kent fmde golden oldies i yapardi,beyaz gömlek programını yapardı.Dha sonra atv de basketbol maçları anlattı ve 'inermisin çıkarmısın' isimli ilk 'mini popstar' ı sunmuştu.Bir trafik kazasıyla aramızdan ayrıldı.
rabıta örgütü özellikle 12 eylül 1980 sonrasında turgut özal'ın başbakanlığa gelmesi ile birlikte türkiye'de büyük bir güç kazanmaya başlamıştır. yurt dışındaki imamların maaşlarının ödenmesinden, türkiye'de yasaklanan süleymancılık, kadirilik, nakşibendilik gibi tarikatların yeniden organize bir hale gelmesine, devlet kademelerine takkıyyesci ve şeriatçı sempatizanların yerleştirilmesine kadar pek çok çalışmaya maddi ve manevi destek vermiştir.
cezayir'de yaşananlar, türkiye'de ortaya çıkan hizbullah katliamları rabıta örgütünün birer uzantısıdır. bosna savaşından sonra özellikle boşnak ve müslüman halkın yaşadığı bölgelerde çalışmalarına ağırlık veren rabıta örgütü başlangıcında cia destekli bir oluşum iken bu gün almanya'da da el altından kollanmaktadır.
rabıta örgütü türkiye'de medya desteğine ilk olarak türkiye gazaetesi ve türkiye çocuk dergisi ile başlamış, daha sonra bakanlıkların ve müsteşarlıkların çıkardığı aylık dergilere sponsor olmuştur.
ama. suudi arabistan tarzı bir şeriatçı yapılanmanın halkı müslüman olan bütün ülkelerde yerleşmesini sağlamaktır. rahmetli uğur mumcu bu konuyu 80 lerin ortasında cumhuriyet gazetesindeki köşesinde en ince ayrıntıları ile işlemiştir.
ankaralı dostlarımız bilirler, atakule'den çankaya'ya doğru çıkan şimdi adını hatırlayamadığım solunuzda kalan ilk sokaktan girin. işte bu sokağın sonundaki, sondan üçüncü apartmanın birinci ikinci, üçüncü ve dördüncü katları 90 lı yılların başına kadar rabıta örgütü ile bağlantılı pek çok tarikat şeyhi ve bunların müridinin buluşma noktası olmuştur. karşısında ise sanırım donanma nın bir tesisi olması lazım. şu an için öyle hatırlıyorum. buranın seçilmesi bile son derece ilginç tesadüflerle mi olmuştur acab? diye sormadan edemiyor insan.
rabıta örgütü son yıllarda adını sıkça duyduğumuz şevki yılmazlar, korkut özallar, ve bu gü s iyaset sahnesinde boy gösteren eski milli görüş teşkilatı üyesi pek çok genci yetiştirmiştir türkiye'de. erbakan zamanından ayyuka çıkan tarikat şeyhlerine başbakanlık konutunda iftar yemeği verme olayı ise turgut özal zamanında bunlardan destek almaya çalışan ve iktidara gelince yerini sağlamlaştırma çabasına düşen milli görüşçülerin küçük bir taktiği idi. oysa bu olaydan önce gazetecilerin önünde rahmetli ile birlikte cirit atarlarken gazetelere haber olmamaları da tesadüf değildir.
asıl adı 'rabıtat-al-allam-al-islami' olan suudi arabistan kökenli şeriatçı örgüt.. örgütün misyonu kısaca dünya üstünde şeriat adına yapılan ne varsa ona maddi ve politik destek vermektir.. bu örgüt bakanlar kurulu kararnamesiyle 1982-1984 yılları arası batı avrupa'daki türk imamlara maaş ödemiştir.. uğur mumcu tamamladığı son kitabı olan 'rabıta'da bu konunun ve türkiye üstünde oyun oynayan şeriatçı örgütlerin üzerine cesurca gitmiştir.. birçok çevreyi rahatsız ettiği için kendi sukiastinin sebebi de bu kitaptır..
Amerikacı'lar tarafından katili olarak 'İran destekli terör' gösterilmesine rağmen, açıkça CIA ve onun Türkiye deki kliği tarafından öldürülen büyük insan.
ailesi ankarali olmasina karsin, babasinin görevi nedeniyle bulunduklari Kirsehir'de, 22 agustos 1942' de dogdu. tapu kadastro memuru sinasi hakki bey ile nadire hanimin dört çocugunun üçüncüsüdür.
babasi ankara' ya ataninca, ulus' taki balikpazari' inda bulunan devrim ilkokulunda basladigi ilkögrenimini, bahçelievler' deki ulubatli hasan ilkokulunda tamamladi (1954) . cumhuriyet ortaokulundan (1957) , sonra deneme lisesini bitirdi, ankara hukuk fakültesine girdi (1961) . hukuk fakültesini bitirdikten sonra (1965) , kisa bir süre avukatlik yapti. dil ögrenmek için gittigi ingiltere dönüsünde, hukuk fakültesinin idare hukuku profesörü tahsin bekir balta' nin asistani oldu.
ögrencilik yillarinda ' bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmayacagi' ni kavramis, etkin, coskulu bir gençti. hukuk fakültesi ögrenci dernegi baskaniyken onun öncülügünde yapilan toplantilara zamanin politikacilari, bilim ve sanat insanlari çagriliyor, katildigi 'münazara' lardaki basarilariyla dikkati çekiyordu. daha 20 yasindayken 'türk sosyalizmi' baslikli yazisi ile yunus nadi makale yarismasini kazandi.
27 mayisin getirdigi özgürlük ortaminda çok okuyarak, arastirarak, yasami sorgulayarak kendi düsünce evrimini kurmaya baslamisti. 12 martin aydinlara yönelik baskici tutumundan o da payina düseni aldi. dogan avcioglu' nun yönetimindeki yön dergisinde 29 yasinda bir ögretim görevlisi olarak yaziyordu. askerligini yapmaya hazirlandigi sirada, 'orduya' hakaret etmekle suçlanarak tutuklandi. kendi deyisiyle, yön dergisi o sirada 'sikiyönetim bekleme salonu' gibi olmustu. birçok demokrat aydina cezaevlerinin kapisi ardina kadar açilmisti.
bir yila yakin kaldigi mamak askeri cezaevinde öteki aydinlarla birlikte buz kirmak, tuvalet temizlemek zorunda birakildi. açilan davada, 7 yil hapse mahkûm edildi, ancak 'komünist düzenin getirilmesinde bayragi soldan saga sallanacagini belirtmektedir' gibi ifadelerin yer aldigi kararin yargitay'ca bozulmasindan sonra serbest birakildi ve hemen askere alindi. tuzla piyade okulundaki üç aylik egitimden sonra, okul yönetiminin 'kötü hal ve düsünce sahibi' diye suçladigi ugur mumcu, 'er' çikarildi; 'sakincali piyade' oldu. askerligini agri' nin patnos ilçesinde tamamladi.
'sakincali piyade' sayildigi için onurunun kirilmadigina inandigindan, yedek subaylik hakki ve ayliklari için simgesel bir tazminat istegiyle dava açti. yedek subaylik hakki geri verildi, ancak askerligi sirasinda kendisi için yapilan tüm harcamalari tazminat tutarindan düsüldü. yasadiklari, gülmece ustalari için bulunmaz bir malzemeydi. kendisi de yazi ve konusmalarinda gülmece ögelerini sik sik kullanan ugur mumcu, bu dönemi, önsözüne aziz nesin' in 'bizi aci aci güldürdü diye yazdigi sakincali piyade adli yapitinda anlatti. bu yapit sonradan tiyatro oldu ve yüzlerce kez oynandi.
her zaman duyarli olan midesindeki rahatsizliga doktorlarin tanisi ülserdi. ugur mumcu' nun '12 mart ülseri ' tanimlamasi bu dönemi özetlemeye yetiyordu. askerlikten sonra gazetecilikte karar kildi ve üniversitedeki görevinden ayrildi. yön, kim, türk solu, ortam ve baska dergilerle, aksam, milliyet ve yeni ortam gazetelerinden sonra uzun süre cumhuriyet'te yazdi. anka ajansinda çalisirken altan öymen' le birlikte izledigi yahya demirel' e iliskin 'mobilya dosyasi' adli bir kitap olusturdu, 'hayali ihracat' kavrami böylece kamuoyunun sözlügüne girdi.
19 temmuz 1976' da güldal homan ile evlendi, 1977' de oglu özgür, 1981' de kizi özge dogdu. aile bireyleriyle ve dostlariyla paylastigi karsilikli sevgi saygi onun üretkenligine katkili oldu. 'susmayi, kendi kabugunun içine çekilmeyi' çagin suçu olarak niteleyen mumcu 'cesur bir kere, korkak bin kere ölür' diyordu. demokrasi ve insan haklari savunucusu olarak ülkü ve ilkelerinden hiç ödün vermedi. katilleri yakalanmayan gazetecilerin, bilim ve sanat insanlarinin, tüm insanlarin kani yerde kalmasin diyerek savasini verdi. terörün SİLAH KAÇAKÇILIĞIYLA iliskisini giderek artan gerici örgütlenmenin iç ve dis boyutlarini belgeleriyle gözler önüne serdi. kamuoyu, susurluk kazasizla yeniden gündeme gelen abdullah ÇATLI adini, ülkücü MAFYA kavramini ilk kez onun yazilarindan duydu. kontrgerilla var mi, yok mu tartismalarini, yurtdisindaki görevlilerimizin ayligini ödeyen örgütleri rabita olayini, kimi aydinlarin bile yüzeysel bir bakis açisiyla ele aldigi kürt sorununu, abdullah öcalan' in iç ve dis iliskilerini İPEKÇİ cinayetinin arastirilmasini, AĞCA' yi, papa suikastinin perde arkasini yilmadan ve korkmadan arastirdi. 12 eylül adaletini, ÖZAL döneminin kural tanimayan uygulamalarini bikip usanmadan yazdi. 1990' larin sonunda yasananlar ugur mumcu' yu hakli çikardi, ölümünden önce yayimlanan 25; ölümünden sonra yayimlanan 40 kitaptaki belge ve bilgiler, etkili ve yetkili olanlarca göz önüne alinmayi bekliyor.
mumcu' nun dikkate deger asil özelligi ise insan iliskileri idi. ailesine çok düskün olan mumcu, yakin çevresi için de 'hasta olan için hastanede, yargilanan için mahkemede, tahliye olan için cezaevi kapisinda; birisi pasaport mu almamis, kim olursa olsun o isin pesinde' diye bilinen bir dost idi. hatta tanimadigi insanlarin sorunlariyla da yakindan ilgilenir, dogrudan ya da kösesi araciligiyla çözüm bulmaya çalisirdi.
arastirmaciliginda, telefon numaralarindan uçak biletlerinin tarihlerine, resmi gazeteden ticaret sicil gazetelerine dek hiçbir seyi gözden kaçirmayan mumcu, ayni zamanda haber için ödün vermeyen, hiç kimsenin özel yasamiyla ilgili tek satir yazmayan, haber kaynagini her seye ragmen koruyan ve belgesiz yazi yazmayan örnek bir gazeteci idi.
yobazlarin, kaçakçilarin, hirsizlarin, sömürücülerin korkulu rüyasi olan, cumhuriyet ve atatürk' ü tüm ilkeleriyle benimseyip savunan mumcu,
DİN MASKESİ ALTINDA TÜRKİYEYİ EMPERYALİZME TESLİM ETMEK İSTEYENLERİN gerçek yüzlerini sergiledi. silah kaçakçiligi, terör, kürt sorunu ve benzeri konulardaki arastirmalarini saglam belgelere dayandirdi. ' bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz' ilkesinden hareketle emperyalizmin, mafya araciligiyla türkiye' ye soktugu silahlarin terörü körükledigini KANITLARIYLA gözler önüne serdi.
toplumsal sinif ve katmanlar arasinda dengesizligin ve sömürünün, planli devletçilikle önlenebilecegini, devlet kaynaklarini genis kitleler yerine bir avuç azinliga aktarmanin bu sorunu çözmeyecegini savundu.
demokrat, laik, cumhuriyetçi, atatürkçü, devrimci, emekten tüm hak ve özgürlükten yana, emperyalizmin, çikarcilar, vurguncular ve yobazlarin karsisinda olan ugur mumcu, 24 ocak 1993 pazar günü arabasina konan bomba ile öldürüldü.
'ben ankara' nin yerlisiyim' diyen ugur mumcu için ankara, yalnizca yasadigi kent degil, laik cumhuriyetin simgesiydi. ankara' da yasanan ve tüm yurda yayilan olumsuzluklar yüzünden zaman zaman 'ankara' nin tasina bak / gözlerimin yasina bak / uyan uyan gazi kemal / su felegin isine bak' diye yaziyordu. bu halk türküsü, ölümünden sonra bir bakima, ugur mumcu ile özdeslesti. demokrasi, adalet özgürlükler, emek için, laik cumhuriyetin atatürk devrimlerinin yara almamasi, terörün kaynaklarinin bulunmasi, irticanin boyutlanmamasi için yasamini yitiren ugur mumcu' nun ölümü, 24 ocak 1993' ten bu yana sorgulanamamaktadir.
24 ocak 1993' ten bu yana hükümetler kuruldu, hükümetler bozuldu; basbakanlar, içisleri bakanlari geldi geçti, ancak ugur mumcu cinayeti aydinlanamadi.
sosyalizmin, marksist-leninst, avrupa komünizmi, maoizm gibi degisik uygulamalari olduguna dikkat çeken ugur mumcu, türkiye için de bagimsizlikçi, anti-emperyalist, kendi özgün kosullarina uygun, kendi ULUSAL DEĞERLERİNDEN KOPMAMIŞ bir 'TÜRK SOSYALİZMİ' modeli öneriyordu.
türkiye' de arastirmaci gazeteciligin öncüsü olan mumcu, irak' a yönelik operasyonlarda incirlik üssünün kullanilmasina izin veren hükümetleri elestirdi. yolsuzluk iddialari, yabanci istihbarat örgütleri, mafya, papa suikasti gibi konularda arastirmalar yapti. abdi ipekçi suikastinin perde arkasini belgeleriyle ortaya koydu.
siyasilere yönelttigi elestiriler yüzünden, yazilari aleyhine birçok dava açildi. hepsinde de mumcu' nun hakliligi kanitlandi.
ankara sanat tiyatrosunda sahnelenen 'sakincali piyade' adli oyunu büyük ilgi ve basari kazanan mumcu ilk ödülünü, 1962 cumhuriyet gazetesi yunus nadi armagani makale yarismasinda kazandi. 1979 yilinda, türk hukuk kurumunca 'yilin hukukçusu', ayni yil çagdas gazeteciler dernegince 'yilin gazetecisi' seçildi. 1980, 1982, 1983, 1987 ve 1993 yillarinda istanbul gazeteciler cemiyetinin inceleme ve röportaj dallarindaki ödüllerine deger bulundu. 1984, 1985 ve 1987 yillarinda nokta dergisi mumcu'ya 'yilin doruktaki gazetecisi' ödülünü verdi. 1980'de (cüneyt arcayürek'le birlikte) ve 1988'de sedat simavi vakfi kitle haberlesme ve gazetecilik ödüllerini aldi.
mumcu'nun baska bazi ödülleri sunlar:
1983'te balikesir barosundan 'cumhuriyet döneminin anitlasmis hukukçusu' ödülü,
cumhuriyet gazetesinden 1987 yilinda 'rabita olayi dolayisiyla örnek gazeteci' ve 1988'de 'bülent dikmener haber ödülü';
ankara tabipler odasindan 1988'de 'basin saglik ödülü';
bogaziçi üniversitesinden 1988'de 'en çok okunan gazeteci ödülü';
hey girl dergisinden 1992'de 'yilin gazetecisi ödülü';
ankara sanat kurumundan '1992/93 onur ödülü'
abdülhamit’in meşrutiyeti ilan edeceğine söz vererek tahta çıkmasının ardından kanun-i esasi ile birlikte ilan edilen meşrutiyet ’93 harbi ile sekteye uğramıştı. abdülhamid meclisteki yabancı uyruklu milletvekillerinin yanlış kararlar verebileceğini bahane ederek melisi feshetmişti. bu karardan sonra 1908’e kadar sürecek bir istibdat dönemi başlamıştır.tam bir devlet terörünün estiği bu devirde sansür, yasaklar, hafiyelik, adam satın alma, gibi taktiklerle muhalafet sesler ve basın susturulmaya çalışılmıştır. aydınlar sürgüne gönderilmiştir. bu devirde uygulanan baskının sebebini abdülhamit “halkın, ilerici kurumlar açmakla değil, ancak kuvvetle yola geleceğine inaması” şeklinde açıklamıştır.
fikir akımları
tanzimat ile birinci meşrutiyet arasındaki fikir akımlari üç kısımda toplanmıştır: islamcılık, osmanlıcılık ve türkçülük.
islamcılık akımı osmanlı devleti’ni din birliğinin kurtaracağını öne sürmüş ve bu görüşün temsilcileri, devlet sınırları içindeki tüm müslümanları halifeye tam bir sadakat ve bağlılık göstermeye teşvik etmişlerdir. bu görüş çıkarlarına uygun olduğu için abdülhamid tarafından da desteklenen bir görüştür. ayrıca bu ideoloji yabancı devletlerdeki müslümanları da osmanlı’ya yönelecek saldırılar konusunda duyarlı kılmaya çalışıyordu. bu ideoloji daha çok ulema sınıfı tarafından benimsenmiş, ayrıca jön türklerden bir grup da bu görüşe sıcak bakmışlardır. osmanlı toplumunun çok dinli bir toplum olduğu göz önüne alınırsa bu akımın osmanlı devleti’nin sorunlarını çözmekte yetkin olmadığı görülür.
diğer bir akım olan osmanlıcılık akımı dil, din, ırk farkı gözetmeksizin osmanlı topraklarındaki herkesin eşit sayılması sayesinde osmanlı devleti’nin devam edebileceiğini öngörür. bu bağlamda liberal bir çizgide olduğu izlenimini versede, ekonomik açıdan böyle bir iddia söz konusu değildir. bu görüş akımı meşruti yönetime geçilmesinde büyük etkisi olmuştur.
üçüncü akım ise türkçülük akımıdır. bu akımın amacı türk milletini osmanlı devletinin temeli yapmak ve sadece osmanlı sınırlarındaki türklerle yetinmeyip tüm türk düyasını tek bir çatı altında toplamaktır. bu fikirlerin yeterli olmamasının nedeni halktan kopuk olmalarıı, sadece aydın dediğimiz zümrenin etrafında cereyan etmeleridir.
ii. meşrutiyet’e geçiş
abdülhamid’in bu istibdadına karşı tepkiler gecikmedi. jön türklerin yanısıra, 3. ordudaki subaylarda amacı rejimi yıkmak olan ve ittihat ve terakki ile işbirliği içinde olan bir cemiyet kurdular. işte bu cemiyet reval görüşmelerinden sonra ülke topraklarının büsbütün tehlikede olduğunu gördü ve ihtilal hareketini halkın desteği ile hıslandırdı. bütün bu gelişmeleri önlemek maksadıyla adülhamid güvendiği kişileri bu çalışmaların olduğu yere yani makedonya’ya göndermişti. bu çabaların da neticesiz kalması üzerine, artan baskıların sonucunda abdülhamid 23 temmuz1908’de ikinci meşrutiyeti ilan etti. cemiyet ihtilali gerçekleştirse de hükümette görev almadı. bunun nedeni ise hem siyasette tecrübesiz olmaları hem de dış baskılardan korkmalarıydı.
31 mart’a giden yol
hürriyet kavramı
meşrutiyetle beraber, osmanlı tarihinde görülmemiş bir hürriyet fırtınası da gelmiştir. cemiyetler kurulmuş, basın organlarının sayısı artmış, sansür azalmış, bütün fikir akımları fikirlerini yayma fırsatı bulmuşlardır. fakat bu dönem 9 ay sürmüş 31 mart’la beraber devrilen abdülhamid’le birlikte hükumete giren ittilatçılar abdülhamid’e rahmet okutacak kadar sert uygulamalara gitmişlerdir.
bu hürriyet ortamında yeni siyasi fikirlerde çıkmıştır. bunların arasında prens sabahattin öncülüğündeki adem-i merkeziyetçiler ile ahmet rıza bey liderliğindeki özgülükçüler de vardır. adem-i merkeziyetçiler amerikan yönetimine benzeyen federal bir yapıda olan, devlet için insan değil insan için devlet görüşünüğ benimsemiş, ekonomik anlamda liberal bir devlet istiyordular. ahmet rıza öncülüğündeki kanat ise özgürlükçülüğün belli bir burjuva kesimi için kullanıldığı bir rejim peşindeydiler.
ordunun rolü
ordu 31 mart’tan sonra politikadan vazgeçse de halen bazı subaylar ittihat ve terakki’yi desteklemeye devam ediyordu. ordu da bir de alaylı-mektepli sorunu vardı. yeni harp teknolojisinin bilgi istediği bir çağda alaylı subaylar ordudan tesfiye edilmişti. bunun neticesinde bu subaylar da rejim aleyhinde çalışmaya başladılar
basında gelişmeler
gelen özgürlüklerle birlikte her kesim gazete çıkartamaya başladı. bu gazetelerden tanin ve şurayı ümmet yönetimin ve ittihatçıların, serbesti ve yeni gazete muhalefetin destekçisiydi. ayrıca murat beyin yayımladığı mizan, ahrar partisi’nin destekçisi ikdam, ahmet ihsan bey’in yayımladığı servet-i fünun ve derviş vahdeti'nin yayımladığı volkan da muhalafeti destekliyordu. bu gazetelerden özellikle volkan yaptığı şeriat yanlısı yayınlarla ülkeyi 31 mart’a kadar taşımıştır.
31 mart’a kadar ipler muhalif basının elindeydi. basın her olumsuz şeyi bahane edip şeriat yasalarının uygulanmayışına bağlıyordu.ittihatçılar he ne kadar bu yangınların hafiyelerin tarafından kundaklandığını söylese de halk bu yangınları kıyamet habercisi olarak görmeye başlamıştı. muhalif gazetelerin bunun yanısıra orduda verilen bir emir neticesinde “kafirler ordudan namazı kaldıracaklar” şeklindeki haberi tepkileri iyice artırdı. eline geçen her kozu kullanan basın şapka konsunu da kullanmış ordu da kullanılan şapkalar husunda “yarın kafir iradesi bu şapkayı bize de giydirir” diyerek halkı tahrik ediyordu. bu tahrikleri en şiddetli yapan şüphesiz kıbrıslı derviş vahdeti’nin gazetesiydi. vahdeti aynı zamanda bir de ittihadı muhammediye cemiyeti'ni kurarak bu yolla meşrutiyet aleyhine gelişen tutumu şeriat lehine kullanmak istiyordu. yalnızca gazeteler değil bazı camilerde imamlar da halkı tahrik ediyor, “ey ümmeti muhammed din elden gidiyor” deniliyordu.
ittihadı muhamedi’nin faaliyetleri
vahdeti cemiyetin açılışını gelecek günlere bir yatırım olarak görüyordu. bu yüzden ittihat ve terakki cemiyetinin sönük geçen mevlidinin ardından korkunç bir kalabalık eşliğinde yine mevlidli bir açılış yaparak ve açılış bildirisinde halkı islam adına çalışmaya teşvik ederek büyük sükse yapmıştı.
bu sırada serbesti gazetesi sahibi hasan fehmi’nin öldürülmesiyle vahdeti tüm muhalafet gazetelerini birlikte hareket etmeye çağırmıştı. halk çok yönlü bir tahrik ortasındaydı. neticede isyan 30 mart’ı 31 mart’a (12 nisan’ı 13 nisan’a) bağlayan gecede isyan başladı.
isyanin başlamasi, yayilmasi ve son bulmasi
isyan patlak veriyor
ilk hareketler taşkışla’daki avcı taburlarının önünde görüldü. yeşil bayraklı bir takım sarıklı hocalar “ey kahramanlar ne duruyorsunuz? ” diyerek askerleri haretekete geçirdi. askerler gece yarısı “şeriat isteriz” nidalarıyla ayasofya’ya yürümeye başladı. sabahın erken saatlerinde asker miktarı 5 ila 6 bin civarındaydı. daha sonra medrese öğrencileri de bu isyana katıldı. hocalar konuşmalar yapıyor, frenk zihniyetli subaylarının ordumuzun dinini yokettiğinden bahsediyorlardı.
ilk başta plansız gibi görülse de isyan aslında günler önceden planlanmıştı. nitekim hangi grubun kim tarafından kumanda edileceği, kimin kime yardım edeceği çok önceden belirlenmişti. isyancılar meclis binasını çevirip isteklerini bildirdiler. isyancıların isterkleri şunlardı.
1- sadrazam hilmi paşa ve harbiye nazırı ali rıza paşa çekilecekler.
2- milletvekillerinden meclis başkanı ahmet rıza bey’le, ikinci başkan talat paşa, hüseyin cahit, rahmi ve dr. bahaeddin şakir beyler sınır dışı edilecekler.
3- şeriat hükümleri olduğu gibi uygulanacak.
4- mektepli subaylar ordudan uzaklaştırılaak, hiç değilse yerleri değiştirilecek. alaylılardan açığa alınanlar yeniden porduya dönecek.
5- bunlar yapıldıktan sonra isyan duracak ve ayaklanma dolayısıyla kimse hakkında takibata girişilmeyecek.
şeyhülislam ziyaeddin efendi sadaret makamına geldiğinde ortada hükumet falan kalmamıştı. hüseyin hilmi ile ali rıza paşa istifa etmişlerdi, bâb-ı âli de bir tek harbiye nazırı ali rıza paşa, bahriye nazırı rıza paşa ve adliye nazırı nazım paşa vardı. onlarda meclise gideken saldırıya uğraycaklar ve ali rıza paşa canını zor kurtaracak, nazım paşa öldürülecek, rıza paşa da yaralanacaktır.
isyancılar 40 kadar mebusun meclise gelmesinden sonra bir ilmiye heyetini meclise soktular. ilmiye sınıfından rasim hoca’nın yaptığı konuşma ardından, hükumet hakkında oylamaya gidilir ve güvensizlik oyu alan ve zaten istifa etmiş hüseyin hilmi paşa hükumeti düşer.
hükumetin tutumu
aslında isyan başladıktan hemen sonra harekete geçilse isyan çok kolaylıkla bastırılabilirdi. fakat hükumetin isyancılarının isteklerini öğrenmek istemesi ve hüseyin hilmi paşa’nın istifa etmenin isyancılara yeteceği düşüncesi ile müdahale edilmemiştir. müdahale edilmemesinin başka bir sebebi ise hükumetin ittihatçıların baskısından zaten bıktmasıdır.
isyanın genişlemesi
merkezi istanbul olsa da kıtaların olduğu bütün bölgelerde ufak çapta da olsa isyanlar çıkmıştır. özellikle doğu’daki isyan son derece tehikeli omuştur fakat 4. ordu isyanı zamanında bastırmıştır. isyan bastırıldıktan sonra 4. ordu kumandanı ibrahim paşa istanbul’a yürümek istemiştir. fakat 2. ve 3. orduların harekete geçmesi üzerine bundan vazgeçilmiştir. istanbul’a yürüyen bu birliklerin istanbul’a kadar başında olan mustafa kemal birliklere hareket ordusu ismini vermiştir. istanbul’a gelindiğinde mustafa kemal paşa yerini enver paşa’ya bıraktı. daha önceden meclisten kaçan milletvekilleriyle yapılan gizli toplantıda özgürlüklerin ve meşrutiyetin korunması kararlaştıtılmıştı.
isyanın bastırılması
ordu pek fazla mukavemetle karşılaşmadıysa da bazı yerlerde önemli kayıplar verdi. bazı yerlerde çok kanlı çarpışmalar hatta top ateşleri oldu. olayların başından beri tarafsız kalan abdülhamid de mukavemete yeltenmeyince olaylar kısa sürede tamamen kontrol altına alındı. isyan ikinci gün tamamen bitince sıkıyönetim ilan edildi. toplanan meclis olaylardan sorumlu tuttuğu abdülhamid’i tahttan indirdi. provakatörlerden bazıları yurt dışına kaçtı, bir çoğu yakalandıktan sonra sürgün edildi yada ağır cezalara çarptırıldı.
sonuç
neticede abdülhamid yargılanmadı. yerine v. mehmet getirildi. 31 mart’a kadar ittitaçılara demediklerini bırakmayan gazeteler bir anda ittihat ve terakki cemiyeti yanlısı yayımlar yapmaya başladılar. türk basını bu şekilde 31 mart’ta sınıfta kaldı. günümüzdeki iğrenç medya oyunları, bir gün olumlu yazı yazıp ertesi gün dediğini bırakmayan zihniyet ta o günlerden kalmadır.
'Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.'
(Mustafa Kemal Atatürk)
'hiç bir ülkenin taklitçisi olmamalıyız, bunu yaparsak o ülkelerin esiri olur,onlar gibi oluruz' düşüncesi ile kendimize özgü olma bilincini oluşturan eşsiz lider..
dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça götürür
mustafa'm mustafa kemal'im
diz dövdüm
gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna
sakarya'nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz sakarya
ankara'dan uçan kuşlar
kemal'im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
mustafa'm mustafa kemal'im
nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim mustafa kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
hani bir vakitler kubilay'ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafa'm mustafa kemal'im
karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru
yattığı yer nur olsun mustafa kemal
ben ölümden korkmam diyor
korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
değirmen döndü dolandı yıllar oldu
bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git karadeniz var git başımdan
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
mustafa'm mustafa kemal'im
ankara'nın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkârım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak
ankara kalesi'nde rasattepe'de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
mustafa'm mustafa kemal'im
(Attila İlhan-1946)
siyonizm illetinin yarattigi kisiliklerden bir tanesi, gecen hafta icinde, filistinliler icin 'onlar merhamet dileyinceye kadar saldiracagiz' ve 982'de gerceklesitirlen isgal sirasinda, keske arafati da yok etseydik demeclerini vermis kisi.
ozgecmisinde soyle iki tane vukuati bulunan:
- 1958 de komanda birligi ile filistin koyune baskin yapip 67 kisiyi olduren kuvvetin komutanligi yapmak
- 1982 de lubnan isgali sirasinda gerceklestirilen katliami yürütmek[ cogu cocuk ve kadinlarin olusturdugu 991 kisi olduruldu ]
20 yüzyilin ortasinda, nasil yahudiler temerkuz kamplarinda soykirima ugradiysa, bu zatta ayni uygulamayi - politikayi bugun 'filistin'liler uzerinde surdurmektedir, isgalci israil devletinin basbakani olmak suretiyle.
şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
bindiğin dalı kesiyorsun adnan menderes.
ille de asıp kesmek geliyorsa içinden
ezmekte devâm et barışçılar'ı, ama sen
meselâ yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe
ihtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye,
git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür,
o, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür.
o, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran,
o, büyük demokrat, o, hürriyetçi kahraman,
moskova'yı atomlayalım diyen insancı...
kendine acımazsan bize bir parça acı.
a be adnan menderes, böyle bir dal kesilmez,
böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez...
şu muhalefetle de alıp veremediğin ne?
niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne?
kore'ye asker gönderdin de 'hayır' mı dedi?
'kan aktı hesabı sorulmalıdır! ' mı dedi?
orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı?
'olmaz olsun' mu dedi amerikan yardımı?
feryat mı etti 'istiklâl elden gitti' diye?
zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye:
'başvekil merasimsiz karşılanmalı' diyor.
bir de bazan coşarak 'hayat pahalı' diyor.
bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek
türkün batılı dostlarını pek üzüyor pek.
şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
bindiğin dalı kesiyorsun adnan menderes.
hani, her işte bizden örnek alacaktın ya?
hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya?
vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını.
o hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı.
elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver.
ama ufak tefek grevlerde anlayış göster.
sendika liderlerinizin birçoğu zaten
bizde olduğu gibi emir alır polisten.
niye telaşlanıp kaybedersin vekarını?
hem de kırarsın liderlerin itibarını?
şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes,
bindiğin dalı kesiyorsun adnan menderes.
senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar,
unutma bu dallardan başka asıl ağaç var,
öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç,
bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç...
(nazım hikmet)
Bediüzzaman Saidi Nursi 'islam mücahidi adnan menderes' gibi bi hitapla başlayan bi mektup bile yazmıştır kendisine.
Buradan Nursi nin 'sadece tasavvufla ilgilenen, devlet yönetimiyle ilgilenmeyen biri' olduğu yalanı ortaya çıkmaktadır.
27 kasim 1954'te dini temel alan siyasetinin kaniti olan 'siz anayasayi degiştirip hilafeti bile getirebilirsiniz' sözunu sarfetti. ve Menderes hukumeti, en buyuk aydinlanma hareketlerinden biri olan koy enstitulerini işlevsiz birakti.
Adnan menderes, Turkiye cumhuriyeti'nin başina gelen en buyuk belalardan biridir. 10 yillik Demokrat Parti iktidari, ulkemizi korkunc bir kaosa suruklemiş, halk üretime degil tüketime yoneltilmiş, dişa bağımlılık gün geçtikce korkunç boyutlara ulaşmiş ve bu donemde 'tam bagimsizlik' ilkesinin paçavraya dönmesi hedeflenmiştir. Menderes yonetimi; Ataturkculuge, 1923 devrimine karşi bilincli ve gerici bir harekettir.
ilk demokrat parti kabusu, 27 mayis'ta, turk silahli kuvvetlerinin buyuk halk destegiyle gercekleştirdigi kansiz darbeyle, bağimsizlik ve anayasa devrimiyle sona ermiştir. ancak bilindigi gibi turkiye cumhuriyeti'nde tek vatan haini Menderes olmamiştir.
Adnan Menderes ve Demokrat Parti iktidarı, yaptıkları her türlü namussuzluğa rağmen, 'İNÖNÜ'lü CHP' dönemine ve onun getirilerine karşı halkın duyduğu tepkinin boyutunu göstermesi açısından ilginç ve bugün de devam eden 'iktidardakilerin yanlışlarıyla güçlenen muhalefet' olgusunun ilk örneğidir.
sapanca - 1941 doğumludur..
giresun ve tekirdağ il emniyet müdürü,
emniyet genel müdürlüğü teftiş kurulu istanbul bölge başkanı,
fatih belediye başkanı,
istanbul güreş ihtisas klübü başkanı,
güreş federasyonu başkanı -
içişleri eski bakanı -
evli, 6 çocuk.
çin oyuncakları pıyasayı sarstı ve onlarca şirket acılar içinde kapandı. başta amerika, liberal yazarlarımız bizleri çin'e düşman yapmak için harekete geçti. önümüzdeki yıllarda ülkemizde yüzlerce çin düşmanı yazılara hazırlanın.
oysa çin oyuncakları çok ucuz ve kaliteleri de fena değil. başta afrika olmak üzere yoksul çocuklar nihayet oyuncak almaya hatta birbirlerine hediye almaya başladı. bizim varoşlarımızda dahi çocuklar doğumgünü kutlamaya başladı. sebebi, ancak bir sakız alabilecekleri 500 bin - 1 milyon liraya, artık sevdikleri bir oyuncak alabiliyorlar. derhal saldırıya geçildi, ucuzluk suç ilan edildi. hepimiz artık çin'e karşı hırslanıyor; çin'i ülkemizden kovmanın yollarını arıyoruz. oysa batılı malların gelmesiyle de yüzlerce şirket kapanmıştı. neden bu isyan çünkü, batıdan gelmeyen her şey vahşidir, pistir, kötüdür. demek ki liberalizm sadece batıya açık olmakmış. eğer piyasamızı çin'e karşı 'koruyacaksak', BATIYA KARŞI DA KORUYALIM. buna, liberalizm degil, batının sömürgesi olmak denir.
hem fethullah hoca, hem tayyip erdoğan kayıtsız şartsız amerikan siyasetinin egemenliğine girmiş durumda. bu duruma da sömürgecilik demiyoruz, ne diyoruz, 'DÜNYAYA AÇILMAK'. bakın daha iyi bir 'sömürge' örneği vereyim. Azerbaycan'ın topraklarının yarısı on yıldır ışgal altında, tüm mal varlığı olan petrolün yarısı ruslar'ın yarısı da amerika'nın kontrolü altında. işte buna da 'sömürge' demiyoruz, 'dünyaya açılmak' diyoruz. hatta irak'a dahi işgal edildi diyemiyoruz, ne diyoruz: demokratikleşme sancıları çekiyor. suriye'ye bakalım, israil canı çektikçe şam'ı bombalıyor, üstelik yıllardır golon tepeleri'ni işgal etmiş, masaya dahi oturmuyor. bu duruma ne diyoruz, 'suriye dünyaya açılmayışının cezasını çekiyor...
(nihat genç)
4 Temmuz günü ABD işgal güçlerine bağlı askeri birliklerin, Türk Genel Kurmayı'na bağlı çalışan Bordo bereli diye tabir edilen subay ve astsubaylardan oluşan A Timinin üslendiği merkeze yaptığı baskın gündeme bomba gibi düştü. 11 tim mensubu ve yanlarında bulunan işadamları (Abdullah Çatlı türünden işadamları) gaz bombalı, silahlı bir baskınla gözaltına alınıp, başlarına çuval geçirilerek yaka paça Bağdat'a gönderildiler. A Timi'ne yapılan muamelenin içeriği sıradan Iraklı vatandaşların işgal günlerinden bu yana yaşadıklarından farklı değildi. Çuval, plastik kelepçe, hakaret, toplu gözaltı, toplu dayak.
sosyalizm
31.03.2004 - 12:29sosyalizmi en güzel yorumlayanlardan biri Sultan Galiyev dir.(bakınız Sultan Galiyev)
boran kaya
31.03.2004 - 12:17kent fmde golden oldies i yapardi,beyaz gömlek programını yapardı.Dha sonra atv de basketbol maçları anlattı ve 'inermisin çıkarmısın' isimli ilk 'mini popstar' ı sunmuştu.Bir trafik kazasıyla aramızdan ayrıldı.
rabıta
31.03.2004 - 12:11rabıta örgütü özellikle 12 eylül 1980 sonrasında turgut özal'ın başbakanlığa gelmesi ile birlikte türkiye'de büyük bir güç kazanmaya başlamıştır. yurt dışındaki imamların maaşlarının ödenmesinden, türkiye'de yasaklanan süleymancılık, kadirilik, nakşibendilik gibi tarikatların yeniden organize bir hale gelmesine, devlet kademelerine takkıyyesci ve şeriatçı sempatizanların yerleştirilmesine kadar pek çok çalışmaya maddi ve manevi destek vermiştir.
cezayir'de yaşananlar, türkiye'de ortaya çıkan hizbullah katliamları rabıta örgütünün birer uzantısıdır. bosna savaşından sonra özellikle boşnak ve müslüman halkın yaşadığı bölgelerde çalışmalarına ağırlık veren rabıta örgütü başlangıcında cia destekli bir oluşum iken bu gün almanya'da da el altından kollanmaktadır.
rabıta örgütü türkiye'de medya desteğine ilk olarak türkiye gazaetesi ve türkiye çocuk dergisi ile başlamış, daha sonra bakanlıkların ve müsteşarlıkların çıkardığı aylık dergilere sponsor olmuştur.
ama. suudi arabistan tarzı bir şeriatçı yapılanmanın halkı müslüman olan bütün ülkelerde yerleşmesini sağlamaktır. rahmetli uğur mumcu bu konuyu 80 lerin ortasında cumhuriyet gazetesindeki köşesinde en ince ayrıntıları ile işlemiştir.
ankaralı dostlarımız bilirler, atakule'den çankaya'ya doğru çıkan şimdi adını hatırlayamadığım solunuzda kalan ilk sokaktan girin. işte bu sokağın sonundaki, sondan üçüncü apartmanın birinci ikinci, üçüncü ve dördüncü katları 90 lı yılların başına kadar rabıta örgütü ile bağlantılı pek çok tarikat şeyhi ve bunların müridinin buluşma noktası olmuştur. karşısında ise sanırım donanma nın bir tesisi olması lazım. şu an için öyle hatırlıyorum. buranın seçilmesi bile son derece ilginç tesadüflerle mi olmuştur acab? diye sormadan edemiyor insan.
rabıta örgütü son yıllarda adını sıkça duyduğumuz şevki yılmazlar, korkut özallar, ve bu gü s iyaset sahnesinde boy gösteren eski milli görüş teşkilatı üyesi pek çok genci yetiştirmiştir türkiye'de. erbakan zamanından ayyuka çıkan tarikat şeyhlerine başbakanlık konutunda iftar yemeği verme olayı ise turgut özal zamanında bunlardan destek almaya çalışan ve iktidara gelince yerini sağlamlaştırma çabasına düşen milli görüşçülerin küçük bir taktiği idi. oysa bu olaydan önce gazetecilerin önünde rahmetli ile birlikte cirit atarlarken gazetelere haber olmamaları da tesadüf değildir.
rabıta
31.03.2004 - 12:10asıl adı 'rabıtat-al-allam-al-islami' olan suudi arabistan kökenli şeriatçı örgüt.. örgütün misyonu kısaca dünya üstünde şeriat adına yapılan ne varsa ona maddi ve politik destek vermektir.. bu örgüt bakanlar kurulu kararnamesiyle 1982-1984 yılları arası batı avrupa'daki türk imamlara maaş ödemiştir.. uğur mumcu tamamladığı son kitabı olan 'rabıta'da bu konunun ve türkiye üstünde oyun oynayan şeriatçı örgütlerin üzerine cesurca gitmiştir.. birçok çevreyi rahatsız ettiği için kendi sukiastinin sebebi de bu kitaptır..
aşkın başkenti
31.03.2004 - 12:06Aşık olduğunuz yer aşkın başkentidir.
uğur mumcu
31.03.2004 - 10:46Amerikacı'lar tarafından katili olarak 'İran destekli terör' gösterilmesine rağmen, açıkça CIA ve onun Türkiye deki kliği tarafından öldürülen büyük insan.
uğur mumcu
31.03.2004 - 10:44ailesi ankarali olmasina karsin, babasinin görevi nedeniyle bulunduklari Kirsehir'de, 22 agustos 1942' de dogdu. tapu kadastro memuru sinasi hakki bey ile nadire hanimin dört çocugunun üçüncüsüdür.
babasi ankara' ya ataninca, ulus' taki balikpazari' inda bulunan devrim ilkokulunda basladigi ilkögrenimini, bahçelievler' deki ulubatli hasan ilkokulunda tamamladi (1954) . cumhuriyet ortaokulundan (1957) , sonra deneme lisesini bitirdi, ankara hukuk fakültesine girdi (1961) . hukuk fakültesini bitirdikten sonra (1965) , kisa bir süre avukatlik yapti. dil ögrenmek için gittigi ingiltere dönüsünde, hukuk fakültesinin idare hukuku profesörü tahsin bekir balta' nin asistani oldu.
ögrencilik yillarinda ' bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmayacagi' ni kavramis, etkin, coskulu bir gençti. hukuk fakültesi ögrenci dernegi baskaniyken onun öncülügünde yapilan toplantilara zamanin politikacilari, bilim ve sanat insanlari çagriliyor, katildigi 'münazara' lardaki basarilariyla dikkati çekiyordu. daha 20 yasindayken 'türk sosyalizmi' baslikli yazisi ile yunus nadi makale yarismasini kazandi.
27 mayisin getirdigi özgürlük ortaminda çok okuyarak, arastirarak, yasami sorgulayarak kendi düsünce evrimini kurmaya baslamisti. 12 martin aydinlara yönelik baskici tutumundan o da payina düseni aldi. dogan avcioglu' nun yönetimindeki yön dergisinde 29 yasinda bir ögretim görevlisi olarak yaziyordu. askerligini yapmaya hazirlandigi sirada, 'orduya' hakaret etmekle suçlanarak tutuklandi. kendi deyisiyle, yön dergisi o sirada 'sikiyönetim bekleme salonu' gibi olmustu. birçok demokrat aydina cezaevlerinin kapisi ardina kadar açilmisti.
bir yila yakin kaldigi mamak askeri cezaevinde öteki aydinlarla birlikte buz kirmak, tuvalet temizlemek zorunda birakildi. açilan davada, 7 yil hapse mahkûm edildi, ancak 'komünist düzenin getirilmesinde bayragi soldan saga sallanacagini belirtmektedir' gibi ifadelerin yer aldigi kararin yargitay'ca bozulmasindan sonra serbest birakildi ve hemen askere alindi. tuzla piyade okulundaki üç aylik egitimden sonra, okul yönetiminin 'kötü hal ve düsünce sahibi' diye suçladigi ugur mumcu, 'er' çikarildi; 'sakincali piyade' oldu. askerligini agri' nin patnos ilçesinde tamamladi.
'sakincali piyade' sayildigi için onurunun kirilmadigina inandigindan, yedek subaylik hakki ve ayliklari için simgesel bir tazminat istegiyle dava açti. yedek subaylik hakki geri verildi, ancak askerligi sirasinda kendisi için yapilan tüm harcamalari tazminat tutarindan düsüldü. yasadiklari, gülmece ustalari için bulunmaz bir malzemeydi. kendisi de yazi ve konusmalarinda gülmece ögelerini sik sik kullanan ugur mumcu, bu dönemi, önsözüne aziz nesin' in 'bizi aci aci güldürdü diye yazdigi sakincali piyade adli yapitinda anlatti. bu yapit sonradan tiyatro oldu ve yüzlerce kez oynandi.
her zaman duyarli olan midesindeki rahatsizliga doktorlarin tanisi ülserdi. ugur mumcu' nun '12 mart ülseri ' tanimlamasi bu dönemi özetlemeye yetiyordu. askerlikten sonra gazetecilikte karar kildi ve üniversitedeki görevinden ayrildi. yön, kim, türk solu, ortam ve baska dergilerle, aksam, milliyet ve yeni ortam gazetelerinden sonra uzun süre cumhuriyet'te yazdi. anka ajansinda çalisirken altan öymen' le birlikte izledigi yahya demirel' e iliskin 'mobilya dosyasi' adli bir kitap olusturdu, 'hayali ihracat' kavrami böylece kamuoyunun sözlügüne girdi.
19 temmuz 1976' da güldal homan ile evlendi, 1977' de oglu özgür, 1981' de kizi özge dogdu. aile bireyleriyle ve dostlariyla paylastigi karsilikli sevgi saygi onun üretkenligine katkili oldu. 'susmayi, kendi kabugunun içine çekilmeyi' çagin suçu olarak niteleyen mumcu 'cesur bir kere, korkak bin kere ölür' diyordu. demokrasi ve insan haklari savunucusu olarak ülkü ve ilkelerinden hiç ödün vermedi. katilleri yakalanmayan gazetecilerin, bilim ve sanat insanlarinin, tüm insanlarin kani yerde kalmasin diyerek savasini verdi. terörün SİLAH KAÇAKÇILIĞIYLA iliskisini giderek artan gerici örgütlenmenin iç ve dis boyutlarini belgeleriyle gözler önüne serdi. kamuoyu, susurluk kazasizla yeniden gündeme gelen abdullah ÇATLI adini, ülkücü MAFYA kavramini ilk kez onun yazilarindan duydu. kontrgerilla var mi, yok mu tartismalarini, yurtdisindaki görevlilerimizin ayligini ödeyen örgütleri rabita olayini, kimi aydinlarin bile yüzeysel bir bakis açisiyla ele aldigi kürt sorununu, abdullah öcalan' in iç ve dis iliskilerini İPEKÇİ cinayetinin arastirilmasini, AĞCA' yi, papa suikastinin perde arkasini yilmadan ve korkmadan arastirdi. 12 eylül adaletini, ÖZAL döneminin kural tanimayan uygulamalarini bikip usanmadan yazdi. 1990' larin sonunda yasananlar ugur mumcu' yu hakli çikardi, ölümünden önce yayimlanan 25; ölümünden sonra yayimlanan 40 kitaptaki belge ve bilgiler, etkili ve yetkili olanlarca göz önüne alinmayi bekliyor.
mumcu' nun dikkate deger asil özelligi ise insan iliskileri idi. ailesine çok düskün olan mumcu, yakin çevresi için de 'hasta olan için hastanede, yargilanan için mahkemede, tahliye olan için cezaevi kapisinda; birisi pasaport mu almamis, kim olursa olsun o isin pesinde' diye bilinen bir dost idi. hatta tanimadigi insanlarin sorunlariyla da yakindan ilgilenir, dogrudan ya da kösesi araciligiyla çözüm bulmaya çalisirdi.
arastirmaciliginda, telefon numaralarindan uçak biletlerinin tarihlerine, resmi gazeteden ticaret sicil gazetelerine dek hiçbir seyi gözden kaçirmayan mumcu, ayni zamanda haber için ödün vermeyen, hiç kimsenin özel yasamiyla ilgili tek satir yazmayan, haber kaynagini her seye ragmen koruyan ve belgesiz yazi yazmayan örnek bir gazeteci idi.
yobazlarin, kaçakçilarin, hirsizlarin, sömürücülerin korkulu rüyasi olan, cumhuriyet ve atatürk' ü tüm ilkeleriyle benimseyip savunan mumcu,
DİN MASKESİ ALTINDA TÜRKİYEYİ EMPERYALİZME TESLİM ETMEK İSTEYENLERİN gerçek yüzlerini sergiledi. silah kaçakçiligi, terör, kürt sorunu ve benzeri konulardaki arastirmalarini saglam belgelere dayandirdi. ' bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz' ilkesinden hareketle emperyalizmin, mafya araciligiyla türkiye' ye soktugu silahlarin terörü körükledigini KANITLARIYLA gözler önüne serdi.
toplumsal sinif ve katmanlar arasinda dengesizligin ve sömürünün, planli devletçilikle önlenebilecegini, devlet kaynaklarini genis kitleler yerine bir avuç azinliga aktarmanin bu sorunu çözmeyecegini savundu.
demokrat, laik, cumhuriyetçi, atatürkçü, devrimci, emekten tüm hak ve özgürlükten yana, emperyalizmin, çikarcilar, vurguncular ve yobazlarin karsisinda olan ugur mumcu, 24 ocak 1993 pazar günü arabasina konan bomba ile öldürüldü.
'ben ankara' nin yerlisiyim' diyen ugur mumcu için ankara, yalnizca yasadigi kent degil, laik cumhuriyetin simgesiydi. ankara' da yasanan ve tüm yurda yayilan olumsuzluklar yüzünden zaman zaman 'ankara' nin tasina bak / gözlerimin yasina bak / uyan uyan gazi kemal / su felegin isine bak' diye yaziyordu. bu halk türküsü, ölümünden sonra bir bakima, ugur mumcu ile özdeslesti. demokrasi, adalet özgürlükler, emek için, laik cumhuriyetin atatürk devrimlerinin yara almamasi, terörün kaynaklarinin bulunmasi, irticanin boyutlanmamasi için yasamini yitiren ugur mumcu' nun ölümü, 24 ocak 1993' ten bu yana sorgulanamamaktadir.
24 ocak 1993' ten bu yana hükümetler kuruldu, hükümetler bozuldu; basbakanlar, içisleri bakanlari geldi geçti, ancak ugur mumcu cinayeti aydinlanamadi.
sosyalizmin, marksist-leninst, avrupa komünizmi, maoizm gibi degisik uygulamalari olduguna dikkat çeken ugur mumcu, türkiye için de bagimsizlikçi, anti-emperyalist, kendi özgün kosullarina uygun, kendi ULUSAL DEĞERLERİNDEN KOPMAMIŞ bir 'TÜRK SOSYALİZMİ' modeli öneriyordu.
türkiye' de arastirmaci gazeteciligin öncüsü olan mumcu, irak' a yönelik operasyonlarda incirlik üssünün kullanilmasina izin veren hükümetleri elestirdi. yolsuzluk iddialari, yabanci istihbarat örgütleri, mafya, papa suikasti gibi konularda arastirmalar yapti. abdi ipekçi suikastinin perde arkasini belgeleriyle ortaya koydu.
siyasilere yönelttigi elestiriler yüzünden, yazilari aleyhine birçok dava açildi. hepsinde de mumcu' nun hakliligi kanitlandi.
ankara sanat tiyatrosunda sahnelenen 'sakincali piyade' adli oyunu büyük ilgi ve basari kazanan mumcu ilk ödülünü, 1962 cumhuriyet gazetesi yunus nadi armagani makale yarismasinda kazandi. 1979 yilinda, türk hukuk kurumunca 'yilin hukukçusu', ayni yil çagdas gazeteciler dernegince 'yilin gazetecisi' seçildi. 1980, 1982, 1983, 1987 ve 1993 yillarinda istanbul gazeteciler cemiyetinin inceleme ve röportaj dallarindaki ödüllerine deger bulundu. 1984, 1985 ve 1987 yillarinda nokta dergisi mumcu'ya 'yilin doruktaki gazetecisi' ödülünü verdi. 1980'de (cüneyt arcayürek'le birlikte) ve 1988'de sedat simavi vakfi kitle haberlesme ve gazetecilik ödüllerini aldi.
mumcu'nun baska bazi ödülleri sunlar:
1983'te balikesir barosundan 'cumhuriyet döneminin anitlasmis hukukçusu' ödülü,
cumhuriyet gazetesinden 1987 yilinda 'rabita olayi dolayisiyla örnek gazeteci' ve 1988'de 'bülent dikmener haber ödülü';
ankara tabipler odasindan 1988'de 'basin saglik ödülü';
bogaziçi üniversitesinden 1988'de 'en çok okunan gazeteci ödülü';
hey girl dergisinden 1992'de 'yilin gazetecisi ödülü';
ankara sanat kurumundan '1992/93 onur ödülü'
uğur mumcu
31.03.2004 - 10:39derler ki:
'pkk-devlet-amerika' ilişkisini çözdü ve hemen öldürüldü.
31 mart vakası
31.03.2004 - 10:3231 mart öncesi genel durum
abdülhamit ve meşrutiyet
abdülhamit’in meşrutiyeti ilan edeceğine söz vererek tahta çıkmasının ardından kanun-i esasi ile birlikte ilan edilen meşrutiyet ’93 harbi ile sekteye uğramıştı. abdülhamid meclisteki yabancı uyruklu milletvekillerinin yanlış kararlar verebileceğini bahane ederek melisi feshetmişti. bu karardan sonra 1908’e kadar sürecek bir istibdat dönemi başlamıştır.tam bir devlet terörünün estiği bu devirde sansür, yasaklar, hafiyelik, adam satın alma, gibi taktiklerle muhalafet sesler ve basın susturulmaya çalışılmıştır. aydınlar sürgüne gönderilmiştir. bu devirde uygulanan baskının sebebini abdülhamit “halkın, ilerici kurumlar açmakla değil, ancak kuvvetle yola geleceğine inaması” şeklinde açıklamıştır.
fikir akımları
tanzimat ile birinci meşrutiyet arasındaki fikir akımlari üç kısımda toplanmıştır: islamcılık, osmanlıcılık ve türkçülük.
islamcılık akımı osmanlı devleti’ni din birliğinin kurtaracağını öne sürmüş ve bu görüşün temsilcileri, devlet sınırları içindeki tüm müslümanları halifeye tam bir sadakat ve bağlılık göstermeye teşvik etmişlerdir. bu görüş çıkarlarına uygun olduğu için abdülhamid tarafından da desteklenen bir görüştür. ayrıca bu ideoloji yabancı devletlerdeki müslümanları da osmanlı’ya yönelecek saldırılar konusunda duyarlı kılmaya çalışıyordu. bu ideoloji daha çok ulema sınıfı tarafından benimsenmiş, ayrıca jön türklerden bir grup da bu görüşe sıcak bakmışlardır. osmanlı toplumunun çok dinli bir toplum olduğu göz önüne alınırsa bu akımın osmanlı devleti’nin sorunlarını çözmekte yetkin olmadığı görülür.
diğer bir akım olan osmanlıcılık akımı dil, din, ırk farkı gözetmeksizin osmanlı topraklarındaki herkesin eşit sayılması sayesinde osmanlı devleti’nin devam edebileceiğini öngörür. bu bağlamda liberal bir çizgide olduğu izlenimini versede, ekonomik açıdan böyle bir iddia söz konusu değildir. bu görüş akımı meşruti yönetime geçilmesinde büyük etkisi olmuştur.
üçüncü akım ise türkçülük akımıdır. bu akımın amacı türk milletini osmanlı devletinin temeli yapmak ve sadece osmanlı sınırlarındaki türklerle yetinmeyip tüm türk düyasını tek bir çatı altında toplamaktır. bu fikirlerin yeterli olmamasının nedeni halktan kopuk olmalarıı, sadece aydın dediğimiz zümrenin etrafında cereyan etmeleridir.
ii. meşrutiyet’e geçiş
abdülhamid’in bu istibdadına karşı tepkiler gecikmedi. jön türklerin yanısıra, 3. ordudaki subaylarda amacı rejimi yıkmak olan ve ittihat ve terakki ile işbirliği içinde olan bir cemiyet kurdular. işte bu cemiyet reval görüşmelerinden sonra ülke topraklarının büsbütün tehlikede olduğunu gördü ve ihtilal hareketini halkın desteği ile hıslandırdı. bütün bu gelişmeleri önlemek maksadıyla adülhamid güvendiği kişileri bu çalışmaların olduğu yere yani makedonya’ya göndermişti. bu çabaların da neticesiz kalması üzerine, artan baskıların sonucunda abdülhamid 23 temmuz1908’de ikinci meşrutiyeti ilan etti. cemiyet ihtilali gerçekleştirse de hükümette görev almadı. bunun nedeni ise hem siyasette tecrübesiz olmaları hem de dış baskılardan korkmalarıydı.
31 mart’a giden yol
hürriyet kavramı
meşrutiyetle beraber, osmanlı tarihinde görülmemiş bir hürriyet fırtınası da gelmiştir. cemiyetler kurulmuş, basın organlarının sayısı artmış, sansür azalmış, bütün fikir akımları fikirlerini yayma fırsatı bulmuşlardır. fakat bu dönem 9 ay sürmüş 31 mart’la beraber devrilen abdülhamid’le birlikte hükumete giren ittilatçılar abdülhamid’e rahmet okutacak kadar sert uygulamalara gitmişlerdir.
bu hürriyet ortamında yeni siyasi fikirlerde çıkmıştır. bunların arasında prens sabahattin öncülüğündeki adem-i merkeziyetçiler ile ahmet rıza bey liderliğindeki özgülükçüler de vardır. adem-i merkeziyetçiler amerikan yönetimine benzeyen federal bir yapıda olan, devlet için insan değil insan için devlet görüşünüğ benimsemiş, ekonomik anlamda liberal bir devlet istiyordular. ahmet rıza öncülüğündeki kanat ise özgürlükçülüğün belli bir burjuva kesimi için kullanıldığı bir rejim peşindeydiler.
ordunun rolü
ordu 31 mart’tan sonra politikadan vazgeçse de halen bazı subaylar ittihat ve terakki’yi desteklemeye devam ediyordu. ordu da bir de alaylı-mektepli sorunu vardı. yeni harp teknolojisinin bilgi istediği bir çağda alaylı subaylar ordudan tesfiye edilmişti. bunun neticesinde bu subaylar da rejim aleyhinde çalışmaya başladılar
basında gelişmeler
gelen özgürlüklerle birlikte her kesim gazete çıkartamaya başladı. bu gazetelerden tanin ve şurayı ümmet yönetimin ve ittihatçıların, serbesti ve yeni gazete muhalefetin destekçisiydi. ayrıca murat beyin yayımladığı mizan, ahrar partisi’nin destekçisi ikdam, ahmet ihsan bey’in yayımladığı servet-i fünun ve derviş vahdeti'nin yayımladığı volkan da muhalafeti destekliyordu. bu gazetelerden özellikle volkan yaptığı şeriat yanlısı yayınlarla ülkeyi 31 mart’a kadar taşımıştır.
31 mart’a kadar ipler muhalif basının elindeydi. basın her olumsuz şeyi bahane edip şeriat yasalarının uygulanmayışına bağlıyordu.ittihatçılar he ne kadar bu yangınların hafiyelerin tarafından kundaklandığını söylese de halk bu yangınları kıyamet habercisi olarak görmeye başlamıştı. muhalif gazetelerin bunun yanısıra orduda verilen bir emir neticesinde “kafirler ordudan namazı kaldıracaklar” şeklindeki haberi tepkileri iyice artırdı. eline geçen her kozu kullanan basın şapka konsunu da kullanmış ordu da kullanılan şapkalar husunda “yarın kafir iradesi bu şapkayı bize de giydirir” diyerek halkı tahrik ediyordu. bu tahrikleri en şiddetli yapan şüphesiz kıbrıslı derviş vahdeti’nin gazetesiydi. vahdeti aynı zamanda bir de ittihadı muhammediye cemiyeti'ni kurarak bu yolla meşrutiyet aleyhine gelişen tutumu şeriat lehine kullanmak istiyordu. yalnızca gazeteler değil bazı camilerde imamlar da halkı tahrik ediyor, “ey ümmeti muhammed din elden gidiyor” deniliyordu.
ittihadı muhamedi’nin faaliyetleri
vahdeti cemiyetin açılışını gelecek günlere bir yatırım olarak görüyordu. bu yüzden ittihat ve terakki cemiyetinin sönük geçen mevlidinin ardından korkunç bir kalabalık eşliğinde yine mevlidli bir açılış yaparak ve açılış bildirisinde halkı islam adına çalışmaya teşvik ederek büyük sükse yapmıştı.
bu sırada serbesti gazetesi sahibi hasan fehmi’nin öldürülmesiyle vahdeti tüm muhalafet gazetelerini birlikte hareket etmeye çağırmıştı. halk çok yönlü bir tahrik ortasındaydı. neticede isyan 30 mart’ı 31 mart’a (12 nisan’ı 13 nisan’a) bağlayan gecede isyan başladı.
isyanin başlamasi, yayilmasi ve son bulmasi
isyan patlak veriyor
ilk hareketler taşkışla’daki avcı taburlarının önünde görüldü. yeşil bayraklı bir takım sarıklı hocalar “ey kahramanlar ne duruyorsunuz? ” diyerek askerleri haretekete geçirdi. askerler gece yarısı “şeriat isteriz” nidalarıyla ayasofya’ya yürümeye başladı. sabahın erken saatlerinde asker miktarı 5 ila 6 bin civarındaydı. daha sonra medrese öğrencileri de bu isyana katıldı. hocalar konuşmalar yapıyor, frenk zihniyetli subaylarının ordumuzun dinini yokettiğinden bahsediyorlardı.
ilk başta plansız gibi görülse de isyan aslında günler önceden planlanmıştı. nitekim hangi grubun kim tarafından kumanda edileceği, kimin kime yardım edeceği çok önceden belirlenmişti. isyancılar meclis binasını çevirip isteklerini bildirdiler. isyancıların isterkleri şunlardı.
1- sadrazam hilmi paşa ve harbiye nazırı ali rıza paşa çekilecekler.
2- milletvekillerinden meclis başkanı ahmet rıza bey’le, ikinci başkan talat paşa, hüseyin cahit, rahmi ve dr. bahaeddin şakir beyler sınır dışı edilecekler.
3- şeriat hükümleri olduğu gibi uygulanacak.
4- mektepli subaylar ordudan uzaklaştırılaak, hiç değilse yerleri değiştirilecek. alaylılardan açığa alınanlar yeniden porduya dönecek.
5- bunlar yapıldıktan sonra isyan duracak ve ayaklanma dolayısıyla kimse hakkında takibata girişilmeyecek.
şeyhülislam ziyaeddin efendi sadaret makamına geldiğinde ortada hükumet falan kalmamıştı. hüseyin hilmi ile ali rıza paşa istifa etmişlerdi, bâb-ı âli de bir tek harbiye nazırı ali rıza paşa, bahriye nazırı rıza paşa ve adliye nazırı nazım paşa vardı. onlarda meclise gideken saldırıya uğraycaklar ve ali rıza paşa canını zor kurtaracak, nazım paşa öldürülecek, rıza paşa da yaralanacaktır.
isyancılar 40 kadar mebusun meclise gelmesinden sonra bir ilmiye heyetini meclise soktular. ilmiye sınıfından rasim hoca’nın yaptığı konuşma ardından, hükumet hakkında oylamaya gidilir ve güvensizlik oyu alan ve zaten istifa etmiş hüseyin hilmi paşa hükumeti düşer.
hükumetin tutumu
aslında isyan başladıktan hemen sonra harekete geçilse isyan çok kolaylıkla bastırılabilirdi. fakat hükumetin isyancılarının isteklerini öğrenmek istemesi ve hüseyin hilmi paşa’nın istifa etmenin isyancılara yeteceği düşüncesi ile müdahale edilmemiştir. müdahale edilmemesinin başka bir sebebi ise hükumetin ittihatçıların baskısından zaten bıktmasıdır.
isyanın genişlemesi
merkezi istanbul olsa da kıtaların olduğu bütün bölgelerde ufak çapta da olsa isyanlar çıkmıştır. özellikle doğu’daki isyan son derece tehikeli omuştur fakat 4. ordu isyanı zamanında bastırmıştır. isyan bastırıldıktan sonra 4. ordu kumandanı ibrahim paşa istanbul’a yürümek istemiştir. fakat 2. ve 3. orduların harekete geçmesi üzerine bundan vazgeçilmiştir. istanbul’a yürüyen bu birliklerin istanbul’a kadar başında olan mustafa kemal birliklere hareket ordusu ismini vermiştir. istanbul’a gelindiğinde mustafa kemal paşa yerini enver paşa’ya bıraktı. daha önceden meclisten kaçan milletvekilleriyle yapılan gizli toplantıda özgürlüklerin ve meşrutiyetin korunması kararlaştıtılmıştı.
isyanın bastırılması
ordu pek fazla mukavemetle karşılaşmadıysa da bazı yerlerde önemli kayıplar verdi. bazı yerlerde çok kanlı çarpışmalar hatta top ateşleri oldu. olayların başından beri tarafsız kalan abdülhamid de mukavemete yeltenmeyince olaylar kısa sürede tamamen kontrol altına alındı. isyan ikinci gün tamamen bitince sıkıyönetim ilan edildi. toplanan meclis olaylardan sorumlu tuttuğu abdülhamid’i tahttan indirdi. provakatörlerden bazıları yurt dışına kaçtı, bir çoğu yakalandıktan sonra sürgün edildi yada ağır cezalara çarptırıldı.
sonuç
neticede abdülhamid yargılanmadı. yerine v. mehmet getirildi. 31 mart’a kadar ittitaçılara demediklerini bırakmayan gazeteler bir anda ittihat ve terakki cemiyeti yanlısı yayımlar yapmaya başladılar. türk basını bu şekilde 31 mart’ta sınıfta kaldı. günümüzdeki iğrenç medya oyunları, bir gün olumlu yazı yazıp ertesi gün dediğini bırakmayan zihniyet ta o günlerden kalmadır.
mustafa kemal atatürk
31.03.2004 - 10:28'Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.'
(Mustafa Kemal Atatürk)
mustafa kemal atatürk
31.03.2004 - 10:25Stalin onu faşist adletti. Hitler ve Mussolini komünist olarak gördü. bazıları da diktatör dedi.
Halkıysa ona Atatürk dedi! ..
mustafa kemal atatürk
31.03.2004 - 10:17'hiç bir ülkenin taklitçisi olmamalıyız, bunu yaparsak o ülkelerin esiri olur,onlar gibi oluruz' düşüncesi ile kendimize özgü olma bilincini oluşturan eşsiz lider..
mustafa kemal atatürk
31.03.2004 - 10:08dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça götürür
mustafa'm mustafa kemal'im
diz dövdüm
gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna
sakarya'nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz sakarya
ankara'dan uçan kuşlar
kemal'im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
mustafa'm mustafa kemal'im
nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim mustafa kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
hani bir vakitler kubilay'ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafa'm mustafa kemal'im
karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru
yattığı yer nur olsun mustafa kemal
ben ölümden korkmam diyor
korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
değirmen döndü dolandı yıllar oldu
bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git karadeniz var git başımdan
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
mustafa'm mustafa kemal'im
ankara'nın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkârım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak
ankara kalesi'nde rasattepe'de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
mustafa'm mustafa kemal'im
(Attila İlhan-1946)
ariel sharon
31.03.2004 - 10:05siyonizm illetinin yarattigi kisiliklerden bir tanesi, gecen hafta icinde, filistinliler icin 'onlar merhamet dileyinceye kadar saldiracagiz' ve 982'de gerceklesitirlen isgal sirasinda, keske arafati da yok etseydik demeclerini vermis kisi.
ozgecmisinde soyle iki tane vukuati bulunan:
- 1958 de komanda birligi ile filistin koyune baskin yapip 67 kisiyi olduren kuvvetin komutanligi yapmak
- 1982 de lubnan isgali sirasinda gerceklestirilen katliami yürütmek[ cogu cocuk ve kadinlarin olusturdugu 991 kisi olduruldu ]
20 yüzyilin ortasinda, nasil yahudiler temerkuz kamplarinda soykirima ugradiysa, bu zatta ayni uygulamayi - politikayi bugun 'filistin'liler uzerinde surdurmektedir, isgalci israil devletinin basbakani olmak suretiyle.
adnan menderes
31.03.2004 - 09:58gerileyen türkiye yahut adnan menderes'e öğütler
şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
bindiğin dalı kesiyorsun adnan menderes.
ille de asıp kesmek geliyorsa içinden
ezmekte devâm et barışçılar'ı, ama sen
meselâ yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe
ihtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye,
git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür,
o, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür.
o, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran,
o, büyük demokrat, o, hürriyetçi kahraman,
moskova'yı atomlayalım diyen insancı...
kendine acımazsan bize bir parça acı.
a be adnan menderes, böyle bir dal kesilmez,
böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez...
şu muhalefetle de alıp veremediğin ne?
niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne?
kore'ye asker gönderdin de 'hayır' mı dedi?
'kan aktı hesabı sorulmalıdır! ' mı dedi?
orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı?
'olmaz olsun' mu dedi amerikan yardımı?
feryat mı etti 'istiklâl elden gitti' diye?
zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye:
'başvekil merasimsiz karşılanmalı' diyor.
bir de bazan coşarak 'hayat pahalı' diyor.
bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek
türkün batılı dostlarını pek üzüyor pek.
şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
bindiğin dalı kesiyorsun adnan menderes.
hani, her işte bizden örnek alacaktın ya?
hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya?
vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını.
o hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı.
elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver.
ama ufak tefek grevlerde anlayış göster.
sendika liderlerinizin birçoğu zaten
bizde olduğu gibi emir alır polisten.
niye telaşlanıp kaybedersin vekarını?
hem de kırarsın liderlerin itibarını?
şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes,
bindiğin dalı kesiyorsun adnan menderes.
senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar,
unutma bu dallardan başka asıl ağaç var,
öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç,
bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç...
(nazım hikmet)
adnan menderes
31.03.2004 - 09:54Bediüzzaman Saidi Nursi 'islam mücahidi adnan menderes' gibi bi hitapla başlayan bi mektup bile yazmıştır kendisine.
Buradan Nursi nin 'sadece tasavvufla ilgilenen, devlet yönetimiyle ilgilenmeyen biri' olduğu yalanı ortaya çıkmaktadır.
adnan menderes
31.03.2004 - 09:5127 kasim 1954'te dini temel alan siyasetinin kaniti olan 'siz anayasayi degiştirip hilafeti bile getirebilirsiniz' sözunu sarfetti. ve Menderes hukumeti, en buyuk aydinlanma hareketlerinden biri olan koy enstitulerini işlevsiz birakti.
Adnan menderes, Turkiye cumhuriyeti'nin başina gelen en buyuk belalardan biridir. 10 yillik Demokrat Parti iktidari, ulkemizi korkunc bir kaosa suruklemiş, halk üretime degil tüketime yoneltilmiş, dişa bağımlılık gün geçtikce korkunç boyutlara ulaşmiş ve bu donemde 'tam bagimsizlik' ilkesinin paçavraya dönmesi hedeflenmiştir. Menderes yonetimi; Ataturkculuge, 1923 devrimine karşi bilincli ve gerici bir harekettir.
ilk demokrat parti kabusu, 27 mayis'ta, turk silahli kuvvetlerinin buyuk halk destegiyle gercekleştirdigi kansiz darbeyle, bağimsizlik ve anayasa devrimiyle sona ermiştir. ancak bilindigi gibi turkiye cumhuriyeti'nde tek vatan haini Menderes olmamiştir.
adnan menderes
31.03.2004 - 09:46Adnan Menderes ve Demokrat Parti iktidarı, yaptıkları her türlü namussuzluğa rağmen, 'İNÖNÜ'lü CHP' dönemine ve onun getirilerine karşı halkın duyduğu tepkinin boyutunu göstermesi açısından ilginç ve bugün de devam eden 'iktidardakilerin yanlışlarıyla güçlenen muhalefet' olgusunun ilk örneğidir.
adnan menderes
31.03.2004 - 09:44Türkiyenin şu an içinde bulunduğu duruma gelmesinin en büyük sorumlularından biri.
sibel kekilli
31.03.2004 - 09:28çirkin ama seksi
sadettin tantan
31.03.2004 - 09:24sapanca - 1941 doğumludur..
giresun ve tekirdağ il emniyet müdürü,
emniyet genel müdürlüğü teftiş kurulu istanbul bölge başkanı,
fatih belediye başkanı,
istanbul güreş ihtisas klübü başkanı,
güreş federasyonu başkanı -
içişleri eski bakanı -
evli, 6 çocuk.
akp
30.03.2004 - 18:03çin oyuncakları pıyasayı sarstı ve onlarca şirket acılar içinde kapandı. başta amerika, liberal yazarlarımız bizleri çin'e düşman yapmak için harekete geçti. önümüzdeki yıllarda ülkemizde yüzlerce çin düşmanı yazılara hazırlanın.
oysa çin oyuncakları çok ucuz ve kaliteleri de fena değil. başta afrika olmak üzere yoksul çocuklar nihayet oyuncak almaya hatta birbirlerine hediye almaya başladı. bizim varoşlarımızda dahi çocuklar doğumgünü kutlamaya başladı. sebebi, ancak bir sakız alabilecekleri 500 bin - 1 milyon liraya, artık sevdikleri bir oyuncak alabiliyorlar. derhal saldırıya geçildi, ucuzluk suç ilan edildi. hepimiz artık çin'e karşı hırslanıyor; çin'i ülkemizden kovmanın yollarını arıyoruz. oysa batılı malların gelmesiyle de yüzlerce şirket kapanmıştı. neden bu isyan çünkü, batıdan gelmeyen her şey vahşidir, pistir, kötüdür. demek ki liberalizm sadece batıya açık olmakmış. eğer piyasamızı çin'e karşı 'koruyacaksak', BATIYA KARŞI DA KORUYALIM. buna, liberalizm degil, batının sömürgesi olmak denir.
hem fethullah hoca, hem tayyip erdoğan kayıtsız şartsız amerikan siyasetinin egemenliğine girmiş durumda. bu duruma da sömürgecilik demiyoruz, ne diyoruz, 'DÜNYAYA AÇILMAK'. bakın daha iyi bir 'sömürge' örneği vereyim. Azerbaycan'ın topraklarının yarısı on yıldır ışgal altında, tüm mal varlığı olan petrolün yarısı ruslar'ın yarısı da amerika'nın kontrolü altında. işte buna da 'sömürge' demiyoruz, 'dünyaya açılmak' diyoruz. hatta irak'a dahi işgal edildi diyemiyoruz, ne diyoruz: demokratikleşme sancıları çekiyor. suriye'ye bakalım, israil canı çektikçe şam'ı bombalıyor, üstelik yıllardır golon tepeleri'ni işgal etmiş, masaya dahi oturmuyor. bu duruma ne diyoruz, 'suriye dünyaya açılmayışının cezasını çekiyor...
(nihat genç)
4 temmuz 2003
30.03.2004 - 17:564 Temmuz günü ABD işgal güçlerine bağlı askeri birliklerin, Türk Genel Kurmayı'na bağlı çalışan Bordo bereli diye tabir edilen subay ve astsubaylardan oluşan A Timinin üslendiği merkeze yaptığı baskın gündeme bomba gibi düştü. 11 tim mensubu ve yanlarında bulunan işadamları (Abdullah Çatlı türünden işadamları) gaz bombalı, silahlı bir baskınla gözaltına alınıp, başlarına çuval geçirilerek yaka paça Bağdat'a gönderildiler. A Timi'ne yapılan muamelenin içeriği sıradan Iraklı vatandaşların işgal günlerinden bu yana yaşadıklarından farklı değildi. Çuval, plastik kelepçe, hakaret, toplu gözaltı, toplu dayak.
Attila İlhan'la zaman içinde yolculuk
30.03.2004 - 17:42İlhan ın arkasında istanbul boğazının bir gece görüntüsü vardır.Masası sandalyesiyle çok sade dekorlu bir stüdyodur.
Toplam 1733 mesaj bulundu