F Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloji.com

  • bağımsızlık

    11.05.2004 - 10:38

    Devlet ve ordular bağımsızlığın güvencesidir.

    Türk ordusu, İngiliz ve Yunan ordularına karşı bağımsızlık savaşını kazanmıştır.Bağımsızlık adı üzerinde başka bir devlet 'bağlı olmama durumu'dur.Bugün Türkiye bağımsız değildir.Atatürk ün ölümünden sonra İNÖNÜnün ve Menderes in bağımsızlığımızı zedeleyen politikalrı yüzüen bugünlere geldik.
    Bakınız:M.Emin Değer(Oltadaki balık, Türkiye)
    Bakınız:Kapitalizm, Emperyalizm, Yeni dünya düzeni...

  • deniz gezmiş

    11.05.2004 - 10:26

    Boşuna doğmamış boşuna yaşamamıştır.Allah kimseyi ve hiç bir şeyi 'boşuna' yaratmaz.Herkesin günahı kendinedir.Herkes kendinden sorumludur.
    Deniz'in sevapları günahlarından katbekat çoktur.

  • mustafa kemal atatürk

    11.05.2004 - 10:07

    Çağının ötesinde işler yapmıştır.Üstelik bu işleri yapılması en zor coğrafyada(anadolu-ortadoğu) yapmıştır.

  • fethullah gülen

    07.05.2004 - 12:18

    Okulları açacak PARAYI nereden bulduğunu kimsenin açıklayamadığı kişi.

  • CIA

    06.05.2004 - 12:40

    Bir TERÖR örgütü.

  • CIA

    06.05.2004 - 11:51

    'CIA - Kotrgerilla ve Türkiye', M.Emin Değer'in kitabı.

  • uğur mumcu

    06.05.2004 - 11:26

    'Devrimci ve Demokrat' isimli kitabında,
    'Türkiye' de devrimci birikim, bölgede ulusallık ve bağımsızlık ilkelerini yerleştirecek bir devrimci siyaset oluşturup geliştirebilir. O görkemli ulusal kurtuluş tarihine sahip olan Türk halkı, bu siyasetin doğal mirasçısıdır.
    Ne Amerikan emperyalizminin işbirlikçiliği, ne Sovyet güdümü, ne de Tanzimat batıcılığı...
    Ulusallık içinde devrimcilik özgürlük ve bağımsızlık! ...
    Devrimci siyaset işte budur! ' demiştir!

  • dogville

    06.05.2004 - 09:56

    Film yapılmış tiyatro.

  • deniz gezmiş

    06.05.2004 - 09:55

    Bugün 6 Mayıs. Deniz Gezmiş'in ölüm yıldönümü.(1972) Yaşasaydı 57 yaşında olacaktı.

  • kapitalizm

    05.05.2004 - 16:24

    Türkiye gibi anti-komünist hükümetlerin iktidarda bulundugu ülkelere yapilacak yardimlar ve açilacak krediler öncelikle askeri nitelikte olmalidir. OLTAYA YAKALANMIS BALIGIN YEME IHTIYACI YOKTUR. Gelistirilmis ekonomik yardim, Türkiye gibi ülkelerde bazi durumlarda düsünülenin tam tersi sonuç verebilir, yani bagimsizlik egilimlerini arttirip; mevcut askeri planlarimizi zayiflatabiliriz. Bu tür ülkelere yapilacak yardim, bize bagli Hükümetleri iktidarda tutacak ve ABD'ne düsman unsurlari zararsiz hale getirecek biçim ve miktarda olmak zorundadir.' (Nelson Rockefeller)

    1956 yilinda ABD Başkanı Eisenhower'a gönderdigi mektupta o dönemde dünyanin en zengin adami olarak taninan Nelson Rockefeller aynen böyle diyordu. Söz konusu dönemde ABD'nin Türkiye'ye ekonomik yardimda bulunma planlarina yapilan bu müdahale, süreç içersinde yasamdaki yerini bulacakti. Ama daha önemlisi, dünyanin en güçlü birkaç Devletinden biri olan ABD'nin üstelik Baskanina böyle bir müdahalede bulunma cesaretini gösteren bu, Rockefeller kimdi ve bu gücü nereden aliyordu?

    KAPİTALİST sistemin bunalimli yapisindan kaynaklanan krizlere çözüm adi altinda hayata geçirilen ve pek çok kisinin yeni, neredeyse 15-20 yillik bir geçmisi oldugunu zannettigi Sirket evlilikleri ve birlesmelerin tarihine göz atildiginda, Rockefeller ismi ilk kez 1901'de J.D.Rockefeller ile J.P.Morgan sirketleri arasinda yasanan birleşmede karşimiza çıkıyor. Birlesme sonunda ortaya çıkan varlik öylesine muazzam ki ABD'nin güneyinde bulunan 13 eyaletin o dönemdeki varliklarinin toplaminin iki katindan bile daha fazla. Birlesmenin diger ismi Morgan ise o dönemde ve hatta günümüzde de Finans kapitalin kurucusu sayilan bir aile.
    Evet, bu birlesme ile artik Amerikan ekonomisinin kalbi tek bir çati altina toplanmisti. Bu çati altindaki sektörler: Bankacilik, demir yollari, şehir taşimacıligı, iletişim, deniz tasimacıliği, sigortacilik, elektrik, kauçuk, kağıt, şeker rafinerisi, bakır ve sanayiinin diger tüm ana kollariydi. 1920'li yillara gelindiginde Amerikan ailelerinin sadece %1'i toplam zenginligin %59'unu kontrol eder durumdaydi.

    KAPİTALİST sistemin elitleri arasinda fikir ve eylem birligi nasil oluşuyor?
    1929 ekonomik buhran, ikinci dünya savasi derken 1941 yilinda henüz savasin bütün dehseti ile dünyayi kasip kavurdugu günlerde ABD'nde bir Komisyon kuruluyor: Dış Iliskiler Komisyonu (The Council of Foreign Relations) . Konseyin amaci: 'Amerikan finans ve sanayii sermayesinin ihtiyaci olan materyalleri 'mümkün olan en az stres ve zahmetle' elde edebilmek için gerekli ekonomik ve askeri hakimiyetin tüm dünyada kurulmasi ' olarak belirleniyor. Fakat, yazili gerekçenin ardinda bir amaç daha var ki o da sermayenin özgürlesmesi yani liberalizasyon sürecinin bir takvime yayilarak baslatilmasi ve sermayenin birikim sürecinde yükselmesine izin verilecek olan sosyal standartlarin zaman içersinde yavas yavas terk edilmesinin saglanmasini saglayacak alt yapinin olusturulmasi. Kuskusuz bu süreçte -en azindan kapitalizmin kalesi sayilan ülkelerde- ulus devlet yapilarinin güçlü tutulmasi ve bunun üzerinden ulusal sermaye birikimlerinin yogunlastirilmasi da ihmal edilmiyordu. Kisacasi kapitalist sistemin önünde asilmasi gereken, üstelik birbirini doguran, çeliskili bir sorunlar yumagi bulunuyordu. Iste tüm bu amaçlara hizmet edebilmesi için IMF-Uluslar arasi Para Fonu, Dünya Bankasinin kurulmasi ve GATT_Tarifeler ve Ticaret Genel Anlasmasinin yapilmasi ilk kez bu gizli Komisyonda karar altina aliniyor. Ancak, bu durumu mesrulastirabilmek için önce bir Konferans (Bretton Woods Konferansi) toplaniyor ve sanki yukarida adi geçen kurumlarin insasina bu Konferansta gerek duyulmus gibi de bir maskeleme yapiliyor. Bugün hala islerligini koruyan Dis Iliskiler Komisyonuna Amerika'nin en güçlü sirketlerinin sahipleri ile ABD'nin en üst düzey bürokratlari katiliyor, toplantilar aksam yemekleri esnasinda ve kayit disi, samimi bir havada yapiliyor. Böylece karsit görüslerin tartistirilmasi, liderler ve fikirler için kuvez diye tabir edilebilecek bir ortam yaratilmis oluyor. Komisyonun kurulus finansmani büyük ölçüde ve yine Rockefeller tarafindan karşilaniyor.

    1954 yilina gelindiginde ise bu kez çok daha gizli faaliyetlerin planlandigi bir baska Komisyonun kurulmasina gerek duyuluyor: Bilderberg Komisyonu, digerine göre daha az bilinen, fakat çok güçlü, resmi bir niteligi olmayan ve üyelerinin isimlerinin açiklanmadigi bu ikinci Komisyon, Amerika ve Avrupa'nin önde gelen sanayii ve finans Sirketleri, Devlet Baskanlari, diger önde gelen politikacilar, çesitli konumlardan uzmanlar, diplomatlar ve bu grubun görüslerine olan sempatisini daha önce ortaya koymus, medyanin önde gelen isimlerini gizli oturumlarda bir araya getiriyor ve Avrupa'da ekonomik bir birlik (A.B.) kurulmasi fikri ilk kez BİLDERBERG Komisyonunda kararlastiriliyor.(Bakınız:Bilderberg Gurubu) Komisyonun kurucusu, Joseph Retinger'in tanimlamasina göre, bu toplantilar rahat bir tartisma ortami saglayarak, resmi kuruluslarin yapamadigini yapabilmektedirler. Toplantilarda katilimci, Devlet Baskani veya herhangi bir Partinin Lideri veya herhangi bir uluslar arasi kurulusun basi dahi olsa, söyledikleri hiç bir sekilde devletini, partisini veya kurulusunu baglamaz. Ancak bu Komisyonda anlasma saglanamasa bile, kisiler degisik yaklasimlari duyarak ve degerlendirerek temel problemlere (?) ortak çözümler bulmaya çalisirlar. Toplantilar basina kapali oturumlar halinde yapilir ve sonuçlari da kesinlikle basina yansitilamaz.

    Bilderberg Komisyonundan tam 9 yil sonra 1973 yilinda, Japonya'nin üçüncü ekonomik güç olarak ortaya çikmasi gerekçesiyle bu kez bu ülkeyi de içeren üçüncü bir Komisyon kurulmasina karar veriliyor: Üçlü Komisyon (Trilalateral Commission) . Kuzey Amerika (ABD ve Kanada) , Bati Avrupa ve Japonyanin ekonomik çikarlari konusunda isbirligi yapmasi ana fikrine dayanan bu Komisyonun sponsoru ise ve bu kez yanina Z. Brezezinsky i de alan David Rockefeller. Kurucu ortak Brezezinsky, 1977 yilinda Carter'a Milli Güvenlik Danismanligi görevini üstlenene kadar Komisyona Baskanlik ediyor. Çünkü Bilderberg'ten farkli olarak Üçlü Komisyon üyelerinin ayni anda devlet yönetiminde görev yapmalari mümkün degil. (Daha önce ve daha sonra olabilir ama Komisyon üyeligi sirasinda olamaz) Bugün itibariyla Üçlü Komisyonu olusturan kisi ve kurumlara bakildiginda ise ortaya muazzam bir güç çikmaktadir: Dünyanin en büyük 5 ulusötesi sirketinden 4 tanesi, en büyük 6 Bankasindan 5 tanesi ve aralarinda meshur CNN'in de bulundugu medya devleri Carter, Bush, Clinton gibi ABD başkanlari ile diger devletlerin baskanlik ve üst düzey kadrolarinda görev yapmis veya ileride görev yapmasi istenen kisiler.

    Bu üç komisyonda en çok dikkati çeken konu ise, birbirleriyle rekabet eden sirketlerin liderleri ve farkli politikalara sahip siyasi partilerin liderleri kapali kapilar ardinda, halklarin hiçbir zaman ne oldugunu bilmedikleri bir fikir olusturma süreci için bir araya getirmeleridir.

    Güçlü kapitalist ittifakin ardindaki gerçek gerekçeler:

    Gizlilik içersinde ve 1941 - 1973 yillari arasinda kurulan bu 3 Komisyonun kurulus gerekçelerini irdelerken öncelikle 41-73 dönemi itibariyla dünya ekonomik ve siyasi sistemini hatirlamakta yarar var. 1917 Ekim Devrimi adiyla anilan Bolsevik Ihtilali sonrasinda kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birligi giderek bir Süper Güç konumuna gelecegini gösteren sinyaller ilk kez Ikinci Dünya Savasi sirasinda anlasilmisti. SSCB'nin ekonomik güç olmasindan daha tehlikeli olan ise, sosyalist bir yönetimin KAPİTALİZME MEYDAN OKUYABİLEN bir sistem olarak tüm dünya tarafindan taninmasi ve örnek alinabilir konuma gelmesiydi. Demek ki düsmanin bilegini bükebilmek için daha fazla, daha fazla güçlenmek gerekiyordu ve bu da ancak sistem içi ittifaklar üzerinden olusturulabilirdi. Fakat bu ittifaklar arasinda da belli güç dengelerinin korunmasi gerekliydi. Bu nedenle olusturulan 3 komisyonda da ABD sermayesi üstelik kurucu sifatiyla yer aldigi halde, Bati Avrupa sermayesi son iki tanesine katilabilmis ve Japonya'ya da sadece sonuncunun içinde yer almak düsmüstü. Böylece Amerikan sermayesi komisyonlardaki basat gücünü tesis etmeyi ve korumayi basarmis, diger iki grup ise ebediyen bu güçlü haminin vesayeti altina girmisti. Ancak bu gerekçeli ittifakin sürekli olmasi da -kapitalizmin doğasi geregi- mümkün degildi ve Sovyetler Birliginin çöküsü, Doğu Blokunun dagilmasiyla dagilmasiyla birlikte (1989) çeliskiler daha belirgin hale geldi. Geride biraktigimiz son 10 yillik dönemde, 1900'lü yillarin başinda birleşme, ittifak biçiminde yasanan Şirket Evlilikleri artik yerini 'Ele Geçirme' (Take over) operasyonlarina biraktı ve küresel finans krizleri üzerinden yaratilan ekonomik bunalimlar yardimı ile rekabet süreci bir tekelleşme (Monopoly) olgusuna dönüstü.

  • abraham lincoln

    05.05.2004 - 16:11

    A.Lincoln'ün oğlunun öğretmenine yazdığı muhteşem mektup:

    Oğlumun öğretmenine,
    Öğrenmesi gerekli, biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını.Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış lider vardır.Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.Zaman alacak biliyorum.Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.Eğer yapabilirsen,sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.Bırak erken öğrensin,zorbaların görünüşte galip olduklarını.Eğer yapabilirsen ona kitapların mucizelerini öğret.Fakat ona sessiz zamanlarda tanı.Gökyüzündeki kuşların,güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği.Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.Kendi fikirlerine inanmasını öğret,herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşı sert olmasını öğret ona.Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.Tüm insanları dinlemesini öğret ona.Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.Göz yaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini. Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona.Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret.Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun.Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.Ona, her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret.Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım.O, ne kadar iyi, küçük bir insan.Oğlum.

  • abraham lincoln

    05.05.2004 - 16:09

    ABD tarihinin suikastle öldürülen, protestan-mason olmayan 2 başkanından biri.(diğeri Kennedy)

  • fidel castro

    05.05.2004 - 15:12

    '... Bir süre önce, Haziranın başlarında, Avrupa Birliği, kendi dışişleri bakanlarının önceki tahlillerini yok kabul ederek, küçük bir grup bürokratın hazırladığı, faşist kökenli ve faşist ideoloji sahibi José María Aznar adındaki kişinin kışkırtıcılığında kötü bir kararı kabul etti. Bu kararın kabul edilmesi, hegemonik süper gücün saldırgan politikasının Küba'ya yönelik düşmanlık ve tehdidine eklenmiş korkak ve iğrenç bir eylemdir.
    Onlar, Küba'ya yaptıkları, 'insani yardım' adını verdikleri şeyi azaltmaya ya da gerekirse kesmeye karar verdiler.
    Ülkemiz ekonomisinin çok büyük zorluklar içinde bulunduğu geçen birkaç yıl içinde sağlanan bu yardım ne kadardır biliyor musunuz? 2000 yılında AB'nin insani yardım adını verdiği miktar 3,6 milyon dolardır. 2001'de 8,5 milyon ve 2002'de 0,6 milyon dolar. Bu, herkesin bildiği emperyalist saldırganlığın büyük tehdidine karşı halkımızın güvenliğini korumak amacıyla, tümüyle yasal zeminde Küba'nın kabul ettiği adil ölçülere sahipti.
    Görüyorsunuz, yıllık olarak ortalama 4,2 milyon dolar, ki 2002 yılında bir milyonun altına indirildi.
    Ülkemize 2,5 milyar dolar zarara malolan Kasım 2001 ile Ekim 2002 arasında üç büyük tayfun felaketi ve ABD'ye yönelik 11 Eylül terörist saldırısı sonrasında turizmdeki büyük düşüşle birleşti. Uluslar arası ekonomik kriz nedeniyle şeker ve nikel fiyatlarındaki düşüş ve değişik etmenlerle petrol fiyatlarındaki artışla birleştirince, 'insani yardım' adını verdikleri bu şeyin gerçekte ne anlamı var? 40 yıldır ABD hükümeti tarafından uygulanan ekonomik ambargonun vermiş olduğu 72 milyar dolar kayıp ve hasarla karşılaştırın. Bu, Küba ile iş yapan işadamlarını cezalandıran, Avrupa Birliği'nin ekonomik çıkarlarını tehdit eden Helms-Burton yasasının bir sonucudur.
    AB ülkeleri, Amerikanın Küba'ya uyguladığı ambargo süresince şeker sübvansiyonları nedeniyle milyarlarca dolar kaybetmişlerdir.
    Küba, son beş yılda AB ülkelerine mal ithalatı karşılığı olarak 7,5 milyar dolar ödemiştir, yıllık ortalama 1,5 milyar dolardır. Diğer taraftan, son beş yılda, bu ülkelerin Küba'dan yaptıkları ithalat yıllık ortalama olarak 571 milyon dolardır. Söyleyin kim kime yardım etmiş?
    Ayrıca bu çığırtkanlığı yapılan insani yardım, bürokratik engellerle, exchange bürolarındaki değişim oranlarıyla, üçüncü tarafların kabul ettiği projeleri ulusal parayla finanse etmek için ulusal parayla eşdeğer bir fon yaratılması gibi kabul edilemez koşullarla gelmektedir.
    Bu demektir ki, eğer Avrupa Komisyonu bir milyon dolar verirse, Küba 27 milyon Küba pezosu koyacak ve bu projelerin yürütülmesi Avrupa'nın NGO'larının tüm karar alıcı süreçlerde yer almasıyla mümkün olacak.
    Bu saçma, asla kabul edilemez koşul, pratikte üç yıllık projelere yardım akışının sağlanmasıyla paralel hale getirilmiş, sonradan da tümüyle dondurulmuştur.
    Ekim 2000 ile Aralık 2002 arasında Avrupa Komisyonu resmi olarak 10,6 milyon dolar tutarındaki dört projeyi (çoğunluğu yönetimsel, yasal ve ekonomik konularda teknik yardımı içermektedir) onaylamıştır ve sadece 1,9 milyon doları gıda güvenliği içindir. Bunun hiçbiri yerine getirilmemiştir, bu kurumun bürokratik mekanizmaları tarafından değişik bahanelerle engellenilmiştir. Yine de bu miktarlar tüm Avrupa Birliği raporlarında, her ne kadar ülkemize gelmiş tek bir cent bile mevcut değilse de, 'Küba için uygun görülmüştür' şeklinde yazılıdır.
    Unutulmamalıdır ki, bunlara ek olarak, Avrupa Komisyonu ve üye ülkelerin Küba'ya yardımla ilgili kendi raporlarının dolaylı bir maliyeti de vardır, öyle ki birinci sınıf standartlarda kendi uçak şirketlerinden alınan uçak biletleri, otel paraları, seyahat masrafları, ücretleri ödenmektedir. Doğrudan projelerin gerçekleştirilmesinde kullanılacağı varsayılan yardım paraları, hiçbir biçimde ülkeye yardım olmayan bu masraflar tarafından küçük küçük tüketilmektedir, ama yine de kamuoyuna kendi 'cömertlikleri'nin bir parçası olarak sunmaktadırlar.
    Onlar, bu koşullarda, küstah bir biçimde Küba'ya baskı yapmaya ve gözdağı vermeye kalkışmışlardır.
    Küba, ambargo altında, kuşatılmış küçük bir ülkedir, ama sadece ayakta kalmaya çalışmamıştır, aynı zamanda Avrupa koloni güçlerinin yüzyıllar boyu sömürdüğü üçüncü dünya ülkelerine yardım etmeye de çalışmıştır.
    40 yıl boyunca, yüz üçüncü dünya ülkesinden, 30.000'i Afrika'dan olmak üzere, 40.000 genç insan üniversite düzeyinde mesleki ve teknik eğitim için Küba'ya gelmiştir. Onlara hiçbir maliyet çıkarılmamıştır ve ülkemiz, Avrupa Birliği ülkelerinin yaptığı gibi, bu aydınlık beyinlerin bir tekini bile çalmaya çalışmamıştır. Diğer taraftan, bu süre boyunca 52.000 Kübalı doktor ve sağlık görevlisi 93 ülkede gönüllü olarak ve ücretsiz görev yapmışlar, milyonlarca yaşam kurtarmışlardır.
    Bu süreç sona ermemiştir. 2002 yılında üçüncü dünyadan 16.000 genç master çalışmaları için hiçbir ücret ödemeksizin ülkemizde bulunmaktadır, bunların 8.000'i doktor olarak eğitim görmektedir. Eğer bu eğitimin ABD'deki ve Avrupa'daki parasal karşılığı hesaplanacak olursa, her yıl 450 milyon dolardan daha fazla olduğu görülecektir. Eğer en uzak köşelerde ve en zor bölgelerde görev yapan 3.700 doktorun WHO (Dünya Sağlık Örgütü) verilerine göre yıllık ödenen ücretlerini hesaplarsanız, bu miktara 200 milyon dolar daha eklemeniz gerekir. Herşey dahil, tahminen 700 milyon dolar.
    Bunları bu ülke yapabilmektedir, kendi mali kaynaklarını gözetmeden, ama Devrim tarafından yaratılmış olan olağanüstü insan sermayesine dayanarak yapabilmektedir. Avrupa Birliği'nin, bu ülkelere teklif ettiği o işe yaramaz ve değersiz yardımlarından dolayı utanması için bir örnektir.
    Küba askerleri ırkçılığa karşı savaşta kanlarını dökerken, Avrupa Birliği ülkeleri Güney Afrika ırkçıları ile her yıl milyarlarca dolarlık ticaret yapıyorlardı, Güney Afrika halkının ucuz, yarı-köle emeğiyle yüksek kârlar sağlamak için bu ülkeye yatırım yapıyorlardı.
    Geçen 21 Temmuzda, bir hafta önce, Avrupa Birliği, Küba'daki kendi utanç verici ortaklık konumunu gözden geçirmek için tantanalarla yaptığı toplantıda, 5 Haziranda Küba'ya karşı kabul ettiği meşhur önlemleri yeniden onayladı ve 'ortak konumun hedeflerini daha etkin biçimde izlemek için' politik diyalogu sürdürme kararı aldığını açıkladı.
    Küba hükümeti, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği hükümetleri tarafından önerilen ve önerilebilecek olan, haysiyet duygularından yoksun her türlü yardımı ya da insani yardımı almayı reddediyor. Ülkemiz sadece tek bir yardım biçimini, bölgesel ya da yerel özerk hükümetlerden, hükümet dışı örgütlerden ve dayanışma hareketlerinden gelecek olan alçakgönüllü ve Küba'ya politik koşullar empoze etmeyen yardımları kabul edecektir.
    Avrupa Birliği politik diyalogu sürdürme kararı aldığı zaman kendisini gülünç duruma düşürdü. Açıktır ki, bu halk, egemenliğine ve onurunu hiç kimseyle tartışmaz. Tarihsel olarak köle tüccarı, yağmacı ve tüm halkları yokeden, bugün de adil olmayan ticaretle, doğal kaynaklarını sömürerek ve yağmalayarak, ödenemez dış borçlarla, beyin göçüyle azgelişmiş ve yoksul milyarlarca insana acı çektiren eski kolonyalist güçlerle asla.
    Avrupa Birliği tümüyle bağımsız bir diyalog kurma özgürlüğüne sahip değildir. Onun NATO ve ABD'ye verdiği taahhütler ve Cenevre'de alınan Küba'yı yıkmak isteyen kişilerle birlikte hareket etme kararı, yapısal değişimi gerçekleştirme gücüne sahip olmadığını gösteriyor. Eski sosyalist topluluğun ülkeleri yakın zamanda Avrupa Birliği'ne katılacaktır, ancak Avrupa ülkelerinden daha çok ABD'nin çıkarlarına bağlı olan bu ülkelerin fırsatçı yöneticileri AB içinde süper gücün truva atı görevi göreceklerdir. Onlar, Küba'ya karşı kin doludurlar. Onlar, binlerce kez daha adil ve daha insani bir toplum olan sosyalizmi, asla affedilemeyecek şekilde, kendileri terk ederek çürümüş bir sistemi benimsemişlerdir.
    Avrupa Birliği oluşturulduğu zaman onu alkışladık, çünkü o, güçlü bir askeri birlik ve ekonomik güç olarak akılcıl ve yararlı bir karşı denge unsuru olacaktı. Biz Euro'yu da sevinçle karşıladık, ABD dolarının mutlak gücüyle boğulan dünya ekonomisinin çıkarına olduğu için sevinçle karşıladık.
    Ancak, diğer taraftan, dünyanın efendileri ile uzlaşma umuduyla kibirli ve hesapçı hareket ederek Küba'ya onur kırıcı davranışta bulunduklarında, halkımızın saygısına zerre kadar layık değillerdir.
    Onlarla, kamusal alanda, uluslararası forumlarda ve dünyayı tehdit eden büyük sorunların konuşulduğu yerlerde hiçbir diyaloga girilmeyecektir.
    Biz Avrupa Birliğinin ya da Birliksizliğinin ilkelerini tartışma konusu yapmayacağız. Onlar, Küba'da, efendilere boyun eğmeyen, tehditleri kabul etmeyen, sadaka için dilenmeyen, gerçekleri söylemekten korkmayan bir ülke bulacaklardır.
    Birilerinin onlara bazı gerçekleri anlatması gereklidir, çünkü onların bencilliklerinin yanısıra, kendilerine yaltaklanan, Avrupa'nın eski ihtişamıyla büyülenmiş pek çok kişi vardır. İspanya'yı niçin eleştirmiyorlar? Avrupa'yı muz cumhuriyetleri düzeyine indiren onun eğitim sisteminin felaket durumunu düzeltmek için ona neden yardım etmiyorlar? İngiltere'yi, bu mağrur ulusu silip süpüren uyuşturucuyu önlemek için niçin yardım etmiyorlar? Onlar apaçık ihtiyaç duydukları halde kendilerine niçin yardımcı olmuyorlar ve durumlarını tahlil etmiyorlar?
    Avrupa Birliği, dünya halklarının büyük çoğunluğunun gerçek insan haklarına kavuşması için; dünyanın tüm kaynaklarını ele geçirme peşindekilerin yüzlerine karşı akıllı ve onurlu tutum almak için; ABD eğlence sektörünün uluslarüstü istilasına ve nüfuzuna karşı kendi kültürel kimliğini savunmak için; on milyonları bulan işsizlik sorununu çözmek için; kendi fiilen okur-yazar olmayanlarını eğitmek için; göçmenlere insani davranmak için; Küba'nın yaptığı gibi, kendi yurttaşlarının tümünün gerçek sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerini garanti altına almak için; kendi tüketici ve savurgan alışkanlıklarını ölçülü hale getirmek için; bürokratik ve demagojik yollara sapmaksızın, dünyanın yoksulluğunu, kötü sağlık koşullarını ve cehaletini birazcık olsun azaltmak için yapılanları kendi GSMH'larının %1'i ile güvenceye almak için; köleciliğin ve kolonizmin yüzyıllar boyu Afrika ve diğer bölgelerde yapmış olduğu zararları birazcık olsun tazmin etmek için; Karaiblerden Falkland adalarına kadar bugün hala varlığını sürdüren koloni bölgelerini görmezlikten gelmeyerek, bu bölgelerin bağımsızlığını kazanmaları için, koloni sömürüsünden onları korumak ve tarihsel zararlarını gidermelerine yardımcı olacak ekonomik yardımı yapmak için daha çok çalışmalı ve daha az konuşmalıdır.
    Bu liste sonsuza kadar uzayıp gidiyor. Eklemeliyim ki, insan haklarını savunan gerçek politika, içi boş sözcüklerle değil fiilen işe girişerek yapılır. GAL tarafından öldürülen Basklı olayını gerçekten soruşturarak; bilimadamı Dr. David Kelly'nin nasıl öldürüldüğünü ya da intihara zorlandığını dünyaya anlatarak; Latin-Amerika ülkelerini ilgilendiren NATO'nun yeni stratejik konseptine ilişkin Rio de Janeiro'da onlara sorduğum soruları yanıtlayarak; tüm tarihin en büyük askeri gücü tarafından ilan edilmiş olan dünyanın herhangi bir ülkesine karşı önleyici vuruş (preemtive strikes) doktrinine kesin olarak ve cesaretle karşı çıkarak yürütülür.
    Küba üzerindeki uydurma ve zorlama yaptırımlar sadece haksız değil, aynı zamanda gülünçtür. Yine de teşekkür ediyoruz, onların sayesinde büyük bir insan sermayesi yarattık. Küba'nın yaşayabilmek, gelişmek ve başarmak için, ki onlar asla başaramayacaktır, Avrupa Birliği'nin yardımlarına ihtiyacı yoktur.
    Avrupa Birliği kibirini ve mantıksızlığını gidermelidir.
    Onyıllardır bizim halkımız Avrupa Birliği'nin dayatmalarından daha büyüklerini dayatan güçlerle çarpışmıştır; heryerde büyük dinçlikte yeni güçler ortaya çıkıyor. Kendilerini geliştirme ve zenginleştirme uğruna başkalarını yokeden ve yoksulluğa mahkum eden mekanizmanın çarkları altındaki halklar gardiyanlardan, müdahalecilerden ve yağmacılardan usanmıştır, Bugün bu halkların bazıları dizginlenemez bir güçle ilerliyorlar, ve diğerleri onlara katılacaktır. Onlar arasında büyük bir uyanış var. Gelecek bu halkların olacaktır.
    Bu 50 yıllık direniş ve mücadele sürecinde bunlardan çok daha büyük zorluklarla yüzyüze geldik. Avrupa Birliği ülkelerinden hiçbir biçimde yardım almaksızın sosyal ve insani kazanımlar sağladık. Onlara çağrı yapıyorum, kendi hataları üzerine düşünüp taşınsınlar ve öfkeli çıkışlardan ya da Avrupa narsis taşkınlıklarından uzak dursunlar.
    Ne Avrupa, ne ABD insanlığın geleceği üzerine son sözü söyleyemeyeceklerdir.
    Bugün elli yıl önce başlattığımız mücadele ve girişim için yargılandığım olağanüstü mahkemede söylediğim benzer şeyleri yineleyeceğim, ama bu sefer bunları söyleyen ben olmayacağım; tarihsel ve büyük bir devrimi gerçekleştirmiş olan ve başarıyla savunan halk tarafından söylenecektir:
    Beni mahkum edebilirsiniz. Bu sorun değildir. Halklar son sözü söyleyecektir!
    50 yıl boyunca bu mücadelede düşenler sonsuza kadar yaşayacaktır.
    Yaşasın rüyalarını gerçeğe dönüştüren halk!
    Venceremos!

    FİDEL CASTRO-Küba devlet başkanı.
    Santiago de Cuba - 26 Temmuz 2003

  • akp

    05.05.2004 - 14:38

    'meslek liselerinin önünü açacaz' bahanesiyle YÖK yasa tasarısını yasalaştırmaya çalışmaktalar.Halbuki meslek liselerinin önü zaten açıktır.

    Ayrıca Yüksek öğrenimin planlaması denetlenmesi düzenlemesi Y.Ö.K.ün görevidir.Meclisin görevi değildir.Hele ki KATSAYI hesaplanması çok teknik bir konudur.Meclisin işi değildir.

    Bütün bunlar ANAYASA'ya AYKIRIDIR.

  • rockefeller

    05.05.2004 - 14:18

    20.yüzyılın tarihini, belkide siyaset adamlarından daha çok etkileyebilmiş multi-katrilyoner şahıs.(Doğumu 1839 - ölümü 1937)

  • nato

    05.05.2004 - 11:20

    'norh atlantic terroristic organisation'

  • nato

    05.05.2004 - 10:37

    ABD Ortadoğu'daki çıkarlarını güvenceye almak ve bu dönemde emperyalizm açısından önemli bir tehdit olan 'komünizm tehlikesi'ne karşı Türkiye topraklarında üsler açmak için 1952'de Türkiye'nin NATO'ya girmesini sağlar. Türkiye'nin NATO'ya girmesi için yapılan anlaşmanın 3. maddesinde ise (Bu madde gizli tutulmaktadır) 'ikili anlaşmalar'la Türkiye'de kurulacak üsler yer almaktadır. Emperyalizmin Türkiye'deki üslerinin sayısı bugün 180'i aşmıştır. NATO, CENTO gibi emperyalist askeri ittifaklara girmek, ikili anlaşmalar, üsler vb.'de bu istekler içerisinde yer almaktadır. Kısacası buna benzer yüzlerce 'yardım' anlaşmasıyla, NATO, CENTO gibi askeri ittifaklarla Anadolu'da açılan emperyalist askeri üslerle Türkiye ABD'nin kucağına bırakılmıştır.

  • rockefeller

    05.05.2004 - 10:16

    Türkiye gibi anti-komünist hükümetlerin iktidarda bulundugu ülkelere yapilacak yardimlar ve açilacak krediler öncelikle askeri nitelikte olmalidir. OLTAYA YAKALANMIS BALIGIN YEME IHTIYACI YOKTUR. Gelistirilmis ekonomik yardim, Türkiye gibi ülkelerde bazi durumlarda düsünülenin tam tersi sonuç verebilir, yani bagimsizlik egilimlerini arttirip; mevcut askeri planlarimizi zayiflatabiliriz. Bu tür ülkelere yapilacak yardim, bize bagli Hükümetleri iktidarda tutacak ve ABD'ne düsman unsurlari zararsiz hale getirecek biçim ve miktarda olmak zorundadir.' (Nelson Rockefeller)

    1956 yilinda ABD Başkanı Eisenhower'a gönderdigi mektupta o dönemde dünyanin en zengin adami olarak taninan Nelson Rockefeller aynen böyle diyordu. Söz konusu dönemde ABD'nin Türkiye'ye ekonomik yardimda bulunma planlarina yapilan bu müdahale, süreç içersinde yasamdaki yerini bulacakti. Ama daha önemlisi, dünyanin en güçlü birkaç Devletinden biri olan ABD'nin üstelik Baskanina böyle bir müdahalede bulunma cesaretini gösteren bu, Rockefeller kimdi ve bu gücü nereden aliyordu?

    Kapitalist sistemin bunalimli yapisindan kaynaklanan krizlere çözüm adi altinda hayata geçirilen ve pek çok kisinin yeni, neredeyse 15-20 yillik bir geçmisi oldugunu zannettigi Sirket evlilikleri ve birlesmelerin tarihine göz atildiginda, Rockefeller ismi ilk kez 1901'de J.D.Rockefeller ile J.P.Morgan sirketleri arasinda yasanan birleşmede karşimiza çıkıyor. Birlesme sonunda ortaya çıkan varlik öylesine muazzam ki ABD'nin güneyinde bulunan 13 eyaletin o dönemdeki varliklarinin toplaminin iki katindan bile daha fazla. Birlesmenin diger ismi Morgan ise o dönemde ve hatta günümüzde de Finans kapitalin kurucusu sayilan bir aile.
    Evet, bu birlesme ile artik Amerikan ekonomisinin kalbi tek bir çati altina toplanmisti. Bu çati altindaki sektörler: Bankacilik, demir yollari, şehir taşimacıligı, iletişim, deniz tasimacıliği, sigortacilik, elektrik, kauçuk, kağıt, şeker rafinerisi, bakır ve sanayiinin diger tüm ana kollariydi. 1920'li yillara gelindiginde Amerikan ailelerinin sadece %1'i toplam zenginligin %59'unu kontrol eder durumdaydi.

    Kapitalist sistemin elitleri arasinda fikir ve eylem birligi nasil oluşuyor?
    1929 ekonomik buhran, ikinci dünya savasi derken 1941 yilinda henüz savasin bütün dehseti ile dünyayi kasip kavurdugu günlerde ABD'nde bir Komisyon kuruluyor: Dış Iliskiler Komisyonu (The Council of Foreign Relations) . Konseyin amaci: 'Amerikan finans ve sanayii sermayesinin ihtiyaci olan materyalleri 'mümkün olan en az stres ve zahmetle' elde edebilmek için gerekli ekonomik ve askeri hakimiyetin tüm dünyada kurulmasi ' olarak belirleniyor. Fakat, yazili gerekçenin ardinda bir amaç daha var ki o da sermayenin özgürlesmesi yani liberalizasyon sürecinin bir takvime yayilarak baslatilmasi ve sermayenin birikim sürecinde yükselmesine izin verilecek olan sosyal standartlarin zaman içersinde yavas yavas terk edilmesinin saglanmasini saglayacak alt yapinin olusturulmasi. Kuskusuz bu süreçte -en azindan kapitalizmin kalesi sayilan ülkelerde- ulus devlet yapilarinin güçlü tutulmasi ve bunun üzerinden ulusal sermaye birikimlerinin yogunlastirilmasi da ihmal edilmiyordu. Kisacasi kapitalist sistemin önünde asilmasi gereken, üstelik birbirini doguran, çeliskili bir sorunlar yumagi bulunuyordu. Iste tüm bu amaçlara hizmet edebilmesi için IMF-Uluslar arasi Para Fonu, Dünya Bankasinin kurulmasi ve GATT_Tarifeler ve Ticaret Genel Anlasmasinin yapilmasi ilk kez bu gizli Komisyonda karar altina aliniyor. Ancak, bu durumu mesrulastirabilmek için önce bir Konferans (Bretton Woods Konferansi) toplaniyor ve sanki yukarida adi geçen kurumlarin insasina bu Konferansta gerek duyulmus gibi de bir maskeleme yapiliyor. Bugün hala islerligini koruyan Dis Iliskiler Komisyonuna Amerika'nin en güçlü sirketlerinin sahipleri ile ABD'nin en üst düzey bürokratlari katiliyor, toplantilar aksam yemekleri esnasinda ve kayit disi, samimi bir havada yapiliyor. Böylece karsit görüslerin tartistirilmasi, liderler ve fikirler için kuvez diye tabir edilebilecek bir ortam yaratilmis oluyor. Komisyonun kurulus finansmani büyük ölçüde ve yine Rockefeller tarafindan karşilaniyor.

    1954 yilina gelindiginde ise bu kez çok daha gizli faaliyetlerin planlandigi bir baska Komisyonun kurulmasina gerek duyuluyor: Bilderberg Komisyonu, digerine göre daha az bilinen, fakat çok güçlü, resmi bir niteligi olmayan ve üyelerinin isimlerinin açiklanmadigi bu ikinci Komisyon, Amerika ve Avrupa'nin önde gelen sanayii ve finans Sirketleri, Devlet Baskanlari, diger önde gelen politikacilar, çesitli konumlardan uzmanlar, diplomatlar ve bu grubun görüslerine olan sempatisini daha önce ortaya koymus, medyanin önde gelen isimlerini gizli oturumlarda bir araya getiriyor ve Avrupa'da ekonomik bir birlik (A.B.) kurulmasi fikri ilk kez BİLDERBERG Komisyonunda kararlastiriliyor.(Bakınız:Bilderberg Gurubu) Komisyonun kurucusu, Joseph Retinger'in tanimlamasina göre, bu toplantilar rahat bir tartisma ortami saglayarak, resmi kuruluslarin yapamadigini yapabilmektedirler. Toplantilarda katilimci, Devlet Baskani veya herhangi bir Partinin Lideri veya herhangi bir uluslar arasi kurulusun basi dahi olsa, söyledikleri hiç bir sekilde devletini, partisini veya kurulusunu baglamaz. Ancak bu Komisyonda anlasma saglanamasa bile, kisiler degisik yaklasimlari duyarak ve degerlendirerek temel problemlere (?) ortak çözümler bulmaya çalisirlar. Toplantilar basina kapali oturumlar halinde yapilir ve sonuçlari da kesinlikle basina yansitilamaz.

    Bilderberg Komisyonundan tam 9 yil sonra 1973 yilinda, Japonya'nin üçüncü ekonomik güç olarak ortaya çikmasi gerekçesiyle bu kez bu ülkeyi de içeren üçüncü bir Komisyon kurulmasina karar veriliyor: Üçlü Komisyon (Trilalateral Commission) . Kuzey Amerika (ABD ve Kanada) , Bati Avrupa ve Japonyanin ekonomik çikarlari konusunda isbirligi yapmasi ana fikrine dayanan bu Komisyonun sponsoru ise ve bu kez yanina Z. Brezezinsky i de alan David Rockefeller. Kurucu ortak Brezezinsky, 1977 yilinda Carter'a Milli Güvenlik Danismanligi görevini üstlenene kadar Komisyona Baskanlik ediyor. Çünkü Bilderberg'ten farkli olarak Üçlü Komisyon üyelerinin ayni anda devlet yönetiminde görev yapmalari mümkün degil. (Daha önce ve daha sonra olabilir ama Komisyon üyeligi sirasinda olamaz) Bugün itibariyla Üçlü Komisyonu olusturan kisi ve kurumlara bakildiginda ise ortaya muazzam bir güç çikmaktadir: Dünyanin en büyük 5 ulusötesi sirketinden 4 tanesi, en büyük 6 Bankasindan 5 tanesi ve aralarinda meshur CNN'in de bulundugu medya devleri Carter, Bush, Clinton gibi ABD başkanlari ile diger devletlerin baskanlik ve üst düzey kadrolarinda görev yapmis veya ileride görev yapmasi istenen kisiler.

    Bu üç komisyonda en çok dikkati çeken konu ise, birbirleriyle rekabet eden sirketlerin liderleri ve farkli politikalara sahip siyasi partilerin liderleri kapali kapilar ardinda, halklarin hiçbir zaman ne oldugunu bilmedikleri bir fikir olusturma süreci için bir araya getirmeleridir.

    Güçlü kapitalist ittifakin ardindaki gerçek gerekçeler:

    Gizlilik içersinde ve 1941 - 1973 yillari arasinda kurulan bu 3 Komisyonun kurulus gerekçelerini irdelerken öncelikle 41-73 dönemi itibariyla dünya ekonomik ve siyasi sistemini hatirlamakta yarar var. 1917 Ekim Devrimi adiyla anilan Bolsevik Ihtilali sonrasinda kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birligi giderek bir Süper Güç konumuna gelecegini gösteren sinyaller ilk kez Ikinci Dünya Savasi sirasinda anlasilmisti. SSCB'nin ekonomik güç olmasindan daha tehlikeli olan ise, sosyalist bir yönetimin KAPİTALİZME MEYDAN OKUYABİLEN bir sistem olarak tüm dünya tarafindan taninmasi ve örnek alinabilir konuma gelmesiydi. Demek ki düsmanin bilegini bükebilmek için daha fazla, daha fazla güçlenmek gerekiyordu ve bu da ancak sistem içi ittifaklar üzerinden olusturulabilirdi. Fakat bu ittifaklar arasinda da belli güç dengelerinin korunmasi gerekliydi. Bu nedenle olusturulan 3 komisyonda da ABD sermayesi üstelik kurucu sifatiyla yer aldigi halde, Bati Avrupa sermayesi son iki tanesine katilabilmis ve Japonya'ya da sadece sonuncunun içinde yer almak düsmüstü. Böylece Amerikan sermayesi komisyonlardaki basat gücünü tesis etmeyi ve korumayi basarmis, diger iki grup ise ebediyen bu güçlü haminin vesayeti altina girmisti. Ancak bu gerekçeli ittifakin sürekli olmasi da -kapitalizmin doğasi geregi- mümkün degildi ve Sovyetler Birliginin çöküsü, Doğu Blokunun dagilmasiyla dagilmasiyla birlikte (1989) çeliskiler daha belirgin hale geldi. Geride biraktigimiz son 10 yillik dönemde, 1900'lü yillarin başinda birleşme, ittifak biçiminde yasanan Şirket Evlilikleri artik yerini 'Ele Geçirme' (Take over) operasyonlarina biraktı ve küresel finans krizleri üzerinden yaratilan ekonomik bunalimlar yardimı ile rekabet süreci bir tekelleşme (Monopoly) olgusuna dönüstü.

  • karanlıkta dans

    05.05.2004 - 09:50

    Björk ün oynadığı film.

  • bağımsızlık

    05.05.2004 - 09:48

    Atatürk gençliğe hitabesinde sürekli olarak gençliğe 'Türk istiklalini ve cumhuriyetini...' koruması öğütler.Dikkat edilirse ilk önce telafuz ettiği şey sürekli 'istiklal'(bağımsızlık) dir.Çünkü BAĞIMSIZLIK OLMADAN GERÇEK ALAMDA CUMHURİYET (halkın kendini yönetmesi) OLAMAZ!

  • gençliğe hitabe

    05.05.2004 - 09:42

    Günümüz Türkçesine uyarlamış hali:

    Ey türk gençliği,
    Birinci görevin, Türk BAĞIMSIZLIĞINI, Türk cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve savunmaktır.
    Var olmanın ve geleceğinin tek temeli budur. Bu temel senin, en değerli hazinendir. Gelecekte de seni bu hazineden yoksun bırakmaya çalışacak, yurtta ve yurt dışında kötü yürekliler olacaktır. Bir gün BAĞIMSIZLIK ve cumhuriyeti koruma zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, içinde bulunduğun durumun olanak ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve şartlar çok uygunsuz nitelikte belirebilir. BaAĞIMSIZLIK ve cumhuriyetine zarar vermek isteyecek düşmanlar, bütün dünyada eşi benzeri görülmemiş bir üstünlüğün temsilcisi olabilirler. Zorla ve üç kağıt ile, aziz vatanın bütün kaleleri ele geçirilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi gerçekten zorla ele geçirilmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha üzücü ve daha beter olmak üzere, MEMLEKETİN İÇİNDE GÜCE SAHİP OLANLAR kendini bilmezlik ve sapkınlık ve hatta kalleşlik içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını, zorla ele geçirip idaresi altına alanların siyasi amaçlarıyla birleştirebilirler. millet, yoksulluk ve çaresizlik içinde mahvolmuş ve halsiz düşmüş olabilir.
    Ey Türk BAĞIMSIZLIĞININ evladı! İşte bu haller ve şartlar içinde dahi, görevin Türk BAĞIMSIZLIĞI ve cumhuriyetini kurtarmaktır! muhtaç olduğun güç, damarlarındaki asil kanda vardır!

  • küba

    04.05.2004 - 17:51

    Yılda 10 bin ton istakoz ihraç eden Küba, yerine yaklaşık 20 bin ton süt tozu almaktadır. Ve bundan 200 bin litre süt üreterek tüm çocukların yıl boyunca süt içmesini sağlamaktadır. ABD’de istakoz çok, Küba’da yok. Ama ABD’de aç kalan, süt yüzünü görmeyen, evsiz ve köprü altında binlerce çocuk var. Küba’da aç ve açıkta kalan çocuklar olmadığı gibi dünyanın en iyi beslenen ve eğitilen çocukları Küba’lı çocuklardır.

  • küba

    04.05.2004 - 17:50

    “Şu andaki büyük yoksulluğa rağmen, kaldırımlarda gazete kağıtlarına sarılmış bir vaziyette uyuyan insanlara rastlanmıyor. Şu andaki büyük yoksulluğumuza rağmen, barınacak yeri olmayan, sosyal güvenlikten yoksun tek bir insan bile yoktur. Kapitalist toplumlarda her gün görülen kötülükler bizim ülkemizde mevcut değildir. Bu devrimin bir eseridir.
    Okulsuz ve öğretmensiz tek bir çocuk yoktur. Tıbbi güvencesi olmayan tek bir vatandaş yoktur. Hatta daha doğmadan önce sigortalı olunur. Bir vatandaşla, daha anasının karnındayken, hamileliğin daha ilk haftalarından itibaren ilgilenmeye başlıyoruz.” (Fidel Castro)

  • sosyalizm

    04.05.2004 - 17:48

    “İnsana dair olan hiç bir şey sosyalizme yabancı değildir.” (K.Marks)

Toplam 1733 mesaj bulundu