Suikastın yapıldığı dönemde İsrail başbakanı olan Ben Gurion, 'Kennedy’nin varlığının İsrail devletine karşı bir tehlike olduğunu' söyleyerek istifa etmiştir.
Aslında sadece İslam düşmanı değildir.Barışı huzuru sevgiyi kardeşliği getirecek herşeye düşmandır siyonizm.Tek amacı 'Sion'istlerle dünyaya hakim olmaktır.
50 yıldan bu yana dünya piyasalarında referans döviz birimi olarak ABD Dolar'ıdır ($) . Bu herkesin bildiği bir gerçek. Bu amerikan doları sadece bir yerde başlıyor, Federal Reserve, USA. ki burasını özel sektör (yahudi bankacılardan oluşan bir konsorsyum) tarafından temsil ediyor. Evet. Öyleyse Fransa, Almanya veya herhagi bir Ülke 50 milyon Dolar'lık bir şey satın almak istediğinde bu parayı elde etmek için bir bedel vermek zorunda (çalışmalı) Öte yandan ABD aynı şeyi satın almak istediginde, sadece matbaayı bir mesayi çalıştırıp o parayı çıkartır. ABD bunu son 50 yılda her ihtiyacı olduğu zaman yaptı, hazinesinde 'altın' karşılığı olmadan sık sık matbaayı çalıştırıp dünyayı ABD para birimiyle boğdu!
Bunun sonucunda, ABD ekonomisini şu anda 2500 milyar dolar civarinda bütçe açığı (budgetary deficit) ile karşı karşıya ve bu açık gittikçe ve hızla büymektedir. Bu Bush'un ekonomistlerinın yaptığı hesapla, gelecek 3 yılda bu açık 3500 milyar dolara yaklaşacak. Bu GDP'nin (Gross Domestic Product- Gayri Safi Milli Hasıla'nın) %50'si olacakmış. ABD para birimi dünyanın dövizi kaldığı sürece bu bir sorun olmaz. Onlar istedikleri zaman para basıp borçlarını kapatabilirler. Dünyanın diğer ülkelerine göre Amerika veresiye yaşıyor.
Sorun şimdi başlıyor: Irak OPEC (petrol ihracatçilar ülkeler birliği) üyesi olup kendi petrollerini Euro (€) referans alınarak satmayı kararlaştıran İLK ÜLKE.6 kasım 2000 yılından itibaren, (cesur bir karardı, o zaman Euro-Dolar paritesi 0,8 idi ki o zamanlar Irak çok zarar etti, şimdi büyük karlar elde ediyor zira Dolar Euro'nun gerisine düştü.)
Bu Saddam'ın en büyük hatasıydı ve Amerika tarafindan asla affedilemez bir hata. OPEC'e üye diğer iki ülke (İran ve Suriye) dahi Euro ya geçme hazırlığında ve bunu diğer üyeler de takip etmek niyetinde. Venezüela dahi (dünya petrol rezervlerinin %7 sini barındırıyor) para rezervlerini Euro-Dolar karışımı şeklinde değistirdi. Rusların Merkez bankası da rezervlerinin yarısını değiştirdi Euro'ya. Çin de aynı şeyi yaptı. Bunun sonucunda dünya piyasalarında anormal bir dolar fazlalığı ve Euro talebi oluştu. Bunları, herkezin bildiği Dolar'ın Euro karşısında değer kaybetmesinin başlıca nedenleri sayabiliriz. Bu amerikan ekonomisi için resmen bir çöküs demek. Euro dünyanın dövizi olacaksa dolar müthiş bir değer kaybına uğraycak. ABD keyfince (karşılığı olmadan) Dolar basamayacak, bütün dünya ülkeleri dolarlardan kurtulmaya bakacak yerine Euro'yu koyabilmek üzere, OPEC'ten petrol satılalabilmek için, tüm büyük yatırımcılar ABD pazarından çekilip Avrupa pazarına yönelecekler. Aslında ABD'nin Asya ülkeleriyle yaptıığı politik anlaşmalarla Dolar suni şekilde değerini korumaya çalışıyor. Şöyle ki ABD pazarının hemen
hemen tüm ihtiyaçlarını bu ülkeler tarafından karşılanıyor. Amerika bu ülkelere üretmeleri için borç veriyor. Onlar ürünlerini ABD satıp borçlarını ödüyor. Bu şekilde bir kısır döngü oluşup para akışıyla böylece gücünü koruyor. Asya Dolar'dan vazgeçip Euro'ya geçerse ABD ekonomisi çöker. Zira onların da petrole ihtiyaçları var. OPEC'ten petrol alabilmek için onlarda Euro'ya geçme eğiliminde. Sonuçta Bush bir 'kara liste' hazırlayıp, buna Euro ile petrol satmak isteyen ve rezervlerini Euro'ya çeviren tüm ülkeleri dahil etti. Amerika zamanla bu ülkelerde (Irak, İran, Siria, Venezuela, v.b.) huzursuzluk yaratıp, oradaki yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda değiştirene kadar mücadele edecek. Aslında Savaşın nedeni de budur. Ortada çok büyük bir 'pasta' var (dünya ekonomisi) Amerika kazanmak zorunda, yoksa dünyada süpergücünü EU'ya kaptırabilir. Fransa ve Almanya'nın aslında karşı gelmelerinin nedeni de bu. Bildiğiniz gibi ABD'nin yanında yer alan Inglitere Euro'ya geçmedi. Saddam bahane.Savaş kısa olmayacak gibi. Bu sadece baslangıç...
50 yıldan bu yana dünya piyasalarında referans döviz birimi olarak ABD Dolar'ıdır ($) . Bu herkesin bildiği bir gerçek. Bu amerikan doları sadece bir yerde başlıyor, Federal Reserve, USA. ki burasını özel sektör (yahudi bankacılardan oluşan bir konsorsyum) tarafından temsil ediyor. Evet. Öyleyse Fransa, Almanya veya herhagi bir Ülke 50 milyon Dolar'lık bir şey satın almak istediğinde bu parayı elde etmek için bir bedel vermek zorunda (çalışmalı) Öte yandan ABD aynı şeyi satın almak istediginde, sadece matbaayı bir mesayi çalıştırıp o parayı çıkartır. ABD bunu son 50 yılda her ihtiyacı olduğu zaman yaptı, hazinesinde 'altın' karşılığı olmadan sık sık matbaayı çalıştırıp dünyayı ABD para birimiyle boğdu!
Bunun sonucunda, ABD ekonomisini şu anda 2500 milyar dolar civarinda bütçe açığı (budgetary deficit) ile karşı karşıya ve bu açık gittikçe ve hızla büymektedir. Bu Bush'un ekonomistlerinın yaptığı hesapla, gelecek 3 yılda bu açık 3500 milyar dolara yaklaşacak. Bu GDP'nin (Gross Domestic Product- Gayri Safi Milli Hasıla'nın) %50'si olacakmış. ABD para birimi dünyanın dövizi kaldığı sürece bu bir sorun olmaz. Onlar istedikleri zaman para basıp borçlarını kapatabilirler. Dünyanın diğer ülkelerine göre Amerika veresiye yaşıyor.
Sorun şimdi başlıyor: Irak OPEC (petrol ihracatçilar ülkeler birliği) üyesi olup kendi petrollerini Euro (€) referans alınarak satmayı kararlaştıran İLK ÜLKE.6 kasım 2000 yılından itibaren, (cesur bir karardı, o zaman Euro-Dolar paritesi 0,8 idi ki o zamanlar Irak çok zarar etti, şimdi büyük karlar elde ediyor zira Dolar Euro'nun gerisine düştü.)
Bu Saddam'ın en büyük hatasıydı ve Amerika tarafindan asla affedilemez bir hata. OPEC'e üye diğer iki ülke (İran ve Suriye) dahi Euro ya geçme hazırlığında ve bunu diğer üyeler de takip etmek niyetinde. Venezüela dahi (dünya petrol rezervlerinin %7 sini barındırıyor) para rezervlerini Euro-Dolar karışımı şeklinde değistirdi. Rusların Merkez bankası da rezervlerinin yarısını değiştirdi Euro'ya. Çin de aynı şeyi yaptı. Bunun sonucunda dünya piyasalarında anormal bir dolar fazlalığı ve Euro talebi oluştu. Bunları, herkezin bildiği Dolar'ın Euro karşısında değer kaybetmesinin başlıca nedenleri sayabiliriz. Bu amerikan ekonomisi için resmen bir çöküs demek. Euro dünyanın dövizi olacaksa dolar müthiş bir değer kaybına uğraycak. ABD keyfince (karşılığı olmadan) Dolar basamayacak, bütün dünya ülkeleri dolarlardan kurtulmaya bakacak yerine Euro'yu koyabilmek üzere, OPEC'ten petrol satılalabilmek için, tüm büyük yatırımcılar ABD pazarından çekilip Avrupa pazarına yönelecekler. Aslında ABD'nin Asya ülkeleriyle yaptıığı politik anlaşmalarla Dolar suni şekilde değerini korumaya çalışıyor. Şöyle ki ABD pazarının hemen
hemen tüm ihtiyaçlarını bu ülkeler tarafından karşılanıyor. Amerika bu ülkelere üretmeleri için borç veriyor. Onlar ürünlerini ABD satıp borçlarını ödüyor. Bu şekilde bir kısır döngü oluşup para akışıyla böylece gücünü koruyor. Asya Dolar'dan vazgeçip Euro'ya geçerse ABD ekonomisi çöker. Zira onların da petrole ihtiyaçları var. OPEC'ten petrol alabilmek için onlarda Euro'ya geçme eğiliminde. Sonuçta Bush bir 'kara liste' hazırlayıp, buna Euro ile petrol satmak isteyen ve rezervlerini Euro'ya çeviren tüm ülkeleri dahil etti. Amerika zamanla bu ülkelerde (Irak, İran, Siria, Venezuela, v.b.) huzursuzluk yaratıp, oradaki yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda değiştirene kadar mücadele edecek. Aslında Savaşın nedeni de budur. Ortada çok büyük bir 'pasta' var (dünya ekonomisi) Amerika kazanmak zorunda, yoksa dünyada süpergücünü EU'ya kaptırabilir. Fransa ve Almanya'nın aslında karşı gelmelerinin nedeni de bu. Bildiğiniz gibi ABD'nin yanında yer alan Inglitere Euro'ya geçmedi. Saddam bahane.Savaş kısa olmayacak gibi. Bu sadece baslangıç...
sürekli dünyaya Hitlerin öldürdüğü 6 milyon Yahudien basederler.Ama kendilerinin öldürdüğü 7 MİLYON VİETNAM lıdan, 500 bin JAPON insanından bahsetmezler pek...
İsmet İnönü 1937 yilinda yaptığı bir meclis konuşmasinda, 'Türk milleti, vatanıni savunmak kacinilmaz oldugunda zengini ve fakiriyle hayatını, mal varliğıni ülkesi için harcamaktan kaçınmaz, ama aynı millet barış zamanında memleketinin hayrı icin bir kova su çekmez' demiştir..
İçersinde farklı sol görüşleri benimsemiş çeşitli yazarlar bulunduran gazete...(Kemalist, İnönü'cü, Darbeci Kemalist, Darbe karşıtı Kemalist, Marksist-Leninist, sadece Leninist, Ulusalcı vs....)
Kötü niyetleri olmayan bir adam olsa bile, o kadar büyük hatalar yapmistir ki, bu da büyük seylere malolmustur. Bir Stalin gibi art niyetleri nedeniyle halkı zarar görmemiş, aksine, hatalarından dolayı zarar gormustür.
1893 yılında doğdu.Çin Devrimi’ne önderlik etti.Sol düşüncelerle üniversite öğrenimi sırasında tanıştı. 1921 yılında kurulan ÇKP (Çin Komünist Partisi) ’nin 12 kişilik kurucu delegesinden biriydi.
ÇKP’nin kurulduğu dönem, onbinlerce köylünün toprak ağalarına karşı ayağa kalktığı, işçi ve öğrenci hareketlerinin yükseldiği bir süreçti. ÇKP, bu dönemde, büyük bir etki sağladı.
ÇKP, emperyalist işgale karşı, burjuvazi ile Komintang içerisinde ittifak kurdu. 1924-1927 yıllarında başlattığı silahlı ayaklanma bastırıldı. ÇKP 6. kongresinde, “Halk Savaşı Stratejisi” olarak ifade edilen, kırın kenti kuşatması devrimci savaş stratejisini kabul etti. Yoğunlaşan yerli direnişler karşısında geriye çekilmeye mecbur kaldı ve Mao’nun öncülüğünde büyük Uzun Yürüyüş başladı.Eylül 1934’ten Ekim 1935’e kadar süren yürüyüşte Çin’in bir ucundan diğer ucuna yürüyen komünistler, onbinlerce kayıp verdi. Mao, 1935’te ÇKP’nin liderliğine getirildi. Çin’in özgün koşullarından dolayı kır çalışmasına ağırlık veren Mao liderliğindeki ÇKP, Kızıl Ordu’yu kurarak, mücadeleyi gerilla savaşı biçiminde başlatıp, kurtarılmış alanlar yaratarak ilerledi. Çin Halk Devrimi 1949’da zafere ulaştı; Mao devlet başkanlığına seçildi. 1949’dan ölümüne kadar, Çin Halk Cumhuriyeti’nin tartışılmaz lideri oldu.
1956’ya kadar geleneksel Sovyet ekonomi ve devlet modelini yakından izleyen iktisadi ve politik dönüşümler; 1956-1957’de “yüz çiçek açsın, yüz düşünce yarışsın” sloganı ile yürütülen liberal dönem; 1958’de “büyük sıçrayış ve halk komünleri” kampanyası; “Kültür Devrimi”, 1960’lardan sonra Çin-SSCB arasındaki çekişme ve anlaşmazlıklar, ABD’ye yakınlaşma politikaları ve dış politikada ulaşılan bu son noktanın “Üç Dünya Teorisi” ile sistematikleştirilmesi, bu önemli dönemeçlerden başlıcalarıdır. Dünyanın pekçok yerinde komünist hareketleri etkilemiş olan Mao, 1976 yılında öldü.
ingilterenin karışık zamanlarında Platon'un Republic(DEVLET) adlı eserine benzeyen bir kitap yazmış(ÜTOPYA) ingiliz hümanist, ingiltere kralına çok yakın bir devlet adamı(hatta başbakan da olmuş) insan. More'un devleti 5400 kente ayrılmıştır ve her kente 6000 aile yerleştirilmektedir. her aile 22 kişiliktir. bu 22 kişinin yirmisi erkek, kadın, çocuk, ikisi de esirdir. Platon ve More'un en büyük benzerliği esirleri toplumun temeline koymalarıdır. platon'da devlet içinde statü varken More'da öyle bir şey yoktur.(esirler adam değil ya) platon özel mülkiyet ile birlikte aileyi de kaldırıyordu. Thomas aileye dokunmayıp evlenme, boşanma işlerini falan da güzel bir düzene sokuyordu. ev konusunda da kura ile ev dağıtıp her 10 yılda bir evin değiştirilmesini öngörüyordu. Platondan ayrı olarak özel mülkiyeti herkes için yasaklamıştır. Platon'un yöneticiler ve askerler için koyduğu bu yasağın nedeni yöneticilerin aç gözlü olmalarını önlemek iken More'da bu tamamiyle değişik bir şekle giriyor. More özel mülkiyeti bütün kötülüklerin, hırsızlıkların vs. kaynağı olarak görüyor. ayrıca öldürülmesinin de kurguladığı düzenle uzaktan yakından alakası yoktur, Kralı dini anlamda kilisenin başı saymamasıdır kafasını götüren. Katolik kilisesi katında günümüzde artık bir Azizdir.
Kapatılmaları din elden gidiyor kışkırtması ile 1950lerde Adnan Menderes ve Demokrat Parti zamanlarına rastgelir. köylünün akıllanmasını istemeyen,:” Köylü, köylü ve cahil kalsın oy kaynağımız olmaya devam etsin” sistemini benimsemiş zihniyetlerin, halkı bu bahane ile kışkırtmaları ile kapatılmaları kolaylaştırılmıştır. A.B.D.nin yayılmacı politikalarının 1950’lerde ağırlaştığı görülür. Aslında sıcak denizlere inmek isteyen Rusya ‘nın önünü kesmek amacıyla anti-komünizm kışkırtmaları ile Rusya’nın güneyinde kalan her yerde buna benzer taktikler uygulamıştır. Bu hat yeşil kuşak ya da yeşil duvar olarak da isimlendirilir. Sonuçta komist yuvası olarak adlandırılan bu ilerici eğitim merkezleri A.B.D.'nın Türkiye yönetimi üzerinde kurduğu baskılarla kapatılmıştır.
Hazırlıkları 1935’te başlatılıp 1937’de denemesine girişilen ve 1940’ta yasallaşan Köy Enstitüsü sistemi; Cumhuriyet aydınlanmasının eğitim alanındaki en özgün ve en çok ses getiren bir uygulamasıdır. 17 nisan 1940’ta kabul edilen, 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’na göre “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Maarif Vekilliğince [MEB’ce] köy enstitüleri açılır.” (m.1) Bu yasa hükmüne göre enstitülerin görevi sadece köy öğretmeni yetiştirmekle sınırlı olmayıp öğretmenle birlikte sağlık görevlileri, teknisyenler vd. meslek elemanları yetiştirmektir.
Yasanın yaptığı bu yalın tanımın gerisinde Köy Enstitülerinin kuruluşuna temel olan çok önemli gerekçeler bulunmaktadır. 1935 yılına gelindiğinde ülke nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı köylerde okul sayısı yok denilecek kadar azdır. Bu okullara kentlerden bulunup gönderilen az sayıda öğretmen de köylerde tutunamamakta ve başarılı olamamaktadır. Köy insanının eğitim gereksinmesi sadece okur yazarlıkla sınırlı değildir; bulaşıcı hastalıklarla savaşamamakta; üretimini ilkel yöntemlerle yapmaktadır. Kurtuluş Savaşı’nın ağır yükünü çeken köylüler henüz demokrasiyi yaşatacak cumhuriyet yurttaşı niteliğine kavuşamamıştır. Kısacası köylüler, uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksundurlar.
Asıl önemlisi, 1930-40’larda köye hizmet götürmek çok zordur. Cumhuriyetle birlikte girişilen köye hizmet çabaları; ya köylünün beklentilerine uymadığı ya da becerilemediği için yarım kalmıştır. Başarı için köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipine gereksinme vardır. Bu da köylünün kendi içinden çıkarılabilecektir. İşin bu “püf” noktasını ilk yakalayan ve kendisi de bir köylü çocuğu olan büyük eğitimcimiz İsmail Hakkı Tonguç’tur. Büyük güçlüklerle öğrenim olanağı bulan Tonguç, Köy Enstitüsü Sisteminin hem kuramcısı, hem de kurucusudur. Onu, Atatürk’ün eski kurmaylarından Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan göreve getirmiş, sonraki Bakan Hasan-Âli Yücel de onun girişimlerine sahip çıkmıştır.
Tonguç’a göre “köylüye birşey öğretebilmek için, ondan birçok şey öğrenmeli”ydik (1938) . Şöyle diyor:
“Kanımızı ve iliklerimizi isteyerek köyün içine akıtmadıkça, kırk bin köyün kenarına münevver insanın mezar taşı dikilmedikçe, bu köyün sırlarını anlayamayız. Köy[lüy]ü anlayabilmek,... duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lâzımdır. Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir. Bizim köyün ne olduğunu evvelâ büyük âlimler, artistler değil kahramanlar anlayacaklar, sonra âlimlere ve sanatkârlara anlatacaklardır. Türk köyü, daha belki yirmi beş yıl âlim değil, kahraman isteyecektir. Bataklığı kurutmak, sıtmalıya kinin rejimi yaptırmak, trahomlunun gözüne ilâç damlatmak, okul binasını yapmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, bozuk köprüyü yapmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fidan dikerek onu büyütmek ve step köylüsünün ‘dal’ diye adlandırdığı ağacı hakikaten ağaç hâline getirmek; ulemanın işi değil, kahraman teknisyenler ordusunun işidir... O [köylü] bu kahramanları içinden yetiştirmeğe mahkûm. Bütün felâketlere katlanarak, ıstırabı zehir yutar gibi yutarak çalışan ve başlarının üstünde şereflerle örülü birer taç taşıyan bu kahramanlar köyü dile getirecekler[dir]... O zaman yeni sesler duyacağız. Bu seslerden ürkmeden onları dinlemek lâzımdır. Köyden yeni renk ve seda getirenleri saygı ile karşılamak gerekir. Hakiki köyü ve memleketi o zaman anlayacağız...”
Yine Tonguç’a göre:
“Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi, mihaniki surette ‘köy kalkınması’ değil, manalı ve şuurlu bir şekilde ‘köyün içten canlandırılması’dır. Köylü insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir.” (1939)
Görüldüğü gibi, kimi iddiaların aksine Tonguç, iş başına, yeterli kuramsal bilgi donanımına ve siyasal bilince sahip olarak gelmiştir.
Tonguç, köylünün kurtuluşunu, onun kendi gücünde görmektedir:
“Köylüyü, köyden başlayarak, ta Kamutay’a (TBMM’ye) varıncaya kadar, devletin bütün şubelerinin idaresine, onda bugünkü vasıflarından başka bir şart aramaksızın iştirak ettirmek, bu suretle devlet işlerini, realiteden kuvvet alan elemanlarla besleyerek memleketin hakikî bünyesine uygun bir şekle getirmek... Köylü vatandaşlarda... cumhuriyet vatandaşlığı şuurunu, aksiyon haline gelebilecek şekilde uyandırmak... lâzımdır.” (1939)
Kuruluş ve Gelişim
O zaman dönemin tek partisi [devlet partisi] olan Cumhuriyet Halk Partisi, 1935’te topladığı Büyük Kurultay’ında, devlet eliyle başlatılan “plânlı endüstrileşme” hareketine koşut bir “plânlı” olarak “köyü kalkındırma” hareketi başlatma kararı da aldı. yeni bakan Arıkan, eğitimcilere (özellikle Cevat Dursunoğlu’na) danışarak Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğüne getirdi. Tonguç, önce ciddî bir köy incelemesi yaptı; rakamları ve eski yapılanları değerlendirdi; 20 yıllık bir plân taslağı hazırladı. Bu plâna göre 1954 yılında öğretmen, koruyucu sağlık hizmeti, tarım teknisyeni ulaşmamış köy kalmayacaktı. Bunu başarmak hiç de kolay değildi. Herşeyden önce, açılacak enstitülere okur-yazar köy çocuğu/öğrenci bulmak büyük bir sorundu.
Tonguç, klâsik eğitimcilerin direnişlerine karşın, ilk olarak, askerliğini yapmış okur-yazar gençlerden seçtiği bir grubu “Eğitmen” sanıyla köylerde “geçici öğretmen” olarak görevlendirmek üzere, 1936 yılında Eskişehir’in Çifteler Çiftliği’nde dört aylık bir kurs açtı. Ankara köylerinde görevlendirilen ilk 84 eğitmen başarılıydı. Eğitmen kursları ülkenin başka yerlerinde de açılarak çoğaltıldı. Eğitmen adayları, açılacak Köy Enstitülerinin ilk binalarını da yapmışlardı. Kendi köylerine giden eğitmenler, topladıkları çocukları üç yıl okutup mezun ederek yenilerini alıyorlardı. Eğitmenleri “gezici başöğretmenler” iş başında da yetiştiriyorlardı. Eğitmenler ayrıca, köyde çıkan sağlık sorunlarını kaymakamlığa iletmek ve köylüye modern tarım tekniklerini öğretmek, akşam okulları ile yetişkinlere de okuma-yazma, hesap ve yurttaşlık öğretmekle de yükümlüydüler.
İkinci bir önemli adım olarak, 1937-38 öğretim yılında Eskişehir/Çifteler ve İzmir/Kızılçullu’da, “deneme” olarak iki “Köy Öğretmen Okulu” açıldı. 1940’a kadar açılan bu tip 4 okul, yasa çıkınca “Köy Enstitüsü” adını aldı ve değişik bölgelerde yeni Köy Enstitüleri açıldı. Enstitüsü sayısı 1945’te 20’ye, 1948’de 21’e çıkarıldı. Enstitüler, bölge esasına göre kurulmuştu. Her Enstitünün sorumlu olduğu 3-4 il vardı. Enstitüler, bu illerin köylerinde eğitmenlerin yetiştirdiği öğrencilerden seçerek öğrenci alıyor, bunlar enstitülerde ilkokulu tamamlayarak Enstitü öğrencisi oluyorlardı. Enstitü öğrencileri, üçüncü sınıftan sonra “öğretmenlik” ve “sağlık” kollarına ayrılıyordu. “Köy Sağlık Memuru” ve “Köy Ebesi” yetiştiren Sağlık Kollarının öğrencisi daha azdı. Enstitü girişimi evrimini tamamlayamadığı için öğretmenlik ve sağlık bölümünden başka bölüm açılamadı.
Köy Enstitülerinin en önemli sorunlarından biri de kendi yönetici ve öğretmen kadrosunu oluşturamamaktı. Hizmete uygun yüksek okul, ilköğretmen okulu ve her türlü orta dereceli meslek okulları mezunları öğretmen olarak atandığı gibi, hiç okur-yazar olmayan kişilerden, enstitülere yararlı olabilecek becerisi bulunanlar da “usta öğretici” olarak atanıyorlardı. Kuşkusuz kadro sorunu sür-git böyle çözümlenemezdi. Bu sorunu kökten çözmek, köy eğitimi ile ilgili diğer personeli yetiştirmek ve bir “Köy İncelemeleri Merkezi” olmak üzere, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde bir de “Yüksek Köy Enstitüsü” açıldı.
Köy Enstitüleri, II. Dünya Savaşı’nın sınıra dayandığı, ülkede kuraklık-kıtlığın kol gezdiği bir dönemde kuruldu. Ülke kaynakları her yönden kıttı. Varolan para ve ürünün de önemli bir kısmı çıktı-çıkacak savaş için ayrılıyordu. Kurtuluş Savaşı’ndan arta-kalan çocukların oluşturduğu erkek iş gücü de yeniden askere alınmıştı. Köylerde kadın ve çocuklar kalmıştı. Enstitüler “çocuk iş gücü” ile kuruluyordu. Köylüler, tek dayanağı çocuklarını okula vermek istemiyorlardı. Hele kız çocuk bulmak çok zordu. Bir yandan da her bulaşıcı hastalık çocukları alıp götürüyordu. Bugün “Enstitülerde çocukların ezildiğini” eleştiri konusu yapanlar, yaşanan koşulları ve köyde kalan çocukların bulaşıcı hastalıktan kırılıp geçtiğini hesaba katmamaktadırlar. Oysa bu çocuklar, Enstitünün yorucu işlerini yaparken, çağdaş yöntemler kullanarak kendi yetiştirdikleri ürünlerle daha iyi beslenebiliyor, hastalıkları iyileştiriliyordu. Bu koşullarda Enstitülerde 700 bina yapılmış, binlerce dekar boş arazi işlenip ekime açılmış, binlerce hayvan ve milyonlarca ağaç yetiştirilmiştir. Bunları yapmasalar, yaşıtları gibi köylerde sefil olacaklar, yeni doğanlar da on yıllarca okumaz-yazmaz ve bilimin aydınlığından uzak kalacaklardı.
Köy Enstitüleri, istismarcıların ve bazı çıkar çevrelerinin etkisiyle 1946’dan sonra özgün yapılarından saptırıldı. Tonguç’un “Enstitülerin Kalbi” dediği Yüksek Köy Enstitüsü 1947’de kapatıldı. 1950’den sonra kız ve erkek öğrenciler ayrı enstitülerde toplandı; sağlık kolları kapatıldı. 1953’te programları, klâsik ilköğretmen okullarınınki ile birleştirildi. 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri tümden kapatılıp yerlerinde klâsik “İlköğretim Okulları” açıldı.
Köy Enstitülerinde Uygulanan Eğitimin Özellikleri
1953 yılına kadar Köy Enstitülerinin öğretim süresi ilkokul üzerine 5 yıldır. Öğrencilere yazları en çok 45 gün izin verilirdi. 1946’ya kadar uygulanan Enstitü programlarında öğretmenlik bölümünün haftalık ders yükü 44 saattir. Bunun yarısı genel kültür ve meslek derslerine, dörtte biri iş ve dörtte biri de tarım etkinliklerine ayrılıyordu. Her “Enstitülü”nün öğretmenlik diplomasında bir “İş” (demircilik, yapıcılık, ev işleri gibi) , bir de “Tarım” (meyvecilik, kümes hayvancılığı gibi) “ek” branş olarak belirtiliyordu.
Enstitülerde tarım ve iş derslerinin içeriği, o yörede geçerli tarım türü ve zanaatlara göre, ilgili enstitü öğretmenler kurulunca belirlenirdi. Bu ders ve etkinlikler mevsimlere göre düzenlenir, enstitünün tüm işleri öğretmen ve usta öğreticilerin rehberliğinde öğrenciler tarafından yapılırdı. Yeni kurulan enstitülere, önce kurulanlar tarafından “yardım ekipleri” gönderilirdi. Böylece dayanışma, kültürel etkileşim, gezi-gözlem gibi olanaklar sağlanırdı. Tüm etkinliklerde köy yaşamıyla bağlantı kurulur, köyde modern yaşamın kurulmasında işe yarayacak bilgi ve beceriler kazandırılırdı.
Köy Enstitüsü programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti. Genel kültür ve beceriler yanında edebiyat, resim, müzik ve spor gibi etkinlikler, her öğrencinin doğal hakkı sayılıyordu. Her sabah güne cimnastik ya da halk oyunları ile başlanırdı. Eğitim yaşamının tümüne sanat, hareket ve yaratıcılık egemendi. Her öğrencinin bir müzik aleti (genellikle mandolin) çalması zorunlu idi. Halk kültürünün tüm malzemesi enstitülere taşınıp işleniyordu.
Enstitülerde her hafta bir eğlenti düzenlenir, bu etkinliğe yönetici ve öğretmenler de katılırdı. Bu eğlenti programları piyes, müzik, gösteri, halk oyunu, orta oyunu vb. etkinliklerden oluşurdu. Bu etkinlikleri, çevredeki köylüler ve öğrenci velilerinden konuk olanlar da izlerlerdi.
Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ve öğretim yöntemi, “öğrenciyi merkeze” koymuş ve onun etkin kılınmasını temel almıştı. Ekip çalışmaları ve bireysel etkinlikler, öğrenci kişiliğinin geliştirilmesi açısından vazgeçilmez koşuldu. Tonguç’un geliştirdiği ve Köy Enstitüsü Sistemi’nde benimsenen “İş Okulu” anlayışı, el becerileri ile sınırlı bir yaklaşım olmayıp öğrenciyi etkin ve yaratıcı kılacak tüm etkinlikleri kapsardı. Serbest okuma, müzik, beden eğitimi vb. çalışmalar da iş okulunun unsurlarıydı. Bu sistem, kuramsal bilgi ile uygulamayı iç içe yürütüyordu. Enstitülerde, bulunabilen teknolojinin yoğun olarak kullanılması esastı.
Çıkarılabilecek Dersler
Köy Enstitülerini, 1940’lı yıllardaki özgünlüğü ile kurma düşüncesi gerçekçi değildir. Tonguç Baba, bugün yaşasaydı bugünün koşullarına göre bir enstitü kurardı. Onun dünya görüşü ve gerçekçiliği bunu gerektirir. O, bugün bir enstitü kursaydı; orada çocuklar değil, gençler bulunur, öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle “katkı” yaparlardı. Bu enstitüde yine “serbest okuma” saatleri bulunur, çocuklar ve gençler doya doya roman, öykü, şiir, genel kültür kitapları okurlar, zamanlarını test çözerek tüketmezlerdi. Bu enstitü; müziği, resimi, sporuyla her zaman neşeli, sevilen ve özlenen bir yuva olurdu. Öğrenciler laf dinlemezler, araştırır, bulur ve tartışırlardı. Okullarını ağaçlandırıp çiçeklendirirler, çevreyi korurlardı. Güç durumdaki arkadaşlarına yardım ederlerdi. Boş zamanlarını kaset dinleyerek değil çalgı çalarak; takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi. Bu enstitünün kuşkusuz bilgisayarları da bulunurdu.
Sonuç
Kısacası, Cumhuriyetin aydınlanma hedefleri, ülke gerçekleri ve çağdaş eğitim-bilimin verileri arasında yapılmış başarılı bir sentezin ürünü olan Köy Enstitüleri; köy insanının, bilimin aydınlığında, bilinçli bir liderlikle kendi yazgısını değiştirmeye yönelik bir harekettir.
Köy Enstitüsü hareketi; kendi ülkemizin beyin gücü, yaratıcılığı ve yurtseverliği örgütlenerek, toplumun en yoksul çocuklarının kendi emekleriyle ücretsiz öğrenim görebileceklerini, kıt olanaklarla da çağdaş eğitimin olabileceğini, demokrasinin sözle değil 'yaşanarak' öğrenilebileceğini kanıtlamıştır.
john fitzgerald kennedy
27.04.2004 - 12:56Suikastın yapıldığı dönemde İsrail başbakanı olan Ben Gurion, 'Kennedy’nin varlığının İsrail devletine karşı bir tehlike olduğunu' söyleyerek istifa etmiştir.
ırak savaşı
27.04.2004 - 12:11Büyük Britanya ve ABD'nin ortadoğu ve tüm dünyadaki petrol savaşları için mükemmel bir kaynak...
http://www.geocities.com/begunay/z23.htm
petrol
27.04.2004 - 12:11Büyük Britanya ve ABD'nin ortadoğu ve tüm dünyadaki petrol savaşları için mükemmel bir kaynak...
http://www.geocities.com/begunay/z23.htm
büyük britanya
27.04.2004 - 11:31Bizde, nam-ı diğer İNGİLTERE.
ariel sharon
27.04.2004 - 11:26İlluminati nin en saldırgan üyelerinden sadece biri...
siyonizm
27.04.2004 - 11:23Aslında sadece İslam düşmanı değildir.Barışı huzuru sevgiyi kardeşliği getirecek herşeye düşmandır siyonizm.Tek amacı 'Sion'istlerle dünyaya hakim olmaktır.
dolar ve euro
27.04.2004 - 11:213. Dünya Savaşı - Paraların Savaşı ($ x €)
50 yıldan bu yana dünya piyasalarında referans döviz birimi olarak ABD Dolar'ıdır ($) . Bu herkesin bildiği bir gerçek. Bu amerikan doları sadece bir yerde başlıyor, Federal Reserve, USA. ki burasını özel sektör (yahudi bankacılardan oluşan bir konsorsyum) tarafından temsil ediyor. Evet. Öyleyse Fransa, Almanya veya herhagi bir Ülke 50 milyon Dolar'lık bir şey satın almak istediğinde bu parayı elde etmek için bir bedel vermek zorunda (çalışmalı) Öte yandan ABD aynı şeyi satın almak istediginde, sadece matbaayı bir mesayi çalıştırıp o parayı çıkartır. ABD bunu son 50 yılda her ihtiyacı olduğu zaman yaptı, hazinesinde 'altın' karşılığı olmadan sık sık matbaayı çalıştırıp dünyayı ABD para birimiyle boğdu!
Bunun sonucunda, ABD ekonomisini şu anda 2500 milyar dolar civarinda bütçe açığı (budgetary deficit) ile karşı karşıya ve bu açık gittikçe ve hızla büymektedir. Bu Bush'un ekonomistlerinın yaptığı hesapla, gelecek 3 yılda bu açık 3500 milyar dolara yaklaşacak. Bu GDP'nin (Gross Domestic Product- Gayri Safi Milli Hasıla'nın) %50'si olacakmış. ABD para birimi dünyanın dövizi kaldığı sürece bu bir sorun olmaz. Onlar istedikleri zaman para basıp borçlarını kapatabilirler. Dünyanın diğer ülkelerine göre Amerika veresiye yaşıyor.
Sorun şimdi başlıyor: Irak OPEC (petrol ihracatçilar ülkeler birliği) üyesi olup kendi petrollerini Euro (€) referans alınarak satmayı kararlaştıran İLK ÜLKE.6 kasım 2000 yılından itibaren, (cesur bir karardı, o zaman Euro-Dolar paritesi 0,8 idi ki o zamanlar Irak çok zarar etti, şimdi büyük karlar elde ediyor zira Dolar Euro'nun gerisine düştü.)
Bu Saddam'ın en büyük hatasıydı ve Amerika tarafindan asla affedilemez bir hata. OPEC'e üye diğer iki ülke (İran ve Suriye) dahi Euro ya geçme hazırlığında ve bunu diğer üyeler de takip etmek niyetinde. Venezüela dahi (dünya petrol rezervlerinin %7 sini barındırıyor) para rezervlerini Euro-Dolar karışımı şeklinde değistirdi. Rusların Merkez bankası da rezervlerinin yarısını değiştirdi Euro'ya. Çin de aynı şeyi yaptı. Bunun sonucunda dünya piyasalarında anormal bir dolar fazlalığı ve Euro talebi oluştu. Bunları, herkezin bildiği Dolar'ın Euro karşısında değer kaybetmesinin başlıca nedenleri sayabiliriz. Bu amerikan ekonomisi için resmen bir çöküs demek. Euro dünyanın dövizi olacaksa dolar müthiş bir değer kaybına uğraycak. ABD keyfince (karşılığı olmadan) Dolar basamayacak, bütün dünya ülkeleri dolarlardan kurtulmaya bakacak yerine Euro'yu koyabilmek üzere, OPEC'ten petrol satılalabilmek için, tüm büyük yatırımcılar ABD pazarından çekilip Avrupa pazarına yönelecekler. Aslında ABD'nin Asya ülkeleriyle yaptıığı politik anlaşmalarla Dolar suni şekilde değerini korumaya çalışıyor. Şöyle ki ABD pazarının hemen
hemen tüm ihtiyaçlarını bu ülkeler tarafından karşılanıyor. Amerika bu ülkelere üretmeleri için borç veriyor. Onlar ürünlerini ABD satıp borçlarını ödüyor. Bu şekilde bir kısır döngü oluşup para akışıyla böylece gücünü koruyor. Asya Dolar'dan vazgeçip Euro'ya geçerse ABD ekonomisi çöker. Zira onların da petrole ihtiyaçları var. OPEC'ten petrol alabilmek için onlarda Euro'ya geçme eğiliminde. Sonuçta Bush bir 'kara liste' hazırlayıp, buna Euro ile petrol satmak isteyen ve rezervlerini Euro'ya çeviren tüm ülkeleri dahil etti. Amerika zamanla bu ülkelerde (Irak, İran, Siria, Venezuela, v.b.) huzursuzluk yaratıp, oradaki yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda değiştirene kadar mücadele edecek. Aslında Savaşın nedeni de budur. Ortada çok büyük bir 'pasta' var (dünya ekonomisi) Amerika kazanmak zorunda, yoksa dünyada süpergücünü EU'ya kaptırabilir. Fransa ve Almanya'nın aslında karşı gelmelerinin nedeni de bu. Bildiğiniz gibi ABD'nin yanında yer alan Inglitere Euro'ya geçmedi. Saddam bahane.Savaş kısa olmayacak gibi. Bu sadece baslangıç...
Kaynak: Mufit A
ırak savaşı
27.04.2004 - 11:203. Dünya Savaşı - Paraların Savaşı ($ x €)
50 yıldan bu yana dünya piyasalarında referans döviz birimi olarak ABD Dolar'ıdır ($) . Bu herkesin bildiği bir gerçek. Bu amerikan doları sadece bir yerde başlıyor, Federal Reserve, USA. ki burasını özel sektör (yahudi bankacılardan oluşan bir konsorsyum) tarafından temsil ediyor. Evet. Öyleyse Fransa, Almanya veya herhagi bir Ülke 50 milyon Dolar'lık bir şey satın almak istediğinde bu parayı elde etmek için bir bedel vermek zorunda (çalışmalı) Öte yandan ABD aynı şeyi satın almak istediginde, sadece matbaayı bir mesayi çalıştırıp o parayı çıkartır. ABD bunu son 50 yılda her ihtiyacı olduğu zaman yaptı, hazinesinde 'altın' karşılığı olmadan sık sık matbaayı çalıştırıp dünyayı ABD para birimiyle boğdu!
Bunun sonucunda, ABD ekonomisini şu anda 2500 milyar dolar civarinda bütçe açığı (budgetary deficit) ile karşı karşıya ve bu açık gittikçe ve hızla büymektedir. Bu Bush'un ekonomistlerinın yaptığı hesapla, gelecek 3 yılda bu açık 3500 milyar dolara yaklaşacak. Bu GDP'nin (Gross Domestic Product- Gayri Safi Milli Hasıla'nın) %50'si olacakmış. ABD para birimi dünyanın dövizi kaldığı sürece bu bir sorun olmaz. Onlar istedikleri zaman para basıp borçlarını kapatabilirler. Dünyanın diğer ülkelerine göre Amerika veresiye yaşıyor.
Sorun şimdi başlıyor: Irak OPEC (petrol ihracatçilar ülkeler birliği) üyesi olup kendi petrollerini Euro (€) referans alınarak satmayı kararlaştıran İLK ÜLKE.6 kasım 2000 yılından itibaren, (cesur bir karardı, o zaman Euro-Dolar paritesi 0,8 idi ki o zamanlar Irak çok zarar etti, şimdi büyük karlar elde ediyor zira Dolar Euro'nun gerisine düştü.)
Bu Saddam'ın en büyük hatasıydı ve Amerika tarafindan asla affedilemez bir hata. OPEC'e üye diğer iki ülke (İran ve Suriye) dahi Euro ya geçme hazırlığında ve bunu diğer üyeler de takip etmek niyetinde. Venezüela dahi (dünya petrol rezervlerinin %7 sini barındırıyor) para rezervlerini Euro-Dolar karışımı şeklinde değistirdi. Rusların Merkez bankası da rezervlerinin yarısını değiştirdi Euro'ya. Çin de aynı şeyi yaptı. Bunun sonucunda dünya piyasalarında anormal bir dolar fazlalığı ve Euro talebi oluştu. Bunları, herkezin bildiği Dolar'ın Euro karşısında değer kaybetmesinin başlıca nedenleri sayabiliriz. Bu amerikan ekonomisi için resmen bir çöküs demek. Euro dünyanın dövizi olacaksa dolar müthiş bir değer kaybına uğraycak. ABD keyfince (karşılığı olmadan) Dolar basamayacak, bütün dünya ülkeleri dolarlardan kurtulmaya bakacak yerine Euro'yu koyabilmek üzere, OPEC'ten petrol satılalabilmek için, tüm büyük yatırımcılar ABD pazarından çekilip Avrupa pazarına yönelecekler. Aslında ABD'nin Asya ülkeleriyle yaptıığı politik anlaşmalarla Dolar suni şekilde değerini korumaya çalışıyor. Şöyle ki ABD pazarının hemen
hemen tüm ihtiyaçlarını bu ülkeler tarafından karşılanıyor. Amerika bu ülkelere üretmeleri için borç veriyor. Onlar ürünlerini ABD satıp borçlarını ödüyor. Bu şekilde bir kısır döngü oluşup para akışıyla böylece gücünü koruyor. Asya Dolar'dan vazgeçip Euro'ya geçerse ABD ekonomisi çöker. Zira onların da petrole ihtiyaçları var. OPEC'ten petrol alabilmek için onlarda Euro'ya geçme eğiliminde. Sonuçta Bush bir 'kara liste' hazırlayıp, buna Euro ile petrol satmak isteyen ve rezervlerini Euro'ya çeviren tüm ülkeleri dahil etti. Amerika zamanla bu ülkelerde (Irak, İran, Siria, Venezuela, v.b.) huzursuzluk yaratıp, oradaki yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda değiştirene kadar mücadele edecek. Aslında Savaşın nedeni de budur. Ortada çok büyük bir 'pasta' var (dünya ekonomisi) Amerika kazanmak zorunda, yoksa dünyada süpergücünü EU'ya kaptırabilir. Fransa ve Almanya'nın aslında karşı gelmelerinin nedeni de bu. Bildiğiniz gibi ABD'nin yanında yer alan Inglitere Euro'ya geçmedi. Saddam bahane.Savaş kısa olmayacak gibi. Bu sadece baslangıç...
Kaynak: Mufit A
vietnam
27.04.2004 - 10:03malesef bu 'ülke'nin adı, bir 'savaşın adı' haline geldi.
a.b.d
27.04.2004 - 10:00sürekli dünyaya Hitlerin öldürdüğü 6 milyon Yahudien basederler.Ama kendilerinin öldürdüğü 7 MİLYON VİETNAM lıdan, 500 bin JAPON insanından bahsetmezler pek...
annan planı
27.04.2004 - 09:4324 Nisan itibariyle çöpe gitmiş plan!
Claude Henry de Saint-Simon
26.04.2004 - 18:04doğumu 1760 - ölümü 1825
ismet inönü
26.04.2004 - 14:34İsmet İnönü 1937 yilinda yaptığı bir meclis konuşmasinda, 'Türk milleti, vatanıni savunmak kacinilmaz oldugunda zengini ve fakiriyle hayatını, mal varliğıni ülkesi için harcamaktan kaçınmaz, ama aynı millet barış zamanında memleketinin hayrı icin bir kova su çekmez' demiştir..
cumhuriyet gazetesi
26.04.2004 - 14:14İçersinde farklı sol görüşleri benimsemiş çeşitli yazarlar bulunduran gazete...(Kemalist, İnönü'cü, Darbeci Kemalist, Darbe karşıtı Kemalist, Marksist-Leninist, sadece Leninist, Ulusalcı vs....)
bilgi yarışmaları
26.04.2004 - 14:11Her özel kanal için RTÜK tarafından zorunlu hale getirilmesi gereken program bence...
bilgi yarışmaları
26.04.2004 - 14:09Ben Bilirim-Bülent Özveren / TRT
mao zedung
26.04.2004 - 13:22Kötü niyetleri olmayan bir adam olsa bile, o kadar büyük hatalar yapmistir ki, bu da büyük seylere malolmustur. Bir Stalin gibi art niyetleri nedeniyle halkı zarar görmemiş, aksine, hatalarından dolayı zarar gormustür.
mao zedung
26.04.2004 - 13:201893 yılında doğdu.Çin Devrimi’ne önderlik etti.Sol düşüncelerle üniversite öğrenimi sırasında tanıştı. 1921 yılında kurulan ÇKP (Çin Komünist Partisi) ’nin 12 kişilik kurucu delegesinden biriydi.
ÇKP’nin kurulduğu dönem, onbinlerce köylünün toprak ağalarına karşı ayağa kalktığı, işçi ve öğrenci hareketlerinin yükseldiği bir süreçti. ÇKP, bu dönemde, büyük bir etki sağladı.
ÇKP, emperyalist işgale karşı, burjuvazi ile Komintang içerisinde ittifak kurdu. 1924-1927 yıllarında başlattığı silahlı ayaklanma bastırıldı. ÇKP 6. kongresinde, “Halk Savaşı Stratejisi” olarak ifade edilen, kırın kenti kuşatması devrimci savaş stratejisini kabul etti. Yoğunlaşan yerli direnişler karşısında geriye çekilmeye mecbur kaldı ve Mao’nun öncülüğünde büyük Uzun Yürüyüş başladı.Eylül 1934’ten Ekim 1935’e kadar süren yürüyüşte Çin’in bir ucundan diğer ucuna yürüyen komünistler, onbinlerce kayıp verdi. Mao, 1935’te ÇKP’nin liderliğine getirildi. Çin’in özgün koşullarından dolayı kır çalışmasına ağırlık veren Mao liderliğindeki ÇKP, Kızıl Ordu’yu kurarak, mücadeleyi gerilla savaşı biçiminde başlatıp, kurtarılmış alanlar yaratarak ilerledi. Çin Halk Devrimi 1949’da zafere ulaştı; Mao devlet başkanlığına seçildi. 1949’dan ölümüne kadar, Çin Halk Cumhuriyeti’nin tartışılmaz lideri oldu.
1956’ya kadar geleneksel Sovyet ekonomi ve devlet modelini yakından izleyen iktisadi ve politik dönüşümler; 1956-1957’de “yüz çiçek açsın, yüz düşünce yarışsın” sloganı ile yürütülen liberal dönem; 1958’de “büyük sıçrayış ve halk komünleri” kampanyası; “Kültür Devrimi”, 1960’lardan sonra Çin-SSCB arasındaki çekişme ve anlaşmazlıklar, ABD’ye yakınlaşma politikaları ve dış politikada ulaşılan bu son noktanın “Üç Dünya Teorisi” ile sistematikleştirilmesi, bu önemli dönemeçlerden başlıcalarıdır. Dünyanın pekçok yerinde komünist hareketleri etkilemiş olan Mao, 1976 yılında öldü.
last samurai / son samuray
26.04.2004 - 13:06Tom Cruise yada İlhan Mansız...
thomas more
26.04.2004 - 13:06Tarihin ilk sosyalisti denebilir...
thomas more
26.04.2004 - 13:05ingilterenin karışık zamanlarında Platon'un Republic(DEVLET) adlı eserine benzeyen bir kitap yazmış(ÜTOPYA) ingiliz hümanist, ingiltere kralına çok yakın bir devlet adamı(hatta başbakan da olmuş) insan. More'un devleti 5400 kente ayrılmıştır ve her kente 6000 aile yerleştirilmektedir. her aile 22 kişiliktir. bu 22 kişinin yirmisi erkek, kadın, çocuk, ikisi de esirdir. Platon ve More'un en büyük benzerliği esirleri toplumun temeline koymalarıdır. platon'da devlet içinde statü varken More'da öyle bir şey yoktur.(esirler adam değil ya) platon özel mülkiyet ile birlikte aileyi de kaldırıyordu. Thomas aileye dokunmayıp evlenme, boşanma işlerini falan da güzel bir düzene sokuyordu. ev konusunda da kura ile ev dağıtıp her 10 yılda bir evin değiştirilmesini öngörüyordu. Platondan ayrı olarak özel mülkiyeti herkes için yasaklamıştır. Platon'un yöneticiler ve askerler için koyduğu bu yasağın nedeni yöneticilerin aç gözlü olmalarını önlemek iken More'da bu tamamiyle değişik bir şekle giriyor. More özel mülkiyeti bütün kötülüklerin, hırsızlıkların vs. kaynağı olarak görüyor. ayrıca öldürülmesinin de kurguladığı düzenle uzaktan yakından alakası yoktur, Kralı dini anlamda kilisenin başı saymamasıdır kafasını götüren. Katolik kilisesi katında günümüzde artık bir Azizdir.
köy enstitüleri
26.04.2004 - 12:48Kapatılmaları din elden gidiyor kışkırtması ile 1950lerde Adnan Menderes ve Demokrat Parti zamanlarına rastgelir. köylünün akıllanmasını istemeyen,:” Köylü, köylü ve cahil kalsın oy kaynağımız olmaya devam etsin” sistemini benimsemiş zihniyetlerin, halkı bu bahane ile kışkırtmaları ile kapatılmaları kolaylaştırılmıştır. A.B.D.nin yayılmacı politikalarının 1950’lerde ağırlaştığı görülür. Aslında sıcak denizlere inmek isteyen Rusya ‘nın önünü kesmek amacıyla anti-komünizm kışkırtmaları ile Rusya’nın güneyinde kalan her yerde buna benzer taktikler uygulamıştır. Bu hat yeşil kuşak ya da yeşil duvar olarak da isimlendirilir. Sonuçta komist yuvası olarak adlandırılan bu ilerici eğitim merkezleri A.B.D.'nın Türkiye yönetimi üzerinde kurduğu baskılarla kapatılmıştır.
köy enstitüleri
26.04.2004 - 12:45Kuruluş Gerekçesi
Hazırlıkları 1935’te başlatılıp 1937’de denemesine girişilen ve 1940’ta yasallaşan Köy Enstitüsü sistemi; Cumhuriyet aydınlanmasının eğitim alanındaki en özgün ve en çok ses getiren bir uygulamasıdır. 17 nisan 1940’ta kabul edilen, 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’na göre “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Maarif Vekilliğince [MEB’ce] köy enstitüleri açılır.” (m.1) Bu yasa hükmüne göre enstitülerin görevi sadece köy öğretmeni yetiştirmekle sınırlı olmayıp öğretmenle birlikte sağlık görevlileri, teknisyenler vd. meslek elemanları yetiştirmektir.
Yasanın yaptığı bu yalın tanımın gerisinde Köy Enstitülerinin kuruluşuna temel olan çok önemli gerekçeler bulunmaktadır. 1935 yılına gelindiğinde ülke nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı köylerde okul sayısı yok denilecek kadar azdır. Bu okullara kentlerden bulunup gönderilen az sayıda öğretmen de köylerde tutunamamakta ve başarılı olamamaktadır. Köy insanının eğitim gereksinmesi sadece okur yazarlıkla sınırlı değildir; bulaşıcı hastalıklarla savaşamamakta; üretimini ilkel yöntemlerle yapmaktadır. Kurtuluş Savaşı’nın ağır yükünü çeken köylüler henüz demokrasiyi yaşatacak cumhuriyet yurttaşı niteliğine kavuşamamıştır. Kısacası köylüler, uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksundurlar.
Asıl önemlisi, 1930-40’larda köye hizmet götürmek çok zordur. Cumhuriyetle birlikte girişilen köye hizmet çabaları; ya köylünün beklentilerine uymadığı ya da becerilemediği için yarım kalmıştır. Başarı için köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipine gereksinme vardır. Bu da köylünün kendi içinden çıkarılabilecektir. İşin bu “püf” noktasını ilk yakalayan ve kendisi de bir köylü çocuğu olan büyük eğitimcimiz İsmail Hakkı Tonguç’tur. Büyük güçlüklerle öğrenim olanağı bulan Tonguç, Köy Enstitüsü Sisteminin hem kuramcısı, hem de kurucusudur. Onu, Atatürk’ün eski kurmaylarından Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan göreve getirmiş, sonraki Bakan Hasan-Âli Yücel de onun girişimlerine sahip çıkmıştır.
Tonguç’a göre “köylüye birşey öğretebilmek için, ondan birçok şey öğrenmeli”ydik (1938) . Şöyle diyor:
“Kanımızı ve iliklerimizi isteyerek köyün içine akıtmadıkça, kırk bin köyün kenarına münevver insanın mezar taşı dikilmedikçe, bu köyün sırlarını anlayamayız. Köy[lüy]ü anlayabilmek,... duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lâzımdır. Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir. Bizim köyün ne olduğunu evvelâ büyük âlimler, artistler değil kahramanlar anlayacaklar, sonra âlimlere ve sanatkârlara anlatacaklardır. Türk köyü, daha belki yirmi beş yıl âlim değil, kahraman isteyecektir. Bataklığı kurutmak, sıtmalıya kinin rejimi yaptırmak, trahomlunun gözüne ilâç damlatmak, okul binasını yapmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, bozuk köprüyü yapmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fidan dikerek onu büyütmek ve step köylüsünün ‘dal’ diye adlandırdığı ağacı hakikaten ağaç hâline getirmek; ulemanın işi değil, kahraman teknisyenler ordusunun işidir... O [köylü] bu kahramanları içinden yetiştirmeğe mahkûm. Bütün felâketlere katlanarak, ıstırabı zehir yutar gibi yutarak çalışan ve başlarının üstünde şereflerle örülü birer taç taşıyan bu kahramanlar köyü dile getirecekler[dir]... O zaman yeni sesler duyacağız. Bu seslerden ürkmeden onları dinlemek lâzımdır. Köyden yeni renk ve seda getirenleri saygı ile karşılamak gerekir. Hakiki köyü ve memleketi o zaman anlayacağız...”
Yine Tonguç’a göre:
“Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi, mihaniki surette ‘köy kalkınması’ değil, manalı ve şuurlu bir şekilde ‘köyün içten canlandırılması’dır. Köylü insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir.” (1939)
Görüldüğü gibi, kimi iddiaların aksine Tonguç, iş başına, yeterli kuramsal bilgi donanımına ve siyasal bilince sahip olarak gelmiştir.
Tonguç, köylünün kurtuluşunu, onun kendi gücünde görmektedir:
“Köylüyü, köyden başlayarak, ta Kamutay’a (TBMM’ye) varıncaya kadar, devletin bütün şubelerinin idaresine, onda bugünkü vasıflarından başka bir şart aramaksızın iştirak ettirmek, bu suretle devlet işlerini, realiteden kuvvet alan elemanlarla besleyerek memleketin hakikî bünyesine uygun bir şekle getirmek... Köylü vatandaşlarda... cumhuriyet vatandaşlığı şuurunu, aksiyon haline gelebilecek şekilde uyandırmak... lâzımdır.” (1939)
Kuruluş ve Gelişim
O zaman dönemin tek partisi [devlet partisi] olan Cumhuriyet Halk Partisi, 1935’te topladığı Büyük Kurultay’ında, devlet eliyle başlatılan “plânlı endüstrileşme” hareketine koşut bir “plânlı” olarak “köyü kalkındırma” hareketi başlatma kararı da aldı. yeni bakan Arıkan, eğitimcilere (özellikle Cevat Dursunoğlu’na) danışarak Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğüne getirdi. Tonguç, önce ciddî bir köy incelemesi yaptı; rakamları ve eski yapılanları değerlendirdi; 20 yıllık bir plân taslağı hazırladı. Bu plâna göre 1954 yılında öğretmen, koruyucu sağlık hizmeti, tarım teknisyeni ulaşmamış köy kalmayacaktı. Bunu başarmak hiç de kolay değildi. Herşeyden önce, açılacak enstitülere okur-yazar köy çocuğu/öğrenci bulmak büyük bir sorundu.
Tonguç, klâsik eğitimcilerin direnişlerine karşın, ilk olarak, askerliğini yapmış okur-yazar gençlerden seçtiği bir grubu “Eğitmen” sanıyla köylerde “geçici öğretmen” olarak görevlendirmek üzere, 1936 yılında Eskişehir’in Çifteler Çiftliği’nde dört aylık bir kurs açtı. Ankara köylerinde görevlendirilen ilk 84 eğitmen başarılıydı. Eğitmen kursları ülkenin başka yerlerinde de açılarak çoğaltıldı. Eğitmen adayları, açılacak Köy Enstitülerinin ilk binalarını da yapmışlardı. Kendi köylerine giden eğitmenler, topladıkları çocukları üç yıl okutup mezun ederek yenilerini alıyorlardı. Eğitmenleri “gezici başöğretmenler” iş başında da yetiştiriyorlardı. Eğitmenler ayrıca, köyde çıkan sağlık sorunlarını kaymakamlığa iletmek ve köylüye modern tarım tekniklerini öğretmek, akşam okulları ile yetişkinlere de okuma-yazma, hesap ve yurttaşlık öğretmekle de yükümlüydüler.
İkinci bir önemli adım olarak, 1937-38 öğretim yılında Eskişehir/Çifteler ve İzmir/Kızılçullu’da, “deneme” olarak iki “Köy Öğretmen Okulu” açıldı. 1940’a kadar açılan bu tip 4 okul, yasa çıkınca “Köy Enstitüsü” adını aldı ve değişik bölgelerde yeni Köy Enstitüleri açıldı. Enstitüsü sayısı 1945’te 20’ye, 1948’de 21’e çıkarıldı. Enstitüler, bölge esasına göre kurulmuştu. Her Enstitünün sorumlu olduğu 3-4 il vardı. Enstitüler, bu illerin köylerinde eğitmenlerin yetiştirdiği öğrencilerden seçerek öğrenci alıyor, bunlar enstitülerde ilkokulu tamamlayarak Enstitü öğrencisi oluyorlardı. Enstitü öğrencileri, üçüncü sınıftan sonra “öğretmenlik” ve “sağlık” kollarına ayrılıyordu. “Köy Sağlık Memuru” ve “Köy Ebesi” yetiştiren Sağlık Kollarının öğrencisi daha azdı. Enstitü girişimi evrimini tamamlayamadığı için öğretmenlik ve sağlık bölümünden başka bölüm açılamadı.
Köy Enstitülerinin en önemli sorunlarından biri de kendi yönetici ve öğretmen kadrosunu oluşturamamaktı. Hizmete uygun yüksek okul, ilköğretmen okulu ve her türlü orta dereceli meslek okulları mezunları öğretmen olarak atandığı gibi, hiç okur-yazar olmayan kişilerden, enstitülere yararlı olabilecek becerisi bulunanlar da “usta öğretici” olarak atanıyorlardı. Kuşkusuz kadro sorunu sür-git böyle çözümlenemezdi. Bu sorunu kökten çözmek, köy eğitimi ile ilgili diğer personeli yetiştirmek ve bir “Köy İncelemeleri Merkezi” olmak üzere, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde bir de “Yüksek Köy Enstitüsü” açıldı.
Köy Enstitüleri, II. Dünya Savaşı’nın sınıra dayandığı, ülkede kuraklık-kıtlığın kol gezdiği bir dönemde kuruldu. Ülke kaynakları her yönden kıttı. Varolan para ve ürünün de önemli bir kısmı çıktı-çıkacak savaş için ayrılıyordu. Kurtuluş Savaşı’ndan arta-kalan çocukların oluşturduğu erkek iş gücü de yeniden askere alınmıştı. Köylerde kadın ve çocuklar kalmıştı. Enstitüler “çocuk iş gücü” ile kuruluyordu. Köylüler, tek dayanağı çocuklarını okula vermek istemiyorlardı. Hele kız çocuk bulmak çok zordu. Bir yandan da her bulaşıcı hastalık çocukları alıp götürüyordu. Bugün “Enstitülerde çocukların ezildiğini” eleştiri konusu yapanlar, yaşanan koşulları ve köyde kalan çocukların bulaşıcı hastalıktan kırılıp geçtiğini hesaba katmamaktadırlar. Oysa bu çocuklar, Enstitünün yorucu işlerini yaparken, çağdaş yöntemler kullanarak kendi yetiştirdikleri ürünlerle daha iyi beslenebiliyor, hastalıkları iyileştiriliyordu. Bu koşullarda Enstitülerde 700 bina yapılmış, binlerce dekar boş arazi işlenip ekime açılmış, binlerce hayvan ve milyonlarca ağaç yetiştirilmiştir. Bunları yapmasalar, yaşıtları gibi köylerde sefil olacaklar, yeni doğanlar da on yıllarca okumaz-yazmaz ve bilimin aydınlığından uzak kalacaklardı.
Köy Enstitüleri, istismarcıların ve bazı çıkar çevrelerinin etkisiyle 1946’dan sonra özgün yapılarından saptırıldı. Tonguç’un “Enstitülerin Kalbi” dediği Yüksek Köy Enstitüsü 1947’de kapatıldı. 1950’den sonra kız ve erkek öğrenciler ayrı enstitülerde toplandı; sağlık kolları kapatıldı. 1953’te programları, klâsik ilköğretmen okullarınınki ile birleştirildi. 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri tümden kapatılıp yerlerinde klâsik “İlköğretim Okulları” açıldı.
Köy Enstitülerinde Uygulanan Eğitimin Özellikleri
1953 yılına kadar Köy Enstitülerinin öğretim süresi ilkokul üzerine 5 yıldır. Öğrencilere yazları en çok 45 gün izin verilirdi. 1946’ya kadar uygulanan Enstitü programlarında öğretmenlik bölümünün haftalık ders yükü 44 saattir. Bunun yarısı genel kültür ve meslek derslerine, dörtte biri iş ve dörtte biri de tarım etkinliklerine ayrılıyordu. Her “Enstitülü”nün öğretmenlik diplomasında bir “İş” (demircilik, yapıcılık, ev işleri gibi) , bir de “Tarım” (meyvecilik, kümes hayvancılığı gibi) “ek” branş olarak belirtiliyordu.
Enstitülerde tarım ve iş derslerinin içeriği, o yörede geçerli tarım türü ve zanaatlara göre, ilgili enstitü öğretmenler kurulunca belirlenirdi. Bu ders ve etkinlikler mevsimlere göre düzenlenir, enstitünün tüm işleri öğretmen ve usta öğreticilerin rehberliğinde öğrenciler tarafından yapılırdı. Yeni kurulan enstitülere, önce kurulanlar tarafından “yardım ekipleri” gönderilirdi. Böylece dayanışma, kültürel etkileşim, gezi-gözlem gibi olanaklar sağlanırdı. Tüm etkinliklerde köy yaşamıyla bağlantı kurulur, köyde modern yaşamın kurulmasında işe yarayacak bilgi ve beceriler kazandırılırdı.
Köy Enstitüsü programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti. Genel kültür ve beceriler yanında edebiyat, resim, müzik ve spor gibi etkinlikler, her öğrencinin doğal hakkı sayılıyordu. Her sabah güne cimnastik ya da halk oyunları ile başlanırdı. Eğitim yaşamının tümüne sanat, hareket ve yaratıcılık egemendi. Her öğrencinin bir müzik aleti (genellikle mandolin) çalması zorunlu idi. Halk kültürünün tüm malzemesi enstitülere taşınıp işleniyordu.
Enstitülerde her hafta bir eğlenti düzenlenir, bu etkinliğe yönetici ve öğretmenler de katılırdı. Bu eğlenti programları piyes, müzik, gösteri, halk oyunu, orta oyunu vb. etkinliklerden oluşurdu. Bu etkinlikleri, çevredeki köylüler ve öğrenci velilerinden konuk olanlar da izlerlerdi.
Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ve öğretim yöntemi, “öğrenciyi merkeze” koymuş ve onun etkin kılınmasını temel almıştı. Ekip çalışmaları ve bireysel etkinlikler, öğrenci kişiliğinin geliştirilmesi açısından vazgeçilmez koşuldu. Tonguç’un geliştirdiği ve Köy Enstitüsü Sistemi’nde benimsenen “İş Okulu” anlayışı, el becerileri ile sınırlı bir yaklaşım olmayıp öğrenciyi etkin ve yaratıcı kılacak tüm etkinlikleri kapsardı. Serbest okuma, müzik, beden eğitimi vb. çalışmalar da iş okulunun unsurlarıydı. Bu sistem, kuramsal bilgi ile uygulamayı iç içe yürütüyordu. Enstitülerde, bulunabilen teknolojinin yoğun olarak kullanılması esastı.
Çıkarılabilecek Dersler
Köy Enstitülerini, 1940’lı yıllardaki özgünlüğü ile kurma düşüncesi gerçekçi değildir. Tonguç Baba, bugün yaşasaydı bugünün koşullarına göre bir enstitü kurardı. Onun dünya görüşü ve gerçekçiliği bunu gerektirir. O, bugün bir enstitü kursaydı; orada çocuklar değil, gençler bulunur, öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle “katkı” yaparlardı. Bu enstitüde yine “serbest okuma” saatleri bulunur, çocuklar ve gençler doya doya roman, öykü, şiir, genel kültür kitapları okurlar, zamanlarını test çözerek tüketmezlerdi. Bu enstitü; müziği, resimi, sporuyla her zaman neşeli, sevilen ve özlenen bir yuva olurdu. Öğrenciler laf dinlemezler, araştırır, bulur ve tartışırlardı. Okullarını ağaçlandırıp çiçeklendirirler, çevreyi korurlardı. Güç durumdaki arkadaşlarına yardım ederlerdi. Boş zamanlarını kaset dinleyerek değil çalgı çalarak; takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi. Bu enstitünün kuşkusuz bilgisayarları da bulunurdu.
Sonuç
Kısacası, Cumhuriyetin aydınlanma hedefleri, ülke gerçekleri ve çağdaş eğitim-bilimin verileri arasında yapılmış başarılı bir sentezin ürünü olan Köy Enstitüleri; köy insanının, bilimin aydınlığında, bilinçli bir liderlikle kendi yazgısını değiştirmeye yönelik bir harekettir.
Köy Enstitüsü hareketi; kendi ülkemizin beyin gücü, yaratıcılığı ve yurtseverliği örgütlenerek, toplumun en yoksul çocuklarının kendi emekleriyle ücretsiz öğrenim görebileceklerini, kıt olanaklarla da çağdaş eğitimin olabileceğini, demokrasinin sözle değil 'yaşanarak' öğrenilebileceğini kanıtlamıştır.
lider
26.04.2004 - 12:18Hz.Muhammed, Mustafa Kemal Atatürk, Lenin, Castro, Deniz Gezmiş...
Toplam 1733 mesaj bulundu