Yurttaş yerine 'müşteri' kavramını getiren reform. Merkezi(devlet) kamu yönetiminin yerele(belediye) ve Özel Şirketlere devredilmesini öngörüyor. Böylece Sosyal Devlet yerine dünya sermayesiyle bütünleşecek bir Piyasa Devleti ne dönüşüm hedefleniyor. Az gelişmiş ülkeleri Emperyalizmin kucağına patlıcan oturtması şeklinde afiyet şeker etmeye hazır bir kıvama sokma misyonuyla, sömürüyü kimi yerlerde olduğu gibi şiddet yoluyla değil, büyük Sermayenin borazanı Boyalı Basının Aldatmacı Kamuoyu yönlendirmesiyle meşrulaştırarak zihinleri bulandırıyor. Milyonlarca Kamu çalışanının akıbetinin ne olcağı ise kocaman bir soru işareti...
Getireceği yenilikler arasında merkeziliğin minimuma indirilmesi ve yerelliğin şahlanması vardır... Şöyle ki öğretmenler ve doktorlar da dahil olmak üzere kamu çalışanlarının büyük çoğunluğu yerel yönetime bağlanacaktır... Hastaneler, Sağlık ocakları, Eğitim kurulları yerel yönetimin sorumluluğunda olacak...
Yerel yönetimlerin gelirleri sorumluluklarıyla beraber kat be kat artacak...
İller arası tayin yerel yönetimlere bağlı kuruluşlarda çalışanlar için imkansız hale gelecek... Ankara da çalışan bi memur İzmir de çalışmak istiyorsa Ankara daki görevinden istifa edip İzmir de yeniden işe başvurmak zorunda olacak...
Günlük hayata dair en büyük etkilerinden biri de torpil müessesinde yaşanacaktır... Artık vatandaş Ankara da milletvekili, bakan kapıları yerine kendi şehrinde belediye başkanı, belediye meclisi üyesinin kapılarında sürünecektir...
TİPin kurucusu Mehmet Ali AYBAR a göre sol demek, sosyalizm demektir.Kendine 'sol' diyen diğer akımlar (sosyal demokrat,demokratik sol, liberal sol...) ancak Emperyalizmin sol kolu olabilirler.
'Tarihi ve italyan halkının kültürel kişiliği ve roma kentinin kutsallığı avrupa’nın kapısı durumunda olması, benim büyük zulum dünyasından san pietro tarzı bir hareketle buraya kadar, roma’ya vatikana kadar ulaşmama yol açtı. şunu hemen belirteyim ki ortadoğu’dayken halep metropolü ile çık değerli ilişkiye sahiptim. bu kanaldan katınıza saygılarımı sunmuştum.ben eşitliğin, barışın, hümanizmin hıristiyanlığın temel amaçlarından olduğunu biliyor ve inanıyorum.taşıdığım sosyalizm inancı bundan uzaklaştırmıyor, daha da yakınlaştırıyor. şahsınızda, dininize saygımı belirtmeyi, inancımın ve mücadelemin bir gereği sayarım. sizlere çok önemli gördüğüm bazı hususları aktarmayı bir insanlık görevi biliyorum.biliyorsunuz ki hıristiyanlık azizleri ortadoğu kökenliydiler ve ilk kutsal kiliseleri burada kurmuşlardır. bu dönemin ilk hıristiyan halkları da asuri ve ermeniler’di.kısmen kürtler de bu dönemin ilk hıristiyan halklarındandır. doğduğum köyde ve ilkokulu okuduğum köyde bu kiliselerin kalıntıları duruyordu. birisini cami yapmışlardı.buna sevinmemiş, bu büyük uygarlık neden bu hale gelmiş diye o çocuk halimle üzülmüştüm.. ermeniler ve asuri-süryaniler candan aile dostlarımızdı, komşuyduk.
şunu demek istiyorum. ben dinsiz değil, tüm dinlere ve tek tanrılı dinlere özellikle saflık dönmelerine büyük saygı duyuyor, kendi eylemimi bu büyük insanlık aksiyonlarının devamı olarak görüyor, bunu her zaman söylemekten çekinmiyorum.herkes bizim peygamberler tarzında olduğumuzu söyler ve halklarımız da buna tanıktır. fakat türk barbarizmi tarihte biliyorsunuz hem batı, hem doğu roma imparatorluğunu yıkarak, büyük bir hıristiyanlık düşmanlığını anadolu2da tüm ortadoğu hatta balkanlarda hgeliştirdi. avrupa’da bunun izleri sabittir ve devam ediyoor.en son şahsınıza karşı menfur suikastı düzenlediler. bunu yapan bir kişi değildi. onu serbest bırakan 12 eylülcü generallerden kara kuvettleri kumutanı nurettin ersin’di. amacı hıristiyanlık dünyasını tehditti. m.ali ağca hala doğruyu konuşmuyor. kenddisi malatya’lıdır. ve hıristiyanlığa düşmanlığın merkezi şehri olarak anılır. hırıstiyanlığa karşı en büyük korsanlık savaşımını veren battal gazi diyarı olarak tanınır. şunu demek istiyorum. şahsınıza karşı bu kadar çılgınlaşan bir rejim, biz kürtlere, ermenilere, süryanilere ve greklere neler yapmaz ki? mezopotamya ve anadolu’nun asıl sahipleri olan bu halklar tamamen jenosidyöntemleri ile tasfiye, imha edilmişlerdir. çok az bir kalıntıları kaldı. kürtlerind e durumunu biliyorsunuz, dehşet içinde kendilerini italya kıyılarına vurdular.
bu zulme, vahşete karşı çıkmaya çalıştım. uzun süredir adeta tek başıma direniyorum.'
Maradona, kokaine karşı tedavi görmek için 4 yıl önce Küba'ya yerleşmişti.Geçen hafta geçirdiği rahatsızlıktan sonra tekrar KÜBA'ya döneceğini açıkladı.
Tüm dünyadan 60 kadar Sosyalist ve Sosyal demokrat partinin aralarında konuşup anlaşarak temmuz 1951'de kurdukları Sosyalist enternasyonel'de her partinin bir oyu vardır ve kararlar oybirliği ile alınır. Sovyet türü komunist sisteme karşı çıkarak Demokratik Sosyalizmi savunmaktadırlar. NATO tarafından destek görmekte,avrupa birligi çalışmalarına da katılmaktadırlar. Türkiye'den de CHP bu birliğe iştirak etmektedir.www.socialistintenational.com
Ernesto Che Guevara 14 Haziran çarşamba günü Arjantin'in önemli şehirlerinden Rosario'da doğdu.
Che henüz iki yaşında iken ilk astım krizine yakalandı.Sierra Maestra'da Batista ordularına karşı savaşırken Che'ye zorlu dakikalar yaşatan bu hastalık,Bolivya ormanlarında Barrientos'un askerleri tarafından vuruluncaya kadar yakasını bırakmadı.
Yüksek mühendis olan babası Ernesto Guevara Lynch, İRLANDA asıllı bir aileden, annesi Clia dela Sena ise İrlandalı-İspanyol karışımı bir aileden geliyordu.Che üç yaşında iken ailesi Buenos Aires'e yerleşti. Daha sonraları astım krizlerinden dolayı Che'nin durumu dahada kötüleşti. Doktorlar tedavisinin çok güç olduğunu, mutlaka iklim değiştirmesi gerektiğini söylediler. Böylece Guevara ailesi yeniden göç etti.Cordoba'ya yerleştiler.
Guevara ailesi tipik bir burjuva ailesi idi. Politik eğilimleri itibarıyla da sola açık liberal olarak tanınırlardı. İspanya iç savaşında açıkça cumhuriyetçileri desteklemişlerdi. Zamanla maddi durumları bozuldu. Che, eğitim bakanlığına bağlı Dean Funes lisesine başladı. Okulda İngilizce eğitim yapılırken, annesinden de fransızca öğreniyordu. Daha 14 yaşındayken Freud'un kitaplarını okumaya başlayan Che, fransızca şiirlere bayılırdı. Baudelaire'e karşı büyük bir tutkusu vardı. Onaltı yaşında ise Neruda'ya hayran olmuştu.
Guevara ailesi,1944 yılında Buenos Aieres'e göçtü. Durumları iyiden iyiye bozulmuştu. Che, biryandan öğrenimine devam ederken bir yandan da çalışıyordu.Tıp fakültesine yazıldı. Fakültedeki ilkyıllarında Arjantin'in kuzey ve batı bölgelerini baştan başa dolaşmış, buralardaki orman köylerinde cüzzam ve tropikal hastalıklar üzerinde çalışmalar yapmıştı.
Son sınıfta iken Che, arkadaşı Alberto Granadas ile bütün Latin Amerika'yı içine alan bir motosiklet turuna çıktı. Bu tur ona, Latin Amerika'nın sömürülen köylülerini yakından tanıma fırsatı verdi. Che, 1953 yılının Mart ayında üniversiteyi bitirmiş DOKTOR olmuştu. Venezuella'daki cüzzam kolonisinde çalışmak üzere anlaşmıştı. Buraya gitmek için çıktığı yolculuğu sırasında Peru'ya da uğradı. Orada yerliler hakkında daha önce yayınlanmış bir incelemesi yüzünden tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Hapisten çıktıktan sonra Ekvator'da bir kaç gün kaldı. Burada Ricardo Rojo adında bir avukatla tanışması hayatının dönüm noktası oldu. Che, Venezulla'ya gitmekten vazgeçip, Ricardo Rojo ile birlikte Guetamala'ya gitti. Devrimci Arbenz Hükümeti sağcı bir darbe ile devrilince Arjantin büyük elçiliğine sığındı. İlk fırsatta ihtilalcilerin safına katıldı. Faaliyetlerinden dolayı elçilik binasından çıkartıldı. Guetamala'da kalması tehlikeli bir durum alınca Meksika'ya gitti. Ernesto, Guatemala'da bir çok Kübalı sürgün ve Fidel Castro'nun kardeşi Raul ile karşılaşmıştı. Meksika'ya geçtiğinde ise Fidel Castro ve arkadaşları ile tanışarak KÜBA devrimcileri safında yer aldı. Daha sonra Granma gemisiyle Küba'ya hareket etti ve savaşın sonuna kadar en ön safhada yer aldı.
Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara Havana'nın la Cabana Kalesi'nin komutanlığına getirildi.1959 yılında Küba Vatandaşı ilan edildi. Bir süre sonra silah arkadaşı Aleida March ile evlendi. 7 Ekim 1959'da Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım'da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali işlerini yüklenmiş oluyordu.
23 Şubat 1961'de Küba Devrim Hükümeti bir Sanayi Bakanlığı kurarak Che'yi bunun başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirildi. Daha sonra az gelişmiş ülkelere çeşitli seyahatlar yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che'nin savaşcı yanının tekrar canlanmasına yol açtı.
Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermişti.1965 Eylül'ünde bilinmeyen ülkelere doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965'de Fidel Castro, Che'nin ünlü veda mektubunu Küba Halkı'na okudu.
...Ve ölüm Che'yi Bolivya'da Higueras yakınlarında yakaladı. Barrientos'un askerleri O'nu 7 Ekim 1967 gecesi Hieguras yakınlarında kıstırdılar. Bacağından ağır bir yara aldı ve Hieguras'da bir okula hapsedildi. Kimsenin karşısında eğilmedi. Ve 9 Ekim günü Barrientos'un kiralık katillerinden Mario Turan'ın dokuz kurşunuyla can verdi.
Cumhuriyet gazetesi’ndeki yazısında Ali Er de; “Küba’da yoksulluğun anlamı farklı; eğer yoksulluk aç ve açıkta kalmaksa, eğer yoksulluk hastane kapılarında sürünmekse ve eğer yoksulluk eğitimden yoksun olmaksa Küba ve Küba halkı yoksul değil. Ama yoksulluk, bir dolara satılan Coca Cola veya benzeri ithal içecekler ise dolarla satılan diğer ürünleri alamamaksa, Küba halkı yoksul, hem de çok yoksul. Ve Küba halkı dünya çapındaki bilim adamından işçisine kadar her vatandaşıyla bu yoksulluğu paylaşıyor.” diyor. (22 Ağustos 2003 Cumhuriyet)
Eğitim, sağlık, her alanda halka sağlanan fırsat eşitliği sosyalist ülkelerdeki uygulamalardan yalnızca bir bölümüdür. Küba’yı gezip görenlerden F. Berk Doğutürk Yeni Yüzyıl’daki yazısında bakın ne diyor;
“İnsanların çeşitli takıları, giysileri yok ama; kitap okuyorlar resim, heykel ve müzikle uğraşıyorlar. Bu da onları mutlu kılıyor. Küba’da garsonlar bile üniversite mezunu. Bir de 2 milyon nüfusa karşı 60 bin sanatçı olduğunu öğrendim. Havana’nın sokaklarında birçok galeri, kütüphane, resim-heykel atölyeleri görmek olası....
“... Sadece işçilere ait tatil köyleri var. Şeker kamışı tarlalarında yılda bir kez de olsa doktorundan komutanına her statüden insan gönüllü olarak çalışıyor. Ayrıca insanlar birbirlerine ve bize karşı çok sıcak ve sevecen. 20 gün boyunca kavga eden kimseye rastlamadım. İnsanların sevgileri çıkara dayalı değil.” (4.11.1997. Y.Yüzyıl)
Birleşmiş Milletlerin raporlarında dünyada her yıl yapılan istatistiklerde yüzlerce çocuğun daha doğmadan öldüğü yayınlanıyor. Binlerce çocuk doğduktan kısa bir süre sonra çeşitli hastalıklardan ve yoksulluktan ölüyorlar. BM raporlarına göre önlenebilir veya tedavi edilebilir hastalıklar nedeniyle her yıl 4 milyon çocuk yaşama gözlerini yumuyor, 60 milyon çocuk çeşitli hastalıklarla birlikte tehdit altında yaşıyor. Küba’da ise çocuk ölümleri sıfır.
' Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. '
V.İlyiç Lenin - 3 Aralık 1905
SSCB nin yıkılmasından sonra, en coşkulu 1 mayıs kutlamaları KÜBA nın Devrim meydanında yapılıyor.Başkan Fidel CASTRO 1 Mayısı yüzbinlerce Kübalıyla beraber kutluyor..
Dünya'nın kontrolünü elinde tutmaya çalışan, ABD'nın bütün pis işlerini yapan, yaptırtan, uluslararası terör örgütü. türkiye'de yıllarca pkk mevzusunu ortaya çıkaran ve onlara silah desteği veren, sol güçlenince sağın solun önüne geçmesi için çabalayan, Sovyetler birliği - Afganistan savaşı sırasında afganistan'ın bütün silah ihtiyacını karşılamış ve medyada koskoca Sovyetler Afganlara boyun eğdi, efsane çürüdü dedikodusunu yayan, 11 eylül'ü de sırf ortadoğu ve özellikle ıraktaki petrole sahip olmak için kendini acındırarak olası bir harekatta ırak'a rahatça terörle savaşıyoruz maskesi altında için yaptırdığı söylenen, bu gizli bilgiyi ele geçiren Mossad'ın İkiz Kuleler'deki bütün yahudilerin yaşam garantisini istediği için hiçbir yahudinin o gün binada olmamasını sağlayan emperyalist ajan örgütü.
KÜBA HÜKÜMETİ’NİN ULUSAL VE ULUSLARARASI KAMUOYUNA YÖNELİK AÇIKLAMASI
Guantanamo ABD Deniz Üssü, Küba ulusal sahasında 117.6 kilometre kare alan kapayan bir tesistir. Bu saha 1903’te ABD Hükümeti ve o dönem Tomas Estrada Palma başkanlığındanki Küba Hükümeti arasında imzalanan Kömür İkmal ve Deniz Üsleri Sözleşmesi’ne dayanarak işgal edilmişti. O vakit ülkemiz gerçek bağımsızlığına sahip değildi; bu da, Küba halkının İspanyol hükümranlığına karşı gerçekleştirdiği bağımsızlık savaşına müdahale eden ABD ordusunun işgali altında olduğu sırada ABD Kongresi’nce kabul edilen ve 1901 Martı’nda ABD Başkanı McKinley tarafından onanan bir kanun değişikliği -Platt Kanunu- nedeniyledir.
Platt Kanunu ABD’ye Küba’ya müdahale hakkı tanımaktaydı ve bu hak, 1901 Anayasamıza ABD askeri birliklerinin Küba toprağından çekilmesinin ön koşulu olarak dayatılmıştı. Bu şartın üstüne, yukarıda bahsi geçen Kömür İkmali ve Deniz Üsleri Sözleşmesi 1903 Şubatı’nda sırasıyla Havana ve Washigton’da imzalanmıştı. Aslen ulusal sahamızın iki bölgesini, hem Guantanamo hem de Bahia Honda’yı kapsıyordu, ancak berikinde bir deniz üssü hiçbir zaman kurulmadı.
Sözleşmenin ikinci maddesinde ABD’ye tanınan hak kelimesi kelimesine şöyle tanımlanmaktaydı: “bu alanların -başka hiçbir amaç için değil- yalnızca kömür ikmal ve deniz üsleri olarak kullanımları amacıyla her türlü donanımı sağlamak.”
1903 Şubat’ında imzalanan bu sözleşmeye ek olarak aynı yıl 22 Mayıs’ta Platt Kanunu’nun sekiz maddesinden faydalanılarak Küba ve ABD arasında “Karşılıklı İlişkilere Dair Kalıcı Anlaşma” imzalandı ve böylece bu maddeler Antlaşma’nın maddeleri haline getirilmiş oldu.
Yirmi bir sene sonra, 29 Mayıs 1934’te ise Başkan Franklin Delano Roosevelt’in “İyi Komşuluk” siyaseti doğrultusunda Küba ve ABD arasında 1903 Anlaşmasını ve dolayısıya da Platt Kanunu’nu fesheden içerikte yeni bir “Karşılıklı İlişkilere Dair Anlaşma” imzalandı.Yeni anlaşma Bahia Honda’da üs kurulmasını ihtimal dışı bırakıyor, ancak Guantanamo Deniz Üssü’nün varlığını destekliyor ve mevcut hükümleri muhafaza ediyordu Geçerliliğini koruyan bu hükümler için yeni Antlaşmanın üçüncü maddesinde harfiyen şunlar belirtilmekteydi:
“Küba Devlet Başkanı tarafından 16 Şubat 1903’te ve ABD Başkanı tarafından aynı yılın aynı ayının 23’ünde imzalanan Küba topraklarının ABD’ya kömür ikmal ve deniz üsleri için devri hakkındaki sözleşmenin değiştirilmesine dair taraflar anlaşıncaya kadar, Guantanamo’daki deniz üssüne dair sözleşmenin içerdiği hükümler geçerliliğini koruyacaktır. Guantanamo’daki deniz üssü söz konusu olduğunda iki hükümet arasında kömür ikmal ve deniz üsleri hakkında 2 Haziran 1903’te imzalanan ek anlaşma da aynı biçimde ve aynı koşullarla geçerliliğini koruyacaktır. ABD Guantanamo’daki bahsi geçen üsten ayrılmadıkça veya iki hükümet mevcut sınırlarında bir değişiklik üzerinde anlaşmadıkça, söz konusu deniz üssü, şimdiki sözleşme tarihindeki sınırlarla, bugün üzerinden bulunduğu alana sahip olmaya devam edecektir.”
Yukarıda bahsi geçen ek sözleşme, ana sözleşmenin dayattığı koşulların fesatlığını ortaya sermektedir. Öyle ki, ABD 117.6 kilometre kare Küba toprağına –yani ülkenin en güzel körfezlerinden birinin önemli bir bölümünü barındıran 11 bin 760 hektar araziye- karşılık Küba Cumhuriyeti’ni yıllık 2000 ABD doları gibi bir mebla ile tazmin edecekti; bugünse bu mebla Küba’ya çek yoluyla ödenecek 4,085 ABD dolarına çıkarılmıştır –yani hektar başına 34.7 sent. En doğal haysiyet duygumuz, ayrıca topraklarımızın bu bölümünde olup bitenleri hiçbir şekilde tasvip etmiyor oluşumuz, Küba’yı -çoktandır varolmayan bir kurum olan- Küba Cumhuriyeti Hazine Genel Müdürlüğü adına düzenlenmiş bu çekleri bozdurmaktan alıkoymuştur.
Küba Devrimi’nin zaferinin ardından söz konusu üs Küba ile ABD arasında çok sayıda sürtüşmeye neden olmuştur. Orada çalışan üç bini aşkın Kübalının büyük çoğunluğu işlerinden atılmış ve yerlerine başka ülke vatandaşları yerleştirilmiştir. Şu anda üste çalışanlar arasında yalnızca on Kübalı vardır.
Geçmişte bu tesisten bölgemize taciz ateşleri açıldığı olmuş ve zaman zaman bunlar sonucunda Kübalı askerler yaşamlarını yitirmiştir. Üs, karşı devrimciler için bir sığınak ve destek mekanı olmuştur. Küba’da devrim döneminde ABD hükümetinin tek yanlı kararları doğrultusunda kendi olanaklarıyla ABD’ye gitmeye çalışan on binlerce Haitili ve Kübalı bu askeri üsse götürülmüştür. Kırk küsur yıl boyunca söz konusu üs, bölgedeki varlığına zemin oluşturan sözleşmede hiçbir biçimde yer almayan bir çok farklı amaç için kullanılmıştır.
Ancak Küba bunları engellemek üzere hiçbir adım atamamıştır.
Öte yandan, bu uzamış, kronikleşmiş ve anormal sorunun çözümünü hedefleyen, yani ulusal topraklarımızın halkımızın iradesi hilafına işgal edilmiş olan bu parçasının ülkemize iadesini önüne koyan bir çalışma, sakin, yasal ve diplomatik bir süreç için elverişli koşullar yarım yüzyıl boyunca varolmamıştır.
Buna rağmen Küba’nin bu potansiyel tehlike arzeden garip soruna dair net bir politikası vardır: İki ülke arasında varolan çok sayıdaki ciddi ayrılıklar arasında, bu on yıllardır süregiden meselenin bir ana başlık, hatta öne çıkan bir başlık haline gelmesinin önüne geçmek. 19 Şubat 2000’de sunulan Baragua Önergesi’nde Gunatanamo üssü konusu ayrıntısıyla ele alınıyor ve Küba’nın politikası şu şekilde tarif ediliyordu: “Şu anda ana hedefimiz olmasa dahi Guantanamo’daki gayri meşru biçimde işgal edilmiş toprakların Küba’ya iadesi, halkımızın hakkı ve hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimiz bir davadır! ”
Söz konusu askeri bölge Kübalı ve ABD’li askerlerin karşı karşıya bulunduğu ve dolayısıyla serinkanlılık ve sorumluluk duygusunun en fazla ihtiyaç duyulduğu mekandır. Egemenliğimiz ve haklarımızın savunması yolunda savaşmaya ve gerekirse canımızı vermeye her an hazır olsak da, halkımızın ve onun liderlerinin en kutsal görevi önlenebilecek, gereksiz ve kanlı savaşlardan kaçınmaktır.
Bu üs, aynı zamanda iki ülke arasında sorun yaratmaya çalışan, böylece ABD’nin muazzam gücü karşısında siyasi, ekonomik ve ideolojik alanlarda kahramanca bir direnen halkımızın saldırılarla karşılaşmasını uman çevrelerin, planlarını uygulamalarına müsait bir yer olmuştur.
Ülkemiz burada temkinli ve ılımlı bir siyaset gütmeye özel olarak dikkat etmiştir.
Ancak belirtilmesi gereken bir nokta, Guantanamo deniz üssünün on yıllardır sürekli gerilim yaşanan bir bölge olmasına rağmen son yıllarda kimi değişikliklerin gerçekleşmiş ve karşılıklı saygıya dayanan bir atmosferin hakim kılınmış olduğudur.
1994’te ABD hükümetinin buraya yolladığı çok sayıda mültecinin üste yoğunlaşmasının ardından ortaya çıkan durum, biriken ve çok sayıda insanın yaşamını tehdit eden pek çok sorunun da çözüm ihtiyacını sergilemişti. Topraklarımızdan ABD’ye iltica etme meraklısı kimileri bunun için üsten yararlanmaya kalkıyorlar, öte yandan birçoğu da ABD üssünü terkedip ülkemize mayın tarlalarından geri dönmeye çalışıyorlardı. Bu arada kazalar yaşanıyor ve askerlerimiz mayınlı tarlalardan insanları kurtarmak için büyük riskler alıyorlardı. Bu gibi faaliyetler aynı zamanda üsteki personel ile bilgi alışverişi ve işbirliğini de gerektirmekteydi. Buna ek olarak, bölgedeki sağanak yağmurlar ve taşan nehirler mayınları sürükleyip işaretlerini bulanıklaştırarak iki taraf için de tehlikeli vaziyetlerin doğmasına yol açıyordu.
Bu gibi durumlar havayı yumuşattı; dahası üs bölgesinde iki tarafta da sorumlu düzeydekilerin artık bir zorunluluk haline gelen -asgari düzeyde de kalsa- yasal bir bağlantı kurmalarına katkıda bulundu. Sonuç olarak bugün bölgede hakim olan hava bir düşmanlık ve savaş ortamı olarak tarif edilmez.
Öte yandan iki yeni uluslararası gelişme üssün durumunu etkiledi: 1999’da Kosova’daki savaşı ve 11 Eylül terörist sdaldırılarını takiben gelişen Afganistan’daki savaş. İki vakada da ABD öncü rol üstlenmişti.
Birinci vakada çok sayıda Kosovalı sığınmacının gelişi söz konusu oldu. ABD hükümeti, geçmiş sözleşmelere uygun olarak, askeri üssü bunların bir kısmına açmaya karar verdi. Bu tarz kararlar her zaman tek yanlı olarak verilir ve öncesinde görüşlerimize hiçbir zaman başvurulmazdı, dahası bilgilendirilmeyiz bile. Ancak ilk defa o sefer, alınana karar ve gerekçesi bize iletildi. O sefer olumlu bir yanıt verdik.
Her ne kadar o savaşa karşı durmuş olsak da, Kosovalı sığınmacıların muhtaç oldukları yardıma muhalif olmamız için bir sebep yoktu. Hatta sağlık hizmeti veya gereksinim duyulabilecek herhangi bir başka hizmeti sağlamak konusunda tarafımızdan işbirliği önerilmişti. Ancak sonunda sığınmacılar Guantanamo deniz üssüne yollanmadılar.
Bu sefer ise Afganistan’daki savaş tutsaklarının üsse getirilmesine karar verildi. Geçmişte olduğu gibi, yine görüşümüze başvurulmadı ama bir jest olarak nakil öncesinde, tutsakların üste nasıl yerleştirileceğine ve halkımızın güvenliğinin hiçbir biçimde tehdit edilmediğine dair geniş ve ayrıntılı biçimde bilgi sunuldu. Konu hakkındaki son ayrıntılar Küba yetkililerine 7 Ocak 2002 tarihinde iletildi.
Verilen bilgiden anlaşılan, amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli önlemleri almaktan sorumlu askeri personelin ciddi ölçüde takviye edileceğidir.
Her ne kadar terörizmin nasıl yok edileceğine dair yaklaşımlarımız farklı da olsa, Küba ve ABD arasındaki ayrım, halkımızın 40 yıldan fazla zamandır mağduru olduğu ve yakından tanıdığı bu musibeti ortadan kaldırma ihtiyacına dair değil, yönteme dairdir. Geçtiğimiz 11 Eylül’de ABD halkına o iğrenç vahşi darbeyi indiren de aynı musibetti.
ABD hükümetinin savaş esirlerini –kendi topraklarımızda bulunan, ancak üzerindeki haklarımız elimizden alınmış olan- bir askeri tesise nakli, başlangıçtaki şartlara uymamaktadır. Ancak Küba Hükümeti’nin bu faaliyetin yürümesini engellemeye yönelik herhangi bir tavrı olmayacaktır.
Operasyondan haberdar edilen ve bu faaliyetin ciddi boyutlarda personal nakli ve hava taşımacılığı gerektirdiğinin farkında olan Küba yetkilileri, ABD deniz üssünündeki personelle iletişim halinde olacaklar ve taşınan personelin hayatlarını tehdit edebilecek herhangi bir kaza ihtimalinin önüne geçmek için gerekebilecek önlemleri alacaklardır.
Bu operasyonun, gerektireceği askeri personel takviyesinin geniş boyutlarına rağmen ülkemizin güvenliği açısından bir tehdit teşkil ettiğini düşünmüyoruz. Dolayısıyla tesis bölgesinde görevli Kübalı personel sayısını ve askeri olanakları artırmayacağız. Disiplinli ve kalifiye personelimiz, yabancı tutsakların üsse taşınması sırasında ortaya çıkabilecek herhangi bir tehlike karşısında bölgedeki nüfusun güvenliğini sağlayabilecek yeterliktedir.
Küba, bölgede son yıllardır hakim olan ılımlı ve karşılıklı saygıya dayalı atmosferi korumak için elinden gelen tüm çabayı sarfedecektir.
Öte yandan Küba Hükümeti tutsakların nakli öncesinde bilgi sağlanmasını takdirle karşılamakta ve ABD yetkililerinin, tutsakların Uluslararası Kızıl Haç Örgütü tarafından gözetimi altında, makul ve insani bir muameleye tabi tutulacakları yollu açıklamalarını memnuniyetle karşılamaktadır.
Üste barındırılacak tutsakların kesin sayısı belli olmasa da –daha önceki Kosovalı mülteciler meselesinde olduğu gibi- ihtiyaç duyulan sağlık hizmetleri ve kendi kontrolümüzdeki bölgeleri bulaşıcı hastalıklardan korumak için ayrıca sağlık koruma programları sağlanmasında işbirliğine hazırız. Benzer şekilde yararlı, yapıcı ve insani amaçlarla her türlü işbirliğine hazırız.
Küba’nın konu hakkındaki tavrı budur!
Küba Cumhuriyeti Hükümeti
11 Ocak 2001
film çekimi için onun evine giden yolu yarım saatliğine kapatmışlar. arabalar tabi kuyruk olmuş yolun kesildiği yerden itibaren... fidel castro ve korumaları da bu bekleyen arabalardan birinde yer almaktaymış.
fidel castro sormuş 'Ne oluyor niye bekliyoruz? ' diye.
'Türkler film çekiyolar yol kapalı' diye cevap vermişler.
iyi bakalım demiş adam, ve açmış kitabını okumuş yol açılana kadar...
sosyalizm
04.05.2004 - 17:45“Çok olanı bir kaç kişi arasında bölüştürmek değil, sahip olduğumuz azı çok kişi arasında bölüştürmek...” (R.Robaine)
kapitalizm
04.05.2004 - 17:42Dünya yalan söylüyor...
kuvayi milliye
04.05.2004 - 17:39hakkındaki en güzel dizeleri Nazım Hikmet yazmıştır.
nazım hikmet
04.05.2004 - 17:38Her insan gibi bazı yanlış düşünceleri olsa da, vatansever olduğuna emin olduğum insan.
Bakınız:Kuvayı milliye destanı
sosyalizm
04.05.2004 - 17:13www.siyasigazete.net
kamu yönetimi temel kanun tasarısı
04.05.2004 - 15:23Yurttaş yerine 'müşteri' kavramını getiren reform. Merkezi(devlet) kamu yönetiminin yerele(belediye) ve Özel Şirketlere devredilmesini öngörüyor. Böylece Sosyal Devlet yerine dünya sermayesiyle bütünleşecek bir Piyasa Devleti ne dönüşüm hedefleniyor. Az gelişmiş ülkeleri Emperyalizmin kucağına patlıcan oturtması şeklinde afiyet şeker etmeye hazır bir kıvama sokma misyonuyla, sömürüyü kimi yerlerde olduğu gibi şiddet yoluyla değil, büyük Sermayenin borazanı Boyalı Basının Aldatmacı Kamuoyu yönlendirmesiyle meşrulaştırarak zihinleri bulandırıyor. Milyonlarca Kamu çalışanının akıbetinin ne olcağı ise kocaman bir soru işareti...
kamu yönetimi temel kanun tasarısı
04.05.2004 - 15:17Getireceği yenilikler arasında merkeziliğin minimuma indirilmesi ve yerelliğin şahlanması vardır... Şöyle ki öğretmenler ve doktorlar da dahil olmak üzere kamu çalışanlarının büyük çoğunluğu yerel yönetime bağlanacaktır... Hastaneler, Sağlık ocakları, Eğitim kurulları yerel yönetimin sorumluluğunda olacak...
Yerel yönetimlerin gelirleri sorumluluklarıyla beraber kat be kat artacak...
İller arası tayin yerel yönetimlere bağlı kuruluşlarda çalışanlar için imkansız hale gelecek... Ankara da çalışan bi memur İzmir de çalışmak istiyorsa Ankara daki görevinden istifa edip İzmir de yeniden işe başvurmak zorunda olacak...
Günlük hayata dair en büyük etkilerinden biri de torpil müessesinde yaşanacaktır... Artık vatandaş Ankara da milletvekili, bakan kapıları yerine kendi şehrinde belediye başkanı, belediye meclisi üyesinin kapılarında sürünecektir...
akp
04.05.2004 - 15:05kamu reformu yasası ve yeni yök yasası ile harikalar yaratan parti!
sosyalizm
04.05.2004 - 14:16TİPin kurucusu Mehmet Ali AYBAR a göre sol demek, sosyalizm demektir.Kendine 'sol' diyen diğer akımlar (sosyal demokrat,demokratik sol, liberal sol...) ancak Emperyalizmin sol kolu olabilirler.
papalık
04.05.2004 - 14:07A.Öcalan’ın Papalık’a yazdığı mektup
'Tarihi ve italyan halkının kültürel kişiliği ve roma kentinin kutsallığı avrupa’nın kapısı durumunda olması, benim büyük zulum dünyasından san pietro tarzı bir hareketle buraya kadar, roma’ya vatikana kadar ulaşmama yol açtı. şunu hemen belirteyim ki ortadoğu’dayken halep metropolü ile çık değerli ilişkiye sahiptim. bu kanaldan katınıza saygılarımı sunmuştum.ben eşitliğin, barışın, hümanizmin hıristiyanlığın temel amaçlarından olduğunu biliyor ve inanıyorum.taşıdığım sosyalizm inancı bundan uzaklaştırmıyor, daha da yakınlaştırıyor. şahsınızda, dininize saygımı belirtmeyi, inancımın ve mücadelemin bir gereği sayarım. sizlere çok önemli gördüğüm bazı hususları aktarmayı bir insanlık görevi biliyorum.biliyorsunuz ki hıristiyanlık azizleri ortadoğu kökenliydiler ve ilk kutsal kiliseleri burada kurmuşlardır. bu dönemin ilk hıristiyan halkları da asuri ve ermeniler’di.kısmen kürtler de bu dönemin ilk hıristiyan halklarındandır. doğduğum köyde ve ilkokulu okuduğum köyde bu kiliselerin kalıntıları duruyordu. birisini cami yapmışlardı.buna sevinmemiş, bu büyük uygarlık neden bu hale gelmiş diye o çocuk halimle üzülmüştüm.. ermeniler ve asuri-süryaniler candan aile dostlarımızdı, komşuyduk.
şunu demek istiyorum. ben dinsiz değil, tüm dinlere ve tek tanrılı dinlere özellikle saflık dönmelerine büyük saygı duyuyor, kendi eylemimi bu büyük insanlık aksiyonlarının devamı olarak görüyor, bunu her zaman söylemekten çekinmiyorum.herkes bizim peygamberler tarzında olduğumuzu söyler ve halklarımız da buna tanıktır. fakat türk barbarizmi tarihte biliyorsunuz hem batı, hem doğu roma imparatorluğunu yıkarak, büyük bir hıristiyanlık düşmanlığını anadolu2da tüm ortadoğu hatta balkanlarda hgeliştirdi. avrupa’da bunun izleri sabittir ve devam ediyoor.en son şahsınıza karşı menfur suikastı düzenlediler. bunu yapan bir kişi değildi. onu serbest bırakan 12 eylülcü generallerden kara kuvettleri kumutanı nurettin ersin’di. amacı hıristiyanlık dünyasını tehditti. m.ali ağca hala doğruyu konuşmuyor. kenddisi malatya’lıdır. ve hıristiyanlığa düşmanlığın merkezi şehri olarak anılır. hırıstiyanlığa karşı en büyük korsanlık savaşımını veren battal gazi diyarı olarak tanınır. şunu demek istiyorum. şahsınıza karşı bu kadar çılgınlaşan bir rejim, biz kürtlere, ermenilere, süryanilere ve greklere neler yapmaz ki? mezopotamya ve anadolu’nun asıl sahipleri olan bu halklar tamamen jenosidyöntemleri ile tasfiye, imha edilmişlerdir. çok az bir kalıntıları kaldı. kürtlerind e durumunu biliyorsunuz, dehşet içinde kendilerini italya kıyılarına vurdular.
bu zulme, vahşete karşı çıkmaya çalıştım. uzun süredir adeta tek başıma direniyorum.'
küba
04.05.2004 - 12:14Maradona, kokaine karşı tedavi görmek için 4 yıl önce Küba'ya yerleşmişti.Geçen hafta geçirdiği rahatsızlıktan sonra tekrar KÜBA'ya döneceğini açıkladı.
tasavvuf
04.05.2004 - 09:42bakınız: vahdeti vücud
sosyalizm
03.05.2004 - 18:00Tüm dünyadan 60 kadar Sosyalist ve Sosyal demokrat partinin aralarında konuşup anlaşarak temmuz 1951'de kurdukları Sosyalist enternasyonel'de her partinin bir oyu vardır ve kararlar oybirliği ile alınır. Sovyet türü komunist sisteme karşı çıkarak Demokratik Sosyalizmi savunmaktadırlar. NATO tarafından destek görmekte,avrupa birligi çalışmalarına da katılmaktadırlar. Türkiye'den de CHP bu birliğe iştirak etmektedir.www.socialistintenational.com
ernesto che guevara
03.05.2004 - 16:10Ernesto Che Guevara 14 Haziran çarşamba günü Arjantin'in önemli şehirlerinden Rosario'da doğdu.
Che henüz iki yaşında iken ilk astım krizine yakalandı.Sierra Maestra'da Batista ordularına karşı savaşırken Che'ye zorlu dakikalar yaşatan bu hastalık,Bolivya ormanlarında Barrientos'un askerleri tarafından vuruluncaya kadar yakasını bırakmadı.
Yüksek mühendis olan babası Ernesto Guevara Lynch, İRLANDA asıllı bir aileden, annesi Clia dela Sena ise İrlandalı-İspanyol karışımı bir aileden geliyordu.Che üç yaşında iken ailesi Buenos Aires'e yerleşti. Daha sonraları astım krizlerinden dolayı Che'nin durumu dahada kötüleşti. Doktorlar tedavisinin çok güç olduğunu, mutlaka iklim değiştirmesi gerektiğini söylediler. Böylece Guevara ailesi yeniden göç etti.Cordoba'ya yerleştiler.
Guevara ailesi tipik bir burjuva ailesi idi. Politik eğilimleri itibarıyla da sola açık liberal olarak tanınırlardı. İspanya iç savaşında açıkça cumhuriyetçileri desteklemişlerdi. Zamanla maddi durumları bozuldu. Che, eğitim bakanlığına bağlı Dean Funes lisesine başladı. Okulda İngilizce eğitim yapılırken, annesinden de fransızca öğreniyordu. Daha 14 yaşındayken Freud'un kitaplarını okumaya başlayan Che, fransızca şiirlere bayılırdı. Baudelaire'e karşı büyük bir tutkusu vardı. Onaltı yaşında ise Neruda'ya hayran olmuştu.
Guevara ailesi,1944 yılında Buenos Aieres'e göçtü. Durumları iyiden iyiye bozulmuştu. Che, biryandan öğrenimine devam ederken bir yandan da çalışıyordu.Tıp fakültesine yazıldı. Fakültedeki ilkyıllarında Arjantin'in kuzey ve batı bölgelerini baştan başa dolaşmış, buralardaki orman köylerinde cüzzam ve tropikal hastalıklar üzerinde çalışmalar yapmıştı.
Son sınıfta iken Che, arkadaşı Alberto Granadas ile bütün Latin Amerika'yı içine alan bir motosiklet turuna çıktı. Bu tur ona, Latin Amerika'nın sömürülen köylülerini yakından tanıma fırsatı verdi. Che, 1953 yılının Mart ayında üniversiteyi bitirmiş DOKTOR olmuştu. Venezuella'daki cüzzam kolonisinde çalışmak üzere anlaşmıştı. Buraya gitmek için çıktığı yolculuğu sırasında Peru'ya da uğradı. Orada yerliler hakkında daha önce yayınlanmış bir incelemesi yüzünden tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Hapisten çıktıktan sonra Ekvator'da bir kaç gün kaldı. Burada Ricardo Rojo adında bir avukatla tanışması hayatının dönüm noktası oldu. Che, Venezulla'ya gitmekten vazgeçip, Ricardo Rojo ile birlikte Guetamala'ya gitti. Devrimci Arbenz Hükümeti sağcı bir darbe ile devrilince Arjantin büyük elçiliğine sığındı. İlk fırsatta ihtilalcilerin safına katıldı. Faaliyetlerinden dolayı elçilik binasından çıkartıldı. Guetamala'da kalması tehlikeli bir durum alınca Meksika'ya gitti. Ernesto, Guatemala'da bir çok Kübalı sürgün ve Fidel Castro'nun kardeşi Raul ile karşılaşmıştı. Meksika'ya geçtiğinde ise Fidel Castro ve arkadaşları ile tanışarak KÜBA devrimcileri safında yer aldı. Daha sonra Granma gemisiyle Küba'ya hareket etti ve savaşın sonuna kadar en ön safhada yer aldı.
Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara Havana'nın la Cabana Kalesi'nin komutanlığına getirildi.1959 yılında Küba Vatandaşı ilan edildi. Bir süre sonra silah arkadaşı Aleida March ile evlendi. 7 Ekim 1959'da Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım'da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali işlerini yüklenmiş oluyordu.
23 Şubat 1961'de Küba Devrim Hükümeti bir Sanayi Bakanlığı kurarak Che'yi bunun başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirildi. Daha sonra az gelişmiş ülkelere çeşitli seyahatlar yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che'nin savaşcı yanının tekrar canlanmasına yol açtı.
Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermişti.1965 Eylül'ünde bilinmeyen ülkelere doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965'de Fidel Castro, Che'nin ünlü veda mektubunu Küba Halkı'na okudu.
...Ve ölüm Che'yi Bolivya'da Higueras yakınlarında yakaladı. Barrientos'un askerleri O'nu 7 Ekim 1967 gecesi Hieguras yakınlarında kıstırdılar. Bacağından ağır bir yara aldı ve Hieguras'da bir okula hapsedildi. Kimsenin karşısında eğilmedi. Ve 9 Ekim günü Barrientos'un kiralık katillerinden Mario Turan'ın dokuz kurşunuyla can verdi.
*KAYNAK: Guevara,Ernesto Che.'Savaş Anıları'.Ant Yayınları: 1970
küba
03.05.2004 - 15:05Cumhuriyet gazetesi’ndeki yazısında Ali Er de; “Küba’da yoksulluğun anlamı farklı; eğer yoksulluk aç ve açıkta kalmaksa, eğer yoksulluk hastane kapılarında sürünmekse ve eğer yoksulluk eğitimden yoksun olmaksa Küba ve Küba halkı yoksul değil. Ama yoksulluk, bir dolara satılan Coca Cola veya benzeri ithal içecekler ise dolarla satılan diğer ürünleri alamamaksa, Küba halkı yoksul, hem de çok yoksul. Ve Küba halkı dünya çapındaki bilim adamından işçisine kadar her vatandaşıyla bu yoksulluğu paylaşıyor.” diyor. (22 Ağustos 2003 Cumhuriyet)
küba
03.05.2004 - 15:04Eğitim, sağlık, her alanda halka sağlanan fırsat eşitliği sosyalist ülkelerdeki uygulamalardan yalnızca bir bölümüdür. Küba’yı gezip görenlerden F. Berk Doğutürk Yeni Yüzyıl’daki yazısında bakın ne diyor;
“İnsanların çeşitli takıları, giysileri yok ama; kitap okuyorlar resim, heykel ve müzikle uğraşıyorlar. Bu da onları mutlu kılıyor. Küba’da garsonlar bile üniversite mezunu. Bir de 2 milyon nüfusa karşı 60 bin sanatçı olduğunu öğrendim. Havana’nın sokaklarında birçok galeri, kütüphane, resim-heykel atölyeleri görmek olası....
“... Sadece işçilere ait tatil köyleri var. Şeker kamışı tarlalarında yılda bir kez de olsa doktorundan komutanına her statüden insan gönüllü olarak çalışıyor. Ayrıca insanlar birbirlerine ve bize karşı çok sıcak ve sevecen. 20 gün boyunca kavga eden kimseye rastlamadım. İnsanların sevgileri çıkara dayalı değil.” (4.11.1997. Y.Yüzyıl)
küba
03.05.2004 - 15:00Birleşmiş Milletlerin raporlarında dünyada her yıl yapılan istatistiklerde yüzlerce çocuğun daha doğmadan öldüğü yayınlanıyor. Binlerce çocuk doğduktan kısa bir süre sonra çeşitli hastalıklardan ve yoksulluktan ölüyorlar. BM raporlarına göre önlenebilir veya tedavi edilebilir hastalıklar nedeniyle her yıl 4 milyon çocuk yaşama gözlerini yumuyor, 60 milyon çocuk çeşitli hastalıklarla birlikte tehdit altında yaşıyor. Küba’da ise çocuk ölümleri sıfır.
sosyalizm
03.05.2004 - 14:45' Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. '
V.İlyiç Lenin - 3 Aralık 1905
bir mayıs
03.05.2004 - 14:34SSCB nin yıkılmasından sonra, en coşkulu 1 mayıs kutlamaları KÜBA nın Devrim meydanında yapılıyor.Başkan Fidel CASTRO 1 Mayısı yüzbinlerce Kübalıyla beraber kutluyor..
savaş karşıtları
03.05.2004 - 14:24Hiç bir insanın, hiç bir insanı (Dini ve ırkı ne olursa olsun...) öldürmesini istemeyenler...
Hiç bir ülkenin ordusunun hiç bir ülkenin ordusuyla savaşmasını istemeyenler...Ben.
CIA
03.05.2004 - 14:17Central Intelligence Agency (Merkezi İstihabarat Servisi)
CIA
03.05.2004 - 14:16Dünya'nın kontrolünü elinde tutmaya çalışan, ABD'nın bütün pis işlerini yapan, yaptırtan, uluslararası terör örgütü. türkiye'de yıllarca pkk mevzusunu ortaya çıkaran ve onlara silah desteği veren, sol güçlenince sağın solun önüne geçmesi için çabalayan, Sovyetler birliği - Afganistan savaşı sırasında afganistan'ın bütün silah ihtiyacını karşılamış ve medyada koskoca Sovyetler Afganlara boyun eğdi, efsane çürüdü dedikodusunu yayan, 11 eylül'ü de sırf ortadoğu ve özellikle ıraktaki petrole sahip olmak için kendini acındırarak olası bir harekatta ırak'a rahatça terörle savaşıyoruz maskesi altında için yaptırdığı söylenen, bu gizli bilgiyi ele geçiren Mossad'ın İkiz Kuleler'deki bütün yahudilerin yaşam garantisini istediği için hiçbir yahudinin o gün binada olmamasını sağlayan emperyalist ajan örgütü.
guantanamo
03.05.2004 - 14:08KÜBA HÜKÜMETİ’NİN ULUSAL VE ULUSLARARASI KAMUOYUNA YÖNELİK AÇIKLAMASI
Guantanamo ABD Deniz Üssü, Küba ulusal sahasında 117.6 kilometre kare alan kapayan bir tesistir. Bu saha 1903’te ABD Hükümeti ve o dönem Tomas Estrada Palma başkanlığındanki Küba Hükümeti arasında imzalanan Kömür İkmal ve Deniz Üsleri Sözleşmesi’ne dayanarak işgal edilmişti. O vakit ülkemiz gerçek bağımsızlığına sahip değildi; bu da, Küba halkının İspanyol hükümranlığına karşı gerçekleştirdiği bağımsızlık savaşına müdahale eden ABD ordusunun işgali altında olduğu sırada ABD Kongresi’nce kabul edilen ve 1901 Martı’nda ABD Başkanı McKinley tarafından onanan bir kanun değişikliği -Platt Kanunu- nedeniyledir.
Platt Kanunu ABD’ye Küba’ya müdahale hakkı tanımaktaydı ve bu hak, 1901 Anayasamıza ABD askeri birliklerinin Küba toprağından çekilmesinin ön koşulu olarak dayatılmıştı. Bu şartın üstüne, yukarıda bahsi geçen Kömür İkmali ve Deniz Üsleri Sözleşmesi 1903 Şubatı’nda sırasıyla Havana ve Washigton’da imzalanmıştı. Aslen ulusal sahamızın iki bölgesini, hem Guantanamo hem de Bahia Honda’yı kapsıyordu, ancak berikinde bir deniz üssü hiçbir zaman kurulmadı.
Sözleşmenin ikinci maddesinde ABD’ye tanınan hak kelimesi kelimesine şöyle tanımlanmaktaydı: “bu alanların -başka hiçbir amaç için değil- yalnızca kömür ikmal ve deniz üsleri olarak kullanımları amacıyla her türlü donanımı sağlamak.”
1903 Şubat’ında imzalanan bu sözleşmeye ek olarak aynı yıl 22 Mayıs’ta Platt Kanunu’nun sekiz maddesinden faydalanılarak Küba ve ABD arasında “Karşılıklı İlişkilere Dair Kalıcı Anlaşma” imzalandı ve böylece bu maddeler Antlaşma’nın maddeleri haline getirilmiş oldu.
Yirmi bir sene sonra, 29 Mayıs 1934’te ise Başkan Franklin Delano Roosevelt’in “İyi Komşuluk” siyaseti doğrultusunda Küba ve ABD arasında 1903 Anlaşmasını ve dolayısıya da Platt Kanunu’nu fesheden içerikte yeni bir “Karşılıklı İlişkilere Dair Anlaşma” imzalandı.Yeni anlaşma Bahia Honda’da üs kurulmasını ihtimal dışı bırakıyor, ancak Guantanamo Deniz Üssü’nün varlığını destekliyor ve mevcut hükümleri muhafaza ediyordu Geçerliliğini koruyan bu hükümler için yeni Antlaşmanın üçüncü maddesinde harfiyen şunlar belirtilmekteydi:
“Küba Devlet Başkanı tarafından 16 Şubat 1903’te ve ABD Başkanı tarafından aynı yılın aynı ayının 23’ünde imzalanan Küba topraklarının ABD’ya kömür ikmal ve deniz üsleri için devri hakkındaki sözleşmenin değiştirilmesine dair taraflar anlaşıncaya kadar, Guantanamo’daki deniz üssüne dair sözleşmenin içerdiği hükümler geçerliliğini koruyacaktır. Guantanamo’daki deniz üssü söz konusu olduğunda iki hükümet arasında kömür ikmal ve deniz üsleri hakkında 2 Haziran 1903’te imzalanan ek anlaşma da aynı biçimde ve aynı koşullarla geçerliliğini koruyacaktır. ABD Guantanamo’daki bahsi geçen üsten ayrılmadıkça veya iki hükümet mevcut sınırlarında bir değişiklik üzerinde anlaşmadıkça, söz konusu deniz üssü, şimdiki sözleşme tarihindeki sınırlarla, bugün üzerinden bulunduğu alana sahip olmaya devam edecektir.”
Yukarıda bahsi geçen ek sözleşme, ana sözleşmenin dayattığı koşulların fesatlığını ortaya sermektedir. Öyle ki, ABD 117.6 kilometre kare Küba toprağına –yani ülkenin en güzel körfezlerinden birinin önemli bir bölümünü barındıran 11 bin 760 hektar araziye- karşılık Küba Cumhuriyeti’ni yıllık 2000 ABD doları gibi bir mebla ile tazmin edecekti; bugünse bu mebla Küba’ya çek yoluyla ödenecek 4,085 ABD dolarına çıkarılmıştır –yani hektar başına 34.7 sent. En doğal haysiyet duygumuz, ayrıca topraklarımızın bu bölümünde olup bitenleri hiçbir şekilde tasvip etmiyor oluşumuz, Küba’yı -çoktandır varolmayan bir kurum olan- Küba Cumhuriyeti Hazine Genel Müdürlüğü adına düzenlenmiş bu çekleri bozdurmaktan alıkoymuştur.
Küba Devrimi’nin zaferinin ardından söz konusu üs Küba ile ABD arasında çok sayıda sürtüşmeye neden olmuştur. Orada çalışan üç bini aşkın Kübalının büyük çoğunluğu işlerinden atılmış ve yerlerine başka ülke vatandaşları yerleştirilmiştir. Şu anda üste çalışanlar arasında yalnızca on Kübalı vardır.
Geçmişte bu tesisten bölgemize taciz ateşleri açıldığı olmuş ve zaman zaman bunlar sonucunda Kübalı askerler yaşamlarını yitirmiştir. Üs, karşı devrimciler için bir sığınak ve destek mekanı olmuştur. Küba’da devrim döneminde ABD hükümetinin tek yanlı kararları doğrultusunda kendi olanaklarıyla ABD’ye gitmeye çalışan on binlerce Haitili ve Kübalı bu askeri üsse götürülmüştür. Kırk küsur yıl boyunca söz konusu üs, bölgedeki varlığına zemin oluşturan sözleşmede hiçbir biçimde yer almayan bir çok farklı amaç için kullanılmıştır.
Ancak Küba bunları engellemek üzere hiçbir adım atamamıştır.
Öte yandan, bu uzamış, kronikleşmiş ve anormal sorunun çözümünü hedefleyen, yani ulusal topraklarımızın halkımızın iradesi hilafına işgal edilmiş olan bu parçasının ülkemize iadesini önüne koyan bir çalışma, sakin, yasal ve diplomatik bir süreç için elverişli koşullar yarım yüzyıl boyunca varolmamıştır.
Buna rağmen Küba’nin bu potansiyel tehlike arzeden garip soruna dair net bir politikası vardır: İki ülke arasında varolan çok sayıdaki ciddi ayrılıklar arasında, bu on yıllardır süregiden meselenin bir ana başlık, hatta öne çıkan bir başlık haline gelmesinin önüne geçmek. 19 Şubat 2000’de sunulan Baragua Önergesi’nde Gunatanamo üssü konusu ayrıntısıyla ele alınıyor ve Küba’nın politikası şu şekilde tarif ediliyordu: “Şu anda ana hedefimiz olmasa dahi Guantanamo’daki gayri meşru biçimde işgal edilmiş toprakların Küba’ya iadesi, halkımızın hakkı ve hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimiz bir davadır! ”
Söz konusu askeri bölge Kübalı ve ABD’li askerlerin karşı karşıya bulunduğu ve dolayısıyla serinkanlılık ve sorumluluk duygusunun en fazla ihtiyaç duyulduğu mekandır. Egemenliğimiz ve haklarımızın savunması yolunda savaşmaya ve gerekirse canımızı vermeye her an hazır olsak da, halkımızın ve onun liderlerinin en kutsal görevi önlenebilecek, gereksiz ve kanlı savaşlardan kaçınmaktır.
Bu üs, aynı zamanda iki ülke arasında sorun yaratmaya çalışan, böylece ABD’nin muazzam gücü karşısında siyasi, ekonomik ve ideolojik alanlarda kahramanca bir direnen halkımızın saldırılarla karşılaşmasını uman çevrelerin, planlarını uygulamalarına müsait bir yer olmuştur.
Ülkemiz burada temkinli ve ılımlı bir siyaset gütmeye özel olarak dikkat etmiştir.
Ancak belirtilmesi gereken bir nokta, Guantanamo deniz üssünün on yıllardır sürekli gerilim yaşanan bir bölge olmasına rağmen son yıllarda kimi değişikliklerin gerçekleşmiş ve karşılıklı saygıya dayanan bir atmosferin hakim kılınmış olduğudur.
1994’te ABD hükümetinin buraya yolladığı çok sayıda mültecinin üste yoğunlaşmasının ardından ortaya çıkan durum, biriken ve çok sayıda insanın yaşamını tehdit eden pek çok sorunun da çözüm ihtiyacını sergilemişti. Topraklarımızdan ABD’ye iltica etme meraklısı kimileri bunun için üsten yararlanmaya kalkıyorlar, öte yandan birçoğu da ABD üssünü terkedip ülkemize mayın tarlalarından geri dönmeye çalışıyorlardı. Bu arada kazalar yaşanıyor ve askerlerimiz mayınlı tarlalardan insanları kurtarmak için büyük riskler alıyorlardı. Bu gibi faaliyetler aynı zamanda üsteki personel ile bilgi alışverişi ve işbirliğini de gerektirmekteydi. Buna ek olarak, bölgedeki sağanak yağmurlar ve taşan nehirler mayınları sürükleyip işaretlerini bulanıklaştırarak iki taraf için de tehlikeli vaziyetlerin doğmasına yol açıyordu.
Bu gibi durumlar havayı yumuşattı; dahası üs bölgesinde iki tarafta da sorumlu düzeydekilerin artık bir zorunluluk haline gelen -asgari düzeyde de kalsa- yasal bir bağlantı kurmalarına katkıda bulundu. Sonuç olarak bugün bölgede hakim olan hava bir düşmanlık ve savaş ortamı olarak tarif edilmez.
Öte yandan iki yeni uluslararası gelişme üssün durumunu etkiledi: 1999’da Kosova’daki savaşı ve 11 Eylül terörist sdaldırılarını takiben gelişen Afganistan’daki savaş. İki vakada da ABD öncü rol üstlenmişti.
Birinci vakada çok sayıda Kosovalı sığınmacının gelişi söz konusu oldu. ABD hükümeti, geçmiş sözleşmelere uygun olarak, askeri üssü bunların bir kısmına açmaya karar verdi. Bu tarz kararlar her zaman tek yanlı olarak verilir ve öncesinde görüşlerimize hiçbir zaman başvurulmazdı, dahası bilgilendirilmeyiz bile. Ancak ilk defa o sefer, alınana karar ve gerekçesi bize iletildi. O sefer olumlu bir yanıt verdik.
Her ne kadar o savaşa karşı durmuş olsak da, Kosovalı sığınmacıların muhtaç oldukları yardıma muhalif olmamız için bir sebep yoktu. Hatta sağlık hizmeti veya gereksinim duyulabilecek herhangi bir başka hizmeti sağlamak konusunda tarafımızdan işbirliği önerilmişti. Ancak sonunda sığınmacılar Guantanamo deniz üssüne yollanmadılar.
Bu sefer ise Afganistan’daki savaş tutsaklarının üsse getirilmesine karar verildi. Geçmişte olduğu gibi, yine görüşümüze başvurulmadı ama bir jest olarak nakil öncesinde, tutsakların üste nasıl yerleştirileceğine ve halkımızın güvenliğinin hiçbir biçimde tehdit edilmediğine dair geniş ve ayrıntılı biçimde bilgi sunuldu. Konu hakkındaki son ayrıntılar Küba yetkililerine 7 Ocak 2002 tarihinde iletildi.
Verilen bilgiden anlaşılan, amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli önlemleri almaktan sorumlu askeri personelin ciddi ölçüde takviye edileceğidir.
Her ne kadar terörizmin nasıl yok edileceğine dair yaklaşımlarımız farklı da olsa, Küba ve ABD arasındaki ayrım, halkımızın 40 yıldan fazla zamandır mağduru olduğu ve yakından tanıdığı bu musibeti ortadan kaldırma ihtiyacına dair değil, yönteme dairdir. Geçtiğimiz 11 Eylül’de ABD halkına o iğrenç vahşi darbeyi indiren de aynı musibetti.
ABD hükümetinin savaş esirlerini –kendi topraklarımızda bulunan, ancak üzerindeki haklarımız elimizden alınmış olan- bir askeri tesise nakli, başlangıçtaki şartlara uymamaktadır. Ancak Küba Hükümeti’nin bu faaliyetin yürümesini engellemeye yönelik herhangi bir tavrı olmayacaktır.
Operasyondan haberdar edilen ve bu faaliyetin ciddi boyutlarda personal nakli ve hava taşımacılığı gerektirdiğinin farkında olan Küba yetkilileri, ABD deniz üssünündeki personelle iletişim halinde olacaklar ve taşınan personelin hayatlarını tehdit edebilecek herhangi bir kaza ihtimalinin önüne geçmek için gerekebilecek önlemleri alacaklardır.
Bu operasyonun, gerektireceği askeri personel takviyesinin geniş boyutlarına rağmen ülkemizin güvenliği açısından bir tehdit teşkil ettiğini düşünmüyoruz. Dolayısıyla tesis bölgesinde görevli Kübalı personel sayısını ve askeri olanakları artırmayacağız. Disiplinli ve kalifiye personelimiz, yabancı tutsakların üsse taşınması sırasında ortaya çıkabilecek herhangi bir tehlike karşısında bölgedeki nüfusun güvenliğini sağlayabilecek yeterliktedir.
Küba, bölgede son yıllardır hakim olan ılımlı ve karşılıklı saygıya dayalı atmosferi korumak için elinden gelen tüm çabayı sarfedecektir.
Öte yandan Küba Hükümeti tutsakların nakli öncesinde bilgi sağlanmasını takdirle karşılamakta ve ABD yetkililerinin, tutsakların Uluslararası Kızıl Haç Örgütü tarafından gözetimi altında, makul ve insani bir muameleye tabi tutulacakları yollu açıklamalarını memnuniyetle karşılamaktadır.
Üste barındırılacak tutsakların kesin sayısı belli olmasa da –daha önceki Kosovalı mülteciler meselesinde olduğu gibi- ihtiyaç duyulan sağlık hizmetleri ve kendi kontrolümüzdeki bölgeleri bulaşıcı hastalıklardan korumak için ayrıca sağlık koruma programları sağlanmasında işbirliğine hazırız. Benzer şekilde yararlı, yapıcı ve insani amaçlarla her türlü işbirliğine hazırız.
Küba’nın konu hakkındaki tavrı budur!
Küba Cumhuriyeti Hükümeti
11 Ocak 2001
fidel castro
03.05.2004 - 11:54ferhan şensoyun anlattığına göre;
film çekimi için onun evine giden yolu yarım saatliğine kapatmışlar. arabalar tabi kuyruk olmuş yolun kesildiği yerden itibaren... fidel castro ve korumaları da bu bekleyen arabalardan birinde yer almaktaymış.
fidel castro sormuş 'Ne oluyor niye bekliyoruz? ' diye.
'Türkler film çekiyolar yol kapalı' diye cevap vermişler.
iyi bakalım demiş adam, ve açmış kitabını okumuş yol açılana kadar...
Toplam 1733 mesaj bulundu