F Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloji.com

  • türkiye komünist partisi

    31.05.2004 - 11:45

    kadıköy'deki dalgakıranın üzerine 'istanbul NATOya kapılarını kapıyor' yazmış gençlere sahip parti.

  • sezen aksu

    31.05.2004 - 09:50

    tombul serçe

  • 12 eylül

    28.05.2004 - 18:00

    1980 yılında orgeneral Kenan Evren tarafindan 'bu demokrasinin bize bol geldiği'nin ilan edildiği ve devletin yonetimine el koyularak işkenceler ve idamlarla memleketin huzur(!) bulmasina, apolotik, mutsuz ve cahil bir gençlik için politikalara uygun zemin hazırlanmasına, Turkiye cumhuriyetini 50 yıl geriye gitmesine sebep olmuştur.

  • 12 eylül

    28.05.2004 - 17:55

    türk silahlı kuvvetlerinin “emir komuta zinciri içinde” bir darbe ile yönetime el koyduğu, iktidarın, genelkurmay başkanı kenarı evren, kara kuvvetleri komutanı nurettin ersin. hava kuvvetleri komutanı tahsin şahinkaya, deniz kuvvetleri komutanı nejat tümer ve jandarma genel komutanı sedat celasun’dan oluşan milli güvenlik konseyince ele alındığı 12 eylül 1980.

  • dua

    28.05.2004 - 17:40

    söz: sezen aksu
    müzik: anonim

    ne hükümran kalır
    ne zulüm ne de kin
    öz değil dostlar
    öz değil bu biçim
    kulların kullara ettiğini
    etmiyor en zalim harı ateşin

    bugün dua ettim hepimiz için
    yüce tanrı bizleri affetsin

    ne para ne pul
    ne iktidar ne de güç
    bu değil gerçek
    bu değil gerçek
    bu kavga bir hayırsız düş
    uyanır neslim uyanır elbet

  • montreal

    28.05.2004 - 17:38

    kanada'nın quebec eyaletinde bir sehir.

  • fur elise

    28.05.2004 - 17:34

    ludwig van beethoven'ın parçayı bestelemeden bir yıl önce evlenme teklif etiği ve tarafından red edildiği therese malfatti için bestelediği, 'für elise'.nin uzunluğu yaklaşık 3 dakikadır.

  • tercuman-ı ahval

    28.05.2004 - 17:28

    özel girişimle yayınlanan bu ilk türkçe gazete agâh efendi ile şinasi’nin ortak çabalarının ürünüdür. ilk sayısı 21 ekim 1860’ta yayımlanmış, haftada iki gün olarak başlayan yayın, gördüğü ilgi üzerine haftada beş güne çıkmıştır. ancak siyasi koşullardaki ağırlaşma ve basında giderek artan rekabet karşısında 11 mart 1866’da çıkan 792. sayısıyla yayınına son vermiştir.

  • bir istanbul masalı

    28.05.2004 - 17:25

    Tipik bir Türk zengin - fakir masalı...

  • sibel kekilli

    28.05.2004 - 17:06

    Sadece 'Duvara karşı' da iyi bir oyunculuğu var.

  • mehmet aslantuğ

    28.05.2004 - 16:50

    Vasat bir oyuncu, kötü değil.

  • sosyalizm

    28.05.2004 - 16:46

    Sadece bir kaç yüz kişinin değil, tüm toplumun mutluluğunu isteyen sistem.Toplumculuk.

  • mustafa kemal atatürk

    28.05.2004 - 16:44

    Tarihimizde iz bırakmış bir çok büyük insan vardır.Ama en büyük deha, en ileri görüşlü, en devrimci olanı hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk'tür.

  • laiklik

    28.05.2004 - 16:37

    'Esas Mesele Laiklik Değil, Ekonomi'

    'Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.

    Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.

    Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.

    Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.

    Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.'
    (Attila İlhan - İleri 2000 dergisi)

  • attila ilhan

    28.05.2004 - 16:34

    'Esas Mesele Laiklik Değil, Ekonomi

    Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.

    Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.

    Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.

    Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.

    Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.'

  • deniz gezmiş

    26.05.2004 - 17:48

    Deniz Mustafa Kemal'in anti-emperyalist ve tam bağımsızlıktan yana yönünü almıştı.Marks'la Lenin arasında bile uygulama da farklılıklar vardır.Ama Marks ın söylemlerinin %90 oranında hayata geçiren Lenin olduğu için bu felsefenin adı 'Marksist-Leninist' olarak adı geçer.

    Kendinizi Marksist, Leninist yada Atatürkçü olarak tanımlarken o insanın düşüncelerinin %100 üne katılmak zorunda değilsinizdir. %99 ına katılarak da kendinize 'ben marksistim' diyebilirsiniz.

  • ismet inönü

    26.05.2004 - 17:07

    Atatürk'ün son döneminde araları bozulmuştur, bunun tek sebebi de İnönü'nün savunduğu katı-faşizan milliyetçilikti.

  • ismet inönü

    26.05.2004 - 17:06

    Gâzi/İnönü 'Uyuşmazlığı'

    15 Haziran 1936'da Anadolu Ajansı' nın Ankara mahreçli bir haberi, bütün gazetelerde yer almıştı:

    '...Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Sekreteri'ni, Atatürk vazifeden affetmiştir; şimdilik bu vazifeyi Atatürk' ün 'vekili' olarak İnönü ifa edecektir...'

    Olaydan üç gün sonra, Başbakan ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan vekili İsmet İnönü, bir beyanname yayınlayacak; bu beyannameyi de yurda ve dünyaya, Anadolu Ajansı yayacaktır.

    '...Cumhuriyet Halk Partisi'nin, memleketin siyasi ve içtimai hayatında, güttüğü yüksek maksatların tahakkukunu kolaylaştırmak için, bundan sonra, parti faaliyeti ile hükümet idaresi arasında, daha sıkı bir yakınlık ve daha amelî (pratik) bir beraberlik temin edilmesine, Genbaşkur'ca (Genel Başkanlık Kurulu) karar verilmiştir. Bu maksatla:

    1/ Dahiliye Vekili Genyönkurul (Genel Yönetim Kurulu) üyeliğine alınmış ve kendisine Parti'nin Genel Sekreterlik vazifesi verilmiştir.

    2/ Bütün vilâyetlerde, vilâyet parti başkanlığına, vilâyetin valisi memur edilmiştir.

    3/ Umumî Müfettişler, mıntıkaları dahilinde, bütün devlet işlerinin olduğu gibi, parti faaliyet ve teşkilâtının da en yüksek mürâkabe ve müfettişidirler.

    4/ Vilayetlerde parti ilyönkurul'unca (İl Yönetim Kurulu) ihtihap edilmiş bulunan başkanlar, üye durumunu almış ve nasup veya mahallince müntehap (seçilmiş) başkanların vazifeleri hitam bulmuştur.

    5/ Bu beyannamenin icaplarını, parti Genel Sekreteri olmuş bulunan Dahiliye Vekili tanzim ve takip edecektir.

    6/ Yukardaki maddeler bütün parti teşkilatlarına, vilâyetlere ve umumi müfettişliklere tebliğ olunmuştur...'

    Totaliterlik kesinleşiyor

    Bu iki haberi lâyıkıyla anlayabilmek için, iki savaş arasındaki ülke yönetimini, 'resmi tarih' in dışında izlemek ve inceliğini kavramak gerekiyor. Mustafa Kemal Paşa, Cumhurbaşkanı sıfatıyla, ancak yasaların ona verdiği hak ve yetkiyi kullanabiliyordu; 'işleri' Başvekil İsmet Paşa 'ya 'bırakmıştı', üçü hâriç! Gâzi 'nin yakınları, -hemen hepsi- şu konuda mutâbık sayılabilir: dahiliye, hâriciye ve iktisat'a, o, özel bir alâka gösterirdi; İnönü kabinelerinde, bu üç bakanlık, daima 'Atatürk'ün adamları'na verilmişti ki, bunlar Şükrü Kaya, Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Celâl Bayar'dı! Ayrıca Gâzi, valilerin ve büyükelçilerin tâyinlerini de denetliyordu. Bunun açıklaması nedir? Gâzi 'nin 'devlet' i, denetimi altında tutmak istemesi mi?

    Peki bu durum, herkesten önce Parti teşkilâtını, ayrıca iktidardaki hükümeti rahatsız etmeyecek midir? Ediyordu: Gâzi, CHP Genel Sekreteri Recep Peker 'in, sudan nedenlere bağlayarak -özellikle vali, kaymakam, nahiye müdürlerini- şikâyet etmesinden bîzar olmuştu (Bkz. Hasan Rıza Soyak) . İsmet Paşa 'nın 'rahatsızlığı' ise, dolaylı olarak açıklanır: cumhurbaşkanı olduktan sonra, onayladığı ilk kabinede, iki kişiyi tasfiye etmişti: Şükrü Kaya ve Dr. Tevfik Rüştü Aras! Zaten daha sonra Başbakan da Celâl Bayar olamayacak, İnönü' ye 'sadakatı müsellem' Dr. Refik Saydam tercih edilecektir. Böylece 'Millî Şef' Cumhurbaşkanlığı'na, Gâzi gibi sadece üç bakanlığı 'kontroluna' alarak değil; o üç bakanı tasfiye ve hükümetin tamamını tâyin ederek başlıyordu.

    Parti ve Devlet'in 'özleştirilmesini' Gâzi ve İsmet Paşa, ayrı ayrı sebeblerden istemişler: Gâzi, o dönem Türkiye' sinde, devletin yönetiminde özel ve önemli bir yer tutan üç (Trakya, Doğu ve Güneydoğu) Genel Müfettiş'le, parti'nin faaliyetini denetleyebilecek, bu, vali ve kaymakamların denetimini güçlendirecekti. İsmet Paşa' ysa, -bakanlarının Gâzi 'ye bağlılığı dolayısıyla,- tam denetleyemediği idare âmirleri ve genel müfettişleri, daha yukardan izleyebileceği için, yeni durumu kabul ediyordu. Zira, bazı 'ecnebi' araştırmacıların da altını çizdiği gibi, Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'nın 'yoğunlaşan' nüfuzunu dengeleyebilecek, yeni bir 'güç' aramaktaydı; İnönü derseniz, Gâzi'nin hastalığını ve muhtemel sonucu öğrenmiş, artık 'ondan sonrasının' hesaplarını yapmaya başlamıştı.

    Bir manada Recep Peker 'in, daha sonra da İnönü 'nün, görevden affedilmelerine neden olan, CHP 'nin yeni tüzük ve programı, bu hesapların hem sebebi, hem sonucudur; Mustafa Kemal Paşa 'nın vefatından sonra, harfi harfine uygulamaya konulması da, niyetin ve amacın, 'totaliter bir yönetim' olduğunu gösteriyor.

    'Faşizan' ve 'totaliter'...

    Bizim nesil dahil- sonraki 'Cumhuriyet' çocuklarına, 'Resmî Tarih' in, 'Atatürk/İnönü, birbirinin devamı' fikrini ısrarla işlemesi, zamanla, CHP 'nin de, dolayısıyla Rejim'in de, hem yanlış anlaşılmasına, hem de yanlış yollara sapmasına neden olmuştur.

    Çünkü, düşünmek lâzım: inkılâplar, yâni 'Kuruluş' yıllarında 'muhafazakâr' bir hal tarzı için, daha sonra Terakkiperver Fırka muhalefetini kuracak kişilerden (Rauf bey ve arkadaşları) bir cunta önerisi getiren Mareşal Çakmak'ı, adeta tersleyerek reddeden İsmet Paşa; nasıl oluyor da, Recep Peker'in hazırladığı, meclisüstü bir Faşist Konseyi'ni (adeta, bir 'cunta') içeren, yeni CHP Tüzük ve Programını, Gâzi'ye onaylatmayı düşünebiliyor?

    Çünkü, 'Gazi sonrası' hesapları vardır; bu hesaplarda, kendisine 'tek başına' güvenemediği için, 'inkılâpçı otoriterliği', 'totaliterliğe' doğru itecektir; bu da, muhtemel rakipleri böyle yüksek bir 'divanda' onore etmekle mümkün olabilir. Peki, uygulama nasıl oldu? Aynı değilse bile, benzeri bir uygulama! Gâzi 'nin öfkeli müdahalesiyle gerçi 'yüksek konsey' tasarıdan çıkarılmıştı ama; Rejim konusunda Gâzi 'yle ciddi ihtilafa düşmüş ne kadar eski Müdafaa-i Hukukçu varsa - Rauf bey, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Paşa' lar- İnönü Cumhuriyeti' nin en yüksek makamlarına getirilmiştir.

    Buna mukabil, -eskiler hatırlayacaktır- Gâzi Mustafa Kemal Paşa' nın portresi; hem Türkiye Cumhuriyeti' nin resmî ofislerinden, hem de paralarından ve pullarından kaldırılmıştır.

    CHP artık 'faşizan' ve 'totaliter' bir parti olmuştu.

    23 Ekim 2000 (Attila İlhan)

  • ismet inönü

    26.05.2004 - 16:52

    Atatürk'ü anlamamış, milletinin de anlamasını engellemiştir.

  • ırak savaşı

    26.05.2004 - 14:16

    Kuvvetlinin haklı olduğu değil; haklının kuvvetli olduğu bir dünya oluşturulmadığı sürece yeryüzünde huzur ve barış temin edilemez.

  • osmanlı imparatorluğu

    26.05.2004 - 13:34

    Padişahlarının ortalama ömrü 56 yıldır.

  • darbe

    26.05.2004 - 12:25

    Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 yıllık tarihinde bir kırılma noktası olarak kabul edilen 27 Mayıs 1960 darbesinin, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeberine de kapı araladığı belirtiliyor.

    Darbenin üzerinden 44 yıl geçerken, Türkiye'de artık hiç kimse darbe kelimesini ağzına bile almak istemiyor. Dönemin tanıklarından Demokrat Parti (DP) eski milletvekili Gıyasettin Emre, 27 Mayıs öncesi senaryoların yeniden sahnelenmek istendiğini, 1960'da olduğu gibi bugün de öğretim üyelerinin yürüdüğünü belirterek, 'Ama artık kolay kolay darbe olmaz' dedi.

    Üzerinden 44 yıl geçen 27 Mayıs darbesi hakkındaki tartışmalar hala bitmedi. Derlenen bilgilene göre, DP'nin iktidarını ilan ettiği 14 Mayıs 1950, aynı zamanda ilk darbe girişiminin de yaşandığı tarih oldu. Seçim sonuçlarının belli olmasının ardından dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nafiz Gürman, Köşk'e çıkarak dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye 'Paşam ordu emrinizde' dedi. İnönü'nün ise 'Beyler bu iş burada bitmiştir' sözü ile ilk darbe girişimi atlatılmış oldu. Ancak asıl darbenin tohumu 1954 ve 1955 yıllarında İstanbul ve Ankara Harp Akademileri'nde okuyan genç kurmay subaylar arasında atıldı. Darbe yapma isteğinin gerekçesi ise '1954 seçimlerinden sonra DP iktidarının Atatürk ilkeleri ve laiklik konusunda taviz vermesi sonucu, büyük halk kitlelerinin rahatsızlık duymaya başlaması' diye gösterildi. Harp Akademileri öğrencilerinden farklı olarak 1957 yılında yaşanan diğer bir darbe girişimi ise DP'nin kendi müdahalesi ile önlendi. DP, tarihe 'Dokuz Subaylar Olayı' olarak geçen meselenin üstüne gitmezken, orduyu da karşısına almak istemediğinden sessiz kalmayı tercih etti.

    DARBE YILLAR ÖNCE PLANLANDI
    27 Mayıs'a giden örgütlenme, 1958 yılı sonunda Kurmay Albay Sadi Koçaş'ın Cemal Gürsel'i ikna etmesi ile başladı. Sadi Koçaş, Osman Köksal, Sezai Okan ve Suphi Karaman'dan oluşan çekirdek kadro, ilk toplantısını 1959 Mayıs ayında Koçaş'ın evinde yaptı. Bu dört kişi iki ay boyunca ilkeleri saptadı. Kimlerle hangi aşamada ilişkiler kurulacağı tespit edildi. Aradan dört ay geçtikten sonra Orhan Kabibay, Alparslan Türkeş, Rıfat Baykal, Mustafa Kaptan da çekirdek kadroya alındı. Kasım ayı sonunda da kadroya Vehbi Ersü, Rafet Aksoyoğlu, Orhan Erkanlı ve Sami Küçük girdi. Bu kadroya, 28-29 Nisan 1960 tarihlerindeki öğrenci eylemlerinden sonra Muzaffer Yurdakuler, Kadri Kaplan, Ekrem Acuner ile Fikret Kuytak da girdi. Sonraki katılımlar ile bu kadrodakilerin sayısı 33'e ulaştı.

    Darbeciler hazırlıklarını yaparken, CHP ve basın, iktidarı boyunca DP'yi sürekli eleştirdi. CHP'nin mallarına el konulması ve hangi gazeteye ilan verilip verilemeyeceğini karara bağlayan Basın İlan Kurumu'nun kuruluşu, muhalif çevrelerin rahatsızlığını daha da artırmakla kalmayıp, darbeye 'meşruiyet' zemini hazırladı. DP ile CHP arasında 1950'de beri yaşanan sert tartışmalar, 1960 yılına geldiğinde iyice şiddetlendi. CHP'nin ülkedeki bütün yıkıcı grupları çevresinde topladığı, halkı ve orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırttığını öne süren DP, 18 Nisan 1960 tarihinde kurduğu Tahkikat Komisyonu ile üç ay boyunca muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturmak istedi. Komisyonun çalışmaya başlaması ile birlikte Ankara ve İstanbul'da öğrenciler, DP aleyhine gösteri düzenledi. Öğrencilerin yanısıra İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri de eylem yaptı. Eylemlerin önü bir türlü alınamazken, 28 Nisan 1960 tarihinde çıkan olaylarda bir öğrenci hayatını kaybetti. Bunun üzerine Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi, gece sokağa çıkma yasağı kondu. Buna karşın olaylar bir türlü önlenemedi. 29 ve 30 Nisan'da yapılan gösterilerde de başka bir öğrenci öldü.

    555K OLAYI VE DARBE
    Bu olaylar üzerine DP yanlısı gençler de iktidara olan desteklerini göstermek için bir bir plan kurdular. Plana göre gençler, 5 Mayıs'ta Kızılay Meydanı'nda, Meclis'ten Çankaya Köşkü'ne gidecek olan Celal Bayar ve Adnan Menderes'i destekleyeceklerdi. Muhalif geçlerin de bu durumdan haberdar olması ile plan ters tepti. Planın, 555K (5'inci ayın 5'inci günü saat 5'te Kızılay Meydanı'nda) parolası ile iktidar karşıtı öğrencilere duyurulması üzerine, Kızılay Meydanı muhalif gençlerle dolup taştı. Böylece Menderes, saat 18.00'de meydandan geçerken desteklenmek yerine protesto edildi, hatta tartaklandı.

    Gerginlikler bir türlü bitmek bilmezken, 21 Mayıs'ta Ankara'daki Harp Akademisi öğrencisi genç subaylar da DP'yi protesto etmek için yürüdüler. Ordudaki hareketliliğin yanısıra, eylemler dolaysıyla da endişeye kapılan bazı DP milletvekilleri, 1958 yılındaki Irak, Sudan ve Pakistan'da yaşanan darbelerin kendi başına gelmesinden korkar oldu. Bir türlü buna inanmayan Menderes, 25 Mayıs 1960'ta Eskişehir'e gitti. Giderken de yanında darbe olacağı konusunda kendisini uyaran milletvekillerini de götürdü. Eskişehir'de büyük coşku ile karşılanan Menderes, bir yandan kendisini uyaranlarını aksi yönde ikna etmeye çalışırken, bir yandan da eylemlere neden olan Tahkikat Komisyonu'nun çalışmalarını tamamladığını ve yakında kamuoyuna açıklanacağını bildirdi. Ancak bu karar, ayrıntıları önceden hesaplanmış darbeyi önleyemedi.

    Menderes Eskişehir'de iken 27 Mayıs 1960'da Orgeneral Cemal Gürsel'in yaptığı ve Milli Birlik Komitesi adı altında toplanan 33 subay yönetime el koydu. Darbeciler, Ankara ve İstanbul'daki önemli noktaları ele geçirdi. 27 Mayıs sabahı Silahlı Kuvvetler adına Alparslan Türkeş, Ankara Radyosu'ndan bir bildiri okudu. Türkeş bildiride şunları kaydetti:
    'Muhterem vatandaşlar; Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır. Bu harekete Silahlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştüğü uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, seçimi kazanana devir ve teslim etmek üzere girişmiştir. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa ve zümreye karşı değildir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup olursa olsun her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir.'

  • züleyha

    26.05.2004 - 12:20

    'Bir Demet Tiyatro' da pavyon şarkıcısı karakteri.

  • CIA

    26.05.2004 - 12:06

    12 Mart 1971 darbesini CIA’nın organize ettiği bizzat dönemin Dışişleri Bakanı İ. Sabri Çağlayangil tarafından açıklanmıştır. 12 Eylül’deki CIA tezgahı ise zaten hiçbir zaman gizlenmemiştir. 12 Eylül sonrasında ABD desteğiyle güçlendirilen kontr-gerilla örgütlerinin yirmi yıldır işledikleri cinayetler, her geçen gün daha çok açığa çıkmaktadır

Toplam 1733 mesaj bulundu