Küba’ya üç haftalık bu seyahati planlamadan önce, ülke hakkında rastladığımız her güncel bilgiyi edinmiştik tabii. Ancak oraya gittiğimizde bunların ne kadar yetersiz ve yanıltıcı olabildiğini anladık. En iyisi belki, baştan başlayıp anlatmak...
Eğer bir seyahat acentesi ile bir paket tur edinip gitmiyorsanız, en azından Havana’daki ilk geceniz için kalacağınız yeri bir şekilde ayarlamalı ve sizi havaalanından karşılamalarını sağlamalısınız. Böyle bir başlangıç, bu çok farklı ülke hakkındaki ilk izlenimlerinizi olumlu kılabilmek için gerekli olabilir. Girişteki pasaport kontrolünde size muhtemelen nerede kalacağınızı soracaklar, bu soruya bilinen herhangi bir otel ismi vermeniz yeterli olacaktır. Bunun haricinde herhangi bir zorlukla karşılaşmadan ülkeye adım atacaksınız. Havana’ya gitmek için tek yol taksi tutmak olup size yaklaşık 20$’a mal olur.
Ülkeye giriş için gerekli vizeyi Ankara’daki Küba Konsolosluğu’ndan 15$ karşılığında yarım saatte alabilirsiniz. Yolculuk bilfiil on dört saat sürüyor ama buna Avrupa’da bir havaalanında bekleyeceğiniz saatleri de eklerseniz, on dokuz saat civarında. Küba ile saat farkımız yedi saat, bu sebeple giderken on iki saatte, dönerken yirmi altı saatte gelmiş gibi oluyorsunuz.
BİRAZ TARİH...
Küba tarihinde son savaş 1953 Temmuzu’nda, Amerika güdümlü diktatör Batista’ya karşı başlatılmış ve 1959 yılında zaferle sonuçlanarak devrim yılları başlamış. İnsanlardan dinlediğimiz kadarı ile devrim öncesi Küba’nın görüntüsünü kısaca anlatmak istiyorum, çünkü bu günü değerlendirebilmek için kesinlikle gerekli. O yıllarda ülkenin hakimiyet sahibi Amerika Devleti; tüm ticaret, şeker ve diğer sanayi büyük Amerikan tröstlerinin elinde. Küba halkı, büyük çoğunluğu zenci yerliler, bir kısmı İspanya’dan gelen beyazlar ve iki ırkın karışması ile meydana gelen melezlerden oluşuyor; dolayısıyla ana dili İspanyolca. Devrim öncesinde çok ağır bir ırkçılık söz konusu. Yaşlı bir Kübalı, devrim öncesi ile sonrasını soran bir gazeteciye şu cevabı vermiş: “Biz devrimden önce köpektik, şimdi ise insanız.” Doğal olarak yerli halkın Amerikalılar ile birlikte hiçbir aktiviteyi paylaşması mümkün değilmiş. Ayrıca, halkın çok büyük bölümünün gelir seviyesi ve kültür düzeyi korkunç düşükmüş (devrimden önce okur yazar oranı %23 -bunun %17’si Havana’da yaşayanlar) .
Devrimin hemen sonrasında, o sıralarda Amerika Başkanı olan Kennedy, hem Amerika’yı hem de diğer ülkeleri kapsayan ağır bir ambargoyu devreye sokarak belli ki tüm hıncını almış. Kalifiye elemanı hiç olmayan Küba, ham madde ve diğer malzemelerin de ambargo nedeni ile kesilmesi sonucunda dehşet verici iki yıl süren bir periyoda girmiş. Ancak sonrasında Doğu Bloğu’nun hem ham madde, hem de yetişmiş işgücü göndermesi ve karşılıklı mal alışveriş anlaşmalarının devreye konulması ile rahat bir nefes alarak, öncelikli yatırımların yapılmasına başlanabilmiş.
Eğer bilmiyorsan, öğren. Eğer biliyorsan, öğret.
Küba sloganı, 1961
İşte bu sloganla okullar, üniversiteler, kütüphaneler birbiri arkasına inşa edilmiş, okuma seferberlikleri başlatılmış (bugün sanırım okuma-yazma oranı %100’e yakın; orta seviyeli okulların işleme biçimi, bizdeki Cumhuriyet’ten sonra kurulan köy enstitüleri tarzında) . 80’li yılların başında tüm acil yatırımlar (yollar, havaalanları, fabrikalar, spor tesisleri...) tamamlanmış. Bu iyi yıllar, Doğu Bloğu’nun zora düşmesi ve ardından da 90’lı yıllarda çökmesi ile sona ermiş ve yeniden zorlu bir sınav başlamış. Aradan geçen kırk yıla rağmen, ambargo tüm vahşeti ile devam etmekte ve Küba yalnızca kendi üretebildiği ile yetinmek durumunda. Örneğin cam yok, boya ve birtakım elektrik aletleri hiç bulunamıyor. Evlerde cam, pencere yerine tahta kepenk kullanılıyor ve hepsi harap, boyasız... Çevrenize baktığınızda, sanki birkaç hafta önce bombalanmış bir şehir görür gibisiniz.
LA HABANA
Başkent Havana, iki milyon kişinin yaşadığı büyük bir şehir, ancak görebildiğim kadarıyla metrekareye düşen kişi sayısı düşük, büyük oteller dışında yapılar tek veya iki katlı, bir çoğu da boş ve yıkıntı halinde... Yollar çok geniş ve ağaçlı, trafik yok denecek kadar az.
Gezilebilecek yerleri uzun uzun belirtmeyeceğim, çünkü bunları Havana’da Küba tur ya da Havana tur ofislerinden kolayca elde edebilirsiniz. Şehir gezilerine ya da civar şehirlere düzenlenmiş turlara da katılabilirsiniz. Şehir gezisi yarım gün 15$... Ya da bisiklet taksi dedikleri kişiyi taşıyan araçlarla 6$’a bir tur atabilirsiniz. Taksilerde taksimetre var ve pek pahalı değil, tabii şoförlerin de devlet memuru olduğunu hatırlatmama gerek yok; biraz bahşiş fena olmaz. Ama ben yine de Küba’ya gitmeden önce bisiklet ve motosiklet kullanma pratiğinizi geliştirmenizi tavsiye ederim. Beş dolar, on dolar derken günün sonunun nereye varacağı pek belli olmuyor... Toplu taşıma aracı olarak varolan elli model otobüsler yalnızca Kübalılar için ve sanırım bedava. Marketlerde (Mercado) acil şeyleri bulmak mümkün ama çeşit inanamayacağınız kadar az. Her yerde görülebilen bu çeşit azlığını, yokluğa ilaveten satım kolaylığı olması için yapıldığına yordum. Çünkü buralarda çalışanlar vardiyalı ve bazı yerlerde günde üç kez sayım yapılarak devir yapılıyor. Özellikle bizim hemşeriler için belirteyim; ekmek yeme alışkanlıkları yok, bu sebeple çok nadir yerlerde bulabilirsiniz, mercadolarda “panng” diye sormalısınız (sözlükte yazmıyor ve kimseye anlatamıyorsunuz) ... Yeri gelmişken Küba’da bizler için en büyük sorun, lisan sorunu. Kimseler İngilizce bilmiyor ve gereğini de anlamıyor sanırım. Gelen turistlerin çok büyük bölümü, İspanya ve Meksika’dan olduğu için turizmin kendi ana lisanlarından pekala yapılabileceği kanısındalar (şimdilik!) .
Capitol binası, Amerika’nın Beyaz Sarayı’nın biraz küçültülmüşü (sanırım biraz hicvetmişler): karşısında da Indian Park... Karşılıklı pek manidar olmuş. Devrim müzesi, binasından ötürü görülmeli bence; harika eski bir yapı. İçinde sergilenenleri İspanyolca izahattan dolayı pek anlayamadık, zaten fazla bir şey de yok, hatta o sırada şöyle küçük bir esprim de oldu: “Eşyaları halen kullandıkları için müzeye koymaya kıyamamışlardır.”
Şehir tamamen on altıncı ila on dokuzuncu yüzyıl aralığında yapılmış İspanyol Mimarisi binalar ile bezeli, zaten Unesco tarafından korunmaya alınmış (birçoğu da korunmasız gibi geldi bize) . Şehircilik planı şaheser; blok sistemi ilke yapılmış, kör dahi olsanız kaybolmadan rahatça gezebilirsiniz. Caddeler, sokaklar sanki cetvelle çizilmişçesine düzgün, ferah, temiz (her taraf çöp teknesi dolu) . Ayrıca Küba’nın her yeri son derece güvenli, gece bile nahoş bir hadise ile karşılaşmadık. İnsanları zaman zaman bir şey satmak ya da teklif etmek üzere yanınıza yaklaşarak fısır fısır bir şeyler söylüyorlar, tabii İngilizce bilmedikleri için dertlerini anlamıyoruz, onlarda fazla askıntı olmuyorlar. Ben kendi adıma elli-altmış kelimelik İspanyolca portföyü edinmeyi borç bildim, hatta telaffuzum pek beğenilerek şakayla karışık casus olmamdan şüphelenildi. Böyle halkın arasına girerek onların evlerinde yaşamaya meraklı ilk Türk’müşüm gibi davrandılar. İlginç olan bizi önce İtalyan’a benzetmeleri, biz “Turkia” deyince de hemen tanımaları ve sevgiyle davranmaları oldu. Sanırım bizim Cumhuriyet devriminden haberliler ve önemsiyorlar; Atatürk’ü, Nazım Hikmet’i ve Yaşar Kemal’i tanıyorlar. (Halbuki on beş sene önce gittiğimde İngiltere’de bizi Arap sanıyorlardı!) Şimdi düşünüyorum da, Arap olmadığımızı bilen birilerinin olması güzel.
Sabun zor bulunan bir meta olduğu için yanınızda birkaç kalıp bulundursanız iyi olur, çay hiç içmiyorlar, eğer tiryakisi iseniz ufak bir su ısıtacağı ile poşet çay alın derim. Ayrıca İspanyolca veya İngilizce kitap götürebilirseniz yanınızda, hediye olarak çok makbule geçer; çünkü yeni kitap bulmakta zorlanıyorlar ve bulunanların da fotokopisini çekip üç dolardan satıyorlar (yasak filan değil, imkansızlık) .
Lokantalar, cafeler, işyerleri, taksiler, her şey devletin, çalışanların; hepsi de devlet memuru... Maaşlar gerçekten aylık 10 ila 15$ civarında. Ancak bu sizi yanıltmasın, insanlar bu para ile geçinmiyorlar. Kökenini tam olarak çözemediğim, illegal bir dolar temin etme yoları var (bazıları da legal) çünkü tüm satış noktalarında dolar geçerli, bir dolardan daha ucuz hiçbir şey yok. Bazı şeyler Türkiye ile aynı fiyat, ama birçok şey de daha pahalı.
Oteller, yıldız sayılarına göre 40$ ile 100$ (iki kişi gecelik) arasında değişiyor. Ayrıca ev pansiyonculuğu (hostal) da legal olarak mevcut. Yirmi ila yirmi beş dolar gecelik fiyatlar kahvaltıyı kapsamıyor. (Kiraya verilen her bir oda için devlete aylık 100$ vergi veriyorlarmış.) Ev lokantacılığı (paladar) da yaygın, özel teşebbüs olarak varlar ancak on iki kişiden fazlasına hizmet vermeleri yasakmış (devlet zengin olmalarını engellemek için bu tedbiri alıyor dediler) . Tüm “paladarlarda” ve lokantalarda aynı beş kalem yiyecek var; “polo frito” (tavuk kızartması) yemekten gıdaklayacak durumlara geldik. Paladarlarda set mönü uygulaması var kişi başı 6$ (Bu fiyatları hiç çekinmeden kesin belirtiyorum, çünkü Küba’nın her yerinde geçerli) . Devlet, özel girişimde iki işi birlikte yapmaya izin vermiyor. Örneğin paladarlık yapan, aynı zamanda hostal olamıyor.
Havana’da her elli metrede iki polis var; diğer şehirlerde çok çok az... Ancak insanların yüzünde ya da davranışlarında, bir korku ya da baskı altında imiş gibi bir tavır yok. Hatta bir süre sonra komünist bir ülkede olduğunuz gerçeğini bile unutur gibi oluyorsunuz. Örneğin çöküşten önce Rusya’ya gittiğimde edindiğim korkunç baskı ve dehşet izlerini Küba’da görmedim. İnsanlar Castro’dan bahsederken askerlik arkadaşları imiş gibi Fidel diyorlar ve yüzlerinde bir korku, saygı ya da nefret ifadesi olmuyor. Halkın çoğunluğu Katolik, kiliseler açık ve faaliyette. Dine fazla düşkünlük yoksa da yasak da değil, hatta sanırım devrimin ilk yıllarından kalma din konulu fıkralar çoğunlukta. Evinde kaldığım veteriner, bir tanesini bana anlattı (nadir İngilizce bilenlerdendi) .
'Kübalı’nın biri ölmüş ve öteki tarafa geçmiş. Günahları fazla olduğu için adamı cehenneme buyur edip etrafı gezdirmişler, 'Günün on iki saati çalışacaksın, hep para kazanacaksın, sonra bunları harcayacaksın' diye izahatta bulunmuşlar. Bu arada karşı tarafta bir başka kısım görmüş adam; cayır cayır ateşler içinde yanan feryat figan insanlar. Adam şaşırmış, meleğe dönüp sormuş; zebani gülümsemiş, orası Katolik Cehennem’i demiş.' (İlk cehennem de kapitalizm galiba, ben öyle anladım!)
Biliyorsunuz Küba, ince uzun bir ada. Adanın her tarafına uzanan, belkemiğine benzeyen bir otoyol var ve buna bağlı tali yollar tabii. Yolların çok olduğunu belirtmeliyim. Tam dokuz tane havaalanı saydım, eksik de olabilir; ufak mesafelerde bile uçak ile seyahat etmek mümkün. Şehirler arası yollar için Kübalılar’ın bindiği otobüsler, eski Amerikan tarzı otobüsler ve bunlar için bir ay önceden biletinizi almanız gerekiyor. Turistler için ise VİAZUL adında bir turizm şirketi var (devletin): son derece lüks terminaller, otobüsler ve servis. Belli başlı şehirler arasında düzenli seferleri var ancak oldukça pahalı. Örneğin; Havana-Trinidad arası 338 km yol, kişi başı 25$, yalnız gidiş (zaten uçak da 50$ civarında) .
Yollarda en çok şeker kamışı ve pirinç dikkatimizi çekti. Büyükbaş hayvancılık tüm adaya dağılmış ve tavuk çiftlikleri... Her yer olağanüstü yeşil, en çok da Hindistan cevizi ve mango ağaçları var. Yollarda gördüğümüz köy tarzı yerleşim birimlerinin bizden pek farkı yok, daha ziyade işçi tarzı yapılmış tek katlı barakalardan oluşuyor.
Hava sıcaklığı 24 ila 35 derece arasında değişiyor, sadece bahar ve yaz var, zaman zaman aniden başlayan yağmur oldukça şiddetli ama iki saat içinde arkasında uzun bir gökkuşağı bırakarak terk edip gidiyor. Biz gittiğimizde Mart ayı idi ve sıcaklık 28 ila 30 derece civarındaydı, nemli ancak geceleri nispeten serin. Odalarda ya da şirketlerde klima var ve sürekli çalışıyor. Elektrik, su, ev kirası hemen hemen bedava...
Devlet, tüm insanlarına ayda belli bir yiyecek ve ihtiyacı, karne ile bedava dağıtıyor (pirinç, kahve, şeker, yağ, ekmek, yumurta, kuru fasulye, sabun) . Yedi yaşına kadar çocuklara süt (neden yedi yaşında kesiyorlar diye sinirleniyorlar!) ... Genel olarak yedikleri; domuz ve tavuk eti (ucuz; kilosu 1$) , kuru fasulyeli pilav, muz kızartması (patates cipsi gibi) , hepsi bu... Görebildiğim tek meyve, muz ve mango (bir kere Havana’da rafta “bir adet” elma görüp saldırdım ve tanesine o koklukta 1.5$ verdim): sebze olarak da, domates, az salatalık, kuru soğan, az patates... (Bizim gibi meyve-sebze cenneti bir ülkenin ferdi için, çok farklı bir beslenme.) Değişik bir pizza anlayışı var, genel olarak çok yeniyor ve bizim peynirli pidenin hamuru yumuşak şekli.
En çok tüketilen üç şey; (bence de Küba’daki en güzel sıralamasında ilk beşe girer) Küba kahvesi, Rom ve puro. Dünyada ve tabii hayatımda içtiğim en lezzetli kahve, yapılışı enteresan bir çaydanlık sistemi ile, içinde telve yok ve bildiğimiz Türk kahvesi fincan takımı ile sunuluyor, fakat kahve sürahisi yanınıza konuluyor (ya da ben doyamayıp “görmediklik” yaptığım için) .
Okullarda forma giyiliyor, çocuklar çok neşeli, cıvıl cıvıl. Formaları sarı-beyaz ya da kırmızı-beyaz, kısa kollu gömlek ve mini etekten (kızlar için) oluşuyor. Formaların ve ayakkabıların yeniliği ve pırıl pırıl oluşu dikkatimi çekti. Sorduğumda devletin her yıl bir formayı neredeyse bedava olarak dağıttığını öğendim. Tabii kitap, defter, kalem de aynı şekilde; ellerinde bol bol var (eğitime verdikleri önemi burada anlatmam çok uzun kaçacak, spor sahaları, yüzme havuzları, kütüphaneler, müthiş) .
Neredeyse kimse, ambargonun kendilerine kırk yıldır yapmış olduğu ezayı hatırlamıyor ya da umursamıyor gibi. Zaten dikkatimi çeken bir diğer husus da, insanların nefreti, kızgınlığı ve kavgayı unutmuş olmaları; gezdiğimiz üç hafta içinde değil bir kavga, yüksek sesle dahi tartışıldığını görmedik. Gürültülü konuşuyorlar, Latin özelliği sanırım, ama gülerek ve şarkı söyleyerek. Tarzları bu... Çok yaşlı insan var -fakat bunların gerçekten mi yaşlı olduklarını yoksa yaşlı mı göründüklerini sormayı unutmuş olduğumu fark ediyorum- ve bu yaşlı erkeklerin çoğunun da bacakları yok, özürlü sandalyeleri var, herhalde devlet bu savaş gazilerine (mayınlardan olmuş olmalı) minnettarlığını böyle göstermiş.
Kesin söyleyeceğim bir başka olgu ise; kadın hakimiyeti… Kadınlar nüfus olarak da fazlalar; % 60 civarında sanırım. Kendilerine birey olma bilinci tam olarak aşılanmış; güvenli, etkileyici ve cazibeli. (Okuduğum bir kitapçıkta devrim öncesi kadınlarının tam olarak İspanyol geleneklerine uygun olarak, eve kapalı, sindirilmiş ve ezik olduğu söyleniyordu.) Erkekler ise daha sakin, utangaç göründüler bana, belki de azınlık psikolojisidir. (Aynı şeyi İngilizler için de gözlemlemiştim.) Genel olarak hepsinde açık olarak görünen, bunca fakirlik ve zorluğa rağmen, gururlu ve komplekssiz bir birey olma hali. Turiste güler yüz var ama o kadar, yılışma yok, abartılı bir öncelik hiç yok
'Küba Emperyalizmi Yargılıyor', Fidel Castro ve Che Guevara'nın farklı zamanlarda ve yerlerde yaptıkları ikişer konuşmadan oluşuyor. Kitap devrimin ilk yıllarındaki Küba'yı resmediyor. Konuşmalarda önemli bir bölüm 'az gelişmiş ülkelerin' durumuna ayrılmış. Bilindiği üzere Küba otuz yıl İspanya'nın sömürgesi olarak kalıyor. İspanya çekilince ülke, ABD sömürgesine dönüşüyor ve sömürü kılıf değiştiriyor. Küba da kapitalist dünyadaki adını alıyor: 'az gelişmiş ülke'. Kitaptan az gelişmiş ülkeler ve emperyalizme dair bir tespit: 'ABD hükümeti niçin az gelişmiş ülkeler için kalkınmadan söz etmiyor? Çünkü tekellerle kapışmaz. Tekellerin yağmalamak için doğal kaynaklara ve piyasalara ihtiyaçları vardır. Bu yüzden kamu yatırımlarını kullanan kalkınma planları yoktur.' Türkiye'de de önemli kamu işletmelerinin zarar ettiği gerekçesiyle özelleştirilmesi ve özelleştirmelerle artan işsizlik, kötü çalışma koşulları, IMF reçeteleriyle tarımın çökertilmesi, ülkenin üretimsizliğe mahkum edilmesi alıntıda yapılan tespiti doğruluyor.
Küba ise sermayedarları kovdu. Büyük toprakları, üretim araçlarını ve yolsuzlukla kazanılan mülkleri, hacim gözetmeksizin kamulaştırdı. Küba'da en ücra köşelerde bile okullar var; eğitim eşit ve parasız. Devrimden önce toplumun küçük bir kısmının yararlandığı sağlık hizmetleri, devrim sonrasında büyük gelişme gösterirken, herkes için eşit ve parasız hale getirildi. Artık Küba'da insanlar sosyalist devrim öncesinde olduğu gibi en küçük hastalıklardan ölmüyor. Bebek ölüm oranının en düşük olduğu ülke Küba. Yalnız Küba halkı devrimden önce bu koşullarda yaşamıyordu. Devrimden önceki Küba'yı Fidel Castro Küba Emperyalizmi Yargılıyor kitabında şöyle anlatıyor: 'Küba'da devrim, 600.000 işsizle, 6 milyon nüfusun yarısının elektriğe sahip olamayışıyla, nüfusun çoğunun barakalarda en temel haklardan yoksun yaşamasıyla karşılandı.' Ve bugün Türkiye'de olduğu gibi '... bankacılık, elektrik, telefon, ithalat, petrol, şeker üretimi ve en verimli topraklar ABD'nin elindeydi.'
Kitapta üzerinde durulan bir diğer konu savaş. Emperyalizm savaşı bir iş, bir zenginleşme aracı olarak görür. Savaşla istediği coğrafyaya girip istediği ülkeye müdahale edebilir. Kapitalist ülkelerde 'silahlanma' en çok kaynak aktarılan alanlardan biridir. Savaşta oluşan maddi ve manevi zararların emperyalizmin gözünde hiçbir önemi yok. Çünkü onun bir tek felsefesi var: Yağma. Bu yüzden emperyalizm halkların kardeşliğinin yanında olamaz. Askeri üslerini koruması ve daha çok yağmalayabilmesi için halkların düşmanlığına ihtiyacı vardır. Bugünkü İsrail'in işgali altındaki Filistin sorunu gibi. Küba'nın bu konudaki tavrı net: 'Yağma felsefesine son verin, savaş felsefesi de son bulacaktır.' Küba tüm ülkelere silahsızlanma çağrısında bulunuyor ve ekliyor: 'Tekeller, akbabalar gibi savaşta ölenlerin cesetleriyle beslenir. Savaşı bir iş, bir zenginleşme nesnesi olarak görenlerin maskesi düşürülmelidir.'
“Küba Emperyalizmi Yargılıyor” yapılan bu tespitlerle, sosyalist kalkınma planına dair verdiği bilgilerle, Küba'yı ve emperyalizmi daha iyi anlamamızı sağlayacak ve biz Küba'yı daha iyi anlamalıyız. Çünkü emperyalizmin dünyada tek güç odağı haline gelmesiyle saldırganlığı ve doymak bilmezliği arttı. Çünkü Küba tüm dünyaya sosyalizmin bir ütopya olmadığını gösteriyor. Çünkü Küba emperyalizme karşı sosyalizmi yaşatmak adına savaşıyor. Çünkü Küba emperyalizmin doymak bilmezliğini ve saldırganlığını sorguluyor. Çünkü Küba günümüz dünyasında insanlığın onurunu kurtarıyor. Küba'yı çok daha iyi anlamalıyız.
27 Mart 2001 Tarihinde Cenevre'de Yapılan 57. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nda Küba Dışişleri Bakanı Felipe Perez Roque Tarafından Yapılan Konuşma
Sayın Başkan,
Küba adına konuşuyorum.
Biz buraya, doğruları söylemeye ve yalancıları itham etmeye geldik. Biz buraya aklımızı kuşanarak geldik: Haklı fikirler ve halkımızın mücadele tarihinin cephaneliğidir bu - hiçbir şey ya da hiç kimse tarafından bastırılamayan gerçek adaleti kazanma çabası, ve saldırılar, kuşatmalar ve iftiralar, bu mücadele iradesinin ne zırhını kırabilmiş, ne de onun tam bağımsızlığına dokunabilmiştir.
İnsan hakları komisyonu bugün eskisinden daha da parçalı bir halde ve geri dönülemez bir itibarsızlık noktası sınırındadır. Bir tarafta Üçüncü Dünya ülkelerinin temsilcileri duruyor: Bizler borçlarımızın tutsaklarıyız, dünya çapında empoze edilmeye çalışılan haksız bir düzensizliğin kurbanlarıyız, sadece yoksulluk ve geri kalmışlığa sahip olanlarız, acı içinde, eğitimsizleriyle, açlar ve fakirleriyle, öldürülen çocukları ve anneleriyle, bizi sömürenlerin refahını sürdürmüş olanlarız. Biz bu komisyonda daima suçlu konumundaydık. Diğer taraftaysa zengin ve gelişmiş ülkelerin temsilcileri var: Onlar alacaklılar, üretilen her şeyi tüketen, kirleten, israf eden, sağlıklarını bize borçlu olduklarını unutan, buna rağmen bizim ülkelerimizi suçlayan ve yargılayan onlar.
İkiyüzlülüğü ve çifte standardı bu komisyonun çalışmalarından silmenin vakti çoktan gelmişti. Birleşik Devletler -dünyamızda neredeyse bir milyar insanı etkileyen- kıtlığın, insan onurunun ihlali olarak kabul edilmesine neden karşı oy kullandığını açıklayabilir mi? Birleşik Devletler, Küba’yı suçlamaya çalışırken, İsrail ordusunun yürekli Filistin insanına karşı işlediği insan haklarının rezilce ve ağır ihlalini kınamayı neden reddettiğini açıklayabilir mi?
Bu komisyonda, geniş çaplı bir reform ve demokratikleşme sürecinin tamamlanmasının talep edilmesinin zamanı geldi. Bu konular her yıl tartışılıyor ve bu amaçlar doğrultusunda birkaç karar alındı. Fakat gerçek şu ki, BM İnsan Hakları Komisyonu Birleşik Devletler ve yandaşlarının hakimiyetinin çıkarları doğrultusunda bir araç işlevi görmeye devam ediyor.
Bu durum değişebilir mi? Elbette değişebilir. Fakat siz, gelişmiş devletlerin temsilcilerinin makul bir şekilde isteklerimizi kabul etmesi gerekiyor. Doğrunun tek sahibi siz olmadığınızı kabul etmeniz gerekiyor. “Fakir insanlar haklı olmaz” ırkçı düşüncesini toptan reddetmek gerekiyor.
Daha demokratik ve hoşgörülü bir dünyaya ihtiyacımız var. Neden küçük bir grup zengin, güçlü ülkeler, giderek daha az demokratikleşen ve çoğulculuktan uzaklaşan bir dünya dayatmaya çalışıyorlar? Sadece ülke içerisinde değil, ülkeler arasındaki ilişkilerde de daha fazla hoşgörü için neden uğraşılmıyor? Neden toplumsal ve siyasi yapılanmanın farklı modellerinin varlığı kabul görmüyor? Tek bir tipte demokrasinin varlığını koruması girişiminin ardındaki mantık nedir? Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda tüm halkların kendi kaderlerini tayin hakkını ve bu hak doğrultusunda her halkın kendi siyasi yapılanmasını özgürce gerçekleştirebileceğini baştan kabul etmedik mi?
Bu Komisyon'un çalışmalarının işlevliliği, ancak karşılıklı saygıya dayanan bir işbirliğinin sonucu olabilir - dogmatik baskı ve burnu büyüklüğünse kesinlikle değil.
Küba, bu Komisyon'un haksız çıkarların tutsağı olmaktan kurtarılmasını talep etmeye devam edecektir. Küba, tüm ülkelerin hakları kabül görene dek mücadelesinden vazgeçmeyecektir; Komisyon'un çoğulcu, şeffaf, nesnel ve demokratik işleyişinin teminatı elde edilinceye dek vazgeçmeyecektir.
Sayın Başkan,
Amerika Birleşik Devletleri Küba'yı insan hakları ihlalleriyle suçluyor. Hepimizin bildiği gibi, bu suçlamada Küba'da insan haklarının durumu konusunda hakiki bir kaygı söz konusu değildir. Gerçekte sözkonusu olan mesele, küçük bir Üçüncü Dünya ülkesinin kendi yolunu seçip seçemeyeceği, kendi yordamınca eşitlikçi bir geleceği ve çocukları için iyi bir yaşamı kurup kuramayacağı meselesidir.
Küba’ya karşı Birleşik Devletler tarafından uydurulan ve bu Komisyon'a ağır baskılarla dayatılmaya çalışılan suçlamayı hakir görüyor ve reddediyorum. Ve gözlerinizin içine bakarak, inatla sesimi yükseltiyorum: Küba’da hiçbir bir insan hakları ihlali yoktur. Küba’yı bu Komisyon'da seçme çabasının arkasında hiçbir gerçek gerekçe olmadığı gibi, böyle bir iddia ancak Birleşik Devletler'in, Küba’yı artık ona bağımlı olmayan özgür bir ülke olarak kabul edemesi hastalığından kaynaklı olabilir.
Bugün BM İnsan Hakları Komisyonu, kırk yıllık soykırımcıl kuşatmanın, ekonomik savaşın, istilâların, terör faaliyetlerinin, yıkıcı uğraşların, Küba liderlerine karşı suikast girişimlerinin, biyolojik savaşların ve daha bir çok saldırganlığın ardından, Küba’ya karşı baskıcı Birleşik Devletler planı ile, gelişme, adalet ve bağımsızlık arzumuzun çarpıştığı en son savaş alanıdır.
Zamanımı, Küba gerçeğini açıklayarak ve Birleşik Devletler suçlamalarının haksız, seçici doğasını kanıtlayarak geçirmeyeceğim. Buna gerçekten gerek yok. Siz kabul etseniz de etmeseniz de, bunu zaten biliyorsunuz. Sadece, Küba’yı insan hakları ve demokrasi konusunda suçlamaya kalkmak için en az ahlakî itibara sahip olan devletin, Amerika Birleşik Devletleri olduğunu söylemekle yetineceğim.
Sormadan edemiyorum: Siz hiç Küba polisinin öğrencileri ve işçileri -dünyanın pek çok bölgesinde gündelik olarak yaşandığı üzere- herhangi bir gösteride dövdüğünü, üzerlerine plastik kurşun sıktığını, köpekler, atlar saldığını, ya da gaz bombası attığını gördünüz mü? Oysa siz de bilirsiniz, Küba’da liderler halkla beraber katılırlar gösterilere.
Hatta, ABD Hükümeti'nin dünyada insan haklarının durumu konusunda hazırladığı son raporunda bile -ki doğal olarak, arada ismi geçmeyen tek ülkenin ABD'nin kendisi olduğu bu raporu, hiçbir biçimde meşru görmüyorum- Küba’da siyasî sebeplerle yaşanmış ölüm ve kayıpların olmadığı belirtiliyor. Ülkemize karşı köklü nefretlerine, bizi karalama saplantılarına ve vicdansızlıklarına rağmen Birleşik Devletler en azından bu konuda yalan söylemeye cesaret edememiş. Gördüğünüz üzere, insan hakları kaydımız o kadar şeffaf ve insancıl ki inkar etmek mümkün değil.
Bu salondan herhangi birisi Küba'da bir tek işkence, ölüm ya da kayıp vakasının sözünü edebilir mi? Bu salonda herhangi birisi, Küba'da gazetecilere yönelik bir suikast olayı, -Birleşik Devletler'de bir Kübalı çocuğu alıkoymaya yönelik başarısız çabadan başka- herhangi bir çocuk kaçırma, çocuk satma ya da çocuk köleliği olayı biliyor mu?
Küba'da bir ölüm mangasının varlığını işiten var mı? Hiç kimse Küba'da annelerin ve büyükannelerin, çocuklarının ve torunlarının kayıpları veya ölümleri peşinden ağladığı gösteriler gördü mü? Aranızdan kimse, Küba hükümetinin halkını kandırarak bir IMF uyum programı kabul ettiğini, ya da ülkesinin zenginliklerini uluslararası kurumlara peşkeş çektiğini duydu mu? Hiç neden kırk yıllık kuşatmadan ve on yıllık korkunç ekonomik sıkıntılardan sonra, halkımız bize artan biçimde destek vermeye devam ediyor, düşündünüz mü? Cevabı, Devrim'in iktidar saplantılı bir seçkin takımına değil, halka ait olmasıdır.
Küba'da liderlerimiz sorumlulukları bir yaşam stili olarak değil, bir görev, yaşama karşı bir tavır olarak görürler. Yetkimiz sadece, paranın ve yolsuzluğun karışmadığı demokratik ve şeffaf seçimlerimize de dayanmaz; halkımızın bize verdiği yetki, bizim soyguncu olmadığımız, onların ihtiyaçları ve hayallerinin üzerinde dolaşmadığımız, yaşadıkları zorluklarını paylaştığımız, sade ve adanmış bir yaşamdan vazgeçmeyeceğimize dair kanaatlerine de dayanır.
Bu kendimizi mükemmel bir toplum olarak göründüğümüzü mü gösterir? Hayır, kendmizden tatmin değiliz. Daha yalnızca yolun başındayız. Yüzyılların dışlanmışlığını ve haksızlıklarını silmeye çalışıyoruz. Eğitim ve kültürü halkımızın bugüne kadar ulaşılmadığı bir seviyeye yükseltmeyi planlıyoruz. Çocuklarımıza, daha önce hiçbir toplum tarafından erişilmemiş eşitlik, toplumsal adalet ve yurttaş katılımı seviyeleri kazandırmak için çabalıyoruz.
Kazanımlarımızı geliştirmek, ve bizi mantıksızca suçlayanların sisteminden daha demokratik olduğunu gayet iyi bildiğimiz siyasî sistemimizi, daha etkili ve katılımcı kılmak için daha da elimizden geleni yapacağız.
Küba'da giderek daha insancıllaşan ve hoşgörü kazanan bir toplum için mücadele ediyoruz. Daha özgür insanlara dönüşen, eğitilmiş ve kültürlü insanlar hayal ediyoruz. Biz yalnızca seçkin bir grup insana değil tüm halkımıza bilinç aşılıyoruz. Derin bir toplumsal duyarlılığa sahip, bireycilikten arınmış, insancıl inancın sağlam köklerine bir sahip toplum hayal ediyoruz. 'Vatan'ın 'İnsanlık' anlamına geldiğini bilen bir halk ile, bu düşleri gerçekleştirmeyi düşlüyor, onlara daha da yaklaşıyoruz. İnsanın ve onurunun temel taşlarını oluşturduğu bizimkisi gibi bir toplum, şiddet, baskı ve düzenbazlıkla ise asla uyuşmayacaktır.
Üzerimizde kimse baskı uygulayamaz. Biz adil ve doğru olanı yapıyoruz. Bizim ahlakî kurallarımız var. Bizim ahlakımız var. Ve şunu içtenlikle açıklayayım: Baskıları ve tehditleri ne kabul ettik, ne de bundan sonra edeceğiz!
Küba'ya karşı yürütülen zalim harekatlerda Birleşik Devletler'e kuyrukçuluk eden ülkelerin, bize insan hakları üzerine söz söyleyebilecek bir nebze olsun ahlakî itibarları kalmamıştır. Ayrıca, bir yandan Birleşik Devletler'le işbirliği yapıp, Küba’ya karşı uygulanan ambargoyu haklı gösterebilmek için çevrilen bu dolaplara katılıp, diğer yandan da Küba'ya uygulanan ablukaya karşı görüş de belirtilemez.
Kavgamızın aynı zamanda kendi hakları için olduğunu bilen, ABD desteği altındaki diktatörlüklerin yüz binlerce insana işkence yaptığı, öldürdüğü, kaybettiği vakitlerde gördüğü Küba dayanışmasını unutmayan Latin Amerika halklarının desteği ve sevgisi bizimledir.
Ayrıca şunu da biliyoruz ki Küba’nın kavgası, Üçüncü Dünya'daki herkesin haklarının savunusudur. Horgörü ve güvensizlik, bizim eşit ve adil bir dünya hakkımızla, gelişme ve yaşama hakkımızla son bulacaktır.
Sayın Başkan,
Küba’nın bağımsızlığı ve özgürlüğü Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da bağımsız ve özgür olmaktan vazgeçmeyecektir.
Küba’nın sosyalist oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da toplumcu olacaktır!
Küba’da halkın yönetiyor oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba halkı kendi istikametini daha da fazla tayin edecektir!
Küba’nın emperyalizme ve hegemonyaya karşı durduğu gerçeği Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba anti-emperyalistliğini ve haklı davalarla dayanışmasını daha da yükseltecektir!
Birleşik Devletler, parçalanmış ve zayıf bir Küba’nın ABD'ye eklemlenmesini savunacak bir partinin kurulmasını istiyor. Ve Küba, birlikteliğin ve bağımsızlığın, toplumsal adalet ve değerlerin, gerçek eşitlik ve hakikî dayanışmanın partisini sahiplenmeye devam edecektir -ki onsuz ne özgürlüğümüz, ne demokrasimiz, ne de barışımız kalırdı!
Kırk yıllık dayanışmamız, bizim ideallerimizi, doğrularımızı, yılmaz irademizi, boyun eğmez ve yenilmez özgürlüğümüzü destekliyor.
Birleşik Devletler'deki hükümdarlar Küba konusunda ne yapabileceklerini artık bilemiyorlar. Her alanda peş peşe yenilgiye uğramaya devam edecekler. Üyelerine yönelik onur kırıcı baskılarla ve çok büyük siyasi fatura karşılığında bu Komisyon'da yapmaya çalıştıkları şeyler, Kral Pyrrhus’un 'Bunun gibi bir zafer daha, beni bitirir' deyişini unuttuklarını gösteriyor.
Onlar bizi dünyada ki en özgür toplum yaptılar. Biz artık onların ticaretine, yatırımlarına, kredilerine bağımlı değiliz. Biz her alanda onların yalanlarını teşhir etme ve her zaman doğruları söyleme imtiyazına sahip olan neredeyse tek ülkeyiz.
Biz, Amerika Birleşik Devletleri'nin asil ve idealist olabilen halkını suçlamıyoruz; egemen bir sistemi, dünyaya dayatılan -ve sürdürülebilir de olmayan- bencil, doymak bilmez bir siyasî ve ekonomik düzeni suçluyoruz.
Bizden, Birleşik Devletler'i memnun etmek için bir jest yapıvermemizi rica edenler var. Halkım adına benim yapacağım jest, yumruğumu havaya kaldırmak ve kırk yıldır bütün Kübalıların kendilerine karşı işlenen suçlara ve gerçekleşen saldırılara verdikleri cevabı, yüksek sesle ifade etmek olacaktır:
Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da eğitim ilkokuldan doktora eğitimine kadar ücretsizdir.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da okur yazar oranı ve okula devamlılık oranı %99 dur.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyanın en çok olimpiyat madalyası kazanan sporcularına sahiptir.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyada en çok öğretmenin olduğu ülkedir.
Türkiyede sosyalizm deyince milletin çoğunun aklına şunlar gelir:İşçi, çiftçi ve köylülerin hakları, Deniz Gezmiş,1 Mayıs’lar...Ve çoğu kişi bu kadar kavga gürültü çıkartan, sokak çatışmalarına neden olan bu 'sosyalizm'in ne olduğundan haberi yoktur.Çünkü belki de haberleri olması istenmemektedir.Artık ülkemizde kütüphaneler, kitaplar (Tarih, bilim, sosyoloji, felsefe gibi..) kimsenin ilgilenmediği şeyler haline gelmiştir.Doğudaki vatandaşımıza bilgi vermek, eğitmek, kültür sahibi yapmak gibi birşey hiç bir hükümetin ilgileniği birşey değildir.Düşünüyorumda KÖY ENSTİTÜLERİ kapanmasaydı, köylünün bilgilenmesi engellenmeseydi bugün Türkiye nerelere gelirdi.Giderek KÜLTÜRSÜZLEŞTİRİLEN toplumumuz Medya ve düzen partileri sayesinde cahil, bilgisiz, umutsuz ve mutsuz bir kitle haline getirildi.POPSTARlar, Televoleler, SMS çılgınlığı ile halkı uyutmayı çok iyi başarıyor başımızdakiler.İşte SOSYALİZM tüm bu kültürsüzleştirme politkalarına karşı çıkar, Sosyalizm halkın bilgi almasını engellemez, sosyalizm cahil insan bırakmamak için çabalar.Herkesin çalıştığı ürettiği kültürlendiği bir toplumun da başaramayacağı şey yoktur.
Ve işte bu yüzden ABD gibi kapitalist ülkeler sosyalist ülkelerin güçlenmemesi için elinden gelen her şeyi yaparlar.Ama her şeyi!
Türk Dil Kurumu sözlüğünde, '5. ve 6. yüzyılda İngiltere'yi işgal eden Germen ırkı' olarak tanımlanan kelime aydınlarımız tarafından değişik biçimlerde kullanılıyor. İngiliz kültürünü ve onun ürünlerini ifade etmek için kullanılan Anglo-Sakson kelimesi, bugün daha çok anadili İngilizce olan toplumları (İngiltere, Avustralya, Kanada ve Amerika) belirtmek için kullanılıyor.
Türk-İş Araştırma Merkezi tarafından yapılan araştırmaya göre, Mart 2004'te 474 milyon 740 bin lira olan aylık 'zorunlu gıda harcaması tutarı, yüzde 1.7 oranında artarak Nisan 2004'te 480 milyon 4 bin liraya yükseldi.
İktidara geldikten sonra 1934 yılından beri kutlanmakta olan 'Milli Ekonomi ve Yerli Mallar Haftası' artık kutlanmamaya başlandı.Ve bugün günümüzde yabancı ürünler varken yerli malı kullanmak neredeyse ayıp hale geldi
Türkiye'de 2003 yılı başında belirlenen ve halen geçerli olan net 225 milyon liralık asgari ücret, 144 Euroya denk geliyor. Buna göre, Çek Cumhuriyeti'nde uygulanan asgari ücret bile 194 Euro ile Türkiye'dekine oranla yüzde 35 daha yüksek düzeyde bulunuyor.
Türkiye'de yaklaşık 144 euro olan asgari ücret, Lüksemburg'da 1.368, Hollanda'da 1.264 Euro, Belçika'da 1.233, İngiltere'de 1.124, Fransa'da 1.215 ve İrlanda'da 1.100 Euro düzeyinde bulunuyor.
Buna göre, Türkiye'deki asgari ücret gelişmiş Avrupa ülkelerindekinin yaklaşık 8'de biri düzeyinde. Asgari ücret Malta'da 542, Yunanistan'da 504, İspanya'da 451, Slovenya'da 442, Portekiz'de 356, Macaristan'da da 197 Euro ile Türkiye'dekinin çok üzerinde bulunuyor.
Yani gerçekten AKP hükümeti sağolsun ekonomimiz süper, işçiye çalışana, emekliye çok önem veriyorlar...Yakında kesin AB ye gireriz...(!)
A.B.D. nin özellikle 2.dünya savaşından sonraki yoğun çabaları sonucunda tüm dünya insanlarına 'öcü' gibi gösterilmiş sistem.
Bu 'öcü' gibi gösterme çabalarına, Stalin'in 2.dünya savaşında ve SSCB de yaptığı 'vahşice katliamlar' ve 'yayılmacı politikası' da tuz-biber ekmiştir...
Laik bir sistemi savunması da 1900'lerin başında çoğu kişinin hoşuna gitmemiş olabilir.
İlk Sosyalist Türk Partisi, OSMANLI SOSYALİST FIRKASI dır.
-1910 da İstanbulda kuruldu.
Genel Başkan: İştirakçı Hilmi
Üyeler: Namık Hasan, Pertev, Tevfik, İbnil Tahir, İsmail Faik, Baha Tevfik, Hamid Suphi
Attila İlhan'ın kitabı ' Sosyalizm Asıl Şimdi '
'... Sosyalizm, imana dayanan müminlerin yumrukla döşlerini dövmelerini öngören, mistik bir tarikat değildi. Diyalektik, karşıtlıkların aynı yerde ve her yerde, bir şeyden ve her şeyde, çatışmasını ve içi içe olmasını gerektiriyor; her şeyde, her yerde böyle olacaktı da, sosyalizmin uygulandığı yerlerde, yani kendi içinde olmayacak mıydı?
Yanılma payı elbette büyüktür, ama metoda ait olduğu şüpheli? Yanılanlar, tarih boyunca olduğu gibi, yine yöneticiler...'
'...Sosyalizm iflas etmişmiş! Boş laf! 'Kıro' bir şoför, kullandığı otobüsü şarampole devirdi diye, artık otobüse binmekten vaz mı geçeceğiz? Vazgeçilecek olan o şöför, onun otobüsü kullanma biçimi! Sosyalizm, asıl şimdi gündemdedir: testiyi dolduranla kıran, nihayet birbirinden ayrılabiliyor...'
küreselleşme
29.04.2004 - 12:22bakınız: yeni dünya düzeni, abd, emperyalizm, kapitalizm...
cahil
29.04.2004 - 12:20ABD gibi emperyalist ülkelerin ve işbirlikçilerinin en çok istedikleri şey cahil insanlardır.
4 temmuz 2003
29.04.2004 - 12:18abd nin bağımsızlık yıldönümü ve Türk askerinin kafasına çuval geçirilme günü.
paralı eğitim
29.04.2004 - 12:16Sosyalist Küba'da olmayan şey.
küba
29.04.2004 - 12:13BİR KÜBA MACERASI...
Küba’ya üç haftalık bu seyahati planlamadan önce, ülke hakkında rastladığımız her güncel bilgiyi edinmiştik tabii. Ancak oraya gittiğimizde bunların ne kadar yetersiz ve yanıltıcı olabildiğini anladık. En iyisi belki, baştan başlayıp anlatmak...
Eğer bir seyahat acentesi ile bir paket tur edinip gitmiyorsanız, en azından Havana’daki ilk geceniz için kalacağınız yeri bir şekilde ayarlamalı ve sizi havaalanından karşılamalarını sağlamalısınız. Böyle bir başlangıç, bu çok farklı ülke hakkındaki ilk izlenimlerinizi olumlu kılabilmek için gerekli olabilir. Girişteki pasaport kontrolünde size muhtemelen nerede kalacağınızı soracaklar, bu soruya bilinen herhangi bir otel ismi vermeniz yeterli olacaktır. Bunun haricinde herhangi bir zorlukla karşılaşmadan ülkeye adım atacaksınız. Havana’ya gitmek için tek yol taksi tutmak olup size yaklaşık 20$’a mal olur.
Ülkeye giriş için gerekli vizeyi Ankara’daki Küba Konsolosluğu’ndan 15$ karşılığında yarım saatte alabilirsiniz. Yolculuk bilfiil on dört saat sürüyor ama buna Avrupa’da bir havaalanında bekleyeceğiniz saatleri de eklerseniz, on dokuz saat civarında. Küba ile saat farkımız yedi saat, bu sebeple giderken on iki saatte, dönerken yirmi altı saatte gelmiş gibi oluyorsunuz.
BİRAZ TARİH...
Küba tarihinde son savaş 1953 Temmuzu’nda, Amerika güdümlü diktatör Batista’ya karşı başlatılmış ve 1959 yılında zaferle sonuçlanarak devrim yılları başlamış. İnsanlardan dinlediğimiz kadarı ile devrim öncesi Küba’nın görüntüsünü kısaca anlatmak istiyorum, çünkü bu günü değerlendirebilmek için kesinlikle gerekli. O yıllarda ülkenin hakimiyet sahibi Amerika Devleti; tüm ticaret, şeker ve diğer sanayi büyük Amerikan tröstlerinin elinde. Küba halkı, büyük çoğunluğu zenci yerliler, bir kısmı İspanya’dan gelen beyazlar ve iki ırkın karışması ile meydana gelen melezlerden oluşuyor; dolayısıyla ana dili İspanyolca. Devrim öncesinde çok ağır bir ırkçılık söz konusu. Yaşlı bir Kübalı, devrim öncesi ile sonrasını soran bir gazeteciye şu cevabı vermiş: “Biz devrimden önce köpektik, şimdi ise insanız.” Doğal olarak yerli halkın Amerikalılar ile birlikte hiçbir aktiviteyi paylaşması mümkün değilmiş. Ayrıca, halkın çok büyük bölümünün gelir seviyesi ve kültür düzeyi korkunç düşükmüş (devrimden önce okur yazar oranı %23 -bunun %17’si Havana’da yaşayanlar) .
Devrimin hemen sonrasında, o sıralarda Amerika Başkanı olan Kennedy, hem Amerika’yı hem de diğer ülkeleri kapsayan ağır bir ambargoyu devreye sokarak belli ki tüm hıncını almış. Kalifiye elemanı hiç olmayan Küba, ham madde ve diğer malzemelerin de ambargo nedeni ile kesilmesi sonucunda dehşet verici iki yıl süren bir periyoda girmiş. Ancak sonrasında Doğu Bloğu’nun hem ham madde, hem de yetişmiş işgücü göndermesi ve karşılıklı mal alışveriş anlaşmalarının devreye konulması ile rahat bir nefes alarak, öncelikli yatırımların yapılmasına başlanabilmiş.
Eğer bilmiyorsan, öğren. Eğer biliyorsan, öğret.
Küba sloganı, 1961
İşte bu sloganla okullar, üniversiteler, kütüphaneler birbiri arkasına inşa edilmiş, okuma seferberlikleri başlatılmış (bugün sanırım okuma-yazma oranı %100’e yakın; orta seviyeli okulların işleme biçimi, bizdeki Cumhuriyet’ten sonra kurulan köy enstitüleri tarzında) . 80’li yılların başında tüm acil yatırımlar (yollar, havaalanları, fabrikalar, spor tesisleri...) tamamlanmış. Bu iyi yıllar, Doğu Bloğu’nun zora düşmesi ve ardından da 90’lı yıllarda çökmesi ile sona ermiş ve yeniden zorlu bir sınav başlamış. Aradan geçen kırk yıla rağmen, ambargo tüm vahşeti ile devam etmekte ve Küba yalnızca kendi üretebildiği ile yetinmek durumunda. Örneğin cam yok, boya ve birtakım elektrik aletleri hiç bulunamıyor. Evlerde cam, pencere yerine tahta kepenk kullanılıyor ve hepsi harap, boyasız... Çevrenize baktığınızda, sanki birkaç hafta önce bombalanmış bir şehir görür gibisiniz.
LA HABANA
Başkent Havana, iki milyon kişinin yaşadığı büyük bir şehir, ancak görebildiğim kadarıyla metrekareye düşen kişi sayısı düşük, büyük oteller dışında yapılar tek veya iki katlı, bir çoğu da boş ve yıkıntı halinde... Yollar çok geniş ve ağaçlı, trafik yok denecek kadar az.
Gezilebilecek yerleri uzun uzun belirtmeyeceğim, çünkü bunları Havana’da Küba tur ya da Havana tur ofislerinden kolayca elde edebilirsiniz. Şehir gezilerine ya da civar şehirlere düzenlenmiş turlara da katılabilirsiniz. Şehir gezisi yarım gün 15$... Ya da bisiklet taksi dedikleri kişiyi taşıyan araçlarla 6$’a bir tur atabilirsiniz. Taksilerde taksimetre var ve pek pahalı değil, tabii şoförlerin de devlet memuru olduğunu hatırlatmama gerek yok; biraz bahşiş fena olmaz. Ama ben yine de Küba’ya gitmeden önce bisiklet ve motosiklet kullanma pratiğinizi geliştirmenizi tavsiye ederim. Beş dolar, on dolar derken günün sonunun nereye varacağı pek belli olmuyor... Toplu taşıma aracı olarak varolan elli model otobüsler yalnızca Kübalılar için ve sanırım bedava. Marketlerde (Mercado) acil şeyleri bulmak mümkün ama çeşit inanamayacağınız kadar az. Her yerde görülebilen bu çeşit azlığını, yokluğa ilaveten satım kolaylığı olması için yapıldığına yordum. Çünkü buralarda çalışanlar vardiyalı ve bazı yerlerde günde üç kez sayım yapılarak devir yapılıyor. Özellikle bizim hemşeriler için belirteyim; ekmek yeme alışkanlıkları yok, bu sebeple çok nadir yerlerde bulabilirsiniz, mercadolarda “panng” diye sormalısınız (sözlükte yazmıyor ve kimseye anlatamıyorsunuz) ... Yeri gelmişken Küba’da bizler için en büyük sorun, lisan sorunu. Kimseler İngilizce bilmiyor ve gereğini de anlamıyor sanırım. Gelen turistlerin çok büyük bölümü, İspanya ve Meksika’dan olduğu için turizmin kendi ana lisanlarından pekala yapılabileceği kanısındalar (şimdilik!) .
Capitol binası, Amerika’nın Beyaz Sarayı’nın biraz küçültülmüşü (sanırım biraz hicvetmişler): karşısında da Indian Park... Karşılıklı pek manidar olmuş. Devrim müzesi, binasından ötürü görülmeli bence; harika eski bir yapı. İçinde sergilenenleri İspanyolca izahattan dolayı pek anlayamadık, zaten fazla bir şey de yok, hatta o sırada şöyle küçük bir esprim de oldu: “Eşyaları halen kullandıkları için müzeye koymaya kıyamamışlardır.”
Şehir tamamen on altıncı ila on dokuzuncu yüzyıl aralığında yapılmış İspanyol Mimarisi binalar ile bezeli, zaten Unesco tarafından korunmaya alınmış (birçoğu da korunmasız gibi geldi bize) . Şehircilik planı şaheser; blok sistemi ilke yapılmış, kör dahi olsanız kaybolmadan rahatça gezebilirsiniz. Caddeler, sokaklar sanki cetvelle çizilmişçesine düzgün, ferah, temiz (her taraf çöp teknesi dolu) . Ayrıca Küba’nın her yeri son derece güvenli, gece bile nahoş bir hadise ile karşılaşmadık. İnsanları zaman zaman bir şey satmak ya da teklif etmek üzere yanınıza yaklaşarak fısır fısır bir şeyler söylüyorlar, tabii İngilizce bilmedikleri için dertlerini anlamıyoruz, onlarda fazla askıntı olmuyorlar. Ben kendi adıma elli-altmış kelimelik İspanyolca portföyü edinmeyi borç bildim, hatta telaffuzum pek beğenilerek şakayla karışık casus olmamdan şüphelenildi. Böyle halkın arasına girerek onların evlerinde yaşamaya meraklı ilk Türk’müşüm gibi davrandılar. İlginç olan bizi önce İtalyan’a benzetmeleri, biz “Turkia” deyince de hemen tanımaları ve sevgiyle davranmaları oldu. Sanırım bizim Cumhuriyet devriminden haberliler ve önemsiyorlar; Atatürk’ü, Nazım Hikmet’i ve Yaşar Kemal’i tanıyorlar. (Halbuki on beş sene önce gittiğimde İngiltere’de bizi Arap sanıyorlardı!) Şimdi düşünüyorum da, Arap olmadığımızı bilen birilerinin olması güzel.
Sabun zor bulunan bir meta olduğu için yanınızda birkaç kalıp bulundursanız iyi olur, çay hiç içmiyorlar, eğer tiryakisi iseniz ufak bir su ısıtacağı ile poşet çay alın derim. Ayrıca İspanyolca veya İngilizce kitap götürebilirseniz yanınızda, hediye olarak çok makbule geçer; çünkü yeni kitap bulmakta zorlanıyorlar ve bulunanların da fotokopisini çekip üç dolardan satıyorlar (yasak filan değil, imkansızlık) .
Lokantalar, cafeler, işyerleri, taksiler, her şey devletin, çalışanların; hepsi de devlet memuru... Maaşlar gerçekten aylık 10 ila 15$ civarında. Ancak bu sizi yanıltmasın, insanlar bu para ile geçinmiyorlar. Kökenini tam olarak çözemediğim, illegal bir dolar temin etme yoları var (bazıları da legal) çünkü tüm satış noktalarında dolar geçerli, bir dolardan daha ucuz hiçbir şey yok. Bazı şeyler Türkiye ile aynı fiyat, ama birçok şey de daha pahalı.
Oteller, yıldız sayılarına göre 40$ ile 100$ (iki kişi gecelik) arasında değişiyor. Ayrıca ev pansiyonculuğu (hostal) da legal olarak mevcut. Yirmi ila yirmi beş dolar gecelik fiyatlar kahvaltıyı kapsamıyor. (Kiraya verilen her bir oda için devlete aylık 100$ vergi veriyorlarmış.) Ev lokantacılığı (paladar) da yaygın, özel teşebbüs olarak varlar ancak on iki kişiden fazlasına hizmet vermeleri yasakmış (devlet zengin olmalarını engellemek için bu tedbiri alıyor dediler) . Tüm “paladarlarda” ve lokantalarda aynı beş kalem yiyecek var; “polo frito” (tavuk kızartması) yemekten gıdaklayacak durumlara geldik. Paladarlarda set mönü uygulaması var kişi başı 6$ (Bu fiyatları hiç çekinmeden kesin belirtiyorum, çünkü Küba’nın her yerinde geçerli) . Devlet, özel girişimde iki işi birlikte yapmaya izin vermiyor. Örneğin paladarlık yapan, aynı zamanda hostal olamıyor.
Havana’da her elli metrede iki polis var; diğer şehirlerde çok çok az... Ancak insanların yüzünde ya da davranışlarında, bir korku ya da baskı altında imiş gibi bir tavır yok. Hatta bir süre sonra komünist bir ülkede olduğunuz gerçeğini bile unutur gibi oluyorsunuz. Örneğin çöküşten önce Rusya’ya gittiğimde edindiğim korkunç baskı ve dehşet izlerini Küba’da görmedim. İnsanlar Castro’dan bahsederken askerlik arkadaşları imiş gibi Fidel diyorlar ve yüzlerinde bir korku, saygı ya da nefret ifadesi olmuyor. Halkın çoğunluğu Katolik, kiliseler açık ve faaliyette. Dine fazla düşkünlük yoksa da yasak da değil, hatta sanırım devrimin ilk yıllarından kalma din konulu fıkralar çoğunlukta. Evinde kaldığım veteriner, bir tanesini bana anlattı (nadir İngilizce bilenlerdendi) .
'Kübalı’nın biri ölmüş ve öteki tarafa geçmiş. Günahları fazla olduğu için adamı cehenneme buyur edip etrafı gezdirmişler, 'Günün on iki saati çalışacaksın, hep para kazanacaksın, sonra bunları harcayacaksın' diye izahatta bulunmuşlar. Bu arada karşı tarafta bir başka kısım görmüş adam; cayır cayır ateşler içinde yanan feryat figan insanlar. Adam şaşırmış, meleğe dönüp sormuş; zebani gülümsemiş, orası Katolik Cehennem’i demiş.' (İlk cehennem de kapitalizm galiba, ben öyle anladım!)
Biliyorsunuz Küba, ince uzun bir ada. Adanın her tarafına uzanan, belkemiğine benzeyen bir otoyol var ve buna bağlı tali yollar tabii. Yolların çok olduğunu belirtmeliyim. Tam dokuz tane havaalanı saydım, eksik de olabilir; ufak mesafelerde bile uçak ile seyahat etmek mümkün. Şehirler arası yollar için Kübalılar’ın bindiği otobüsler, eski Amerikan tarzı otobüsler ve bunlar için bir ay önceden biletinizi almanız gerekiyor. Turistler için ise VİAZUL adında bir turizm şirketi var (devletin): son derece lüks terminaller, otobüsler ve servis. Belli başlı şehirler arasında düzenli seferleri var ancak oldukça pahalı. Örneğin; Havana-Trinidad arası 338 km yol, kişi başı 25$, yalnız gidiş (zaten uçak da 50$ civarında) .
Yollarda en çok şeker kamışı ve pirinç dikkatimizi çekti. Büyükbaş hayvancılık tüm adaya dağılmış ve tavuk çiftlikleri... Her yer olağanüstü yeşil, en çok da Hindistan cevizi ve mango ağaçları var. Yollarda gördüğümüz köy tarzı yerleşim birimlerinin bizden pek farkı yok, daha ziyade işçi tarzı yapılmış tek katlı barakalardan oluşuyor.
Hava sıcaklığı 24 ila 35 derece arasında değişiyor, sadece bahar ve yaz var, zaman zaman aniden başlayan yağmur oldukça şiddetli ama iki saat içinde arkasında uzun bir gökkuşağı bırakarak terk edip gidiyor. Biz gittiğimizde Mart ayı idi ve sıcaklık 28 ila 30 derece civarındaydı, nemli ancak geceleri nispeten serin. Odalarda ya da şirketlerde klima var ve sürekli çalışıyor. Elektrik, su, ev kirası hemen hemen bedava...
Devlet, tüm insanlarına ayda belli bir yiyecek ve ihtiyacı, karne ile bedava dağıtıyor (pirinç, kahve, şeker, yağ, ekmek, yumurta, kuru fasulye, sabun) . Yedi yaşına kadar çocuklara süt (neden yedi yaşında kesiyorlar diye sinirleniyorlar!) ... Genel olarak yedikleri; domuz ve tavuk eti (ucuz; kilosu 1$) , kuru fasulyeli pilav, muz kızartması (patates cipsi gibi) , hepsi bu... Görebildiğim tek meyve, muz ve mango (bir kere Havana’da rafta “bir adet” elma görüp saldırdım ve tanesine o koklukta 1.5$ verdim): sebze olarak da, domates, az salatalık, kuru soğan, az patates... (Bizim gibi meyve-sebze cenneti bir ülkenin ferdi için, çok farklı bir beslenme.) Değişik bir pizza anlayışı var, genel olarak çok yeniyor ve bizim peynirli pidenin hamuru yumuşak şekli.
En çok tüketilen üç şey; (bence de Küba’daki en güzel sıralamasında ilk beşe girer) Küba kahvesi, Rom ve puro. Dünyada ve tabii hayatımda içtiğim en lezzetli kahve, yapılışı enteresan bir çaydanlık sistemi ile, içinde telve yok ve bildiğimiz Türk kahvesi fincan takımı ile sunuluyor, fakat kahve sürahisi yanınıza konuluyor (ya da ben doyamayıp “görmediklik” yaptığım için) .
Okullarda forma giyiliyor, çocuklar çok neşeli, cıvıl cıvıl. Formaları sarı-beyaz ya da kırmızı-beyaz, kısa kollu gömlek ve mini etekten (kızlar için) oluşuyor. Formaların ve ayakkabıların yeniliği ve pırıl pırıl oluşu dikkatimi çekti. Sorduğumda devletin her yıl bir formayı neredeyse bedava olarak dağıttığını öğendim. Tabii kitap, defter, kalem de aynı şekilde; ellerinde bol bol var (eğitime verdikleri önemi burada anlatmam çok uzun kaçacak, spor sahaları, yüzme havuzları, kütüphaneler, müthiş) .
Neredeyse kimse, ambargonun kendilerine kırk yıldır yapmış olduğu ezayı hatırlamıyor ya da umursamıyor gibi. Zaten dikkatimi çeken bir diğer husus da, insanların nefreti, kızgınlığı ve kavgayı unutmuş olmaları; gezdiğimiz üç hafta içinde değil bir kavga, yüksek sesle dahi tartışıldığını görmedik. Gürültülü konuşuyorlar, Latin özelliği sanırım, ama gülerek ve şarkı söyleyerek. Tarzları bu... Çok yaşlı insan var -fakat bunların gerçekten mi yaşlı olduklarını yoksa yaşlı mı göründüklerini sormayı unutmuş olduğumu fark ediyorum- ve bu yaşlı erkeklerin çoğunun da bacakları yok, özürlü sandalyeleri var, herhalde devlet bu savaş gazilerine (mayınlardan olmuş olmalı) minnettarlığını böyle göstermiş.
Kesin söyleyeceğim bir başka olgu ise; kadın hakimiyeti… Kadınlar nüfus olarak da fazlalar; % 60 civarında sanırım. Kendilerine birey olma bilinci tam olarak aşılanmış; güvenli, etkileyici ve cazibeli. (Okuduğum bir kitapçıkta devrim öncesi kadınlarının tam olarak İspanyol geleneklerine uygun olarak, eve kapalı, sindirilmiş ve ezik olduğu söyleniyordu.) Erkekler ise daha sakin, utangaç göründüler bana, belki de azınlık psikolojisidir. (Aynı şeyi İngilizler için de gözlemlemiştim.) Genel olarak hepsinde açık olarak görünen, bunca fakirlik ve zorluğa rağmen, gururlu ve komplekssiz bir birey olma hali. Turiste güler yüz var ama o kadar, yılışma yok, abartılı bir öncelik hiç yok
sosyalizm
29.04.2004 - 11:46'Küba Emperyalizmi Yargılıyor' isimli kitap, Fidel Castro ve Che Guevara'nın farklı zamnalrda yaptığı 2 konuşmadan meydana geliyor.
küba
29.04.2004 - 11:45'Küba Emperyalizmi Yargılıyor', Fidel Castro ve Che Guevara'nın farklı zamanlarda ve yerlerde yaptıkları ikişer konuşmadan oluşuyor. Kitap devrimin ilk yıllarındaki Küba'yı resmediyor. Konuşmalarda önemli bir bölüm 'az gelişmiş ülkelerin' durumuna ayrılmış. Bilindiği üzere Küba otuz yıl İspanya'nın sömürgesi olarak kalıyor. İspanya çekilince ülke, ABD sömürgesine dönüşüyor ve sömürü kılıf değiştiriyor. Küba da kapitalist dünyadaki adını alıyor: 'az gelişmiş ülke'. Kitaptan az gelişmiş ülkeler ve emperyalizme dair bir tespit: 'ABD hükümeti niçin az gelişmiş ülkeler için kalkınmadan söz etmiyor? Çünkü tekellerle kapışmaz. Tekellerin yağmalamak için doğal kaynaklara ve piyasalara ihtiyaçları vardır. Bu yüzden kamu yatırımlarını kullanan kalkınma planları yoktur.' Türkiye'de de önemli kamu işletmelerinin zarar ettiği gerekçesiyle özelleştirilmesi ve özelleştirmelerle artan işsizlik, kötü çalışma koşulları, IMF reçeteleriyle tarımın çökertilmesi, ülkenin üretimsizliğe mahkum edilmesi alıntıda yapılan tespiti doğruluyor.
Küba ise sermayedarları kovdu. Büyük toprakları, üretim araçlarını ve yolsuzlukla kazanılan mülkleri, hacim gözetmeksizin kamulaştırdı. Küba'da en ücra köşelerde bile okullar var; eğitim eşit ve parasız. Devrimden önce toplumun küçük bir kısmının yararlandığı sağlık hizmetleri, devrim sonrasında büyük gelişme gösterirken, herkes için eşit ve parasız hale getirildi. Artık Küba'da insanlar sosyalist devrim öncesinde olduğu gibi en küçük hastalıklardan ölmüyor. Bebek ölüm oranının en düşük olduğu ülke Küba. Yalnız Küba halkı devrimden önce bu koşullarda yaşamıyordu. Devrimden önceki Küba'yı Fidel Castro Küba Emperyalizmi Yargılıyor kitabında şöyle anlatıyor: 'Küba'da devrim, 600.000 işsizle, 6 milyon nüfusun yarısının elektriğe sahip olamayışıyla, nüfusun çoğunun barakalarda en temel haklardan yoksun yaşamasıyla karşılandı.' Ve bugün Türkiye'de olduğu gibi '... bankacılık, elektrik, telefon, ithalat, petrol, şeker üretimi ve en verimli topraklar ABD'nin elindeydi.'
Kitapta üzerinde durulan bir diğer konu savaş. Emperyalizm savaşı bir iş, bir zenginleşme aracı olarak görür. Savaşla istediği coğrafyaya girip istediği ülkeye müdahale edebilir. Kapitalist ülkelerde 'silahlanma' en çok kaynak aktarılan alanlardan biridir. Savaşta oluşan maddi ve manevi zararların emperyalizmin gözünde hiçbir önemi yok. Çünkü onun bir tek felsefesi var: Yağma. Bu yüzden emperyalizm halkların kardeşliğinin yanında olamaz. Askeri üslerini koruması ve daha çok yağmalayabilmesi için halkların düşmanlığına ihtiyacı vardır. Bugünkü İsrail'in işgali altındaki Filistin sorunu gibi. Küba'nın bu konudaki tavrı net: 'Yağma felsefesine son verin, savaş felsefesi de son bulacaktır.' Küba tüm ülkelere silahsızlanma çağrısında bulunuyor ve ekliyor: 'Tekeller, akbabalar gibi savaşta ölenlerin cesetleriyle beslenir. Savaşı bir iş, bir zenginleşme nesnesi olarak görenlerin maskesi düşürülmelidir.'
“Küba Emperyalizmi Yargılıyor” yapılan bu tespitlerle, sosyalist kalkınma planına dair verdiği bilgilerle, Küba'yı ve emperyalizmi daha iyi anlamamızı sağlayacak ve biz Küba'yı daha iyi anlamalıyız. Çünkü emperyalizmin dünyada tek güç odağı haline gelmesiyle saldırganlığı ve doymak bilmezliği arttı. Çünkü Küba tüm dünyaya sosyalizmin bir ütopya olmadığını gösteriyor. Çünkü Küba emperyalizme karşı sosyalizmi yaşatmak adına savaşıyor. Çünkü Küba emperyalizmin doymak bilmezliğini ve saldırganlığını sorguluyor. Çünkü Küba günümüz dünyasında insanlığın onurunu kurtarıyor. Küba'yı çok daha iyi anlamalıyız.
küba
29.04.2004 - 11:3527 Mart 2001 Tarihinde Cenevre'de Yapılan 57. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nda Küba Dışişleri Bakanı Felipe Perez Roque Tarafından Yapılan Konuşma
Sayın Başkan,
Küba adına konuşuyorum.
Biz buraya, doğruları söylemeye ve yalancıları itham etmeye geldik. Biz buraya aklımızı kuşanarak geldik: Haklı fikirler ve halkımızın mücadele tarihinin cephaneliğidir bu - hiçbir şey ya da hiç kimse tarafından bastırılamayan gerçek adaleti kazanma çabası, ve saldırılar, kuşatmalar ve iftiralar, bu mücadele iradesinin ne zırhını kırabilmiş, ne de onun tam bağımsızlığına dokunabilmiştir.
İnsan hakları komisyonu bugün eskisinden daha da parçalı bir halde ve geri dönülemez bir itibarsızlık noktası sınırındadır. Bir tarafta Üçüncü Dünya ülkelerinin temsilcileri duruyor: Bizler borçlarımızın tutsaklarıyız, dünya çapında empoze edilmeye çalışılan haksız bir düzensizliğin kurbanlarıyız, sadece yoksulluk ve geri kalmışlığa sahip olanlarız, acı içinde, eğitimsizleriyle, açlar ve fakirleriyle, öldürülen çocukları ve anneleriyle, bizi sömürenlerin refahını sürdürmüş olanlarız. Biz bu komisyonda daima suçlu konumundaydık. Diğer taraftaysa zengin ve gelişmiş ülkelerin temsilcileri var: Onlar alacaklılar, üretilen her şeyi tüketen, kirleten, israf eden, sağlıklarını bize borçlu olduklarını unutan, buna rağmen bizim ülkelerimizi suçlayan ve yargılayan onlar.
İkiyüzlülüğü ve çifte standardı bu komisyonun çalışmalarından silmenin vakti çoktan gelmişti. Birleşik Devletler -dünyamızda neredeyse bir milyar insanı etkileyen- kıtlığın, insan onurunun ihlali olarak kabul edilmesine neden karşı oy kullandığını açıklayabilir mi? Birleşik Devletler, Küba’yı suçlamaya çalışırken, İsrail ordusunun yürekli Filistin insanına karşı işlediği insan haklarının rezilce ve ağır ihlalini kınamayı neden reddettiğini açıklayabilir mi?
Bu komisyonda, geniş çaplı bir reform ve demokratikleşme sürecinin tamamlanmasının talep edilmesinin zamanı geldi. Bu konular her yıl tartışılıyor ve bu amaçlar doğrultusunda birkaç karar alındı. Fakat gerçek şu ki, BM İnsan Hakları Komisyonu Birleşik Devletler ve yandaşlarının hakimiyetinin çıkarları doğrultusunda bir araç işlevi görmeye devam ediyor.
Bu durum değişebilir mi? Elbette değişebilir. Fakat siz, gelişmiş devletlerin temsilcilerinin makul bir şekilde isteklerimizi kabul etmesi gerekiyor. Doğrunun tek sahibi siz olmadığınızı kabul etmeniz gerekiyor. “Fakir insanlar haklı olmaz” ırkçı düşüncesini toptan reddetmek gerekiyor.
Daha demokratik ve hoşgörülü bir dünyaya ihtiyacımız var. Neden küçük bir grup zengin, güçlü ülkeler, giderek daha az demokratikleşen ve çoğulculuktan uzaklaşan bir dünya dayatmaya çalışıyorlar? Sadece ülke içerisinde değil, ülkeler arasındaki ilişkilerde de daha fazla hoşgörü için neden uğraşılmıyor? Neden toplumsal ve siyasi yapılanmanın farklı modellerinin varlığı kabul görmüyor? Tek bir tipte demokrasinin varlığını koruması girişiminin ardındaki mantık nedir? Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda tüm halkların kendi kaderlerini tayin hakkını ve bu hak doğrultusunda her halkın kendi siyasi yapılanmasını özgürce gerçekleştirebileceğini baştan kabul etmedik mi?
Bu Komisyon'un çalışmalarının işlevliliği, ancak karşılıklı saygıya dayanan bir işbirliğinin sonucu olabilir - dogmatik baskı ve burnu büyüklüğünse kesinlikle değil.
Küba, bu Komisyon'un haksız çıkarların tutsağı olmaktan kurtarılmasını talep etmeye devam edecektir. Küba, tüm ülkelerin hakları kabül görene dek mücadelesinden vazgeçmeyecektir; Komisyon'un çoğulcu, şeffaf, nesnel ve demokratik işleyişinin teminatı elde edilinceye dek vazgeçmeyecektir.
Sayın Başkan,
Amerika Birleşik Devletleri Küba'yı insan hakları ihlalleriyle suçluyor. Hepimizin bildiği gibi, bu suçlamada Küba'da insan haklarının durumu konusunda hakiki bir kaygı söz konusu değildir. Gerçekte sözkonusu olan mesele, küçük bir Üçüncü Dünya ülkesinin kendi yolunu seçip seçemeyeceği, kendi yordamınca eşitlikçi bir geleceği ve çocukları için iyi bir yaşamı kurup kuramayacağı meselesidir.
Küba’ya karşı Birleşik Devletler tarafından uydurulan ve bu Komisyon'a ağır baskılarla dayatılmaya çalışılan suçlamayı hakir görüyor ve reddediyorum. Ve gözlerinizin içine bakarak, inatla sesimi yükseltiyorum: Küba’da hiçbir bir insan hakları ihlali yoktur. Küba’yı bu Komisyon'da seçme çabasının arkasında hiçbir gerçek gerekçe olmadığı gibi, böyle bir iddia ancak Birleşik Devletler'in, Küba’yı artık ona bağımlı olmayan özgür bir ülke olarak kabul edemesi hastalığından kaynaklı olabilir.
Bugün BM İnsan Hakları Komisyonu, kırk yıllık soykırımcıl kuşatmanın, ekonomik savaşın, istilâların, terör faaliyetlerinin, yıkıcı uğraşların, Küba liderlerine karşı suikast girişimlerinin, biyolojik savaşların ve daha bir çok saldırganlığın ardından, Küba’ya karşı baskıcı Birleşik Devletler planı ile, gelişme, adalet ve bağımsızlık arzumuzun çarpıştığı en son savaş alanıdır.
Zamanımı, Küba gerçeğini açıklayarak ve Birleşik Devletler suçlamalarının haksız, seçici doğasını kanıtlayarak geçirmeyeceğim. Buna gerçekten gerek yok. Siz kabul etseniz de etmeseniz de, bunu zaten biliyorsunuz. Sadece, Küba’yı insan hakları ve demokrasi konusunda suçlamaya kalkmak için en az ahlakî itibara sahip olan devletin, Amerika Birleşik Devletleri olduğunu söylemekle yetineceğim.
Sormadan edemiyorum: Siz hiç Küba polisinin öğrencileri ve işçileri -dünyanın pek çok bölgesinde gündelik olarak yaşandığı üzere- herhangi bir gösteride dövdüğünü, üzerlerine plastik kurşun sıktığını, köpekler, atlar saldığını, ya da gaz bombası attığını gördünüz mü? Oysa siz de bilirsiniz, Küba’da liderler halkla beraber katılırlar gösterilere.
Hatta, ABD Hükümeti'nin dünyada insan haklarının durumu konusunda hazırladığı son raporunda bile -ki doğal olarak, arada ismi geçmeyen tek ülkenin ABD'nin kendisi olduğu bu raporu, hiçbir biçimde meşru görmüyorum- Küba’da siyasî sebeplerle yaşanmış ölüm ve kayıpların olmadığı belirtiliyor. Ülkemize karşı köklü nefretlerine, bizi karalama saplantılarına ve vicdansızlıklarına rağmen Birleşik Devletler en azından bu konuda yalan söylemeye cesaret edememiş. Gördüğünüz üzere, insan hakları kaydımız o kadar şeffaf ve insancıl ki inkar etmek mümkün değil.
Bu salondan herhangi birisi Küba'da bir tek işkence, ölüm ya da kayıp vakasının sözünü edebilir mi? Bu salonda herhangi birisi, Küba'da gazetecilere yönelik bir suikast olayı, -Birleşik Devletler'de bir Kübalı çocuğu alıkoymaya yönelik başarısız çabadan başka- herhangi bir çocuk kaçırma, çocuk satma ya da çocuk köleliği olayı biliyor mu?
Küba'da bir ölüm mangasının varlığını işiten var mı? Hiç kimse Küba'da annelerin ve büyükannelerin, çocuklarının ve torunlarının kayıpları veya ölümleri peşinden ağladığı gösteriler gördü mü? Aranızdan kimse, Küba hükümetinin halkını kandırarak bir IMF uyum programı kabul ettiğini, ya da ülkesinin zenginliklerini uluslararası kurumlara peşkeş çektiğini duydu mu? Hiç neden kırk yıllık kuşatmadan ve on yıllık korkunç ekonomik sıkıntılardan sonra, halkımız bize artan biçimde destek vermeye devam ediyor, düşündünüz mü? Cevabı, Devrim'in iktidar saplantılı bir seçkin takımına değil, halka ait olmasıdır.
Küba'da liderlerimiz sorumlulukları bir yaşam stili olarak değil, bir görev, yaşama karşı bir tavır olarak görürler. Yetkimiz sadece, paranın ve yolsuzluğun karışmadığı demokratik ve şeffaf seçimlerimize de dayanmaz; halkımızın bize verdiği yetki, bizim soyguncu olmadığımız, onların ihtiyaçları ve hayallerinin üzerinde dolaşmadığımız, yaşadıkları zorluklarını paylaştığımız, sade ve adanmış bir yaşamdan vazgeçmeyeceğimize dair kanaatlerine de dayanır.
Bu kendimizi mükemmel bir toplum olarak göründüğümüzü mü gösterir? Hayır, kendmizden tatmin değiliz. Daha yalnızca yolun başındayız. Yüzyılların dışlanmışlığını ve haksızlıklarını silmeye çalışıyoruz. Eğitim ve kültürü halkımızın bugüne kadar ulaşılmadığı bir seviyeye yükseltmeyi planlıyoruz. Çocuklarımıza, daha önce hiçbir toplum tarafından erişilmemiş eşitlik, toplumsal adalet ve yurttaş katılımı seviyeleri kazandırmak için çabalıyoruz.
Kazanımlarımızı geliştirmek, ve bizi mantıksızca suçlayanların sisteminden daha demokratik olduğunu gayet iyi bildiğimiz siyasî sistemimizi, daha etkili ve katılımcı kılmak için daha da elimizden geleni yapacağız.
Küba'da giderek daha insancıllaşan ve hoşgörü kazanan bir toplum için mücadele ediyoruz. Daha özgür insanlara dönüşen, eğitilmiş ve kültürlü insanlar hayal ediyoruz. Biz yalnızca seçkin bir grup insana değil tüm halkımıza bilinç aşılıyoruz. Derin bir toplumsal duyarlılığa sahip, bireycilikten arınmış, insancıl inancın sağlam köklerine bir sahip toplum hayal ediyoruz. 'Vatan'ın 'İnsanlık' anlamına geldiğini bilen bir halk ile, bu düşleri gerçekleştirmeyi düşlüyor, onlara daha da yaklaşıyoruz. İnsanın ve onurunun temel taşlarını oluşturduğu bizimkisi gibi bir toplum, şiddet, baskı ve düzenbazlıkla ise asla uyuşmayacaktır.
Üzerimizde kimse baskı uygulayamaz. Biz adil ve doğru olanı yapıyoruz. Bizim ahlakî kurallarımız var. Bizim ahlakımız var. Ve şunu içtenlikle açıklayayım: Baskıları ve tehditleri ne kabul ettik, ne de bundan sonra edeceğiz!
Küba'ya karşı yürütülen zalim harekatlerda Birleşik Devletler'e kuyrukçuluk eden ülkelerin, bize insan hakları üzerine söz söyleyebilecek bir nebze olsun ahlakî itibarları kalmamıştır. Ayrıca, bir yandan Birleşik Devletler'le işbirliği yapıp, Küba’ya karşı uygulanan ambargoyu haklı gösterebilmek için çevrilen bu dolaplara katılıp, diğer yandan da Küba'ya uygulanan ablukaya karşı görüş de belirtilemez.
Kavgamızın aynı zamanda kendi hakları için olduğunu bilen, ABD desteği altındaki diktatörlüklerin yüz binlerce insana işkence yaptığı, öldürdüğü, kaybettiği vakitlerde gördüğü Küba dayanışmasını unutmayan Latin Amerika halklarının desteği ve sevgisi bizimledir.
Ayrıca şunu da biliyoruz ki Küba’nın kavgası, Üçüncü Dünya'daki herkesin haklarının savunusudur. Horgörü ve güvensizlik, bizim eşit ve adil bir dünya hakkımızla, gelişme ve yaşama hakkımızla son bulacaktır.
Sayın Başkan,
Küba’nın bağımsızlığı ve özgürlüğü Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da bağımsız ve özgür olmaktan vazgeçmeyecektir.
Küba’nın sosyalist oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da toplumcu olacaktır!
Küba’da halkın yönetiyor oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba halkı kendi istikametini daha da fazla tayin edecektir!
Küba’nın emperyalizme ve hegemonyaya karşı durduğu gerçeği Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba anti-emperyalistliğini ve haklı davalarla dayanışmasını daha da yükseltecektir!
Birleşik Devletler, parçalanmış ve zayıf bir Küba’nın ABD'ye eklemlenmesini savunacak bir partinin kurulmasını istiyor. Ve Küba, birlikteliğin ve bağımsızlığın, toplumsal adalet ve değerlerin, gerçek eşitlik ve hakikî dayanışmanın partisini sahiplenmeye devam edecektir -ki onsuz ne özgürlüğümüz, ne demokrasimiz, ne de barışımız kalırdı!
Kırk yıllık dayanışmamız, bizim ideallerimizi, doğrularımızı, yılmaz irademizi, boyun eğmez ve yenilmez özgürlüğümüzü destekliyor.
Birleşik Devletler'deki hükümdarlar Küba konusunda ne yapabileceklerini artık bilemiyorlar. Her alanda peş peşe yenilgiye uğramaya devam edecekler. Üyelerine yönelik onur kırıcı baskılarla ve çok büyük siyasi fatura karşılığında bu Komisyon'da yapmaya çalıştıkları şeyler, Kral Pyrrhus’un 'Bunun gibi bir zafer daha, beni bitirir' deyişini unuttuklarını gösteriyor.
Onlar bizi dünyada ki en özgür toplum yaptılar. Biz artık onların ticaretine, yatırımlarına, kredilerine bağımlı değiliz. Biz her alanda onların yalanlarını teşhir etme ve her zaman doğruları söyleme imtiyazına sahip olan neredeyse tek ülkeyiz.
Biz, Amerika Birleşik Devletleri'nin asil ve idealist olabilen halkını suçlamıyoruz; egemen bir sistemi, dünyaya dayatılan -ve sürdürülebilir de olmayan- bencil, doymak bilmez bir siyasî ve ekonomik düzeni suçluyoruz.
Bizden, Birleşik Devletler'i memnun etmek için bir jest yapıvermemizi rica edenler var. Halkım adına benim yapacağım jest, yumruğumu havaya kaldırmak ve kırk yıldır bütün Kübalıların kendilerine karşı işlenen suçlara ve gerçekleşen saldırılara verdikleri cevabı, yüksek sesle ifade etmek olacaktır:
YA VATAN YA ÖLÜM!
KAZANACAĞIZ!
sosyalizm
29.04.2004 - 11:31Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da ailelerin %85'i ev sahibidirler.
sosyalizm
29.04.2004 - 11:29Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da eğitim ilkokuldan doktora eğitimine kadar ücretsizdir.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da okur yazar oranı ve okula devamlılık oranı %99 dur.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyanın en çok olimpiyat madalyası kazanan sporcularına sahiptir.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyada en çok öğretmenin olduğu ülkedir.
sosyalizm
29.04.2004 - 11:15Türkiyede sosyalizm deyince milletin çoğunun aklına şunlar gelir:İşçi, çiftçi ve köylülerin hakları, Deniz Gezmiş,1 Mayıs’lar...Ve çoğu kişi bu kadar kavga gürültü çıkartan, sokak çatışmalarına neden olan bu 'sosyalizm'in ne olduğundan haberi yoktur.Çünkü belki de haberleri olması istenmemektedir.Artık ülkemizde kütüphaneler, kitaplar (Tarih, bilim, sosyoloji, felsefe gibi..) kimsenin ilgilenmediği şeyler haline gelmiştir.Doğudaki vatandaşımıza bilgi vermek, eğitmek, kültür sahibi yapmak gibi birşey hiç bir hükümetin ilgileniği birşey değildir.Düşünüyorumda KÖY ENSTİTÜLERİ kapanmasaydı, köylünün bilgilenmesi engellenmeseydi bugün Türkiye nerelere gelirdi.Giderek KÜLTÜRSÜZLEŞTİRİLEN toplumumuz Medya ve düzen partileri sayesinde cahil, bilgisiz, umutsuz ve mutsuz bir kitle haline getirildi.POPSTARlar, Televoleler, SMS çılgınlığı ile halkı uyutmayı çok iyi başarıyor başımızdakiler.İşte SOSYALİZM tüm bu kültürsüzleştirme politkalarına karşı çıkar, Sosyalizm halkın bilgi almasını engellemez, sosyalizm cahil insan bırakmamak için çabalar.Herkesin çalıştığı ürettiği kültürlendiği bir toplumun da başaramayacağı şey yoktur.
Ve işte bu yüzden ABD gibi kapitalist ülkeler sosyalist ülkelerin güçlenmemesi için elinden gelen her şeyi yaparlar.Ama her şeyi!
anglosakson
28.04.2004 - 12:49Türk Dil Kurumu sözlüğünde, '5. ve 6. yüzyılda İngiltere'yi işgal eden Germen ırkı' olarak tanımlanan kelime aydınlarımız tarafından değişik biçimlerde kullanılıyor. İngiliz kültürünü ve onun ürünlerini ifade etmek için kullanılan Anglo-Sakson kelimesi, bugün daha çok anadili İngilizce olan toplumları (İngiltere, Avustralya, Kanada ve Amerika) belirtmek için kullanılıyor.
Güldünya'lar
28.04.2004 - 12:42cehalet. eğitim şart!
asgari ücret
28.04.2004 - 12:39Bugün açıklanan araştırmaya göre Türkiye'de Nisan 2004 itibariyle 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 1 milyar 461 milyon TL.
Bu asgari ücretle 4 kişilik bir aile nasıl geçindirilir!
açlık
28.04.2004 - 12:38Türk-İş Araştırma Merkezi tarafından yapılan araştırmaya göre, Mart 2004'te 474 milyon 740 bin lira olan aylık 'zorunlu gıda harcaması tutarı, yüzde 1.7 oranında artarak Nisan 2004'te 480 milyon 4 bin liraya yükseldi.
turgut özal
28.04.2004 - 12:22İktidara geldikten sonra 1934 yılından beri kutlanmakta olan 'Milli Ekonomi ve Yerli Mallar Haftası' artık kutlanmamaya başlandı.Ve bugün günümüzde yabancı ürünler varken yerli malı kullanmak neredeyse ayıp hale geldi
sosyalizm
28.04.2004 - 12:01Türkiye de sosyalizmi en güzel şekilde uygulamaya geçirebilecek program Mehmet Ali AYBAR'ın partisi T.İ.P.in programıydı.
asgari ücret
28.04.2004 - 11:57Türkiye'de 2003 yılı başında belirlenen ve halen geçerli olan net 225 milyon liralık asgari ücret, 144 Euroya denk geliyor. Buna göre, Çek Cumhuriyeti'nde uygulanan asgari ücret bile 194 Euro ile Türkiye'dekine oranla yüzde 35 daha yüksek düzeyde bulunuyor.
Türkiye'de yaklaşık 144 euro olan asgari ücret, Lüksemburg'da 1.368, Hollanda'da 1.264 Euro, Belçika'da 1.233, İngiltere'de 1.124, Fransa'da 1.215 ve İrlanda'da 1.100 Euro düzeyinde bulunuyor.
Buna göre, Türkiye'deki asgari ücret gelişmiş Avrupa ülkelerindekinin yaklaşık 8'de biri düzeyinde. Asgari ücret Malta'da 542, Yunanistan'da 504, İspanya'da 451, Slovenya'da 442, Portekiz'de 356, Macaristan'da da 197 Euro ile Türkiye'dekinin çok üzerinde bulunuyor.
Yani gerçekten AKP hükümeti sağolsun ekonomimiz süper, işçiye çalışana, emekliye çok önem veriyorlar...Yakında kesin AB ye gireriz...(!)
komünizm
28.04.2004 - 10:19A.B.D. nin özellikle 2.dünya savaşından sonraki yoğun çabaları sonucunda tüm dünya insanlarına 'öcü' gibi gösterilmiş sistem.
Bu 'öcü' gibi gösterme çabalarına, Stalin'in 2.dünya savaşında ve SSCB de yaptığı 'vahşice katliamlar' ve 'yayılmacı politikası' da tuz-biber ekmiştir...
Laik bir sistemi savunması da 1900'lerin başında çoğu kişinin hoşuna gitmemiş olabilir.
yaşar nuri öztürk
27.04.2004 - 17:55ESKİ chp milletvekili.
sosyalizm
27.04.2004 - 17:04İlk Sosyalist Türk Partisi, OSMANLI SOSYALİST FIRKASI dır.
-1910 da İstanbulda kuruldu.
Genel Başkan: İştirakçı Hilmi
Üyeler: Namık Hasan, Pertev, Tevfik, İbnil Tahir, İsmail Faik, Baha Tevfik, Hamid Suphi
-Paris Şubesi (1910)
Kurucusu: Dr.Refik Nevzad
Üyeler: Avni Kemal, Hoca Kadri, Fuat Nevzat, Memil Zeki
sosyalizm
27.04.2004 - 16:39Uğur MUMCU'nun
-'Bir uzun yürüyüş/Behice Boran'
-'Aybar ile söyleşi/Sosyalizm ve Demokrasi' isimli kitabları özellikle sosyalizmle ilgilidir.
sosyalizm
27.04.2004 - 16:27Attila İlhan'ın kitabı ' Sosyalizm Asıl Şimdi '
'... Sosyalizm, imana dayanan müminlerin yumrukla döşlerini dövmelerini öngören, mistik bir tarikat değildi. Diyalektik, karşıtlıkların aynı yerde ve her yerde, bir şeyden ve her şeyde, çatışmasını ve içi içe olmasını gerektiriyor; her şeyde, her yerde böyle olacaktı da, sosyalizmin uygulandığı yerlerde, yani kendi içinde olmayacak mıydı?
Yanılma payı elbette büyüktür, ama metoda ait olduğu şüpheli? Yanılanlar, tarih boyunca olduğu gibi, yine yöneticiler...'
'...Sosyalizm iflas etmişmiş! Boş laf! 'Kıro' bir şoför, kullandığı otobüsü şarampole devirdi diye, artık otobüse binmekten vaz mı geçeceğiz? Vazgeçilecek olan o şöför, onun otobüsü kullanma biçimi! Sosyalizm, asıl şimdi gündemdedir: testiyi dolduranla kıran, nihayet birbirinden ayrılabiliyor...'
sosyalizm
27.04.2004 - 16:11Alparslan Işıklı'nın kitabı 'Sosyalizm Kemalizm ve Din' çok değerli bir çalışma.Mutlaka okunmalı.
Toplam 1733 mesaj bulundu