1. Atatürk, 1881 yılında 19. asrın bitmesine 19 yıl kala doğmuştur.
2. Atatürk yaşarken, İngiltere, Atatürk'ün doğum gününü kutlamak için Türkiye'den doğum tarihini sormuş, Atatürk, 19 Mayıs 1881 diye cevap vermiş ve kayıtlara böyle geçmiştir.
3. 1900 yılında 19 yaşında Harbiye'ye girmiştir.
4. 19 Aralık 1904 tarihinde hürriyet fikirlerinden dolayı Yıldız Sarayına çağrıldı.
5. Harp Akademisinden aldığı sicil olan 3178 sayısının rakamlarının toplamı 19 dur.
6. Çanakkale savaşlarında büyük rol oynayan 19. tümene komuta etmiştir.
7. 19 Mayıs 1915 tarihinde albay oldu.
8. 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a çıkan Atatürk'ün bindiği Bandırma vapurunda 19 yolcu vardır.
9. 19 Mayıs 1919 tarihinde, 3 tane 19 vardır. Atatürk'ün hayatı da, 3 x 19 = 57 yıldır. 1919 da ise 2 x 19 = 38 yaşındaydı.
10. Sakarya Meydan Savaşından sonra TBMM, 19 Eylül 1921 tarihinde, özel bir kanunla Mareşallık ve Gazilik ünvanı vermiştir.
11. 19 yıl Türk ulusuna Başkomutan ve Devlet Başkanı olarak hizmet etmiştir. (1919 - 1938)
12. Büyük Nutkunun sonundaki Gençliğe Hitabesi 19 cümledir.
13. Adı ve soyadı, Mustafa Kemal Atatürk, 19 harflidir.
14. Ne Mutlu Türküm Diyene! Bu şaheser cümle 19 harflidir.
15. 1938 yılında (19 x 2 = 38) , 10 Kasım günü, saat 9'da (10 + 9 = 19) , 57 yaşında (19 x 3 = 57) ölmüştür.
16. Cenazesi, 19 Kasım 1938 günü, Yavuz zırhlısı ile İzmit'e götürülmüştür.
17. Doğum ve ölüm yılları, 1881 ve 1938, 19 sayısının katlarıdır.
18. 1919 sayısında 101 tane 19 vardır.
19. İlk 19 yılda hazırlandı, ikinci 19 yılda siyaset ve askerlik alanında savaştı, üçüncü 19 yılda ise Türkiye'yi yeniden kurdu.
en bilinen şarkılarından biri de Sazlıklardan Havalanan(Konuşamıyorum) ' dır...
sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin
ürkek şaşkın kararsız duyuyorum
ve sen bir gökkuşağı kadar güzelsin
rengarenk biraz sonra gidecek görüyorum
ve ben yağmurlar altında bir yolcu
ıslak yorgun tutkulu yürüyorum
en sevdiğim şarkılarından 'yemyeşil bir deniz'in sözleri,
'yemyeşil bir deniz senin gozlerin
ne bir sandal,ne bir ada,ne bir sahil var
boguluyorum...
gozlerinde menevişler
denizde martilar gibi
bakislarin köpük köpük
sonsuzlugu
sonsuzlugu anlatir gibi...
bu bakişlar bir gunu beni öldurecek sevgilim
bu bakişlar ne zaman beni güldurecek sevgilim.
güldurecek misin sevgilim...
yemyesil gökyüzü senin gozlerin
ne bir ruzgar,ne bir bulut ne bir yagmur var.
boğuluyorum
gözlerinde menevisler
denizde martilar gibi
bakislarin kopuk kopuk
sonsuzlugu
sonsuzluğu anlatir gibi...
bu bakişlar bir gunu beni oldurecek sevgilim
bu bakislar ne zaman beni guldurecek sevgilim.
guldürecek misin sevgilim...'
Türkiyenin en farklı müzik adamı belkide.1955 dogumlu.yalniz kendi bestelerini seslendirmesiyle taninir.Kendi öykulerini de bestelemiştir.
Albümleri:
ilhan irem 1973 - 1976 (1976)
bir yıldız (1978)
sevgiliye (1979)
bezgin (1981)
pencere (1983)
köprü (1985)
ve ötesi (1987)
dünden yarına (1988)
ucun kuslar ucun (1989)
pencere... köprü... ve ötesi... (1990)
ilhan-ı aşk (1992)
koridor (1994)
romans (1994)
sevgililer günü / the best of ilhan irem/1 (1995)
aşk iksiri / cadı ağacı / the best of ilhan irem/2 (1997)
hayat öpücüğü / the best of ilhan irem/3 (1998)
bezginin gizli mektupları (2000)
uçuk mavi pencere (2000)
bulutlara köprü (2000)
düşler ve ötesi (2000)
seni seviyorum (2001)
Saadet Partisinin Kanal 7yi AKP'ye kaptırmasından sonra Erbakan'ın kurduğu ve şuan 49 ilde faaliyet gösteren TV kanalı... 'Irak halkı Osmanlıyı özlüyor, dünya Osmanlıyı özlüyor...' diyen programları var...
Seyh Sait tarafindan Turkiye'nin dogu bolgesinin bir kesiminde isyan cikarılmıştır.(1 subat 1925 - 25 nisan 1925) İsyan, Elazig'in Eğil bucaginin Piran köyunde saklanan mahkumlari aramaya gelen bir jandarma tegmeni kumandasindaki birliklere ateş açilmasiyla başladi.Ayaklanma hizla gelişti. Seyh Sait in emri uzerinde telefon ve telgraf hatlari kesildi. Isyanci kuvvetler ilk olarak Genç vilayetinin merkezi Drahni'yi ele gecirdiler (16 subat) .Şeyh Sait kendisine katilan dört aşiretin kuvvetleriyle birlikte Çapakcur, Muş ve Diyarbakir cephelerini kurdu. Isyanci kuvvetler bir piyade alayini Diyarbakir'a çekilmek zorunda birakti. (19 subat) Üc gün sonra hükumet kuvvetlerinin yaptigi taaruz da basarisizlikla sonuçlandi. Ayrica asiler yeni bir saldiriya gecerek ayni gun Hani'ye girdiler. ve bir suvari alayini pusuya dusurerekesir aldilar.
Elaziğ Muş gibi vilayetlerde Şeyh Sait taraftarlari bazi başarilar elde ederek yağma hareketlerine giriştiler. Şeyh Abdullah'in yonetimindeki isyancilardan bir kismi Muş cephesinde, Varto'yu alarak Erzurum ustune yurudu, Şeyh Sait 'de emrindeki 5000 kisilik kuvvetle dort koldan Diyarbakir'a saldirdi. (7 mart) . Bir yandan da bolge halkina ' Halife sizi bekliyor. Hilafetsiz müslümanlar olmaz. Hiç bir halife memleketten cikarilmaz. Şiarimiz dindir. Simdiki hükumet dinsizlik neşretmektedir. Şeriat isteyiniz. Kadinlar çıplaktır, Mekteplerde dinsizlik ilerliyor' şeklinde bildiriler dagitti.
Hukümet kuvvetleri Diyarbakir'i yerli halktan da yardim gorerek,şiddetle savundu ve isyancilari bozguna ugratarak takibe basladi (8 mart) 2 mart 1925'te dogu illerinden ilan edilen seferberlik uyarinca hukümet kuvvetlerinden buyuk bir kismi Diyarbakir'a geldi (9 mart) . Bu tarihten itibaren hukumet kuvvetleri geniş bir temizlik harekatiyla, birlikte asilerin elindeki yerleri geri almaya basladi. Şeyh Sait maiyetiyle birlikte Varto'nun guneyindeki çarpuh köprusunde sıkıştırılarak yakalandi.(15 nisan) . Seyh Sait isyanini el altindan destekleyen Kurdistan
Teali cemiyeti reisi eski Suriye Devlet reislerinden Seyit Abdulkadir de Istanbul'da ele gecirildi.12 arkadasi ile yargilanmak uzere Diyarbakir'a getirildi. Abdulkadir ve 5 arkadasi yargilanarak idam edildiler. (27 mayis) .
Yapilan kovusturmada isyancilarin giydikleri Yabanci Asker Üniformalari, üzerlerinde çikan Yabanci Paralar, kullandiklari Türk ordusuna ait olmayan Yabanci Silah ve Cephane ve bildirilerin Avrupa'da basilmiş oluşu v.b delillerden isyanin yabanci bir ulkeden (İNGİLTERE) geniş destek gordüğü ortaya çikti.Şeyh Sait ve 47 kisi Şark istiklal mahkemesi tarafindan idama mahkum edildi. Karar Diyarbakir'da Siverek kapısında yerine getirildi (29 haziran 1925) .
izmir’in dağlarında çiçekler açar.
altın güneş orda sırmalar saçar.
bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar.
yaşa Mustafa Kemal Paşa,yaşa;
adın yazılacak mücevher taşa.
izmir dağlarına bomba koydular
Türk’ün sancağını öne koydular.
şanlı zaferlerle düşmanı boğdular.
kader böyle imiş ey garip ana
kanım feda olsun güzel vatana.
izmir’in dağlarında oturdum kaldım
şehit olanları deftere yazdım.
öksüz yavruları bağrıma bastım.
kader böyle imiş ey garip ana
kanım feda olsun güzel vatana
Türk oğluyum ben ölmek isterim.
toprak diken olsa yatağım yerim.
allahından utansın dönenler geri
yaşa Mustafa Kemal Paşa,yaşa
adın yazılacak mücevher taşa
Ulus Devlet (Milli Devlet) varlığını tek bir ulusa dayandıran devlettir. Ulus Devlet anlayışında “ulus” kavramı ön plandadır. Bu devlet anlayışında bir toprak üzerinde yaşayan halkın ırk, din, dil ve kültür bütünlüğü esas alınır ve bu çerçevede resmi kimlik ve resmi ideoloji oluşturulur.
Annan planı 2 ayrı devletin 1 araya gelmesi için düşünülmüş bir plandır.Ama 2 devletinde başındakiler(DENKTAŞ ve PAPADOPULOS) bu plana karşı oluklarını ifade etmişlerdir.Ancak Birleşmiş Milletler, ABD ve A nin zorlamasıyla Referandum aşamasına gelinmiştir.
Denktaş 60 larda 70 lerde Kıbrıs Türkleri için uğraşırken kısa pantalonuyla gezen Tayyip, bugün Denktaş a ‘Yapılacak bir şey varsa buyur Kıbrıs’ta onu yap. Ne anlatacaksan Kıbrıs’ta anlat.’ diyebilecek kadar ileri gidebilmiştir.
Acaba Kıbrıs ve Annan planı konusunun Türkiyede konuşulmasından Neden bu kadar KORKMAKTADIR TAYYİP EFENDİ?
Yeni araştırmacıların, Illuminati şebekesinin ilk bölümlerinden biri olarak keşfettiği kısmı da, Yuvarlak Masa isimli İngiliz-asıllı gizli örgüte bağlanan organizasyonlar grubudur.
Bu grup, BİLDERBERG Grubu, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon, ve Roma Klubü isimli organizasyonlardan oluşmaktadır.
Bu şebeke, Illuminati’yi en güçlü şekilde ifade edebilecek olan şebeke değildir. Illuminati ağı içerisinde birçok seçkin grup vardır, fakat bu “Yuvarlak Masa” organizasyonları, Illuminati Planı’nın gündelik politik, ekonomik, iş dünyası, ordu (özellikle NATO) , eğitim ve diğer tüm alanlardaki beyin yıkamalarında anahtar rolü oynamaktadır.
Bunlarla ilgili birçok ayrıntıyı, “En Büyük Sır” ve “..ve gerçek seni özgür kılacak” isimli kitaplarımda okuyabilirsiniz. Ama kısaca açıklamak gerekirse, bu şebeke, Dünya gezegeninin merkezi kontrolünü içeren Illuminati Planı’nı, 20. yüzyıl geçerken daha da ileriye ve öteye taşımak için yaratılmıştı.
Yuvarlak Masa, 19. yüzyılın son zamanlarında Londra’da (Illuminati’nin faal merkezi) yaratılmıştı. İlk resmi lideri, Güney Amerika’yı acımasızca idare etmiş olan ve bu toprakları siyah insanların elinden alan, Cecil Rhodes idi. Teoriye göre, şu anda siyah insanlar Afrika’daki politik kontrolü ellerinde bulundurmalarına rağmen, esas kararlar, hâlâ daha, siyah başkan ve lider kuklaları aracılığı ile Avrupalı ve Amerikalı seçkinler tarafından verilmektedir. “Bağımsızlık” bir hayaldir.
Rhodes, bir kabileyi diğer kabileye karşı oynatmıştı ta ki tümü birbirlerini savaşta yokedene ve böylece Rhodes ve İngiliz’in yönetimi devralmasını sağlayana dek. Bu, hâlâ daha, günümüzde Afrika’da sürmekte olan çatışmalarda aynen olmaktadır (bunlarla ilgili detaylı yazıları websitesinde bulabilirsiniz) . Rhodes,Yuvarlak Masa’nın amacının İngiltere tarafından (İngiltere merkezli Illuminati tarafından) kontrol edilen bir Dünya Hükümeti kurmak olduğunu söylemişti.
1902’de öldüğünde, parasını, kendi vasiyeti üzerine, “Rhodes Bursları” parasal kaynağını oluşturmaya bırakmıştı. “Rhodes Bursları”, dış ülkelerden gelen öğrencilerin Oxford Üniversitesi’nde -Illuminati’nin “eğitimsel” beyin-yıkama merkezinde- eğitim görebilmeleri için onların masraflarını karşılayan bir programdır. Ülkelerine dönüp de politika, ekonomi ve medya gücünü elinde tutan konumlara yerleşen “Rhodes Mezunları” ile diğer genel öğrenci nüfusu arasında dağlar kadar fark vardır. Onlar, Illuminati temsilcileri olarak görev yaparlar. Bugün, dünyadaki en meşhur Rhodes Mezunu, iki-defalık Amerika Başkanı Bill Clinton’dur. Fakat, Rhodes Yuvarlak Masa’nın resmi öncüsü olmasına rağmen, esas sermayeyi sağlayan ve kontrol edenler, birçok global komplonun merkezinde yer almış olan bankacılık hanedanı Rothschild Ailesi idi. Bu Yahudi-karşıtı bir işaret değildir çünkü Rothschildlar Yahudi olduklarını iddia etmektedirler. Yahudi insanları herkesten fazla sömüren ve onların beynini yıkayan da Rothschildlar’dan başkası değildir! ! (Bak: Hitler bir Rothschild mıydı? Makalesi.)
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında, Yuvarlak Masa’nın ABD ve İngiltere’deki gizli seçkinleri, kendi hükümetlerinin savaş konseylerindeki başrole sahip kişilerdi.. Belgelerle de ispatlanabileceği gibi, bu kişiler global çatışmaya yol açacak olayları yaratmak için beraber çalışmışlardı. Problemi-yarat-sonra-çözümü-sun teknikleri sayesinde, global statükoyu bu savaşla yoketmek ve böylece dünyayı, savaş bittikten sonra, kendi Planlarının öngördüğü imaja göre yeniden çizme şansını yakalamak istiyorlardı. Ve bunu da aynen yaptılar.
Savaştan sonra, dünyadaki güç, savaştan öncesine göre, daha da az birkaç kişinin eline verilmiş ve indirgenmişti, ve bunu yine kendilerinin yarattığı İkinci Dünya Savaşı ile de daha öteye götürüp geliştirdiler. Bu durum, bugüne dek sürdü, ve aslında, her geçen dakika daha da hız kazanmaktadır.
1919 yılında, Paris yakınlarında, Versailles Barış Konferansı’nda biraraya gelen Amerika ve İngiltere’den Yuvarlak Masa’nın seçkinleri, Alfred Milner, Edward Mandel House, ve Bernard Baruch gibi şahıslar, kendi ülkelerini temsilen toplantılara atandılar ve aslında kendilerinin yarattığı savaşın sonucu olarak, dünyanın nasıl değişeceğini karar vermeye başladılar. Almanya’yı ödenilmesi imkansız tazminatlara tabi tuttular, ve böylece savaş-öncesi Weimar Cumhuriyeti’nin, inanılmaz bir ekonomik çöküntü arasında, kalıp yıkılmasını garanti altına aldılar. Tüm bunların getirdiği sonuç ise “gayet rastlantısal” olarak Hitler’in gücü eline geçirmesi oldu. (Bak…’Hitler bir Rotschild mıydı? ’ Makalesi) Ayrıca, Illuminati’nin Yuvarlak Masa üyeleri, Paris’te Hotel Majestic’teyken, Bilderberg(Bil) -Dış İlişkiler Konseyi(DİK) -Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu(KUİK) -Üçlü Komisyon(ÜK) şebekesini oluşturma işlemlerine başladılar. Buna ek olarak, Versailles’da karar verdiler ki Filistin’de bir Yahudi anavatanının yaratılmasını destekleyeceklerdi. Kitaplarımda da gösterdiğim gibi, bu üyelerin her biri ya Rothschild soyundan gelmekteydi ya da onlar tarafından kontrol edilmekteydi.
Versailles Barış Konferansı’ndaki, Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, Rothschild klonları ve ABD Yuvarlak Masa öncüleri Colonel House ve Bernard Baruch tarafından “önerilmişti”; İngiltere Başbakanı Lloyd George, Rothschild çalışanı ve Yuvarlak Masa lideri Alfred Milner ve Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel Rothschild’ın torunu Sir Phillip Sassoon tarafından “önerilmişti”; Fransız lider Georges Clemenceau, gerçek ismi Jeroboam Rothschild olan kendi İçişleri Bakanı Georges Mandel tarafından “önerilmişti”.
Burada kararları kimin verdiğini sanıyorsunuz? ?
Hotel Majestic’teki gizli toplantılarının sonucu olarak, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu Londra’da 1920 yılında, Dış İlişkiler Konseyi 1921 yılında, ve bunları takip eden BİLDERBERG Grubu (1954) , Roma Klubü (1968) ve Üçlü Komisyon (1973) kuruldu. Tüm bu organizasyonlar, Rothschild’lar, Rockefeller’ler ve Illuminati’nin daha yüksek güçlerine çalışan Henry Kissinger gibi önde gelen beyin-yıkayıcılar tarafından idare edildi ve edilmektedir.
Bu organizasyonların, üyeleri arasında global politika, iş dünyası, bankacılık, medya, “eğitim” ve diğer alanlardaki en yüksek mevkili insanlar bulunmaktadır. Bunlar, görünüşte bağlantısız ülkeler, politik partiler ve kuruluşlar aracılığı ile, halkların bilgisi dışında, ayni global siyasetleri, planlı bir şekilde düzenleyen kanallardır. Malta Şövalyeleri, Masonlar gibi diğer gizli örgütlerin yüksek konumları da, bu Yuvarlak Masa ağına bağlanır.
Bilderbeg gurubunun toplantıları periyodik olarak her sene yapılıyor...1950'lerde komunizm tehlikesine karşı kapitalizmin korunması mantığıyla başlandı zamanla dünyaya hükmetme, gelecek bir yıl içerisinde uygulanacak olan makro politikaların uygulayıcılarına anlatıldığı toplantılara dönüştü...hemen hemen her ülkeden insanlar çağırılıyor...ve bu insanlar kamuoyu tarafından çok iyi tanınan simlardan seçilmiyor ama bir önemli nokta da burada gizli; toplantıya katılan sıradan bir politikacıysa bir anda yolu açılıyor bakanlık hatta başbakanlık koltuğunda buluyor kendini veya sıradan bir gazeteci büyük bir medya kuruluşunun genel müdürlüğüne kadar yükselebiliyor...
toplantıları basının takip etmesinin yasak olduğu gibi herhangi bir kayıt cihazı (kağıt ve kalem dahi) sokamıyorsunuz içeri...daimi üyelerinin sayısının 10 kadar olduğu tahmin ediliyor diğer üyeler ise her yıl değişiyor...
1886 yılında Balıkesir'in mihaliç ve Bandırma ilçeleri arasında kalan emreköy'de doğmuştur. ailesi kafkasya'dan anadolu'ya göçen Çerkes boylarının sapsığ oymağındandır. babası ali bey ekonomik olarak iyi durumda olan bir ziraatçı/değirmencidir. Ethem 2 metreye yakın boyu olan sarışın bir gençti, babası ona çakır derdi.
baba ali bey İttihat ve terakki cemiyeti ile bağları olan biridir. ethem'in dört ağabeyi vardır. iki ağabeyi balkan savaşları sırasında şehit düşer. hayatta kalan iki ağabeyi de askerdir. baba ali bey ethem'i yanında tutmak istese de o 19 yaşında istanbul'a kaçarak Bakırköy zabıta mektebini birincilikle bitirir. başçavuş olarak mezun olur, sonradan teğmenliğe yükselir. Ethem balkan savaşı sırasında Bulgar cephesinde savaşır ve yara alır. resmi askerlik serüveni de burada biter. 1. dünya savaşı sırasında ethem, ağabeyi emekli yüzbaşı reşit bey ile birlikte o dönem yeni kurlan osmanlı'nın ilk gizli haberalma örgütü Teşkilat-ı Mahsusa da çalışır. hamidiye komutanı rauf (orbay) bey'in komutasında iran-afgan üzerinden türk anavatanı'na yol açma seferinde bulunr. daha sonra yine teşkilat-ı mahsusa bünyesinde ırak seferine katılır.
yaralanır ve hasta olarak baba ocağı bandırma'ya döner. mütareke ilan edildiğinde ethem bandırma'dadır.
rauf (orbay) bey monddros mütarekesi'ni osmanlı adına imzaladıktan sonra anadolu'ya geçerek mustafa kemal'in yanında yer alır. bu arada eskiden tanıdığı bir çok dostuna da anadolu'da örgütlenmesini söyler. bunlar arasında çerkez ethem de vardır.kendisi şahsen ethem'i ziyaret eder. bu sırada ethem'in iki ağabey'i de bandırma'da bulunmaktadır. böylelikle ethem çevresindeki güçleri ile birlikte kurtuluş savaşına adım atmış olur.
ethem salihli cephesini organize eder. bu sırada yunan kuvvetleri izmir'e çıkmıştır. anadolu'da huzursuzluk büyüktür. ayrıca savaştan gelmiş ve terhis olmuş bir çok işsiz güç vardır. ethem dağa çıkmış, ortada kalmış bir çok eski askeri biraraya getirerek salihli cephesinde belirli bir güç sağlar. yunan güçleri ile karşılaşmaları ve çatışmaları uzun sürmez. ethem'in güçleri yunan ordusunu denize dökemese de, elini kolunu sallayarak iç anadolu'ya doğru ilerlemelerine izin vermez. belirli noktalarda düzenli yunan ordusun durdurmayı ve sipere çekilmesini sağlar.
çerkes ethem öncelikle ege bölgesinde, itihat ve terakki bağlantıları olan ve istanbul hükümeti ve ingilizlerle ortak hareket eden karşı çeteleri temizlemekle uğraşır. bu güçler çerkes ethem'i ortadan kaldırmaya çalışsa da ethem bunu sezer ve onları yokeder.
sonrasında ise büyük anzavur ahmet ayaklanması baş gösterir. anzavur öncelikle biga ve çevresini kolaylıkla ele geçirir. bu sırada istanbul hükümeti çıkardığı fetvalarla kuvayı milliyecilerin dine karşı geldiklerini ve kitledilmelerinin vacip olduğunu anadolu'ya yayarlar çeşitli bildirilerle. anzavur ve sonrasında çıkacak bir çok yerel ayaklanma bundan etkilenir ve önemli güçler toplanarak kuvayı milliye'ye ve ankara'ya karşı ayaklanırlar. bu arada kuvayı inzibatiye denen istanbul hükümeti ordusu da ingilizlerin de desteğiyle anadolu'ya girerek bu ayaklanmalara destek olur.
anzavur ahmet kuvvetleri üzerine defalarca bazı kuvvetler gönderilse de bir türlü başarılı olamazlar. bu durm anzavur'ur kendine güvenini iyice sağlamlaştırır. ankara'nın isteği üzerine gitgide büyüyen anzavur tehlikesine karşı ethem salihli'deki kuvvetlerinin bir bölümü ile yola çıkar ve balıkesir'e ulaşır. bu sırada anzavur karacabey de dahil olmak üzere batı anadolu'nun bir çok merkezini ele geçirmiş, balıkesir'e de girmek üzeredir. sonuçta susurluk'un kuzeydoğusunda iki kuvvet karşılaşır ve 9-10 saati bulan uzun bir çatışmanın ardından ethem kuvvetleri anzavur kuvvetlerini bozguna uğratarak dağıtır.
dağılan güçlerin peşine düşen ethem bir çok esir alır. pişman olan bir çok asker ethem'in kuvvetlerine katılır. ethem amansız takibini sürdürerek parçalara ölünen anzavur kuvvetlerini tamamen yok eder. son olarak ayaklanmanın merkezi biga'ya da girerek genel af ilan eder ve anzavur olayı kapanır.
tam bu sırarada ankara'dan ismet (inönü) bey telgrafla ethem'e ulaşır. ethem'e verilen bilgiye göre düzce ve çevresindeki gerici ayaklanma tamamen kontrolden çıkmış, ankara'dan gönderilen tüm seçkin kuvvetler başarısız olup dağılmış, büyük kayıplar verilmiştir.
ethem doğruca düzce’ye geçer burada, geyve boğazında avantajlı cephe almış ayklanmacılara karşı önemli bir manevra ile başarı sağlar ve ayaklanmacılar dağıtılır. daha sonrasında ayaklanmanın başındaki bazı isimler istiklal mahkemesi’nde yargılanarak idam edilir. idam edilenler arasında yörenin çerkes kökenli ileri gelenleri de vardır. hata bu yüzden çerkes ethem’de soydaşları tarafından eleştirilir ancak çenkes bilmektedir ki bir ayaklanmayı bastırmanın en etkili yolu elebaşlarını yoketmektir.
bu arada batı anadolu’daki bu ayaklanmalara yardım etmek amacıyla andolu’ya geçmiş bulunan istanbul hükümeti’nin ordusu kuvayı inzibatiye’nin de üzerine gidilir. bu kuvvetler de buzulur ve dağılarak izmit’e kaçarlar, ingiliz gemilerine sığınırlar.
tüm bu karmaşaların sona erdiğini varsayan ethem, uzn süredir başsız bıraktığı salihli cephesi’ne gidip gerçekleşeceğini tahmin ettiği yunan ordusu saldırısına karşı hazırlanmayı istemektedir. ancak bu sıraa ankara’dan gelen telgraf, yozgat’taki çapanoğlu ayaklanmasının bir türlü kontrol altına alınamadığı şeklindedir. ankara bir kez daha ethem’den yardım talep etmektedir. oysa ethem’in sağlığı bozulmaya başlamış, kuvvetleri ise oldukça yorgun düşmüştür.
ethem eskişehir üzerinden ankara’ya geçer ve batı cephesinde yunan saldırısı olasılığından bahseder. kendisi açıkça kendi cepnhesine geçmek istemektedir. ancak ankara’da karşılıklı görüşme fırsatı bulduğu ismet ve mustafa kemal paşalar, yozğat ayaklanmasının bastırılmasının daha önemli olduğunu söylerler. sonuçta ethem ikna edilir ve yozgat’a geçer. ancak yozgat’taki durm kendisine anlatılandan çok daha kötüdür. ankara’dan gönderilen hemen hemen tüm güçler büyük bozgular yaşamışlar ve geri çekilmişlerdir. ethem uzn süredir ankara’nın bir türlü güç toplayamamasına hem şaşırır hem de sinirlenir. bu görüşlerini de ankara’ya iletmekten geri durmaz. sonuç olarak yozgat’taki ayklanmayı da son bir gayret ile bastırmayı başırır ethem ve güçleri.
her bastırdığı ayaklanmada yaptığı gibi ayaklanmanın eebaşlarını istiklal mahkemesine verir ve idam edilmelerine sağlar. birinci dereceden sorumlu olmayan ahali ile ise iyi ilişkiler kurar ve kurtuluş mücadelesine desteklerini almaya çalışır. yozgat’ın alaca kasabası’na şansen gider ve buradaki güçlü alevi dedeleri ile görüşür. burada ‘alaca müfrezesi’ kurulur ve 600 kişilik bir kuvvet ethem saflarına katılır. bu alaca müfrezesi ileride gediz cephesi’nde yunan kuvvetlerine karşı büyük bir kahramanlık gösterecektir.
ethem’in kuvayı seyyare’sinin en ünlü birliği ise ‘bolşevik müfrezesi’ adlı 700 mevcutlu piyade birliğidir. bu birlik eskişehir müdafa-i millet cemiyeti tarafından, daha çok karkeçeli aşiretinin gençleri arasından kurulmuştur. bolşevik ismiye anılmasının en önemli nedeni ise birliğin başında bulunan genç ‘ismail hakı efendi’dir. ismail hakkı efendi katı bir savaşçı ve komutan olmaktan öte gerçek anlamda bir bolşeviktir. özellikle savaş karşıtı söylemleri ile düşman yunan askerleri üzerinde büyük etkisi olmuş ve karşı ordu içinde ayaklanmalara varacak derecede başarılı propagandalar yapabilmiştir. bu nedenle ethem tarafından çok sevilmekte ve tutulmaktadır.
etkhem’in bolşeviklerle ilişkisi ise, lenin’in ilk yıllarında hazırladığı ‘halkların özgürlüğü’ isimli bildirgeden çok etkilenmişş olmasının ötesine pek geçmez. kurtuluş savaşı yıllarında zaten bolşeviklere karşı yoğun bir sempati ve destek vardır. zira bolşevikler, yani sosyalist sovyetler kurtuluş savaşı sırasında ankara hükümeti’nin hem maddi, hem manevi hem de askeri olarak en büyük destekçisidir.
ancak her halükarda bolşevikler ile resmi ve yoğun ilişkiler içinde bulunan ethem değil ankara hükümeti’dir.
ethem, yozgat çapanoğlu ayaklanmasını da batırdıktan sonra nihayet salihli cephesine, asıl düşmanın, yunan ordusunun karşısında yeri almak için hareket eder. ancak artık çok geçtir. ethem’in korkuları gerçekleşmiş ve kendisi yoken yunan ordusu batı cephesinde büyük yığınaklar yaptıktan sonra saldırıya geçmiştir. iç ayaklanmalarla ile uğraşırken batı cephesi zayıf düşmüş, yunan ordusu anadolu içlerine büyük ilerleyişini bu sayede yapabilmiştir. ethem derhal duruma müdahale eder ve gediz önlerinde yunan ordusun durdurur. durdurmanın ötesinde çok büyük kayıplar verilmesine neden olur. bu yenilgi yunan tarfı için o kadar büyüktür ki yunanistan’da hükümet krizi ortaya çıkar ve venizelos yurtdışına kaçarak yerini kral’a bırakır.
bu sırada ethem’i hayatı boyunca rahatsız edecek hastalığı iyice ilerler. özellikle mide ağrıları ve kramları nedeniyle hareket edemeyecek durma gelir ve yatağa düşer.
bu sırada batı cephesinden yunan kuvvetleri durdurulabilmiş, ankara da hem siyasi hem askeri olarak biraz daha güçlenmiştir. öyle ki fransızlar kendileri gelerek ankara hükümeti ile barış imzalamak istemişler. doğu cephesinde ermeni kuvvetlerine karşı verilen mücadele ise, özellikle sovyetlerin de desteği ile tam da ankara’nın istediği gibi sonuçlanmıştır.
ethem bu arada biraz istirahat etmek ve iyileşmek için fırsat bulur. hemen sonrasında ise ankara’ya geçer. ankara’da büyük hürmet görmekte, herkes tarafından takdir edilmektedir. ancak ankara aynı zamanda karışıktır da. hala istanbul hükümeti’ne yakın duranlar olduğu gibi, mustafa kemal ve ismet paşa’dan rahatsızlık duyanlar, ethem’e karşı olanlar vardır.
ethem bu ankara gezilerinden birinde bir krizi de çözer aslında. içişleri bakanlığı için yapılan seçimi mustafa kemal’in adayı refe (bele) bey değil de komünistlerin adayı tokat milletvekili nazım bey kazanmıştır. mustafa kemal ve ismet paşa, ethem’den ağırlığını koyarak nazım bey’i böyle bir dönemde bu görevi kabul etmekten vazgeçirmesini rica ederler. ethem nazım bey’e olağanüstü bir durum yaşandığını, bu dönemde hızlı kara verilmesi ve harekete geçilmesi gerektiği için refet bey’in içişleri bakanı olmasının daha faydalı olacağını söyleyerek istifa etmesini sağlar.
ancak ileride kendi elleriyle içişleri bakanı yaptığı refet bey, ethem’in sonunu hazırlanmasında önemli bir rol oynayacaktır.
kısa bir süre sonra, refet bey ile ethem’in arası açılır. neden ise ethem bey’in, refet bey’i bir hatası neticesinde istiklal mahkemesine vermesidir. bu hata ise şöyledir;
ethem yozgat’taki çapanoğlu ayaklanmasını bastırdıktan sona ahalinin önde gelenleri ile görüşmüş ve özellikle alaca kasabasındaki alevilerin arasından 600 kişilik alaca müfrezesini kurdurup güçlerine katmıştı. ancak ethem’den sonra bölgeye gelen refet bey alaca kasabasındaki alevi dedelerine baskı yapmış, tehditler savurmuştur. bu durm gediz’de düşmanla çarpışan alaca bölüğü’ne ulaştığında, 150 kadr asker, ‘doğrudan ilgimiz olmayan bir ayaklanma yüzünden hala suçlanacaksak burada ne işimiz var? ’ diyerek cepheyi terk etmiş ve ahalilerini korumak maksadıyla alaca’ya dönmüşlerdir.
bu durumun belgelerini ethem eskişehir istiklal mahkemesine iletir. mahkeme’de durumu haklı bularak refet bey’i mahkemeye çağırır. ancak bu arada devreye İsmet ve Mustafa Kemal paşalar girer. ethem’den suçlamasını bir süre için geri çekmesini isterler ve refet bey’in tarafını tutarlar. ethem ise bu durma sert bir şekilde karşılık verir. zaten ethem’in en büyük kusuru politika’yı da cephede savaşır gibi yapmasıdır.
eski güzel günlere nazaran durumdaki en büyük fark ise batı cephesi komutanı olan ve ethem'e bir baba gibi yaklaşıp onu kontrol altında tutabilen ali fuat (cebesoy) paşa yerine, ismet (inönü) paşa'nın geçmesidir. bu aşamadan sonra ne ismet paşa ethem'i idare etmeye çalışacak, ne de ethem ismet paşa'nın komutasını kabul etmeye yanaşacaktır.
sonuç olarak ankara ve ethem arasında soğukluk büyür. özellikle ege bölgesindeki halkave kuvayı seyyare askerlerine, ankara tarafından hazırlatılmış bildiriler dağıtılır, bazı subaylar askerleri arasına girerek ethem karşıtı propaganhda yapmaya başlarlar. bu durma en sert tepkiyi ise ethem’in ağabeyi tevfik bey verecektir. ‘eğer yakalarsam, bu propagandacı subaylarını idam ederim’ şeklinde yazdığı bir telgrafı ismet paşa’ya geçer.
gerilim gitgide artmaktadır. ethem eskişehir’e geçip ismet paşa ile görüşmek ister. ancak ismetpaşa bir gün sonra görüşebilir deyince ethem silahlı adamlarıyla ismet paşa’nın kargahını basar ve kendisiye zorla görüşür. daha sonrasında ise Mustafa Kemal ile ankara’dan eskişehir’e uzanan bir tren yolculuğunda bir gerilim yaşanır. ethem, kendi anılarında mustafa kemal’in kendine bir komplo kurduğunu ve öldürmek istediğini iddia eder. resmi tarih ise aynı şekilde ethem’in eskişehir’de silahlı arkadşlarıyla treni basıp M. Kemal’i öldürmek itediğini söyler. ethem Eskişehir’deki bu olayı yine mustafa kemal ile karşılıklı görüşmek için trene silahlı adamalrımla gidiyordum diye açıklar.
sonuçta artık ipler iyiden iyiye kopmuştur. ismet paşa uzun zamandır yaptığı hazırlıklar neticesinde gediz ve çevresindeki ethem güçleri üzerine yürümeye başlar. aynı şekilde konya yöresindeki refet bey de doğudan ethem’i sıkıştırmaya başlar. ethem de bu sırada devam etmekte olan yunan tarruzunu durdurmak için yunan komutanlara haber gönderir ve ateşkes ister. 4 günlük bir ateşkes yapılır.
ismet paşa ve refet bey güçleri ile önemsiz çatışmalara girerek geri çekilir ethem bey ve kuvvetleri. ancak artık geri çekilecek bir yer yoktur.
bunun üzerine güçlerini dağıtmaya karar verir ethem. isteyen türk taarfına, isteyen yunan tarfına geçebilir diye açıklama yapar. isteyen de dağa çıkabilecektir. ethem bey’in kardeşi teyfik bey yunan tarfına geçer. etham ise 50 kişilik bir grup ile dağa çıkmayı tercih eder. birkaç hafta dağlarda kaçtıktan sonra sağlığı da elvermediği için düze iner, bandırma’nın bir köyünde, bir ağanın evine sığınır. ancak burada uzun süre kalması da mümkün değildir. sonuçta kaldığı köydeki halka da zarar vermemek için yunan kuvvetlerine teslim olur. buradan izmir’e götürülür ve hollanda hastanesi’nde bir süre tedavi görür. sonra izmir’de bir otelde kalır bir süre. eski komutanlarından Halil bey ankaradakilerle görüştüğünü ve onlara katılacağını söyler. ancak ankara’ya gittikten sonra ethem aleyhine tanıklık yapmadığı için idam edilir.
bu arda ethem’in ailesi de kayseri’ye sürgüne gönderilmiştir. ethem’in kurtuluş savaşına karşı yaptığı en açık hareket ise, izmir’de kendisine yunan subayları tarafından zorla imzalatılan bir bildiridir. Türkçe hazırlanan bildiride Türk ordusuna seslenilmiş ve Yunan güçlerinin telim olan Türklere ne kadar iyi davrandığından bahsedilmiştir. Ethem, bu bildiriyi, yunanların dağılan eski askerlerine karşı yaptığı baskıyı hafifletmek için imzaladığını söyler.
daha sonra Ethem Atina’ya geçer ve tedavisine orada devam eder. bir süre sonra ailesi de Yunanistan’a geçere kralın yazlık sarayında kalmaya başlarlar.
Ethem ise tedavisi için Almanya’ya geçer.
savaşın bitiminden sonra Türk hükümeti Ethem ve ailesinin Türkiye’ye iade edilmesi konusunda baskı yapar. ancak yunan hükümeti hukuk kuralları çerçevesinde bunu yapamayacağını söyler. ancak aile Yunanistan’ı terk etmeye zorlanır. kabul eden ülkeler arasında ürdün’ü seçerler ve oraya yerleşirler. ürdün önemli bir çerkes nüfusu barındıran bir ülkedir ayrıca.
daha sonraki yıllarda peşpeşe çıkan aflarla Ethem’in ailesi birer birer Türkiye’ye döner ve burada ölürler. Ancak Ethem, affedilmesin erağmen geri dönmez ve Ürdün’de ölür. kendisine bir anıt mezar yapılır.
Zaman ve mekan mutlak olmayan, bir başlangıç noktaları olan, Allah'ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir. Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş, tespit etmiş ve yaratmıştır. İşte materyalistlerin akıl erdiremedikleri 'kader' gerçeğinin özü de buradadır.
Zaman; duyu organlarımız tarafından ardı ardına gelen birtakım olaylar neticesinde hissedilen bir tür algıdır. Zamanın akışını, etrafımızdaki, hareket değişikliklerini birbirlerine kıyaslayarak anlarız. Örneğin güneş doğar, batar ve ertesi gün tekrar doğduğunda 'bir gün geçti' deriz. Bu olay 30-31 kez tekrarlandığında bu kez '1 ay geçti' deriz; ama sorulduğunda bu bir ayla ilgili fazla bir detay hatırlamadığımızı, geçen zamanın sanki sadece bir an gibi olduğunu düşündüğümüzü itiraf ederiz. Yine de gözlemlediğimiz tüm bu hareketlilik ve sebep-sonuç ilişkileri bize zamanın geçtiğine dair ipuçları verir. Eğer gündüz geceyi, gece gündüzü takip etmese ve elimizde zamanın geçtiğini gösterir bir saatimiz olmasa, belki de geçen zamanın ne kadar olduğuna, bir günün ne zaman başlayıp ne zaman biteceğine dair doğru bir tahminde bulunmamız mümkün olmayacaktı. Bu açıdan, bizim için böyle belirli dayanak noktaları olmaksızın, zamanın ne hızla aktığı konusunda kesin bir yargıya varamayız.
Zamanı ölçmek için kullandığımız kavramlar, çok değişkendir. Örneğin, 'bir saat' dediğimiz süre, eğer sıkıcı bir bekleme içindeysek, saatler kadar uzun gelebilir. Aynı saati, çok eğlenceli ve bitmesini istemediğimiz bir durumda, üç-beş dakika kadar kısa bir süre gibi algılarız. Yani aslında zaman algısı, bizim için farklı 'hız'larda akabilmektedir. İşte bizim kendi içimizde hissettiğimiz zamanın bu değişken yapısı fiziksel olarak da ispatlanmış bir gerçektir.
Oysa bu konu, 'madde'ye bağımlı kalarak düşünen insanların ısrarla kavrayamadığı çok önemli bir gerçektir. Bunun nedeni, zamanın sabit, mutlak ve değişmez olduğunu ve herkes için zamanın eşit geçtiğini zannetmeleridir. Oysa ki, zaman sabit ve değişmez değildir. Her cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman hızlı veya yavaş geçmektedir.
Herşeyden önce bir cisim hızlandıkça o cismin üzerinde zaman yavaşlamaktadır. Bu gerçek, ünlü fizikçi Albert Einstein tarafından Genel Görelilik Kuramı'nda ortaya konmuştur. Buna göre, ikiz kardeşlerden birini bir rokete koyup ışık hızına yakın bir hızla uzaya göndermeyi başarabilseydik uzaydaki kişi döndüğünde, dünyadaki ikiz kardeşini yaşlanmış olarak bulacaktı. Aynı deney bir baba ile oğula uygulandığında ise baba dünyaya döndüğünde oğlu kendinden daha yaşlı olacaktı. (Einstein ve Görelilik Kuramı, sf.57)
Bu örnekten açıkça anlaşılacağı üzere, bir sistem hızlandıkça o sistem üzerinde zaman yavaşlamaktadır.
Ayrıca bir cismin sadece hızı değil, konumu da zamanı etkilemektedir. Genel Görelilik Kuramı, çekim merkezlerinin yakınında zamanın daha yavaş geçtiğini ispatlamıştır. Ünlü fizikçi Stephen Hawking, bu gerçeği yukarıdaki ikiz örneğini kullanarak şöyle anlatmaktadır:
'Görelilik Kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz düzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.' (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, sf.54)
Materyalistler zamansızlığı kavrayamamasına rağmen zamansızlık kavramı fizik formüllerine girmiş bilimsel bir gerçektir.
Sonuçta izafiyet teorisi, hıza ve konuma göre uzayda farklı zaman dilimleri olduğunu göstermiştir. Karadelikler ise zamanın durduğu zamansızlık ve sonsuzluk boyutunun meydana geldiği fiziksel mekanlar olarak karşımızda durmaktadır. Tüm bunlar, Kuran'da bahsedilen zamanın izafiliğinin bilimsel açıklamalarıdır.
Zamana ve mekana bağımlı olan bizler, sadece yaşadığımız anı biliriz. Zamansız ve mekansız olan yani zamana ve mekana bağlı olmayan Allah, 'zaman'ı her şekliyle bilir. 50.000 yıl olarak, 1.000 yıl olarak veya yıl, ay, gün, saat, dakika, saniye, salise olarak bilir. Gelecek bizim için gelecektir. Zamandan münezzeh olan Allah için ise, geçmiş ve gelecek, hepsi birdir; çünkü tümünü Allah yaratmıştır.
Bilim adamları, zaman ve mekanın maddeyle birlikte yaratıldığını ispatladılar
Evrenin nasıl oluştuğu ve şu anki konumu, astronomlar ve fizikçiler tarafından uzun bir süredir araştırılıyor. Bugün bilim evrenin 'Büyük Patlama' denen başlangıca sahip olduğunu, büyük bir ivme ile genişlediğini ve kesinlikle bir gün yok olacağını saptamış bulunuyor.
Gün geçtikçe daha fazla bulguyla varlığı kesinleşen 'Büyük Patlama' hakkında bilim adamlarının aktardıkları gerçekler çok şaşırtıcı. Evrenimizin varoluşunu açıklayan 'Büyük Patlama' modeline göre, kainattaki galaksileri, yıldızları ve gezegenleri oluşturan maddenin hepsi, bundan 15 milyar yıl önce tek bir atomun çekirdeği boyutunda küçük bir hacme sıkışmış olarak duruyordu. Bu an, zaman ve mekanın oluşmasından önceydi. Hemen sonraki anda, tarifi imkansız bir patlama ile sonsuz yoğunlukta trilyonlarca derecelik bir sıcaklık oluştu. Bu sırada maddeyi meydana getiren atom parçacıkları ve enerji, kainatı ortaya çıkardı. Bu ortaya çıkan parçacıklar da hareketle birlikte zamanı oluşturdu.
Nature dergisinin 12 Temmuz 2001 tarihli sayısında yer alan habere göre, maddenin çok yüksek bir enerji halinde sıkışmış olarak durduğu bu ortamda, zaman ve mekan gibi boyutlardan asla bahsedilemiyor. (Nature, 12 Temmuz 2001, sf. 130) Harvard Üniversitesi ile Illinois'deki Ferni Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı'ndan nükleer fizikçi araştırmacılar, daha hiçbir şeyin olmadığı bu başlangıcı 'boyutların ortadan kalkması' olarak tanımladılar. Boyutların ortadan kalktığı 'büyük patlama' ortamında yerçekimi gibi bilinen fizik kanunları işlemiyor. Bu yüzden nükleer fizikçiler, maddeyi ilgilendiren fizik kanunlarının çok yüksek enerji koşullarında bir anlam ifade etmeyeceği yönünde ortak bir kanaate sahipler. Bu patlama öncesi ortamı, 'boyutsuzluk' ya da 'sıfır boyut' olarak tanımlıyorlar.
Bu keşif, sıkıştırılmış haldeki maddenin bilinen klasik fizik kanunlarına göre değil, kuantum fiziği kanunlarına göre değerlendirilmesi esasına dayanıyor. Buna göre, elektromanyetik güçler yüksek enerji seviyelerinde kuvvetlenirken, atom çekirdeğindeki nükleer çekim gücü zayıflıyor ve maddenin elektron alışverişi de duruyor. Bu durum boyut sayısının azalması anlamına geliyor. Çünkü elektronlar herhangi bir yöne hareket edemediği için, hareketle oluşan 3 boyut ve 4. boyut olan zaman ortadan kalkmış oluyor.
Nature dergisinde yayınlanan, nükleer fizik alanındaki bu keşif, evrenin oluşmaya başlaması öncesinde hiçbir boyuttan bahsedilemeyeceği gerçeğini ortaya koyuyor. Boyutlar düşük enerji koşullarının bir sonucu olduğu için, uzayda zaman ve diğer boyutların daha sonra yani evren soğumaya başladıkça ortaya çıktığı böylece anlaşılmış oldu. Bilimsel alanda yapılan bu keşif Büyük Patlamayı bir kez daha kanıtlarken, Yüce Allah'ın evreni bütün boyutlarıyla yokluktan yarattığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
Zaman ve mekan mutlak olmayan, bir başlangıç noktaları olan, Allah'ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir. Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş, tespit etmiş ve yaratmıştır. İşte materyalistlerin akıl erdiremedikleri 'kader' gerçeğinin özü de buradadır.
Zaman; duyu organlarımız tarafından ardı ardına gelen birtakım olaylar neticesinde hissedilen bir tür algıdır. Zamanın akışını, etrafımızdaki, hareket değişikliklerini birbirlerine kıyaslayarak anlarız. Örneğin güneş doğar, batar ve ertesi gün tekrar doğduğunda 'bir gün geçti' deriz. Bu olay 30-31 kez tekrarlandığında bu kez '1 ay geçti' deriz; ama sorulduğunda bu bir ayla ilgili fazla bir detay hatırlamadığımızı, geçen zamanın sanki sadece bir an gibi olduğunu düşündüğümüzü itiraf ederiz. Yine de gözlemlediğimiz tüm bu hareketlilik ve sebep-sonuç ilişkileri bize zamanın geçtiğine dair ipuçları verir. Eğer gündüz geceyi, gece gündüzü takip etmese ve elimizde zamanın geçtiğini gösterir bir saatimiz olmasa, belki de geçen zamanın ne kadar olduğuna, bir günün ne zaman başlayıp ne zaman biteceğine dair doğru bir tahminde bulunmamız mümkün olmayacaktı. Bu açıdan, bizim için böyle belirli dayanak noktaları olmaksızın, zamanın ne hızla aktığı konusunda kesin bir yargıya varamayız.
Zamanı ölçmek için kullandığımız kavramlar, çok değişkendir. Örneğin, 'bir saat' dediğimiz süre, eğer sıkıcı bir bekleme içindeysek, saatler kadar uzun gelebilir. Aynı saati, çok eğlenceli ve bitmesini istemediğimiz bir durumda, üç-beş dakika kadar kısa bir süre gibi algılarız. Yani aslında zaman algısı, bizim için farklı 'hız'larda akabilmektedir. İşte bizim kendi içimizde hissettiğimiz zamanın bu değişken yapısı fiziksel olarak da ispatlanmış bir gerçektir.
Oysa bu konu, 'madde'ye bağımlı kalarak düşünen insanların ısrarla kavrayamadığı çok önemli bir gerçektir. Bunun nedeni, zamanın sabit, mutlak ve değişmez olduğunu ve herkes için zamanın eşit geçtiğini zannetmeleridir. Oysa ki, zaman sabit ve değişmez değildir. Her cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman hızlı veya yavaş geçmektedir.
Herşeyden önce bir cisim hızlandıkça o cismin üzerinde zaman yavaşlamaktadır. Bu gerçek, ünlü fizikçi Albert Einstein tarafından Genel Görelilik Kuramı'nda ortaya konmuştur. Buna göre, ikiz kardeşlerden birini bir rokete koyup ışık hızına yakın bir hızla uzaya göndermeyi başarabilseydik uzaydaki kişi döndüğünde, dünyadaki ikiz kardeşini yaşlanmış olarak bulacaktı. Aynı deney bir baba ile oğula uygulandığında ise baba dünyaya döndüğünde oğlu kendinden daha yaşlı olacaktı. (Einstein ve Görelilik Kuramı, sf.57)
Bu örnekten açıkça anlaşılacağı üzere, bir sistem hızlandıkça o sistem üzerinde zaman yavaşlamaktadır.
Ayrıca bir cismin sadece hızı değil, konumu da zamanı etkilemektedir. Genel Görelilik Kuramı, çekim merkezlerinin yakınında zamanın daha yavaş geçtiğini ispatlamıştır. Ünlü fizikçi Stephen Hawking, bu gerçeği yukarıdaki ikiz örneğini kullanarak şöyle anlatmaktadır:
'Görelilik Kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz düzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.' (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, sf.54)
Materyalistler zamansızlığı kavrayamamasına rağmen zamansızlık kavramı fizik formüllerine girmiş bilimsel bir gerçektir.
Sonuçta izafiyet teorisi, hıza ve konuma göre uzayda farklı zaman dilimleri olduğunu göstermiştir. Karadelikler ise zamanın durduğu zamansızlık ve sonsuzluk boyutunun meydana geldiği fiziksel mekanlar olarak karşımızda durmaktadır. Tüm bunlar, Kuran'da bahsedilen zamanın izafiliğinin bilimsel açıklamalarıdır.
Zamana ve mekana bağımlı olan bizler, sadece yaşadığımız anı biliriz. Zamansız ve mekansız olan yani zamana ve mekana bağlı olmayan Allah, 'zaman'ı her şekliyle bilir. 50.000 yıl olarak, 1.000 yıl olarak veya yıl, ay, gün, saat, dakika, saniye, salise olarak bilir. Gelecek bizim için gelecektir. Zamandan münezzeh olan Allah için ise, geçmiş ve gelecek, hepsi birdir; çünkü tümünü Allah yaratmıştır.
Bilim adamları, zaman ve mekanın maddeyle birlikte yaratıldığını ispatladılar
Evrenin nasıl oluştuğu ve şu anki konumu, astronomlar ve fizikçiler tarafından uzun bir süredir araştırılıyor. Bugün bilim evrenin 'Büyük Patlama' denen başlangıca sahip olduğunu, büyük bir ivme ile genişlediğini ve kesinlikle bir gün yok olacağını saptamış bulunuyor.
Gün geçtikçe daha fazla bulguyla varlığı kesinleşen 'Büyük Patlama' hakkında bilim adamlarının aktardıkları gerçekler çok şaşırtıcı. Evrenimizin varoluşunu açıklayan 'Büyük Patlama' modeline göre, kainattaki galaksileri, yıldızları ve gezegenleri oluşturan maddenin hepsi, bundan 15 milyar yıl önce tek bir atomun çekirdeği boyutunda küçük bir hacme sıkışmış olarak duruyordu. Bu an, zaman ve mekanın oluşmasından önceydi. Hemen sonraki anda, tarifi imkansız bir patlama ile sonsuz yoğunlukta trilyonlarca derecelik bir sıcaklık oluştu. Bu sırada maddeyi meydana getiren atom parçacıkları ve enerji, kainatı ortaya çıkardı. Bu ortaya çıkan parçacıklar da hareketle birlikte zamanı oluşturdu.
Nature dergisinin 12 Temmuz 2001 tarihli sayısında yer alan habere göre, maddenin çok yüksek bir enerji halinde sıkışmış olarak durduğu bu ortamda, zaman ve mekan gibi boyutlardan asla bahsedilemiyor. (Nature, 12 Temmuz 2001, sf. 130) Harvard Üniversitesi ile Illinois'deki Ferni Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı'ndan nükleer fizikçi araştırmacılar, daha hiçbir şeyin olmadığı bu başlangıcı 'boyutların ortadan kalkması' olarak tanımladılar. Boyutların ortadan kalktığı 'büyük patlama' ortamında yerçekimi gibi bilinen fizik kanunları işlemiyor. Bu yüzden nükleer fizikçiler, maddeyi ilgilendiren fizik kanunlarının çok yüksek enerji koşullarında bir anlam ifade etmeyeceği yönünde ortak bir kanaate sahipler. Bu patlama öncesi ortamı, 'boyutsuzluk' ya da 'sıfır boyut' olarak tanımlıyorlar.
Bu keşif, sıkıştırılmış haldeki maddenin bilinen klasik fizik kanunlarına göre değil, kuantum fiziği kanunlarına göre değerlendirilmesi esasına dayanıyor. Buna göre, elektromanyetik güçler yüksek enerji seviyelerinde kuvvetlenirken, atom çekirdeğindeki nükleer çekim gücü zayıflıyor ve maddenin elektron alışverişi de duruyor. Bu durum boyut sayısının azalması anlamına geliyor. Çünkü elektronlar herhangi bir yöne hareket edemediği için, hareketle oluşan 3 boyut ve 4. boyut olan zaman ortadan kalkmış oluyor.
Nature dergisinde yayınlanan, nükleer fizik alanındaki bu keşif, evrenin oluşmaya başlaması öncesinde hiçbir boyuttan bahsedilemeyeceği gerçeğini ortaya koyuyor. Boyutlar düşük enerji koşullarının bir sonucu olduğu için, uzayda zaman ve diğer boyutların daha sonra yani evren soğumaya başladıkça ortaya çıktığı böylece anlaşılmış oldu. Bilimsel alanda yapılan bu keşif Büyük Patlamayı bir kez daha kanıtlarken, Yüce Allah'ın evreni bütün boyutlarıyla yokluktan yarattığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
Tevrat'ta ibranice adı Abraham olarak anılır. Nuhun üç oğlu vardı, bunlar: Sam, Ham ve Yafet'tir. Hz. ibrahim Sam soyundandır, yani Sami ırkındandır. Babası Tarah'tır (Azer olarak da bilinir, ibranicesi Terah) , kardeşi Haran ve oğulları İsmail ve İshak'tır. Tevrat'ta göre Sara'nın oğlu ishakın ikiz oğullarından Yakub sonrada israil adını alır ve on iki oğullu israiloğullarının on iki kavmini oluşturur. bunlardan onu ortadan kaybolur (günümüzdeki yahudileri kendilerinin kalan iki kavmin torunları addederler) . ezoterik bilgilere göre son günlerde on iki kavim tekrar bir araya gelecek diye bir kehanet vardır. hz. ibrahim'in Hacer'den (ibranicesi hagar) oğlu Sara'nın kıskançlığı yüzünden Hacer ve İsmail Mekke'ye yerleşir ve Arapların soyunun ondan geldiği kabul edilir..
Kuran'da HZ.İbrahim:
Kendi nefsini aşağılık kılandan başka İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O salihlerdendir. (2/130)
Yoksa siz Yakub'un ölüm anında orada şahidler miydiniz? O oğullarına: 'Benden sonra kime ibadet edeceksiniz? ' dediğinde onlar: 'Senin ilahına ve ataların İbrahim İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler ona teslim olduk' demişlerdi. (2/133)
Dediler ki: 'Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz.' De ki: 'Hayır (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dini(dir): O müşriklerden değildi.' (2/135)
Ey Kitap ehli, İbrahim konusunda ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (3/65)
İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyandı: ancak O hanif (muvahhid) bir Müslümandı müşriklerden de değildi. (3/67)
Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o doğruyu-söyleyen bir peygamberdi. (19/41)
tdk sözlüğünde 'bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü, mizaç, huy, tıynet' anlamlarına geldiği idda edilen kelime. fıtrat`ta aynı anlam geliyor. bulmacalarda daha çok mizaç ve fıtrat olarak çıkar karşılığı.
farkli cografyalara farkli kaoslar getirir. irak, afganistan, somali, ruanda, haiti, endonezya gibi örneklerde din-mezhep-etnisite ayriliklarini körükler (suriye-iran-türkiye-kafkasya buna dahildir) . kosova'da yasanan, kibris'ta yasanacak olan budur. 'düzen' ve 'demokrasi' adi altinda gercekte kaos getirir ve bunu yönetir. her ayrisma daha cok güvenlik ihtiyaci, daha cok ekonomik düskünlük demektir cünkü. bununla birlikte ortadogu'da yaratilacak her yeni kaos, israil'in güvenligini artirir.
abd, ingiltere, ispanya gibi merkez cografyalarda ise ayrisma temelli kaos yerine, birlestirici temelli kaoslar yaratir. elektrik kesintileri, kaynagi net olmayan terör hareketleri (11 eylül gibi) , bunun örnegidir. bunlar vesile edilerek yönetimler ele gecirilir, neofasist tedbirlerle kitleler istenildigi gibi yönlendirilir.
latincesi 'Novus Ordo Seclorum' 1 ABD DOLARI nın arka yüzündeki piramitin, hemen altinda yazar.
Philadelphia kongresi ile paranın üzerinde bulunması kararlaştırılmış bir yazıdır.
Piramitin tepesindeki göz de bu kongrede alınmış kararlardan biridir.Bu piramit ve göz tüm MASONİK metinlerde de bulunur.
19 mucizesi
13.04.2004 - 10:49Atatürk ve 19 Mucizesi
1. Atatürk, 1881 yılında 19. asrın bitmesine 19 yıl kala doğmuştur.
2. Atatürk yaşarken, İngiltere, Atatürk'ün doğum gününü kutlamak için Türkiye'den doğum tarihini sormuş, Atatürk, 19 Mayıs 1881 diye cevap vermiş ve kayıtlara böyle geçmiştir.
3. 1900 yılında 19 yaşında Harbiye'ye girmiştir.
4. 19 Aralık 1904 tarihinde hürriyet fikirlerinden dolayı Yıldız Sarayına çağrıldı.
5. Harp Akademisinden aldığı sicil olan 3178 sayısının rakamlarının toplamı 19 dur.
6. Çanakkale savaşlarında büyük rol oynayan 19. tümene komuta etmiştir.
7. 19 Mayıs 1915 tarihinde albay oldu.
8. 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a çıkan Atatürk'ün bindiği Bandırma vapurunda 19 yolcu vardır.
9. 19 Mayıs 1919 tarihinde, 3 tane 19 vardır. Atatürk'ün hayatı da, 3 x 19 = 57 yıldır. 1919 da ise 2 x 19 = 38 yaşındaydı.
10. Sakarya Meydan Savaşından sonra TBMM, 19 Eylül 1921 tarihinde, özel bir kanunla Mareşallık ve Gazilik ünvanı vermiştir.
11. 19 yıl Türk ulusuna Başkomutan ve Devlet Başkanı olarak hizmet etmiştir. (1919 - 1938)
12. Büyük Nutkunun sonundaki Gençliğe Hitabesi 19 cümledir.
13. Adı ve soyadı, Mustafa Kemal Atatürk, 19 harflidir.
14. Ne Mutlu Türküm Diyene! Bu şaheser cümle 19 harflidir.
15. 1938 yılında (19 x 2 = 38) , 10 Kasım günü, saat 9'da (10 + 9 = 19) , 57 yaşında (19 x 3 = 57) ölmüştür.
16. Cenazesi, 19 Kasım 1938 günü, Yavuz zırhlısı ile İzmit'e götürülmüştür.
17. Doğum ve ölüm yılları, 1881 ve 1938, 19 sayısının katlarıdır.
18. 1919 sayısında 101 tane 19 vardır.
19. İlk 19 yılda hazırlandı, ikinci 19 yılda siyaset ve askerlik alanında savaştı, üçüncü 19 yılda ise Türkiye'yi yeniden kurdu.
İlluminati
13.04.2004 - 10:19aynı anda dünyanın bir çok yerinde kaos/karışıklık yaratmaya devam ediyor...ABD ve İsrail'i yöneten güç...
ilhan irem
13.04.2004 - 10:15en bilinen şarkılarından biri de Sazlıklardan Havalanan(Konuşamıyorum) ' dır...
sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin
ürkek şaşkın kararsız duyuyorum
ve sen bir gökkuşağı kadar güzelsin
rengarenk biraz sonra gidecek görüyorum
ve ben yağmurlar altında bir yolcu
ıslak yorgun tutkulu yürüyorum
sensiz ben yolumu bulamam
haykırmak istiyorum
konuşamıyorum konuşamıyorum konuşamıyorum
ko0nuşursam gözyaşlarım beni boğacak
biliyorum görüyorum duyuyorum
konuşamıyorum
bu ayrılık akşamında sen sustuğuma bakma
konuşmaya yüzüm yok beni anla
söyleyemediklerimi bak gözlerimden anla
her zaman yanımda kal hiç bırakma
ilhan irem
13.04.2004 - 10:13en sevdiğim şarkılarından 'yemyeşil bir deniz'in sözleri,
'yemyeşil bir deniz senin gozlerin
ne bir sandal,ne bir ada,ne bir sahil var
boguluyorum...
gozlerinde menevişler
denizde martilar gibi
bakislarin köpük köpük
sonsuzlugu
sonsuzlugu anlatir gibi...
bu bakişlar bir gunu beni öldurecek sevgilim
bu bakişlar ne zaman beni güldurecek sevgilim.
güldurecek misin sevgilim...
yemyesil gökyüzü senin gozlerin
ne bir ruzgar,ne bir bulut ne bir yagmur var.
boğuluyorum
gözlerinde menevisler
denizde martilar gibi
bakislarin kopuk kopuk
sonsuzlugu
sonsuzluğu anlatir gibi...
bu bakişlar bir gunu beni oldurecek sevgilim
bu bakislar ne zaman beni guldurecek sevgilim.
guldürecek misin sevgilim...'
ilhan irem
13.04.2004 - 10:09Türkiye'nin en güzel şarkı sözü yazan bir kaç isminden biri.
ilhan irem
13.04.2004 - 10:07Türkiyenin en farklı müzik adamı belkide.1955 dogumlu.yalniz kendi bestelerini seslendirmesiyle taninir.Kendi öykulerini de bestelemiştir.
Albümleri:
ilhan irem 1973 - 1976 (1976)
bir yıldız (1978)
sevgiliye (1979)
bezgin (1981)
pencere (1983)
köprü (1985)
ve ötesi (1987)
dünden yarına (1988)
ucun kuslar ucun (1989)
pencere... köprü... ve ötesi... (1990)
ilhan-ı aşk (1992)
koridor (1994)
romans (1994)
sevgililer günü / the best of ilhan irem/1 (1995)
aşk iksiri / cadı ağacı / the best of ilhan irem/2 (1997)
hayat öpücüğü / the best of ilhan irem/3 (1998)
bezginin gizli mektupları (2000)
uçuk mavi pencere (2000)
bulutlara köprü (2000)
düşler ve ötesi (2000)
seni seviyorum (2001)
tv 5
13.04.2004 - 10:02Saadet Partisinin Kanal 7yi AKP'ye kaptırmasından sonra Erbakan'ın kurduğu ve şuan 49 ilde faaliyet gösteren TV kanalı... 'Irak halkı Osmanlıyı özlüyor, dünya Osmanlıyı özlüyor...' diyen programları var...
şeyh sait
13.04.2004 - 09:39Seyh Sait tarafindan Turkiye'nin dogu bolgesinin bir kesiminde isyan cikarılmıştır.(1 subat 1925 - 25 nisan 1925) İsyan, Elazig'in Eğil bucaginin Piran köyunde saklanan mahkumlari aramaya gelen bir jandarma tegmeni kumandasindaki birliklere ateş açilmasiyla başladi.Ayaklanma hizla gelişti. Seyh Sait in emri uzerinde telefon ve telgraf hatlari kesildi. Isyanci kuvvetler ilk olarak Genç vilayetinin merkezi Drahni'yi ele gecirdiler (16 subat) .Şeyh Sait kendisine katilan dört aşiretin kuvvetleriyle birlikte Çapakcur, Muş ve Diyarbakir cephelerini kurdu. Isyanci kuvvetler bir piyade alayini Diyarbakir'a çekilmek zorunda birakti. (19 subat) Üc gün sonra hükumet kuvvetlerinin yaptigi taaruz da basarisizlikla sonuçlandi. Ayrica asiler yeni bir saldiriya gecerek ayni gun Hani'ye girdiler. ve bir suvari alayini pusuya dusurerekesir aldilar.
Elaziğ Muş gibi vilayetlerde Şeyh Sait taraftarlari bazi başarilar elde ederek yağma hareketlerine giriştiler. Şeyh Abdullah'in yonetimindeki isyancilardan bir kismi Muş cephesinde, Varto'yu alarak Erzurum ustune yurudu, Şeyh Sait 'de emrindeki 5000 kisilik kuvvetle dort koldan Diyarbakir'a saldirdi. (7 mart) . Bir yandan da bolge halkina ' Halife sizi bekliyor. Hilafetsiz müslümanlar olmaz. Hiç bir halife memleketten cikarilmaz. Şiarimiz dindir. Simdiki hükumet dinsizlik neşretmektedir. Şeriat isteyiniz. Kadinlar çıplaktır, Mekteplerde dinsizlik ilerliyor' şeklinde bildiriler dagitti.
Hukümet kuvvetleri Diyarbakir'i yerli halktan da yardim gorerek,şiddetle savundu ve isyancilari bozguna ugratarak takibe basladi (8 mart) 2 mart 1925'te dogu illerinden ilan edilen seferberlik uyarinca hukümet kuvvetlerinden buyuk bir kismi Diyarbakir'a geldi (9 mart) . Bu tarihten itibaren hukumet kuvvetleri geniş bir temizlik harekatiyla, birlikte asilerin elindeki yerleri geri almaya basladi. Şeyh Sait maiyetiyle birlikte Varto'nun guneyindeki çarpuh köprusunde sıkıştırılarak yakalandi.(15 nisan) . Seyh Sait isyanini el altindan destekleyen Kurdistan
Teali cemiyeti reisi eski Suriye Devlet reislerinden Seyit Abdulkadir de Istanbul'da ele gecirildi.12 arkadasi ile yargilanmak uzere Diyarbakir'a getirildi. Abdulkadir ve 5 arkadasi yargilanarak idam edildiler. (27 mayis) .
Yapilan kovusturmada isyancilarin giydikleri Yabanci Asker Üniformalari, üzerlerinde çikan Yabanci Paralar, kullandiklari Türk ordusuna ait olmayan Yabanci Silah ve Cephane ve bildirilerin Avrupa'da basilmiş oluşu v.b delillerden isyanin yabanci bir ulkeden (İNGİLTERE) geniş destek gordüğü ortaya çikti.Şeyh Sait ve 47 kisi Şark istiklal mahkemesi tarafindan idama mahkum edildi. Karar Diyarbakir'da Siverek kapısında yerine getirildi (29 haziran 1925) .
izmir marşı
13.04.2004 - 09:20izmir’in dağlarında çiçekler açar.
altın güneş orda sırmalar saçar.
bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar.
yaşa Mustafa Kemal Paşa,yaşa;
adın yazılacak mücevher taşa.
izmir dağlarına bomba koydular
Türk’ün sancağını öne koydular.
şanlı zaferlerle düşmanı boğdular.
kader böyle imiş ey garip ana
kanım feda olsun güzel vatana.
izmir’in dağlarında oturdum kaldım
şehit olanları deftere yazdım.
öksüz yavruları bağrıma bastım.
kader böyle imiş ey garip ana
kanım feda olsun güzel vatana
Türk oğluyum ben ölmek isterim.
toprak diken olsa yatağım yerim.
allahından utansın dönenler geri
yaşa Mustafa Kemal Paşa,yaşa
adın yazılacak mücevher taşa
ulus devlet
12.04.2004 - 11:29Ulus Devlet (Milli Devlet) varlığını tek bir ulusa dayandıran devlettir. Ulus Devlet anlayışında “ulus” kavramı ön plandadır. Bu devlet anlayışında bir toprak üzerinde yaşayan halkın ırk, din, dil ve kültür bütünlüğü esas alınır ve bu çerçevede resmi kimlik ve resmi ideoloji oluşturulur.
annan planı
12.04.2004 - 11:15Annan planı 2 ayrı devletin 1 araya gelmesi için düşünülmüş bir plandır.Ama 2 devletinde başındakiler(DENKTAŞ ve PAPADOPULOS) bu plana karşı oluklarını ifade etmişlerdir.Ancak Birleşmiş Milletler, ABD ve A nin zorlamasıyla Referandum aşamasına gelinmiştir.
Recep Tayyip Erdoğan
12.04.2004 - 11:08Denktaş 60 larda 70 lerde Kıbrıs Türkleri için uğraşırken kısa pantalonuyla gezen Tayyip, bugün Denktaş a ‘Yapılacak bir şey varsa buyur Kıbrıs’ta onu yap. Ne anlatacaksan Kıbrıs’ta anlat.’ diyebilecek kadar ileri gidebilmiştir.
Acaba Kıbrıs ve Annan planı konusunun Türkiyede konuşulmasından Neden bu kadar KORKMAKTADIR TAYYİP EFENDİ?
bilderberg gurubu
12.04.2004 - 10:41Yeni araştırmacıların, Illuminati şebekesinin ilk bölümlerinden biri olarak keşfettiği kısmı da, Yuvarlak Masa isimli İngiliz-asıllı gizli örgüte bağlanan organizasyonlar grubudur.
Bu grup, BİLDERBERG Grubu, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon, ve Roma Klubü isimli organizasyonlardan oluşmaktadır.
Bu şebeke, Illuminati’yi en güçlü şekilde ifade edebilecek olan şebeke değildir. Illuminati ağı içerisinde birçok seçkin grup vardır, fakat bu “Yuvarlak Masa” organizasyonları, Illuminati Planı’nın gündelik politik, ekonomik, iş dünyası, ordu (özellikle NATO) , eğitim ve diğer tüm alanlardaki beyin yıkamalarında anahtar rolü oynamaktadır.
Bunlarla ilgili birçok ayrıntıyı, “En Büyük Sır” ve “..ve gerçek seni özgür kılacak” isimli kitaplarımda okuyabilirsiniz. Ama kısaca açıklamak gerekirse, bu şebeke, Dünya gezegeninin merkezi kontrolünü içeren Illuminati Planı’nı, 20. yüzyıl geçerken daha da ileriye ve öteye taşımak için yaratılmıştı.
Yuvarlak Masa, 19. yüzyılın son zamanlarında Londra’da (Illuminati’nin faal merkezi) yaratılmıştı. İlk resmi lideri, Güney Amerika’yı acımasızca idare etmiş olan ve bu toprakları siyah insanların elinden alan, Cecil Rhodes idi. Teoriye göre, şu anda siyah insanlar Afrika’daki politik kontrolü ellerinde bulundurmalarına rağmen, esas kararlar, hâlâ daha, siyah başkan ve lider kuklaları aracılığı ile Avrupalı ve Amerikalı seçkinler tarafından verilmektedir. “Bağımsızlık” bir hayaldir.
Rhodes, bir kabileyi diğer kabileye karşı oynatmıştı ta ki tümü birbirlerini savaşta yokedene ve böylece Rhodes ve İngiliz’in yönetimi devralmasını sağlayana dek. Bu, hâlâ daha, günümüzde Afrika’da sürmekte olan çatışmalarda aynen olmaktadır (bunlarla ilgili detaylı yazıları websitesinde bulabilirsiniz) . Rhodes,Yuvarlak Masa’nın amacının İngiltere tarafından (İngiltere merkezli Illuminati tarafından) kontrol edilen bir Dünya Hükümeti kurmak olduğunu söylemişti.
1902’de öldüğünde, parasını, kendi vasiyeti üzerine, “Rhodes Bursları” parasal kaynağını oluşturmaya bırakmıştı. “Rhodes Bursları”, dış ülkelerden gelen öğrencilerin Oxford Üniversitesi’nde -Illuminati’nin “eğitimsel” beyin-yıkama merkezinde- eğitim görebilmeleri için onların masraflarını karşılayan bir programdır. Ülkelerine dönüp de politika, ekonomi ve medya gücünü elinde tutan konumlara yerleşen “Rhodes Mezunları” ile diğer genel öğrenci nüfusu arasında dağlar kadar fark vardır. Onlar, Illuminati temsilcileri olarak görev yaparlar. Bugün, dünyadaki en meşhur Rhodes Mezunu, iki-defalık Amerika Başkanı Bill Clinton’dur. Fakat, Rhodes Yuvarlak Masa’nın resmi öncüsü olmasına rağmen, esas sermayeyi sağlayan ve kontrol edenler, birçok global komplonun merkezinde yer almış olan bankacılık hanedanı Rothschild Ailesi idi. Bu Yahudi-karşıtı bir işaret değildir çünkü Rothschildlar Yahudi olduklarını iddia etmektedirler. Yahudi insanları herkesten fazla sömüren ve onların beynini yıkayan da Rothschildlar’dan başkası değildir! ! (Bak: Hitler bir Rothschild mıydı? Makalesi.)
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında, Yuvarlak Masa’nın ABD ve İngiltere’deki gizli seçkinleri, kendi hükümetlerinin savaş konseylerindeki başrole sahip kişilerdi.. Belgelerle de ispatlanabileceği gibi, bu kişiler global çatışmaya yol açacak olayları yaratmak için beraber çalışmışlardı. Problemi-yarat-sonra-çözümü-sun teknikleri sayesinde, global statükoyu bu savaşla yoketmek ve böylece dünyayı, savaş bittikten sonra, kendi Planlarının öngördüğü imaja göre yeniden çizme şansını yakalamak istiyorlardı. Ve bunu da aynen yaptılar.
Savaştan sonra, dünyadaki güç, savaştan öncesine göre, daha da az birkaç kişinin eline verilmiş ve indirgenmişti, ve bunu yine kendilerinin yarattığı İkinci Dünya Savaşı ile de daha öteye götürüp geliştirdiler. Bu durum, bugüne dek sürdü, ve aslında, her geçen dakika daha da hız kazanmaktadır.
1919 yılında, Paris yakınlarında, Versailles Barış Konferansı’nda biraraya gelen Amerika ve İngiltere’den Yuvarlak Masa’nın seçkinleri, Alfred Milner, Edward Mandel House, ve Bernard Baruch gibi şahıslar, kendi ülkelerini temsilen toplantılara atandılar ve aslında kendilerinin yarattığı savaşın sonucu olarak, dünyanın nasıl değişeceğini karar vermeye başladılar. Almanya’yı ödenilmesi imkansız tazminatlara tabi tuttular, ve böylece savaş-öncesi Weimar Cumhuriyeti’nin, inanılmaz bir ekonomik çöküntü arasında, kalıp yıkılmasını garanti altına aldılar. Tüm bunların getirdiği sonuç ise “gayet rastlantısal” olarak Hitler’in gücü eline geçirmesi oldu. (Bak…’Hitler bir Rotschild mıydı? ’ Makalesi) Ayrıca, Illuminati’nin Yuvarlak Masa üyeleri, Paris’te Hotel Majestic’teyken, Bilderberg(Bil) -Dış İlişkiler Konseyi(DİK) -Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu(KUİK) -Üçlü Komisyon(ÜK) şebekesini oluşturma işlemlerine başladılar. Buna ek olarak, Versailles’da karar verdiler ki Filistin’de bir Yahudi anavatanının yaratılmasını destekleyeceklerdi. Kitaplarımda da gösterdiğim gibi, bu üyelerin her biri ya Rothschild soyundan gelmekteydi ya da onlar tarafından kontrol edilmekteydi.
Versailles Barış Konferansı’ndaki, Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, Rothschild klonları ve ABD Yuvarlak Masa öncüleri Colonel House ve Bernard Baruch tarafından “önerilmişti”; İngiltere Başbakanı Lloyd George, Rothschild çalışanı ve Yuvarlak Masa lideri Alfred Milner ve Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel Rothschild’ın torunu Sir Phillip Sassoon tarafından “önerilmişti”; Fransız lider Georges Clemenceau, gerçek ismi Jeroboam Rothschild olan kendi İçişleri Bakanı Georges Mandel tarafından “önerilmişti”.
Burada kararları kimin verdiğini sanıyorsunuz? ?
Hotel Majestic’teki gizli toplantılarının sonucu olarak, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu Londra’da 1920 yılında, Dış İlişkiler Konseyi 1921 yılında, ve bunları takip eden BİLDERBERG Grubu (1954) , Roma Klubü (1968) ve Üçlü Komisyon (1973) kuruldu. Tüm bu organizasyonlar, Rothschild’lar, Rockefeller’ler ve Illuminati’nin daha yüksek güçlerine çalışan Henry Kissinger gibi önde gelen beyin-yıkayıcılar tarafından idare edildi ve edilmektedir.
Bu organizasyonların, üyeleri arasında global politika, iş dünyası, bankacılık, medya, “eğitim” ve diğer alanlardaki en yüksek mevkili insanlar bulunmaktadır. Bunlar, görünüşte bağlantısız ülkeler, politik partiler ve kuruluşlar aracılığı ile, halkların bilgisi dışında, ayni global siyasetleri, planlı bir şekilde düzenleyen kanallardır. Malta Şövalyeleri, Masonlar gibi diğer gizli örgütlerin yüksek konumları da, bu Yuvarlak Masa ağına bağlanır.
bilderberg gurubu
12.04.2004 - 10:37Bilderbeg gurubunun toplantıları periyodik olarak her sene yapılıyor...1950'lerde komunizm tehlikesine karşı kapitalizmin korunması mantığıyla başlandı zamanla dünyaya hükmetme, gelecek bir yıl içerisinde uygulanacak olan makro politikaların uygulayıcılarına anlatıldığı toplantılara dönüştü...hemen hemen her ülkeden insanlar çağırılıyor...ve bu insanlar kamuoyu tarafından çok iyi tanınan simlardan seçilmiyor ama bir önemli nokta da burada gizli; toplantıya katılan sıradan bir politikacıysa bir anda yolu açılıyor bakanlık hatta başbakanlık koltuğunda buluyor kendini veya sıradan bir gazeteci büyük bir medya kuruluşunun genel müdürlüğüne kadar yükselebiliyor...
toplantıları basının takip etmesinin yasak olduğu gibi herhangi bir kayıt cihazı (kağıt ve kalem dahi) sokamıyorsunuz içeri...daimi üyelerinin sayısının 10 kadar olduğu tahmin ediliyor diğer üyeler ise her yıl değişiyor...
çerkez ethem
12.04.2004 - 10:331886 yılında Balıkesir'in mihaliç ve Bandırma ilçeleri arasında kalan emreköy'de doğmuştur. ailesi kafkasya'dan anadolu'ya göçen Çerkes boylarının sapsığ oymağındandır. babası ali bey ekonomik olarak iyi durumda olan bir ziraatçı/değirmencidir. Ethem 2 metreye yakın boyu olan sarışın bir gençti, babası ona çakır derdi.
baba ali bey İttihat ve terakki cemiyeti ile bağları olan biridir. ethem'in dört ağabeyi vardır. iki ağabeyi balkan savaşları sırasında şehit düşer. hayatta kalan iki ağabeyi de askerdir. baba ali bey ethem'i yanında tutmak istese de o 19 yaşında istanbul'a kaçarak Bakırköy zabıta mektebini birincilikle bitirir. başçavuş olarak mezun olur, sonradan teğmenliğe yükselir. Ethem balkan savaşı sırasında Bulgar cephesinde savaşır ve yara alır. resmi askerlik serüveni de burada biter. 1. dünya savaşı sırasında ethem, ağabeyi emekli yüzbaşı reşit bey ile birlikte o dönem yeni kurlan osmanlı'nın ilk gizli haberalma örgütü Teşkilat-ı Mahsusa da çalışır. hamidiye komutanı rauf (orbay) bey'in komutasında iran-afgan üzerinden türk anavatanı'na yol açma seferinde bulunr. daha sonra yine teşkilat-ı mahsusa bünyesinde ırak seferine katılır.
yaralanır ve hasta olarak baba ocağı bandırma'ya döner. mütareke ilan edildiğinde ethem bandırma'dadır.
rauf (orbay) bey monddros mütarekesi'ni osmanlı adına imzaladıktan sonra anadolu'ya geçerek mustafa kemal'in yanında yer alır. bu arada eskiden tanıdığı bir çok dostuna da anadolu'da örgütlenmesini söyler. bunlar arasında çerkez ethem de vardır.kendisi şahsen ethem'i ziyaret eder. bu sırada ethem'in iki ağabey'i de bandırma'da bulunmaktadır. böylelikle ethem çevresindeki güçleri ile birlikte kurtuluş savaşına adım atmış olur.
ethem salihli cephesini organize eder. bu sırada yunan kuvvetleri izmir'e çıkmıştır. anadolu'da huzursuzluk büyüktür. ayrıca savaştan gelmiş ve terhis olmuş bir çok işsiz güç vardır. ethem dağa çıkmış, ortada kalmış bir çok eski askeri biraraya getirerek salihli cephesinde belirli bir güç sağlar. yunan güçleri ile karşılaşmaları ve çatışmaları uzun sürmez. ethem'in güçleri yunan ordusunu denize dökemese de, elini kolunu sallayarak iç anadolu'ya doğru ilerlemelerine izin vermez. belirli noktalarda düzenli yunan ordusun durdurmayı ve sipere çekilmesini sağlar.
çerkes ethem öncelikle ege bölgesinde, itihat ve terakki bağlantıları olan ve istanbul hükümeti ve ingilizlerle ortak hareket eden karşı çeteleri temizlemekle uğraşır. bu güçler çerkes ethem'i ortadan kaldırmaya çalışsa da ethem bunu sezer ve onları yokeder.
sonrasında ise büyük anzavur ahmet ayaklanması baş gösterir. anzavur öncelikle biga ve çevresini kolaylıkla ele geçirir. bu sırada istanbul hükümeti çıkardığı fetvalarla kuvayı milliyecilerin dine karşı geldiklerini ve kitledilmelerinin vacip olduğunu anadolu'ya yayarlar çeşitli bildirilerle. anzavur ve sonrasında çıkacak bir çok yerel ayaklanma bundan etkilenir ve önemli güçler toplanarak kuvayı milliye'ye ve ankara'ya karşı ayaklanırlar. bu arada kuvayı inzibatiye denen istanbul hükümeti ordusu da ingilizlerin de desteğiyle anadolu'ya girerek bu ayaklanmalara destek olur.
anzavur ahmet kuvvetleri üzerine defalarca bazı kuvvetler gönderilse de bir türlü başarılı olamazlar. bu durm anzavur'ur kendine güvenini iyice sağlamlaştırır. ankara'nın isteği üzerine gitgide büyüyen anzavur tehlikesine karşı ethem salihli'deki kuvvetlerinin bir bölümü ile yola çıkar ve balıkesir'e ulaşır. bu sırada anzavur karacabey de dahil olmak üzere batı anadolu'nun bir çok merkezini ele geçirmiş, balıkesir'e de girmek üzeredir. sonuçta susurluk'un kuzeydoğusunda iki kuvvet karşılaşır ve 9-10 saati bulan uzun bir çatışmanın ardından ethem kuvvetleri anzavur kuvvetlerini bozguna uğratarak dağıtır.
dağılan güçlerin peşine düşen ethem bir çok esir alır. pişman olan bir çok asker ethem'in kuvvetlerine katılır. ethem amansız takibini sürdürerek parçalara ölünen anzavur kuvvetlerini tamamen yok eder. son olarak ayaklanmanın merkezi biga'ya da girerek genel af ilan eder ve anzavur olayı kapanır.
tam bu sırarada ankara'dan ismet (inönü) bey telgrafla ethem'e ulaşır. ethem'e verilen bilgiye göre düzce ve çevresindeki gerici ayaklanma tamamen kontrolden çıkmış, ankara'dan gönderilen tüm seçkin kuvvetler başarısız olup dağılmış, büyük kayıplar verilmiştir.
ethem doğruca düzce’ye geçer burada, geyve boğazında avantajlı cephe almış ayklanmacılara karşı önemli bir manevra ile başarı sağlar ve ayaklanmacılar dağıtılır. daha sonrasında ayaklanmanın başındaki bazı isimler istiklal mahkemesi’nde yargılanarak idam edilir. idam edilenler arasında yörenin çerkes kökenli ileri gelenleri de vardır. hata bu yüzden çerkes ethem’de soydaşları tarafından eleştirilir ancak çenkes bilmektedir ki bir ayaklanmayı bastırmanın en etkili yolu elebaşlarını yoketmektir.
bu arada batı anadolu’daki bu ayaklanmalara yardım etmek amacıyla andolu’ya geçmiş bulunan istanbul hükümeti’nin ordusu kuvayı inzibatiye’nin de üzerine gidilir. bu kuvvetler de buzulur ve dağılarak izmit’e kaçarlar, ingiliz gemilerine sığınırlar.
tüm bu karmaşaların sona erdiğini varsayan ethem, uzn süredir başsız bıraktığı salihli cephesi’ne gidip gerçekleşeceğini tahmin ettiği yunan ordusu saldırısına karşı hazırlanmayı istemektedir. ancak bu sıraa ankara’dan gelen telgraf, yozgat’taki çapanoğlu ayaklanmasının bir türlü kontrol altına alınamadığı şeklindedir. ankara bir kez daha ethem’den yardım talep etmektedir. oysa ethem’in sağlığı bozulmaya başlamış, kuvvetleri ise oldukça yorgun düşmüştür.
ethem eskişehir üzerinden ankara’ya geçer ve batı cephesinde yunan saldırısı olasılığından bahseder. kendisi açıkça kendi cepnhesine geçmek istemektedir. ancak ankara’da karşılıklı görüşme fırsatı bulduğu ismet ve mustafa kemal paşalar, yozğat ayaklanmasının bastırılmasının daha önemli olduğunu söylerler. sonuçta ethem ikna edilir ve yozgat’a geçer. ancak yozgat’taki durm kendisine anlatılandan çok daha kötüdür. ankara’dan gönderilen hemen hemen tüm güçler büyük bozgular yaşamışlar ve geri çekilmişlerdir. ethem uzn süredir ankara’nın bir türlü güç toplayamamasına hem şaşırır hem de sinirlenir. bu görüşlerini de ankara’ya iletmekten geri durmaz. sonuç olarak yozgat’taki ayklanmayı da son bir gayret ile bastırmayı başırır ethem ve güçleri.
her bastırdığı ayaklanmada yaptığı gibi ayaklanmanın eebaşlarını istiklal mahkemesine verir ve idam edilmelerine sağlar. birinci dereceden sorumlu olmayan ahali ile ise iyi ilişkiler kurar ve kurtuluş mücadelesine desteklerini almaya çalışır. yozgat’ın alaca kasabası’na şansen gider ve buradaki güçlü alevi dedeleri ile görüşür. burada ‘alaca müfrezesi’ kurulur ve 600 kişilik bir kuvvet ethem saflarına katılır. bu alaca müfrezesi ileride gediz cephesi’nde yunan kuvvetlerine karşı büyük bir kahramanlık gösterecektir.
ethem’in kuvayı seyyare’sinin en ünlü birliği ise ‘bolşevik müfrezesi’ adlı 700 mevcutlu piyade birliğidir. bu birlik eskişehir müdafa-i millet cemiyeti tarafından, daha çok karkeçeli aşiretinin gençleri arasından kurulmuştur. bolşevik ismiye anılmasının en önemli nedeni ise birliğin başında bulunan genç ‘ismail hakı efendi’dir. ismail hakkı efendi katı bir savaşçı ve komutan olmaktan öte gerçek anlamda bir bolşeviktir. özellikle savaş karşıtı söylemleri ile düşman yunan askerleri üzerinde büyük etkisi olmuş ve karşı ordu içinde ayaklanmalara varacak derecede başarılı propagandalar yapabilmiştir. bu nedenle ethem tarafından çok sevilmekte ve tutulmaktadır.
etkhem’in bolşeviklerle ilişkisi ise, lenin’in ilk yıllarında hazırladığı ‘halkların özgürlüğü’ isimli bildirgeden çok etkilenmişş olmasının ötesine pek geçmez. kurtuluş savaşı yıllarında zaten bolşeviklere karşı yoğun bir sempati ve destek vardır. zira bolşevikler, yani sosyalist sovyetler kurtuluş savaşı sırasında ankara hükümeti’nin hem maddi, hem manevi hem de askeri olarak en büyük destekçisidir.
ancak her halükarda bolşevikler ile resmi ve yoğun ilişkiler içinde bulunan ethem değil ankara hükümeti’dir.
ethem, yozgat çapanoğlu ayaklanmasını da batırdıktan sonra nihayet salihli cephesine, asıl düşmanın, yunan ordusunun karşısında yeri almak için hareket eder. ancak artık çok geçtir. ethem’in korkuları gerçekleşmiş ve kendisi yoken yunan ordusu batı cephesinde büyük yığınaklar yaptıktan sonra saldırıya geçmiştir. iç ayaklanmalarla ile uğraşırken batı cephesi zayıf düşmüş, yunan ordusu anadolu içlerine büyük ilerleyişini bu sayede yapabilmiştir. ethem derhal duruma müdahale eder ve gediz önlerinde yunan ordusun durdurur. durdurmanın ötesinde çok büyük kayıplar verilmesine neden olur. bu yenilgi yunan tarfı için o kadar büyüktür ki yunanistan’da hükümet krizi ortaya çıkar ve venizelos yurtdışına kaçarak yerini kral’a bırakır.
bu sırada ethem’i hayatı boyunca rahatsız edecek hastalığı iyice ilerler. özellikle mide ağrıları ve kramları nedeniyle hareket edemeyecek durma gelir ve yatağa düşer.
bu sırada batı cephesinden yunan kuvvetleri durdurulabilmiş, ankara da hem siyasi hem askeri olarak biraz daha güçlenmiştir. öyle ki fransızlar kendileri gelerek ankara hükümeti ile barış imzalamak istemişler. doğu cephesinde ermeni kuvvetlerine karşı verilen mücadele ise, özellikle sovyetlerin de desteği ile tam da ankara’nın istediği gibi sonuçlanmıştır.
ethem bu arada biraz istirahat etmek ve iyileşmek için fırsat bulur. hemen sonrasında ise ankara’ya geçer. ankara’da büyük hürmet görmekte, herkes tarafından takdir edilmektedir. ancak ankara aynı zamanda karışıktır da. hala istanbul hükümeti’ne yakın duranlar olduğu gibi, mustafa kemal ve ismet paşa’dan rahatsızlık duyanlar, ethem’e karşı olanlar vardır.
ethem bu ankara gezilerinden birinde bir krizi de çözer aslında. içişleri bakanlığı için yapılan seçimi mustafa kemal’in adayı refe (bele) bey değil de komünistlerin adayı tokat milletvekili nazım bey kazanmıştır. mustafa kemal ve ismet paşa, ethem’den ağırlığını koyarak nazım bey’i böyle bir dönemde bu görevi kabul etmekten vazgeçirmesini rica ederler. ethem nazım bey’e olağanüstü bir durum yaşandığını, bu dönemde hızlı kara verilmesi ve harekete geçilmesi gerektiği için refet bey’in içişleri bakanı olmasının daha faydalı olacağını söyleyerek istifa etmesini sağlar.
ancak ileride kendi elleriyle içişleri bakanı yaptığı refet bey, ethem’in sonunu hazırlanmasında önemli bir rol oynayacaktır.
kısa bir süre sonra, refet bey ile ethem’in arası açılır. neden ise ethem bey’in, refet bey’i bir hatası neticesinde istiklal mahkemesine vermesidir. bu hata ise şöyledir;
ethem yozgat’taki çapanoğlu ayaklanmasını bastırdıktan sona ahalinin önde gelenleri ile görüşmüş ve özellikle alaca kasabasındaki alevilerin arasından 600 kişilik alaca müfrezesini kurdurup güçlerine katmıştı. ancak ethem’den sonra bölgeye gelen refet bey alaca kasabasındaki alevi dedelerine baskı yapmış, tehditler savurmuştur. bu durm gediz’de düşmanla çarpışan alaca bölüğü’ne ulaştığında, 150 kadr asker, ‘doğrudan ilgimiz olmayan bir ayaklanma yüzünden hala suçlanacaksak burada ne işimiz var? ’ diyerek cepheyi terk etmiş ve ahalilerini korumak maksadıyla alaca’ya dönmüşlerdir.
bu durumun belgelerini ethem eskişehir istiklal mahkemesine iletir. mahkeme’de durumu haklı bularak refet bey’i mahkemeye çağırır. ancak bu arada devreye İsmet ve Mustafa Kemal paşalar girer. ethem’den suçlamasını bir süre için geri çekmesini isterler ve refet bey’in tarafını tutarlar. ethem ise bu durma sert bir şekilde karşılık verir. zaten ethem’in en büyük kusuru politika’yı da cephede savaşır gibi yapmasıdır.
eski güzel günlere nazaran durumdaki en büyük fark ise batı cephesi komutanı olan ve ethem'e bir baba gibi yaklaşıp onu kontrol altında tutabilen ali fuat (cebesoy) paşa yerine, ismet (inönü) paşa'nın geçmesidir. bu aşamadan sonra ne ismet paşa ethem'i idare etmeye çalışacak, ne de ethem ismet paşa'nın komutasını kabul etmeye yanaşacaktır.
sonuç olarak ankara ve ethem arasında soğukluk büyür. özellikle ege bölgesindeki halkave kuvayı seyyare askerlerine, ankara tarafından hazırlatılmış bildiriler dağıtılır, bazı subaylar askerleri arasına girerek ethem karşıtı propaganhda yapmaya başlarlar. bu durma en sert tepkiyi ise ethem’in ağabeyi tevfik bey verecektir. ‘eğer yakalarsam, bu propagandacı subaylarını idam ederim’ şeklinde yazdığı bir telgrafı ismet paşa’ya geçer.
gerilim gitgide artmaktadır. ethem eskişehir’e geçip ismet paşa ile görüşmek ister. ancak ismetpaşa bir gün sonra görüşebilir deyince ethem silahlı adamlarıyla ismet paşa’nın kargahını basar ve kendisiye zorla görüşür. daha sonrasında ise Mustafa Kemal ile ankara’dan eskişehir’e uzanan bir tren yolculuğunda bir gerilim yaşanır. ethem, kendi anılarında mustafa kemal’in kendine bir komplo kurduğunu ve öldürmek istediğini iddia eder. resmi tarih ise aynı şekilde ethem’in eskişehir’de silahlı arkadşlarıyla treni basıp M. Kemal’i öldürmek itediğini söyler. ethem Eskişehir’deki bu olayı yine mustafa kemal ile karşılıklı görüşmek için trene silahlı adamalrımla gidiyordum diye açıklar.
sonuçta artık ipler iyiden iyiye kopmuştur. ismet paşa uzun zamandır yaptığı hazırlıklar neticesinde gediz ve çevresindeki ethem güçleri üzerine yürümeye başlar. aynı şekilde konya yöresindeki refet bey de doğudan ethem’i sıkıştırmaya başlar. ethem de bu sırada devam etmekte olan yunan tarruzunu durdurmak için yunan komutanlara haber gönderir ve ateşkes ister. 4 günlük bir ateşkes yapılır.
ismet paşa ve refet bey güçleri ile önemsiz çatışmalara girerek geri çekilir ethem bey ve kuvvetleri. ancak artık geri çekilecek bir yer yoktur.
bunun üzerine güçlerini dağıtmaya karar verir ethem. isteyen türk taarfına, isteyen yunan tarfına geçebilir diye açıklama yapar. isteyen de dağa çıkabilecektir. ethem bey’in kardeşi teyfik bey yunan tarfına geçer. etham ise 50 kişilik bir grup ile dağa çıkmayı tercih eder. birkaç hafta dağlarda kaçtıktan sonra sağlığı da elvermediği için düze iner, bandırma’nın bir köyünde, bir ağanın evine sığınır. ancak burada uzun süre kalması da mümkün değildir. sonuçta kaldığı köydeki halka da zarar vermemek için yunan kuvvetlerine teslim olur. buradan izmir’e götürülür ve hollanda hastanesi’nde bir süre tedavi görür. sonra izmir’de bir otelde kalır bir süre. eski komutanlarından Halil bey ankaradakilerle görüştüğünü ve onlara katılacağını söyler. ancak ankara’ya gittikten sonra ethem aleyhine tanıklık yapmadığı için idam edilir.
bu arda ethem’in ailesi de kayseri’ye sürgüne gönderilmiştir. ethem’in kurtuluş savaşına karşı yaptığı en açık hareket ise, izmir’de kendisine yunan subayları tarafından zorla imzalatılan bir bildiridir. Türkçe hazırlanan bildiride Türk ordusuna seslenilmiş ve Yunan güçlerinin telim olan Türklere ne kadar iyi davrandığından bahsedilmiştir. Ethem, bu bildiriyi, yunanların dağılan eski askerlerine karşı yaptığı baskıyı hafifletmek için imzaladığını söyler.
daha sonra Ethem Atina’ya geçer ve tedavisine orada devam eder. bir süre sonra ailesi de Yunanistan’a geçere kralın yazlık sarayında kalmaya başlarlar.
Ethem ise tedavisi için Almanya’ya geçer.
savaşın bitiminden sonra Türk hükümeti Ethem ve ailesinin Türkiye’ye iade edilmesi konusunda baskı yapar. ancak yunan hükümeti hukuk kuralları çerçevesinde bunu yapamayacağını söyler. ancak aile Yunanistan’ı terk etmeye zorlanır. kabul eden ülkeler arasında ürdün’ü seçerler ve oraya yerleşirler. ürdün önemli bir çerkes nüfusu barındıran bir ülkedir ayrıca.
daha sonraki yıllarda peşpeşe çıkan aflarla Ethem’in ailesi birer birer Türkiye’ye döner ve burada ölürler. Ancak Ethem, affedilmesin erağmen geri dönmez ve Ürdün’de ölür. kendisine bir anıt mezar yapılır.
dersim
09.04.2004 - 17:43Tunceli ilinin sadece merkezini değil, yakın çevresini de içeren bölgedir.
zaman
08.04.2004 - 16:53Zaman ve mekan mutlak olmayan, bir başlangıç noktaları olan, Allah'ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir. Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş, tespit etmiş ve yaratmıştır. İşte materyalistlerin akıl erdiremedikleri 'kader' gerçeğinin özü de buradadır.
Zaman; duyu organlarımız tarafından ardı ardına gelen birtakım olaylar neticesinde hissedilen bir tür algıdır. Zamanın akışını, etrafımızdaki, hareket değişikliklerini birbirlerine kıyaslayarak anlarız. Örneğin güneş doğar, batar ve ertesi gün tekrar doğduğunda 'bir gün geçti' deriz. Bu olay 30-31 kez tekrarlandığında bu kez '1 ay geçti' deriz; ama sorulduğunda bu bir ayla ilgili fazla bir detay hatırlamadığımızı, geçen zamanın sanki sadece bir an gibi olduğunu düşündüğümüzü itiraf ederiz. Yine de gözlemlediğimiz tüm bu hareketlilik ve sebep-sonuç ilişkileri bize zamanın geçtiğine dair ipuçları verir. Eğer gündüz geceyi, gece gündüzü takip etmese ve elimizde zamanın geçtiğini gösterir bir saatimiz olmasa, belki de geçen zamanın ne kadar olduğuna, bir günün ne zaman başlayıp ne zaman biteceğine dair doğru bir tahminde bulunmamız mümkün olmayacaktı. Bu açıdan, bizim için böyle belirli dayanak noktaları olmaksızın, zamanın ne hızla aktığı konusunda kesin bir yargıya varamayız.
Zamanı ölçmek için kullandığımız kavramlar, çok değişkendir. Örneğin, 'bir saat' dediğimiz süre, eğer sıkıcı bir bekleme içindeysek, saatler kadar uzun gelebilir. Aynı saati, çok eğlenceli ve bitmesini istemediğimiz bir durumda, üç-beş dakika kadar kısa bir süre gibi algılarız. Yani aslında zaman algısı, bizim için farklı 'hız'larda akabilmektedir. İşte bizim kendi içimizde hissettiğimiz zamanın bu değişken yapısı fiziksel olarak da ispatlanmış bir gerçektir.
Oysa bu konu, 'madde'ye bağımlı kalarak düşünen insanların ısrarla kavrayamadığı çok önemli bir gerçektir. Bunun nedeni, zamanın sabit, mutlak ve değişmez olduğunu ve herkes için zamanın eşit geçtiğini zannetmeleridir. Oysa ki, zaman sabit ve değişmez değildir. Her cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman hızlı veya yavaş geçmektedir.
Herşeyden önce bir cisim hızlandıkça o cismin üzerinde zaman yavaşlamaktadır. Bu gerçek, ünlü fizikçi Albert Einstein tarafından Genel Görelilik Kuramı'nda ortaya konmuştur. Buna göre, ikiz kardeşlerden birini bir rokete koyup ışık hızına yakın bir hızla uzaya göndermeyi başarabilseydik uzaydaki kişi döndüğünde, dünyadaki ikiz kardeşini yaşlanmış olarak bulacaktı. Aynı deney bir baba ile oğula uygulandığında ise baba dünyaya döndüğünde oğlu kendinden daha yaşlı olacaktı. (Einstein ve Görelilik Kuramı, sf.57)
Bu örnekten açıkça anlaşılacağı üzere, bir sistem hızlandıkça o sistem üzerinde zaman yavaşlamaktadır.
Ayrıca bir cismin sadece hızı değil, konumu da zamanı etkilemektedir. Genel Görelilik Kuramı, çekim merkezlerinin yakınında zamanın daha yavaş geçtiğini ispatlamıştır. Ünlü fizikçi Stephen Hawking, bu gerçeği yukarıdaki ikiz örneğini kullanarak şöyle anlatmaktadır:
'Görelilik Kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz düzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.' (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, sf.54)
Materyalistler zamansızlığı kavrayamamasına rağmen zamansızlık kavramı fizik formüllerine girmiş bilimsel bir gerçektir.
Sonuçta izafiyet teorisi, hıza ve konuma göre uzayda farklı zaman dilimleri olduğunu göstermiştir. Karadelikler ise zamanın durduğu zamansızlık ve sonsuzluk boyutunun meydana geldiği fiziksel mekanlar olarak karşımızda durmaktadır. Tüm bunlar, Kuran'da bahsedilen zamanın izafiliğinin bilimsel açıklamalarıdır.
Zamana ve mekana bağımlı olan bizler, sadece yaşadığımız anı biliriz. Zamansız ve mekansız olan yani zamana ve mekana bağlı olmayan Allah, 'zaman'ı her şekliyle bilir. 50.000 yıl olarak, 1.000 yıl olarak veya yıl, ay, gün, saat, dakika, saniye, salise olarak bilir. Gelecek bizim için gelecektir. Zamandan münezzeh olan Allah için ise, geçmiş ve gelecek, hepsi birdir; çünkü tümünü Allah yaratmıştır.
Bilim adamları, zaman ve mekanın maddeyle birlikte yaratıldığını ispatladılar
Evrenin nasıl oluştuğu ve şu anki konumu, astronomlar ve fizikçiler tarafından uzun bir süredir araştırılıyor. Bugün bilim evrenin 'Büyük Patlama' denen başlangıca sahip olduğunu, büyük bir ivme ile genişlediğini ve kesinlikle bir gün yok olacağını saptamış bulunuyor.
Gün geçtikçe daha fazla bulguyla varlığı kesinleşen 'Büyük Patlama' hakkında bilim adamlarının aktardıkları gerçekler çok şaşırtıcı. Evrenimizin varoluşunu açıklayan 'Büyük Patlama' modeline göre, kainattaki galaksileri, yıldızları ve gezegenleri oluşturan maddenin hepsi, bundan 15 milyar yıl önce tek bir atomun çekirdeği boyutunda küçük bir hacme sıkışmış olarak duruyordu. Bu an, zaman ve mekanın oluşmasından önceydi. Hemen sonraki anda, tarifi imkansız bir patlama ile sonsuz yoğunlukta trilyonlarca derecelik bir sıcaklık oluştu. Bu sırada maddeyi meydana getiren atom parçacıkları ve enerji, kainatı ortaya çıkardı. Bu ortaya çıkan parçacıklar da hareketle birlikte zamanı oluşturdu.
Nature dergisinin 12 Temmuz 2001 tarihli sayısında yer alan habere göre, maddenin çok yüksek bir enerji halinde sıkışmış olarak durduğu bu ortamda, zaman ve mekan gibi boyutlardan asla bahsedilemiyor. (Nature, 12 Temmuz 2001, sf. 130) Harvard Üniversitesi ile Illinois'deki Ferni Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı'ndan nükleer fizikçi araştırmacılar, daha hiçbir şeyin olmadığı bu başlangıcı 'boyutların ortadan kalkması' olarak tanımladılar. Boyutların ortadan kalktığı 'büyük patlama' ortamında yerçekimi gibi bilinen fizik kanunları işlemiyor. Bu yüzden nükleer fizikçiler, maddeyi ilgilendiren fizik kanunlarının çok yüksek enerji koşullarında bir anlam ifade etmeyeceği yönünde ortak bir kanaate sahipler. Bu patlama öncesi ortamı, 'boyutsuzluk' ya da 'sıfır boyut' olarak tanımlıyorlar.
Bu keşif, sıkıştırılmış haldeki maddenin bilinen klasik fizik kanunlarına göre değil, kuantum fiziği kanunlarına göre değerlendirilmesi esasına dayanıyor. Buna göre, elektromanyetik güçler yüksek enerji seviyelerinde kuvvetlenirken, atom çekirdeğindeki nükleer çekim gücü zayıflıyor ve maddenin elektron alışverişi de duruyor. Bu durum boyut sayısının azalması anlamına geliyor. Çünkü elektronlar herhangi bir yöne hareket edemediği için, hareketle oluşan 3 boyut ve 4. boyut olan zaman ortadan kalkmış oluyor.
Nature dergisinde yayınlanan, nükleer fizik alanındaki bu keşif, evrenin oluşmaya başlaması öncesinde hiçbir boyuttan bahsedilemeyeceği gerçeğini ortaya koyuyor. Boyutlar düşük enerji koşullarının bir sonucu olduğu için, uzayda zaman ve diğer boyutların daha sonra yani evren soğumaya başladıkça ortaya çıktığı böylece anlaşılmış oldu. Bilimsel alanda yapılan bu keşif Büyük Patlamayı bir kez daha kanıtlarken, Yüce Allah'ın evreni bütün boyutlarıyla yokluktan yarattığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
allah (c.c)
08.04.2004 - 16:49Zaman ve mekan mutlak olmayan, bir başlangıç noktaları olan, Allah'ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir. Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş, tespit etmiş ve yaratmıştır. İşte materyalistlerin akıl erdiremedikleri 'kader' gerçeğinin özü de buradadır.
Zaman; duyu organlarımız tarafından ardı ardına gelen birtakım olaylar neticesinde hissedilen bir tür algıdır. Zamanın akışını, etrafımızdaki, hareket değişikliklerini birbirlerine kıyaslayarak anlarız. Örneğin güneş doğar, batar ve ertesi gün tekrar doğduğunda 'bir gün geçti' deriz. Bu olay 30-31 kez tekrarlandığında bu kez '1 ay geçti' deriz; ama sorulduğunda bu bir ayla ilgili fazla bir detay hatırlamadığımızı, geçen zamanın sanki sadece bir an gibi olduğunu düşündüğümüzü itiraf ederiz. Yine de gözlemlediğimiz tüm bu hareketlilik ve sebep-sonuç ilişkileri bize zamanın geçtiğine dair ipuçları verir. Eğer gündüz geceyi, gece gündüzü takip etmese ve elimizde zamanın geçtiğini gösterir bir saatimiz olmasa, belki de geçen zamanın ne kadar olduğuna, bir günün ne zaman başlayıp ne zaman biteceğine dair doğru bir tahminde bulunmamız mümkün olmayacaktı. Bu açıdan, bizim için böyle belirli dayanak noktaları olmaksızın, zamanın ne hızla aktığı konusunda kesin bir yargıya varamayız.
Zamanı ölçmek için kullandığımız kavramlar, çok değişkendir. Örneğin, 'bir saat' dediğimiz süre, eğer sıkıcı bir bekleme içindeysek, saatler kadar uzun gelebilir. Aynı saati, çok eğlenceli ve bitmesini istemediğimiz bir durumda, üç-beş dakika kadar kısa bir süre gibi algılarız. Yani aslında zaman algısı, bizim için farklı 'hız'larda akabilmektedir. İşte bizim kendi içimizde hissettiğimiz zamanın bu değişken yapısı fiziksel olarak da ispatlanmış bir gerçektir.
Oysa bu konu, 'madde'ye bağımlı kalarak düşünen insanların ısrarla kavrayamadığı çok önemli bir gerçektir. Bunun nedeni, zamanın sabit, mutlak ve değişmez olduğunu ve herkes için zamanın eşit geçtiğini zannetmeleridir. Oysa ki, zaman sabit ve değişmez değildir. Her cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman hızlı veya yavaş geçmektedir.
Herşeyden önce bir cisim hızlandıkça o cismin üzerinde zaman yavaşlamaktadır. Bu gerçek, ünlü fizikçi Albert Einstein tarafından Genel Görelilik Kuramı'nda ortaya konmuştur. Buna göre, ikiz kardeşlerden birini bir rokete koyup ışık hızına yakın bir hızla uzaya göndermeyi başarabilseydik uzaydaki kişi döndüğünde, dünyadaki ikiz kardeşini yaşlanmış olarak bulacaktı. Aynı deney bir baba ile oğula uygulandığında ise baba dünyaya döndüğünde oğlu kendinden daha yaşlı olacaktı. (Einstein ve Görelilik Kuramı, sf.57)
Bu örnekten açıkça anlaşılacağı üzere, bir sistem hızlandıkça o sistem üzerinde zaman yavaşlamaktadır.
Ayrıca bir cismin sadece hızı değil, konumu da zamanı etkilemektedir. Genel Görelilik Kuramı, çekim merkezlerinin yakınında zamanın daha yavaş geçtiğini ispatlamıştır. Ünlü fizikçi Stephen Hawking, bu gerçeği yukarıdaki ikiz örneğini kullanarak şöyle anlatmaktadır:
'Görelilik Kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz düzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.' (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, sf.54)
Materyalistler zamansızlığı kavrayamamasına rağmen zamansızlık kavramı fizik formüllerine girmiş bilimsel bir gerçektir.
Sonuçta izafiyet teorisi, hıza ve konuma göre uzayda farklı zaman dilimleri olduğunu göstermiştir. Karadelikler ise zamanın durduğu zamansızlık ve sonsuzluk boyutunun meydana geldiği fiziksel mekanlar olarak karşımızda durmaktadır. Tüm bunlar, Kuran'da bahsedilen zamanın izafiliğinin bilimsel açıklamalarıdır.
Zamana ve mekana bağımlı olan bizler, sadece yaşadığımız anı biliriz. Zamansız ve mekansız olan yani zamana ve mekana bağlı olmayan Allah, 'zaman'ı her şekliyle bilir. 50.000 yıl olarak, 1.000 yıl olarak veya yıl, ay, gün, saat, dakika, saniye, salise olarak bilir. Gelecek bizim için gelecektir. Zamandan münezzeh olan Allah için ise, geçmiş ve gelecek, hepsi birdir; çünkü tümünü Allah yaratmıştır.
Bilim adamları, zaman ve mekanın maddeyle birlikte yaratıldığını ispatladılar
Evrenin nasıl oluştuğu ve şu anki konumu, astronomlar ve fizikçiler tarafından uzun bir süredir araştırılıyor. Bugün bilim evrenin 'Büyük Patlama' denen başlangıca sahip olduğunu, büyük bir ivme ile genişlediğini ve kesinlikle bir gün yok olacağını saptamış bulunuyor.
Gün geçtikçe daha fazla bulguyla varlığı kesinleşen 'Büyük Patlama' hakkında bilim adamlarının aktardıkları gerçekler çok şaşırtıcı. Evrenimizin varoluşunu açıklayan 'Büyük Patlama' modeline göre, kainattaki galaksileri, yıldızları ve gezegenleri oluşturan maddenin hepsi, bundan 15 milyar yıl önce tek bir atomun çekirdeği boyutunda küçük bir hacme sıkışmış olarak duruyordu. Bu an, zaman ve mekanın oluşmasından önceydi. Hemen sonraki anda, tarifi imkansız bir patlama ile sonsuz yoğunlukta trilyonlarca derecelik bir sıcaklık oluştu. Bu sırada maddeyi meydana getiren atom parçacıkları ve enerji, kainatı ortaya çıkardı. Bu ortaya çıkan parçacıklar da hareketle birlikte zamanı oluşturdu.
Nature dergisinin 12 Temmuz 2001 tarihli sayısında yer alan habere göre, maddenin çok yüksek bir enerji halinde sıkışmış olarak durduğu bu ortamda, zaman ve mekan gibi boyutlardan asla bahsedilemiyor. (Nature, 12 Temmuz 2001, sf. 130) Harvard Üniversitesi ile Illinois'deki Ferni Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı'ndan nükleer fizikçi araştırmacılar, daha hiçbir şeyin olmadığı bu başlangıcı 'boyutların ortadan kalkması' olarak tanımladılar. Boyutların ortadan kalktığı 'büyük patlama' ortamında yerçekimi gibi bilinen fizik kanunları işlemiyor. Bu yüzden nükleer fizikçiler, maddeyi ilgilendiren fizik kanunlarının çok yüksek enerji koşullarında bir anlam ifade etmeyeceği yönünde ortak bir kanaate sahipler. Bu patlama öncesi ortamı, 'boyutsuzluk' ya da 'sıfır boyut' olarak tanımlıyorlar.
Bu keşif, sıkıştırılmış haldeki maddenin bilinen klasik fizik kanunlarına göre değil, kuantum fiziği kanunlarına göre değerlendirilmesi esasına dayanıyor. Buna göre, elektromanyetik güçler yüksek enerji seviyelerinde kuvvetlenirken, atom çekirdeğindeki nükleer çekim gücü zayıflıyor ve maddenin elektron alışverişi de duruyor. Bu durum boyut sayısının azalması anlamına geliyor. Çünkü elektronlar herhangi bir yöne hareket edemediği için, hareketle oluşan 3 boyut ve 4. boyut olan zaman ortadan kalkmış oluyor.
Nature dergisinde yayınlanan, nükleer fizik alanındaki bu keşif, evrenin oluşmaya başlaması öncesinde hiçbir boyuttan bahsedilemeyeceği gerçeğini ortaya koyuyor. Boyutlar düşük enerji koşullarının bir sonucu olduğu için, uzayda zaman ve diğer boyutların daha sonra yani evren soğumaya başladıkça ortaya çıktığı böylece anlaşılmış oldu. Bilimsel alanda yapılan bu keşif Büyük Patlamayı bir kez daha kanıtlarken, Yüce Allah'ın evreni bütün boyutlarıyla yokluktan yarattığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
İbrahim (A.S.)
08.04.2004 - 15:27Kabe yi inşa eden peygamberdir.
İbrahim (A.S.)
08.04.2004 - 15:24Tevrat'ta ibranice adı Abraham olarak anılır. Nuhun üç oğlu vardı, bunlar: Sam, Ham ve Yafet'tir. Hz. ibrahim Sam soyundandır, yani Sami ırkındandır. Babası Tarah'tır (Azer olarak da bilinir, ibranicesi Terah) , kardeşi Haran ve oğulları İsmail ve İshak'tır. Tevrat'ta göre Sara'nın oğlu ishakın ikiz oğullarından Yakub sonrada israil adını alır ve on iki oğullu israiloğullarının on iki kavmini oluşturur. bunlardan onu ortadan kaybolur (günümüzdeki yahudileri kendilerinin kalan iki kavmin torunları addederler) . ezoterik bilgilere göre son günlerde on iki kavim tekrar bir araya gelecek diye bir kehanet vardır. hz. ibrahim'in Hacer'den (ibranicesi hagar) oğlu Sara'nın kıskançlığı yüzünden Hacer ve İsmail Mekke'ye yerleşir ve Arapların soyunun ondan geldiği kabul edilir..
İbrahim (A.S.)
08.04.2004 - 15:22Kuran'da HZ.İbrahim:
Kendi nefsini aşağılık kılandan başka İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O salihlerdendir. (2/130)
Yoksa siz Yakub'un ölüm anında orada şahidler miydiniz? O oğullarına: 'Benden sonra kime ibadet edeceksiniz? ' dediğinde onlar: 'Senin ilahına ve ataların İbrahim İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler ona teslim olduk' demişlerdi. (2/133)
Dediler ki: 'Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz.' De ki: 'Hayır (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dini(dir): O müşriklerden değildi.' (2/135)
Ey Kitap ehli, İbrahim konusunda ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (3/65)
İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyandı: ancak O hanif (muvahhid) bir Müslümandı müşriklerden de değildi. (3/67)
Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o doğruyu-söyleyen bir peygamberdi. (19/41)
yaratılış
08.04.2004 - 15:08tdk sözlüğünde 'bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü, mizaç, huy, tıynet' anlamlarına geldiği idda edilen kelime. fıtrat`ta aynı anlam geliyor. bulmacalarda daha çok mizaç ve fıtrat olarak çıkar karşılığı.
yeni dünya düzeni
08.04.2004 - 12:51farkli cografyalara farkli kaoslar getirir. irak, afganistan, somali, ruanda, haiti, endonezya gibi örneklerde din-mezhep-etnisite ayriliklarini körükler (suriye-iran-türkiye-kafkasya buna dahildir) . kosova'da yasanan, kibris'ta yasanacak olan budur. 'düzen' ve 'demokrasi' adi altinda gercekte kaos getirir ve bunu yönetir. her ayrisma daha cok güvenlik ihtiyaci, daha cok ekonomik düskünlük demektir cünkü. bununla birlikte ortadogu'da yaratilacak her yeni kaos, israil'in güvenligini artirir.
abd, ingiltere, ispanya gibi merkez cografyalarda ise ayrisma temelli kaos yerine, birlestirici temelli kaoslar yaratir. elektrik kesintileri, kaynagi net olmayan terör hareketleri (11 eylül gibi) , bunun örnegidir. bunlar vesile edilerek yönetimler ele gecirilir, neofasist tedbirlerle kitleler istenildigi gibi yönlendirilir.
yeni dünya düzeni
08.04.2004 - 12:49latincesi 'Novus Ordo Seclorum' 1 ABD DOLARI nın arka yüzündeki piramitin, hemen altinda yazar.
Philadelphia kongresi ile paranın üzerinde bulunması kararlaştırılmış bir yazıdır.
Piramitin tepesindeki göz de bu kongrede alınmış kararlardan biridir.Bu piramit ve göz tüm MASONİK metinlerde de bulunur.
Toplam 1733 mesaj bulundu