birinci haçlı seferi, 1099 yılında kudüs'ün düşmesi ve yaklaşık 460 yıldır müslümanların egemenliği altında bulunan toprakların hıristiyanların eline geçmesiyle sonuçlandı. haçlılar, kudüs'ü kendilerine başkent yaptılar ve sınırları filistin'den antakya'ya kadar uzanan bir latin krallığı kurdular.
bu tarihten sonra haçlıların ortadoğu'da tutunabilme mücadelesi başladı. kurdukları devleti ayakta tutabilmek için örgütlenmeleri gerekiyordu. bu nedenle daha önce benzeri bulunmayan 'askeri tarikatlar' kuruldu. bu tarikatların üyeleri, avrupa'dan filistin'e göç edip, burada bir tür manastır hayatı yaşıyor, bir yandan da müslümanlara karşı savaşmak üzere askeri eğitim görüyorlardı. (bkz: hospitalier)
bu tarikatlardan tapınakçılar, haçlıların kudüs'ü ele geçirmelerinden ve bir latin krallığı kurmalarından yaklaşık 20 yıl sonra tarih sahnesine çıktılar. 1118 yılında kurulan ve herkesçe tanınan adı 'tapınakçılar' veya 'tapınak şövalyeleri' (ingilizce'de templarsya da knights templar) olan bu tarikatın tam ismi 'isa'nın ve süleyman tapınağı'nın yoksul şövalyeleri' idi. ('pauperes commilitones christi templique salomonis') kurucuları ise toplam 9 şövalyeden oluşuyordu:
hugues de payens,
godfrey de st. omar,
godfrey rossal,
gundemar,
godfrey bisol,
payen de montdidier,
archibald des st. aman,
andrew de montbard ve
provins kontu. ortaçağ avrupasının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak bu tarikatın kuruluşu kudüs'te sessiz sedasız gerçekleşti.
yukarıda adı geçen kurucular dönemin kudüs kralı ii. baldwin'in huzuruna çıktılar ve birinci haçlı seferi'nin ardından kudüs'e akın eden hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler. kral hugues de payens'i yakından tanıyordu. kendilerine büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar süleyman tapınağı'nın yer aldığı (mescidi aksa'yıda kapsayan) bölgeyi tahsis etti. selahaddin eyyubi 'nin hıttin savaşı'nın ardından kudüs'ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince 'tapınak tepesi', tapınakçılar'ın merkezi oldu. kendilerine 'süleyman tapınağı' ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de işte budur.
kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu tarikatı kurmalarının amacı, kutsal toprakların ve hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamaktı. ancak tapınakçılar gerçekte yardımseverlik değil, aksine ekonomik ve siyasi çıkarlar peşindeydiler.
1118'de, aralarında geoffroi de saint-omar ve hugues de payens'in bulunduğu, doğu'daki dokuz haçlı şövalyesi kendilerini dine adadılar.
tapınakçılar örgütü kısa bir süre sonra yeni katılımlarla hızla büyümeye başladı. 1120'de foulgues d'angers, 1125 yılında champagne kontu hugo tarikat şövalyesi oldular. tarikatın gizemli havası ve mistik öğretisi pek çok avrupalı 'asil'in ilgisini çekmişti. bu gelişim, tarikatın 1128 yılındaki troyes konseyi'nde papalık tarafından resmen tanınmasıyla daha da hız kazandı.
bu onayı gerçekleştirmek üzere, tarikatın önderi hugues de payens beş şövalyeyle birlikte papa ii. honorius'u ziyaret eder. kudüs patriğinin ve kral ii. baudoin'in mektuplarını sunar; tampliyeler'in görevlerini, hizmetlerini ve yararlarını anlatır. 13 ocak 1128'de troyes'da konunun müzakeresi için konsil toplanır. konsile çok sayıda yüksek din görevlisinin yanında özellikle citeaux başrahibi etienne harding ve clairvaux başrahibi saint bernard da katılır. büyük üstad, konsillere tampliye örgütünü yeniden takdim eder. tatmin olan troyes konsili, isa'nın fakir şövalyeleri adıyla dinsel şövalyelik tarikatının kurulmasına ve tüzüğünün saint bernard tarafından hazırlanmasına karar verir. böylece tampliye tarikatı resmen kurulmuş olur.
tapınakçılar'ın gerek örgütlenmesinde gerekse ilerlemesinde en çok katkısı olan kişi saint bernard'dı. saint bernard, tarikatın kurucularından andrew de montbard'ın kuzeniydi. tapınak şövalyeleri'nin nizamnamesini, kendi mensubu olduğu cistercian mezhebinin ilke ve kuralları doğrultusunda kaleme aldı.
'bernard'ın belgesi, de laude novae militae (yeni şövalyeliğe şükran) , christendom'u bir ucundan diğer ucuna geçti, hemen ardından tapınakçı askerlerin sayısı arttı. aynı zamanda avrupa'nın kralları ve baronlarından bağışlar, hediyeler tapınakçılar'ın kapısına düzenli olarak ulaşıyordu. şaşırtıcı bir süratle, dokuz şövalyeden oluşan küçük grup, tapınakçılar şirketi'ne dönüştü.'
kısacası onun sayesinde tapınakçılar benzeri görülmemiş ayrıcalıklara sahip oldular; diğer dini tarikatlara tanınmayan imtiyazlar elde ettiler. 'ortaçağ'ın en başarılı askeri, ticari ve mali organizasyonlarından biri' oldular. kutsal topraklardan avrupa'ya kadar her yerde bir 'efsane' olarak dilden dile dolaşmaya başladılar. örgüt kısa bir zaman diliminde, dokuz şövalyeden iyi eğitimli on binlerce çalışana ve muazzam bir sermayeye sahip dev bir şirkete dönüştü: 'yeni üyeler, para ve arazi teklifleri her yerden akmaya başladı. kısa zamanda inşa edilen pek çok kale, çiftlik ve kilise, tapınak şövalyeleri ve hizmetçileri tarafından kullanıldı. tapınakçılar gemileri teçhiz ettiler, hem ticaret hem de savaş gemileri filosu oluşturdular. zamanla dönemlerinin en tanınmış savaşçıları, seyyahları, bankerleri ve finansörleri oldular. % 60'a varan faiz oranlarıyla borç veren örgüt 'avrupa'daki servetin büyük bir bölümünü elinde bulundurur duruma geldi. o derece zenginleştiler ki avrupa'nın kralları borç para bulmak umuduyla kapılarını çalıyordu. bunun neticesinde de krallıklar büyük oranlarda borçlu duruma düştüler. diğer bir ifadeyle avrupa ekonomisi bu örgüte bağımlı hale gelmişti. bir dönem, ingiliz krallığının mali işleri tapınakçılar'ın londra'daki merkezinden, fransız krallığı'nın mali işleri ise yine bu örgütün paris'teki merkezinden yönetiliyordu. söz konusu durum, onlara krallar ve alınan kararlar üzerinde söz sahibi olma, hatta istedikleri gibi kralları yönlendirme imkanı verdi.
bu durum papalığı kızdırmakta gecikmedi. bunun üzerine tasfiyeye girişildi ve bunun için yüzyıllar sürecek söylencelere yol açacak bir söylentiye başvuruldu. buna göre tapınakçılar kudüs'te bulundukları dönemde bir değişim yaşamışlardı.
photius zamanından beri roma'nın dinsel otoritesine gizli ya da açık daima düşmanlık gösteren bir piskoposluk olan constantinople patriğinin 'nin önünde ant içen tampliyelerin ilan edilen görevi, kutsal yerleri ziyarete gelen hıristiyanları korumaktı.
ancak bunun ardında gizli amaçlar edindiklerine ilişkin söylentiler hristiyan dünyasına yayılır oldu. söylentilere göre tapınakçılar hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul etmişlerdi.
bunun temelinde ise, kudüs'teki süleyman tapınağı'nda 'keşfettikleri bir giz' yatıyordu. zaten tapınakçılar'ın kudüs'teki asıl hedefleri, süleyman tapınağı'nın harabelerini araştırmaktı.
tapınakçılar'ın 'filistin'e giden hıristiyan hacıları korumak' şeklindeki görüntüyü sadece bir kılıf olarak kullanmaktaydılar. gizli amaçları ezekiel'in haber verdiği modele uygun olarak süleyman mabedi'ni yeniden inşa etmekti. en baştan beri roma'nın (papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydılar ve amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak kabalistik dogmayı yerleştirmekti. (bkz: ezekiel/9)
dolayısı ile tarikatı kuran dokuz şövalyenin gerçek amacı, yahudiliğin ve eski mısır'ın gizli geleneklerinin özünü içeren kalıntılar ve yazıları bulabilmek için bölgede araştırma yapmaktı ve amaca ulaşmışlar ve hıristiyan bir dünyada doğmalarına, hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen, hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir 'kaynağa ulaşmışlardı: kabala!
kabala, kelime anlamıyla 'sözlü gelenek' demektir. ve sözlüklerde, yahudi dininin mistik, ezoterik (batıni) bir kolu olarak tarif edilir. bu tanıma göre, kabala, tevrat'ın ve diğer yahudi dini kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir.
ancak birçok hristiyan ve müslümanın günümüzde de sürdürmekte oldukları ve o dönem hristiyan aleminde kök salmış bir düşünüşe göre kabalanın gizeminin ardında daha farklı gerçekler vardır. bu görüştekilerin vardıkları sonuç ise, kabala'nın, yahudiliğin temeli olan tevrat'tan da önce var olan, tevrat'ın vahyedilmesinden sonra yahudiliğin içinde yayılan, 'pagan' yani putperest kökenli bir öğreti olduğudur.
kaynak:tapınak şovalyeleri (dost yayınevi / yazarı piers paul read)
ibranice gelenek anlamına gelir. üç değişik okuma tekniği (gematria,notarikon,temurah) ile tevrat' ı yorumlar. amaç tanrı, cin ve meleklerin gizli adlarına ulaşmaktır. bu adlara ulaşan kişi sonsuz bir yaratma ve yok etme gücüne sahip olur.ortaçağ boyunca yazılmış iki kabala kitabı vardır. bunlar sefer yetsirah ve sefer hazzohar dır.
anti-semitizm, anti-sizyonizm le karıştırılmamalıdır.Çünkü anti-Siyonizm yayılmacı, saldırgan, dünyayı ele geçirme niyetinde olan İsrail Devletinin yürüttüğü politikalara karşı olmaktır.Oysa Anti-Semitizm, bir ırkçılıktır, yahudi düşmanlığıdır.Karşı olunması gereken Siyonist felsefedir.
Amerika Birleşik Devletleri istiklâl beyannamesini imza eden 56 kişinin 53'ü ilk kurucu meclisin 55 üyesinden 50'si, ilk kurulan 13 devletin bütün valileri ve Washington'un 29 generalinden 20'si, 106 subayindan 104'ü Masondu.
(KAYNAK:www.mason.org.tr)
Yeni araştırmacıların, Illuminati şebekesinin ilk bölümlerinden biri olarak keşfettiği kısmı da, Yuvarlak Masa isimli İngiliz-asıllı gizli örgüte bağlanan organizasyonlar grubudur.
Bu grup, Bilderberg Grubu, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon, ve Roma Klubü isimli organizasyonlardan oluşmaktadır.
Bu şebeke, Illuminati’yi en güçlü şekilde ifade edebilecek olan şebeke değildir. Illuminati ağı içerisinde birçok seçkin grup vardır, fakat bu “Yuvarlak Masa” organizasyonları, Illuminati Planı’nın gündelik politik, ekonomik, iş dünyası, ordu (özellikle NATO) , eğitim ve diğer tüm alanlardaki beyin yıkamalarında anahtar rolü oynamaktadır.
Bunlarla ilgili birçok ayrıntıyı, “En Büyük Sır” ve “..ve gerçek seni özgür kılacak” isimli kitaplarımda okuyabilirsiniz. Ama kısaca açıklamak gerekirse, bu şebeke, Dünya gezegeninin merkezi kontrolünü içeren Illuminati Planı’nı, 20. yüzyıl geçerken daha da ileriye ve öteye taşımak için yaratılmıştı.
Yuvarlak Masa, 19. yüzyılın son zamanlarında Londra’da (Illuminati’nin faal merkezi) yaratılmıştı. İlk resmi lideri, Güney Amerika’yı acımasızca idare etmiş olan ve bu toprakları siyah insanların elinden alan, Cecil Rhodes idi. Teoriye göre, şu anda siyah insanlar Afrika’daki politik kontrolü ellerinde bulundurmalarına rağmen, esas kararlar, hâlâ daha, siyah başkan ve lider kuklaları aracılığı ile Avrupalı ve Amerikalı seçkinler tarafından verilmektedir. “Bağımsızlık” bir hayaldir.
Rhodes, bir kabileyi diğer kabileye karşı oynatmıştı ta ki tümü birbirlerini savaşta yokedene ve böylece Rhodes ve İngiliz’in yönetimi devralmasını sağlayana dek. Bu, hâlâ daha, günümüzde Afrika’da sürmekte olan çatışmalarda aynen olmaktadır (bunlarla ilgili detaylı yazıları websitesinde bulabilirsiniz) . Rhodes,Yuvarlak Masa’nın amacının İngiltere tarafından (İngiltere merkezli Illuminati tarafından) kontrol edilen bir Dünya Hükümeti kurmak olduğunu söylemişti.
1902’de öldüğünde, parasını, kendi vasiyeti üzerine, “Rhodes Bursları” parasal kaynağını oluşturmaya bırakmıştı. “Rhodes Bursları”, dış ülkelerden gelen öğrencilerin Oxford Üniversitesi’nde -Illuminati’nin “eğitimsel” beyin-yıkama merkezinde- eğitim görebilmeleri için onların masraflarını karşılayan bir programdır. Ülkelerine dönüp de politika, ekonomi ve medya gücünü elinde tutan konumlara yerleşen “Rhodes Mezunları” ile diğer genel öğrenci nüfusu arasında dağlar kadar fark vardır. Onlar, Illuminati temsilcileri olarak görev yaparlar. Bugün, dünyadaki en meşhur Rhodes Mezunu, iki-defalık Amerika Başkanı Bill Clinton’dur. Fakat, Rhodes Yuvarlak Masa’nın resmi öncüsü olmasına rağmen, esas sermayeyi sağlayan ve kontrol edenler, birçok global komplonun merkezinde yer almış olan bankacılık hanedanı Rothschild Ailesi idi. Bu Yahudi-karşıtı bir işaret değildir çünkü Rothschildlar Yahudi olduklarını iddia etmektedirler. Yahudi insanları herkesten fazla sömüren ve onların beynini yıkayan da Rothschildlar’dan başkası değildir! ! (Bak: Hitler bir Rothschild mıydı? Makalesi.)
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında, Yuvarlak Masa’nın ABD ve İngiltere’deki gizli seçkinleri, kendi hükümetlerinin savaş konseylerindeki başrole sahip kişilerdi.. Belgelerle de ispatlanabileceği gibi, bu kişiler global çatışmaya yol açacak olayları yaratmak için beraber çalışmışlardı. Problemi-yarat-sonra-çözümü-sun teknikleri sayesinde, global statükoyu bu savaşla yoketmek ve böylece dünyayı, savaş bittikten sonra, kendi Planlarının öngördüğü imaja göre yeniden çizme şansını yakalamak istiyorlardı. Ve bunu da aynen yaptılar.
Savaştan sonra, dünyadaki güç, savaştan öncesine göre, daha da az birkaç kişinin eline verilmiş ve indirgenmişti, ve bunu yine kendilerinin yarattığı İkinci Dünya Savaşı ile de daha öteye götürüp geliştirdiler. Bu durum, bugüne dek sürdü, ve aslında, her geçen dakika daha da hız kazanmaktadır.
1919 yılında, Paris yakınlarında, Versailles Barış Konferansı’nda biraraya gelen Amerika ve İngiltere’den Yuvarlak Masa’nın seçkinleri, Alfred Milner, Edward Mandel House, ve Bernard Baruch gibi şahıslar, kendi ülkelerini temsilen toplantılara atandılar ve aslında kendilerinin yarattığı savaşın sonucu olarak, dünyanın nasıl değişeceğini karar vermeye başladılar. Almanya’yı ödenilmesi imkansız tazminatlara tabi tuttular, ve böylece savaş-öncesi Weimar Cumhuriyeti’nin, inanılmaz bir ekonomik çöküntü arasında, kalıp yıkılmasını garanti altına aldılar. Tüm bunların getirdiği sonuç ise “gayet rastlantısal” olarak Hitler’in gücü eline geçirmesi oldu. (Bak…’Hitler bir Rotschild mıydı? ’ Makalesi) Ayrıca, Illuminati’nin Yuvarlak Masa üyeleri, Paris’te Hotel Majestic’teyken, Bilderberg(Bil) -Dış İlişkiler Konseyi(DİK) -Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu(KUİK) -Üçlü Komisyon(ÜK) şebekesini oluşturma işlemlerine başladılar. Buna ek olarak, Versailles’da karar verdiler ki Filistin’de bir Yahudi anavatanının yaratılmasını destekleyeceklerdi. Kitaplarımda da gösterdiğim gibi, bu üyelerin her biri ya Rothschild soyundan gelmekteydi ya da onlar tarafından kontrol edilmekteydi.
Versailles Barış Konferansı’ndaki, Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, Rothschild klonları ve ABD Yuvarlak Masa öncüleri Colonel House ve Bernard Baruch tarafından “önerilmişti”; İngiltere Başbakanı Lloyd George, Rothschild çalışanı ve Yuvarlak Masa lideri Alfred Milner ve Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel Rothschild’ın torunu Sir Phillip Sassoon tarafından “önerilmişti”; Fransız lider Georges Clemenceau, gerçek ismi Jeroboam Rothschild olan kendi İçişleri Bakanı Georges Mandel tarafından “önerilmişti”.
Burada kararları kimin verdiğini sanıyorsunuz? ?
Hotel Majestic’teki gizli toplantılarının sonucu olarak, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu Londra’da 1920 yılında, Dış İlişkiler Konseyi 1921 yılında, ve bunları takip eden Bilderberg Grubu (1954) , Roma Klubü (1968) ve Üçlü Komisyon (1973) kuruldu. Tüm bu organizasyonlar, Rothschild’lar, Rockefeller’ler ve Illuminati’nin daha yüksek güçlerine çalışan Henry Kissinger gibi önde gelen beyin-yıkayıcılar tarafından idare edildi ve edilmektedir.
Bu organizasyonların, üyeleri arasında global politika, iş dünyası, bankacılık, medya, “eğitim” ve diğer alanlardaki en yüksek mevkili insanlar bulunmaktadır. Bunlar, görünüşte bağlantısız ülkeler, politik partiler ve kuruluşlar aracılığı ile, halkların bilgisi dışında, ayni global siyasetleri, planlı bir şekilde düzenleyen kanallardır. Malta Şövalyeleri, Masonlar gibi diğer gizli örgütlerin yüksek konumları da, bu Yuvarlak Masa ağına bağlanır.
(David İcke)
* 1921 yilinda nikaragua'yi isgal etti. ulusal muhafizlar adli ve
basini somoza'nin çektigi terör örgütünü kurdu. anti-emperyalist
direnisin basini çeken sandino ve 300 kisiyi katletti. 40 yildan
fazla sürecek bir terör devrini baslatti. sabotaj ve suikastlar
düzenledi.
* 1945'te japonya'nin hirosima ve nagazaki kentlerine atom bombasi
atarak bir anda 250 bin kisiyi vahsice öldürdü.
* 1950-53 yillari arasinda yüzbinlerce yurtsever koreliyi katletti.
* 1954'te binlerce guetamalaliyi öldürdü.
* 1955'te endonezya, laos ve kamboçya'da çok sayida cia operasyonu düzenledi.
* 1956-59 yillari arasinda kübada 60.000 kisiyi, abd'li danismanlarin ve batista'nin birlikte yürüttügü operasyonlarda katletti.
* 1965'te isbirlikçi suharto, 1 milyon komünist ve ilerici endonezyaliyi katletti.
* ayni yil dominik'e parasütçülerini indirdi ve 10 bin dominikliyi katletti.
* 1975'te vietnam'dan kovuldugunda arkasinda milyonlarca ölü ve sakat birakti. abd'nin vietnam'da halkin üzerine attigi 638 bin ton bomba, ii.dünya savasi sirasinda avrupa ve afrika'ya atilan toplam bombalarin yarisidir. kisi basina asagi yukari 5 bomba atildigi söylenmektedir. milyonlarca insan stratejik köylere sürülmüs, onbinlerce kadinin irzina geçilmis, yüzbinlerce insan sakat birakilmistir, milyonlarca insan iskenceden geçirilmistir.
* 1970-75 yillari arasinda kamboçya ve laos'ta 1 milyon insani katletti
* 1973'te sili'de cia'nin düzenledigi darbe ile 30 bin kisi katledildi.
* arjantin'de fasist generallerle yaptigi isbirligi sonucu 30 bin kisi kaybedildi.
* 1983'te lübnan'a müdahale etti. 14 bin deniz piyadesinin katildigi operasyonda binlerce ilerici yurtsever lübnanli katledildi.
* ayni yil lübnan'a ikinci bir müdahalede bulundu. akdenizde eskiyalik yapan amerikan 6, filosuna ait savas gemileri lübnan'a günlerce bomba yagdirdi.
* yine ayni yil grenada'yi isgal etti. yüzlerce ilerici ve yurtsever katledildi.
* 1986'da uluslararasi haydutluk örnegi sergileyerek libya'yi bombaladi, bine yakin sivili katletti. ülkeye ambargo uygulayarak deniz ablukasina basvurdu.
* 1989'da panama'ya asker çikartti ve 5 bin panamaliyi öldürdü.
* 1991'de irak'in kuveyt'e girisini bahane ederek diger emperyalist güçleri de ardina takarak irak halkina karsi bomba yagdirdi. 100 binin üzerinde insani katlettigi bu vahseti iletisim kanallariyla tüm dünyaya resmen izlettirdi. abd uçaklari irak halkinin üzerinde 12 bin sorti yaptilar.
* somali'deki durumu bahane ederek yine diger emperyalist güçleri de pesine takarak ülkeyi isgale giristi.
* latin amerika'da abd'nin bulasmadigi savas, katliam, insan haklari ihlali yok gibidir. nikaragua'dan kaçan iskenceci, halk düsmani kontralari özgürlük savasçilari adi altinda honduras'ta üslendirdi ve silahlandirarak nikaragua halkinin üstüne saldirtti. birçok latin amerika ülkesinde de ulusal muhafizlar adi altinda ölüm mangalari'ni örgütledi, egitti, finanse etti, silahlandirdi ve halkin üzerine saldirtti.
* sadece 1946-1975 yillari arasinda tam 215 kez askeri gücüne basvurmustur. ayni yillarda insanliga 19 kez nükleer silah kullanma tehdidini savurmustur
calisma yöntemleri söyledir:
yeni dünya düzeni stratejistleri önce bir problem yaratirlar. bunu kurulu bir politik güce (bu bir devlet, bir bölge, hatta bir kita olabilir) muhalif olan bir grubu fonlamak, böyle bir grup olusturmak veya olanlari egitmek suretiyle yaparlar. bu iki zitlasan grubun catismasi 'yeni dünya düzeni'nin manevra alanina girmesi demektir kafadan. kontrolünü tamamen elinde tuttugu medya, bu gruplari 'özgürlük savascilari' adi altinda lanse eder.
bu arada politik gücün lideri de 'iste yeni hitler' gibi yayinlarla 'demonize' edilir (bkz.saddam,milosevic,kaddafi) . bununla birlikte yeni dünya düzeni stratejistleri, politik gücü de silah, danisma vs. gibi konularda destekler, hatta bunlari da yaratir. yani ikili oynamakta ustadirlar ve her iki taraftan da para götürmede gelismislerdir.
kontrol altindaki medya tarafindan, konu dünyanin gündemine getirilir: bir seyler yapilmali! bu da istenilen tepkinin dogmasidir zaten.
yeni dünya düzeni'nin kuklalari bu bölümde devreye girer. bm baris gücü, koalisyon, nato gibi isimlerle bölgeye girilir ve yönetim ele gecirilir. bir daha asla ayrilmamak üzere... ana fikir yeni dünya düzeni'nin kontrol ettigi silahli güclerin temel stratejik bölgeleri ele gecirmesi ve kontrol altina almasidir.
kim bunlar?
uluslararasi bankerler, petrol baronlari, ilac kartelleri ve baska ulusötesi güclerdir. ingiliz kraliyet ailesi, alman kökenli avrupa soylulari üst düzey aktörlerdir. birlesmis milletler, dünya bankasi, imf, dünya saglik örgütü bunlarindir. nato askeri güclerini olusturur. tüm g-8'ler bunun aktif elemanlaridir. bu ülkelerin baskan veya basbakanlari özel olarak bu ülkelerin basina getirilir. bunun kim oldugu farketmez. adi bugün bush olur, yarin john kerry...
hepsi ayni tornadan gecmistir. oyuna dahil olmayan ortadan kaldirilir (bkz: kenedy,aldo moro,ali bhutto) .
farkli cografyalara farkli kaoslar getirir. irak, afganistan, somali, ruanda, haiti, endonezya gibi örneklerde din-mezhep-etnisite ayriliklarini körükler (suriye-iran-türkiye-kafkasya buna dahildir) . kosova'da yasanan, kibris'ta yasanacak olan budur. 'düzen' ve 'demokrasi' adi altinda gercekte kaos getirir ve bunu yönetir. her ayrisma daha cok güvenlik ihtiyaci, daha cok ekonomik düskünlük demektir cünkü. bununla birlikte ortadogu'da yaratilacak her yeni kaos, israil'in güvenligini artirir.
abd, ingiltere, ispanya gibi merkez cografyalarda ise ayrisma temelli kaos yerine, birlestirici temelli kaoslar yaratir. elektrik kesintileri, kaynagi net olmayan terör hareketleri (11 eylül gibi) , bunun örnegidir. bunlar vesile edilerek yönetimler ele gecirilir, neofasist tedbirlerle kitleler istenildigi gibi yönlendirilir
Türkiye de son zamanlarda İlluminati ve benzer siyonist masonik yeraltı örgütleri hakkında birçok kitap yayımlandı.Kıyamet komplosu(atilla akar) Uluslararası güç odakları(Texe Marrs) Dünyanın yeni efendileri(John Pilger) ve Ezoterika (Aydoğan Vatandaş) bunlardan bazıları.
İngiltere’den eski bir gazeteci ve televizyon sunucusu – David Icke, “En Büyük Sır”, “..ve gerçek seni özgür kılacak” ve “Ben Benim, Ben Özgürüm” isimli kitaplarını da içeren 11 kitap yazdı. David Icke, son 10 yıldır en büyük sırrı açığa çıkarmak için çalışmakta – dünyayı gerçekten kimin yönettiğini ve bunu binlerce yıldır nasıl sürdürdüğü gerçeğini. Hayretler içerisinde bırakan ve çok ilginç ve keyifli bir okuma sağlayan bir bilgi. İşte David Icke’ın websitesi’nden derlenmiş bir giriş – tanıtım yazısı
{www.davidicke.com}
Ben, David Icke, Illuminati isimli (kendilerini “aydınlanmış”-“illuminated” şahıslar olarak görmelerinden gelen bir isim) gizli bir global topluluğun eski çağlardan beri nasıl kontrol gücünü ve hakimiyetini elinde tuttuğunu, güçlerini Orta ve Yakın Doğu’dan (ve diğer merkezlerden) başlayarak önce Avrupa’yı ve, -İngiliz Krallığı ve diğer Avrupa imparatorlukları sağolsun-, Amerika kıtasını, Afrika’yı, Avustralya’yı, Yeni Zelanda’yı, Asya’yı ve kısacası bütün dünyayı yönetmek ve kontrol etmek için nasıl genişlettiğini açığa çıkarmakla uğraşmaktayım ve araştırmalarımı sürdürmekteyim.
Ne zaman ki, bu imparatorluklar önceden işgal etmiş oldukları yerlerden çekildiler, Illuminati bu bölgelerde gizli topluluk şebekelerini ve Illuminati kanbağlarına sahip soyları arkasında bıraktı. İşte o zamandan beri, bu imparatorluktan kurtulmuş sözde “özgür” ülkelerde bunlar kontrolü elinde tutmaya ve olayların gelişimini orkestra şefi misali yönetmeye devam ettiler. İki çeşit diktatörlük ve hapishane vardır. Birincisi, açık şekilde, göz önünde yapılan, net diktatörlüklerdir (komunizm, faşizm, vs.) ve ikincisi de tümünün içinde en etkili tür olan – üstü örtülü, gizli diktatörlüktür – özgürlük maskesi altına saklanmış diktatörlük.
İnsanlar, eğer özgür olduklarını düşünürlerse, özgür olmamak adına isyan etmezler!
Illuminati, uzun zamandır hazırlanmış ve düzenlenmiş bir planı yürürlülüğe koymak için çalışıyor. Bu Plan, bir dünya hükümeti, dünya bankası, dünya ordusu ve global bir bilgisayara bağlı mikroçiplenmiş bir insanlık yaratmaktır. Kullanılmaya hazır bir beyine sahip herkes, tüm bu yukarıda sayılan şeylerin, her geçen gün daha da hız kazanarak, gerçekleşmekte ve yüzeye çıkmakta olduğunu görebilir.
Global gücün bu yapısı altında, Avrupa Birliği (Avrupa Ekonomik Topluluğu serbest ticaret alanından evrimleşmiş olan) , Amerikan Birliği (Kuzey Amerika serbest ticaret alanından evrimleşmekte olan) , ve Pasifik Birliği (Asya Pasifik Ekonomik Topluluğu serbest ticaret alanından evrimleşmekte olan) gibi süper devletler dizayn edilmiş olacak. NATO (BM Barış Kuvvetleri ile birleşmekte olan) , Birleşmiş Milletler’in evrimleşmesi ile ortaya çıkacak olan Illuminati dünya hükümetine egemenliğini vermek istemeyen ülkeleri hizaya sokmak için, planın bir parçası olarak dünya ordusu ve dünya polis gücü olma yolunda ilerlemektedir.
Global kontrolün yapısı, piramitler içerisinde piramitlerdir. Tıpkı Rus kuklaları gibi, bir kukla diğer kuklanın içerisinde. Eğer günümüzün organizasyonlarına bakarsanız, görürsünüz ki her biri bir piramit şeklinde yapılanmıştır. Piramitin alt seviyelerinde bulunanlar, çalıştıkları organizasyonun gerçekte nerden ibaret olduğunu bilmezler. Onlar yalnızca her gün işlerini yaparlar ve evlerine dönerler. Onlar, yaptıklarının, aslında çok belirgin ve kötü bir düzen ile gidişat yaratmakta olan diğer kişilerin çıkarları ile nasıl bağlantılı olduğunu bilmezler. Sadece, piratimin en üstündeki birkaç kişi bunu bilir. Böylece, bir organizasyon içerisinde, birkaç kişi binleri yönetip sömürerek, yine binlercesinin varlığından dahi haberdar olmadığı Illuminati Planı’nın gelişmesini sağlarlar. Bu yapının, ayni şekilde milyarları yönetip sömüren global bir versiyonu vardır.
Bu “tek-bireysel” organizasyonlar, mesela; bankalar, ülkeler-arası şirketler, medya imparatorlukları, NATO, vs., sonrasında daha da büyük piramitlere bağlanırlar. Böylece bulursunuz ki, örneğin, global bankacılık piramitinin en tepesinde, tüm bankalar eninde sonunda ayni insanlar tarafından yönetilmektedir – yani Illuminati tarafından. Bu durum, ülkeler-arası şirketler, medya vs. için de aynen geçerlidir. Tüm bankacılık, iş dünyası, medya, ordu, politika ve gezegeni kontrol altında tutan diğer kuruluşlar piramitlerini kapsayan dev bir global piramit vardır. Bu piramitin tepesinde ise, global kontrol için Planlarını, görünüşte bağlantısız olan tüm kuruluş ve organizasyonlar aracılığı ile, ilerletip geliştirmekte olan Illuminati’nin en seçkin birkaçı bulunur.
Bu, neden hayatımızın tüm alanlarında, -bankacılık, iş dünyası, medya, politika, ve diğerleri- sürekli ve ardı arkası kesilmeyen global güç için merkezileştirme hareketlerinin gerçekleşmekte olduğunu açıklar. Tüm bunlar, AYNİ insanlar tarafından AYNİ planın düzenine göre yürütülmektedir. Websitemde bu Plan hakkında ayrıntılı bilgi veren makalelerimi ve yine site üzerinden sipariş edebileceğiniz kitaplarda muazzam enginlikteki bilgileri bulabilirsiniz.
Illuminati, insanlığı zihin ve duygular aracılığı ile idare etmekte ve köleleştirmektedir. Dünyada birçok insan vardır, fakat onları fiziksel olarak kontrol altında tutacak bir kaç Illuminati vardır –küçük bir ölçü haricinde. Onlar, kitlelerin düşündüğü ve hissettiği yolu idare etmek zorundadır ki böylece hayatlarımızı Illuminati’nin istediği şekilde yaşar ve etrafımızdaki dünyayı Illuminati’nin istediği şekilde görürüz. Örneğin; en güçlü idare etme tekniği, benim “Problem – Reaksiyon – Çözüm” adını verdiğim tekniktir. Şu şekilde çalışır:
İnsanların hoşuna gitmeyeceğini bildiğiniz birşeyi sunmak istiyorsunuz. Bu, polise daha fazla yetki vermek, esas özgürlüklerin daha fazla zedelenmesi, ve hatta bir savaş bile olabilir. Bilirsiniz ki, eğer bu siyasetleri insanlara açıkca sunarsanız, onlar tarafından aşırı bir reaksiyon alacaksınız. Bu nedenle, önceden bir PROBLEM yaratırsınız, suç oranında bir artış, daha fazla şiddet, bir terörist bombası, bir hükümet çöküntüsü, veya savaş gitmesi için Saddam Hüseyin gibi Illuminati kuklalarınızdan birini alırsınız.
Bu problem için, sizin, yani aslında herşeyin arkasında olan gerçek kişinin değil de, başka birinin suçlandığını garanti altına alırsınız. Böylece, Amerika’da söyledikleri gibi, bir “avanak” yaratırsınız; bir sözde Oklahoma bombacısı Timothy McVeigh gibi, bir sözde Kennedy suikastcisi Lee Harvey Oswald gibi. Sonra medyanı kullanırsın ve insanlara, senin imal edilmiş olayın hakkında ne düşünmeleri gerektiğini ve o olay için kimi suçlamaları gerektiğini söylersin. Ve bu da bizi ikinci bölüme getirir, insanlardan gelecek REAKSİYON’a – “Bu daha fazla devam edemez! Buna karşılık ne yapacak ONLAR, ha?
Bu da ONLARa rahatca ve açıkca, kendi yarattıkları problemlere ÇÖZÜMLER sunmaları iznini verir – Planlarını geliştirecek olan, global gücün daha fazla merkezileştirilmesi veya daha fazla esas özgürlüklerin zedelenmesi için yeni yasama getirilmesi. Bu teknik, tüm zamanlarda, insan zihni ve duyguları üzerinde kullanılmıştır, tıpkı beyni yıkanmış genç ve yetişkinlerin silahlarla çılgına dönmesi ve hemen arkasına acil silah kontrol yasalarının getirilmesi gibi.
Bunu, silah bulundurmayan ve tutkulu bir şekilde şiddetsizliğe inanan biri olarak söylüyorum. Ama sokak stili yaşayacaksak kendi inançlarımızın ötesine bakmalı ve farketmeliyiz ki Illuminati kendilerine karşı silah KULLANABİLECEK herkesi sistematik olarak silahsızlandırmayı hedeflemektedir. Tıpkı Adolf Hitler toplama kamplarını doldurmaya başlamadan evvel, ayni silah-karşıtı yasama kampanyasını başlattığı gibi, aynisini günümüz dünyasında görmekteyiz.
Şimdi, bu Planın tarihinde çok önemli bir dönüm noktasında bulunmaktayız. Önümüzdeki aylar ve yıllarda, Illuminati tarafından oynanacak birçok kart beklemededir. İnsanlık tarihinde bir kavşak üzerindeyiz. Özgürlüğü seçebilir veya Nazi Almanya’sının global bir versiyonu olan global faşist devletin kontrolü altına düşebiliriz.
Bu, böyle olmak zorunda değil, ama bunu durdurmak için de birçok koltuktan birçok kıç kaldırılmak durumunda. Websitem ve kitaplarım, size, bilinçli seçimler yapabileceğiniz, detaylı bilgi verecektir.
Bu makalede okuduğunuz, bilinmesi gereken şeylerin yalnızca ufacık bir bölümü ve bu küçük özetin anlattığının tersine, resim aslında çok daha büyük ve çok daha olağanüstü. Websitemde ve kitaplarımda herhangi bir yere bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız!
yazar Atilla Akar’la 'Derin Dünya Devleti' kitabıyla ilgili yapılan röportaj:
Gazeteci-yazar Atilla Akar’la; “Derin Dünya örgütleri”nin yapılarını, dünya üzerinde yapmak istediklerini, plan ve hedeflerini konuştuk. Atilla Akar, genç yaşına rağmen 7 kitaba imza atmış bir isim. Son iki kitabının konusu ise “Derin Dünya Örgütleri”... Akar, kendisine “komplo teorisyeni” denilmesinden hiç gocunmuyor. Hatta bu tabirin belli çevrelerce maksatlı olarak kötü gösterildiğini belirterek, “Komplo ifadesine iade-i itibar istiyorum” diyor.
Sebebini ise “Dünya bazı organizasyonlarca bir virüs gibi sarılmış. Derin güçler, nasıl ki komplo kurup dünyayı yönlendiriyorlarsa, bunların planlarını ve hesaplarını kamuoyuna anlatan birileri de olmalıdır” diye açıklıyor. Amerika’nın Irak’ı istilâ etmek için düğmeye baştığı dönemde görüştüğümüz Akar, Irak Savaşı’nın da söz konusu örgütlerin yönlendirmesiyle ABD tarafından yapıldığını ifade ediyor. İşte Akar’ın “Birileri Armagedon istiyor” diyerek dikkat çektiği tehlike...
- Atilla Bey, ne zamandan beri komplo teorileriyle ilgilenmeye ve kitap yazmaya başladınız?
- 11 Eylül saldırısıyla birlikte “Global Komplo” ya da “Global Derin Devlet” organizasyonlarıyla yakından ilgilenmeye başladım. Diğer bir tabirle bende jeton 11 Eylül saldırısıyla düştü diyebilirim. Ama tabii ki kişisel bir altyapım, birikimim ve merakım vardı ki; bunu kendimce analiz edebilecek bir noktaya, seviyeye geldim. 11 Eylül olduğunda ve bütün televizyonlar kulelere çarpan uçak görüntüleriyle yayın yapmaya başladığı andan itibaren, daha ortada hiçbir veri yok iken ‘Bu ancak bir komplo olabilir’ dedim.
- Ondan sonra neler yaptınız?
- Jetonun düşmesiyle birlikte ister istemez araştırmaya, incelemeye ve bu yönde daha derinlemesine bilgi sahibi olmaya çalıştım. Sonunda da “global komploları” irdeleyen iki kitap yazdım. Bunlardan ilki “Kıyamet Komplosu”, diğeri ise “Derin Dünya Devleti” Birinci kitabımda Dünya Ticaret Merkezi’nin global amaçlı bir komplo sonucu yerle bir edildiğini, uçakların içinde “terörist” olmadığını ve söz konusu uçakların uzaktan kumanda teknolojisiyle kontrol edilerek binalara çarptırıldığını yazdım. İkincisinde ise “Derin Dünya örgütleri”nin yapısı, üyeleri ve dünyaya etkilerini kaleme almaya çalıştım.
- Tapınak Şövalyeleri ile bugünün en etkin örgütleri olan Dış İlişkiler Konseyi CFR (Council of Foreign Relations) , Bilderberg arasında bir bağlantı mı var?
- Komplocu organizasyonlar yeni değil. Komplolar neredeyse insanlık tarihi kadar eskidirler. Bugünkünün farkı, oyunun alanının büyümüş olmasıdır. Dünkü örgütlerin hedefi tek tek ülkelerdi. Bugünkü örgütlerin hedefi ise tüm dünyadır. Ortaya net bir fotoğraf koyabilmek için geçmişi de kurcalamak ve hatırlatmak gerekiyordu, öyle de yaptım. Onun için de konuya Templier Şövalyeleri ile başlamayı uygun gördüm.
- “Global komplo” derken tüm dünyayı planlarını uygulamak için istedikleri şekilde yönlendiren grup, örgüt ve organizasyonlardan bahsediyoruz... Bunları kimler yapıyor?
“YUTTURMACANIN ADI: GLOBALİZM”
- Bu konuda sağ da, sol da hata yapıyor. Sol, olayı sadece ekonomik ve sınıfsal bir olay görerek, ezoterik boyutlarını anlamayarak hata yapıyor. Sağ da sadece ezoterik tarafını görerek işin sınıfsal, ekonomik boyutlarını görmüyor. Bu ikisini sentezlemek lâzım. Emperyalizmi salt ekonomik bir olay olmaktan çıkatmak gerekiyor. Daha doğrusu emperyalizme de yön veren derin “şebeke” ekonomik operasyonların yetmediğini görmüş ve şimdi de bunu siyasi üst yapı ile tamamlamak istiyor. Bu yutturmacanın adı da “globalizm” olmuş. Bunlar esas olarak Amerika’da yuvalanmışlar. Bu çekirdek yapı, 1919 yılında, Paris’te ilk “Yuvarlak Masa Toplantısı”yla işe start verdi. Bir avuç global bankerin aldığı birtakım kararları hayata uygulamak için strateji geliştirdiler. 1921 yılında ise Dış İlişkiler Konseyi’ni (CFR) kurdular. O günden beri adım adım büyümüşlerdir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları onlara yayılma fırsatı doğurmuştur. 1954’te de Avrupa ayağı olan Bilderberg kuruldu. Burada bir parantez açayım. Bilderberg, Derin Dünya Devleti’nin planlarına göre; yıkılmış Avrupa’nın yeniden inşasıdır. Bunlara, kanser gibi tüm dünyaya yayılmak için Bilderberg de yetmemiştir. Bunun için de Trilateral Komisyon kurulmuştur. Bu oluşum da Asya’ya yönelik oluşturulmuştur.
- CFR, nasıl bir yapı? Bünyesinde kimler yer alıyor?
“DERİN ÖRGÜTLERİN BÜNYESİNDE YAHUDİLER VAR”
- Büyük sermaye babalarının kurmuş olduğu bir yapı... Buna her isteyen giremiyor. Bu yapıya dahil olmak için çok dar ve güçlü ilişkilere sahip olmak, çok elit olmak gerekiyor. Çekirdek yapının 10-12 kişiden meydana geldiği söyleniyor. CFR, “Derin Dünya Devleti”nin “politbüro”sudur. Oraya ait olabilmek için Rockefeller ailesi gibi olmak şart. Süper zenginlik de yetmiyor. Belli kan bağından, aynı gelenekten olmak gerekiyor.
- Hangi kan bağından olmak tercih konusu?
- Bu ailelerin Yahudi kökenli olduğu iddia ediliyor. Bir tür dayanışma içine giriyorlar. Öyle öyle yükseliyorlar. Bunlar sadece birbirlerinden kız alıp veriyorlar, ortaklık yapıyorlar ve aynı ezoterik cemiyetlerin üyeleri oluyorlar.
- Bunlar nasıl oluyor da tüm dünyayı etkiliyorlar?
“JAPONYA’YA ATOM BOMBALARINI KİM ATTIRDI? ”
- Birinci ayak ekonomi... Paraya sahip olan siyasi gücü de elde ediyor. Her alanda etkin oluyorlar. Zamanla etki alanlarını genişletiyorlar. Siyaset, finans, sosyal ve kültürel alanlara da el atıyorlar. Parlamentoya, senatörlere ve ABD başkanlarına, bürokrasiye, CIA, FBI’ya, devlet elitlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede faaliyet yapmaya başlıyorlar. CFR (Dış İlişkiler Konseyi) önceleri Amerikan dış politikası konusunda tavsiyelerde bulunan bir think-tank kuruluşu gibi faaliyet gösteriyor. Sonra her alana sirayet eden bir yapı olduğu ortaya çıkıyor. İkinci Dünya Savaş’ında Japonya’ya atılan atom bombalarının kararını bir think-tank kuruluşu alabilir mi? Herhangi bir basit fikir üretme merkezi böyle bir kararda rol oynayabilir mi?
- Bu örgütlenmelerin nihai amaçları nedir?
- Tek devletli, tek bayraklı, asimile edilmiş tek milletli bir dünya devleti kurmaktır. Başka türlü dünya üzerinde ulusal devletler var olduğu sürece istedikleri hedefe ulaşmalarının zor olduğunu çok iyi biliyorlar.
- Dünyanın geleceği için büyük tehlike olarak görülen bu yapılara ilişkin kitaplar ülkemizde son zamanlarda ortaya çıkmaya başladı. Bunları önceden tanıyan, bilen ve tehlikelerini sezen ülkelerde hiç karşı örgütlenmelere gidildiğine dair bir bilgiye ulaştınız mı?
- “Derin Dünya örgütleri” hakkında iki kitap yazmış biri olarak karşı örgütlerin kurulduğuna dair bir ize rastlamadım. Varsa da ben bilmiyorum, çünkü olaya bu açıdan bakmadım. Bu örgütler, insanlığı saran bir tür virüs gibidirler. Hele yeni bir virüs ise önce onu analiz etmeli, tabiatını anlamalı ve ona karşı bir aşı geliştirmek gerekli. Global komplolara imza atan bu derin örgütler de bir tür virüstür ve insanlık şu anda bu tehlikeye karşı aşısız yakalanmıştır.
- Tüm dünya ülkeleri mi, yoksa sadece üçüncü dünya ülkeleri mi?
“DERİN DÜNYA VİRÜSÜ YERKÜREYİ SARMIŞ”
- ABD dahil tüm dünya ülkeleri, “Derin Dünya virüsüne” aşısız yakalanmış durumda... Tüm ulusal devletleri ortadan kaldırmayı istiyorlar. Bunların bir aidiyet hissi yok.
Üç bin üyeli örgüt
- CFR’nin çekirdek kadrosunun dışında dünya üzerinde ne kadar üyesi var?
- CFR’nin dünyada 3 bin kadar üyesinin olduğu söyleniyor. Tam listeleri yayınlanmadı, ancak en temel isimleri biliniyor. Bu 3 bin kişi, değişik ülkelerin başbakanlarından, bakanlarından, siyaset adamlarından, işadamlarından, finans kuruluşlarının temsilcilerinden, gazetecilerden oluşuyor. Mantık şu: Hep elitler seçiliyor. Karar merciinde bulunan ve toplumu etkileme gücü olanlar tercih ediliyor. Amaç, kilit noktaları ve karar verici mevzileri bir tür içten ele geçirmedir. Dünya hükümetleri bir darbe tehdidi altındadır.
- Türk olup da CFR üyesi olanların isimleri pek bilinmiyor. Ancak Bilderberg üyesi olan, toplantılara katılan Türk vatandaşlarının isimleri biliniyor. Bilderberg’in Türkiye ile nasıl bir ilgisi ve etkisi var?
- Bilderberg’in Türkiye’ye doğrudan bir etkisi var. “Troyka Komplosu”ndan bu yana Türkiye Bilderberg’in özel ilgi alanına alınmıştır. Türkiye, kadrolaşmak için özel hedef seçilmiştir. Daha önce birçok ünlü isim, toplantılarına katıldı. Katılanlar arasında başbakanlar, işadamları, politikacılar, bankacılar, büyükelçiler ve gazeteciler bulunuyor.
- Hedeflerine ulaşmak için ne tür eylemlere imza atıyorlar?
- Yapamayacakları hiçbir şey yoktur. Derin Dünya Devleti’nde rol alanlar eski Roma Sezarlarının halet-i ruhiyesini taşıyorlar. Sezar, nasıl ki arenada insanları aslanlara parçalatırken hiçbir vicdan azabı duymuyorsa bunlar da aynı şekilde “sıradan insanlar”a has duyguları taşımazlar.
“Türkiye, kulağı çekilmesi gereken(!) ülkeler arasında”
- “Derin Dünya örgütleri”nin Irak’a savaş açılmasında bir rolleri var mı?
- “Derin Dünya örgütleri” Irak Savaşı’nın başlamasında da etkin rol almışlardır. Çünkü, bu yapıda yer alanlar çok zengin insanlar, silah, ilaç, finans ve medya dünyasını kontrol ediyorlar. Siyaseti şekillendiriyorlar. Ekonomik yapıyı tamamıyla kendi denetimleri altına almak için çaba sarf ediyorlar ve bunu büyük ölçüde başarmışlardır. Fakat bunlar, sadece “çarklarımız dönsün, daha fazla kazanalım” düşüncesinden hareket etmiyorlar. Keşke sadece bunun için hareket etmiş olsalardı. O zaman bir dalga olur ve gelip geçerdi. Bunların hedefi ve iştahı daha büyük! Bunların ötesinde “Derin Dünya Devleti”, stabilize edilmiş bir dünya istiyor. Zaten Amerikan askeri ve siyasi konseptinde çok daha önceden ilan edilmiş bir listede devletler sınıflandırılmış. Devletleri “serseri”, “terörist” devletler diye kategorilere ayırmışlardır. İlginçtir, bu sınıflamada Türkiye’de vardır. Türkiye, “güvenilmez devlet” kategorisinde yer alıyor. Yani Türkiye; adam edilmesi, kulağı çekilmesi, burnu sürtülmesi gereken bir devlettir onlara göre.
- Neden?
- Çünkü Türkiye her ne kadar 1950’lerden bu yana emperyalizmle sıkı fıkı bir ilişki kurmuşsa da yeri geldiğinde posta koyabilen, ayak direyebilen ve gerektiğinde “görece bağımsız” bir profil çiziyor. Kıbrıs ve haşhaş olayında olduğu gibi.. Şimdi Irak’a açılan savaşta ortaya koyduğu tavır ve benzeri hadiseler sebebiyle adını sık sık andığımız örgütler, Türkiye’yi de “güvenilmez devlet” kategorisine sokmuşlar.
Dünya, onlar için bir oyun alanı, satranç tahtası... Ama şu an onlar için bir korugan uçak gemisi gerekiyor; o da: Amerika... Ancak nihayetinde ABD’ye de karşıdırlar. Amerika’yı da, Amerikan halkını da bu belalara süren onlardır...
- Örgütlerin bünyesinde etkin olarak rol alanların çoğunluğunun Yahudi oldukları ve motiflerini kullandıkları söyleniyor... Neden daha çok Yahudiler?
“BİRİLERİ ARMAGEDON İSTİYOR”
- Hepsi değil.. Ama birilerinin Armagedon’u istediği kesin. Dünyayı “Kutsal Savaş”a sürükleme niyetindeler. Ona inanıyorlar. Armagedon’da galip çıkacaklarını düşünüyorlar. Zannediyorlar ki; “bu dünya bize kalır” ve “kral biz oluruz.” Bu, kökeni Tevrat’a giden bir inanış. Buna göre “son savaş” Kudüs yakınlarında Mediggo Tepesi diye bilinen yerde olacak. “Tanrı da İsrailoğullarına zafer vaad ediyor! ” ABD’de buna inanan çok yaygın Protestan-Evanjelik tarikatlar var. Onlar da safça bu değirmene su taşıyorlar. Binyılcı, kıyametçi eğilimler bunlar. Bence 11 Eylül de, Irak Savaşı da bunların ittifakı sonucu oluşmuş şeyler. Bugün bize çok dünyevî gibi gelen şeyler aslında binlerce yıllık teolojik kavgaların tortularından başka bir şey değil. Ama çok tehlikeli!
- Irak’a açılan savaşın ardından neler olur?
- Irak savaşının ardından bölgedeki başka ülkelere karşı da savaş açılacağını düşünüyorum. Saldırı sırası değişebilir, ama ülkeler değişmeyecek. Irak’tan sonra İran, Libya, Suudi Arabistan, Suriye, Kuzey Kore ve Yemen’e saldırılar olacak... Başka aşamaları da hayata geçirmek için caymayacaklar. Zira planları bunu gerektiriyor.
- ABD’nın İran’a saldıracağı, tam bir komplo teorisi olmaz mı?
- Hayır olmaz. Ellerinde liste var. Sıradaki ülkeler için sadece bahane bulmaya çalışacaklar. En güzel bahane de “terör”dür. Bırakın “Derin Dünya”yı küçük ulusal yapılar da bile darbeler “terör” gerekçesiyle yapılmıyor mu? Bu terörü kimler meydana getiriyor? Sağda solda patlayan bombaları kimler ateşliyor? Bunları üç-beş tane idealist genç mi planlıyor? Bu senaryoyu global düzene taşıyın. Aynı şey! Sadece konsept değişiyor ve olayın çapı büyüyor.
-Amerika komşumuza saldırdı. Bundan sonra neler olabilir? Türkiye için bir tehlike var mı, nedir? Direnen ülkelere nasıl ve ne türlü zararlar veriyorlar?
“ABD, IRAK’TA ALACAĞI CESARETLE SAĞA SOLA SALDIRACAK”
- Eğer ABD bu savaştan beklediği sonuçları alabilirse, dünya çok karanlık bir sürecin içine yuvarlanacak demektir. Saydığımız ülkelere buradan aldığı cesaretle saldıracaktır. Çünkü arkasında İlluminati var ve onlarda kaos felsefesine inanıyorlar. Türkiye’ye gelince; zaten hep tehlikedeydi, ama bu kez tehlike çok yakınlaştı. Eğer böyle giderse Türkiye, Kuzey Irak’ta ABD ile sıcak bir çatışma bile yaşayabilir. Ben bu ihtimali hiç yabana atmıyorum. Direnen ülkelere ise aba altından sopa gösteriyorlar. Ekonomilerini felç etmekle, kredi vermemekle, karışıklık çıkartmakla tehdit ediyorlar. Bu santajlar Türkiye’ye de yapılıyor.
- ABD’nin halihazırdaki Başkanı Bush’un bahsettiğimiz örgütlere üye olmadığı belirtiliyor. Ancak önceki Başkan Clinton, Bilderberg üyesi... Irak savaşı onun döneminde de konuşuluyordu. Neden “derin güçler”, Clinton’a değil de Bush’a bu savaşı yaptırdılar?
- Önemli bir soru... Zaten Bush’un iktidara gelmesi de bir tür darbe ile oldu. Oylar bir hafta sayılmadı, sonra mahkeme kararıyla Başkan olduğu açıklandı vs... Bana göre Amerika’daki Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında pek fark yok. Sadece iyi polis-kötü polis oynanıyor. İster Demokratlar, ister Cumhuriyetçiler gelsin, sonuçta Amerika’da kazanan CFR’dir. Çünkü her iki partide de kadroları, adamları var. Clinton gitmiş, Bush gelmiş fark etmez. Biri iyi polis, diğer de kötü polistir.
CIA, FBI ve diğer ABD’deki tüm kuruluşların üstünde olan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın yayınladığı “Global 2015 Raporu” var. Bu rapora göre; 2015’e kadar eğer Amerika, birtakım önlemler almazsa hem ekonomik hem de siyasal ve sosyal açıdan gerileyecek. Rapor, Bill Clinton döneminde çıkmış, ama Bush’a devrediliyor. Konsept belirlenmiş. Kim gelirse gelsin önlemler alınacaktır. Bunun için de Amerika’yı dizginlerinden kopartıp sağa sola saldırtmak gerekiyor. Kamuoyunu ikna etmek için de bir Pearl Harbour gerekiyordu. Teorisini de Yahudi asıllı Samuel Huntington ki -CFR üyesidir- “Medeniyetler Çatışması” ile yaptı. Bu saptama ve hedef doğrultusunda söz konusu yapı, bütün analizleri yaparak bundan böyle bir maraza çıkartmak gerektiğine karar verdi. 11 Eylül bunun bir neticesiydi. Bu anlamda 11 Eylül olmuş bitmiş bir olay değildir, halen sürüyor...
- ABD, savaş kararına güya meşruiyet kazandırmak için ikinci bir tasarıyı BM’ye götürseydi ve olumsuz bir netice çıksaydı nasıl gelişmeler yaşanırdı?
- İhtimal ki yeni bir 11 Eylül benzeri olay tertip edeceklerdi. Ancak bu ihtimal hiç ortadan kalkmamıştır. İşlerin yeniden sarpa sarması durumunda 11 Eylül benzeri komplolar, provokasyonlar beklenmelidir. Muhtemelen de bu kez Avrupa’da olacaktır. Gene ihtimal ki; Fransa ve Almanya’da olacaktır. Bunu iki nedenle yapacaklardır: Hem Avrupa hükümetlerine gözdağı vermek hem de en büyük Hıristiyan coğrafya olan Avrupa toplumlarını İslâm’a, Doğulu halklara karşı kışkırtabilmek için.
Dünyayı 10 kişi yönetiyor ve bu 10 kişinin 300 kadar alt kadrosu verilen emirleri uyguluyorlar. İlluminati adı verilen bu çetenin hedef başkenti Kudüs olan tek bir dünya devleti kurmak.
Bugüne kadar çeşitli komplo teorileri içeren bir çok kitap yayınlandı. İlluminati, bu alanda yayınlanan hiçbir esere benzemiyor. Kitaptaki iddialar o kadar ilginç ki, neye inanıp, neye inanamayacağınızı şaşırıyorsunuz. İlluminati, 1575'te ispanya'da bulunan ve özellikle ruhani kudret sahibi olduklarını iddia eden bir dini parti veya bu partinin üyelerine verilen isim. Yazar Texe Marrs, 'Süper zenginlerin yönettiği bir Dünya Komplosu'ndan bahsettiği kitabında, dünyaya hakim olan bu güce bu adı uygun görmüş. Kitabın satırları arasına gömüldükçe ve sayfalar arasında ilerledikçe inanması güç iddialarla karşılaşıyorsunuz.
Dünyayı 10 kişi yönetiyor
Yazara göre, dünyayı kendilerine 'bilge adamlar' adını veren, 10 kişi yönetiyor. İlluminati'nin güç şebekesi, dünyanın en güçlü kişilerinden, yatırımcılarından, şirket başkanlarından ve siyasilerden oluşuyor. 'İç çember' denilen en tepedeki 10 kişiye bağlı 300 kişi ise onların alt kadrosunda yer alıyor ve talimatlarını yerine getiriyorlar. 10 kişilik 'bilge adamlar' grubunda Fransa'dan, üç, ABD'den iki, Kanada, Avusturya, İngiltere, İspanya ve Güney Afrika'dan birer üye bulunuyor. Yazar, burada Fransa'nın üç üyelikle ilk sırada yer almasının yanıltığı olduğunu, Kanada'nın bir üyesinin de ABD'nin üçüncü adamını tamamladığını belirtiyor.
Hedef tek dünya devleti kurmak
'İç çember' üyelerinin ortak özelliği Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Mahson Tarikatı, Kafatası ve Kemir Tarikatı, Aspen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus Dei, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri üyesi olmaları. İlluminati Komplosu'nun hedefi, başkenti Kudüs olan bir dünya devleti kurmak. Kitabın, sonunda illuminati piramidinin üstünde bulunan 'bilge adamlar'a hizmet eden isimlerden bir kısmı, unvanlarıyla birlikle verilmiş. Türkiye'den kimse var mı diye baktık ancak, ne hikmetse kimseyi bulamadık! İlginç değil mi?
İlluminati nasıl çalışıyor?
Yılda bir kez biradaya gelen İlluminati üyeleri, hedefledikleri dünya devletini kurmak için planlar yapıyorlar. Bu planların içinde çeşitli ülkelerde ekonomik krizler çıkararak, ülkeleri sömürmek, savaşlar çıkarmak, 'Daha Fazla Savaş' ilkeleri gereği savaşların sürekliliğini sağlamak, çeşitli hastalıklar icat etmek, (kitapta, AIDS ve HIV'in ABD'deki askeri araştırma laboratuvarlarından dünyaya yayıldığı iddia ediliyor.) nüfus azaltıcı çalışmalar yapmak, etnik temizliği desteklemek ve 11 Eylül örneğinde olduğu gibi terör yaratarak, 'anti-terör yasaları' çıkarmak. Yazarın iddiasına göre, 11 Eylül saldırısı için FBI bazı Arapları kullandı ve bombaları temin etti. İlluminatı'nın ilkelerinden en önemlisi 'Kaostan kaynaklanan düzen'. İlluminati, kendi düzenini çıkarmak için sürekli kaos yaratmak zorunda.
Ülkemizde uygulanan aşırı milliyetçi, bazen ırkçı ve popülist politikalar ve odaklar nedeniyle 'kürt' deyince malesef akla bölücü örgüt üyeleri getirilmektedir.Oysaki eli kanlı bölücü örgüte kanan kürtlerin sayısı çok azdır.Türkiye deki gelir dağılımındaki eşitsizlik ve doğuya yeterince yatırım yapılmaması saf insanlarımızın, çocuklarımızın terör örgütlerice kandırılmasına sebep olmuşutur.
'milliyetçi', 'Türkçü' anlamına gelir.Ancak burada sorun Türkçü, milliyetçi derken, Türklüğün diğer tüm milliyetlerden üstün olduğunu savunmak mıdır, yoksa sadece 'vatanını, kültürünü sevmek, haksızlıklar karşısında korumak' mıdır? Yani 'Türklüğü SAVUNMAKmıdır, SALDIRTMAKmıdır? Çünkü eğer insan kendi milliyetinin diğerlerinden üstün olduğu görüşüne sahip olursa, bu saldırgan bir tavra doğru yönelebilir.Ve işte bu IRKÇILIKTIR.
Nihal ATSIZ ın görüşleri 'ırkçılığa' kaymaktadır.
2 lafı biraraya getirip konuşmakta zorlanan gazeteci(!) Konuşurken sürekli 'iiiiii.....eeeee....aaaaa...iiiiiii....' şeklinde sesler çıkarır.'şey de şey oldu mu...? ' 'siz şey ettiniz mi? ' şeklinde soruları vardır.
'Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan' mısrası, genç bir Türkiye'nin onuncu yılında mutlu yarınlara seslenişiydi. Gel gör ki, birkaç on yılın ardından Türkiye batılı tarifiyle iktisaden geri kalmış bir ülke oldu.
NATO subayları Türkiye'de çöl zammı alırlar. İktisadi durumumuz ve itibarımız için en acı misal... Geri kalmış ülke damgasını, Türk aydını, Türk halkı, bir suçlu gibi alnında taşıyor.
Yıllarca kendi çilesine terk edilen fakir halk, geciken yarınların ıstırabı içinde. Toprak-parlamento ağalığına dayanan demokrasimiz, son on yılda sadece köşe başı milyonerleri türetmiş. Mutlu azınlıklar, umutsuz çoğunluğun ıstıraplarıyla zenginleşmiş. İktisadi planlar siyasi müteşebbislerin kasalarına bağlanmış. Vergiler dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi adaleti, sosyal adalet, işçi hakları fantezi bir edebiyattan ileri gidememiş ve en fenası, siyasi ve iktisadi ahlak yoksunluğu bir sari hastalık olmuştu.
Son on yılın iktisadi tablosu karşısında ibretle düşünmeye mahkûm bir kuşağız. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız bu tablonun ressamlarıdırlar. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' parolası ile liberalizm, en acı örneğini Türkiye'de vermiştir. Amerikan kapitalizmini sosyalizme antitez misali olarak verenler; bünye farklarını tahlil edemeyenler, oluş şartlarını mukayese edemeyenlerdir. Ne kazandırmıştır on yıllık liberalizm memlekete? ! .. Kalkınma hızı mı? .. Sosyal adalet mi? .. Çalışma gücü mü? .. İktisadi itibar mı? .. Milli gelirde artma mı? .. Yoksa Ortak Pazar toplantılarında bir geri kalmış ülke ismi mi? .. Son on yılın örneğinden ve sonuçlarından hoşnut olanlar, dünün köşe başı milyonerlerinden başkaları değildir.
Atatürk devletçiliği ne kaybettirmiştir, veyahut iktisadi şartlarımızda ne derece bir değişiklik olmuştur? Bu soruların cevapları Türk sosyalizminin anahtarıdırlar. Sistemleri, tarihi oluşlarıyla birlikte memleket şartlarıyla düşünmek gerek. Sosyalizm, Lenin'in tarifinde bir işçi diktatörlüğü, batılı tariflerde bir iktisadi demokrasi, yani halkın iktisaden kendi kendisini idare etmesidir. Bunun içindir ki, aynı sosyalizm altında çeşitli yönler vardır. Türk sosyalizmi ne Marks'ın sosyalizmine benzemeli, ne de batı sosyalizminin bir kopyası olmalı. Memleket şartlarının yarattığı ve siyasi rejime en uygun olan bir sosyalizm...
Türkiye'de demokrasi, kadrosuzluktan dolayı ideal safhaya erişememiş ve acı sonuçlar vermiştir. Kadrosuz sosyalizm ise kötü bir liberalizm olur. Acılarını yine milletçe çekeriz. Bugünkü bürokrasi kartvizit imtiyazı, rüşvet alışkanlığı kalkmadıkça, bilgili, rasyonel, dinamik bir kadro bulamadıkça, sosyalizmden mucizeler beklemeyelim. Kelimelerin sihrine değil, tatbikine önem verelim.
İşte Türk halkı, şartların yarattığı bir Türk sosyalizmin ve dinamik ve rasyonel bir kadroya muhtaç...
Her şeye Atatürk gücüyle ve onuncu yıl umuduyla başlayacağız, başlamalıyız.
(Cumhuriyet, 26 Ağustos 1962,
Yunus Nadi Armağanı, Makale Yarışması Ödülü)
ulusal onurumuzun ayaklar altına alındığı gün.Ne yazıkki bugün başbakanımız yaptığı icraatları(!) sıralarken 'ulusal onurumuzu yükselttik' diyebilmektedir.
Yunus Nadi Armağanı, Makale Yarışması Ödülü kazanığı makale:
TÜRK SOSYALİZMİ
'Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan' mısrası, genç bir Türkiye'nin onuncu yılında mutlu yarınlara seslenişiydi. Gel gör ki, birkaç on yılın ardından Türkiye batılı tarifiyle iktisaden geri kalmış bir ülke oldu.
NATO subayları Türkiye'de çöl zammı alırlar. İktisadi durumumuz ve itibarımız için en acı misal... Geri kalmış ülke damgasını, Türk aydını, Türk halkı, bir suçlu gibi alnında taşıyor.
Yıllarca kendi çilesine terk edilen fakir halk, geciken yarınların ıstırabı içinde. Toprak-parlamento ağalığına dayanan demokrasimiz, son on yılda sadece köşe başı milyonerleri türetmiş. Mutlu azınlıklar, umutsuz çoğunluğun ıstıraplarıyla zenginleşmiş. İktisadi planlar siyasi müteşebbislerin kasalarına bağlanmış. Vergiler dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi adaleti, sosyal adalet, işçi hakları fantezi bir edebiyattan ileri gidememiş ve en fenası, siyasi ve iktisadi ahlak yoksunluğu bir sari hastalık olmuştu.
Son on yılın iktisadi tablosu karşısında ibretle düşünmeye mahkûm bir kuşağız. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız bu tablonun ressamlarıdırlar. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' parolası ile liberalizm, en acı örneğini Türkiye'de vermiştir. Amerikan kapitalizmini sosyalizme antitez misali olarak verenler; bünye farklarını tahlil edemeyenler, oluş şartlarını mukayese edemeyenlerdir. Ne kazandırmıştır on yıllık liberalizm memlekete? ! .. Kalkınma hızı mı? .. Sosyal adalet mi? .. Çalışma gücü mü? .. İktisadi itibar mı? .. Milli gelirde artma mı? .. Yoksa Ortak Pazar toplantılarında bir geri kalmış ülke ismi mi? .. Son on yılın örneğinden ve sonuçlarından hoşnut olanlar, dünün köşe başı milyonerlerinden başkaları değildir.
Atatürk devletçiliği ne kaybettirmiştir, veyahut iktisadi şartlarımızda ne derece bir değişiklik olmuştur? Bu soruların cevapları Türk sosyalizminin anahtarıdırlar. Sistemleri, tarihi oluşlarıyla birlikte memleket şartlarıyla düşünmek gerek. Sosyalizm, Lenin'in tarifinde bir işçi diktatörlüğü, batılı tariflerde bir iktisadi demokrasi, yani halkın iktisaden kendi kendisini idare etmesidir. Bunun içindir ki, aynı sosyalizm altında çeşitli yönler vardır. Türk sosyalizmi ne Marks'ın sosyalizmine benzemeli, ne de batı sosyalizminin bir kopyası olmalı. Memleket şartlarının yarattığı ve siyasi rejime en uygun olan bir sosyalizm...
Türkiye'de demokrasi, kadrosuzluktan dolayı ideal safhaya erişememiş ve acı sonuçlar vermiştir. Kadrosuz sosyalizm ise kötü bir liberalizm olur. Acılarını yine milletçe çekeriz. Bugünkü bürokrasi kartvizit imtiyazı, rüşvet alışkanlığı kalkmadıkça, bilgili, rasyonel, dinamik bir kadro bulamadıkça, sosyalizmden mucizeler beklemeyelim. Kelimelerin sihrine değil, tatbikine önem verelim.
İşte Türk halkı, şartların yarattığı bir Türk sosyalizmin ve dinamik ve rasyonel bir kadroya muhtaç...
Her şeye Atatürk gücüyle ve onuncu yıl umuduyla başlayacağız, başlamalıyız.
(Cumhuriyet, 26 Ağustos 1962)
Atatürk “Türk Devletinin dayandığı esaslar” “tam bağımsızlık” ve “kayıtsız şartsız Millî Egemenlik”ten ibarettir. demiştir. Bu iki temel esas Erzurum ve Sivas kongrelerinde ve ilk Büyük millet meclisinde şekillenmiştir.
Atatürkçülükte Devletin bağımsızlığı, her yönden tam bağımsız olmayı öngörmektedir.
Bu hususu Atatürk, “Tam bağımsızlık, bizim bu gün üzerimize aldığımız vazifenin asıl ruhudur. Biz yaşamak isteyen, onur ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz.... Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.”
“Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.” diyerek açıklamış ve tam bağımsızlığın hangi koşulların sağlanması ile gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.
Tam Bağımsızlığın koşulları:
1.Tam bağımsızlık, milletin, varlığı ve hukuku için bütün kuvveti ile bizzat kendisinin meşgul olmasını öngörür. “Bir millet varlığı ve hakları için bütün kuvveti ile bütün maddî ve fikrî kuvvetiyle ilgili olmazsa..... kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz”
2.Tam bağımsızlık varlığın ve hayatın esasıdır. Millî ve ekonomik gelişme imkânı elde etmek ve daha çağdaş ve düzenli bir yönetim şeklinde işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi, bizim de gelişme sebeplerimizin sağlanmasında tam bir hürriyet ve bağımsızlığa kavuşmamız, varlığımızın ve hayatımızın esasıdır.
3.Devlet, içişleri bakımından dışa karşı bağımsız olmalıdır. Bağımsızlık hiç bir dış tesirle zümrelere ayrıcalık tanımaz. Türk Devleti içinde yaşayanların,Türk vatandaşlarının hukuku birdir. Diğer devletlerin tesiri ile veya dinen hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz.Atatürk bu konuda “...İçimizde yaşayan ve müslüman olmayan vatandaşlarımıza bizim siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak fazla bir takım ayrıcalıklar veremeyiz” demiştir.
4.Adaletin dış müdahalelere karşı bağımsız olması esastır.
Atatürk, “Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığın birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez.” demek suretiyle Adaletin bağımsızlığını, Devletin bağımsızlığı için şart olarak öngörmüştür.
5. Tam bağımsızlık, hiçbir devletin himaye ve nüfuz sahasını kabul etmez. “yabancı devletlerin güdümü ve himayesi kabul edilemez”
6.Tam bağımsızlık, anlaşmalara ve devletlerle karşılıklı yardımlaşmaya karşı değildir.
7.Tam bağımsızlık, milletlerarası güvenlik antlaşmalarına ve kuruluşlarına karşı değildir.
8.Tam bağımsızlık ve millî egemenliğin gerçekleşmesi, ekonomik güce bağlıdır: Atatürk bu hususu;
“Tam bağımsızlık için şu genel kural vardır. Millî Egemenlik için bir kanun vardır diyoruz.Bu günde büyük zaferin etkenleri ve yapıcıları olduğumuzu ifade ediyoruz.Bu noktada, çok kesin olan bir gerçeği hep beraber tekrar etmek zorundayız.Bu kadar büyük, bu kadar kutsal ve ulu hedefler, yalnız kağıt üzerinde prensiplerle ve kanun maddeleri ile ve sadece hırslarla, arzularla elde edilemez.Tam olarak gerçekleştirebilmek için tek kuvvet, hakiki en kuvvetli temel ekonomidir.” şeklinde ifade etmiştir.
Etajenero' nun, 5 Mayıs 1789 ' da toplanmasıyla başlayan bu dönemde, köylü ve Burjuvaların milletvekilleriyle, soylu ve rahiplerin milletvekilleri arasında toplanma konusunda anlaşmazlık baş göstermiştir. Toplantıların ayrı ayrı salonlarda değil, aynı salonda yapılmasını isteyen köylü milletvekillerinin isteği, soylu ve rahip milletvekilleri tarafından reddedilmiş, bunun üzerine bir araya gelen köylü ve burjuva milletvekilleri, halkın % 96 ' sını temsil ettiklerini ileri sürerek, Etajenero' ya, 'Milli Meclis' adını vermişlerdir.
Kral' ın soylu ve rahip milletvekillerinin etkisinde kalarak,meclise karşı zor kullanmak istemesi, ve maliye bakanı Neker' i görevinden atması üzerine halk ayaklanarak, siyasal hükümlülerin hapsedildikleri ' Bastil Hapishanesi' ni basmıştır. Hükümlüleri kurtardıktan sonra hapishaneyi yakmış, yıkmıştır. (14 Temmuz 1789)
Bu olaydan sonra Fransız halkı silahlanmış ve İhtilale katılmıştır.
jakobenler iktidarda oldugu donemin basinda 1793 haziraninda fransanin 80 ilinden 60i parise karsi ayaklanmistir,alman prensliklerinin ordulari dogudan ve kuzeyden fransaya girmistir, ingilizler hem guneyden hem batidan fransaya saldirmislardir, ulke caresiz ve tukenmis bir haldedir ve tam bu tarihten 14 hafta sonra butun fransada denetim jakobenler tarafindan saglanmis ve duzen kurulmustur, isgalciler kovulmustur ve kesintisiz ve zahmetsiz 20 yil suren bir fransiz askeri hegemonyasi baslamistir. 1794 yilinda eskisinden 4 kat fazla olan ordu eskisinin yarisi kadar bir maliyetle cekilip cevrilmektedir.
jakobenlerin terorle ozdeslestirilmeside biraz abartili bir tanimdir. 14 ayda 17.000 kisi idam edilmistir. bu savas sartlari icerisinde 20.yy sartlarinda abartilmamasi gereken bir tanimdir. unutulmamalidirki yalnizca 1936 da sscbnin ukrayna sovyetinde 6milyon kisi oldurulmustur ve gene 1917 ihtilalinin sonucunda bolseviklerin iktidarinin ilk bir iki ayinda oldurulenler bundan kat kat fazladir. ancak genede belirli bir teror doneminin olduguda yadsinamaz.
jakobenler bunlardan baska fransanin temel bir cok kurulunu olusturmuslar ve son derece guclu bir anayasa etrafinda toplanmislardir.
jakobenler meclis siralari uzerinde yatarak, kotu bira ve bayat ekmek yiyerek gece gunduz calisarak fransayi bir noktadan bir diger noktaya bir ideal esliginde tasima basarisinin yaninda bugun bakildiginda daha farkli olsa olamazmiydi diye sorduran islerde yapmislardir ancak donem kosullari ile bakildiginda bu fransiz ihtilalinin aydinlanmaci zihniyetine asik insanlar tum dunyaya onemli bircok gelisim noktasi katmayi basarmislardir.
tapınak şövalyeleri
01.04.2004 - 11:27birinci haçlı seferi, 1099 yılında kudüs'ün düşmesi ve yaklaşık 460 yıldır müslümanların egemenliği altında bulunan toprakların hıristiyanların eline geçmesiyle sonuçlandı. haçlılar, kudüs'ü kendilerine başkent yaptılar ve sınırları filistin'den antakya'ya kadar uzanan bir latin krallığı kurdular.
bu tarihten sonra haçlıların ortadoğu'da tutunabilme mücadelesi başladı. kurdukları devleti ayakta tutabilmek için örgütlenmeleri gerekiyordu. bu nedenle daha önce benzeri bulunmayan 'askeri tarikatlar' kuruldu. bu tarikatların üyeleri, avrupa'dan filistin'e göç edip, burada bir tür manastır hayatı yaşıyor, bir yandan da müslümanlara karşı savaşmak üzere askeri eğitim görüyorlardı. (bkz: hospitalier)
bu tarikatlardan tapınakçılar, haçlıların kudüs'ü ele geçirmelerinden ve bir latin krallığı kurmalarından yaklaşık 20 yıl sonra tarih sahnesine çıktılar. 1118 yılında kurulan ve herkesçe tanınan adı 'tapınakçılar' veya 'tapınak şövalyeleri' (ingilizce'de templarsya da knights templar) olan bu tarikatın tam ismi 'isa'nın ve süleyman tapınağı'nın yoksul şövalyeleri' idi. ('pauperes commilitones christi templique salomonis') kurucuları ise toplam 9 şövalyeden oluşuyordu:
hugues de payens,
godfrey de st. omar,
godfrey rossal,
gundemar,
godfrey bisol,
payen de montdidier,
archibald des st. aman,
andrew de montbard ve
provins kontu. ortaçağ avrupasının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak bu tarikatın kuruluşu kudüs'te sessiz sedasız gerçekleşti.
yukarıda adı geçen kurucular dönemin kudüs kralı ii. baldwin'in huzuruna çıktılar ve birinci haçlı seferi'nin ardından kudüs'e akın eden hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler. kral hugues de payens'i yakından tanıyordu. kendilerine büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar süleyman tapınağı'nın yer aldığı (mescidi aksa'yıda kapsayan) bölgeyi tahsis etti. selahaddin eyyubi 'nin hıttin savaşı'nın ardından kudüs'ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince 'tapınak tepesi', tapınakçılar'ın merkezi oldu. kendilerine 'süleyman tapınağı' ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de işte budur.
kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu tarikatı kurmalarının amacı, kutsal toprakların ve hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamaktı. ancak tapınakçılar gerçekte yardımseverlik değil, aksine ekonomik ve siyasi çıkarlar peşindeydiler.
1118'de, aralarında geoffroi de saint-omar ve hugues de payens'in bulunduğu, doğu'daki dokuz haçlı şövalyesi kendilerini dine adadılar.
tapınakçılar örgütü kısa bir süre sonra yeni katılımlarla hızla büyümeye başladı. 1120'de foulgues d'angers, 1125 yılında champagne kontu hugo tarikat şövalyesi oldular. tarikatın gizemli havası ve mistik öğretisi pek çok avrupalı 'asil'in ilgisini çekmişti. bu gelişim, tarikatın 1128 yılındaki troyes konseyi'nde papalık tarafından resmen tanınmasıyla daha da hız kazandı.
bu onayı gerçekleştirmek üzere, tarikatın önderi hugues de payens beş şövalyeyle birlikte papa ii. honorius'u ziyaret eder. kudüs patriğinin ve kral ii. baudoin'in mektuplarını sunar; tampliyeler'in görevlerini, hizmetlerini ve yararlarını anlatır. 13 ocak 1128'de troyes'da konunun müzakeresi için konsil toplanır. konsile çok sayıda yüksek din görevlisinin yanında özellikle citeaux başrahibi etienne harding ve clairvaux başrahibi saint bernard da katılır. büyük üstad, konsillere tampliye örgütünü yeniden takdim eder. tatmin olan troyes konsili, isa'nın fakir şövalyeleri adıyla dinsel şövalyelik tarikatının kurulmasına ve tüzüğünün saint bernard tarafından hazırlanmasına karar verir. böylece tampliye tarikatı resmen kurulmuş olur.
tapınakçılar'ın gerek örgütlenmesinde gerekse ilerlemesinde en çok katkısı olan kişi saint bernard'dı. saint bernard, tarikatın kurucularından andrew de montbard'ın kuzeniydi. tapınak şövalyeleri'nin nizamnamesini, kendi mensubu olduğu cistercian mezhebinin ilke ve kuralları doğrultusunda kaleme aldı.
'bernard'ın belgesi, de laude novae militae (yeni şövalyeliğe şükran) , christendom'u bir ucundan diğer ucuna geçti, hemen ardından tapınakçı askerlerin sayısı arttı. aynı zamanda avrupa'nın kralları ve baronlarından bağışlar, hediyeler tapınakçılar'ın kapısına düzenli olarak ulaşıyordu. şaşırtıcı bir süratle, dokuz şövalyeden oluşan küçük grup, tapınakçılar şirketi'ne dönüştü.'
kısacası onun sayesinde tapınakçılar benzeri görülmemiş ayrıcalıklara sahip oldular; diğer dini tarikatlara tanınmayan imtiyazlar elde ettiler. 'ortaçağ'ın en başarılı askeri, ticari ve mali organizasyonlarından biri' oldular. kutsal topraklardan avrupa'ya kadar her yerde bir 'efsane' olarak dilden dile dolaşmaya başladılar. örgüt kısa bir zaman diliminde, dokuz şövalyeden iyi eğitimli on binlerce çalışana ve muazzam bir sermayeye sahip dev bir şirkete dönüştü: 'yeni üyeler, para ve arazi teklifleri her yerden akmaya başladı. kısa zamanda inşa edilen pek çok kale, çiftlik ve kilise, tapınak şövalyeleri ve hizmetçileri tarafından kullanıldı. tapınakçılar gemileri teçhiz ettiler, hem ticaret hem de savaş gemileri filosu oluşturdular. zamanla dönemlerinin en tanınmış savaşçıları, seyyahları, bankerleri ve finansörleri oldular. % 60'a varan faiz oranlarıyla borç veren örgüt 'avrupa'daki servetin büyük bir bölümünü elinde bulundurur duruma geldi. o derece zenginleştiler ki avrupa'nın kralları borç para bulmak umuduyla kapılarını çalıyordu. bunun neticesinde de krallıklar büyük oranlarda borçlu duruma düştüler. diğer bir ifadeyle avrupa ekonomisi bu örgüte bağımlı hale gelmişti. bir dönem, ingiliz krallığının mali işleri tapınakçılar'ın londra'daki merkezinden, fransız krallığı'nın mali işleri ise yine bu örgütün paris'teki merkezinden yönetiliyordu. söz konusu durum, onlara krallar ve alınan kararlar üzerinde söz sahibi olma, hatta istedikleri gibi kralları yönlendirme imkanı verdi.
bu durum papalığı kızdırmakta gecikmedi. bunun üzerine tasfiyeye girişildi ve bunun için yüzyıllar sürecek söylencelere yol açacak bir söylentiye başvuruldu. buna göre tapınakçılar kudüs'te bulundukları dönemde bir değişim yaşamışlardı.
photius zamanından beri roma'nın dinsel otoritesine gizli ya da açık daima düşmanlık gösteren bir piskoposluk olan constantinople patriğinin 'nin önünde ant içen tampliyelerin ilan edilen görevi, kutsal yerleri ziyarete gelen hıristiyanları korumaktı.
ancak bunun ardında gizli amaçlar edindiklerine ilişkin söylentiler hristiyan dünyasına yayılır oldu. söylentilere göre tapınakçılar hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul etmişlerdi.
bunun temelinde ise, kudüs'teki süleyman tapınağı'nda 'keşfettikleri bir giz' yatıyordu. zaten tapınakçılar'ın kudüs'teki asıl hedefleri, süleyman tapınağı'nın harabelerini araştırmaktı.
tapınakçılar'ın 'filistin'e giden hıristiyan hacıları korumak' şeklindeki görüntüyü sadece bir kılıf olarak kullanmaktaydılar. gizli amaçları ezekiel'in haber verdiği modele uygun olarak süleyman mabedi'ni yeniden inşa etmekti. en baştan beri roma'nın (papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydılar ve amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak kabalistik dogmayı yerleştirmekti. (bkz: ezekiel/9)
dolayısı ile tarikatı kuran dokuz şövalyenin gerçek amacı, yahudiliğin ve eski mısır'ın gizli geleneklerinin özünü içeren kalıntılar ve yazıları bulabilmek için bölgede araştırma yapmaktı ve amaca ulaşmışlar ve hıristiyan bir dünyada doğmalarına, hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen, hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir 'kaynağa ulaşmışlardı: kabala!
kabala, kelime anlamıyla 'sözlü gelenek' demektir. ve sözlüklerde, yahudi dininin mistik, ezoterik (batıni) bir kolu olarak tarif edilir. bu tanıma göre, kabala, tevrat'ın ve diğer yahudi dini kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir.
ancak birçok hristiyan ve müslümanın günümüzde de sürdürmekte oldukları ve o dönem hristiyan aleminde kök salmış bir düşünüşe göre kabalanın gizeminin ardında daha farklı gerçekler vardır. bu görüştekilerin vardıkları sonuç ise, kabala'nın, yahudiliğin temeli olan tevrat'tan da önce var olan, tevrat'ın vahyedilmesinden sonra yahudiliğin içinde yayılan, 'pagan' yani putperest kökenli bir öğreti olduğudur.
kaynak:tapınak şovalyeleri (dost yayınevi / yazarı piers paul read)
kabala
01.04.2004 - 11:19ibranice gelenek anlamına gelir. üç değişik okuma tekniği (gematria,notarikon,temurah) ile tevrat' ı yorumlar. amaç tanrı, cin ve meleklerin gizli adlarına ulaşmaktır. bu adlara ulaşan kişi sonsuz bir yaratma ve yok etme gücüne sahip olur.ortaçağ boyunca yazılmış iki kabala kitabı vardır. bunlar sefer yetsirah ve sefer hazzohar dır.
anti semitizm
01.04.2004 - 11:14anti-semitizm, anti-sizyonizm le karıştırılmamalıdır.Çünkü anti-Siyonizm yayılmacı, saldırgan, dünyayı ele geçirme niyetinde olan İsrail Devletinin yürüttüğü politikalara karşı olmaktır.Oysa Anti-Semitizm, bir ırkçılıktır, yahudi düşmanlığıdır.Karşı olunması gereken Siyonist felsefedir.
abd
01.04.2004 - 11:03Amerika Birleşik Devletleri istiklâl beyannamesini imza eden 56 kişinin 53'ü ilk kurucu meclisin 55 üyesinden 50'si, ilk kurulan 13 devletin bütün valileri ve Washington'un 29 generalinden 20'si, 106 subayindan 104'ü Masondu.
(KAYNAK:www.mason.org.tr)
mason
01.04.2004 - 11:00İlluminati şebekesi ile bağları vardır.
İlluminati
01.04.2004 - 10:59Yeni araştırmacıların, Illuminati şebekesinin ilk bölümlerinden biri olarak keşfettiği kısmı da, Yuvarlak Masa isimli İngiliz-asıllı gizli örgüte bağlanan organizasyonlar grubudur.
Bu grup, Bilderberg Grubu, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon, ve Roma Klubü isimli organizasyonlardan oluşmaktadır.
Bu şebeke, Illuminati’yi en güçlü şekilde ifade edebilecek olan şebeke değildir. Illuminati ağı içerisinde birçok seçkin grup vardır, fakat bu “Yuvarlak Masa” organizasyonları, Illuminati Planı’nın gündelik politik, ekonomik, iş dünyası, ordu (özellikle NATO) , eğitim ve diğer tüm alanlardaki beyin yıkamalarında anahtar rolü oynamaktadır.
Bunlarla ilgili birçok ayrıntıyı, “En Büyük Sır” ve “..ve gerçek seni özgür kılacak” isimli kitaplarımda okuyabilirsiniz. Ama kısaca açıklamak gerekirse, bu şebeke, Dünya gezegeninin merkezi kontrolünü içeren Illuminati Planı’nı, 20. yüzyıl geçerken daha da ileriye ve öteye taşımak için yaratılmıştı.
Yuvarlak Masa, 19. yüzyılın son zamanlarında Londra’da (Illuminati’nin faal merkezi) yaratılmıştı. İlk resmi lideri, Güney Amerika’yı acımasızca idare etmiş olan ve bu toprakları siyah insanların elinden alan, Cecil Rhodes idi. Teoriye göre, şu anda siyah insanlar Afrika’daki politik kontrolü ellerinde bulundurmalarına rağmen, esas kararlar, hâlâ daha, siyah başkan ve lider kuklaları aracılığı ile Avrupalı ve Amerikalı seçkinler tarafından verilmektedir. “Bağımsızlık” bir hayaldir.
Rhodes, bir kabileyi diğer kabileye karşı oynatmıştı ta ki tümü birbirlerini savaşta yokedene ve böylece Rhodes ve İngiliz’in yönetimi devralmasını sağlayana dek. Bu, hâlâ daha, günümüzde Afrika’da sürmekte olan çatışmalarda aynen olmaktadır (bunlarla ilgili detaylı yazıları websitesinde bulabilirsiniz) . Rhodes,Yuvarlak Masa’nın amacının İngiltere tarafından (İngiltere merkezli Illuminati tarafından) kontrol edilen bir Dünya Hükümeti kurmak olduğunu söylemişti.
1902’de öldüğünde, parasını, kendi vasiyeti üzerine, “Rhodes Bursları” parasal kaynağını oluşturmaya bırakmıştı. “Rhodes Bursları”, dış ülkelerden gelen öğrencilerin Oxford Üniversitesi’nde -Illuminati’nin “eğitimsel” beyin-yıkama merkezinde- eğitim görebilmeleri için onların masraflarını karşılayan bir programdır. Ülkelerine dönüp de politika, ekonomi ve medya gücünü elinde tutan konumlara yerleşen “Rhodes Mezunları” ile diğer genel öğrenci nüfusu arasında dağlar kadar fark vardır. Onlar, Illuminati temsilcileri olarak görev yaparlar. Bugün, dünyadaki en meşhur Rhodes Mezunu, iki-defalık Amerika Başkanı Bill Clinton’dur. Fakat, Rhodes Yuvarlak Masa’nın resmi öncüsü olmasına rağmen, esas sermayeyi sağlayan ve kontrol edenler, birçok global komplonun merkezinde yer almış olan bankacılık hanedanı Rothschild Ailesi idi. Bu Yahudi-karşıtı bir işaret değildir çünkü Rothschildlar Yahudi olduklarını iddia etmektedirler. Yahudi insanları herkesten fazla sömüren ve onların beynini yıkayan da Rothschildlar’dan başkası değildir! ! (Bak: Hitler bir Rothschild mıydı? Makalesi.)
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında, Yuvarlak Masa’nın ABD ve İngiltere’deki gizli seçkinleri, kendi hükümetlerinin savaş konseylerindeki başrole sahip kişilerdi.. Belgelerle de ispatlanabileceği gibi, bu kişiler global çatışmaya yol açacak olayları yaratmak için beraber çalışmışlardı. Problemi-yarat-sonra-çözümü-sun teknikleri sayesinde, global statükoyu bu savaşla yoketmek ve böylece dünyayı, savaş bittikten sonra, kendi Planlarının öngördüğü imaja göre yeniden çizme şansını yakalamak istiyorlardı. Ve bunu da aynen yaptılar.
Savaştan sonra, dünyadaki güç, savaştan öncesine göre, daha da az birkaç kişinin eline verilmiş ve indirgenmişti, ve bunu yine kendilerinin yarattığı İkinci Dünya Savaşı ile de daha öteye götürüp geliştirdiler. Bu durum, bugüne dek sürdü, ve aslında, her geçen dakika daha da hız kazanmaktadır.
1919 yılında, Paris yakınlarında, Versailles Barış Konferansı’nda biraraya gelen Amerika ve İngiltere’den Yuvarlak Masa’nın seçkinleri, Alfred Milner, Edward Mandel House, ve Bernard Baruch gibi şahıslar, kendi ülkelerini temsilen toplantılara atandılar ve aslında kendilerinin yarattığı savaşın sonucu olarak, dünyanın nasıl değişeceğini karar vermeye başladılar. Almanya’yı ödenilmesi imkansız tazminatlara tabi tuttular, ve böylece savaş-öncesi Weimar Cumhuriyeti’nin, inanılmaz bir ekonomik çöküntü arasında, kalıp yıkılmasını garanti altına aldılar. Tüm bunların getirdiği sonuç ise “gayet rastlantısal” olarak Hitler’in gücü eline geçirmesi oldu. (Bak…’Hitler bir Rotschild mıydı? ’ Makalesi) Ayrıca, Illuminati’nin Yuvarlak Masa üyeleri, Paris’te Hotel Majestic’teyken, Bilderberg(Bil) -Dış İlişkiler Konseyi(DİK) -Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu(KUİK) -Üçlü Komisyon(ÜK) şebekesini oluşturma işlemlerine başladılar. Buna ek olarak, Versailles’da karar verdiler ki Filistin’de bir Yahudi anavatanının yaratılmasını destekleyeceklerdi. Kitaplarımda da gösterdiğim gibi, bu üyelerin her biri ya Rothschild soyundan gelmekteydi ya da onlar tarafından kontrol edilmekteydi.
Versailles Barış Konferansı’ndaki, Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, Rothschild klonları ve ABD Yuvarlak Masa öncüleri Colonel House ve Bernard Baruch tarafından “önerilmişti”; İngiltere Başbakanı Lloyd George, Rothschild çalışanı ve Yuvarlak Masa lideri Alfred Milner ve Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel Rothschild’ın torunu Sir Phillip Sassoon tarafından “önerilmişti”; Fransız lider Georges Clemenceau, gerçek ismi Jeroboam Rothschild olan kendi İçişleri Bakanı Georges Mandel tarafından “önerilmişti”.
Burada kararları kimin verdiğini sanıyorsunuz? ?
Hotel Majestic’teki gizli toplantılarının sonucu olarak, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu Londra’da 1920 yılında, Dış İlişkiler Konseyi 1921 yılında, ve bunları takip eden Bilderberg Grubu (1954) , Roma Klubü (1968) ve Üçlü Komisyon (1973) kuruldu. Tüm bu organizasyonlar, Rothschild’lar, Rockefeller’ler ve Illuminati’nin daha yüksek güçlerine çalışan Henry Kissinger gibi önde gelen beyin-yıkayıcılar tarafından idare edildi ve edilmektedir.
Bu organizasyonların, üyeleri arasında global politika, iş dünyası, bankacılık, medya, “eğitim” ve diğer alanlardaki en yüksek mevkili insanlar bulunmaktadır. Bunlar, görünüşte bağlantısız ülkeler, politik partiler ve kuruluşlar aracılığı ile, halkların bilgisi dışında, ayni global siyasetleri, planlı bir şekilde düzenleyen kanallardır. Malta Şövalyeleri, Masonlar gibi diğer gizli örgütlerin yüksek konumları da, bu Yuvarlak Masa ağına bağlanır.
(David İcke)
abd
01.04.2004 - 10:53* kizilderili soykirimiyla baslayarak...
* 1898'de meksika'yi isgal etti.
* ayni yil (1898) küba'ya girdi.
* 1921 yilinda nikaragua'yi isgal etti. ulusal muhafizlar adli ve
basini somoza'nin çektigi terör örgütünü kurdu. anti-emperyalist
direnisin basini çeken sandino ve 300 kisiyi katletti. 40 yildan
fazla sürecek bir terör devrini baslatti. sabotaj ve suikastlar
düzenledi.
* 1945'te japonya'nin hirosima ve nagazaki kentlerine atom bombasi
atarak bir anda 250 bin kisiyi vahsice öldürdü.
* 1950-53 yillari arasinda yüzbinlerce yurtsever koreliyi katletti.
* 1954'te binlerce guetamalaliyi öldürdü.
* 1955'te endonezya, laos ve kamboçya'da çok sayida cia operasyonu düzenledi.
* 1956-59 yillari arasinda kübada 60.000 kisiyi, abd'li danismanlarin ve batista'nin birlikte yürüttügü operasyonlarda katletti.
* 1961'de küba'ya karsi domuzlar körfezi çikartmasini örgütledi.
* 1965'te isbirlikçi suharto, 1 milyon komünist ve ilerici endonezyaliyi katletti.
* ayni yil dominik'e parasütçülerini indirdi ve 10 bin dominikliyi katletti.
* 1975'te vietnam'dan kovuldugunda arkasinda milyonlarca ölü ve sakat birakti. abd'nin vietnam'da halkin üzerine attigi 638 bin ton bomba, ii.dünya savasi sirasinda avrupa ve afrika'ya atilan toplam bombalarin yarisidir. kisi basina asagi yukari 5 bomba atildigi söylenmektedir. milyonlarca insan stratejik köylere sürülmüs, onbinlerce kadinin irzina geçilmis, yüzbinlerce insan sakat birakilmistir, milyonlarca insan iskenceden geçirilmistir.
* 1970-75 yillari arasinda kamboçya ve laos'ta 1 milyon insani katletti
* 1973'te sili'de cia'nin düzenledigi darbe ile 30 bin kisi katledildi.
* arjantin'de fasist generallerle yaptigi isbirligi sonucu 30 bin kisi kaybedildi.
* 1983'te lübnan'a müdahale etti. 14 bin deniz piyadesinin katildigi operasyonda binlerce ilerici yurtsever lübnanli katledildi.
* ayni yil lübnan'a ikinci bir müdahalede bulundu. akdenizde eskiyalik yapan amerikan 6, filosuna ait savas gemileri lübnan'a günlerce bomba yagdirdi.
* yine ayni yil grenada'yi isgal etti. yüzlerce ilerici ve yurtsever katledildi.
* 1986'da uluslararasi haydutluk örnegi sergileyerek libya'yi bombaladi, bine yakin sivili katletti. ülkeye ambargo uygulayarak deniz ablukasina basvurdu.
* 1989'da panama'ya asker çikartti ve 5 bin panamaliyi öldürdü.
* 1991'de irak'in kuveyt'e girisini bahane ederek diger emperyalist güçleri de ardina takarak irak halkina karsi bomba yagdirdi. 100 binin üzerinde insani katlettigi bu vahseti iletisim kanallariyla tüm dünyaya resmen izlettirdi. abd uçaklari irak halkinin üzerinde 12 bin sorti yaptilar.
* somali'deki durumu bahane ederek yine diger emperyalist güçleri de pesine takarak ülkeyi isgale giristi.
* iran'a karsi baslattigi ambargoyu yillardir sürdürüyor.
* latin amerika'da abd'nin bulasmadigi savas, katliam, insan haklari ihlali yok gibidir. nikaragua'dan kaçan iskenceci, halk düsmani kontralari özgürlük savasçilari adi altinda honduras'ta üslendirdi ve silahlandirarak nikaragua halkinin üstüne saldirtti. birçok latin amerika ülkesinde de ulusal muhafizlar adi altinda ölüm mangalari'ni örgütledi, egitti, finanse etti, silahlandirdi ve halkin üzerine saldirtti.
* sadece 1946-1975 yillari arasinda tam 215 kez askeri gücüne basvurmustur. ayni yillarda insanliga 19 kez nükleer silah kullanma tehdidini savurmustur
yeni dünya düzeni
01.04.2004 - 10:47calisma yöntemleri söyledir:
yeni dünya düzeni stratejistleri önce bir problem yaratirlar. bunu kurulu bir politik güce (bu bir devlet, bir bölge, hatta bir kita olabilir) muhalif olan bir grubu fonlamak, böyle bir grup olusturmak veya olanlari egitmek suretiyle yaparlar. bu iki zitlasan grubun catismasi 'yeni dünya düzeni'nin manevra alanina girmesi demektir kafadan. kontrolünü tamamen elinde tuttugu medya, bu gruplari 'özgürlük savascilari' adi altinda lanse eder.
bu arada politik gücün lideri de 'iste yeni hitler' gibi yayinlarla 'demonize' edilir (bkz.saddam,milosevic,kaddafi) . bununla birlikte yeni dünya düzeni stratejistleri, politik gücü de silah, danisma vs. gibi konularda destekler, hatta bunlari da yaratir. yani ikili oynamakta ustadirlar ve her iki taraftan da para götürmede gelismislerdir.
kontrol altindaki medya tarafindan, konu dünyanin gündemine getirilir: bir seyler yapilmali! bu da istenilen tepkinin dogmasidir zaten.
yeni dünya düzeni'nin kuklalari bu bölümde devreye girer. bm baris gücü, koalisyon, nato gibi isimlerle bölgeye girilir ve yönetim ele gecirilir. bir daha asla ayrilmamak üzere... ana fikir yeni dünya düzeni'nin kontrol ettigi silahli güclerin temel stratejik bölgeleri ele gecirmesi ve kontrol altina almasidir.
kim bunlar?
uluslararasi bankerler, petrol baronlari, ilac kartelleri ve baska ulusötesi güclerdir. ingiliz kraliyet ailesi, alman kökenli avrupa soylulari üst düzey aktörlerdir. birlesmis milletler, dünya bankasi, imf, dünya saglik örgütü bunlarindir. nato askeri güclerini olusturur. tüm g-8'ler bunun aktif elemanlaridir. bu ülkelerin baskan veya basbakanlari özel olarak bu ülkelerin basina getirilir. bunun kim oldugu farketmez. adi bugün bush olur, yarin john kerry...
hepsi ayni tornadan gecmistir. oyuna dahil olmayan ortadan kaldirilir (bkz: kenedy,aldo moro,ali bhutto) .
yeni dünya düzeni
01.04.2004 - 10:45farkli cografyalara farkli kaoslar getirir. irak, afganistan, somali, ruanda, haiti, endonezya gibi örneklerde din-mezhep-etnisite ayriliklarini körükler (suriye-iran-türkiye-kafkasya buna dahildir) . kosova'da yasanan, kibris'ta yasanacak olan budur. 'düzen' ve 'demokrasi' adi altinda gercekte kaos getirir ve bunu yönetir. her ayrisma daha cok güvenlik ihtiyaci, daha cok ekonomik düskünlük demektir cünkü. bununla birlikte ortadogu'da yaratilacak her yeni kaos, israil'in güvenligini artirir.
abd, ingiltere, ispanya gibi merkez cografyalarda ise ayrisma temelli kaos yerine, birlestirici temelli kaoslar yaratir. elektrik kesintileri, kaynagi net olmayan terör hareketleri (11 eylül gibi) , bunun örnegidir. bunlar vesile edilerek yönetimler ele gecirilir, neofasist tedbirlerle kitleler istenildigi gibi yönlendirilir
İlluminati
01.04.2004 - 10:31Türkiye de son zamanlarda İlluminati ve benzer siyonist masonik yeraltı örgütleri hakkında birçok kitap yayımlandı.Kıyamet komplosu(atilla akar) Uluslararası güç odakları(Texe Marrs) Dünyanın yeni efendileri(John Pilger) ve Ezoterika (Aydoğan Vatandaş) bunlardan bazıları.
İlluminati
01.04.2004 - 10:25Dünyayı gerçekten kim yönetiyor?
İngiltere’den eski bir gazeteci ve televizyon sunucusu – David Icke, “En Büyük Sır”, “..ve gerçek seni özgür kılacak” ve “Ben Benim, Ben Özgürüm” isimli kitaplarını da içeren 11 kitap yazdı. David Icke, son 10 yıldır en büyük sırrı açığa çıkarmak için çalışmakta – dünyayı gerçekten kimin yönettiğini ve bunu binlerce yıldır nasıl sürdürdüğü gerçeğini. Hayretler içerisinde bırakan ve çok ilginç ve keyifli bir okuma sağlayan bir bilgi. İşte David Icke’ın websitesi’nden derlenmiş bir giriş – tanıtım yazısı
{www.davidicke.com}
Ben, David Icke, Illuminati isimli (kendilerini “aydınlanmış”-“illuminated” şahıslar olarak görmelerinden gelen bir isim) gizli bir global topluluğun eski çağlardan beri nasıl kontrol gücünü ve hakimiyetini elinde tuttuğunu, güçlerini Orta ve Yakın Doğu’dan (ve diğer merkezlerden) başlayarak önce Avrupa’yı ve, -İngiliz Krallığı ve diğer Avrupa imparatorlukları sağolsun-, Amerika kıtasını, Afrika’yı, Avustralya’yı, Yeni Zelanda’yı, Asya’yı ve kısacası bütün dünyayı yönetmek ve kontrol etmek için nasıl genişlettiğini açığa çıkarmakla uğraşmaktayım ve araştırmalarımı sürdürmekteyim.
Ne zaman ki, bu imparatorluklar önceden işgal etmiş oldukları yerlerden çekildiler, Illuminati bu bölgelerde gizli topluluk şebekelerini ve Illuminati kanbağlarına sahip soyları arkasında bıraktı. İşte o zamandan beri, bu imparatorluktan kurtulmuş sözde “özgür” ülkelerde bunlar kontrolü elinde tutmaya ve olayların gelişimini orkestra şefi misali yönetmeye devam ettiler. İki çeşit diktatörlük ve hapishane vardır. Birincisi, açık şekilde, göz önünde yapılan, net diktatörlüklerdir (komunizm, faşizm, vs.) ve ikincisi de tümünün içinde en etkili tür olan – üstü örtülü, gizli diktatörlüktür – özgürlük maskesi altına saklanmış diktatörlük.
İnsanlar, eğer özgür olduklarını düşünürlerse, özgür olmamak adına isyan etmezler!
Illuminati, uzun zamandır hazırlanmış ve düzenlenmiş bir planı yürürlülüğe koymak için çalışıyor. Bu Plan, bir dünya hükümeti, dünya bankası, dünya ordusu ve global bir bilgisayara bağlı mikroçiplenmiş bir insanlık yaratmaktır. Kullanılmaya hazır bir beyine sahip herkes, tüm bu yukarıda sayılan şeylerin, her geçen gün daha da hız kazanarak, gerçekleşmekte ve yüzeye çıkmakta olduğunu görebilir.
Global gücün bu yapısı altında, Avrupa Birliği (Avrupa Ekonomik Topluluğu serbest ticaret alanından evrimleşmiş olan) , Amerikan Birliği (Kuzey Amerika serbest ticaret alanından evrimleşmekte olan) , ve Pasifik Birliği (Asya Pasifik Ekonomik Topluluğu serbest ticaret alanından evrimleşmekte olan) gibi süper devletler dizayn edilmiş olacak. NATO (BM Barış Kuvvetleri ile birleşmekte olan) , Birleşmiş Milletler’in evrimleşmesi ile ortaya çıkacak olan Illuminati dünya hükümetine egemenliğini vermek istemeyen ülkeleri hizaya sokmak için, planın bir parçası olarak dünya ordusu ve dünya polis gücü olma yolunda ilerlemektedir.
Global kontrolün yapısı, piramitler içerisinde piramitlerdir. Tıpkı Rus kuklaları gibi, bir kukla diğer kuklanın içerisinde. Eğer günümüzün organizasyonlarına bakarsanız, görürsünüz ki her biri bir piramit şeklinde yapılanmıştır. Piramitin alt seviyelerinde bulunanlar, çalıştıkları organizasyonun gerçekte nerden ibaret olduğunu bilmezler. Onlar yalnızca her gün işlerini yaparlar ve evlerine dönerler. Onlar, yaptıklarının, aslında çok belirgin ve kötü bir düzen ile gidişat yaratmakta olan diğer kişilerin çıkarları ile nasıl bağlantılı olduğunu bilmezler. Sadece, piratimin en üstündeki birkaç kişi bunu bilir. Böylece, bir organizasyon içerisinde, birkaç kişi binleri yönetip sömürerek, yine binlercesinin varlığından dahi haberdar olmadığı Illuminati Planı’nın gelişmesini sağlarlar. Bu yapının, ayni şekilde milyarları yönetip sömüren global bir versiyonu vardır.
Bu “tek-bireysel” organizasyonlar, mesela; bankalar, ülkeler-arası şirketler, medya imparatorlukları, NATO, vs., sonrasında daha da büyük piramitlere bağlanırlar. Böylece bulursunuz ki, örneğin, global bankacılık piramitinin en tepesinde, tüm bankalar eninde sonunda ayni insanlar tarafından yönetilmektedir – yani Illuminati tarafından. Bu durum, ülkeler-arası şirketler, medya vs. için de aynen geçerlidir. Tüm bankacılık, iş dünyası, medya, ordu, politika ve gezegeni kontrol altında tutan diğer kuruluşlar piramitlerini kapsayan dev bir global piramit vardır. Bu piramitin tepesinde ise, global kontrol için Planlarını, görünüşte bağlantısız olan tüm kuruluş ve organizasyonlar aracılığı ile, ilerletip geliştirmekte olan Illuminati’nin en seçkin birkaçı bulunur.
Bu, neden hayatımızın tüm alanlarında, -bankacılık, iş dünyası, medya, politika, ve diğerleri- sürekli ve ardı arkası kesilmeyen global güç için merkezileştirme hareketlerinin gerçekleşmekte olduğunu açıklar. Tüm bunlar, AYNİ insanlar tarafından AYNİ planın düzenine göre yürütülmektedir. Websitemde bu Plan hakkında ayrıntılı bilgi veren makalelerimi ve yine site üzerinden sipariş edebileceğiniz kitaplarda muazzam enginlikteki bilgileri bulabilirsiniz.
Illuminati, insanlığı zihin ve duygular aracılığı ile idare etmekte ve köleleştirmektedir. Dünyada birçok insan vardır, fakat onları fiziksel olarak kontrol altında tutacak bir kaç Illuminati vardır –küçük bir ölçü haricinde. Onlar, kitlelerin düşündüğü ve hissettiği yolu idare etmek zorundadır ki böylece hayatlarımızı Illuminati’nin istediği şekilde yaşar ve etrafımızdaki dünyayı Illuminati’nin istediği şekilde görürüz. Örneğin; en güçlü idare etme tekniği, benim “Problem – Reaksiyon – Çözüm” adını verdiğim tekniktir. Şu şekilde çalışır:
İnsanların hoşuna gitmeyeceğini bildiğiniz birşeyi sunmak istiyorsunuz. Bu, polise daha fazla yetki vermek, esas özgürlüklerin daha fazla zedelenmesi, ve hatta bir savaş bile olabilir. Bilirsiniz ki, eğer bu siyasetleri insanlara açıkca sunarsanız, onlar tarafından aşırı bir reaksiyon alacaksınız. Bu nedenle, önceden bir PROBLEM yaratırsınız, suç oranında bir artış, daha fazla şiddet, bir terörist bombası, bir hükümet çöküntüsü, veya savaş gitmesi için Saddam Hüseyin gibi Illuminati kuklalarınızdan birini alırsınız.
Bu problem için, sizin, yani aslında herşeyin arkasında olan gerçek kişinin değil de, başka birinin suçlandığını garanti altına alırsınız. Böylece, Amerika’da söyledikleri gibi, bir “avanak” yaratırsınız; bir sözde Oklahoma bombacısı Timothy McVeigh gibi, bir sözde Kennedy suikastcisi Lee Harvey Oswald gibi. Sonra medyanı kullanırsın ve insanlara, senin imal edilmiş olayın hakkında ne düşünmeleri gerektiğini ve o olay için kimi suçlamaları gerektiğini söylersin. Ve bu da bizi ikinci bölüme getirir, insanlardan gelecek REAKSİYON’a – “Bu daha fazla devam edemez! Buna karşılık ne yapacak ONLAR, ha?
Bu da ONLARa rahatca ve açıkca, kendi yarattıkları problemlere ÇÖZÜMLER sunmaları iznini verir – Planlarını geliştirecek olan, global gücün daha fazla merkezileştirilmesi veya daha fazla esas özgürlüklerin zedelenmesi için yeni yasama getirilmesi. Bu teknik, tüm zamanlarda, insan zihni ve duyguları üzerinde kullanılmıştır, tıpkı beyni yıkanmış genç ve yetişkinlerin silahlarla çılgına dönmesi ve hemen arkasına acil silah kontrol yasalarının getirilmesi gibi.
Bunu, silah bulundurmayan ve tutkulu bir şekilde şiddetsizliğe inanan biri olarak söylüyorum. Ama sokak stili yaşayacaksak kendi inançlarımızın ötesine bakmalı ve farketmeliyiz ki Illuminati kendilerine karşı silah KULLANABİLECEK herkesi sistematik olarak silahsızlandırmayı hedeflemektedir. Tıpkı Adolf Hitler toplama kamplarını doldurmaya başlamadan evvel, ayni silah-karşıtı yasama kampanyasını başlattığı gibi, aynisini günümüz dünyasında görmekteyiz.
Şimdi, bu Planın tarihinde çok önemli bir dönüm noktasında bulunmaktayız. Önümüzdeki aylar ve yıllarda, Illuminati tarafından oynanacak birçok kart beklemededir. İnsanlık tarihinde bir kavşak üzerindeyiz. Özgürlüğü seçebilir veya Nazi Almanya’sının global bir versiyonu olan global faşist devletin kontrolü altına düşebiliriz.
Bu, böyle olmak zorunda değil, ama bunu durdurmak için de birçok koltuktan birçok kıç kaldırılmak durumunda. Websitem ve kitaplarım, size, bilinçli seçimler yapabileceğiniz, detaylı bilgi verecektir.
Bu makalede okuduğunuz, bilinmesi gereken şeylerin yalnızca ufacık bir bölümü ve bu küçük özetin anlattığının tersine, resim aslında çok daha büyük ve çok daha olağanüstü. Websitemde ve kitaplarımda herhangi bir yere bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız!
Sevgiler,
David Icke
derin dünya devleti
01.04.2004 - 10:21yazar Atilla Akar’la 'Derin Dünya Devleti' kitabıyla ilgili yapılan röportaj:
Gazeteci-yazar Atilla Akar’la; “Derin Dünya örgütleri”nin yapılarını, dünya üzerinde yapmak istediklerini, plan ve hedeflerini konuştuk. Atilla Akar, genç yaşına rağmen 7 kitaba imza atmış bir isim. Son iki kitabının konusu ise “Derin Dünya Örgütleri”... Akar, kendisine “komplo teorisyeni” denilmesinden hiç gocunmuyor. Hatta bu tabirin belli çevrelerce maksatlı olarak kötü gösterildiğini belirterek, “Komplo ifadesine iade-i itibar istiyorum” diyor.
Sebebini ise “Dünya bazı organizasyonlarca bir virüs gibi sarılmış. Derin güçler, nasıl ki komplo kurup dünyayı yönlendiriyorlarsa, bunların planlarını ve hesaplarını kamuoyuna anlatan birileri de olmalıdır” diye açıklıyor. Amerika’nın Irak’ı istilâ etmek için düğmeye baştığı dönemde görüştüğümüz Akar, Irak Savaşı’nın da söz konusu örgütlerin yönlendirmesiyle ABD tarafından yapıldığını ifade ediyor. İşte Akar’ın “Birileri Armagedon istiyor” diyerek dikkat çektiği tehlike...
- Atilla Bey, ne zamandan beri komplo teorileriyle ilgilenmeye ve kitap yazmaya başladınız?
- 11 Eylül saldırısıyla birlikte “Global Komplo” ya da “Global Derin Devlet” organizasyonlarıyla yakından ilgilenmeye başladım. Diğer bir tabirle bende jeton 11 Eylül saldırısıyla düştü diyebilirim. Ama tabii ki kişisel bir altyapım, birikimim ve merakım vardı ki; bunu kendimce analiz edebilecek bir noktaya, seviyeye geldim. 11 Eylül olduğunda ve bütün televizyonlar kulelere çarpan uçak görüntüleriyle yayın yapmaya başladığı andan itibaren, daha ortada hiçbir veri yok iken ‘Bu ancak bir komplo olabilir’ dedim.
- Ondan sonra neler yaptınız?
- Jetonun düşmesiyle birlikte ister istemez araştırmaya, incelemeye ve bu yönde daha derinlemesine bilgi sahibi olmaya çalıştım. Sonunda da “global komploları” irdeleyen iki kitap yazdım. Bunlardan ilki “Kıyamet Komplosu”, diğeri ise “Derin Dünya Devleti” Birinci kitabımda Dünya Ticaret Merkezi’nin global amaçlı bir komplo sonucu yerle bir edildiğini, uçakların içinde “terörist” olmadığını ve söz konusu uçakların uzaktan kumanda teknolojisiyle kontrol edilerek binalara çarptırıldığını yazdım. İkincisinde ise “Derin Dünya örgütleri”nin yapısı, üyeleri ve dünyaya etkilerini kaleme almaya çalıştım.
- Tapınak Şövalyeleri ile bugünün en etkin örgütleri olan Dış İlişkiler Konseyi CFR (Council of Foreign Relations) , Bilderberg arasında bir bağlantı mı var?
- Komplocu organizasyonlar yeni değil. Komplolar neredeyse insanlık tarihi kadar eskidirler. Bugünkünün farkı, oyunun alanının büyümüş olmasıdır. Dünkü örgütlerin hedefi tek tek ülkelerdi. Bugünkü örgütlerin hedefi ise tüm dünyadır. Ortaya net bir fotoğraf koyabilmek için geçmişi de kurcalamak ve hatırlatmak gerekiyordu, öyle de yaptım. Onun için de konuya Templier Şövalyeleri ile başlamayı uygun gördüm.
- “Global komplo” derken tüm dünyayı planlarını uygulamak için istedikleri şekilde yönlendiren grup, örgüt ve organizasyonlardan bahsediyoruz... Bunları kimler yapıyor?
“YUTTURMACANIN ADI: GLOBALİZM”
- Bu konuda sağ da, sol da hata yapıyor. Sol, olayı sadece ekonomik ve sınıfsal bir olay görerek, ezoterik boyutlarını anlamayarak hata yapıyor. Sağ da sadece ezoterik tarafını görerek işin sınıfsal, ekonomik boyutlarını görmüyor. Bu ikisini sentezlemek lâzım. Emperyalizmi salt ekonomik bir olay olmaktan çıkatmak gerekiyor. Daha doğrusu emperyalizme de yön veren derin “şebeke” ekonomik operasyonların yetmediğini görmüş ve şimdi de bunu siyasi üst yapı ile tamamlamak istiyor. Bu yutturmacanın adı da “globalizm” olmuş. Bunlar esas olarak Amerika’da yuvalanmışlar. Bu çekirdek yapı, 1919 yılında, Paris’te ilk “Yuvarlak Masa Toplantısı”yla işe start verdi. Bir avuç global bankerin aldığı birtakım kararları hayata uygulamak için strateji geliştirdiler. 1921 yılında ise Dış İlişkiler Konseyi’ni (CFR) kurdular. O günden beri adım adım büyümüşlerdir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları onlara yayılma fırsatı doğurmuştur. 1954’te de Avrupa ayağı olan Bilderberg kuruldu. Burada bir parantez açayım. Bilderberg, Derin Dünya Devleti’nin planlarına göre; yıkılmış Avrupa’nın yeniden inşasıdır. Bunlara, kanser gibi tüm dünyaya yayılmak için Bilderberg de yetmemiştir. Bunun için de Trilateral Komisyon kurulmuştur. Bu oluşum da Asya’ya yönelik oluşturulmuştur.
- CFR, nasıl bir yapı? Bünyesinde kimler yer alıyor?
“DERİN ÖRGÜTLERİN BÜNYESİNDE YAHUDİLER VAR”
- Büyük sermaye babalarının kurmuş olduğu bir yapı... Buna her isteyen giremiyor. Bu yapıya dahil olmak için çok dar ve güçlü ilişkilere sahip olmak, çok elit olmak gerekiyor. Çekirdek yapının 10-12 kişiden meydana geldiği söyleniyor. CFR, “Derin Dünya Devleti”nin “politbüro”sudur. Oraya ait olabilmek için Rockefeller ailesi gibi olmak şart. Süper zenginlik de yetmiyor. Belli kan bağından, aynı gelenekten olmak gerekiyor.
- Hangi kan bağından olmak tercih konusu?
- Bu ailelerin Yahudi kökenli olduğu iddia ediliyor. Bir tür dayanışma içine giriyorlar. Öyle öyle yükseliyorlar. Bunlar sadece birbirlerinden kız alıp veriyorlar, ortaklık yapıyorlar ve aynı ezoterik cemiyetlerin üyeleri oluyorlar.
- Bunlar nasıl oluyor da tüm dünyayı etkiliyorlar?
“JAPONYA’YA ATOM BOMBALARINI KİM ATTIRDI? ”
- Birinci ayak ekonomi... Paraya sahip olan siyasi gücü de elde ediyor. Her alanda etkin oluyorlar. Zamanla etki alanlarını genişletiyorlar. Siyaset, finans, sosyal ve kültürel alanlara da el atıyorlar. Parlamentoya, senatörlere ve ABD başkanlarına, bürokrasiye, CIA, FBI’ya, devlet elitlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede faaliyet yapmaya başlıyorlar. CFR (Dış İlişkiler Konseyi) önceleri Amerikan dış politikası konusunda tavsiyelerde bulunan bir think-tank kuruluşu gibi faaliyet gösteriyor. Sonra her alana sirayet eden bir yapı olduğu ortaya çıkıyor. İkinci Dünya Savaş’ında Japonya’ya atılan atom bombalarının kararını bir think-tank kuruluşu alabilir mi? Herhangi bir basit fikir üretme merkezi böyle bir kararda rol oynayabilir mi?
- Bu örgütlenmelerin nihai amaçları nedir?
- Tek devletli, tek bayraklı, asimile edilmiş tek milletli bir dünya devleti kurmaktır. Başka türlü dünya üzerinde ulusal devletler var olduğu sürece istedikleri hedefe ulaşmalarının zor olduğunu çok iyi biliyorlar.
- Dünyanın geleceği için büyük tehlike olarak görülen bu yapılara ilişkin kitaplar ülkemizde son zamanlarda ortaya çıkmaya başladı. Bunları önceden tanıyan, bilen ve tehlikelerini sezen ülkelerde hiç karşı örgütlenmelere gidildiğine dair bir bilgiye ulaştınız mı?
- “Derin Dünya örgütleri” hakkında iki kitap yazmış biri olarak karşı örgütlerin kurulduğuna dair bir ize rastlamadım. Varsa da ben bilmiyorum, çünkü olaya bu açıdan bakmadım. Bu örgütler, insanlığı saran bir tür virüs gibidirler. Hele yeni bir virüs ise önce onu analiz etmeli, tabiatını anlamalı ve ona karşı bir aşı geliştirmek gerekli. Global komplolara imza atan bu derin örgütler de bir tür virüstür ve insanlık şu anda bu tehlikeye karşı aşısız yakalanmıştır.
- Tüm dünya ülkeleri mi, yoksa sadece üçüncü dünya ülkeleri mi?
“DERİN DÜNYA VİRÜSÜ YERKÜREYİ SARMIŞ”
- ABD dahil tüm dünya ülkeleri, “Derin Dünya virüsüne” aşısız yakalanmış durumda... Tüm ulusal devletleri ortadan kaldırmayı istiyorlar. Bunların bir aidiyet hissi yok.
Üç bin üyeli örgüt
- CFR’nin çekirdek kadrosunun dışında dünya üzerinde ne kadar üyesi var?
- CFR’nin dünyada 3 bin kadar üyesinin olduğu söyleniyor. Tam listeleri yayınlanmadı, ancak en temel isimleri biliniyor. Bu 3 bin kişi, değişik ülkelerin başbakanlarından, bakanlarından, siyaset adamlarından, işadamlarından, finans kuruluşlarının temsilcilerinden, gazetecilerden oluşuyor. Mantık şu: Hep elitler seçiliyor. Karar merciinde bulunan ve toplumu etkileme gücü olanlar tercih ediliyor. Amaç, kilit noktaları ve karar verici mevzileri bir tür içten ele geçirmedir. Dünya hükümetleri bir darbe tehdidi altındadır.
- Türk olup da CFR üyesi olanların isimleri pek bilinmiyor. Ancak Bilderberg üyesi olan, toplantılara katılan Türk vatandaşlarının isimleri biliniyor. Bilderberg’in Türkiye ile nasıl bir ilgisi ve etkisi var?
- Bilderberg’in Türkiye’ye doğrudan bir etkisi var. “Troyka Komplosu”ndan bu yana Türkiye Bilderberg’in özel ilgi alanına alınmıştır. Türkiye, kadrolaşmak için özel hedef seçilmiştir. Daha önce birçok ünlü isim, toplantılarına katıldı. Katılanlar arasında başbakanlar, işadamları, politikacılar, bankacılar, büyükelçiler ve gazeteciler bulunuyor.
- Hedeflerine ulaşmak için ne tür eylemlere imza atıyorlar?
- Yapamayacakları hiçbir şey yoktur. Derin Dünya Devleti’nde rol alanlar eski Roma Sezarlarının halet-i ruhiyesini taşıyorlar. Sezar, nasıl ki arenada insanları aslanlara parçalatırken hiçbir vicdan azabı duymuyorsa bunlar da aynı şekilde “sıradan insanlar”a has duyguları taşımazlar.
“Türkiye, kulağı çekilmesi gereken(!) ülkeler arasında”
- “Derin Dünya örgütleri”nin Irak’a savaş açılmasında bir rolleri var mı?
- “Derin Dünya örgütleri” Irak Savaşı’nın başlamasında da etkin rol almışlardır. Çünkü, bu yapıda yer alanlar çok zengin insanlar, silah, ilaç, finans ve medya dünyasını kontrol ediyorlar. Siyaseti şekillendiriyorlar. Ekonomik yapıyı tamamıyla kendi denetimleri altına almak için çaba sarf ediyorlar ve bunu büyük ölçüde başarmışlardır. Fakat bunlar, sadece “çarklarımız dönsün, daha fazla kazanalım” düşüncesinden hareket etmiyorlar. Keşke sadece bunun için hareket etmiş olsalardı. O zaman bir dalga olur ve gelip geçerdi. Bunların hedefi ve iştahı daha büyük! Bunların ötesinde “Derin Dünya Devleti”, stabilize edilmiş bir dünya istiyor. Zaten Amerikan askeri ve siyasi konseptinde çok daha önceden ilan edilmiş bir listede devletler sınıflandırılmış. Devletleri “serseri”, “terörist” devletler diye kategorilere ayırmışlardır. İlginçtir, bu sınıflamada Türkiye’de vardır. Türkiye, “güvenilmez devlet” kategorisinde yer alıyor. Yani Türkiye; adam edilmesi, kulağı çekilmesi, burnu sürtülmesi gereken bir devlettir onlara göre.
- Neden?
- Çünkü Türkiye her ne kadar 1950’lerden bu yana emperyalizmle sıkı fıkı bir ilişki kurmuşsa da yeri geldiğinde posta koyabilen, ayak direyebilen ve gerektiğinde “görece bağımsız” bir profil çiziyor. Kıbrıs ve haşhaş olayında olduğu gibi.. Şimdi Irak’a açılan savaşta ortaya koyduğu tavır ve benzeri hadiseler sebebiyle adını sık sık andığımız örgütler, Türkiye’yi de “güvenilmez devlet” kategorisine sokmuşlar.
Dünya, onlar için bir oyun alanı, satranç tahtası... Ama şu an onlar için bir korugan uçak gemisi gerekiyor; o da: Amerika... Ancak nihayetinde ABD’ye de karşıdırlar. Amerika’yı da, Amerikan halkını da bu belalara süren onlardır...
- Örgütlerin bünyesinde etkin olarak rol alanların çoğunluğunun Yahudi oldukları ve motiflerini kullandıkları söyleniyor... Neden daha çok Yahudiler?
“BİRİLERİ ARMAGEDON İSTİYOR”
- Hepsi değil.. Ama birilerinin Armagedon’u istediği kesin. Dünyayı “Kutsal Savaş”a sürükleme niyetindeler. Ona inanıyorlar. Armagedon’da galip çıkacaklarını düşünüyorlar. Zannediyorlar ki; “bu dünya bize kalır” ve “kral biz oluruz.” Bu, kökeni Tevrat’a giden bir inanış. Buna göre “son savaş” Kudüs yakınlarında Mediggo Tepesi diye bilinen yerde olacak. “Tanrı da İsrailoğullarına zafer vaad ediyor! ” ABD’de buna inanan çok yaygın Protestan-Evanjelik tarikatlar var. Onlar da safça bu değirmene su taşıyorlar. Binyılcı, kıyametçi eğilimler bunlar. Bence 11 Eylül de, Irak Savaşı da bunların ittifakı sonucu oluşmuş şeyler. Bugün bize çok dünyevî gibi gelen şeyler aslında binlerce yıllık teolojik kavgaların tortularından başka bir şey değil. Ama çok tehlikeli!
- Irak’a açılan savaşın ardından neler olur?
- Irak savaşının ardından bölgedeki başka ülkelere karşı da savaş açılacağını düşünüyorum. Saldırı sırası değişebilir, ama ülkeler değişmeyecek. Irak’tan sonra İran, Libya, Suudi Arabistan, Suriye, Kuzey Kore ve Yemen’e saldırılar olacak... Başka aşamaları da hayata geçirmek için caymayacaklar. Zira planları bunu gerektiriyor.
- ABD’nın İran’a saldıracağı, tam bir komplo teorisi olmaz mı?
- Hayır olmaz. Ellerinde liste var. Sıradaki ülkeler için sadece bahane bulmaya çalışacaklar. En güzel bahane de “terör”dür. Bırakın “Derin Dünya”yı küçük ulusal yapılar da bile darbeler “terör” gerekçesiyle yapılmıyor mu? Bu terörü kimler meydana getiriyor? Sağda solda patlayan bombaları kimler ateşliyor? Bunları üç-beş tane idealist genç mi planlıyor? Bu senaryoyu global düzene taşıyın. Aynı şey! Sadece konsept değişiyor ve olayın çapı büyüyor.
-Amerika komşumuza saldırdı. Bundan sonra neler olabilir? Türkiye için bir tehlike var mı, nedir? Direnen ülkelere nasıl ve ne türlü zararlar veriyorlar?
“ABD, IRAK’TA ALACAĞI CESARETLE SAĞA SOLA SALDIRACAK”
- Eğer ABD bu savaştan beklediği sonuçları alabilirse, dünya çok karanlık bir sürecin içine yuvarlanacak demektir. Saydığımız ülkelere buradan aldığı cesaretle saldıracaktır. Çünkü arkasında İlluminati var ve onlarda kaos felsefesine inanıyorlar. Türkiye’ye gelince; zaten hep tehlikedeydi, ama bu kez tehlike çok yakınlaştı. Eğer böyle giderse Türkiye, Kuzey Irak’ta ABD ile sıcak bir çatışma bile yaşayabilir. Ben bu ihtimali hiç yabana atmıyorum. Direnen ülkelere ise aba altından sopa gösteriyorlar. Ekonomilerini felç etmekle, kredi vermemekle, karışıklık çıkartmakla tehdit ediyorlar. Bu santajlar Türkiye’ye de yapılıyor.
- ABD’nin halihazırdaki Başkanı Bush’un bahsettiğimiz örgütlere üye olmadığı belirtiliyor. Ancak önceki Başkan Clinton, Bilderberg üyesi... Irak savaşı onun döneminde de konuşuluyordu. Neden “derin güçler”, Clinton’a değil de Bush’a bu savaşı yaptırdılar?
- Önemli bir soru... Zaten Bush’un iktidara gelmesi de bir tür darbe ile oldu. Oylar bir hafta sayılmadı, sonra mahkeme kararıyla Başkan olduğu açıklandı vs... Bana göre Amerika’daki Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında pek fark yok. Sadece iyi polis-kötü polis oynanıyor. İster Demokratlar, ister Cumhuriyetçiler gelsin, sonuçta Amerika’da kazanan CFR’dir. Çünkü her iki partide de kadroları, adamları var. Clinton gitmiş, Bush gelmiş fark etmez. Biri iyi polis, diğer de kötü polistir.
CIA, FBI ve diğer ABD’deki tüm kuruluşların üstünde olan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın yayınladığı “Global 2015 Raporu” var. Bu rapora göre; 2015’e kadar eğer Amerika, birtakım önlemler almazsa hem ekonomik hem de siyasal ve sosyal açıdan gerileyecek. Rapor, Bill Clinton döneminde çıkmış, ama Bush’a devrediliyor. Konsept belirlenmiş. Kim gelirse gelsin önlemler alınacaktır. Bunun için de Amerika’yı dizginlerinden kopartıp sağa sola saldırtmak gerekiyor. Kamuoyunu ikna etmek için de bir Pearl Harbour gerekiyordu. Teorisini de Yahudi asıllı Samuel Huntington ki -CFR üyesidir- “Medeniyetler Çatışması” ile yaptı. Bu saptama ve hedef doğrultusunda söz konusu yapı, bütün analizleri yaparak bundan böyle bir maraza çıkartmak gerektiğine karar verdi. 11 Eylül bunun bir neticesiydi. Bu anlamda 11 Eylül olmuş bitmiş bir olay değildir, halen sürüyor...
- ABD, savaş kararına güya meşruiyet kazandırmak için ikinci bir tasarıyı BM’ye götürseydi ve olumsuz bir netice çıksaydı nasıl gelişmeler yaşanırdı?
- İhtimal ki yeni bir 11 Eylül benzeri olay tertip edeceklerdi. Ancak bu ihtimal hiç ortadan kalkmamıştır. İşlerin yeniden sarpa sarması durumunda 11 Eylül benzeri komplolar, provokasyonlar beklenmelidir. Muhtemelen de bu kez Avrupa’da olacaktır. Gene ihtimal ki; Fransa ve Almanya’da olacaktır. Bunu iki nedenle yapacaklardır: Hem Avrupa hükümetlerine gözdağı vermek hem de en büyük Hıristiyan coğrafya olan Avrupa toplumlarını İslâm’a, Doğulu halklara karşı kışkırtabilmek için.
İlluminati
01.04.2004 - 10:14Texe Marrs ın olay yaratan kitabı.
Dünyayı 10 kişi yönetiyor ve bu 10 kişinin 300 kadar alt kadrosu verilen emirleri uyguluyorlar. İlluminati adı verilen bu çetenin hedef başkenti Kudüs olan tek bir dünya devleti kurmak.
Bugüne kadar çeşitli komplo teorileri içeren bir çok kitap yayınlandı. İlluminati, bu alanda yayınlanan hiçbir esere benzemiyor. Kitaptaki iddialar o kadar ilginç ki, neye inanıp, neye inanamayacağınızı şaşırıyorsunuz. İlluminati, 1575'te ispanya'da bulunan ve özellikle ruhani kudret sahibi olduklarını iddia eden bir dini parti veya bu partinin üyelerine verilen isim. Yazar Texe Marrs, 'Süper zenginlerin yönettiği bir Dünya Komplosu'ndan bahsettiği kitabında, dünyaya hakim olan bu güce bu adı uygun görmüş. Kitabın satırları arasına gömüldükçe ve sayfalar arasında ilerledikçe inanması güç iddialarla karşılaşıyorsunuz.
Dünyayı 10 kişi yönetiyor
Yazara göre, dünyayı kendilerine 'bilge adamlar' adını veren, 10 kişi yönetiyor. İlluminati'nin güç şebekesi, dünyanın en güçlü kişilerinden, yatırımcılarından, şirket başkanlarından ve siyasilerden oluşuyor. 'İç çember' denilen en tepedeki 10 kişiye bağlı 300 kişi ise onların alt kadrosunda yer alıyor ve talimatlarını yerine getiriyorlar. 10 kişilik 'bilge adamlar' grubunda Fransa'dan, üç, ABD'den iki, Kanada, Avusturya, İngiltere, İspanya ve Güney Afrika'dan birer üye bulunuyor. Yazar, burada Fransa'nın üç üyelikle ilk sırada yer almasının yanıltığı olduğunu, Kanada'nın bir üyesinin de ABD'nin üçüncü adamını tamamladığını belirtiyor.
Hedef tek dünya devleti kurmak
'İç çember' üyelerinin ortak özelliği Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Mahson Tarikatı, Kafatası ve Kemir Tarikatı, Aspen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus Dei, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri üyesi olmaları. İlluminati Komplosu'nun hedefi, başkenti Kudüs olan bir dünya devleti kurmak. Kitabın, sonunda illuminati piramidinin üstünde bulunan 'bilge adamlar'a hizmet eden isimlerden bir kısmı, unvanlarıyla birlikle verilmiş. Türkiye'den kimse var mı diye baktık ancak, ne hikmetse kimseyi bulamadık! İlginç değil mi?
İlluminati nasıl çalışıyor?
Yılda bir kez biradaya gelen İlluminati üyeleri, hedefledikleri dünya devletini kurmak için planlar yapıyorlar. Bu planların içinde çeşitli ülkelerde ekonomik krizler çıkararak, ülkeleri sömürmek, savaşlar çıkarmak, 'Daha Fazla Savaş' ilkeleri gereği savaşların sürekliliğini sağlamak, çeşitli hastalıklar icat etmek, (kitapta, AIDS ve HIV'in ABD'deki askeri araştırma laboratuvarlarından dünyaya yayıldığı iddia ediliyor.) nüfus azaltıcı çalışmalar yapmak, etnik temizliği desteklemek ve 11 Eylül örneğinde olduğu gibi terör yaratarak, 'anti-terör yasaları' çıkarmak. Yazarın iddiasına göre, 11 Eylül saldırısı için FBI bazı Arapları kullandı ve bombaları temin etti. İlluminatı'nın ilkelerinden en önemlisi 'Kaostan kaynaklanan düzen'. İlluminati, kendi düzenini çıkarmak için sürekli kaos yaratmak zorunda.
kürt
01.04.2004 - 09:30Ülkemizde uygulanan aşırı milliyetçi, bazen ırkçı ve popülist politikalar ve odaklar nedeniyle 'kürt' deyince malesef akla bölücü örgüt üyeleri getirilmektedir.Oysaki eli kanlı bölücü örgüte kanan kürtlerin sayısı çok azdır.Türkiye deki gelir dağılımındaki eşitsizlik ve doğuya yeterince yatırım yapılmaması saf insanlarımızın, çocuklarımızın terör örgütlerice kandırılmasına sebep olmuşutur.
nihal atsız
31.03.2004 - 17:39'milliyetçi', 'Türkçü' anlamına gelir.Ancak burada sorun Türkçü, milliyetçi derken, Türklüğün diğer tüm milliyetlerden üstün olduğunu savunmak mıdır, yoksa sadece 'vatanını, kültürünü sevmek, haksızlıklar karşısında korumak' mıdır? Yani 'Türklüğü SAVUNMAKmıdır, SALDIRTMAKmıdır? Çünkü eğer insan kendi milliyetinin diğerlerinden üstün olduğu görüşüne sahip olursa, bu saldırgan bir tavra doğru yönelebilir.Ve işte bu IRKÇILIKTIR.
Nihal ATSIZ ın görüşleri 'ırkçılığa' kaymaktadır.
mehmet ali birand
31.03.2004 - 17:212 lafı biraraya getirip konuşmakta zorlanan gazeteci(!) Konuşurken sürekli 'iiiiii.....eeeee....aaaaa...iiiiiii....' şeklinde sesler çıkarır.'şey de şey oldu mu...? ' 'siz şey ettiniz mi? ' şeklinde soruları vardır.
sosyalizm
31.03.2004 - 15:17'TÜRK SOSYALİZMİ'
'Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan' mısrası, genç bir Türkiye'nin onuncu yılında mutlu yarınlara seslenişiydi. Gel gör ki, birkaç on yılın ardından Türkiye batılı tarifiyle iktisaden geri kalmış bir ülke oldu.
NATO subayları Türkiye'de çöl zammı alırlar. İktisadi durumumuz ve itibarımız için en acı misal... Geri kalmış ülke damgasını, Türk aydını, Türk halkı, bir suçlu gibi alnında taşıyor.
Yıllarca kendi çilesine terk edilen fakir halk, geciken yarınların ıstırabı içinde. Toprak-parlamento ağalığına dayanan demokrasimiz, son on yılda sadece köşe başı milyonerleri türetmiş. Mutlu azınlıklar, umutsuz çoğunluğun ıstıraplarıyla zenginleşmiş. İktisadi planlar siyasi müteşebbislerin kasalarına bağlanmış. Vergiler dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi adaleti, sosyal adalet, işçi hakları fantezi bir edebiyattan ileri gidememiş ve en fenası, siyasi ve iktisadi ahlak yoksunluğu bir sari hastalık olmuştu.
Son on yılın iktisadi tablosu karşısında ibretle düşünmeye mahkûm bir kuşağız. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız bu tablonun ressamlarıdırlar. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' parolası ile liberalizm, en acı örneğini Türkiye'de vermiştir. Amerikan kapitalizmini sosyalizme antitez misali olarak verenler; bünye farklarını tahlil edemeyenler, oluş şartlarını mukayese edemeyenlerdir. Ne kazandırmıştır on yıllık liberalizm memlekete? ! .. Kalkınma hızı mı? .. Sosyal adalet mi? .. Çalışma gücü mü? .. İktisadi itibar mı? .. Milli gelirde artma mı? .. Yoksa Ortak Pazar toplantılarında bir geri kalmış ülke ismi mi? .. Son on yılın örneğinden ve sonuçlarından hoşnut olanlar, dünün köşe başı milyonerlerinden başkaları değildir.
Atatürk devletçiliği ne kaybettirmiştir, veyahut iktisadi şartlarımızda ne derece bir değişiklik olmuştur? Bu soruların cevapları Türk sosyalizminin anahtarıdırlar. Sistemleri, tarihi oluşlarıyla birlikte memleket şartlarıyla düşünmek gerek. Sosyalizm, Lenin'in tarifinde bir işçi diktatörlüğü, batılı tariflerde bir iktisadi demokrasi, yani halkın iktisaden kendi kendisini idare etmesidir. Bunun içindir ki, aynı sosyalizm altında çeşitli yönler vardır. Türk sosyalizmi ne Marks'ın sosyalizmine benzemeli, ne de batı sosyalizminin bir kopyası olmalı. Memleket şartlarının yarattığı ve siyasi rejime en uygun olan bir sosyalizm...
Türkiye'de demokrasi, kadrosuzluktan dolayı ideal safhaya erişememiş ve acı sonuçlar vermiştir. Kadrosuz sosyalizm ise kötü bir liberalizm olur. Acılarını yine milletçe çekeriz. Bugünkü bürokrasi kartvizit imtiyazı, rüşvet alışkanlığı kalkmadıkça, bilgili, rasyonel, dinamik bir kadro bulamadıkça, sosyalizmden mucizeler beklemeyelim. Kelimelerin sihrine değil, tatbikine önem verelim.
İşte Türk halkı, şartların yarattığı bir Türk sosyalizmin ve dinamik ve rasyonel bir kadroya muhtaç...
Her şeye Atatürk gücüyle ve onuncu yıl umuduyla başlayacağız, başlamalıyız.
(Cumhuriyet, 26 Ağustos 1962,
Yunus Nadi Armağanı, Makale Yarışması Ödülü)
4 temmuz 2003
31.03.2004 - 15:08ulusal onurumuzun ayaklar altına alındığı gün.Ne yazıkki bugün başbakanımız yaptığı icraatları(!) sıralarken 'ulusal onurumuzu yükselttik' diyebilmektedir.
uğur mumcu
31.03.2004 - 14:33Yunus Nadi Armağanı, Makale Yarışması Ödülü kazanığı makale:
TÜRK SOSYALİZMİ
'Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan' mısrası, genç bir Türkiye'nin onuncu yılında mutlu yarınlara seslenişiydi. Gel gör ki, birkaç on yılın ardından Türkiye batılı tarifiyle iktisaden geri kalmış bir ülke oldu.
NATO subayları Türkiye'de çöl zammı alırlar. İktisadi durumumuz ve itibarımız için en acı misal... Geri kalmış ülke damgasını, Türk aydını, Türk halkı, bir suçlu gibi alnında taşıyor.
Yıllarca kendi çilesine terk edilen fakir halk, geciken yarınların ıstırabı içinde. Toprak-parlamento ağalığına dayanan demokrasimiz, son on yılda sadece köşe başı milyonerleri türetmiş. Mutlu azınlıklar, umutsuz çoğunluğun ıstıraplarıyla zenginleşmiş. İktisadi planlar siyasi müteşebbislerin kasalarına bağlanmış. Vergiler dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi adaleti, sosyal adalet, işçi hakları fantezi bir edebiyattan ileri gidememiş ve en fenası, siyasi ve iktisadi ahlak yoksunluğu bir sari hastalık olmuştu.
Son on yılın iktisadi tablosu karşısında ibretle düşünmeye mahkûm bir kuşağız. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız bu tablonun ressamlarıdırlar. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' parolası ile liberalizm, en acı örneğini Türkiye'de vermiştir. Amerikan kapitalizmini sosyalizme antitez misali olarak verenler; bünye farklarını tahlil edemeyenler, oluş şartlarını mukayese edemeyenlerdir. Ne kazandırmıştır on yıllık liberalizm memlekete? ! .. Kalkınma hızı mı? .. Sosyal adalet mi? .. Çalışma gücü mü? .. İktisadi itibar mı? .. Milli gelirde artma mı? .. Yoksa Ortak Pazar toplantılarında bir geri kalmış ülke ismi mi? .. Son on yılın örneğinden ve sonuçlarından hoşnut olanlar, dünün köşe başı milyonerlerinden başkaları değildir.
Atatürk devletçiliği ne kaybettirmiştir, veyahut iktisadi şartlarımızda ne derece bir değişiklik olmuştur? Bu soruların cevapları Türk sosyalizminin anahtarıdırlar. Sistemleri, tarihi oluşlarıyla birlikte memleket şartlarıyla düşünmek gerek. Sosyalizm, Lenin'in tarifinde bir işçi diktatörlüğü, batılı tariflerde bir iktisadi demokrasi, yani halkın iktisaden kendi kendisini idare etmesidir. Bunun içindir ki, aynı sosyalizm altında çeşitli yönler vardır. Türk sosyalizmi ne Marks'ın sosyalizmine benzemeli, ne de batı sosyalizminin bir kopyası olmalı. Memleket şartlarının yarattığı ve siyasi rejime en uygun olan bir sosyalizm...
Türkiye'de demokrasi, kadrosuzluktan dolayı ideal safhaya erişememiş ve acı sonuçlar vermiştir. Kadrosuz sosyalizm ise kötü bir liberalizm olur. Acılarını yine milletçe çekeriz. Bugünkü bürokrasi kartvizit imtiyazı, rüşvet alışkanlığı kalkmadıkça, bilgili, rasyonel, dinamik bir kadro bulamadıkça, sosyalizmden mucizeler beklemeyelim. Kelimelerin sihrine değil, tatbikine önem verelim.
İşte Türk halkı, şartların yarattığı bir Türk sosyalizmin ve dinamik ve rasyonel bir kadroya muhtaç...
Her şeye Atatürk gücüyle ve onuncu yıl umuduyla başlayacağız, başlamalıyız.
(Cumhuriyet, 26 Ağustos 1962)
bağımsızlık
31.03.2004 - 13:55Atatürk “Türk Devletinin dayandığı esaslar” “tam bağımsızlık” ve “kayıtsız şartsız Millî Egemenlik”ten ibarettir. demiştir. Bu iki temel esas Erzurum ve Sivas kongrelerinde ve ilk Büyük millet meclisinde şekillenmiştir.
Atatürkçülükte Devletin bağımsızlığı, her yönden tam bağımsız olmayı öngörmektedir.
Bu hususu Atatürk, “Tam bağımsızlık, bizim bu gün üzerimize aldığımız vazifenin asıl ruhudur. Biz yaşamak isteyen, onur ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz.... Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.”
“Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.” diyerek açıklamış ve tam bağımsızlığın hangi koşulların sağlanması ile gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.
Tam Bağımsızlığın koşulları:
1.Tam bağımsızlık, milletin, varlığı ve hukuku için bütün kuvveti ile bizzat kendisinin meşgul olmasını öngörür. “Bir millet varlığı ve hakları için bütün kuvveti ile bütün maddî ve fikrî kuvvetiyle ilgili olmazsa..... kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz”
2.Tam bağımsızlık varlığın ve hayatın esasıdır. Millî ve ekonomik gelişme imkânı elde etmek ve daha çağdaş ve düzenli bir yönetim şeklinde işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi, bizim de gelişme sebeplerimizin sağlanmasında tam bir hürriyet ve bağımsızlığa kavuşmamız, varlığımızın ve hayatımızın esasıdır.
3.Devlet, içişleri bakımından dışa karşı bağımsız olmalıdır. Bağımsızlık hiç bir dış tesirle zümrelere ayrıcalık tanımaz. Türk Devleti içinde yaşayanların,Türk vatandaşlarının hukuku birdir. Diğer devletlerin tesiri ile veya dinen hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz.Atatürk bu konuda “...İçimizde yaşayan ve müslüman olmayan vatandaşlarımıza bizim siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak fazla bir takım ayrıcalıklar veremeyiz” demiştir.
4.Adaletin dış müdahalelere karşı bağımsız olması esastır.
Atatürk, “Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığın birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez.” demek suretiyle Adaletin bağımsızlığını, Devletin bağımsızlığı için şart olarak öngörmüştür.
5. Tam bağımsızlık, hiçbir devletin himaye ve nüfuz sahasını kabul etmez. “yabancı devletlerin güdümü ve himayesi kabul edilemez”
6.Tam bağımsızlık, anlaşmalara ve devletlerle karşılıklı yardımlaşmaya karşı değildir.
7.Tam bağımsızlık, milletlerarası güvenlik antlaşmalarına ve kuruluşlarına karşı değildir.
8.Tam bağımsızlık ve millî egemenliğin gerçekleşmesi, ekonomik güce bağlıdır: Atatürk bu hususu;
“Tam bağımsızlık için şu genel kural vardır. Millî Egemenlik için bir kanun vardır diyoruz.Bu günde büyük zaferin etkenleri ve yapıcıları olduğumuzu ifade ediyoruz.Bu noktada, çok kesin olan bir gerçeği hep beraber tekrar etmek zorundayız.Bu kadar büyük, bu kadar kutsal ve ulu hedefler, yalnız kağıt üzerinde prensiplerle ve kanun maddeleri ile ve sadece hırslarla, arzularla elde edilemez.Tam olarak gerçekleştirebilmek için tek kuvvet, hakiki en kuvvetli temel ekonomidir.” şeklinde ifade etmiştir.
fransız ihtilali
31.03.2004 - 13:44Etajenero' nun, 5 Mayıs 1789 ' da toplanmasıyla başlayan bu dönemde, köylü ve Burjuvaların milletvekilleriyle, soylu ve rahiplerin milletvekilleri arasında toplanma konusunda anlaşmazlık baş göstermiştir. Toplantıların ayrı ayrı salonlarda değil, aynı salonda yapılmasını isteyen köylü milletvekillerinin isteği, soylu ve rahip milletvekilleri tarafından reddedilmiş, bunun üzerine bir araya gelen köylü ve burjuva milletvekilleri, halkın % 96 ' sını temsil ettiklerini ileri sürerek, Etajenero' ya, 'Milli Meclis' adını vermişlerdir.
Kral' ın soylu ve rahip milletvekillerinin etkisinde kalarak,meclise karşı zor kullanmak istemesi, ve maliye bakanı Neker' i görevinden atması üzerine halk ayaklanarak, siyasal hükümlülerin hapsedildikleri ' Bastil Hapishanesi' ni basmıştır. Hükümlüleri kurtardıktan sonra hapishaneyi yakmış, yıkmıştır. (14 Temmuz 1789)
Bu olaydan sonra Fransız halkı silahlanmış ve İhtilale katılmıştır.
jakoben
31.03.2004 - 13:34jakobenler iktidarda oldugu donemin basinda 1793 haziraninda fransanin 80 ilinden 60i parise karsi ayaklanmistir,alman prensliklerinin ordulari dogudan ve kuzeyden fransaya girmistir, ingilizler hem guneyden hem batidan fransaya saldirmislardir, ulke caresiz ve tukenmis bir haldedir ve tam bu tarihten 14 hafta sonra butun fransada denetim jakobenler tarafindan saglanmis ve duzen kurulmustur, isgalciler kovulmustur ve kesintisiz ve zahmetsiz 20 yil suren bir fransiz askeri hegemonyasi baslamistir. 1794 yilinda eskisinden 4 kat fazla olan ordu eskisinin yarisi kadar bir maliyetle cekilip cevrilmektedir.
jakobenlerin terorle ozdeslestirilmeside biraz abartili bir tanimdir. 14 ayda 17.000 kisi idam edilmistir. bu savas sartlari icerisinde 20.yy sartlarinda abartilmamasi gereken bir tanimdir. unutulmamalidirki yalnizca 1936 da sscbnin ukrayna sovyetinde 6milyon kisi oldurulmustur ve gene 1917 ihtilalinin sonucunda bolseviklerin iktidarinin ilk bir iki ayinda oldurulenler bundan kat kat fazladir. ancak genede belirli bir teror doneminin olduguda yadsinamaz.
jakobenler bunlardan baska fransanin temel bir cok kurulunu olusturmuslar ve son derece guclu bir anayasa etrafinda toplanmislardir.
jakobenler meclis siralari uzerinde yatarak, kotu bira ve bayat ekmek yiyerek gece gunduz calisarak fransayi bir noktadan bir diger noktaya bir ideal esliginde tasima basarisinin yaninda bugun bakildiginda daha farkli olsa olamazmiydi diye sorduran islerde yapmislardir ancak donem kosullari ile bakildiginda bu fransiz ihtilalinin aydinlanmaci zihniyetine asik insanlar tum dunyaya onemli bircok gelisim noktasi katmayi basarmislardir.
sosyalizm
31.03.2004 - 13:01Türkçesi 'toplumsalcılık' yada 'toplumculuk'
abdullah çatlı
31.03.2004 - 12:35devletin zamanında legal olarak halledemediği işleri haletmek için yarattığı mafya babası.
Toplam 1733 mesaj bulundu