II. Beyazıt zamanında Safevi tehdidi artarken Anadolu’da buna paralel olarak Şah Kulu isyanı ile Yavuz sultan Selim babasını devirip tahta geçti. İran seferine hazırlanan Yavuz sultan Selim, beyler beyi ve sancak beylerine emir vererek “Şah İsmail”e taraftar olan ve ayaklanma ihtimali olan 40 BİN KİŞİYİ HAPİS VE İDAM ETTİRDİ.
Kitabın adı:(Osmanlı da ve İran da mezhep ve devlet - Taha Akyol)
Adı Türkçe olan tek osmanli padişahı Orhan Gazi' dir. Yavuz da türkçe isim olmasına rağmen, yavuz sultan selim' in adı Selim' dir. Yavuz, sonradan yapılan yakıştırmadır.
Ana dilimiz Türkçe, yeryüzünün en eski ve en geniş coğrafya parçasında konuşulan gelişmiş, zengin bir kültür, bilim ve sanat dilidir. Türkçe en eski, en köklü dillerdendir diyoruz; çünkü bugünkü dillerin çoğu ortada yokken, hatta bugünkü bazı dillerin ataları sayılan diller bile ortada yokken Türkçe vardı.
Türkçe en geniş coğrafya parçasında konuşuluyor diyoruz; çünkü bugün artık Türk dili sadece Anadolu’da ve Balkanlarda değil, sadece Türkistan’da ve Sibirya’da değil; çalışmak amacıyla Avrupa’ya, Amerika’ya, Avustralya’ya giden vatandaşlarımız sayesinde dünyanın dört bucağında konuşuluyor. Türkçenin lehçeleri dediğimiz çeşitli kolları Balkanlardan Uzak Doğu’ya kadar geniş coğrafyada yazı ve konuşma dili olarak kullanılıyor. Bütün bu kollara Türk dili ailesi adını veriyoruz.
Türkçe, bugün Türk dil ailesinin en fazla konuşucuya sahip kollarından biridir. Yaklaşık 70 milyon kişinin konuştuğu Türkiye Türkçesi, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil, diğer bölgelerde de konuşulan ve yazılan dillerdendir. 1980’lerin ortalarında UNESCO hazırladığı bir raporda, Türkçenin konuşucu bakımından dünyanın beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştı. Hiç kuşkusuz, bu raporu hazırlayanlar Türk dilinin bütün kollarını, yani dil ve lehçelerini, bir bütün olarak kabul ederek bu sonuca ulaşmışlardı. Kesin nüfus sayımı sonuçlarına dayanmasa da Türk dilinin çeşitli kollarını konuşan 200 milyonu aşkın insan bulunduğu sanılmaktadır. Ancak UNESCO, daha sonraki yıllarda hazırladığı raporlarda Türk dil ailesini bir bütün kabul etmeyerek, her Türk lehçesini sıralamada ayrı ayrı değerlendirdi. Böylece Türk dilinin sıralamadaki yeri değişti. Bu durum gerçeği değiştiremez. Yaklaşık 12 milyon km2 lik bir alanda, Türk dilinin birbirine uzak veya yakın lehçeleri konuşulmakta, yazı dili olarak kullanılmaktadır. Bunlar içerisinde Türkiye Türkçesi, güncel birtakım sorunlarına karşılık; kültür, sanat, edebiyat ve bilim dilidir.
Herhangi bir dilde yazılmış bir romanın Türkçeye çevirisi yapılabiliyorsa, felsefe eserleri Türkçeye çevrilebiliyorsa, Türk yazarlarının eserleri yabancı dillere çevrilebiliyorsa; Türkçe bir kültür, sanat ve edebiyat dilidir. Bilim eserlerinin yazılabildiği, çevrilebildiği, yeni terimlerin türetilebildiği ve her aşamada öğretimin yapılabildiği Türkçe, bir bilim dilidir. Türkçenin bilim dili olmadığı, olamayacağı konusundaki sözler bir iddiadan öte gidemez.
Türkçe gelişmiş bir dildir diyoruz; çünkü Türkçenin söz varlığı bugün 75.000’e ulaştı. Türk Dil Kurumunun 1945’te çıkardığı birinci baskı Türkçe Sözlük’te 20.000 civarında söz vardı. 1998’de çıkan Türkçe Sözlük’te ise 75.000 söz var.
Türkçe, kavramlar yönünden son derece zengindir:Akrabalık ilişkilerimize verdiğimiz önemin sonucu akrabalık ile ilgili sözler başka hiçbir dilde görülemeyecek kadar fazladır, zengindir. Pek çok dilde bırakınız baldız, görümce, elti gibi sözlerin karşılıklarını, teyze ile halayı ayırt edecek sözler bile yoktur. Renk adlarımız, renklerin en küçük ayrıntısına kadar tonlarını verecek şekilde zengindir: Yavru ağzı, gül kurusu, gök mavisi...
Peki bu zengin söz varlığından yararlanabiliyor muyuz?
Yararlandığımız söylenemez...
Türkçe Sözlük’ün son baskısında madde başı olarak 75.000 söz var dedim. Ne yazık ki bu söz varlığından yeterince yararlanmıyoruz. Her toplumda gündelik hayatta kullanılan söz sayısı, o dilin genel söz varlığına göre düşüktür. Ancak, yapılan araştırmalara göre Türkiye’de bu oran çok daha düşük. Sokaktaki insanın söz varlığı elbette onun dünyasına göre olacaktır. Ama kitle iletişim araçlarının söz varlığı daha geniş olmalıdır. Birkaç yüz sözle, en fazla beş yüz altı yüz sözle, haber programları, hatta diziler çekiliyor.
Sözlük kullanma alışkanlığımız da tam olarak gelişmemiş. Sözlere kendimize göre anlamlar yükleyip kullanıyoruz. Bu durum, yalnızca yabancı kaynaklı sözleri değil, Türkçe kökenli sözleri de birbirine karıştırıp yanlış kullanmamıza yol açıyor. Söz gelişi gözaltına almak ile gözlem altına almak sözleri yerli yerinde kullanılamıyor. Bu yanlışı kitle iletişim araçları yapınca, yanlış kullanış toplumda hızla yayılıyor. Sözleri yerli yerinde bilerek kullanmak gerekir, anlamı bilinmeyen sözler için mutlaka sözlüğe başvurulmalıdır. Bunun eğitimi ilkokuldan başlayarak yapılmalı. Zaten bu işin temeli de eğitimdir. Okullarımızda Türkçe eğitimi gözden geçirilmeli ve bilişim teknolojilerinden de yararlanılarak düzenlenmelidir. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığımıza büyük görevler düşmektedir.
Peki Türkçeyi doğru ve güzel olarak kullanıyor muyuz?
Ne yazık ki bu soru için de evet diyemeyeceğim...
Türkçenin kullanımıyla ilgili olarak yaşanan sorunların başında söyleyiş bozuklukları geliyor. Türkçe kökenli sözlerde söyleyiş bozukluğu fazla görülmüyor, ama yabancı kaynaklı alıntı sözlerde söyleyiş bozukluğuna sık rastlıyoruz. Bu yanlışlardan kurtulmak için kullandığımız sözün doğru söyleyişini bilmemiz gerekir. Dilimizde karşılığı bulunan sözlerin Türkçesini kullanmak da bu yanlışlardan kurtulmamızı sağlar. Dilimizde karşılığı olmayan sözleri de kullanırken Türkçede kabul görmüş ve yaygınlaşmış şekilleriyle kullanmalıyız: hâkem değil hakem; râkip değil rakip demeliyiz. Bu yanlışları radyo televizyon sunucuları yapınca yanlışlar hızla yayılıyor.
Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük’ün 1998 yılında yapılan 9. baskısında bu tür sözlerin söylenişi de verilmiştir. Uzun söylenmesi gereken ünlüler, ince söylenmesi gereken ünlüler belirtilmiştir. Radyo ve televizyon sunucularına, spikerlerine bu konuda büyük görev düşüyor. Sunucular ve spikerler, sözleri doğru biçimlerde söylerlerse, doğru biçimler toplumda daha hızlı olarak yayılır. Özel radyo ve televizyonların yayına başladığı ilk günlerdeki görüntü yavaş yavaş kayboluyor. Artık, spikerler ve sunucular daha özenli konuşuyorlar. Yanlışlardan kaçınıyorlar. Ancak, bu demek değildir ki kitle iletişim araçlarında Türkçe tamamen yanlışsız kullanılıyor. Türkçeyi doğru ve güzel kullanma konusunda duyarlı davrananlar çoğalmaya başladı. Önemli olan bu duyarlılığın, bu bilincin uyanmasıdır.
Günümüz Türkçesinin en önemli sorunu, yabancı dillerin, özellikle de İngilizcenin, Türkçeyi olumsuz olarak etkilemesi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan ve İngiliz kültürleri bütün dünya dillerini etkilemeye başlamıştı. Türkiye’de İngilizce ile öğretime başlandığı 1950’lerde Anglo-Sakson kültürünün yoğun etkisi de kendisini hissettirdi. İngilizce sadece Türkçeyi değil, başka dilleri de etkiliyordu. Fransızlar dillerini korumak amacıyla yasa bile çıkardılar. Yabancı dil öğrenme düşüncesi, zamanla yabancı dille öğretime dönüştü ve yaygınlaştı. Çocuklarımıza yabancı dil öğretelim. Hatta çocuklarımız bir değil birkaç yabancı dil bilsinler. Ama yabancı dille öğretim, yanlış bir yol. Yabancı dili yabancı dil dersinde öğretelim. Matematiği, fiziği, kimyayı gençlerimiz ana dillerinde Türkçe olarak öğrensin. İngiliz-Amerikan kültürünün etkisi sadece dilde değil, pek çok alanda kendisini gösterdi. Beslenme alışkanlıklarımızdan, giyime, müziğe kadar pek çok alanda bir etkilenme söz konusu. Ancak, en fazla dikkati çeken de dildeki etkilenme oluyor. Dilimizi olduğu kadar, diğer ulusal değerlerimizi de yaşatmak zorundayız.
Özenti ile dilimize yabancı sözlerin girişi de arttı. Türkçesi varken yabancı kaynaklı sözleri kullanmak özentiden başka bir şey değildir. Dilimizde karşılığı bulunmayan sözler için de karşılık türetmek gerekir. Türk Dil Kurumu öteden beri bu çalışmayı yürütüyor. Bugün kullandığımız pek çok sözü bu çalışmalara borçluyuz.
Yabancı dillerin etkisinin artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Divan Oteli demek dururken Hotel Divan, Marmara Oteli demek dururken The Marmara demek, Türkçenin söz dizimi özelliklerini zorlamaktır. Son zamanlarda bir de çeviri yoluyla anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım kalıbı yabancı kaynaklı... Doğru olmayan bu kullanışlar da yaygınlaşıyor: Çay içmek, kahve içmek yerine çay almak, kahve almak; özür dilerim yerine üzgünüm gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç örnek. Türkçenin yapısına ve mantığına aykırı bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor. Türkçemize son yıllarda Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden, bir söz akını olduğu gerçektir. Sözlerin bir bölümü teknolojiyle birlikte geldi. Yeni bulunan ve yeni üretilen aletler, ülkemize gelirken adını da birlikte getirdi: air-conditioner, disket, faks, kamera, kompakt disk, monitör, printer, radyo, televizyon, tubeless, video, walkman… Dilimizin doğal gelişmesi içerisinde bu aletlerin çok az bir kısmına karşılık bulunabilmişti: buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu vb... Buna karşılık yabancı kaynaklı sözlerin dilimize girişi her geçen gün biraz daha artıyordu. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcıları ile ilgili sözler de dilimize girmeye başladı, hatta bu sözlerden fiiller türetildi: air-conditoned araba, kaset, diskjokey (kısaltılması de je olarak değil, İngilizcedeki biçimiyle söylendi: dicey) , videojokey (ve je değil, vicey biçiminde söylendi) , fakslamak, hardware, software, zapping, zaplamak, zoomlamak... Kısa bir süre içerisinde yabancı kaynaklı söz kullanmak bir özenti halini aldı. Günlük hayatta, çarşıda, pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda kısacası her yerde yabancı kaynaklı sözler artık bilinçsizce kullanılır oldu.
Bu olumsuz duruma karşılık, daha önce söylediğim gibi toplumda Türkçe bilincini uyandırmak ve canlı tutmak zorundayız.
Dilimizin zenginleştirilmesi konusunda Türk Dil Kurumu geçmişte olduğu gibi bugün de üzerine düşen görevi yapacaktır. Dilimize girmekte olan yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar bulunması, Türkçeyi geliştiren ve zenginleştiren çalışmalardan biridir. Kültürler arası ilişkiler dillerin birbirlerinden etkilenmesi gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Mesafelerin ortadan kalktığı toplumların birbirine yakınlaştığı çağımızda, bu etkilenme daha büyük boyutlarda olmaktadır. Bu kelimelere Türkçenin kaynaklarından yararlanılarak karşılıklar bulmak ve Türkçe kökenli sözleri kullanmak, bir yandan dilimizin gelişmesine katkıda bulunulurken diğer yandan da teknolojiden, bilimden, ana dilimiz aracılığıyla yararlanmamız sağlanmaktadır.
Türk Dil Kurumu olarak, Atatürk’ün 'Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.' sözünü kendimize ilke edinerek, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma mücadelesini veriyoruz. Türk Dil Kurumu olarak, öteden beri yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar buluyor, bu karşılıkları Türk Dili dergisinde yayımlıyoruz. Bu karşılıklara birkaç örnek vermek istiyorum: Anchorman karşılığında ana haber sunucusu; arboretum karşılığında ağaç parkı; viyadük için köprü yol; eskort için koruma aracı; fac-similé için belgegeçer, onun kısaltılmış şekli olan faks için ise belgeç; reyting için değerlen-dirme; rantiye için getirimci; avans karşılığında öndelik; boarding card için uçuş kartı vb...
Bu sözler kitap haline de getirilmiştir. Yabancı Kelimelere Karşılıklar adındaki kitabın birinci cildi 1995’te, ikinci cildi ise 1998’de yayımlandı. Bu kitapların yayımlanmasından sonra önerilen karşılıklarla birlikte yeni baskısı önümüzdeki ay içerisinde yapılacaktır. Ancak önemli olan, bu sözlerin kamuoyunca benimsenmesi, dilimizin söz varlığı içerisine girmesidir. Burada topluma, özellikle aydın kesime, sanatçılara, yazarlara düşen görevler var. Türk Dil Kurumunun yabancı kaynaklı sözlere bulduğu karşılıkları yazarlarımız sanatçılarımız, sunucularımız benimser ve kullanırsa, bu sözler toplumda hızla yaygınlaşacaktır. Toplumun benimsediği bir söz artık dilin malı olmuş demektir.
Çalışmalarımız, terimlerin Türkçeleşmesini de içermektedir. Terimlerin Türkçeleştirilmesi demek, Türkçe terimlerle bilim yapmak anlamına gelir. Bu da bir bilim dili olan Türkçenin daha da gelişmesini güçlenmesini sağlayacaktır. Türk Dil Kurumu olarak mühendislik bilim dallarındaki terimlerin Türkçeleştirilmesi ve bütün mühendislik fakültelerinde ortak terimlerle öğretim yapılması konusunda Mühendislik Dekanları Konseyi ile iş birliği içerisinde çalışma yapmaya da başladık. Bu amaçla 26 Nisan 2002 günü Türk Dil Kurumunda düzenlediğimiz Mühendislik Terimleri Bilgi Şölenine üniversitelerimizden yüze yakın bilim adamı tartışmacı olarak katıldı. Bu toplantının sonucunda çalışma grupları oluşturuldu. Her bilim dalında bu tür çalışmalar yapılması, Türkçeyi bilim dili olarak daha da geliştirecektir.
Türkçedeki yabancı ögelerin artmasından, kitle iletişim araçlarında Türkçenin bozuk ve kulak tırmalayıcı bir biçimde kullanılmasından bizler de rahatsızız. Aslında aklı başında herkes, Türkçedeki bu yabancılaşmadan rahatsız.
Dildeki yabancılaşmanın bir başka boyutu, iş yerlerine yabancı adlar verilmesi. Bu eğilim ne yazık ki gittikçe yaygınlaştı ve sokaklarımızın, caddelerimizin görüntülerini bozdu. Sokaklarımız bize tanıdık gelmiyor artık... Büyük alış veriş merkezlerinin, büyük mağazaların yabancı adlar kullanmasından sonra mahalle bakkalının, mahalle kasabının da bu akıma kapılarak iş yerine yabancı adlar vermesi, bana kendisini ördek sanarak göle dalan civciv masalını anımsattı. Rainbow Kasabı, Groseri Market, Coiffeur Angle gibi sizin de sokaklarımızda, caddelerimizde göreceğiniz yüzlerce ad, yabancılaşmanın, kendini inkârın örnekleridir. Bir kasabın dükkânına rainbow adını vermesi kadar gülünç, gülünç olduğu kadar da düşündürücü, kahredici başka bir şey yoktur. Bunlar yabancı firmaların temsilciliğini yapanlar, bayii olanlar değildir. Ancak, bu akımın özellikle yabancı firmaların temsilcilikleriyle başladığını da belirtmem gerekir. Son zamanlarda Türkçe veya Türkçeleşmiş adlar iş yerlerinde kullanılırken gelenekleşmiş Türk imlâsı yerine yabancı imlâsıyla yazma eğilimi dikkat çekiyor: Efendy, Hotel Taxim, Eskidji, Laila, Wishne Bar, Neshe, Kitapchi, Yemish, Kebabchi, Derichi... gibi iş yeri adları, Osmanlı Devletinin son günlerindeki işgal dönemi İstanbul’unu anımsatıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bunları hangi düşünce ile yapıyorlar anlamak mümkün değil. Bu, Türkçeyi bir İngiliz gibi, bir Amerikalı gibi yazmaktan başka bir şey değildir. Alfabemizdeki Ş, Ç harflerini bizzat Atatürk’ün başkanlığını yaptığı bir kurul belirlemiştir. Bu iş yerleri Atatürk'ün Yazı Devrimine ve 1353 sayılı Alfabe Yasasına aykırı hareket etmektedirler. Atatürk’ün Yazı Devrimine saygısızlık olarak adlandırılması gereken bu davranışı yapanlar uyarılmalıdır. Ülkemizin mağazalarının, kuruluşlarının adlarının Türkçe olması ve Türk alfabesiyle yazılması esas olmalıdır.
Bunları önlemenin yolu, öncelikle toplumda Türkçe bilincinin uyandırılmasından geçmektedir. Ancak, özellikle iş yeri adlarındaki yabancılaşma karşısında yerel yönetimler etkili olabilir. İş yeri açılışı için ruhsat başvurusu sırasında, iş yerine yabancı ad vermek isteyenlere belediyeler izin vermeyebilir. Türk Dil Kurumu olarak, bu konuda daha kalıcı ve etkili bir yasal düzenleme için girişimde de bulunduk.
Dilin söz varlığının zenginleştirilmesi, bütün bilim dallarında öğrenim ve araştırmanın sürdürülmesi için dile terimlerin kazandırılması, dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması gereklidir. Bunlar yapıldığında dilde iyileştirme, daha doğru bir söyleyişle, gelişme, zenginleşme yaşanır.
Bilimde, teknolojide yaşanan gelişmeler dile de yansır. Yeni kavramlara, yeni ürünlere dilimizin kaynaklarından yararlanarak karşılık bulmamız gerekir. Türkçe söz köklerinden işlek eklerle yapılan yeni türetmelerle dilin söz varlığı zenginleştirildiği gibi, aynı yolla dile kazandırılacak terimlerle Türkçenin bilim dili olarak gelişmesine katkıda bulunmuş olacağız. Bu yapılmadığı takdirde yabancı sözler, yabancı terimler dile girer. Dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması da gereklidir. Birer özenti alıntısı niteliğinde olan show, konsensus, transformasyon, efor gibi sözler Türkçede karşılıkları olmasına rağmen kullanılmaktadır. Öncelikle bu özenti alıntılarının ayıklanması gerekir. Geçmişte de Türkçeye Arapçadan, Farsçadan özenti alıntıları girmişti: Türkçede güneş varken Arapçadan şems, Farsçadan hurşid, afitab sözlerinin girmesi gibi. Üstelik bazı alıntı sözler, dildeki birkaç sözün yerine kullanılmakta, dilde yoksullaşmaya yol açılmaktadır. Türkçede değişim, dönüşüm, kabuk değiştirme gibi ince anlam özelliklerine sahip sözlerimiz varken bunların yerine kullanılan tranformasyon dilde yabancılaşmanın yanı sıra söz varlığında yoksullaşmaya da yol açıyor. Üstelik bu sözü kimileri transformeyşın, kimileri de transformasyon diye söyleyerek ayrılıklar da yaratıyorlar.
Türkçenin şu andaki en önemli sorunu, dildeki yabancı ögelerin artmasıdır. Her dilde yabancı kökenli söz vardır. Hiçbir dil saf değildir. Türkçe de pek çok dile söz vermiş, pek çok dilden söz almıştır. Türkçenin İngilizceye verdiği sözler de vardır. Bunlardan en ilgi çekici olanı son zamanlarda dilimize giren kiosk’tur. Bu söz Türkçeden İngilizceye geçen köşk sözüdür. İngilizcede kiosk biçimine dönüşmüş ve bizim sözümüz bu defa farklı bir anlamda karşımıza çıkmıştır. Dildeki yabancı sözlerin bir ölçüsü olmalıdır. Bu ölçü dilin kimliğini bozacak derecede olmamalıdır. Dil gerek duyduğu sözleri, karşılık bulunmaması durumunda yabancı dillerden aynen veya ses değişikliğine uğratarak alır.
En kötüsü dilin söz dizimi özelliklerinin yabancılaşması, yabancı eklerin dile girmesi, dilin mantığına aykırı kullanışların yaygınlaşmasıdır. Türkçede çokluk eki -lar, -ler varken, İngilizcedeki çokluk eki ’s’nin kullanılması, Türkçede -nın, -nin eki varken İngilizcedeki ’s ekinin kullanılması, üzerinde dikkatle durulması gereken konudur. İnternette gördüğüm bir ağ sayfasının adresinde ‘okuls’ sözü vardı. Sayfanın hazırlayıcısına bu sözdeki s’nin anlamını sorduğumda bana verdiği yanıtta, sözün okullar anlamına geldiğini ve İngilizcedeki çokluk ekini ilgi çeksin diye kullandıklarını söylüyordu. Türkçede ‘article’ olmamasına rağmen, bir otelin adında ‘the’ biçimini kullanması dile yabancı sözlerin girmesinden daha tehlikelidir. Bunlar dilde olmayan, dilin yapısına uymayan biçimlerin dile sokulmasıdır. Bu, kan grubu B olan bir kişiye A grubundan kan vermek gibi bir şeydir.
Dilimizi bekleyen tehlikeye gelince... Üçüncü binyılın henüz başlarındayız... İnsanlığı yeni binyılda nelerin beklediği, geleceğin dünyasının nasıl olacağı, bilimde hangi noktalara ulaşılacağı gibi çeşitli konularda bilim adamları öngörülerde bulunuyorlar. Bu öngörülerden biri de yeryüzündeki dillerle ilgili. Yeni binyılın daha ilk yüzyılı sona ermeden yeryüzündeki pek çok dilin yok olacağı öngörüsünde bulunuluyor. Ürpertici bir öngörü... Bir dilin yok olması demek, bir kültürün, dahası bir ulusun yok olması demektir. Dilini kaybeden bir ulusun bireylerinde genlerin birkaç kuşak daha yaşayacağı, ulusların biyolojik olarak varlıklarını sürdürebileceği ileri sürülebilir. Ulusu oluşturan en önemli öge dil olduğuna göre dili yeryüzünden silinmiş bir ulusun varlığının da silinmiş olacağı bir gerçektir. Geçmişte bu durumun örnekleri vardır. Ancak, Türkçe için böyle bir tehlike söz konusu değildir. Türk ulusu diline sahip çıktıktan sonra, karamsar olmamak gerekir. Bu bilinç uyandıktan sonra Türkçemizin geleceği konusunda endişeye yer yoktur. Üçüncü binyılda Türkçemizi aydınlık günlerin beklediğine inanıyorum.
Ülkemizde Türkçe ile ilgili tek resmî kurum Türk Dil Kurumudur. İmlâ kılavuzları, sözlükler, dil bilgisi kitapları hazırlama görevi yasa ile Türk Dil Kurumuna verilmiştir. Ancak, bu işi yapan bir kurum var diyerek herkesin bir kenara çekilmesi, Türkçenin katledilmesine seyirci kalması mümkün değildir. Türkçe hepimizin en kutsal varlığıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir, adımızdır, soyadımızdır, türkümüzdür, şarkımızdır, sevgimizdir. Şairin dediği gibi Türkçe, ses bayrağımızdır. Bayrağımızı koruduğumuz gibi dilimizi de korumalıyız. Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan da ödünç aldık. Ele ele verelim, dilimize sahip çıkalım. Gelecek kuşaklara Türk’e yakışır bir Türkçe bırakalım.
Prof. Dr. Şükru AKALIN
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Başkanı
devletin en önemli gorevlerinden ikisi, vatandaşlara egitim ve saglik hizmetleri sunmaktir. Ancak, bir devletin özunde, yerine getirmesi gereken şeye topluca sosyal fayda yaratmak da denebilir. Bunun kisaca anlami sudur: Devlet bir ekonomik etkinlikten zarar etse bile o faaliyet vatandaşa fayda sağliyorsa sürdürülmelidir. Bu arada akilcil yaklaşımlarla kar edilen etkinlikler de planlanır. Ama, bu pantalon bu adama kIsa geliyor diye, adamin bacaklarını kesmek saçmalıktan öte bir şey değildir. Pantalonun paçalarinı uzatmanın yolları aranmalıdır. Ayrıca bir de özelliştirmeden mağdur olan insanlar vardir ki genellikle kit'leri satin alan özel sektör girişimcilerinin 'söz veriyoz atmayacaz isçileri' demeleri aldatmacadan başka bişey olmamıştır...
İletişim yayınlarından çıkan, sosyalizm hakkındaki kitaplar:
Marksizm ve Sosyalizm Üzerine Düşünceler (Mehmet Ali Aybar) Feminizm, Sosyalizm ve Eylemde Birlik (Emel Çetin Özgül, Sheila Rowbotham)
Olduğu Gibi Rus Biçimi Sosyalizm (Zekeriya Sertel)
Osmanlı İmparatorluğu`nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923)
Sosyalizm ve Parlementer Demekrosi (Ahmet Demirel, Geoff Hodgson)
Türkiye'de Sosyalizmin Tarihine Katkı (Kerim Sadi)
Günümüzde iyice belirginleşen 'güçlü'nün, 'güzçsüz' ü ezmesine düz zemin hazırlayan, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan; ve elbette dünyayı merkezci globalizme sürükleyen canavar.. insan hırsının, sınıfçılıkla birleşip 'özgürlük' şekeriyle kaplanarak halka sunulmasıdır..
-Bırakınız yapsınlar...!
-Zengin çok şey yapabilir, İyi ama fakir ne yapabilirki?
Bugün Cumhuriyetin en büyük düşmanının 'köktendinciler' olduğunu zanneden dernek.
Oysa bugün laik cumhuriyeti tehdit eden köktendinci sayısı çok çok azdır.Asıl büyük tehlike emperyalist ABD nin işbirlikçisi çevreler ve Kapitalist, Liberalist, 2.cumhuriyetçi çevrelerdir! Bunlar en büyük Atatürkçülük düşmanlarıdır.Ve halkımız esas bunlardan etkilenmektedir.
Hem iskoçlarin hem de Galli lerin ataları oldugu tahmin edilen ırk.Çok vahşi ve savaşçi bir irk olan keltler ilk olarak bugünkü Almanya civarlarında gorülduler.Daha sonra göç ederek Britanya adasina yerleştiler.En sonunda o bolgece Angels and Saxons'ların gelmesi ile bir kismi kuzeye(iskoçya) giderken bir kısmi galler bolgesine gitti.kuzeydekiler angels and saxons'larla daha cok karisirken galler bolgesinde olanlar daha az karistiler.(bilgi=angels and saxons da alman ve iskandinav irklarinin karisimidir)
Adanın ve ülkenin (ingiltere) tarihcesi, adaya birbiri ardina gelen farkli irklar ve kulturlere gore rahatlikla ayrilabilir.
kabilelerin britanya adalarina gocleri, roma imparatorlugu donemlerinde hiz kazanmis olsa da, bunun oncesine kadar dayanir. adaya ilk ayak basanlar, avrupa kitasi'ndan gelen keltler olur. tarihciler, kesin bir tarih vermekten korksalar bile, m.o. 1500-2000 yillari, keltlerin adalara geliş tarihleri olarak gosterilir.
Gotlar, vandallar, saksonlar ve benzer alman kabileleri tarafindan daha da batiya itilmeye baslanan keltler'in izlerini, avrupa'nin (iber yarimadasi'ndan sonra) en bati ucu olan galya'da gorebiliriz. gunumuzde bu kelt toplumlarinin izleri, adalarin ustunde yalnizca iskocya ve irlanda'da gorulse bile, ingiltere'nin galler bolgesinde de hala bu toplulugun izlerini gormek mumkundur.
roma imparatorlugu'na dehset salan kelt kabileleri (brennus onderligindeki kabile) , ingiltere yolunu tutmus olan kelt kabileleri ile ayni olmayabilir -ki tarihciler bu konuda da kararsizdirlar-, ancak ada keltlerinin siveleri, latince'nin cok eski bir versiyonuna cok benzemekte, roma'ya korku salan keltlerin konustuklari siveye de kucumsenemeyecek kadar buyuk yakinliklar gostermektedir.
Roma imparatorlugu'nun adalari m.o. 54 yilinda ele gecirmesi ile, keltler ve latinler burun buruna gelirler. uzun sure kelt ve romali insanlar, birbirlerinden duvarlar, surlar ve kaleler ile izole edilmis ortamlarda yasarlar. yani, romalilar kendi aralarinda, sanki italya'daymis gibi yasarlarken, keltler, romalilar'in 'yonetimi' altinda olduklari halde, hicbir sekilde romali'nin etine sutune karismamislardir. ancak bir sure sonra keltler, romalilar'a karsi isyan etmeye baslarlar. romali generaller, kuzeyden gelen pict (bunlar da bir cesit kelt kokenli kabiledir) ve iskoc akinlarina karsi koymakta zorlanmaya baslayinca, 5. yuzyil'da artik adaya, keltlere karsi savasabilecek kabiliyette diger kabilelerden parali askerler (lejyonerler) getirmeye baslarlar.
iste bu donemlerde gelen lejyonerler arasinda dikkati en cok cekenler, gunumuzde danimarka'da bulunan jutlar, kuzey almanya'da bulunan anglo ve saksonlar ve buna benzer irili ufakli birkac tane daha alman kabileleri'nden gelen askerlerdir.
Daha fazla isyanlara dayanamayan roma imparatorlugu, ozellikle de ikiye bolunme yillarina yaklastikca gucunu kaybettiginden, britanya adalarini birakma karari alir. boylece adayi terkeden roma, gerisinde bir suru issiz kalmis anglo, sakson, jut ve hatta franklardan olusan parali askerler birakir. iste bu parali askerler, onceleri issiz kaldiklarindan ana karaya giderler, ancak daha sonra aileleri, tanidiklari ve digerleri ile, birer yerlesimci olarak adaya geri donerler.
Bu yeni gelen akinlar -ki hakikaten akin akin gelmislerdir adaya-, keltleri yerlerinden yurtlarindan yine ederler. ancak bir cogu da bu sefer keltler ile karisir ve onlarlan birlikte yasamaya baslar. zira pagan dinlerine mensup insanlardir bunlar halen daha, hristiyanlik ile tanismamislardir, bu nedenle rahatlikla kaynasabilirler. boylece bir suru krallik kurup, topraklari paylasirlar. hatta aralarinda, bu toprak paylasimi sirasinda bircok savaslar cikar.
500-900 yillari arasinda ise, hristiyanlik ile henuz tanismamis olan viking halki, bircok defalar britanya adalarina seferler duzenlerler. hatta, tipki avrupa kiyilarinda oldugu gibi, burada da birkac ufak yerlesim birimi kuracaklardir (normandiya, aslinda ismini, oraya yogun olarak yerlesen viking halkindan alir, mesela) . ancak kiyi boyunca kurduklari yerlesim birimleri, kendilerinin sayisinin artmasina neden oldugu icin, kralliklar icinde hak sahibi olmalarina sebebiyet vermeye baslar.
Viking saldirilarinin artmasi nedeniyle, vikinglerin ingiliz kanali'ndan gecmeleri yasaklansa bile, vikingler buna pek aldirmazlar ve 1066 yilindaki viking (norman) fetihlerinde kendilerini gosterirler.
Vikingler, bircok kiyi sehrini ve koyunu yagmalayacak, tas ustunde tas birakmayacaklardir. agir suvari taktiklerini iyi gelistirememis olan ve fransiz suvari sistemlerini halen daha ulkesine getirememis olan anglo sakson yerliler, vikinglere karsi cok savunmasiz kalacaklardir.
Bu buyuk yikimin ardindan ingiltere, bir baska alman kabilesi olan frank (fransiz) kabilelerinin siyasi egemenligi altina girecektir (unutmamak gerekir ki, keltleri birer alman kabilesi olarak gostermek icin yeterli delil -gerek dil, gerek koken olsun- halen daha yoktur) . iste bu egemenlik ile, ingiliz adalarina feodalizm gelecektir.
Tarih boyunca britanya adalarina yerlesmis olan halklardan hicbiri bir daha ayrilmamistir (cogu romali disinda) . keltler, romalilarin kulturunden esintiler almislardir. romalilar'dan adada kalanlar, keltler ile kaynasmislardir. romalilar'in asker olarak getirdigi anglo, sakson, jut ve franklar, daha sonra yerlesimci olarak burada kalmislardir. daha sonralari gelen norman akinlari ile, iskandinav kulturu adaya tasinmis, yine anglo ve saksonlari etkilemistir.
Gunumuzde, bir İNGİLİZ dedigimizde aklimiza soyle bir karisim gelmelidir:
anglo (%35)
sakson (%35)
iskandinav (%15)
jut (%5)
frank (%5)
diger (keltler, romalilar ve diger alman kabileleri %5)
gunumuzde, bir İSKOÇ dedigimizde aklimiza soyle bir karisim gelmelidir:
kelt (%70)
ingiliz (%20)
iskandinav (%10)
gunumuzde, bir İRLANDALI dedigimizde aklimiza soyle bir karisim gelmelidir:
20 Kasım 1967'de İstanbul'da doğdu. Avukat babası, Teoman 2,5 yaşındayken öldü.
Liseyi Kültür Koleji'nde bitirdikten sonra İstanbul İşletme Fakültesi'ni kazandı. Burayı sevmeyince önce Boğaziçi Üniversitesi'nin Matematik Bölümü'ne sonra da aynı okulun Sosyoloji Bölümü'ne girdi. Neyse ki burayı bitirdi. Hatta üstüne bir de master yaptı.
* Amerika birleşik devletleri, kizilderili soykirimiyla baslayarak...
* 1898'de meksika'yi isgal etti.
* ayni yil (1898) küba'ya girdi.
* 1921 yilinda nikaragua'yi isgal etti. ulusal muhafizlar adli ve
basini somoza'nin çektigi terör örgütünü kurdu. anti-emperyalist
direnisin basini çeken sandino ve 300 kisiyi katletti. 40 yildan
fazla sürecek bir terör devrini baslatti. sabotaj ve suikastlar
düzenledi.
* 1945'te japonya'nin hirosima ve nagazaki kentlerine atom bombasi
atarak bir anda 250 bin kisiyi vahsice öldürdü.
* 1950-53 yillari arasinda yüzbinlerce yurtsever koreliyi katletti.
* 1954'te binlerce guetamalaliyi öldürdü.
* 1955'te endonezya, laos ve kamboçya'da çok sayida cia operasyonu düzenledi.
* 1956-59 yillari arasinda kübada 60.000 kisiyi, abd'li danismanlarin ve batista'nin birlikte yürüttügü operasyonlarda katletti.
* 1965'te isbirlikçi suharto, 1 milyon komünist ve ilerici endonezyaliyi katletti.
* ayni yil dominik'e parasütçülerini indirdi ve 10 bin dominikliyi katletti.
* 1975'te vietnam'dan kovuldugunda arkasinda milyonlarca ölü ve sakat birakti. abd'nin vietnam'da halkin üzerine attigi 638 bin ton bomba, ii.dünya savasi sirasinda avrupa ve afrika'ya atilan toplam bombalarin yarisidir. kisi basina asagi yukari 5 bomba atildigi söylenmektedir. milyonlarca insan stratejik köylere sürülmüs, onbinlerce kadinin irzina geçilmis, yüzbinlerce insan sakat birakilmistir, milyonlarca insan iskenceden geçirilmistir.
* 1970-75 yillari arasinda kamboçya ve laos'ta 1 milyon insani katletti
* 1973'te sili'de cia'nin düzenledigi darbe ile 30 bin kisi katledildi.
* arjantin'de fasist generallerle yaptigi isbirligi sonucu 30 bin kisi kaybedildi.
* 1983'te lübnan'a müdahale etti. 14 bin deniz piyadesinin katildigi operasyonda binlerce ilerici yurtsever lübnanli katledildi.
* ayni yil lübnan'a ikinci bir müdahalede bulundu. akdenizde eskiyalik yapan amerikan 6, filosuna ait savas gemileri lübnan'a günlerce bomba yagdirdi.
* yine ayni yil grenada'yi isgal etti. yüzlerce ilerici ve yurtsever katledildi.
* 1986'da uluslararasi haydutluk örnegi sergileyerek libya'yi bombaladi, bine yakin sivili katletti. ülkeye ambargo uygulayarak deniz ablukasina basvurdu.
* 1989'da panama'ya asker çikartti ve 5 bin panamaliyi öldürdü.
* 1991'de irak'in kuveyt'e girisini bahane ederek diger emperyalist güçleri de ardina takarak irak halkina karsi bomba yagdirdi. 100 binin üzerinde insani katlettigi bu vahseti iletisim kanallariyla tüm dünyaya resmen izlettirdi. abd uçaklari irak halkinin üzerinde 12 bin sorti yaptilar.
* somali'deki durumu bahane ederek yine diger emperyalist güçleri de pesine takarak ülkeyi isgale giristi.
* latin amerika'da abd'nin bulasmadigi savas, katliam, insan haklari ihlali yok gibidir. nikaragua'dan kaçan iskenceci, halk düsmani kontralari özgürlük savasçilari adi altinda honduras'ta üslendirdi ve silahlandirarak nikaragua halkinin üstüne saldirtti. birçok latin amerika ülkesinde de ulusal muhafizlar adi altinda ölüm mangalari'ni örgütledi, egitti, finanse etti, silahlandirdi ve halkin üzerine saldirtti.
* sadece 1946-1975 yillari arasinda tam 215 kez askeri gücüne basvurmustur. ayni yillarda insanliga 19 kez nükleer silah kullanma tehdidini savurmustur.
yavuz sultan selim
30.04.2004 - 11:51II. Beyazıt zamanında Safevi tehdidi artarken Anadolu’da buna paralel olarak Şah Kulu isyanı ile Yavuz sultan Selim babasını devirip tahta geçti. İran seferine hazırlanan Yavuz sultan Selim, beyler beyi ve sancak beylerine emir vererek “Şah İsmail”e taraftar olan ve ayaklanma ihtimali olan 40 BİN KİŞİYİ HAPİS VE İDAM ETTİRDİ.
Kitabın adı:(Osmanlı da ve İran da mezhep ve devlet - Taha Akyol)
teşkilatı mahsusa
30.04.2004 - 11:02MİT in kökü.
osmanlı imparatorluğu
30.04.2004 - 10:21Adı Türkçe olan tek osmanli padişahı Orhan Gazi' dir. Yavuz da türkçe isim olmasına rağmen, yavuz sultan selim' in adı Selim' dir. Yavuz, sonradan yapılan yakıştırmadır.
İlluminati
30.04.2004 - 09:25sadece Türklerin değil tüm dünyadaki 'güzel insanların' birleşip buna bir dur demesi, insanlığa bu komplodan söz etmesi, anlatması gerek.
türkçe
29.04.2004 - 17:56Ana dilimiz Türkçe, yeryüzünün en eski ve en geniş coğrafya parçasında konuşulan gelişmiş, zengin bir kültür, bilim ve sanat dilidir. Türkçe en eski, en köklü dillerdendir diyoruz; çünkü bugünkü dillerin çoğu ortada yokken, hatta bugünkü bazı dillerin ataları sayılan diller bile ortada yokken Türkçe vardı.
Türkçe en geniş coğrafya parçasında konuşuluyor diyoruz; çünkü bugün artık Türk dili sadece Anadolu’da ve Balkanlarda değil, sadece Türkistan’da ve Sibirya’da değil; çalışmak amacıyla Avrupa’ya, Amerika’ya, Avustralya’ya giden vatandaşlarımız sayesinde dünyanın dört bucağında konuşuluyor. Türkçenin lehçeleri dediğimiz çeşitli kolları Balkanlardan Uzak Doğu’ya kadar geniş coğrafyada yazı ve konuşma dili olarak kullanılıyor. Bütün bu kollara Türk dili ailesi adını veriyoruz.
Türkçe, bugün Türk dil ailesinin en fazla konuşucuya sahip kollarından biridir. Yaklaşık 70 milyon kişinin konuştuğu Türkiye Türkçesi, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil, diğer bölgelerde de konuşulan ve yazılan dillerdendir. 1980’lerin ortalarında UNESCO hazırladığı bir raporda, Türkçenin konuşucu bakımından dünyanın beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştı. Hiç kuşkusuz, bu raporu hazırlayanlar Türk dilinin bütün kollarını, yani dil ve lehçelerini, bir bütün olarak kabul ederek bu sonuca ulaşmışlardı. Kesin nüfus sayımı sonuçlarına dayanmasa da Türk dilinin çeşitli kollarını konuşan 200 milyonu aşkın insan bulunduğu sanılmaktadır. Ancak UNESCO, daha sonraki yıllarda hazırladığı raporlarda Türk dil ailesini bir bütün kabul etmeyerek, her Türk lehçesini sıralamada ayrı ayrı değerlendirdi. Böylece Türk dilinin sıralamadaki yeri değişti. Bu durum gerçeği değiştiremez. Yaklaşık 12 milyon km2 lik bir alanda, Türk dilinin birbirine uzak veya yakın lehçeleri konuşulmakta, yazı dili olarak kullanılmaktadır. Bunlar içerisinde Türkiye Türkçesi, güncel birtakım sorunlarına karşılık; kültür, sanat, edebiyat ve bilim dilidir.
Herhangi bir dilde yazılmış bir romanın Türkçeye çevirisi yapılabiliyorsa, felsefe eserleri Türkçeye çevrilebiliyorsa, Türk yazarlarının eserleri yabancı dillere çevrilebiliyorsa; Türkçe bir kültür, sanat ve edebiyat dilidir. Bilim eserlerinin yazılabildiği, çevrilebildiği, yeni terimlerin türetilebildiği ve her aşamada öğretimin yapılabildiği Türkçe, bir bilim dilidir. Türkçenin bilim dili olmadığı, olamayacağı konusundaki sözler bir iddiadan öte gidemez.
Türkçe gelişmiş bir dildir diyoruz; çünkü Türkçenin söz varlığı bugün 75.000’e ulaştı. Türk Dil Kurumunun 1945’te çıkardığı birinci baskı Türkçe Sözlük’te 20.000 civarında söz vardı. 1998’de çıkan Türkçe Sözlük’te ise 75.000 söz var.
Türkçe, kavramlar yönünden son derece zengindir:Akrabalık ilişkilerimize verdiğimiz önemin sonucu akrabalık ile ilgili sözler başka hiçbir dilde görülemeyecek kadar fazladır, zengindir. Pek çok dilde bırakınız baldız, görümce, elti gibi sözlerin karşılıklarını, teyze ile halayı ayırt edecek sözler bile yoktur. Renk adlarımız, renklerin en küçük ayrıntısına kadar tonlarını verecek şekilde zengindir: Yavru ağzı, gül kurusu, gök mavisi...
Peki bu zengin söz varlığından yararlanabiliyor muyuz?
Yararlandığımız söylenemez...
Türkçe Sözlük’ün son baskısında madde başı olarak 75.000 söz var dedim. Ne yazık ki bu söz varlığından yeterince yararlanmıyoruz. Her toplumda gündelik hayatta kullanılan söz sayısı, o dilin genel söz varlığına göre düşüktür. Ancak, yapılan araştırmalara göre Türkiye’de bu oran çok daha düşük. Sokaktaki insanın söz varlığı elbette onun dünyasına göre olacaktır. Ama kitle iletişim araçlarının söz varlığı daha geniş olmalıdır. Birkaç yüz sözle, en fazla beş yüz altı yüz sözle, haber programları, hatta diziler çekiliyor.
Sözlük kullanma alışkanlığımız da tam olarak gelişmemiş. Sözlere kendimize göre anlamlar yükleyip kullanıyoruz. Bu durum, yalnızca yabancı kaynaklı sözleri değil, Türkçe kökenli sözleri de birbirine karıştırıp yanlış kullanmamıza yol açıyor. Söz gelişi gözaltına almak ile gözlem altına almak sözleri yerli yerinde kullanılamıyor. Bu yanlışı kitle iletişim araçları yapınca, yanlış kullanış toplumda hızla yayılıyor. Sözleri yerli yerinde bilerek kullanmak gerekir, anlamı bilinmeyen sözler için mutlaka sözlüğe başvurulmalıdır. Bunun eğitimi ilkokuldan başlayarak yapılmalı. Zaten bu işin temeli de eğitimdir. Okullarımızda Türkçe eğitimi gözden geçirilmeli ve bilişim teknolojilerinden de yararlanılarak düzenlenmelidir. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığımıza büyük görevler düşmektedir.
Peki Türkçeyi doğru ve güzel olarak kullanıyor muyuz?
Ne yazık ki bu soru için de evet diyemeyeceğim...
Türkçenin kullanımıyla ilgili olarak yaşanan sorunların başında söyleyiş bozuklukları geliyor. Türkçe kökenli sözlerde söyleyiş bozukluğu fazla görülmüyor, ama yabancı kaynaklı alıntı sözlerde söyleyiş bozukluğuna sık rastlıyoruz. Bu yanlışlardan kurtulmak için kullandığımız sözün doğru söyleyişini bilmemiz gerekir. Dilimizde karşılığı bulunan sözlerin Türkçesini kullanmak da bu yanlışlardan kurtulmamızı sağlar. Dilimizde karşılığı olmayan sözleri de kullanırken Türkçede kabul görmüş ve yaygınlaşmış şekilleriyle kullanmalıyız: hâkem değil hakem; râkip değil rakip demeliyiz. Bu yanlışları radyo televizyon sunucuları yapınca yanlışlar hızla yayılıyor.
Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük’ün 1998 yılında yapılan 9. baskısında bu tür sözlerin söylenişi de verilmiştir. Uzun söylenmesi gereken ünlüler, ince söylenmesi gereken ünlüler belirtilmiştir. Radyo ve televizyon sunucularına, spikerlerine bu konuda büyük görev düşüyor. Sunucular ve spikerler, sözleri doğru biçimlerde söylerlerse, doğru biçimler toplumda daha hızlı olarak yayılır. Özel radyo ve televizyonların yayına başladığı ilk günlerdeki görüntü yavaş yavaş kayboluyor. Artık, spikerler ve sunucular daha özenli konuşuyorlar. Yanlışlardan kaçınıyorlar. Ancak, bu demek değildir ki kitle iletişim araçlarında Türkçe tamamen yanlışsız kullanılıyor. Türkçeyi doğru ve güzel kullanma konusunda duyarlı davrananlar çoğalmaya başladı. Önemli olan bu duyarlılığın, bu bilincin uyanmasıdır.
Günümüz Türkçesinin en önemli sorunu, yabancı dillerin, özellikle de İngilizcenin, Türkçeyi olumsuz olarak etkilemesi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan ve İngiliz kültürleri bütün dünya dillerini etkilemeye başlamıştı. Türkiye’de İngilizce ile öğretime başlandığı 1950’lerde Anglo-Sakson kültürünün yoğun etkisi de kendisini hissettirdi. İngilizce sadece Türkçeyi değil, başka dilleri de etkiliyordu. Fransızlar dillerini korumak amacıyla yasa bile çıkardılar. Yabancı dil öğrenme düşüncesi, zamanla yabancı dille öğretime dönüştü ve yaygınlaştı. Çocuklarımıza yabancı dil öğretelim. Hatta çocuklarımız bir değil birkaç yabancı dil bilsinler. Ama yabancı dille öğretim, yanlış bir yol. Yabancı dili yabancı dil dersinde öğretelim. Matematiği, fiziği, kimyayı gençlerimiz ana dillerinde Türkçe olarak öğrensin. İngiliz-Amerikan kültürünün etkisi sadece dilde değil, pek çok alanda kendisini gösterdi. Beslenme alışkanlıklarımızdan, giyime, müziğe kadar pek çok alanda bir etkilenme söz konusu. Ancak, en fazla dikkati çeken de dildeki etkilenme oluyor. Dilimizi olduğu kadar, diğer ulusal değerlerimizi de yaşatmak zorundayız.
Özenti ile dilimize yabancı sözlerin girişi de arttı. Türkçesi varken yabancı kaynaklı sözleri kullanmak özentiden başka bir şey değildir. Dilimizde karşılığı bulunmayan sözler için de karşılık türetmek gerekir. Türk Dil Kurumu öteden beri bu çalışmayı yürütüyor. Bugün kullandığımız pek çok sözü bu çalışmalara borçluyuz.
Yabancı dillerin etkisinin artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Divan Oteli demek dururken Hotel Divan, Marmara Oteli demek dururken The Marmara demek, Türkçenin söz dizimi özelliklerini zorlamaktır. Son zamanlarda bir de çeviri yoluyla anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım kalıbı yabancı kaynaklı... Doğru olmayan bu kullanışlar da yaygınlaşıyor: Çay içmek, kahve içmek yerine çay almak, kahve almak; özür dilerim yerine üzgünüm gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç örnek. Türkçenin yapısına ve mantığına aykırı bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor. Türkçemize son yıllarda Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden, bir söz akını olduğu gerçektir. Sözlerin bir bölümü teknolojiyle birlikte geldi. Yeni bulunan ve yeni üretilen aletler, ülkemize gelirken adını da birlikte getirdi: air-conditioner, disket, faks, kamera, kompakt disk, monitör, printer, radyo, televizyon, tubeless, video, walkman… Dilimizin doğal gelişmesi içerisinde bu aletlerin çok az bir kısmına karşılık bulunabilmişti: buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu vb... Buna karşılık yabancı kaynaklı sözlerin dilimize girişi her geçen gün biraz daha artıyordu. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcıları ile ilgili sözler de dilimize girmeye başladı, hatta bu sözlerden fiiller türetildi: air-conditoned araba, kaset, diskjokey (kısaltılması de je olarak değil, İngilizcedeki biçimiyle söylendi: dicey) , videojokey (ve je değil, vicey biçiminde söylendi) , fakslamak, hardware, software, zapping, zaplamak, zoomlamak... Kısa bir süre içerisinde yabancı kaynaklı söz kullanmak bir özenti halini aldı. Günlük hayatta, çarşıda, pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda kısacası her yerde yabancı kaynaklı sözler artık bilinçsizce kullanılır oldu.
Bu olumsuz duruma karşılık, daha önce söylediğim gibi toplumda Türkçe bilincini uyandırmak ve canlı tutmak zorundayız.
Dilimizin zenginleştirilmesi konusunda Türk Dil Kurumu geçmişte olduğu gibi bugün de üzerine düşen görevi yapacaktır. Dilimize girmekte olan yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar bulunması, Türkçeyi geliştiren ve zenginleştiren çalışmalardan biridir. Kültürler arası ilişkiler dillerin birbirlerinden etkilenmesi gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Mesafelerin ortadan kalktığı toplumların birbirine yakınlaştığı çağımızda, bu etkilenme daha büyük boyutlarda olmaktadır. Bu kelimelere Türkçenin kaynaklarından yararlanılarak karşılıklar bulmak ve Türkçe kökenli sözleri kullanmak, bir yandan dilimizin gelişmesine katkıda bulunulurken diğer yandan da teknolojiden, bilimden, ana dilimiz aracılığıyla yararlanmamız sağlanmaktadır.
Türk Dil Kurumu olarak, Atatürk’ün 'Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.' sözünü kendimize ilke edinerek, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma mücadelesini veriyoruz. Türk Dil Kurumu olarak, öteden beri yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar buluyor, bu karşılıkları Türk Dili dergisinde yayımlıyoruz. Bu karşılıklara birkaç örnek vermek istiyorum: Anchorman karşılığında ana haber sunucusu; arboretum karşılığında ağaç parkı; viyadük için köprü yol; eskort için koruma aracı; fac-similé için belgegeçer, onun kısaltılmış şekli olan faks için ise belgeç; reyting için değerlen-dirme; rantiye için getirimci; avans karşılığında öndelik; boarding card için uçuş kartı vb...
Bu sözler kitap haline de getirilmiştir. Yabancı Kelimelere Karşılıklar adındaki kitabın birinci cildi 1995’te, ikinci cildi ise 1998’de yayımlandı. Bu kitapların yayımlanmasından sonra önerilen karşılıklarla birlikte yeni baskısı önümüzdeki ay içerisinde yapılacaktır. Ancak önemli olan, bu sözlerin kamuoyunca benimsenmesi, dilimizin söz varlığı içerisine girmesidir. Burada topluma, özellikle aydın kesime, sanatçılara, yazarlara düşen görevler var. Türk Dil Kurumunun yabancı kaynaklı sözlere bulduğu karşılıkları yazarlarımız sanatçılarımız, sunucularımız benimser ve kullanırsa, bu sözler toplumda hızla yaygınlaşacaktır. Toplumun benimsediği bir söz artık dilin malı olmuş demektir.
Çalışmalarımız, terimlerin Türkçeleşmesini de içermektedir. Terimlerin Türkçeleştirilmesi demek, Türkçe terimlerle bilim yapmak anlamına gelir. Bu da bir bilim dili olan Türkçenin daha da gelişmesini güçlenmesini sağlayacaktır. Türk Dil Kurumu olarak mühendislik bilim dallarındaki terimlerin Türkçeleştirilmesi ve bütün mühendislik fakültelerinde ortak terimlerle öğretim yapılması konusunda Mühendislik Dekanları Konseyi ile iş birliği içerisinde çalışma yapmaya da başladık. Bu amaçla 26 Nisan 2002 günü Türk Dil Kurumunda düzenlediğimiz Mühendislik Terimleri Bilgi Şölenine üniversitelerimizden yüze yakın bilim adamı tartışmacı olarak katıldı. Bu toplantının sonucunda çalışma grupları oluşturuldu. Her bilim dalında bu tür çalışmalar yapılması, Türkçeyi bilim dili olarak daha da geliştirecektir.
Türkçedeki yabancı ögelerin artmasından, kitle iletişim araçlarında Türkçenin bozuk ve kulak tırmalayıcı bir biçimde kullanılmasından bizler de rahatsızız. Aslında aklı başında herkes, Türkçedeki bu yabancılaşmadan rahatsız.
Dildeki yabancılaşmanın bir başka boyutu, iş yerlerine yabancı adlar verilmesi. Bu eğilim ne yazık ki gittikçe yaygınlaştı ve sokaklarımızın, caddelerimizin görüntülerini bozdu. Sokaklarımız bize tanıdık gelmiyor artık... Büyük alış veriş merkezlerinin, büyük mağazaların yabancı adlar kullanmasından sonra mahalle bakkalının, mahalle kasabının da bu akıma kapılarak iş yerine yabancı adlar vermesi, bana kendisini ördek sanarak göle dalan civciv masalını anımsattı. Rainbow Kasabı, Groseri Market, Coiffeur Angle gibi sizin de sokaklarımızda, caddelerimizde göreceğiniz yüzlerce ad, yabancılaşmanın, kendini inkârın örnekleridir. Bir kasabın dükkânına rainbow adını vermesi kadar gülünç, gülünç olduğu kadar da düşündürücü, kahredici başka bir şey yoktur. Bunlar yabancı firmaların temsilciliğini yapanlar, bayii olanlar değildir. Ancak, bu akımın özellikle yabancı firmaların temsilcilikleriyle başladığını da belirtmem gerekir. Son zamanlarda Türkçe veya Türkçeleşmiş adlar iş yerlerinde kullanılırken gelenekleşmiş Türk imlâsı yerine yabancı imlâsıyla yazma eğilimi dikkat çekiyor: Efendy, Hotel Taxim, Eskidji, Laila, Wishne Bar, Neshe, Kitapchi, Yemish, Kebabchi, Derichi... gibi iş yeri adları, Osmanlı Devletinin son günlerindeki işgal dönemi İstanbul’unu anımsatıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bunları hangi düşünce ile yapıyorlar anlamak mümkün değil. Bu, Türkçeyi bir İngiliz gibi, bir Amerikalı gibi yazmaktan başka bir şey değildir. Alfabemizdeki Ş, Ç harflerini bizzat Atatürk’ün başkanlığını yaptığı bir kurul belirlemiştir. Bu iş yerleri Atatürk'ün Yazı Devrimine ve 1353 sayılı Alfabe Yasasına aykırı hareket etmektedirler. Atatürk’ün Yazı Devrimine saygısızlık olarak adlandırılması gereken bu davranışı yapanlar uyarılmalıdır. Ülkemizin mağazalarının, kuruluşlarının adlarının Türkçe olması ve Türk alfabesiyle yazılması esas olmalıdır.
Bunları önlemenin yolu, öncelikle toplumda Türkçe bilincinin uyandırılmasından geçmektedir. Ancak, özellikle iş yeri adlarındaki yabancılaşma karşısında yerel yönetimler etkili olabilir. İş yeri açılışı için ruhsat başvurusu sırasında, iş yerine yabancı ad vermek isteyenlere belediyeler izin vermeyebilir. Türk Dil Kurumu olarak, bu konuda daha kalıcı ve etkili bir yasal düzenleme için girişimde de bulunduk.
Dilin söz varlığının zenginleştirilmesi, bütün bilim dallarında öğrenim ve araştırmanın sürdürülmesi için dile terimlerin kazandırılması, dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması gereklidir. Bunlar yapıldığında dilde iyileştirme, daha doğru bir söyleyişle, gelişme, zenginleşme yaşanır.
Bilimde, teknolojide yaşanan gelişmeler dile de yansır. Yeni kavramlara, yeni ürünlere dilimizin kaynaklarından yararlanarak karşılık bulmamız gerekir. Türkçe söz köklerinden işlek eklerle yapılan yeni türetmelerle dilin söz varlığı zenginleştirildiği gibi, aynı yolla dile kazandırılacak terimlerle Türkçenin bilim dili olarak gelişmesine katkıda bulunmuş olacağız. Bu yapılmadığı takdirde yabancı sözler, yabancı terimler dile girer. Dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması da gereklidir. Birer özenti alıntısı niteliğinde olan show, konsensus, transformasyon, efor gibi sözler Türkçede karşılıkları olmasına rağmen kullanılmaktadır. Öncelikle bu özenti alıntılarının ayıklanması gerekir. Geçmişte de Türkçeye Arapçadan, Farsçadan özenti alıntıları girmişti: Türkçede güneş varken Arapçadan şems, Farsçadan hurşid, afitab sözlerinin girmesi gibi. Üstelik bazı alıntı sözler, dildeki birkaç sözün yerine kullanılmakta, dilde yoksullaşmaya yol açılmaktadır. Türkçede değişim, dönüşüm, kabuk değiştirme gibi ince anlam özelliklerine sahip sözlerimiz varken bunların yerine kullanılan tranformasyon dilde yabancılaşmanın yanı sıra söz varlığında yoksullaşmaya da yol açıyor. Üstelik bu sözü kimileri transformeyşın, kimileri de transformasyon diye söyleyerek ayrılıklar da yaratıyorlar.
Türkçenin şu andaki en önemli sorunu, dildeki yabancı ögelerin artmasıdır. Her dilde yabancı kökenli söz vardır. Hiçbir dil saf değildir. Türkçe de pek çok dile söz vermiş, pek çok dilden söz almıştır. Türkçenin İngilizceye verdiği sözler de vardır. Bunlardan en ilgi çekici olanı son zamanlarda dilimize giren kiosk’tur. Bu söz Türkçeden İngilizceye geçen köşk sözüdür. İngilizcede kiosk biçimine dönüşmüş ve bizim sözümüz bu defa farklı bir anlamda karşımıza çıkmıştır. Dildeki yabancı sözlerin bir ölçüsü olmalıdır. Bu ölçü dilin kimliğini bozacak derecede olmamalıdır. Dil gerek duyduğu sözleri, karşılık bulunmaması durumunda yabancı dillerden aynen veya ses değişikliğine uğratarak alır.
En kötüsü dilin söz dizimi özelliklerinin yabancılaşması, yabancı eklerin dile girmesi, dilin mantığına aykırı kullanışların yaygınlaşmasıdır. Türkçede çokluk eki -lar, -ler varken, İngilizcedeki çokluk eki ’s’nin kullanılması, Türkçede -nın, -nin eki varken İngilizcedeki ’s ekinin kullanılması, üzerinde dikkatle durulması gereken konudur. İnternette gördüğüm bir ağ sayfasının adresinde ‘okuls’ sözü vardı. Sayfanın hazırlayıcısına bu sözdeki s’nin anlamını sorduğumda bana verdiği yanıtta, sözün okullar anlamına geldiğini ve İngilizcedeki çokluk ekini ilgi çeksin diye kullandıklarını söylüyordu. Türkçede ‘article’ olmamasına rağmen, bir otelin adında ‘the’ biçimini kullanması dile yabancı sözlerin girmesinden daha tehlikelidir. Bunlar dilde olmayan, dilin yapısına uymayan biçimlerin dile sokulmasıdır. Bu, kan grubu B olan bir kişiye A grubundan kan vermek gibi bir şeydir.
Dilimizi bekleyen tehlikeye gelince... Üçüncü binyılın henüz başlarındayız... İnsanlığı yeni binyılda nelerin beklediği, geleceğin dünyasının nasıl olacağı, bilimde hangi noktalara ulaşılacağı gibi çeşitli konularda bilim adamları öngörülerde bulunuyorlar. Bu öngörülerden biri de yeryüzündeki dillerle ilgili. Yeni binyılın daha ilk yüzyılı sona ermeden yeryüzündeki pek çok dilin yok olacağı öngörüsünde bulunuluyor. Ürpertici bir öngörü... Bir dilin yok olması demek, bir kültürün, dahası bir ulusun yok olması demektir. Dilini kaybeden bir ulusun bireylerinde genlerin birkaç kuşak daha yaşayacağı, ulusların biyolojik olarak varlıklarını sürdürebileceği ileri sürülebilir. Ulusu oluşturan en önemli öge dil olduğuna göre dili yeryüzünden silinmiş bir ulusun varlığının da silinmiş olacağı bir gerçektir. Geçmişte bu durumun örnekleri vardır. Ancak, Türkçe için böyle bir tehlike söz konusu değildir. Türk ulusu diline sahip çıktıktan sonra, karamsar olmamak gerekir. Bu bilinç uyandıktan sonra Türkçemizin geleceği konusunda endişeye yer yoktur. Üçüncü binyılda Türkçemizi aydınlık günlerin beklediğine inanıyorum.
Ülkemizde Türkçe ile ilgili tek resmî kurum Türk Dil Kurumudur. İmlâ kılavuzları, sözlükler, dil bilgisi kitapları hazırlama görevi yasa ile Türk Dil Kurumuna verilmiştir. Ancak, bu işi yapan bir kurum var diyerek herkesin bir kenara çekilmesi, Türkçenin katledilmesine seyirci kalması mümkün değildir. Türkçe hepimizin en kutsal varlığıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir, adımızdır, soyadımızdır, türkümüzdür, şarkımızdır, sevgimizdir. Şairin dediği gibi Türkçe, ses bayrağımızdır. Bayrağımızı koruduğumuz gibi dilimizi de korumalıyız. Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan da ödünç aldık. Ele ele verelim, dilimize sahip çıkalım. Gelecek kuşaklara Türk’e yakışır bir Türkçe bırakalım.
Prof. Dr. Şükru AKALIN
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Başkanı
özelleştirme
29.04.2004 - 17:47Devlete ait kuruluşların (tüpraş, telekom, boğaz köprüleri...) özel teşebbüse satılması.
özelleştirme
29.04.2004 - 17:45devletin en önemli gorevlerinden ikisi, vatandaşlara egitim ve saglik hizmetleri sunmaktir. Ancak, bir devletin özunde, yerine getirmesi gereken şeye topluca sosyal fayda yaratmak da denebilir. Bunun kisaca anlami sudur: Devlet bir ekonomik etkinlikten zarar etse bile o faaliyet vatandaşa fayda sağliyorsa sürdürülmelidir. Bu arada akilcil yaklaşımlarla kar edilen etkinlikler de planlanır. Ama, bu pantalon bu adama kIsa geliyor diye, adamin bacaklarını kesmek saçmalıktan öte bir şey değildir. Pantalonun paçalarinı uzatmanın yolları aranmalıdır. Ayrıca bir de özelliştirmeden mağdur olan insanlar vardir ki genellikle kit'leri satin alan özel sektör girişimcilerinin 'söz veriyoz atmayacaz isçileri' demeleri aldatmacadan başka bişey olmamıştır...
sosyalizm
29.04.2004 - 17:37İletişim yayınlarından çıkan, sosyalizm hakkındaki kitaplar:
Marksizm ve Sosyalizm Üzerine Düşünceler (Mehmet Ali Aybar) Feminizm, Sosyalizm ve Eylemde Birlik (Emel Çetin Özgül, Sheila Rowbotham)
Olduğu Gibi Rus Biçimi Sosyalizm (Zekeriya Sertel)
Osmanlı İmparatorluğu`nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923)
Sosyalizm ve Parlementer Demekrosi (Ahmet Demirel, Geoff Hodgson)
Türkiye'de Sosyalizmin Tarihine Katkı (Kerim Sadi)
liberal felsefe
29.04.2004 - 16:58-(Laissez faire) Bırakınız yapsınlar...!
-Zengin çok şey yapabilir, peki ama fakir ne yapabilirki?
liberalizm
29.04.2004 - 16:56Günümüzde iyice belirginleşen 'güçlü'nün, 'güzçsüz' ü ezmesine düz zemin hazırlayan, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan; ve elbette dünyayı merkezci globalizme sürükleyen canavar.. insan hırsının, sınıfçılıkla birleşip 'özgürlük' şekeriyle kaplanarak halka sunulmasıdır..
-Bırakınız yapsınlar...!
-Zengin çok şey yapabilir, İyi ama fakir ne yapabilirki?
atatürkçü düşünce derneği
29.04.2004 - 16:46Bugün Cumhuriyetin en büyük düşmanının 'köktendinciler' olduğunu zanneden dernek.
Oysa bugün laik cumhuriyeti tehdit eden köktendinci sayısı çok çok azdır.Asıl büyük tehlike emperyalist ABD nin işbirlikçisi çevreler ve Kapitalist, Liberalist, 2.cumhuriyetçi çevrelerdir! Bunlar en büyük Atatürkçülük düşmanlarıdır.Ve halkımız esas bunlardan etkilenmektedir.
2012 mardukla randevu
29.04.2004 - 16:32Son günlerin en çok satan kitabı.
osmanlı imparatorluğu
29.04.2004 - 16:31içinde 72 milleten insan barındırdığı için çökmesi çok doğal olan imparatorluk.
türkiye komünist partisi
29.04.2004 - 16:26Türkiye için henüz erken.Toplumda komünist kelimesi hala bir 'öcü' yü çağrıştırmakta çünkü.
asosyal gençler
29.04.2004 - 16:14Ülkemizdeki SOSYAL faaliyetlerin çok az olmasından dolayı gençlerimizin büyük bir kısmı ASOSYAL olarak yetişmektedir.
keltler
29.04.2004 - 14:56Hem iskoçlarin hem de Galli lerin ataları oldugu tahmin edilen ırk.Çok vahşi ve savaşçi bir irk olan keltler ilk olarak bugünkü Almanya civarlarında gorülduler.Daha sonra göç ederek Britanya adasina yerleştiler.En sonunda o bolgece Angels and Saxons'ların gelmesi ile bir kismi kuzeye(iskoçya) giderken bir kısmi galler bolgesine gitti.kuzeydekiler angels and saxons'larla daha cok karisirken galler bolgesinde olanlar daha az karistiler.(bilgi=angels and saxons da alman ve iskandinav irklarinin karisimidir)
büyük britanya
29.04.2004 - 14:48Adanın ve ülkenin (ingiltere) tarihcesi, adaya birbiri ardina gelen farkli irklar ve kulturlere gore rahatlikla ayrilabilir.
kabilelerin britanya adalarina gocleri, roma imparatorlugu donemlerinde hiz kazanmis olsa da, bunun oncesine kadar dayanir. adaya ilk ayak basanlar, avrupa kitasi'ndan gelen keltler olur. tarihciler, kesin bir tarih vermekten korksalar bile, m.o. 1500-2000 yillari, keltlerin adalara geliş tarihleri olarak gosterilir.
Gotlar, vandallar, saksonlar ve benzer alman kabileleri tarafindan daha da batiya itilmeye baslanan keltler'in izlerini, avrupa'nin (iber yarimadasi'ndan sonra) en bati ucu olan galya'da gorebiliriz. gunumuzde bu kelt toplumlarinin izleri, adalarin ustunde yalnizca iskocya ve irlanda'da gorulse bile, ingiltere'nin galler bolgesinde de hala bu toplulugun izlerini gormek mumkundur.
roma imparatorlugu'na dehset salan kelt kabileleri (brennus onderligindeki kabile) , ingiltere yolunu tutmus olan kelt kabileleri ile ayni olmayabilir -ki tarihciler bu konuda da kararsizdirlar-, ancak ada keltlerinin siveleri, latince'nin cok eski bir versiyonuna cok benzemekte, roma'ya korku salan keltlerin konustuklari siveye de kucumsenemeyecek kadar buyuk yakinliklar gostermektedir.
Roma imparatorlugu'nun adalari m.o. 54 yilinda ele gecirmesi ile, keltler ve latinler burun buruna gelirler. uzun sure kelt ve romali insanlar, birbirlerinden duvarlar, surlar ve kaleler ile izole edilmis ortamlarda yasarlar. yani, romalilar kendi aralarinda, sanki italya'daymis gibi yasarlarken, keltler, romalilar'in 'yonetimi' altinda olduklari halde, hicbir sekilde romali'nin etine sutune karismamislardir. ancak bir sure sonra keltler, romalilar'a karsi isyan etmeye baslarlar. romali generaller, kuzeyden gelen pict (bunlar da bir cesit kelt kokenli kabiledir) ve iskoc akinlarina karsi koymakta zorlanmaya baslayinca, 5. yuzyil'da artik adaya, keltlere karsi savasabilecek kabiliyette diger kabilelerden parali askerler (lejyonerler) getirmeye baslarlar.
iste bu donemlerde gelen lejyonerler arasinda dikkati en cok cekenler, gunumuzde danimarka'da bulunan jutlar, kuzey almanya'da bulunan anglo ve saksonlar ve buna benzer irili ufakli birkac tane daha alman kabileleri'nden gelen askerlerdir.
Daha fazla isyanlara dayanamayan roma imparatorlugu, ozellikle de ikiye bolunme yillarina yaklastikca gucunu kaybettiginden, britanya adalarini birakma karari alir. boylece adayi terkeden roma, gerisinde bir suru issiz kalmis anglo, sakson, jut ve hatta franklardan olusan parali askerler birakir. iste bu parali askerler, onceleri issiz kaldiklarindan ana karaya giderler, ancak daha sonra aileleri, tanidiklari ve digerleri ile, birer yerlesimci olarak adaya geri donerler.
Bu yeni gelen akinlar -ki hakikaten akin akin gelmislerdir adaya-, keltleri yerlerinden yurtlarindan yine ederler. ancak bir cogu da bu sefer keltler ile karisir ve onlarlan birlikte yasamaya baslar. zira pagan dinlerine mensup insanlardir bunlar halen daha, hristiyanlik ile tanismamislardir, bu nedenle rahatlikla kaynasabilirler. boylece bir suru krallik kurup, topraklari paylasirlar. hatta aralarinda, bu toprak paylasimi sirasinda bircok savaslar cikar.
500-900 yillari arasinda ise, hristiyanlik ile henuz tanismamis olan viking halki, bircok defalar britanya adalarina seferler duzenlerler. hatta, tipki avrupa kiyilarinda oldugu gibi, burada da birkac ufak yerlesim birimi kuracaklardir (normandiya, aslinda ismini, oraya yogun olarak yerlesen viking halkindan alir, mesela) . ancak kiyi boyunca kurduklari yerlesim birimleri, kendilerinin sayisinin artmasina neden oldugu icin, kralliklar icinde hak sahibi olmalarina sebebiyet vermeye baslar.
Viking saldirilarinin artmasi nedeniyle, vikinglerin ingiliz kanali'ndan gecmeleri yasaklansa bile, vikingler buna pek aldirmazlar ve 1066 yilindaki viking (norman) fetihlerinde kendilerini gosterirler.
Vikingler, bircok kiyi sehrini ve koyunu yagmalayacak, tas ustunde tas birakmayacaklardir. agir suvari taktiklerini iyi gelistirememis olan ve fransiz suvari sistemlerini halen daha ulkesine getirememis olan anglo sakson yerliler, vikinglere karsi cok savunmasiz kalacaklardir.
Bu buyuk yikimin ardindan ingiltere, bir baska alman kabilesi olan frank (fransiz) kabilelerinin siyasi egemenligi altina girecektir (unutmamak gerekir ki, keltleri birer alman kabilesi olarak gostermek icin yeterli delil -gerek dil, gerek koken olsun- halen daha yoktur) . iste bu egemenlik ile, ingiliz adalarina feodalizm gelecektir.
Tarih boyunca britanya adalarina yerlesmis olan halklardan hicbiri bir daha ayrilmamistir (cogu romali disinda) . keltler, romalilarin kulturunden esintiler almislardir. romalilar'dan adada kalanlar, keltler ile kaynasmislardir. romalilar'in asker olarak getirdigi anglo, sakson, jut ve franklar, daha sonra yerlesimci olarak burada kalmislardir. daha sonralari gelen norman akinlari ile, iskandinav kulturu adaya tasinmis, yine anglo ve saksonlari etkilemistir.
Gunumuzde, bir İNGİLİZ dedigimizde aklimiza soyle bir karisim gelmelidir:
anglo (%35)
sakson (%35)
iskandinav (%15)
jut (%5)
frank (%5)
diger (keltler, romalilar ve diger alman kabileleri %5)
gunumuzde, bir İSKOÇ dedigimizde aklimiza soyle bir karisim gelmelidir:
kelt (%70)
ingiliz (%20)
iskandinav (%10)
gunumuzde, bir İRLANDALI dedigimizde aklimiza soyle bir karisim gelmelidir:
kelt (%80)
ingiliz (%20)
büyük britanya
29.04.2004 - 14:252.dünya savaşından önce dünyaya bugünkünden daha fazla hakimdi, 'süper güç'dü.Şimdi dünyayı ABD ve İsrail'le paylaşıyor.
cahil
29.04.2004 - 14:22Üzerinde yaşadığı dünyaya ait bilgi almak istemeyen, yada bilgi alması engellenen kişi.
teoman
29.04.2004 - 13:3420 Kasım 1967'de İstanbul'da doğdu. Avukat babası, Teoman 2,5 yaşındayken öldü.
Liseyi Kültür Koleji'nde bitirdikten sonra İstanbul İşletme Fakültesi'ni kazandı. Burayı sevmeyince önce Boğaziçi Üniversitesi'nin Matematik Bölümü'ne sonra da aynı okulun Sosyoloji Bölümü'ne girdi. Neyse ki burayı bitirdi. Hatta üstüne bir de master yaptı.
teoman
29.04.2004 - 13:25televolelere, talk showlara çıkmadan popüler olabilen müzisyen.
kuvayi milliye
29.04.2004 - 13:10Büyük Britanya(İngiltere) 'nın saldırttığı Yunan, fransız, italyan emperyalist güçlerine karşı BAĞIMSIZLIK müğcadelesi veren ruh!
terörizm
29.04.2004 - 13:04* Amerika birleşik devletleri, kizilderili soykirimiyla baslayarak...
* 1898'de meksika'yi isgal etti.
* ayni yil (1898) küba'ya girdi.
* 1921 yilinda nikaragua'yi isgal etti. ulusal muhafizlar adli ve
basini somoza'nin çektigi terör örgütünü kurdu. anti-emperyalist
direnisin basini çeken sandino ve 300 kisiyi katletti. 40 yildan
fazla sürecek bir terör devrini baslatti. sabotaj ve suikastlar
düzenledi.
* 1945'te japonya'nin hirosima ve nagazaki kentlerine atom bombasi
atarak bir anda 250 bin kisiyi vahsice öldürdü.
* 1950-53 yillari arasinda yüzbinlerce yurtsever koreliyi katletti.
* 1954'te binlerce guetamalaliyi öldürdü.
* 1955'te endonezya, laos ve kamboçya'da çok sayida cia operasyonu düzenledi.
* 1956-59 yillari arasinda kübada 60.000 kisiyi, abd'li danismanlarin ve batista'nin birlikte yürüttügü operasyonlarda katletti.
* 1961'de küba'ya karsi domuzlar körfezi çikartmasini örgütledi.
* 1965'te isbirlikçi suharto, 1 milyon komünist ve ilerici endonezyaliyi katletti.
* ayni yil dominik'e parasütçülerini indirdi ve 10 bin dominikliyi katletti.
* 1975'te vietnam'dan kovuldugunda arkasinda milyonlarca ölü ve sakat birakti. abd'nin vietnam'da halkin üzerine attigi 638 bin ton bomba, ii.dünya savasi sirasinda avrupa ve afrika'ya atilan toplam bombalarin yarisidir. kisi basina asagi yukari 5 bomba atildigi söylenmektedir. milyonlarca insan stratejik köylere sürülmüs, onbinlerce kadinin irzina geçilmis, yüzbinlerce insan sakat birakilmistir, milyonlarca insan iskenceden geçirilmistir.
* 1970-75 yillari arasinda kamboçya ve laos'ta 1 milyon insani katletti
* 1973'te sili'de cia'nin düzenledigi darbe ile 30 bin kisi katledildi.
* arjantin'de fasist generallerle yaptigi isbirligi sonucu 30 bin kisi kaybedildi.
* 1983'te lübnan'a müdahale etti. 14 bin deniz piyadesinin katildigi operasyonda binlerce ilerici yurtsever lübnanli katledildi.
* ayni yil lübnan'a ikinci bir müdahalede bulundu. akdenizde eskiyalik yapan amerikan 6, filosuna ait savas gemileri lübnan'a günlerce bomba yagdirdi.
* yine ayni yil grenada'yi isgal etti. yüzlerce ilerici ve yurtsever katledildi.
* 1986'da uluslararasi haydutluk örnegi sergileyerek libya'yi bombaladi, bine yakin sivili katletti. ülkeye ambargo uygulayarak deniz ablukasina basvurdu.
* 1989'da panama'ya asker çikartti ve 5 bin panamaliyi öldürdü.
* 1991'de irak'in kuveyt'e girisini bahane ederek diger emperyalist güçleri de ardina takarak irak halkina karsi bomba yagdirdi. 100 binin üzerinde insani katlettigi bu vahseti iletisim kanallariyla tüm dünyaya resmen izlettirdi. abd uçaklari irak halkinin üzerinde 12 bin sorti yaptilar.
* somali'deki durumu bahane ederek yine diger emperyalist güçleri de pesine takarak ülkeyi isgale giristi.
* iran'a karsi baslattigi ambargoyu yillardir sürdürüyor.
* latin amerika'da abd'nin bulasmadigi savas, katliam, insan haklari ihlali yok gibidir. nikaragua'dan kaçan iskenceci, halk düsmani kontralari özgürlük savasçilari adi altinda honduras'ta üslendirdi ve silahlandirarak nikaragua halkinin üstüne saldirtti. birçok latin amerika ülkesinde de ulusal muhafizlar adi altinda ölüm mangalari'ni örgütledi, egitti, finanse etti, silahlandirdi ve halkin üzerine saldirtti.
* sadece 1946-1975 yillari arasinda tam 215 kez askeri gücüne basvurmustur. ayni yillarda insanliga 19 kez nükleer silah kullanma tehdidini savurmustur.
İŞTE TERÖRİZM BUDUR! ! !
usame bin ladin
29.04.2004 - 12:59abd rüzgar ekti fırtına biçti.
Toplam 1733 mesaj bulundu