F Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloji.com

  • thomas more

    11.06.2004 - 10:52

    Tarihin ilk sosyalisti sayıldığı için Sovyet yönetimince Moskovaya büstü dikilmiştir.

  • thomas more

    11.06.2004 - 10:45

    Platon, Campanella ve Bacon ile beraber ütopik sosyalizmin temellerini atanlar grubuna mensuptur. Ne anarşistdir ne de Komünist.Ütopik sosyalizm kavrami icinde Fourier, Saint-simon, Owen gibi isimlerle incelenir. Bundan sonra gelenler ise malum Bilimsel Sosyalistler:Marx ve Engels.

  • Sevdiğim Filmler

    11.06.2004 - 10:21

    Esaretin Bedeli
    'Shawsank Redemption'
    (Yönetmen:Frank Darabont - Oyuncular:Morgan Freeman, Tim Robins)

  • dehap

    11.06.2004 - 10:07

    Sosyalist bir parti olduğunu iddia edip, 'sadece kürt sorunu'nun bahsetmesi, CHP nin Atatürkçü olduğunu iddia edip 'sadece Laiklik'ten bahsetmesine benziyor.

  • dehap

    11.06.2004 - 09:56

    PKKnın yaptığı katliamları hiç bir zaman kınamayarak milliyetçiden öte 'ırkçı' bir tutumu bile olduğu söylenebilir.Derin Devletin yaptığı ırkçı saldırılara (Çatlı, Oral Çelik, Ağca vs..) elbette ses çıkarmalıdır, tepkiler göstermelidir.Ama yanlışa yanlışla karşılık verenleri(PKK) her zaman kınamak gerekir.Sosyalistler tüm dünyadaki halkların mücadelesini verir.DEHAP sadece kürtlerin mücadelesini veriyor.

    Kongresinde Türkiye bayrağını indirmekle sosyalist olunmaz.O bayrak DEHAPa oy veren herkesin nüfus cüzdanında var.

  • sosyalizm

    11.06.2004 - 09:45

    Başına ister anarşist, ister ütopik ekleyin yine de Marx'tan önce sosyalizm vardı.Bu sadece bir 'bilgi'dir.Kimseye yada bir görüşe saldırı amaçlı söylenmemiştir.Ama 'kardeşim' diye hitab ettiklerim bile, malesef bana karşı saldırgan tutumdadırlar.

  • popüler kültür

    10.06.2004 - 17:33

    'kültürsüzleşme'dir.

  • emperyalizm

    10.06.2004 - 17:32

    Kültür Emperyalizmi: Can Dündar'ın da bir yazısında belirttiği gibi ABD'nin bir ülkeye CIA veya işgal gücü göndermeden önce Hollywood ve MTV'yi göndermesi olayı.

  • nato

    10.06.2004 - 17:25

    istanbuldaki zirvenin sponsorluklarını Doğan Medya, Doğuş Grup, Turkcell, Ülker, Sabancı Holding, MNG, Koç Holding, Ulusoy yapmaktadır.

  • kapitalizm

    10.06.2004 - 16:53

    İlkel insan topluluklarının kaderi onbinlerce yıl boyunca doğa koşulları tarafından belirlenmiş, kıtlık ve açlık insan topluluklarını karınlarını doyurabilecekleri verimli alanlara doğru göç etmek zorunda bırakmıştı. Tarım devrimi ve yerleşik hayata geçişle birlikte insanlık, doğa güçlerine boyun eğmekten kurtulmaya, doğayı dönüştürerek ona egemen olmaya, kendi yaşam koşullarını üretebilmeye başlamıştır.

    Sanayi devrimi insanın doğa üzerindeki egemenlik mücadelesinin dönüm noktasını oluşturur. Son 200 yılda öyle muazzam bir teknolojik atılım gerçekleşti ki bugün insanoğlu ekvatordan Kuzey kutbuna, denizin binlerce metre altından uzaya kadar hemen her yerde yaşamını üretebiliyor. Bilim ve teknoloji sayesinde en iyi hayvan ırkları yaratıldı. Sulama, gübreleme ve tohum ıslahı sayesinde toprağın verimliliği onlarca kat arttı. İstenilirse çölün ortasında bile tarım alanları yaratılabiliyor. Cep telefonlarını, yani uzaydaki uyduları kullanmak gündelik yaşamımızın basit bir parçası haline geldi. Aynı uydularla her yıl dünyada yetişmekte olan tarım ürünlerinin miktarları bile saptanabiliyor.

    İnsanın, hiç değilse gıda ürünleri üretimi bakımından, doğa üzerindeki egemenliği öyle bir aşamaya geldi ki, hava koşulları ne kadar olumsuz olursa olsun yaklaşık 6 milyar 300 milyonluk insan nüfusunun gıda ihtiyacının kat be kat fazlasını üretebilme potansiyeline sahibiz. Bugün dünyadaki gıda üretiminin, 10,5 milyar insanın sağlıklı beslenmesine yetebileceği hesaplanmaktadır.

    800 milyon insan aç
    Ancak öte yandan çağımız, insanlık tarihinin en derin çelişkilerinin yaşandığı en akıldışı çağdır. Kapitalizm bir yanda inanılmaz bir zenginlik diğer yanda ise ölümcül bir yoksulluk üretiyor. Dünya Bankası ve Dünya kalkınma raporu verilerine göre;

    Dünya nüfusunun yarısı, yani 3 milyardan fazla insan günde 2 dolardan daha az, 1,5 milyar insan da 1 dolardan daha az bir gelirle “yaşıyor”. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10’u, dünya toplam gelirinin yüzde 70’ini alıyor.
    800 milyon insan aç yaşıyor. Yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor.
    Afganistan’da günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongo’da ise 27 cent.
    Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267,1 milyon kişi, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17,6 milyon kişi, Latin Amerika ve Karayipler’de yaşayan 60,7 milyon kişi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan 6 milyon kişi, Güney Asya’da yaşayan 521,8 milyon kişi, Sahra altı Afrika’da yaşayan 301,6 milyon kişi, günde 1 dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürüyor.
    Bugüne kadar Dünya Bankası’nın yoksullukla mücadele adına ileri sürdüğü öneri şuydu: Gelişmekte olan ülkelerde “zengin kesimden alınan vergiler azaltılacak” böylece yatırım ve istihdam artacak, uzun dönemde yoksulluk ortadan kalkacak! Yani yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolu zengini daha zengin hale getirmektir. Bu mide bulandırıcı öneriler utanmaz kapitalist uzmanlar tarafından öneriliyor ve kapitalist rejimler tarafından uygulanıyor.

    Dünya Bankası’nın, kardeş kuruluşu IMF ile birlikte faaliyete geçtiği 50 yılı aşan sürede yoksulluk giderek arttı. Raporda, dünyada günlük geliri 1 doların altında kalan insanların sayısının 1987’de 1,2 milyarken bugün 1,5 milyara çıktığı belirtiliyor. Bu sayının 2015 yılında 1,9 milyara ulaşması bekleniyor. Geçen 50 yılda, zenginlerle yoksullar arasındaki gelir uçurumu daha da arttı. Dünyanın en yoksul ülkelerinde kişi başına düşen gelir, 1970-1985 yıllarında zengin ülkelerdeki kişi başına gelirin yüzde 3,1’i düzeyindeyken, bu oran 1990’ların sonunda yüzde 1,9’a dek düştü. Bu oranların ülkeler arası ortalama gelir uçurumunu yansıttığı unutulmamalıdır. Yoksul ülkelerde de zengin-yoksul uçurumunun olduğu hesaba katılırsa durumun çok daha vahim olduğu görülür.

    Açlık ve yoksulluk sadece en geri ülkelerde yaşayan insanların mı sorunudur? Bir zamanlar Latin Amerika’nın en kalkınmış ülkelerinden biri olan Arjantin’den gelen haberler durumun hiç de böyle olmadığını ispatlıyor:

    “Arjantin’de çocuklar açlıktan ölüyor. Ekonomik krizin tüm ağırlığıyla hissedildiği Arjantin’de, yoksul ailelerin çocukları gıdasızlık nedeniyle hayatını kaybediyor... Arjantin’de en alt gelir grubundaki ailelerin çocukları, yetersiz beslenme nedeniyle ölüyor. 36 milyonluk ülkenin yarısı, fakirlik sınırının altında yaşıyor.... ekonomik krizin pençesindeki Arjantin’de her 10 çocuktan altısı sefalet içinde yaşıyor.... Arjantin’de dakikada 12, günde 16.900 kişi yoksullar ordusuna katılıyor. 2002 Mayıs ayı itibariyle ülkede yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı 19 milyonu aştı.”

    Arjantin varlık içerisinde yokluk yaşıyor. Dünyanın en büyük sığır eti, tahıl ve soya fasulyesi üreticileri arasında bulunan Arjantin’de, açlık artık gündelik bir olgu haline geldi. Arjantinli işçilerin ürettiği ürünler mağazaların içerisinde duruyor ve aç insanlar, aslında kendilerine ait olanı almaya kalktıklarında karşılarında polis ve orduyu buluyor, dünya televizyonlarında serseri bir avuç yağmacı olarak tanımlanıyorlar.

    Açlığın sorumlusu bizzat kapitalist sistemdir
    Bazı iktisatçılar, kapitalizmin bu aşağılık papazları, “yoksullara yardım edilmemeli, güçsüz olanın elenmesi doğa kanunudur. Üstelik yardım etmek hiçbir işe yaramaz. Yardım edilirse bu yoksullar sürekli ürerler sayıları sürekli artar, hep daha fazla yardım isterler, onları az çocuk yapmaya özendirirsek sorun hallolur” diyorlar.

    Oysa kapitalizmde açlığın sebebi, geçim araçlarının nüfusa oranla azlığı değil fazlalığıdır. 1844 yılında Engels şöyle açıklıyordu:

    “Sermaye her gün artıyor; nüfusla birlikte emeğin gücü de büyüyor; ve bilim her geçen gün, doğa güçlerini insanın hizmetine daha çok sokuyor. Bu üretken kapasite, bilinçli olarak ve herkesin çıkarı doğrultusunda uygulansaydı, insanlığın payına düşen emek, kısa zamanda asgariye indirilmiş olurdu. Rekabete bırakılacak olursa o da aynı şeyi yapar ama çelişkiler çerçevesi içinde. Toprağın bir bölümü en iyi biçimde işletilirken, bir bölümü bomboş durmaktadır. Sermayenin bir bölümü şaşırtıcı bir hızla dolanırken, bir bölümü de sandıklarda ölü yatıyor. İşçilerin bir bölümü günde 16 saat çalışırken diğer bölümü işsiz ve açlıktan ölüyor.”

    1844’den bu yana kapitalizmin temel işleyiş yasaları değişmedi. Bu yüzden Engels’in çözümlemesi geçerliliğini sürdürüyor. Yoksulluk ve açlık ne bazı halkların tembel olmasından, ne hızlı nüfus artışından, ne bazı ülkelerin topraklarının verimsiz olmasından ne de iklim koşullarının kötü olmasından kaynaklanır. Bugün tüm dünyayı kasıp kavuran yoksulluğun ve açlığın yegâne sorumlusu kapitalist dünya sistemidir. Gıda ürünlerinin üretim miktarları bizzat kapitalistler ve bunların hükümetleri eliyle sınırlandırılmaktadır. Çünkü satabileceğinden fazla üretim, ürün fiyatlarının düşmesine, kapitalistin kârının azalmasına yol açar.

    AB ülkeleri 2006 yılında yıllık gelirlerinin %3’ünü kalkınma yardımlarına ayırma önerisini tartışacak. Yoksullara yardım adı altında yoksul ülkelere verilen paralar elbette oradaki kapitalist hükümetlere veriliyor, açlara, yoksullara değil. Ve bu paraların çok büyük bir bölümü silahlanma harcamalarına ayrılıyor.

    Geçtiğimiz günlerde Johannesburg’da gerçekleştirilen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde alınan kararlardan biri de, sağlıklı yaşam kaynaklarından yoksun 2 milyar insanın sayısının 2015 yılı itibarıyla yarı yarıya azaltılmasıydı. Dünya nüfusunun üçte birini sağlıklı yaşam kaynaklarından yoksun bırakan burjuva kan emiciler, bir milyar insanın hayatını ne zaman kurtaracaklarının, bunu en az kâr kaybıyla nasıl başaracaklarının hesabını ve pazarlığını yaptılar. Sonuç 1 milyar insanın ölümüne 13 yıl daha göz yumulması oldu.

    Dünya işçilerinin ve yoksullarının ihtiyacı, elbette burjuvazinin şefkati ve sadakası değildir. Burjuvazinin timsah gözyaşları ve yardım söylemleri mide bulandırıcıdır. Biliyoruz ki, milyarlarca insanı yoksulluğa, hastalığa ve açlığa mahkûm eden kapitalist sistem, insanlığın hiçbir sorununa çare olamaz.

    Kapitalizm garabeti, yarattığı tüm sorunları ve çelişkileri ile insanlığa yaşattığı yıkımlar pahasına ayakta kalmaya devam ediyor. Fakat dünya proletaryasının bugün örgütsüz ve dağınık oluşuna bakarak tarihin sonunun geldiğini, kapitalizmin alternatifinin olmadığını iddia edenler yanılıyorlar. Kapitalizm insanlığın nihai yazgısı değildir. Bu yazgıyı değiştirmekse dünya işçi sınıfının ellerindedir. İşçi sınıfının önünde iki seçenek duruyor: ya açlıktan kırılmak ve en iyi durumda giderek sefilleşen bir yaşam sürmek ya da kapitalizmi temellerinden yıkıp, yeni sosyalist bir dünya kurmak. Bugün bu iki seçenek arasında karar vermek, bir ölüm-kalım sorunu haline gelmiştir.
    (Kemal Erdem)

  • dehap

    10.06.2004 - 16:45

    PKK nın yaptığı katliamları hiç bir zaman kınamayan parti.

  • dehap

    10.06.2004 - 16:35

    sosyalist değil, 'kürt milliyetçisi' parti olma yolunda hızla ilerlemektedir.

  • dehap

    10.06.2004 - 16:32

    3 kasım 2002 seçimlerinde Mersin'de %10, Adana'da %9, İstanbul'da %6 oy alan parti

  • terör

    10.06.2004 - 16:29

    Kongra-gel

  • dehap

    10.06.2004 - 16:27

    Leyla Zana'nın hapisten çıkar çıkmaz koştuğu parti.

  • bir istanbul masalı

    10.06.2004 - 16:22

    Bugünlerde müziğini bol bol sağda solda sokakta yolda cep telefonlarından duyabilirsiniz.

  • yakup kadri karaosmanoğlu

    10.06.2004 - 15:58

    eserleri:
    yaban: kurtuluş savaşı yıllarındaki anadolu köylerinin durumunu anlatmıştır
    kiralık konak: batılılaşmayı anlatmıştır
    bir sürgün: jön türkleri anlatmıştır
    hüküm gecesi: ikinci mesrutiyet'teki parti kavramını anlatmıştır
    nur baba: tekkeleri anlatmıştır
    sodom ve gomore: işgal altındaki istanbul'u anlatmıştır
    ankara: yeni kurulan ankara'yı anlatmıştır
    panaroma: siyasi ve kültürel yaşamımızı anlatmıştır

  • laiklik

    10.06.2004 - 14:47

    '..Türk askeri, Türkiye halkı, laiklikle yaşayabilmesi için birinci ve değişmez bayrağının Bağımsızlık olduğunu geç de olsa anlayacaktır.
    Askerimiz iyice öğrensin.Bizler bağımsız kalabilirsek Laik kalabiliriz.Bağımsız kalamazsak Laik kalamayız.Bizi önce NATO suayı yapıp, sonra bu radikal din tartışmalarıyla bizi ortadoğudan uzak tuttular.Ve bağımsızlığımızla oynayanlar bugüne kadar karşımıza Şii, sünni, hoca - molla ideolojilerini, örgütlerini teröristlerini hortlatıp, büyütüp çıkartıp getirip koydular.Bizim en değerli aydınlarımızı İsrail gizli servisine öldürtüp, sonra 'radikal islam'ın üstüne yıktılar.

    Laiklik bağımsızlığın ürünüdür.Laikliğin tam anlamı bağımsızlığın bayrağı Mustafa Kemal 'dir.ABD askeri politikalrına göbekten bağlı olanlar 'bağımsız' olmaz, laik hiç olmaz.Laiklik batıya, modern dünyaya bağlamanın yolu, hilesi, siyasi tuzağı olamaz.Laiklik Irakta öldürülen kardeşlerimize susup, ABD askerleri ve politikalrının yanında yer almak hiç değildir.Laiklik İSRAİL politikalarına arka çıkıp FİLİSTİN katliamlarına susmak hiç değildir.

    Radikal islam, din devleti korkusunu içimize sokan bizler değiliz.Bizim tarihimiz değildir.Çünkü Osmanlı bir din devleti değildi.Onu özleyenler 'dinci bir devlet değil' büyük bir devlet özlüyordu.Din devleti korkusunu içimize salanlar 1950 lerden sonra ABD-İngiliz-İsrail oyunlarıdır....'
    (Nihat Genç-Leman dergisi-4 haziran 04)

  • halil cibran

    10.06.2004 - 10:51

    Elvis Presley ölmeden hemen önce O'nun kitabını okuyormuş.

  • halil cibran

    10.06.2004 - 10:49

    Lübnan doğumludur. küçük yaşta ailesiyle birlikte amerikaya göç etmiş, üniversite yıllarına kadar burada yaşamıştır.özellikle babasının baskısı sonucu, eğitim için Beyruttaki bir okulu seçmek durumunda kalır. 1900lerin başında arkasına bile bakmadan Beyrut'u terk eder ve bir daha da bu şehre ayak basmaz. hayatının son 20 yılını ABD'de geçiren cibran, bir süre Fransa'da da bulunmuş, Rodin in öğrenciliğini yapmıştır.

  • tüketim kültürü

    10.06.2004 - 10:44

    cep telefonu hastalığı, cep logo-melodi, giyimde moda, cola turka...

  • popüler kültür

    10.06.2004 - 10:41

    'Emperyalistler, tuzağa düşürmek istedikleri ülkeleri kültürleriyle fethetmez, kültürsüzleştirerek, 'kültürsüzlüklerine inandırarak' yok ederler..'
    Cemil MERİÇ

  • syd barrett

    10.06.2004 - 10:34

    syd barret (roger keith) 6 ocak 1946’da cambridge’te doğdu. 2 ağabeyi ve bir kız kardeşi var. cambridge erkek lisesinde, aynı lisede okuyan roger waters’dan iki sınıf gerideydi. oldukça konforlu yaşayan bir ingiliz orta sınıf ailesinin çocuğuydu. syd 12 yaşındayken babası öldü. her zaman sanat ve müziğe yatkın gözüktü ve erken yaşlarda müzik ve resim eğitimi almaya karar verdi. ilk enstrümanı ukele’ydi (4 telli hawai gitarı) . gitar çalmayı da metodlardan ve arkadaşlarından öğrendi. ilk grubunu kurdu (geof mott ve mottoes) . bu grupla partilerde ve evin çevresinde çalıyordu. sonra hollering blues isimli bir grupla birlikte çalmaya başladı. londra’ya gittiğinde 3 çocukla tanıştı. dördü daha sonra pink floyd oldular.
    syd müzik eğitimini camridge’te david gilmour ile birlikte yaptı. teknik okuldan sonra syd, londra’ya resim okumaya gitti, orada roger waters’la beraber oturmaya başladı. müzik ve resme ilk ilgi duyduğu andan itibaren syd, bir yandan içki, sigara ve kadınlara merak saldı. yakışıklılığı ile okulda dikkat çekiyordu ve o da bunu kullanıp bütün kızlarla birlikte olmak için her yolu deniyordu. bu arada evi de hafta sonları müzik yapar gibi yapan çocuklarla dolup taşmaya başlamıştı. işte bu sıralar tüm gençlerin yaptığı gibi syd’te uyuşturucu kullanmaya başladı.
    1964 sonbaharı’nda okula başlamak üzere londra’ya geldi ve waters’la aynı eve yerleşti. bu evde daha önce oturan mason ve wright ise ayrıldılar. mason zengin ailesinin yanına döndü, wright ise evlendi. mason, waters, barret ve bob klose birlikte çalmaya başlamışlardı. en büyük destekçileri ev sahipleri leonard’dı ve bu yüzden gruba leonard’s lodgers ismini koydular. birkaç ay sonra wright gruba katıldı, grubun beyni tabi ki syd’di ve hemen hemen bütün parçaları o yazıyordu. ama grubun bir solisti yoktu ve chris dennis bu grubun solisti oldu. syd, georgialı iki yaşlı blues şarkıcısının isimlerinin baş harflerinden oluşturulacak ismin, grubun ismi olması konusunda diretiyordu. bu şarkıcıların isimleri pink anderson ve floyd council’di. böylece ortaya çıkan pink floyd ismi bir kamyonetin arkasına pembe bir boyayla yazıldı. pink floyd’un ilk kadrosunu oluşturan isimler ise syd barret (gitar) , roger waters (bas) , bob klose (gitar) , nick mason (davul) , richard wright (klavye) ve chris dennis (vokal) idi.
    syd’in soyut resimleri okulda ilgi gördü ama bu seferde okul syd’i doyurmamaya başladı. 1965’te bir sih tarikatı olan sant mant’a girdi, bu sadece bir yaz sürdü ve syd uyuşturucuya geri döndü.

  • mason

    10.06.2004 - 10:31

    sadece bu ülkede değil, tüm ülkelerde(cahil olmayan) haklarında pek iyi şeyler söylenmeyen kimselerdir.Elbette içlerinde iyi niyetli, 'yeni dünya düzeni'nden habersiz, mossad'dan, illuminati'en habersiz güzel insanlar da vardır.Hatta belki de çoğunluktadır.Ama Masonluk temel yapısı olarak anlatılanlar gibidir malesef.

Toplam 1733 mesaj bulundu