
    sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
    olur tükenmek değil de?

    Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
    boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
    bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
    diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
    tından?

    Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
    çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
    kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
    lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
    Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
    görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
    nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
    Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
    avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
    binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
    bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
    öğrendik böylece.

    Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
    Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
    Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
    yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
    yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
    karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
    ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
    içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?

    Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
    özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
    oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
    eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
    avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
    yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
    eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
    rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

    Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
    eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
    dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
    ki, sonucu yepyeni bir 'ben'e ulaştırırdı beni, kederli dal-
    gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
    perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
    kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
    Ömür hanım?

    Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
    konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
    kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
    reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
    Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
    ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
    toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
    saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
    hangi gözle?

    Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
    nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
    Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
    mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
    bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
    yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
    anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
    işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
    nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
    olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
    muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

    Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
    aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
    Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
    sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
    iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
    puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
    akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
    izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
    kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
    bizi değişmek çirkinleştirir de.

    Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
    adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
    olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
    yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
    şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
    ne yerinde ne yersiz...

    Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
    çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
    nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
    kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
    gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
    ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
    küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
    cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
    ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
    içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
    bu ezbere yaşamla.

    Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
    iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
    yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
    dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
    nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
    geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
    acıların anasıdır, de...

    Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
    söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
    lıplarından. Beni duy ve anla.

    Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
    yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
    ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
    atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
    kurşuni-külrengi mi yoksa?

    Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
    dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
    maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
    rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
    aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
    değil mi? Kim ne diyebilir ki?

    Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
    İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
    ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
    olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
    ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
    saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
    ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
    rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
    ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

    Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
    yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
    at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
    kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
    yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
    umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
    yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

    Ankara, Güz/1983

    Şükrü ERBAŞ

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    18.11.2008 - 00:25

    Ayla Dikmen - Anlamazdın

    Sevilirken bilmedin mi?
    Ben söylerken gülmedin mi?
    Falımızda hasret var, ayrılık var demedim mi?

    Anlamazdın anlamazdın,
    Kadere de inanmazdın.
    Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın?
    Dilerim ki mutlu ol sevgilim,
    Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
    Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.

    Kalbim bomboş kaldı sanma,
    Acılar geçer zamanla.
    Aşka tövbe demem ben,
    Görürsün sevince yeniden.

    Anlamazdın anlamazdın,
    Kadere de inanmazdın.
    Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın?
    Dilerim ki mutlu ol sevgilim,
    Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
    Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    20.10.2008 - 02:00

    tut ki ben gelmeyeceği karanlığına
    sen hep karanlık mı kalacaksın?
    tut ki hayat beklemeyecek beni
    hep sonsuz mu kalacak ömür dediğin
    tut ki bilmeyeceksin beni
    zannedermisin ki sevilmeyeceksin....


    güzel sevgiler yaşa hep emi

  • Esra Mirac
    Esra Mirac

    30.08.2008 - 19:45

    ’.... ’~,.............,,,,_
    .. /...... ’’~-,,_........,-’.... ’-,~~-,
    .. |.......... ¯’~-,....,’.. /.... ’,... ’-,
    .. ’,.................... ’-,.. |.. /.........,’
    ... ’~-,.............. |. |......... /
    ..... ¯’’’’~~~~~~~’... |,,,........ /
    ............ ’-,.. ’. ~ ~’ ’-,...... /
    .............. /’.... OO.. ’ ~-~~’
    ..............,-’-..,-~¯¯~-,...... ’-,
    ...........,-’..... ’~-,,,-~’....... ’,
    ........... /............,_,-.... /
    ........... ’,.....,_; ’... |... /....,’
    ............ ’-,..... ’’’~-~'~~'..,~’ __####___####
    .............. ’~-,,_.. ’~~’.,- ’ ___##____#_#___##
    ................... |’’... ~’,-, ____#_______#______#
    ................... /...,.... ’~-~' #_ _____________#
    .................... /..,,-’~-,,_,,-..) ..) ____________#
    .................... /...- ’....... ’~,~’'#___________#
    ................. /. ~’...........) _,,_ #_______#
    .............. |.............. }__'~,#___#
    ...............,_....... _,,,-~’¯.. ¯’~,.#
    ................ ’~-,,,,,,........ ~-,. ’-,
    ...................... ’~-,,__.... _,) ,-'

  • Esra Mirac
    Esra Mirac

    28.08.2008 - 21:53

    kendini özletiyo iştee:(((

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    30.05.2008 - 17:20

    şiir

    Birkaç
    iyi
    şiir
    yazmak
    bile
    çok falza
    umutsuzluk
    tatminsizlik
    ve hayal kırıklığı
    gerektirir.
    herkese
    göre
    değildir
    şiir yazmak.
    hatta
    okumak bile.

    charles bukovski

  • Gökhan Yavuz
    Gökhan Yavuz

    11.05.2008 - 21:23

    Bulantı; Hayat KarŞisinda DuyacaĞin Tek Şey Bu Olmali... Kendİnİ, Çevrenİ, İnandiĞin, Takdİr EttİĞİn, OnayladiĞin HerŞeyİ DÜŞÜn. YaŞamini GÖzden GeÇİr. YaŞadiĞin DÜnya Sana Yabanci Ve DÜŞmandir. BİlİnÇsİzdİr, SaÇmadir. Sen, YaŞadiĞin DÜnyanin Bu Özellİklerİnİ GÖrdÜĞÜn Zaman DuyacaĞin Tek Şey, Bulanti Olacak, Bİr İÇ Sikintisi Duyacaksin. Ama Bazilari, Bulantidan KaÇar. 'tanri', 'tÖre', 'ahlak' Gİbİ Kavramlarin Arkasina SiĞinir. Sen,bulantiyi DuyduĞun Zaman Uyanmalisin. Ahlakli Olarak BİldİĞİn BÜtÜn KİŞİ Ve Kurumlarin Senİ TÜkettİĞİnİ Farkedeceksİn. Her TÜrlÜ ÖzgÜrlÜĞÜn Yasak OlduĞu Bİr Ahlakİ Sİstemde, Ahlaksiz YaŞamanin Bİr Erdem OlduĞu GerÇeĞİnİ GÖremedİn. Evrenİn BÜyÜsÜnÜ ÇÖzdÜn, Tanriyi Yİtİrmenle Evrenİn Eksenİne Kendİn Oturdun. Tanriyi Kaybetmen GÜzel. Ama Bİr Tanriyi Reddedİp Yenİ Tanrilar, Efendİler Yarattin. YaŞadiĞin TopraĞa Taptin. Unutma Kİ; Toprak, UĞrunda Ölen Varsa Utanmalidir! Sen, Sadece Onlarla ÇatiŞmamak İÇİn İnsanlari Sevdİn. YarattiĞin Dev Teknolojİn Sayesİnde Pek Çok Şey Kazandin. Ama Şİmdİ HerŞeyİ Kaybetme Tehlİkesİ İÇİndesİn! GerÇİ Atom Sirlarini ÇÖzdÜn, Ama Kendİ Kendİne Yabanci Oldun. Senİn Çok Şeyİnİ Elİnden Aldilar. Ancak Bİr Tanesİnİn Elİnden Alinmasina İzİn Verme: Kendİ VaroluŞun! Sen, Bİr Devlet Hastanesİnİn DoĞum KlİnİĞİnde DÜnyaya Geldİn, Sonra Okula Oradanda Fabrİka Ya Da BÜroya GÖnderdİler Senİ. SeÇİm Hakki Birakmadilar. ÖlÜmÜn Bİle Kendİnİn DeĞİl ÇoĞu Kez. Bİr YiĞinsin. Bulantiyi Duy. YÜrÜyen Şerİdİn Üzerİne Bİr Paket Gİbİ Birakilmayi Reddet. Kendİ YaŞamina, Kendİn Şekİl Ver. Sen, ÖzgÜrlÜĞe Mahkumsun ÇÜnkÜ!

  • Melek Kara
    Melek Kara

    15.04.2008 - 02:23

    Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben
    Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben
    Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar
    Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var

    Uyanır gibi birden bir korkulu rüyadan
    O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan
    Bir ses bana: 'Gel! ' dese, ben o sesi işitsem
    Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem

    c.sıtkı tarancı

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    07.04.2008 - 22:45

    Yavaş Yavaş Ölürler

    Yavaş yavaş ölürler
    Seyahat etmeyenler.
    Yavaş yavaş ölürler
    Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
    Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

    Yavaş yavaş ölürler
    Alışkanlıklarına esir olanlar,
    Her gün aynı yolları yürüyenler,
    Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
    Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
    girmeyenler,
    Bir yabancı ile konuşmayanlar.

    Yavaş yavaş ölürler
    Heyecanlardan kaçınanlar,
    Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
    görmek istemekten kaçınanlar.

    Yavaş yavaş ölürler
    Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
    Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
    Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
    çıkmamış olanlar

    Pablo Neruda
    ...................................BEST OFFF 42

  • Oğuzhan Bekar
    Oğuzhan Bekar

    25.03.2008 - 13:23

    TERTEMİZ YÜREK


    Ne anam var, ne babam.
    Ne yurdum var, ne tanrım.
    Ne beşiğim var, ne kefenim.
    Ne sevgilim, ne aşkım, ne evim barkım.

    Tam üç gün var açım,
    komadım ağzıma bir lokma.
    Veririm ömrümün yirmi yılını,
    gücümü kuvvetimi, varımı yoğumu.

    Kim alacak onları? Hiç kimse.
    Şeytan isteyecek onları benden.
    Bu tertemiz yüreği, bu iyi kalbi
    Ne diye çalıp öldürmemeli?

    Alacaklar gelip bir gün beni,
    koyacaklar kutsal, karanlık toprağa.
    Gelecek bir ot uzanacak alacak
    şu güzelim yüreğimden gücümü.


    Attila JÒZSEF

  • Oğuzhan Bekar
    Oğuzhan Bekar

    25.03.2008 - 13:20

    TUFANDAN SONRA

    Bir tavşan durdu da yoncalarla kıpır kıpır çıngırak
    çiçekleri arasında, örümcek ağları içinde doğru dua etti gökkuşağına.
    Kayıplara mı karışacaktı! o dört başı mamur taşlar,
    ya çiçekler tam açmışken hem de!
    Çöp içinde yüzen ana cadde boyunca kerevetler
    dizildi. Minyatürlerdeki gibi yukarılara asılmış bir
    denize doğru kaldırıldı, gemiler çekildi.
    Mavi Sakalın evinde dere gibi aktı kan-ya mezbahalar,
    ya o camları tanrı mühründen görünmez olmuş
    kanlı meydanlar. Dere gibi aktı kan, bir o kadar da süt.
    Kunduzlar yapı yaptı. Kahveler tüttü kahve ocaklarında
    Camları hala zangır zangır camlı köşkte karalar
    giymiş çocukların yaldızlı resimlere daldı gözleri.
    Çat! Kapı çalındı; köyün meydanlığında bir çocuk
    fırıldaklarla tekmil kulelerdeki horozların aklına uyup
    kollarını döndürmeye başladı, çakmak çakmak sağanağın altında.
    Filan hanım kuyruklu bir piyano kurdurttu Alp
    dağlarına. Katedralin bin bir mihrabında kudas ve vaftiz
    ayinleri yapıldı.
    Yollara düştü kervanlar. Harcedildi de buzların
    hercümerciyle kutup gecesi, kuruldu İspilandit Oteli.
    O zamandan beri ay, kekik kırlarından gelen
    ağlamaklı çakal sesleri işitir oldu- bir de meyve
    bahçelerinde dolaşan tahta pabuçlu çoban türküleri.
    Derken filize durmuş eflatun korudaki peri Ev karısı
    geldi yanıma, dedi, bahar geldi.
    Kaynayın! pınarlar, taşın, katın köprüleri önünüze,
    basın ormanları siyah kumaşlar, orglar, şimşekler,
    gök gürültüleri, kabarın hadi çağlayın; hadi su; hadisene
    keder, kaldırın ayağa selleri.
    Değil mi ki onlar senli-benli-gitti derler! O dört başı
    mamur taşlar! O açmaya varmış çiçekler! -değil mi ki
    bir kasvettir kalan geriye! Ecenin haliyse malum,
    toprak mangalının korlarını karıştırmaya dalmış
    büyücü, bilir ya söylemez bizim bildiğimizi.

    ARTHUR RİMBAUD

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    24.03.2008 - 23:12

    4Yürüyelim Seninle İstanbul'da
    Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
    hayallerim kıpkırmızı olurdu

    İstanbul hala güneşin ardında
    ufuklarında birkaç kara leke
    birkaç kan pıhtısı dudaklarında
    İstanbul hala sevimli mi sevimli
    ve hala bir tomurcuk tadında
    yürüyelim seninle İstanbul'da

    korkusuz bir rüyadır
    bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
    birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
    yenilgisiz bir muamma gibidir
    arar buluşmayan ellerimizi
    deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda

    tam orada, Çamlıca yokuşunda
    birkaç bulut çekelim gökyüzünden
    damarlarımızdan geçirelim ve birden
    bırakalım suların üzerine
    sen bir defa konuş, sen bir defa gül
    kumlu ebrular yapalım seninle
    serpmeli ebrular, bülbülyuvası
    hercaimenekşe, gonca ve sümbül

    yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
    yürüyelim seninle İstanbul'da
    boğaziçi mağrur türkülerini
    gözlerine baka baka söyleyin
    martılar üşüyünce
    denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi

    anlayabilir misin
    neden çıban gibi büyür bağrımda
    büyürde kelebek olur bu sızı
    kırmızıyı sevdiğini söyledin
    bu yüzden mi günlerdir
    İstanbul'da gül kokusu yayılan
    tepeler kırmızı, sular kırmızı

    İstanbul bilmeli ki, sahillerine
    mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
    İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
    önce senin yüreğine açılır
    uzaklarda bir yerde
    toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
    parmaklarında hüzün
    sana doğru akan nehrin
    ağlayan suretidir

    bir elimizde umut
    bir elimizde sevda
    yürüyelim seninle İstanbul'da
    musiki kesilsin, tükensin yazı
    çaresiz kalınca mızrap ve şiir
    ozan bir kenara bıraksın sazı
    ressam fırçasına neden mi kızgın
    tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
    kırmızıyı sevdiğini bilince
    çekilir mi artık güllerin nazı

    Anadolukavağı'nda her akşam
    burcu burcu bir rüyadır hayalin
    karanlık, hüznünü düşürür dağa
    kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
    endamın her sabah iner toprağa

    hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
    ayrılık acıyla süzülür kandan
    nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda
    dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler
    öylesine yorgun, mahzun ve candan

    İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
    uykusundan uyanınca fırtına
    dalgalar türkümüze aşina olur
    yüzümüze bakınca deniz fenerleri
    sahibini arayan gemilerin
    çığlığıyla vurulur

    tarih heyelandır hainlerin ardında
    İstanbul tarihin soylu anası
    biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
    sevdayı kız kulesi'nden
    yalıların burukluğu altında
    geçiyoruz sokaklardan delice

    anlayabilir misin
    beyoğlu'nda gezinen
    hayal kırıklığının benden türediğini
    anlayabilir misin
    kırmızı neden böyle
    doldurur aynalara inleyen yüreğimi

    sana giden yolların kavşağında
    bir adam direniyor izini bulmak için
    siliyor tanyerine akan alın terini
    ufkunda sapsarı umudun rengi
    mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah
    arıyor sessizce kaybolan günlerini

    Gülhane'de simit satan çocuklar
    nasıl anlasınlar ellerimizin
    neden böyle çekingen olduğunu
    Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
    gökyüzüne dokunurken bu acı
    kimdir diye sorsunlar içlerinden
    birlikte yürüyen iki yabancı

    biz gitsek de, İstanbul'da yine de
    yıllar yılı gezinmeli bu sızı
    benden bir yaralı şiir kalmalı
    senden bir tebessüm, bir de kırmızı

  • Melek Kara
    Melek Kara

    22.03.2008 - 00:31

    Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
    Yağmurlar, yağmurlar ortasında kaldım
    Aklımı boğacak o selleri
    Ben kendi damarlarımda yarattım

    Artık ne bir satır yazı, ne de bir selam
    Tek kişilik bu oyunda rol alabilir
    Gitti bütün seyirciler, boşaldı salon
    Geride kalan yalnızca, yalnızca maskelerdir

    Eli naylon güllü o dostlukların
    Bir tek anısı ve sızısı yok içimde
    Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
    Kendimi kazandım bir başka biçimde...

    Ahmet Erhan

  • Esra Mirac
    Esra Mirac

    21.03.2008 - 15:05

    Benzetebilir miyim bir yaz gününe seni?
    Sen daha sevimlisin, daha sakinsin ondan.
    Sert rüzgarlar Mayısın narin çiçeklerini.
    Hırpalar; Yaz ise pek çabuk geçer...Durmadan!

    Bazan, kızgın olarak,parlar gözü semanın...
    Bir karartıyla sık sık söner altın bakışı;
    Her güzel,güzelliğini kaybeder: Tabiatın-
    Sebep olur da bazan bu kararsız akışı!

    Fakat senin ebedi yazın hiç sönmeyecek,
    Dönmeyecek sendeki güzellik bir yalana.
    Ölüm sana yaklaştı diye, öğünmeyecek:

    Sen eşitken ebedi mısralarla zamana
    Yaşadıkça insanlar, görebildikçe gözler,
    Seni yaşatmak için yaşayacak bu sözler

    SHAKESPEARE
    :)))))))

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    19.03.2008 - 23:43

    Anlamak

    Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum

    Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün

    Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum

    Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün

    Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün

    Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.



    Cahit Sıtkı Tarancı

  • Berdush Bebe
    Berdush Bebe

    14.03.2008 - 00:02

    Dostları Olmalı İnsanın / Oğuzkan Bölükbaşı

    dostları olmalı insanın,
    aynen gemilerin limanları gibi
    zaman zaman uğradığın
    yükünü boşalttığın
    dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda

    sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
    geri döneceğin günü bekleme umuduyla
    bazan rüzgara o açmalı yelkenini
    yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
    halatlarını çözmeli
    seni çok
    ama çok özlemeli

    dostları olmalı insanın,
    ermiş, bilge hayatı ezbere okuyabilen
    düşünmediklerini düşündüren
    seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
    gerektiğinde senin’çün ateşi yutabilen

    yolunu ışıtan ustan olmalı,
    şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
    sana vermeli soğuk bir kış gününde
    üzerindeki tek gömleğini

Toplam 89 mesaj bulundu