Defne Sarısoy: Irak’ta savaşın ardından geçen bir yıldaki gelişmeleri değerlendirerek başlayalım isterseniz.
Bağdat’ın düşüşünden bu yana Felluce direnişin en önemli noktası oldu. Son bir haftada yaşananlar ise, daha farklı bir hal aldı. Şii lider Muktada El Sadr’a bağlı birliklerin direnişin bir başka ayağını oluşturduğunu görüyoruz. Gelinen noktada Irak’ta durum ne sizce?
Hüseyin Hatemi: Bağdat’ın düşüşünden sonra ortaya çıkan süt liman görünüm zaten aldatıcıydı. Bu kadar kolay teslim olan bir kent böyle devam edecek değildi. Bağdat’ta Saddam’ın muhafızlarının ABD güçlerine karşı çıkmaması da çok şaşırtıcı bir olay değildi. Saddam hakikaten kötü bir liderdi, Hitler gibi bir liderdi. Hitler’in ortadan kalkması nasıl Almanya’da birçok insanı mutlu ettiyse, Saddam’ın ortadan kalkması da öyle.
Bu noktada yanılgı şu: Saddam’dan kurtulup, tam bir bağımsızlık elde edecek olan Irak halkının, ABD’ye kayıtsız şartsız itaate razı olması da beklenmemeliydi. Şiiler belki o sırada ses çıkartmıyorlardı, şunu biliyoruz ki, Şiiler Saddam’ın devrilmesinden sonra yeniden mücadeleye başlayacaklardı. Halihazırda Irak’ta çoğunluktadır Şiiler. Toplam 24 milyon olan nüfusun 15 milyonunu teşkil eder. Sayıları 8 milyonu bulan Sünnilerden sonra, 1 milyon kadar da Sabii dediğimiz Hristiyan ve Musevi inançları arası grupta insan vardır. Süryaniler, Keldaniler ve Yezidiler gibi gruplar da nihayetinde en fazla 1 milyonu bulur.
Irak’taki Şii çoğunluk, İran’daki gibi yönetim geleneğine sahip değildir.
“Mukteda El Sadr’ın babası Muhammed Bakır El Sadr, “Şii siyasi bilinci”ne en yakın Ayetullah’tı diyebiliriz.”
Bağdat ve Irak bölgesi Kanuni devrinden beri Sünni bir idareye alışıktır. Onun için Irak’taki Şiiler, Sünni bir idareye zaten asırlarca alışık oldukları için Irak’ta bağımsız bir Şii devleti kavramı oluşmamıştır. Irak Osmanlı yönetiminden çıktıktan sonra da, Şiilerin yönetimi ele geçirme gibi bir girişimi olmamıştır. Bu tarihi nedenle, Sünni iktidarlar Irak’ta devam edegeldi. Saddam zamanında da sosyalist olsa da, Sünni menşeli Arap milliyetçisi Baas Partisi hüküm sürdü. 20. yüzyıl boyunca da Sünniler’in çoğunlukta olduğu bir idare tesis oldu.
Saddam Hüseyin İran İslam devriminden hemen sonra ABD ve İsrail tarafından yönlendirilerek Şiiler’e karşı çok sert tedbirler aldı.
Defne Sarısoy: Peki bu noktada önemli fikir ayrılıklarına sahip olan ve güç mücadelesi içindeki Sünni’lerle Şii’lerin birleşmesi nasıl bir sonuç verecek?
Hüseyin Hatemi: Tıpkı İran devriminde İran Sünniler’inin Şiiler’le birlikte hareket etmesi gibi Irak’ta da şimdi bu iki mezhep birleşiyor. Hatta Şiiler”in bir kısmı da zaten Azeri veya Kerkük’lü Türkmen Türkler’di. Şii Türkler, Şii bilinciyle ve Arap Sünniler de Araplık bilinci ile belki bir İslam bayrağı altında birleşebilir. Bu birliğe belki Kürt milliyetçiliği ağır basan bazı gruplar katılmayabilir, çünkü onların asıl gayesi İslami başkaldırmadan ziyade, kendi bölgelerinde bir Kürt devletini hayata geçirmek.
“Protestan fundamentalizmi, Hz. İsa’nın gelmesi için bu üçüncü milenyum başında mutlaka “Armageddon” denen o nihai savaşın çıkmasını istiyor. Matrix filmi de tam manasıyla bu fikirlerin simgeleriyle doluydu.”
Dolayısıyla İslami başkaldırının onlar için bir geçerliliği yok. Ancak Şii Türkmenler için benzer bir durum söz konusu değil. Şii Türkmenler ortak Şii’lik bilinciyle hareket edebiliyorlar. Fakat, Sünni olan Kürt ahalide, İslam yerine daha çok etnik milliyetçi bir bilinç ağır basıyor. Bu nedenle ABD ile işbirliğine giriyorlar. Talabani hatta Barzani gibi Kürt grupları bunun iyi örnekleridir. Kendi başlarına davranmaktansa, ABD ile bütünleşip hareket etmeyi tercih ediyorlar. Buna Çelebi gibi Şiiler de katıldı. Ancak, Şii çoğunluk, etnik milliyetçiliğe dayanmadığı için ABD ile işbirliği yapamaz. Kanımca, ABD’nin bunları önceden hesaplamış olması gerekiyor.
YAHUDİ HAKİMİYETİ
ABD Irak’ta yeniden yapılanmanın çok kolay olacağını zannetti ki bunun arkasında ABD’de kuvvetli olan Yahudi lobisinin de güdümlemesi var, ancak gelişmeler sanıldığı gibi meydana gelmedi. Hatta kimi Yahudi stratejistler, Kitab-ı Mukaddes Tevrat’ın tercümelerini gözden geçirerek yorumlarını doğrudan doğruya Irak harekatına uydurdular.
Türkçe’deki yeni Tevrat tercümeleri dahi çağdaşlaştırıldı. Kıyametin yaklaştığı sırada Yahudi hakimiyetinin bütün dünyada kurulacağı, Yahudiler’e karşı olan diğer kavimlerin toprak altı zenginliklerinin de Yahudilere intikal edeceği, örneğin petrolün Yahudiler’in eline geçeceği gibi yorumlar yazıldı çizildi. Şeytanı simgeleyen işaretin hilal olduğu ifade edildi. Hatta 3 hilalin şeytanın simgesi olduğu, İncil’de şeytanın rakamı olarak bilinen 666 rakamının 3 hilalin birleşiminden meydana geldiği, hilallerin Arap alfabesinde 6 değerini veren harfe benzediği gibi yorum zorlamalarıyla bir politika oluşturuldu. ABD’deki protestan mezheplerinin, son derece kurnaz siyonistlerle işbirliği ile ortaya Irak Savaşı’nı haklı çıkaracak bir fikri zemin yaratılmaya çalışıldı. Ancak Washington’nun hesabı Bağdat çarşısından, Necef çarşısından döndü. Ben ABD’nin bu direniş hareketlerini kolay kolay bastıracağını zannetmiyorum.
Defne Sarısoy: Haziran sonunda yönetimin Iraklılar’a devri düşünülüyordu, en azından böyle ifade edildi. Son ortaya çıkan çatışma ortamı ile yönetimin devri açısından yeni bir değerlendirme yapmak mümkün mü? Daha önce sesi sedası çıkmayan Şiiler’in direnişe kalkması yönetimin Iraklılara devrini engelleyici bir durum sayılabilir mi?
Hüseyin Hatemi: Şii ayaklanmasını bastırmadıkça ABD’nin hiçbir şekilde bir iktidar devrine yanaşacağını zannetmiyorum. Batılı yazarlar dahi, ABD’nin bir nevi çıkmaza düştüğünü belirtiyorlar. ABD Şiileri kullanarak önce Saddam’ı devirmek istedi. Sonra Şiiler ile İran arasındaki rabıtadan rahatsız oldu ve Şiiler’e verdiği desteği çekti. Şiiler’den bir kez daha son savaşta yardım istedi ama gördünüz ki beklediği yardımı görmediği gibi, tersine direniş ile karşılaştı. İran halen ABD için bir tehdit olmaya devam ediyor. Kanımca Şiiler aktif iken, ABD kendi rızasıyla yönetimi Irak’a devredemez.
“ABD, ne Şii, ne Kürt, hiç bir gruba eskisi gibi güvenemez. Saddam’a güvendi, Saddam kendisine karşı çıktı. Güvendiği müttefiki Suudi Arabistan’nın tavrı da ortada.”
Seçim de yapamaz. Gelecekte nasıl gelişmeler olur bilmiyorum ama ABD, Şiiler’in iktidara gelmesini önleyecek manevralara girebilir. Bu hedef için Irak’ta Kürtleri desteklemek de tek başına yetmez. Kürtler’e bağımsızlık verdiklerini düşünelim; ama bu karar da Türkiye’de beklenmedik tepkilere yol açacak. Türkiye’nin bir bölgesinin, kurulan bağımsız Kürt devletine aktarılması oyunları oynanabilir. İran’dan Kürdistan eyaletinin bağımsız Kürt devletine bağlanması gibi senaryolar gündeme gelecek. Bunlar hep kağıt üzerinde hesaplandığı gibi olacak değildir elbette. Öte yandan şu da bir gerçek, ABD ister Şii olsun, ister Kürt hiç bir gruba eskisi gibi güvenemez. Saddam’a güvendi, sonra Saddam kendisine karşı çıktı. Uzun zaman müttefiki olan Suudi Arabistan’nın tavrı da ortada.
Defne Sarısoy: Geçtiğimiz haftanın en önemli olaylarından birisi de Felluce’de bir camiye yapılan saldırıda 40 kişinin ölmesiydi. Bu tür kutsal yerlere saldırı ne anlama geliyor? ABD’nin yapmak istediği planlı bir hamle mi, yoksa kendiliğinden gelişmiş bir olay mıdır?
Hüseyin Hatemi: Aslında tüm Amerikan halkının biraz önce belirttiğim senaryoları desteklediğini söylemiyorum. Bugünkü Bush iktidarında çok tehlikeli deliler var. Niye? Orduda, hükümette, çeşitli iktidar mecralarında bazı beyinler var. Birtakım sapkın protestan tarikatleri kendi fundementalist inanışları ve ideolojileri ile iktidar nezdinde taraftar toplamaya çalışıyorlar.
Sözünü ettiğim protestan fundamentalizmine göre, Hz. İsa’nın gelmesi için bu üçüncü milenyum başında mutlaka “Armageddon” denen o nihai savaşın çıkması lazım. Matrix filmi de tam manasıyla bu fikirlerin simgeleriyle doluydu. İnanmış bu Protestanlar, bir taraftan da Armageddon savaşının çıkması için uğraşıyorlar. Bu savaş nasıl çıkar? Mutlaka İsrail’in Araplara hücum etmesi veya Müslümanlar’ın İsrail’e hücum etmesi lazım. Armageddon Savaşı Kudüs yakınlarındaki Magedon Tepesi etrafında gerçekleşecek. Armegeddon Savaşı Müslaman ordusunun İsmailoğullarına saldırmasıyla çıkacak.
Protestan fundamentalizmi, Armegeddon Savaşı’nda İsrail’in desteklemesi gerektiğini savunuyor. Çünkü Hz. İsa da ‘İsrail Arslanı’ olarak dünyaya gelmiştir. Yahudiler Müslamanlar’a karşı Armageddon Savaşı’nı kazanmadıkça, Hz. İsa tekrar yeryüzüne dönmeyecek. İsa’nın dönmesi için savaşın çıkması ve kazanılması şarttır. Bu savaşı önce Hz. İsa olmadan Yahudiler’in kazanması lazım. Onun için İsrail ile sıkı bir işbirliği dini nedenlerden dolayı mecburidir. Ama bu savaş bittikten sonra da, 144 bin Yahudi hariç, o 144 bin Yahudi de Hz. İsa’ya iman eden Yahudiler olacak, hepsi kırılacak. Bu sefer de Amerika ve Hz. İsa’ya bağlı olanlar yeryüzünde kalacak.
Defne Sarısoy: Irak’ta meydana gelen gelişmeler ve devletlerin politikaları bu tür senaryolar üzerinden mi ilerliyor?
Hüseyin Hatemi: Evet, onun için de bu veriler Müslümanlar’ı hesaba katmıyor. Mantık şu: Yahudiler ile işbirliği gerekli ki, inanca göre Hz. İsa yeryüzüne geri gelsin, dirilişten sonra zaten bu Yahudilerin de icabına bakılacak.
“ABD’deki protestan mezheplerinin, siyonistlerle işbirliği sonucu Irak Savaşı’nı haklı çıkaracak bir fikri zemin yaratıldı. Ancak, Washington’nun hesabı Bağdat çarşısından döndü. Ben ABD’nin bu direniş hareketlerini kolay kolay bastıracağını zannetmiyorum.”
Ancak, Siyonizm’de Hz. İsa’nın yeryüzüne geri gelmesi diye birşey yoktur, zaten peygamber, tanrı gibi kavramların hepsi simgelerden, insanların kurgularından ibarettir. Tanrı ‘Yehova’ demek, Yahudi ırkının ölümsüzlüğü, üstün vasıflarının soyutlanmasından ibarettir. Yeryüzünde üstün ırk Yahudi milletidir. Millet bilinci tanrı fikri ile bütünleştirilir ki millet bilinci ölümsüzleşsin. Üstün ırk bilinci “Biz tanrının seçilmiş kavmiyiz” parolasıyla tanımlanır. Bu millet bilincinde tanrı ile kavim özdeşleştirilir. İşte Protestan fundamentalistleri, “144 bin Yahudi’den geri kalan hepsini öldüreceğiz” diye beklerken, bir taraftan Yahudiler de “Biz tüm dünyayı ele geçireceğiz” diye düşlerler. Tevrat”a bakın, “Kudüs’e tek bir sünnetsiz dahi giremeyecek” der. Müslümanlar sünnetli olduğuna göre, bu sünnetsizler Hıristiyanlar’dır. Hatta Birleşmiş Milletler binasının duvarına da Tevrat’tan alıntı sonradan sokuşturdukları sulh ayetlerini yazdırmışlardır. Söz konusu ayetlerde şöyle der: “Milletler silahlarını, kılıçlarını saban haline getireceklerdir”. Yahudi hakimiyeti kurulunca tüm dünya silahsızlandırılacaktır, bunların sulh ayeti bunu önerir, barıştan kasıt diğer ulusların silahsızlandırılmasıdır. Tabii bütün dünyanın zenginliği Kudüs’e akacaktır.
Öte yandan, bu tür ideolojileri kendi çapında taklit etmek isteyen El Kaide gibi akımlar da uydurma gülünç hadisler uydurarak kendi taraftarlarını İslam Armageddonu’na inandırmaya çalışıyorlar. Örneğin, kıyametten önce Yahudilerle İslam arasında büyük bir cenk olacak, bütün Yahudiler kırılacak. Protestan fundamentalizminde olduğu gibi, 144 bin Yahudi de hayatta kalmayacak, hepsi öldürülecek. Görüyorsunuz işte bu fundementalizmin hayal gücünün sınırı yok. Ama Şii’liğin özünde fundementalizmin tam aksi bir öz vardır. Hz. Hüseyin’e bağlılık dolayısıyla, Şii inancı fundementalizm ile bağdaşmaz.
Defne Sarısoy: Cami gibi kutsal yerlere saldırıların düzenlenmesi, diğer Müslüman ülkelerin de tepkisini çekebilir mi? Irak’taki direnişe destek gelebilir mi bu bağlamda?
Hüseyin Hatemi: Sözünü ettiğim o nihai savaşı çıkartmak için orduda kimileri böyle saldırıları kışkırtabilirler.
Defne Sarısoy: Yani camiyi özellikle hedef seçenler olmuş olabilir diyorsunuz.
Hüseyin Hatemi: Doğrudan doğruya ABD askerlerinin hepsi kötü niyetli olmasa bile araya provokatör elbette karışır. Ve mesela geçen sene benzer bir saldırı yapmaya çalıştılar ama Şiiler’in politik baş kaldırma bilinci kuvvetli olduğu için işe yaramadı. Hatırlarsanız İmam-ı Azam’ın türbesinin kulelerine roket attılar. Kuleler yıkıldı. Felluce’deki olaylar bir tarafa, Sünniler’e saldırmaya daha çok cesaret ediyorlar ama Şiiler’i aynı şekilde hırpalayamazlar. ABD’nin Kerbela ya da Necef’e taaruza geçmesi için tam manasıyla ciddi bir durumun ortaya çıkması lazım. Şimdilik görünmüyor.
Defne Sarısoy: Bundan sonra sizce Irak’ta neler olabilir? Yabancılara karşı ciddi bir tepki oluşmaya başladı. En son yabancılar rehin alındı. Sünniler’in ileri gelenleri, ulemalar Birleşmiş Milletler ile ilişkileri askıya aldıkları yönünde karar aldıklarını açıkladılar. Neler beklenebilir burdan sonra?
Hüseyin Hatemi: Ben şunu ümit ediyorum; Lübnan da çok çatışmalar, kargaşalar geçirdikten sonra geçmişe göre durulmuş bir halde. Suriye’de Alevi-Sünni çatışması oldu ve artık atlattı sayılır. Türkiye de, 70 ve 80’lerde o anarşik çatışmaları çalkantıları yaşadı ve artık geride kaldı diyebilliyoruz. Irak’ta yapı buna pek müsait değil, Irak’ta İran ve Türkiye’de olduğu gibi bir Alevi kitle yok. Irak’ta Şii-Sünni ekseninde bir bölünme olmaz. Ayrıca, Irak’ın Şii ve Sünni çatışması yoktur. Benim temennim; şimdilerde biraz da olsa tezahür etmeye başlayan Şii ve Sünni uzlaşması temelinde bir milli mücadelenin gerçekleşmesi. Temennim ve Irak için en uygunu olduğunu düşündüğüm, Amerika’nın telkin ettiği bağımlılık içerisinde ‘light İslam’ modeli değil, Irak’ta belki İslam hukukuna dayalı ama aşırıya kaçmayan bir devletin teşekkülüdür.
Defne Sarısoy: Yani gelişmeler bu yönde ilerliyor diyorsunuz.
Hüseyin Hatemi: Bir ihtimal Kürtler ayrı bir devlet haline getirilirler ama Kürtler, o zaman Irak’tan ayrılarak hem İran’ı, hem Türkiye’yi, hem Irak’ı tehdit eden bir ülke konumuna gelir. Ortak düşman olur. Bölgede İsrail ve ABD müttefiki bir Kürt devleti kurulabilir, açıkça söylenmese de bunu istedikleri kesin. Rahmetli Uğur Mumcu zaten bu durumu daha şehit edilmeden hemen önce dile getirmişti. Kanımca bunu dile getirdiği için ortadan kaldırıldı. Uğur Mumcu bölgede, CIA ve Mossad’tan aylık alan, sözümona Kürt milliyetçi liderlerini (Talabani gibi) açıkça yazdı. “Mossad’ın bizim güney sınırlarımızda işi ne” şeklinde yazılar yazdı. Bu yazıyı yazdığı gün ben, Cumhuriyet gazetesinde okumuştum ve hayrete düşmüştüm. Bu kadar cesur bir yazıyı yazdığına göre belki de bir güvendiği, dayandığı vardır diye ummuştum ama yokmuş demek ki. Mossad’ın etkinliğini bu kadar açık bir ifade ile yazması gazetecilik adına inanılmaz bir cesaret örneği idi.
Defne Sarısoy: Mumcu tam olarak bir Kürt devleti kurulacağını mı söylüyordu?
Hüseyin Hatemi: Sıradan idealist bir Kürt devleti değil, tam anlamıyla İsrail bağımlısı olan bir Kürt devleti.
Defne Sarısoy: Ve aynı zamanda ABD’nin müttefiki konumunda.
Hüseyin Hatemi: Suudi Arabistan’ın ilk kuruluş senelerini düşünürsek, orada tam anlamıyla ABD bağımlısı bir Suudi Arabistan kurulduysa, şimdi de Türkiye’ye, İran’a, Suriye’ye ve Araplar’a karşı da kullanılabilecek bir Kürt devleti.
Bu politik oyunlar oynanırken, öte yandan bunları destekleyecek sosyal teoriler de kuramlanır. Örneğin, Kürt Yahudiler gibi. Yahudiler ile Kürtler arasındaki etnik akrabalıklar, kültürel bağlar gibi. Her politik hamlenin Amerikan akademisinde bir izdüşümü, bir bilimsel desteği vardır. Sosyal psikoloji veya strateji raporları yayınlanmaya başlar. Bu çalışmaları ilk yutan ve bilimin son verileri sanan Türkiye’de Boğaziçi çevresinde de bizim sosyologlarımız var. Amerikan akademisinin ürettiği bu raporları veya bilimsel çalışmaları kamuoyuna sunarlar.
Defne Sarısoy: Irak’taki gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkileyebilir? Büyük Ortadoğu Projesi’nden bahsediliyor. ABD’nin Türkiye için biçtiği bir rol var. Bir Kürt devletinin kurulması Türkiye’nin bölgedeki rolünü nasıl etkiler?
Hüseyin Hatemi: Bu etkileme ya da etkilenme diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi olmuyor. Hatırlanacak olursa, İran devriminden sonra derhal yeni teoriler yazıldı. İran Devrimi öncesinde, Türkiye’de basma kalıp şu ön yargılar tekrarlanırdı; “Bizim problemimiz Aleviler’le, Şiiler de bizim gibi Müslüman, İran zaten geleneksel dostumuz,kardeşimiz. Kasr-ı Şirin anlaşmasından beri aramızda tek bir sorun çıkmadı. Atatürk Rıza Şah Pehlevi’yi İstanbul’da ağırladı, Şah bizim büyük dostumuz” gibi.
“İran devriminden sonra, Türkiye’de Protestanlığın kurucusu Hıristiyan düşünür Martin Luther’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın Papalığa karşı paralı ajanı olduğu söylentisi uyduruldu.”
O zamanlar da ABD’nin bağımlısı olan Türkiye’de, İran için söylenenler bunlardı. Ama İran devrimi olur olmaz ve ABD İran’ı düşman ilan eder etmez, bu defa Türkiye’de “Aleviler ile bizim hiçbir problemimiz yok, Aleviler kardeşimiz ama ne çıkıyorsa bu Şiiler’den çıkıyor” denmeye başlandı. Hatta Özal da bunu söyledikten sonra, bu sefer “Azerbaycan’ı darılttık” diye hemen sözünü yumuşatmaya, geri almaya çalıştı.
İran devriminden sonra şu uyduruldu: Protestanlığın kurucusu Hıristiyan düşünür Martin Luther’in Kanuni Sultan Süleyman’ın Papalığa karşı paralı ajanı olduğu söylentisi dolaştı Türkiye’de. Özal “Katolikler Şii’lere benzerler, biz de onun için Şiiler’le asırlarca savaşmışızdır” dedi. Hatta Özal’ın “Biz Sünniler Amerikalı protestanlara benzeriz” gibisinden görüşlerini kamuoyuna saldılar. Cemal Kutay gibi teorisyenler ortaya çıktı. Martin Luther’in gizli Müslüman olduğu ve Kanuni Sultan Süleyman’ın paralı ajanı olduğu yönünde tarihi kuramlar ortaya atıldı. Sünniler, Protestanlara yakındır havası yaratılmaya çalışıldı, İran’a düşmanlık beslendi.
Bu arada Aleviler’e siz Şiiler’e uzaksınız, Kürt Aleviler’e siz Zerdüşt dininin devamısınız, Türk Aleviler’e siz Şamanizm’in devamısınız, Bektaşiler’e eski Bizans’ın devamısınız diye telkin edildi. Bu dış odaklı “böl ve hükmet” politikasının işletilmesidir. Bu tür bölünmeler Türkiye’de mümkün olabiliyor. Çünkü Türkiye’de gerekli bilinç, uyanıklık henüz oluşmadı ve “böl ve hükmet” Türkiye’de daha kolay uygulanıyor. Fakat yavaş yavaş Irak’ta bu Şii-Sünni işbirliği uyanışı görülmeye başladı.
Defne Sarısoy: Irak için başta öngörülen senaryo; etnik grupların yönetiminde çok parçalı bir bölünmüşlüktü.
Hüseyin Hatemi: Ama Irak Şii ve Sünni uleması etnik bölünmeyi kabul edemez. Bu ılımlı İslam kavramları, tamamen ABD’nin Irak’a ve uzun vadede tabii bölgeye göre uydurduğu bir kalıp. Ben bu ılımlı İslam uydurmasının bölgedeki Müslümanlar tarafından kabul gördüğünü düşünmüyorum.
Ben Türkiye için şundan endişe ediyordum; Azeri asıllı Şiiler ile ilgili bir karışıklığın ortaya çıkması ve Azeri asıllı Şiiler’in milliyetçiliğe, şovenizme kayması. Benzer bir çatışmayı emperyalizm daha önceleri de gütmüştür. Doğu Anadolu’da önceleri hazırlandı ve 1980 öncesi olaylarda yine emperyalizmin parmağı çıkmıştı. Iğdır’da Kars’ta, Kürtler Azeriler’e karşı kışkırtıldı. Bir zamanlar Ermeniler’e karşı yapılan kışkırtmalar gibi, bu defa da Iğdır ve Kars bölgesindeki Azeri Şiiler Kürtler’e karşı kışkırtıldı. Türkiye’de iktidara gelmek için mutlaka ABD desteği şart. Halk uyanışı olmayan bir ülkede iktidar mutlaka dıştan güdümlü olur. Sandıktan ne çıktığı önemli değil, ABD’nin oy vermediği kimse en nihayetinde sandıktan çıkamaz.
“Eskiden Anadolu Selçukluları Moğollar’dan icazet alarak sultanlık makamına gelirlerdi. günümüz Türkiyesi’nde de başbakan olmak için mutlaka çağın Moğolları ABD’den icazet alması lazım.”
İktidara gelmek isteyenin önce ABD’nin sandığından çıkması lazım. ABD’nin sandığı demek, aynı zamanda Amerikan-Yahudi lobisinin sandığından çıkmak demektir. Onun için Türkiye’de görünürde ister laiklik karşıtı diyelim, ister dindar diyelim hangi hükümet gelirse gelsin, ABD’nin sözünden en küçük çıkış halinde iktidardan düşer. Onun için de Türkiye’de hükümetler ancak düşmeyi tercih ederler ise Amerikan planının dışına çıkarlar. Nasıl bir zamanlar Anadolu Selçukluları’nın Moğollar’dan icazet alarak sultanlık makamına gelmeleri gibi, günümüz Türkiyesi’nde de başbakan olmak için mutlaka çağın Moğollar’ı olan ABD’den icazet alması lazım. Şimdi Anadolu’ya hakim olan Amerikan Moğolları’dır, bunun içinde de Amerikan-Yahudi lobisi önemli bir güç odağıdır. Türkiye’de bu faktörü hesaba katmadan Irak’taki olaylar bizi şu ya da bu yönde etkiler diyemeyiz.
Defne Sarısoy: Peki Avrupa Birliği’ne giden süreçte neler olabilir?
Hüseyin Hatemi: Türkiye, Avrupa Birliği’ne girerse tabii daha iyi gelişmeler olabilir. Türkiye’de perde arkasında, gerçek iktidara sahip güçlerin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılmasını hiç istemediğini tahmin ediyorum. İstemiyorlar ve bunu önlemek için, yani Türkiye’yi doğrudan doğruya Amerika’ya bağımlı kılmak için çalışıyorlar. ABD, Türkiye’nin tek hakimi olmak istiyor, araya Almanya’nın Fransa’nın karışmasını istemiyor. Bütün bunlara rağmen Türkiye Avrupa Birliği’ne girerse ülkemiz için daha iyi gelişmeler olabilir. Amerika’ya rağmen olamaz ama bazen Amerika’nın da hesaba katmadığı gelişmeler oluyor. İran devriminde olduğu gibi, Amerika’nın da tahmin edemeyeceği bir ‘halk uyanışı’ ortaya çıkabilir. Türkiye’de böyle bir uyanışa daha şartlar müsait değil.
1960 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur.
1960 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk kürsüsüne fahri asistan kadrosuyla atanmıştır.
1961 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk kürsüsü kadrosuna atanmıştır.
1968 yılında doktor unvanını,
1973 yılında doçent unvanını,
1981 yılında profesör unvanını almıştır.
TÜRKİYE SOSYALİST EMEKÇİ VE KÖYLÜ PARTİSİ [TSEKP] (1946)
14 Mayıs 1946'da çok-partili hayata geçilmesinin ardından, 19 Haziran 1946'da Doktor Şefik Hüsnü (Deymer) tarafından İstanbul'da kuruldu. Kurucuları arasında Ragıp Vardar, Fuat Bilego, İstefo Papadopulos, Emin Aydınlatan, Dr. Habil Alamato, Müntakin Öçmen, Hayrettin Emin Manoğlu gibi isimler yer alıyordu. Kuruluşunun hemen ardından Adana, Ankara, Gaziantep, İzmir ve İzmit'te örgütlenen parti, haftalık Sendika Gazetesi ve aylık Yığın dergilerini çıkarıyordu. 16 Aralık 1946'da Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatıldı. Partiyle birlikte, İstanbul İşçi Sendikaları Birliği, İstanbul İşçi Kulübü ve Ses, Dost, Yığın adlı dergiler ile Sendika Gazetesi de kapatıldı.Yargılamalar sonucunda 42 yöneticisi 1 ile 4 yıl arasında değişen cezalara çarptırıldılar.
Yayınlar: Sendika Gazetesi - Yığın - Ses - Dost.
TÜRKİYE SOSYALİST FIRKASI [TSF] (1919)
Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın devamı olarak 20 Şubat 1919'da kuruldu. Kurucuları arasında Sadrettin Celal, Osmanlı Sosyalist Fırkası Başkanı Hüseyin Hilmi Antel (İştirakçi Hilmi) , Suphi Nuri İleri, Doktor İhsan Özgen, Mustafa Fazıl gibi isimler bulunuyordu. Partinin Başkanı Hüseyin Hilmi, Genel Sekreteri ise Mustafa Fazıl'dı. Partinin programında sosyalizm şu şekilde tanımlanıyordu: 'Sosyalizm adem-i müsevvat ve adaletsizliğe istinad eden cemiyet-i hazıranın teşkilatı esasiyesinde tedbilat ve tağriyat icra ederek o cemiyeti kabil-i tahammül bir hale ifrağ eylemek demektir.' Yani, sosyalizm mevcut düzeni değiştirerek kabul edilebilir bir yaşam teşkil etmeye çalışan bir rejim demektir.
OSMANLI SOSYALİST FIRKASI (1910)
1910'da İstanbul'da kuruldu. Başkanlığını 'İştirakçi' diye bilinen Hüseyin Hilmi'nin yaptığı fırkanın üyelerini ise Namık Hasan, Tevfik, Pertev, İbn-il Tahir, İsmail Faik, Baha Tevfik ve Hamis Suphi oluşturuyordu. Sürekli baskı altında tutulan bu çevrenin faaliyetleri, Mahmut Şevket Paşa'nın katli bahane edilerek devletçe sona erdirildi.
TÜRKİYE İŞÇİ VE ÇİFTÇİ SOSYALİST FIRKASI [TİÇSF] (1919)
Spartakistslerin etkisi altındaki bir öğrenci grubu Berlin'de Türkiye İşçi Çiftçi Fırkası'nı kurmuş ve Kurtuluş adlı bir dergi yayınlamaya başlamışlardı. Dr. Şefik Hüsnü'nün katılımıyla partinin ismine 'Sosyalist' kelimesi eklenerek 22 Eylül 1919'da İstanbul'da kuruldu. Parti 1919 yılı sonlarında İstanbul'da bir sol cephe kurmak için giriştiği denemelerde başarı kazanamadığı gibi, dergilerinin yayını da İstanbul'un işgaliyle durduruldu. Kısa bir süre sonra partide görüş ayrılıkları yaşandı; Anadolu grubu (Anadoluya geçerek Kuvayi Milliye hareketine katılanlar) TBMM'ni desteklemekteydi. Aydınlık ve Kurtuluş dergileri bu ayrılığı yansıtıyordu. Aydınlıkçılar ayrıca Orak-Çekiç isimli bir dergi daha yayınlıyorlardı. TKP ile aynı siyasi duruşa sahip olan TİÇKF üyeleri, 1920'lerde başlayan baskı döneminden etkilendiler. Fırka 1924 yılında kendisini feshetti, kadroları TKP'ne katıldı.
müslüman olamayan Türk'leri (örn:gagavuz Türkleri) Türk saymayan ideoloji.Türkçülük değil TÜRK-İSLAM sentezcisi akım.Yani biraz OSMANLI'cı biraz Cumhuriyetçi... Karışık, ne olduğu tam belli değil...
Atatürk'ten de övgüyle bahseden, Onu öldürtmek isteyen Vahdettin'den de övgüyle bahseden bir garip ieoloji(!)
Temel eserleri 'İrade ve Tasarım Olarak Dünya' ve 'Yeter Sebep ilkesinin Dörtlü Kökeni Üzerine' olan 1788-1860 yılları arasında yaşamış ünlü Alman düşünür.
Schopenhauer'e göre insan durmadan isteyen,istediklerini elde etmek için binbir güçlükle uğraşan ve elde ettiğinde de mutluluğu bitip yeni isteklerinin peşinde yine koşan ve bitmek bilmeyen bir yaşam savaşının içinde elde ettiklerinin anlık haz ve mutluluğu ile yetinmek durumunda kalan bir varlık.
ona göre bilinçsiz bir iradenin, yaşama isteğinin kendini gerçekleştirme sebebi olan ben, bu dünyanın da sadece ben algıladıkça var olduğunu algılama gücümle, aklımla var kılarken, sürekli devinim içinde olmak zorunda olan irade yüzünden hep mutluluğun peşinde koşacak, kısa anlar için mutluluğu yakalayacak ve mutlu olur olmaz da yeniden yeni arayışlar peşinde koşarken kendimi bulacak ve bunun bilincinde olduğum için de hep acı çekeceğim ta ki herşeyden vazgeçmeyi becerene kadar; ki bu da hiç kolay olmasa gerek.aklı başında insanların, yakıcı zevklerden çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürüdür
Arjantinli devrimci Ernesto Che Guevara'nın hayatı ile ilgili daha önce hiç yayımlanmamış görüntülerin yer aldığı bir belgesel önceki gün ilk kez gösterildi. Küba Sineması Enstitüsü'nün arşivlerinden yararlanılarak hazırlanan ve Kübalı Manuel Perez'in yönetmenliğini yaptığı 55 dakikalık 'Asla Hayal Edemeyeceğiniz Bir Yerde' (Donde nunca jamas se lo imaginan) adlı belgeselde, 1928'de Arjantin'de doğumundan, 1967'de Bolivya'da ölümüne kadar geçen sürede Che Guevara'nın hayatından kesitler anlatılıyor. Perez, filmde ayrıca Küba Devlet Konseyi'nin 'çok iyi korunmuş' arşivlerinden fotoğraflarla bazı kişilere ait belgelerden de yararlanıldığını belirtti. Belgeselin, bu ay İspanya'da DVD olarak piyasaya çıkacağı kaydedildi. Film, 1959 devrimi öncesi ve sonrasını konu alan Küba tarihi konulu 'Devrim Yolları' adlı belgeselin yedi bölümünden birini oluşturuyor.
çok iyi bilinmelidir ki, yıkılan, çöken, sosyalizm değil, reel sosyalizmdir ve yenilen sosyalizm değil, sosyalizm adına yapılan hatalardır. Sosyalizm yaşamaktadır, kapitalist sömürü ve ABD imparatorluğu olduğu sürece yaşayacaktır...
hüseyin hatemi
19.07.2004 - 13:30Defne Sarısoy ile yaptığı söyleşi:
Defne Sarısoy: Irak’ta savaşın ardından geçen bir yıldaki gelişmeleri değerlendirerek başlayalım isterseniz.
Bağdat’ın düşüşünden bu yana Felluce direnişin en önemli noktası oldu. Son bir haftada yaşananlar ise, daha farklı bir hal aldı. Şii lider Muktada El Sadr’a bağlı birliklerin direnişin bir başka ayağını oluşturduğunu görüyoruz. Gelinen noktada Irak’ta durum ne sizce?
Hüseyin Hatemi: Bağdat’ın düşüşünden sonra ortaya çıkan süt liman görünüm zaten aldatıcıydı. Bu kadar kolay teslim olan bir kent böyle devam edecek değildi. Bağdat’ta Saddam’ın muhafızlarının ABD güçlerine karşı çıkmaması da çok şaşırtıcı bir olay değildi. Saddam hakikaten kötü bir liderdi, Hitler gibi bir liderdi. Hitler’in ortadan kalkması nasıl Almanya’da birçok insanı mutlu ettiyse, Saddam’ın ortadan kalkması da öyle.
Bu noktada yanılgı şu: Saddam’dan kurtulup, tam bir bağımsızlık elde edecek olan Irak halkının, ABD’ye kayıtsız şartsız itaate razı olması da beklenmemeliydi. Şiiler belki o sırada ses çıkartmıyorlardı, şunu biliyoruz ki, Şiiler Saddam’ın devrilmesinden sonra yeniden mücadeleye başlayacaklardı. Halihazırda Irak’ta çoğunluktadır Şiiler. Toplam 24 milyon olan nüfusun 15 milyonunu teşkil eder. Sayıları 8 milyonu bulan Sünnilerden sonra, 1 milyon kadar da Sabii dediğimiz Hristiyan ve Musevi inançları arası grupta insan vardır. Süryaniler, Keldaniler ve Yezidiler gibi gruplar da nihayetinde en fazla 1 milyonu bulur.
Irak’taki Şii çoğunluk, İran’daki gibi yönetim geleneğine sahip değildir.
“Mukteda El Sadr’ın babası Muhammed Bakır El Sadr, “Şii siyasi bilinci”ne en yakın Ayetullah’tı diyebiliriz.”
Bağdat ve Irak bölgesi Kanuni devrinden beri Sünni bir idareye alışıktır. Onun için Irak’taki Şiiler, Sünni bir idareye zaten asırlarca alışık oldukları için Irak’ta bağımsız bir Şii devleti kavramı oluşmamıştır. Irak Osmanlı yönetiminden çıktıktan sonra da, Şiilerin yönetimi ele geçirme gibi bir girişimi olmamıştır. Bu tarihi nedenle, Sünni iktidarlar Irak’ta devam edegeldi. Saddam zamanında da sosyalist olsa da, Sünni menşeli Arap milliyetçisi Baas Partisi hüküm sürdü. 20. yüzyıl boyunca da Sünniler’in çoğunlukta olduğu bir idare tesis oldu.
Saddam Hüseyin İran İslam devriminden hemen sonra ABD ve İsrail tarafından yönlendirilerek Şiiler’e karşı çok sert tedbirler aldı.
Defne Sarısoy: Peki bu noktada önemli fikir ayrılıklarına sahip olan ve güç mücadelesi içindeki Sünni’lerle Şii’lerin birleşmesi nasıl bir sonuç verecek?
Hüseyin Hatemi: Tıpkı İran devriminde İran Sünniler’inin Şiiler’le birlikte hareket etmesi gibi Irak’ta da şimdi bu iki mezhep birleşiyor. Hatta Şiiler”in bir kısmı da zaten Azeri veya Kerkük’lü Türkmen Türkler’di. Şii Türkler, Şii bilinciyle ve Arap Sünniler de Araplık bilinci ile belki bir İslam bayrağı altında birleşebilir. Bu birliğe belki Kürt milliyetçiliği ağır basan bazı gruplar katılmayabilir, çünkü onların asıl gayesi İslami başkaldırmadan ziyade, kendi bölgelerinde bir Kürt devletini hayata geçirmek.
“Protestan fundamentalizmi, Hz. İsa’nın gelmesi için bu üçüncü milenyum başında mutlaka “Armageddon” denen o nihai savaşın çıkmasını istiyor. Matrix filmi de tam manasıyla bu fikirlerin simgeleriyle doluydu.”
Dolayısıyla İslami başkaldırının onlar için bir geçerliliği yok. Ancak Şii Türkmenler için benzer bir durum söz konusu değil. Şii Türkmenler ortak Şii’lik bilinciyle hareket edebiliyorlar. Fakat, Sünni olan Kürt ahalide, İslam yerine daha çok etnik milliyetçi bir bilinç ağır basıyor. Bu nedenle ABD ile işbirliğine giriyorlar. Talabani hatta Barzani gibi Kürt grupları bunun iyi örnekleridir. Kendi başlarına davranmaktansa, ABD ile bütünleşip hareket etmeyi tercih ediyorlar. Buna Çelebi gibi Şiiler de katıldı. Ancak, Şii çoğunluk, etnik milliyetçiliğe dayanmadığı için ABD ile işbirliği yapamaz. Kanımca, ABD’nin bunları önceden hesaplamış olması gerekiyor.
YAHUDİ HAKİMİYETİ
ABD Irak’ta yeniden yapılanmanın çok kolay olacağını zannetti ki bunun arkasında ABD’de kuvvetli olan Yahudi lobisinin de güdümlemesi var, ancak gelişmeler sanıldığı gibi meydana gelmedi. Hatta kimi Yahudi stratejistler, Kitab-ı Mukaddes Tevrat’ın tercümelerini gözden geçirerek yorumlarını doğrudan doğruya Irak harekatına uydurdular.
Türkçe’deki yeni Tevrat tercümeleri dahi çağdaşlaştırıldı. Kıyametin yaklaştığı sırada Yahudi hakimiyetinin bütün dünyada kurulacağı, Yahudiler’e karşı olan diğer kavimlerin toprak altı zenginliklerinin de Yahudilere intikal edeceği, örneğin petrolün Yahudiler’in eline geçeceği gibi yorumlar yazıldı çizildi. Şeytanı simgeleyen işaretin hilal olduğu ifade edildi. Hatta 3 hilalin şeytanın simgesi olduğu, İncil’de şeytanın rakamı olarak bilinen 666 rakamının 3 hilalin birleşiminden meydana geldiği, hilallerin Arap alfabesinde 6 değerini veren harfe benzediği gibi yorum zorlamalarıyla bir politika oluşturuldu. ABD’deki protestan mezheplerinin, son derece kurnaz siyonistlerle işbirliği ile ortaya Irak Savaşı’nı haklı çıkaracak bir fikri zemin yaratılmaya çalışıldı. Ancak Washington’nun hesabı Bağdat çarşısından, Necef çarşısından döndü. Ben ABD’nin bu direniş hareketlerini kolay kolay bastıracağını zannetmiyorum.
Defne Sarısoy: Haziran sonunda yönetimin Iraklılar’a devri düşünülüyordu, en azından böyle ifade edildi. Son ortaya çıkan çatışma ortamı ile yönetimin devri açısından yeni bir değerlendirme yapmak mümkün mü? Daha önce sesi sedası çıkmayan Şiiler’in direnişe kalkması yönetimin Iraklılara devrini engelleyici bir durum sayılabilir mi?
Hüseyin Hatemi: Şii ayaklanmasını bastırmadıkça ABD’nin hiçbir şekilde bir iktidar devrine yanaşacağını zannetmiyorum. Batılı yazarlar dahi, ABD’nin bir nevi çıkmaza düştüğünü belirtiyorlar. ABD Şiileri kullanarak önce Saddam’ı devirmek istedi. Sonra Şiiler ile İran arasındaki rabıtadan rahatsız oldu ve Şiiler’e verdiği desteği çekti. Şiiler’den bir kez daha son savaşta yardım istedi ama gördünüz ki beklediği yardımı görmediği gibi, tersine direniş ile karşılaştı. İran halen ABD için bir tehdit olmaya devam ediyor. Kanımca Şiiler aktif iken, ABD kendi rızasıyla yönetimi Irak’a devredemez.
“ABD, ne Şii, ne Kürt, hiç bir gruba eskisi gibi güvenemez. Saddam’a güvendi, Saddam kendisine karşı çıktı. Güvendiği müttefiki Suudi Arabistan’nın tavrı da ortada.”
Seçim de yapamaz. Gelecekte nasıl gelişmeler olur bilmiyorum ama ABD, Şiiler’in iktidara gelmesini önleyecek manevralara girebilir. Bu hedef için Irak’ta Kürtleri desteklemek de tek başına yetmez. Kürtler’e bağımsızlık verdiklerini düşünelim; ama bu karar da Türkiye’de beklenmedik tepkilere yol açacak. Türkiye’nin bir bölgesinin, kurulan bağımsız Kürt devletine aktarılması oyunları oynanabilir. İran’dan Kürdistan eyaletinin bağımsız Kürt devletine bağlanması gibi senaryolar gündeme gelecek. Bunlar hep kağıt üzerinde hesaplandığı gibi olacak değildir elbette. Öte yandan şu da bir gerçek, ABD ister Şii olsun, ister Kürt hiç bir gruba eskisi gibi güvenemez. Saddam’a güvendi, sonra Saddam kendisine karşı çıktı. Uzun zaman müttefiki olan Suudi Arabistan’nın tavrı da ortada.
Defne Sarısoy: Geçtiğimiz haftanın en önemli olaylarından birisi de Felluce’de bir camiye yapılan saldırıda 40 kişinin ölmesiydi. Bu tür kutsal yerlere saldırı ne anlama geliyor? ABD’nin yapmak istediği planlı bir hamle mi, yoksa kendiliğinden gelişmiş bir olay mıdır?
Hüseyin Hatemi: Aslında tüm Amerikan halkının biraz önce belirttiğim senaryoları desteklediğini söylemiyorum. Bugünkü Bush iktidarında çok tehlikeli deliler var. Niye? Orduda, hükümette, çeşitli iktidar mecralarında bazı beyinler var. Birtakım sapkın protestan tarikatleri kendi fundementalist inanışları ve ideolojileri ile iktidar nezdinde taraftar toplamaya çalışıyorlar.
Sözünü ettiğim protestan fundamentalizmine göre, Hz. İsa’nın gelmesi için bu üçüncü milenyum başında mutlaka “Armageddon” denen o nihai savaşın çıkması lazım. Matrix filmi de tam manasıyla bu fikirlerin simgeleriyle doluydu. İnanmış bu Protestanlar, bir taraftan da Armageddon savaşının çıkması için uğraşıyorlar. Bu savaş nasıl çıkar? Mutlaka İsrail’in Araplara hücum etmesi veya Müslümanlar’ın İsrail’e hücum etmesi lazım. Armageddon Savaşı Kudüs yakınlarındaki Magedon Tepesi etrafında gerçekleşecek. Armegeddon Savaşı Müslaman ordusunun İsmailoğullarına saldırmasıyla çıkacak.
Protestan fundamentalizmi, Armegeddon Savaşı’nda İsrail’in desteklemesi gerektiğini savunuyor. Çünkü Hz. İsa da ‘İsrail Arslanı’ olarak dünyaya gelmiştir. Yahudiler Müslamanlar’a karşı Armageddon Savaşı’nı kazanmadıkça, Hz. İsa tekrar yeryüzüne dönmeyecek. İsa’nın dönmesi için savaşın çıkması ve kazanılması şarttır. Bu savaşı önce Hz. İsa olmadan Yahudiler’in kazanması lazım. Onun için İsrail ile sıkı bir işbirliği dini nedenlerden dolayı mecburidir. Ama bu savaş bittikten sonra da, 144 bin Yahudi hariç, o 144 bin Yahudi de Hz. İsa’ya iman eden Yahudiler olacak, hepsi kırılacak. Bu sefer de Amerika ve Hz. İsa’ya bağlı olanlar yeryüzünde kalacak.
Defne Sarısoy: Irak’ta meydana gelen gelişmeler ve devletlerin politikaları bu tür senaryolar üzerinden mi ilerliyor?
Hüseyin Hatemi: Evet, onun için de bu veriler Müslümanlar’ı hesaba katmıyor. Mantık şu: Yahudiler ile işbirliği gerekli ki, inanca göre Hz. İsa yeryüzüne geri gelsin, dirilişten sonra zaten bu Yahudilerin de icabına bakılacak.
“ABD’deki protestan mezheplerinin, siyonistlerle işbirliği sonucu Irak Savaşı’nı haklı çıkaracak bir fikri zemin yaratıldı. Ancak, Washington’nun hesabı Bağdat çarşısından döndü. Ben ABD’nin bu direniş hareketlerini kolay kolay bastıracağını zannetmiyorum.”
Ancak, Siyonizm’de Hz. İsa’nın yeryüzüne geri gelmesi diye birşey yoktur, zaten peygamber, tanrı gibi kavramların hepsi simgelerden, insanların kurgularından ibarettir. Tanrı ‘Yehova’ demek, Yahudi ırkının ölümsüzlüğü, üstün vasıflarının soyutlanmasından ibarettir. Yeryüzünde üstün ırk Yahudi milletidir. Millet bilinci tanrı fikri ile bütünleştirilir ki millet bilinci ölümsüzleşsin. Üstün ırk bilinci “Biz tanrının seçilmiş kavmiyiz” parolasıyla tanımlanır. Bu millet bilincinde tanrı ile kavim özdeşleştirilir. İşte Protestan fundamentalistleri, “144 bin Yahudi’den geri kalan hepsini öldüreceğiz” diye beklerken, bir taraftan Yahudiler de “Biz tüm dünyayı ele geçireceğiz” diye düşlerler. Tevrat”a bakın, “Kudüs’e tek bir sünnetsiz dahi giremeyecek” der. Müslümanlar sünnetli olduğuna göre, bu sünnetsizler Hıristiyanlar’dır. Hatta Birleşmiş Milletler binasının duvarına da Tevrat’tan alıntı sonradan sokuşturdukları sulh ayetlerini yazdırmışlardır. Söz konusu ayetlerde şöyle der: “Milletler silahlarını, kılıçlarını saban haline getireceklerdir”. Yahudi hakimiyeti kurulunca tüm dünya silahsızlandırılacaktır, bunların sulh ayeti bunu önerir, barıştan kasıt diğer ulusların silahsızlandırılmasıdır. Tabii bütün dünyanın zenginliği Kudüs’e akacaktır.
Öte yandan, bu tür ideolojileri kendi çapında taklit etmek isteyen El Kaide gibi akımlar da uydurma gülünç hadisler uydurarak kendi taraftarlarını İslam Armageddonu’na inandırmaya çalışıyorlar. Örneğin, kıyametten önce Yahudilerle İslam arasında büyük bir cenk olacak, bütün Yahudiler kırılacak. Protestan fundamentalizminde olduğu gibi, 144 bin Yahudi de hayatta kalmayacak, hepsi öldürülecek. Görüyorsunuz işte bu fundementalizmin hayal gücünün sınırı yok. Ama Şii’liğin özünde fundementalizmin tam aksi bir öz vardır. Hz. Hüseyin’e bağlılık dolayısıyla, Şii inancı fundementalizm ile bağdaşmaz.
Defne Sarısoy: Cami gibi kutsal yerlere saldırıların düzenlenmesi, diğer Müslüman ülkelerin de tepkisini çekebilir mi? Irak’taki direnişe destek gelebilir mi bu bağlamda?
Hüseyin Hatemi: Sözünü ettiğim o nihai savaşı çıkartmak için orduda kimileri böyle saldırıları kışkırtabilirler.
Defne Sarısoy: Yani camiyi özellikle hedef seçenler olmuş olabilir diyorsunuz.
Hüseyin Hatemi: Doğrudan doğruya ABD askerlerinin hepsi kötü niyetli olmasa bile araya provokatör elbette karışır. Ve mesela geçen sene benzer bir saldırı yapmaya çalıştılar ama Şiiler’in politik baş kaldırma bilinci kuvvetli olduğu için işe yaramadı. Hatırlarsanız İmam-ı Azam’ın türbesinin kulelerine roket attılar. Kuleler yıkıldı. Felluce’deki olaylar bir tarafa, Sünniler’e saldırmaya daha çok cesaret ediyorlar ama Şiiler’i aynı şekilde hırpalayamazlar. ABD’nin Kerbela ya da Necef’e taaruza geçmesi için tam manasıyla ciddi bir durumun ortaya çıkması lazım. Şimdilik görünmüyor.
Defne Sarısoy: Bundan sonra sizce Irak’ta neler olabilir? Yabancılara karşı ciddi bir tepki oluşmaya başladı. En son yabancılar rehin alındı. Sünniler’in ileri gelenleri, ulemalar Birleşmiş Milletler ile ilişkileri askıya aldıkları yönünde karar aldıklarını açıkladılar. Neler beklenebilir burdan sonra?
Hüseyin Hatemi: Ben şunu ümit ediyorum; Lübnan da çok çatışmalar, kargaşalar geçirdikten sonra geçmişe göre durulmuş bir halde. Suriye’de Alevi-Sünni çatışması oldu ve artık atlattı sayılır. Türkiye de, 70 ve 80’lerde o anarşik çatışmaları çalkantıları yaşadı ve artık geride kaldı diyebilliyoruz. Irak’ta yapı buna pek müsait değil, Irak’ta İran ve Türkiye’de olduğu gibi bir Alevi kitle yok. Irak’ta Şii-Sünni ekseninde bir bölünme olmaz. Ayrıca, Irak’ın Şii ve Sünni çatışması yoktur. Benim temennim; şimdilerde biraz da olsa tezahür etmeye başlayan Şii ve Sünni uzlaşması temelinde bir milli mücadelenin gerçekleşmesi. Temennim ve Irak için en uygunu olduğunu düşündüğüm, Amerika’nın telkin ettiği bağımlılık içerisinde ‘light İslam’ modeli değil, Irak’ta belki İslam hukukuna dayalı ama aşırıya kaçmayan bir devletin teşekkülüdür.
Defne Sarısoy: Yani gelişmeler bu yönde ilerliyor diyorsunuz.
Hüseyin Hatemi: Bir ihtimal Kürtler ayrı bir devlet haline getirilirler ama Kürtler, o zaman Irak’tan ayrılarak hem İran’ı, hem Türkiye’yi, hem Irak’ı tehdit eden bir ülke konumuna gelir. Ortak düşman olur. Bölgede İsrail ve ABD müttefiki bir Kürt devleti kurulabilir, açıkça söylenmese de bunu istedikleri kesin. Rahmetli Uğur Mumcu zaten bu durumu daha şehit edilmeden hemen önce dile getirmişti. Kanımca bunu dile getirdiği için ortadan kaldırıldı. Uğur Mumcu bölgede, CIA ve Mossad’tan aylık alan, sözümona Kürt milliyetçi liderlerini (Talabani gibi) açıkça yazdı. “Mossad’ın bizim güney sınırlarımızda işi ne” şeklinde yazılar yazdı. Bu yazıyı yazdığı gün ben, Cumhuriyet gazetesinde okumuştum ve hayrete düşmüştüm. Bu kadar cesur bir yazıyı yazdığına göre belki de bir güvendiği, dayandığı vardır diye ummuştum ama yokmuş demek ki. Mossad’ın etkinliğini bu kadar açık bir ifade ile yazması gazetecilik adına inanılmaz bir cesaret örneği idi.
Defne Sarısoy: Mumcu tam olarak bir Kürt devleti kurulacağını mı söylüyordu?
Hüseyin Hatemi: Sıradan idealist bir Kürt devleti değil, tam anlamıyla İsrail bağımlısı olan bir Kürt devleti.
Defne Sarısoy: Ve aynı zamanda ABD’nin müttefiki konumunda.
Hüseyin Hatemi: Suudi Arabistan’ın ilk kuruluş senelerini düşünürsek, orada tam anlamıyla ABD bağımlısı bir Suudi Arabistan kurulduysa, şimdi de Türkiye’ye, İran’a, Suriye’ye ve Araplar’a karşı da kullanılabilecek bir Kürt devleti.
Bu politik oyunlar oynanırken, öte yandan bunları destekleyecek sosyal teoriler de kuramlanır. Örneğin, Kürt Yahudiler gibi. Yahudiler ile Kürtler arasındaki etnik akrabalıklar, kültürel bağlar gibi. Her politik hamlenin Amerikan akademisinde bir izdüşümü, bir bilimsel desteği vardır. Sosyal psikoloji veya strateji raporları yayınlanmaya başlar. Bu çalışmaları ilk yutan ve bilimin son verileri sanan Türkiye’de Boğaziçi çevresinde de bizim sosyologlarımız var. Amerikan akademisinin ürettiği bu raporları veya bilimsel çalışmaları kamuoyuna sunarlar.
Defne Sarısoy: Irak’taki gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkileyebilir? Büyük Ortadoğu Projesi’nden bahsediliyor. ABD’nin Türkiye için biçtiği bir rol var. Bir Kürt devletinin kurulması Türkiye’nin bölgedeki rolünü nasıl etkiler?
Hüseyin Hatemi: Bu etkileme ya da etkilenme diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi olmuyor. Hatırlanacak olursa, İran devriminden sonra derhal yeni teoriler yazıldı. İran Devrimi öncesinde, Türkiye’de basma kalıp şu ön yargılar tekrarlanırdı; “Bizim problemimiz Aleviler’le, Şiiler de bizim gibi Müslüman, İran zaten geleneksel dostumuz,kardeşimiz. Kasr-ı Şirin anlaşmasından beri aramızda tek bir sorun çıkmadı. Atatürk Rıza Şah Pehlevi’yi İstanbul’da ağırladı, Şah bizim büyük dostumuz” gibi.
“İran devriminden sonra, Türkiye’de Protestanlığın kurucusu Hıristiyan düşünür Martin Luther’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın Papalığa karşı paralı ajanı olduğu söylentisi uyduruldu.”
O zamanlar da ABD’nin bağımlısı olan Türkiye’de, İran için söylenenler bunlardı. Ama İran devrimi olur olmaz ve ABD İran’ı düşman ilan eder etmez, bu defa Türkiye’de “Aleviler ile bizim hiçbir problemimiz yok, Aleviler kardeşimiz ama ne çıkıyorsa bu Şiiler’den çıkıyor” denmeye başlandı. Hatta Özal da bunu söyledikten sonra, bu sefer “Azerbaycan’ı darılttık” diye hemen sözünü yumuşatmaya, geri almaya çalıştı.
İran devriminden sonra şu uyduruldu: Protestanlığın kurucusu Hıristiyan düşünür Martin Luther’in Kanuni Sultan Süleyman’ın Papalığa karşı paralı ajanı olduğu söylentisi dolaştı Türkiye’de. Özal “Katolikler Şii’lere benzerler, biz de onun için Şiiler’le asırlarca savaşmışızdır” dedi. Hatta Özal’ın “Biz Sünniler Amerikalı protestanlara benzeriz” gibisinden görüşlerini kamuoyuna saldılar. Cemal Kutay gibi teorisyenler ortaya çıktı. Martin Luther’in gizli Müslüman olduğu ve Kanuni Sultan Süleyman’ın paralı ajanı olduğu yönünde tarihi kuramlar ortaya atıldı. Sünniler, Protestanlara yakındır havası yaratılmaya çalışıldı, İran’a düşmanlık beslendi.
Bu arada Aleviler’e siz Şiiler’e uzaksınız, Kürt Aleviler’e siz Zerdüşt dininin devamısınız, Türk Aleviler’e siz Şamanizm’in devamısınız, Bektaşiler’e eski Bizans’ın devamısınız diye telkin edildi. Bu dış odaklı “böl ve hükmet” politikasının işletilmesidir. Bu tür bölünmeler Türkiye’de mümkün olabiliyor. Çünkü Türkiye’de gerekli bilinç, uyanıklık henüz oluşmadı ve “böl ve hükmet” Türkiye’de daha kolay uygulanıyor. Fakat yavaş yavaş Irak’ta bu Şii-Sünni işbirliği uyanışı görülmeye başladı.
Defne Sarısoy: Irak için başta öngörülen senaryo; etnik grupların yönetiminde çok parçalı bir bölünmüşlüktü.
Hüseyin Hatemi: Ama Irak Şii ve Sünni uleması etnik bölünmeyi kabul edemez. Bu ılımlı İslam kavramları, tamamen ABD’nin Irak’a ve uzun vadede tabii bölgeye göre uydurduğu bir kalıp. Ben bu ılımlı İslam uydurmasının bölgedeki Müslümanlar tarafından kabul gördüğünü düşünmüyorum.
Ben Türkiye için şundan endişe ediyordum; Azeri asıllı Şiiler ile ilgili bir karışıklığın ortaya çıkması ve Azeri asıllı Şiiler’in milliyetçiliğe, şovenizme kayması. Benzer bir çatışmayı emperyalizm daha önceleri de gütmüştür. Doğu Anadolu’da önceleri hazırlandı ve 1980 öncesi olaylarda yine emperyalizmin parmağı çıkmıştı. Iğdır’da Kars’ta, Kürtler Azeriler’e karşı kışkırtıldı. Bir zamanlar Ermeniler’e karşı yapılan kışkırtmalar gibi, bu defa da Iğdır ve Kars bölgesindeki Azeri Şiiler Kürtler’e karşı kışkırtıldı. Türkiye’de iktidara gelmek için mutlaka ABD desteği şart. Halk uyanışı olmayan bir ülkede iktidar mutlaka dıştan güdümlü olur. Sandıktan ne çıktığı önemli değil, ABD’nin oy vermediği kimse en nihayetinde sandıktan çıkamaz.
“Eskiden Anadolu Selçukluları Moğollar’dan icazet alarak sultanlık makamına gelirlerdi. günümüz Türkiyesi’nde de başbakan olmak için mutlaka çağın Moğolları ABD’den icazet alması lazım.”
İktidara gelmek isteyenin önce ABD’nin sandığından çıkması lazım. ABD’nin sandığı demek, aynı zamanda Amerikan-Yahudi lobisinin sandığından çıkmak demektir. Onun için Türkiye’de görünürde ister laiklik karşıtı diyelim, ister dindar diyelim hangi hükümet gelirse gelsin, ABD’nin sözünden en küçük çıkış halinde iktidardan düşer. Onun için de Türkiye’de hükümetler ancak düşmeyi tercih ederler ise Amerikan planının dışına çıkarlar. Nasıl bir zamanlar Anadolu Selçukluları’nın Moğollar’dan icazet alarak sultanlık makamına gelmeleri gibi, günümüz Türkiyesi’nde de başbakan olmak için mutlaka çağın Moğollar’ı olan ABD’den icazet alması lazım. Şimdi Anadolu’ya hakim olan Amerikan Moğolları’dır, bunun içinde de Amerikan-Yahudi lobisi önemli bir güç odağıdır. Türkiye’de bu faktörü hesaba katmadan Irak’taki olaylar bizi şu ya da bu yönde etkiler diyemeyiz.
Defne Sarısoy: Peki Avrupa Birliği’ne giden süreçte neler olabilir?
Hüseyin Hatemi: Türkiye, Avrupa Birliği’ne girerse tabii daha iyi gelişmeler olabilir. Türkiye’de perde arkasında, gerçek iktidara sahip güçlerin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılmasını hiç istemediğini tahmin ediyorum. İstemiyorlar ve bunu önlemek için, yani Türkiye’yi doğrudan doğruya Amerika’ya bağımlı kılmak için çalışıyorlar. ABD, Türkiye’nin tek hakimi olmak istiyor, araya Almanya’nın Fransa’nın karışmasını istemiyor. Bütün bunlara rağmen Türkiye Avrupa Birliği’ne girerse ülkemiz için daha iyi gelişmeler olabilir. Amerika’ya rağmen olamaz ama bazen Amerika’nın da hesaba katmadığı gelişmeler oluyor. İran devriminde olduğu gibi, Amerika’nın da tahmin edemeyeceği bir ‘halk uyanışı’ ortaya çıkabilir. Türkiye’de böyle bir uyanışa daha şartlar müsait değil.
hüseyin hatemi
19.07.2004 - 13:261960 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur.
1960 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk kürsüsüne fahri asistan kadrosuyla atanmıştır.
1961 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk kürsüsü kadrosuna atanmıştır.
1968 yılında doktor unvanını,
1973 yılında doçent unvanını,
1981 yılında profesör unvanını almıştır.
islam dünyası
19.07.2004 - 13:20Nüfusunun çoğunluğu müslüman olan ülkeler:
(bkz: afganistan)
(bkz: arnavutluk)
(bkz: azerbeycan)
(bkz: bahreyn)
(bkz: banglades)
(bkz: benin)
(bkz: bosna hersek)
(bkz: brunei)
(bkz: birleşik arap emirlikleri)
(bkz: burkina faso)
(bkz: cezayir)
(bkz: cibuti)
(bkz: endonezya)
(bkz: etiyopya)
(bkz: fas)
(bkz: fildisi kıyısı)
(bkz: filistin)
(bkz: gambia)
(bkz: gine)
(bkz: gine bissau)
(bkz: ırak)
(bkz: iran)
(bkz: katar)
(bkz: kazakistan)
(bkz: kırgızistan)
(bkz: kuveyt)
(bkz: kktc)
(bkz: libya)
(bkz: lübnan)
(bkz: maldivler)
(bkz: malezya)
(bkz: mali)
(bkz: mısır)
(bkz: moritanya)
(bkz: nijer)
(bkz: nijerya)
(bkz: özbekistan)
(bkz: pakistan)
(bkz: sierra leone)
(bkz: somali)
(bkz: sudan)
(bkz: suriye)
(bkz: suudi arabistan)
(bkz: tacikistan)
(bkz: tanzanya)
(bkz: tunus)
(bkz: türkiye)
(bkz: türkmenistan)
(bkz: umman)
(bkz: ürdün)
(bkz: yemen)
yavuz sultan selim
19.07.2004 - 13:102.Osman, Vahdettin ve Kanuni ile birlikte sakalsız dört Osmanlı padişahından biri..
70 kuşağı
19.07.2004 - 13:051970-1979 yıllarında Lise ve üniversite çağlarında (yaklaşık 16 - 28 yaş arası) olan gençlerin dahil olduğu zaman dilimi.
ortodoksluk
19.07.2004 - 13:02Ortodoksluk sadece Hrıstiyanlığa özgü bi mezhep diildir, aynı şekilde ortodoks yahudiler de vardır. bir dinde gelenekçi olan mezhepleri temsil eder.
sosyalizm
19.07.2004 - 12:29TÜRKİYE SOSYALİST EMEKÇİ VE KÖYLÜ PARTİSİ [TSEKP] (1946)
14 Mayıs 1946'da çok-partili hayata geçilmesinin ardından, 19 Haziran 1946'da Doktor Şefik Hüsnü (Deymer) tarafından İstanbul'da kuruldu. Kurucuları arasında Ragıp Vardar, Fuat Bilego, İstefo Papadopulos, Emin Aydınlatan, Dr. Habil Alamato, Müntakin Öçmen, Hayrettin Emin Manoğlu gibi isimler yer alıyordu. Kuruluşunun hemen ardından Adana, Ankara, Gaziantep, İzmir ve İzmit'te örgütlenen parti, haftalık Sendika Gazetesi ve aylık Yığın dergilerini çıkarıyordu. 16 Aralık 1946'da Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatıldı. Partiyle birlikte, İstanbul İşçi Sendikaları Birliği, İstanbul İşçi Kulübü ve Ses, Dost, Yığın adlı dergiler ile Sendika Gazetesi de kapatıldı.Yargılamalar sonucunda 42 yöneticisi 1 ile 4 yıl arasında değişen cezalara çarptırıldılar.
Yayınlar: Sendika Gazetesi - Yığın - Ses - Dost.
sosyalizm
19.07.2004 - 12:24TÜRKİYE SOSYALİST FIRKASI [TSF] (1919)
Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın devamı olarak 20 Şubat 1919'da kuruldu. Kurucuları arasında Sadrettin Celal, Osmanlı Sosyalist Fırkası Başkanı Hüseyin Hilmi Antel (İştirakçi Hilmi) , Suphi Nuri İleri, Doktor İhsan Özgen, Mustafa Fazıl gibi isimler bulunuyordu. Partinin Başkanı Hüseyin Hilmi, Genel Sekreteri ise Mustafa Fazıl'dı. Partinin programında sosyalizm şu şekilde tanımlanıyordu: 'Sosyalizm adem-i müsevvat ve adaletsizliğe istinad eden cemiyet-i hazıranın teşkilatı esasiyesinde tedbilat ve tağriyat icra ederek o cemiyeti kabil-i tahammül bir hale ifrağ eylemek demektir.' Yani, sosyalizm mevcut düzeni değiştirerek kabul edilebilir bir yaşam teşkil etmeye çalışan bir rejim demektir.
sosyalizm
19.07.2004 - 12:24OSMANLI SOSYALİST FIRKASI (1910)
1910'da İstanbul'da kuruldu. Başkanlığını 'İştirakçi' diye bilinen Hüseyin Hilmi'nin yaptığı fırkanın üyelerini ise Namık Hasan, Tevfik, Pertev, İbn-il Tahir, İsmail Faik, Baha Tevfik ve Hamis Suphi oluşturuyordu. Sürekli baskı altında tutulan bu çevrenin faaliyetleri, Mahmut Şevket Paşa'nın katli bahane edilerek devletçe sona erdirildi.
sosyalizm
19.07.2004 - 12:23TÜRKİYE İŞÇİ VE ÇİFTÇİ SOSYALİST FIRKASI [TİÇSF] (1919)
Spartakistslerin etkisi altındaki bir öğrenci grubu Berlin'de Türkiye İşçi Çiftçi Fırkası'nı kurmuş ve Kurtuluş adlı bir dergi yayınlamaya başlamışlardı. Dr. Şefik Hüsnü'nün katılımıyla partinin ismine 'Sosyalist' kelimesi eklenerek 22 Eylül 1919'da İstanbul'da kuruldu. Parti 1919 yılı sonlarında İstanbul'da bir sol cephe kurmak için giriştiği denemelerde başarı kazanamadığı gibi, dergilerinin yayını da İstanbul'un işgaliyle durduruldu. Kısa bir süre sonra partide görüş ayrılıkları yaşandı; Anadolu grubu (Anadoluya geçerek Kuvayi Milliye hareketine katılanlar) TBMM'ni desteklemekteydi. Aydınlık ve Kurtuluş dergileri bu ayrılığı yansıtıyordu. Aydınlıkçılar ayrıca Orak-Çekiç isimli bir dergi daha yayınlıyorlardı. TKP ile aynı siyasi duruşa sahip olan TİÇKF üyeleri, 1920'lerde başlayan baskı döneminden etkilendiler. Fırka 1924 yılında kendisini feshetti, kadroları TKP'ne katıldı.
sosyalizm
19.07.2004 - 12:10Türkiye'deki sosyalist akımların tümü için http://members.lycos.co.uk/turkiyesolu/turk_solu.html
ülkücülük ve faşizm
19.07.2004 - 10:53müslüman olamayan Türk'leri (örn:gagavuz Türkleri) Türk saymayan ideoloji.Türkçülük değil TÜRK-İSLAM sentezcisi akım.Yani biraz OSMANLI'cı biraz Cumhuriyetçi... Karışık, ne olduğu tam belli değil...
Atatürk'ten de övgüyle bahseden, Onu öldürtmek isteyen Vahdettin'den de övgüyle bahseden bir garip ieoloji(!)
arthur schopenhauer
19.07.2004 - 10:07Temel eserleri 'İrade ve Tasarım Olarak Dünya' ve 'Yeter Sebep ilkesinin Dörtlü Kökeni Üzerine' olan 1788-1860 yılları arasında yaşamış ünlü Alman düşünür.
arthur schopenhauer
19.07.2004 - 10:06'Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiç bir şeyi olmayandır.' demiş olan filozoftur.
arthur schopenhauer
19.07.2004 - 10:05Schopenhauer'e göre insan durmadan isteyen,istediklerini elde etmek için binbir güçlükle uğraşan ve elde ettiğinde de mutluluğu bitip yeni isteklerinin peşinde yine koşan ve bitmek bilmeyen bir yaşam savaşının içinde elde ettiklerinin anlık haz ve mutluluğu ile yetinmek durumunda kalan bir varlık.
ona göre bilinçsiz bir iradenin, yaşama isteğinin kendini gerçekleştirme sebebi olan ben, bu dünyanın da sadece ben algıladıkça var olduğunu algılama gücümle, aklımla var kılarken, sürekli devinim içinde olmak zorunda olan irade yüzünden hep mutluluğun peşinde koşacak, kısa anlar için mutluluğu yakalayacak ve mutlu olur olmaz da yeniden yeni arayışlar peşinde koşarken kendimi bulacak ve bunun bilincinde olduğum için de hep acı çekeceğim ta ki herşeyden vazgeçmeyi becerene kadar; ki bu da hiç kolay olmasa gerek.aklı başında insanların, yakıcı zevklerden çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürüdür
isviçre
19.07.2004 - 10:01Dünyada yaşam kalitesinin en iyi olduğu kentler sıralamasında ilk iki sırayı Zürih ve Cenevre şehirlerinin aldığı ülke.
isviçre
19.07.2004 - 09:56Avrupa Birliği'ne üye DEĞİLDİR. 2.Dünya savaşına girmemiş tek Avrupa ülkesi.
isviçre
19.07.2004 - 09:54GSMH'(gayri safi milli hasıla) sı en yüksek ülke..
isviçre
19.07.2004 - 09:52Çikolata, Swatch saat, Alpler, bankaları...
ernesto che guevara
19.07.2004 - 09:45Arjantinli devrimci Ernesto Che Guevara'nın hayatı ile ilgili daha önce hiç yayımlanmamış görüntülerin yer aldığı bir belgesel önceki gün ilk kez gösterildi. Küba Sineması Enstitüsü'nün arşivlerinden yararlanılarak hazırlanan ve Kübalı Manuel Perez'in yönetmenliğini yaptığı 55 dakikalık 'Asla Hayal Edemeyeceğiniz Bir Yerde' (Donde nunca jamas se lo imaginan) adlı belgeselde, 1928'de Arjantin'de doğumundan, 1967'de Bolivya'da ölümüne kadar geçen sürede Che Guevara'nın hayatından kesitler anlatılıyor. Perez, filmde ayrıca Küba Devlet Konseyi'nin 'çok iyi korunmuş' arşivlerinden fotoğraflarla bazı kişilere ait belgelerden de yararlanıldığını belirtti. Belgeselin, bu ay İspanya'da DVD olarak piyasaya çıkacağı kaydedildi. Film, 1959 devrimi öncesi ve sonrasını konu alan Küba tarihi konulu 'Devrim Yolları' adlı belgeselin yedi bölümünden birini oluşturuyor.
büyük birlik partisi (BBP)
19.07.2004 - 09:28milliyetçilik ve ümmetçilik gibi iki kavramı bir araya getirebilmiş parti.
büyük birlik partisi (BBP)
19.07.2004 - 09:27her seçimde mhp'den daha fazla oy alacaklarını iddia edip hüsrana uğrayan parti...
cumhuriyetçi demokrasi partisi
19.07.2004 - 09:14Anayasa mahkemesi eski başkanı Yekta Güngör Özden'in ve ayrıca 135 kişinin kurucusu olduğu siyasi parti...
sosyalizm
17.07.2004 - 13:46çok iyi bilinmelidir ki, yıkılan, çöken, sosyalizm değil, reel sosyalizmdir ve yenilen sosyalizm değil, sosyalizm adına yapılan hatalardır. Sosyalizm yaşamaktadır, kapitalist sömürü ve ABD imparatorluğu olduğu sürece yaşayacaktır...
Toplam 1733 mesaj bulundu